• Sonuç bulunamadı

Konya ilinde yaşayan evli öğretmenlerin duygusal zekâ ve bağlanma stillerinin evlilik doyumuna etkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Konya ilinde yaşayan evli öğretmenlerin duygusal zekâ ve bağlanma stillerinin evlilik doyumuna etkisi"

Copied!
110
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Aile Danışmanlığı ve Eğitimi Ana Bilim Dalı

Aile Danışmanlığı ve Eğitimi Bilim Dalı

KONYA İLİNDE YAŞAYAN EVLİ ÖĞRETMENLERİN

DUYGUSAL ZEKÂ VE BAĞLANMA STİLLERİNİN EVLİLİK

DOYUMUNA ETKİSİ

Büşra NAZLI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Dr. Özlem ALTUNSU SÖNMEZ

(2)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğre

n

cin

in

Adı Soyadı Büşra NAZLI

Numarası 134211001006

Ana Bilim / Bilim Dalı Aile Danışmanlığı ve Eğitimi

Program Tezli Yüksek Lisans (x) Doktora ( )

Tez Danışmanı Dr. Özlem ALTINSU SÖNMEZ

Tezin Adı Konya İlinde Yaşayan Evli Öğretmenlerin

Duygusal Zekâ ve Bağlanma Stillerinin Evlilik Doyumuna Etkisi

ÖZET

Bu araştırmanın amacı evli öğretmenlerin, evlilik doyumu, duygusal zekâ ve bağlanma stilleri arasındaki ilişkiyi belirlemeye yönelik olup duygusal zekâ ve bağlanma stillerinin evlilik doyumunu anlamlı olarak açıklayıp açıklamadığını belirlemektir. Araştırmanın evrenini evli öğretmenler oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemi ise, Konya ilinde yaşayan evli öğretmenlerden oluşmaktadır. Katılımcılar tesadüfi olarak seçilmiş farklı okullardan katılımcılara ulaşılmaya çalışılmıştır. Araştırmaya 110’u kadın 81’i erkek olmak üzere toplam 191 öğretmen katılmıştır. Araştırmada veri toplamak amacıyla, Kişisel Bilgi Formu, Evlilik Yaşamı Ölçeği, Gözden Geçirilmiş Schutte Duygusal Zekâ Ölçeği ve Yakın İlişkide Yaşantılar Envanteri (YİYE) kullanılmıştır.

Araştırma sonucunda, bağlanma stillerinin alt boyutu olan kaygı ve kaçınma boyutlarıyla evlilik doyumu arasında negatif yönde anlamlı bir ilişki olduğu

(3)

bulunmuştur. İki boyutun kategorik sınıflandırmasına dayalı olarak yapılan varyans analizi sonucunda da güvenli ve saplantılı bağlanma stiline sahip öğretmenlerin, evlilik doyumu daha yüksek bulunmuştur. Duygusal zekânın iyimserlik ve duyguların değerlendirilmesi alt boyutlarıyla evlilik doyumu arasında anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur. Kaygı ve kaçınma boyutlarıyla duygusal zekânın alt boyutları arasından, iyimserlik boyutuyla negatif bir ilişki bulunurken, duyguların değerlendirilmesi ve duyguların kullanımı boyutlarıyla pozitif bir ilişki bulunmuştur. Yaş, cinsiyet eğitim durumu, eğitim süresi gibi demografik değişkenlerle evlilik doyumu arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır.

(4)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğre

n

cin

in

Adı Soyadı Büşra NAZLI

Numarası 134211001006

Ana Bilim / Bilim Dalı Aile Danışmanlığı ve Eğitimi

Program Tezli Yüksek Lisans (x) Doktora ( )

Tez Danışmanı Dr. Özlem ALTINSU SÖNMEZ

Tezin Adı

The Effect of Emotional Intelligence and Attachment Styles on Maritial Satisfaction of Married Teachers Living in Konya.

SUMMARY

The aim of this study is to determine the relationship between marital satisfaction, emotional intelligence and attachment styles of married teachers and to determine whether emotional intelligence and attachment styles explain marriage satisfaction as a meaningful one. The universe of research is composed of married teachers. The sample of study consists of married teachers living in Konya. Participants were randomly chosen from different schools. A total of 191 teachers, 110 women and 81 men, participated in the study. In the study, Personal Information Form, Marriage Life Scale, Revised Schutte Emotional Intelligence Scale and the Inventory of Close Relationship Experiences were used to collect data.

As a result of the study, it was found that there was a significant negative correlation between anxiety and avoidance dimensions in the lower dimension of attachment styles and marital satisfaction. Based on the categorical classification of the two dimensions, as a result of the analysis of variance, teachers with a secureand obsessive attachment style were found to have higher marriage satisfaction. It was

(5)

found that there was a meaningful relationship between the sub-dimensions of emotional intelligence and feelings of emotion and marriage satisfaction. A negative relationship was found between anxiety and avoidance dimensions and the lower dimensions of emotional intelligence with the optimistic dimension, while a positive relationship was found with the evaluation of emotions and the use of emotions.No significant relationship was found between demographic variables such as age, gender , education status and martial satisfaction.

(6)

ÖNSÖZ

Tez sürecimde, desteklerini esirgemeyen danışmanım, sevgili hocam; Dr. Öğretim Üyesi Özlem ALTUNSU SÖNMEZ’e en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Lisans sürecimde, akademik bilgisiyle yol gösterici olan, çalışma sürecimde de en zorlandığım anda destek veren, istatistik konusunda yardımlarını esirgemeyen Prof. Dr. Coşkun ARSLAN’a ve tüm değerli hocalarıma katkıları için teşekkür ederim. Benimle aynı süreci yaşayan, beni en çok anlayan, en çıkmazda hissettiğim zamanlarda yardımıma koşan, çalışma sürecinin her anında iletişim halinde olduğum, birlikte öğrenip birbirimizi motive ettiğimiz sevgili dostum Ümmühan ÇAKMAK’a ve bu süreçte desteklerini hep yakından hissettiğim değerli dostlarıma ilgileri ve destekleri için teşekkür ederim.

Çalışma hayatımla birlikte giden süreçte, anlayışları ve destekleri için okul idareme ve iş arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca çalışmama destek veren, ölçeklerimi içtenlikle ve sabırla dolduran değerli katılımcı öğretmen arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Her zaman yanımda olan, aldığım tüm kararları destekleyen, sevgilerini ve güvenlerini her zaman hissettiğim değerli aileme; annem, babam, ablam ve kardeşime, yorulduğum dönemlerde oyunları ve masumluklarıyla beni mutlu edip, motive eden yeğenlerim Gülnihal ve Zeynep Duru’ya, her şey için çok teşekkür ediyor, şükran ve minnetlerimi sunuyorum.

Büşra NAZLI

(7)

İÇİNDEKİLER ÖZET ... i SUMMARY ... iii ÖNSÖZ ... v İÇİNDEKİLER ... vi TABLOLAR LİSTESİ ... ix GİRİŞ ... 1 ARAŞTIRMANIN AMACI ... 6 ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ... 6 BİRİNCİ BÖLÜM ... 8 KAVRAMSAL ÇERÇEVE ... 8 1.2. EVLİLİK ... 9 1.3. EVLİLİK DOYUMU ... 11

1.3.1. Evlilik Doyumu Kavramı İle İlgili Kuramlar ... 13

1.3.1.1. Sistem Yaklaşımı ... 14

1.3.1.2. Bilişsel Yaklaşım ... 15

1.3.1.3. Sevginin Evrimi Kuramı ... 15

1.3.1.4. Bağlanma Kuramı ... 16

1.3.1.5. Sosyal Mübadele Kuramı ... 17

1.3.1.6. Evlilikte Yükleme Kuramı ... 18

1.3.2. Evlilik Doyumuyla İlgili Yapılmış Çalışmalar ... 18

1.4. BAĞLANMA KURAMI ... 20

1.4.1. Bebeklik ve Çocukluk Döneminde Bağlanma ... 22

1.4.2. Yetişkinlik Döneminde Bağlanma ... 23

1.4.3. Bağlanma Kuramının Temelini Oluşturan Yaklaşımlar ... 24

1.4.3.1. Nesne İlişkileri Kuramı ... 24

1.4.3.2. İçsel Çalışan Modeller ... 25

1.4.4. Bağlanma Modelleri ... 26

1.4.4.1. Mary Ainsworth Modeli ... 26

1.4.4.2. Hazan ve Shaver’in Bağlanma Modeli ... 28

1.4.4.3. Dörtlü Bağlanma Modeli ... 29

1.4.5. Evlilikte Bağlanma (Romantik Bağlanma) ... 32

1.4.6. Bağlanma Stilleriyle İlgili Yapılmış Araştırma ve Çalışmalar ... 35

(8)

1.5.1. Duygu ... 35

1.5.2. Zekâ ... 36

1.5.3. Duygusal Zekâ ... 37

1.5.4. Duygusal Zekânın Boyutları ... 40

1.5.5. Duygusal Zekâ Modelleri ... 42

1.5.5.1. Mayer ve Salovey Modeli ... 43

1.5.5.2. Bar-On modeli ... 45

1.5.5.3. Robert K. Cooper ve Ayman Sawaf Modeli ... 47

1.5.5.4. Daniel Goleman Modeli ... 48

1.5.6. İlişkilerde Duygusal Zekâ ... 50

1.5.7. Duygusal Zekâ ve Evlilik ... 51

II. BÖLÜM ... 52

YÖNTEM ... 52

2.1. Araştırmanın Örneklemi ... 52

2.2. Araştırmanın Problemleri ... 52

2.4. Sayıltılar ... 53

2.5. Veri Toplama Araçları ... 54

2.5.1. Kişisel Bilgi Formu ... 54

2.5.2. Evlilik Yaşamı Ölçeği (EYÖ) ... 54

2.5.3. Gözden Geçirilmiş Schutte Duygusal Zekâ Ölçeği ... 55

2.5.4. Yakın İlişkide Yaşantılar Envanteri (YİYE) ... 56

2.6. Kullanılan İstatistiki Teknikler ... 57

III. BÖLÜM ... 59

BULGULAR ... 59

3.1. Katılımcıların Cinsiyet ve Yaşları ... 59

3.2. Katılımcıların Evlenme Yaşı ve Çocuk Sayıları ... 60

3.3. Katılımcıların Eğitim Düzeyleri ... 61

3.4. Katılımcıların Ekonomik Durumları ... 62

3.5. Katılımcıların Evliliklerinin Onayı ... 63

3.6. Katılımcıların Doğum Sırası ... 64

3.7. Katılımcıların Evliliklerine İlişkin Değişkenler ... 64

3.8. Değişkenlere İlişkin Tanımlayıcı İstatistikler ... 66

3.9. Evlilik Doyumu, Bağlanma Stilleri ve Duygusal Zekâ Arasındaki İlişki ... 68

3.10. Bağımsız Değişkenlerin Evlilik Doyumunu Açıklamasına İlişkin Aşamalı Regresyon Analizi ... 70

(9)

3.11.Bağlanma Stillerine Göre Duygusal Zekâ Boyutlarına İlişkin Tukey Testi 71

3.12.Evlilik Doyumu ve Demografik Değişkenler Arasındaki İlişki ... 73

IV. BÖLÜM ... 76

SONUÇ VE ÖNERİLER ... 76

4.1. Sonuç ve Tartışma ... 76

4.2. Öneriler ... 80

4.2.1. Uygulamalara Yönelik Öneriler ... 81

4.2.2. Yapılacak Araştırmalara Yönelik Öneriler ... 81

KAYNAKÇA ... 83

EKLER ... 93

Ek1: Kişisel Bilgi Formu ... 93

Ek 2: Evlilik Yaşamı Ölçeği ... 96

Ek 3: Gözden Geçirilmiş Schutte Duygusal Zekâ Ölçeği ... 97

Ek4: Yakın İlişkide Yaşantılar Envanteri (YİYE) ... 98

(10)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1. TÜİK 2018 Verilerine Göre Boşanmayla Sonuçlanan Evliliklerin, Boşanma

Nedenleri ... 5

Tablo 2. Dörtlü Bağlanma Modeli ... 30

Tablo 3. Evlilik Yaşamı Ölçeği Güvenilirlik Analizi ... 54

Tablo 4. Gözden Geçirilmiş Schutte Duygusal Zekâ Ölçeği Güvenilirlik Analizi ... 55

Tablo 5. Yakın İlişkide Yaşantılar Envanteri (YİYE) Güvenilirlik Analizi ... 57

Tablo 6. Cinsiyet Dağılımı Frekans Analizi Sonuçları Tablosu ... 59

Tablo 7.Yaş Dağılımı Frekans Analizi Sonuçları Tablosu ... 59

Tablo 8. Evlilik Yaşı Frekans Analizi Sonuçları Tablosu ... 60

Tablo 9. Çocuk Sayısı Frekans Analizi Sonuçları Tablosu ... 60

Tablo 10. Katılımcıların Eğitim Düzeyleri Frekans Analizi Sonuçları Tablosu ... 61

Tablo 11.Katılımcıların Eşlerinin Eğitim Düzeyleri Frekans Analizi Sonuçları Tablosu... 61

Tablo 12.Aylık Toplam Gelir Düzeyleri Frekans Analizi Sonuçları Tablosu ... 62

Tablo 13. Ailenin Evliliği Onaylamasına İlişkin Frekans Analizi Sonuçları Tablosu ... 63

Tablo 14.Arkadaş Çevresinin Evliliği Onaylamasına İlişkin Frekans Analizi Sonuçları Tablosu ... 63

Tablo 15.Kardeşler Arasında Kaçıncı Sırada Olduğuna (Doğum Sırası) İlişkin Frekans Analizi Sonuçları Tablosu ... 64

Tablo 16.Kaçıncı Evliliklerini Yatığına Ait Frekans Analizi Sonuçları Tablosu ... 64

Tablo 17.Katılımcıların Evlilik Sürelerine İlişkin Frekans Analizi Sonuçları Tablosu ... 64

Tablo 18. Katılımcıların Evlenme Biçimlerine İlişkin Frekans Analizi Sonuçları Tablosu .. 65

Tablo 19. Değişkenlere İlişkin Tanımlayıcı İstatistikler ... 66

Tablo 20.Evlilik Doyumu, Bağlanma Stilleri ve Duygusal Zekâ arasındaki ilişki ... 68

Tablo 21. Bağlanma Stilleri Alt Boyutlarının, Duygusal Zekâ Alt Boyutlarının Evlilik Doyumunu Açıklamasına İlişkin Aşamalı Regresyon Analizi Sonuçları... 70

Tablo 22.Evli Öğretmenlerin Bağlanma Stillerine Göre “İyimserlik” Puanlarına İlişkin Tukey Testi Sonuçları ... 71

Tablo 23.Evli Öğretmenlerin Bağlanma Stillerine Göre “Duyguların Değerlendirilmesi” Puanlarına İlişkin Tukey Testi Sonuçları ... 72

Tablo 24.Evli Öğretmenlerin Bağlanma Stillerine Göre “Duyguların Kullanımı” Puanlarına İlişkin Tukey Testi Sonuçları ... 72

(11)

Tablo 25.Evlilik Doyumu ve Yaş Grupları Fark Analizi ... 73

Tablo 26.Evlilik Doyumu ve Cinsiyet Fark Analizi ... 74

Tablo 27.Evlilik Doyumu ve Eğitim Seviyesi Fark Analizi ... 74

(12)

GİRİŞ

Dünyada ve ülkemizde boşanma oranları giderek artmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2018 yılı verilerinde son üç yılı incelediğimiz zaman, boşanma oranlarının her geçen yıl daha da arttığını görebiliriz. 2016 yılında yüzde 1,59 olan kaba boşanma hızı, 2017 yılında yüzde 1,6 ve 2018 yılında ise 1,75 olarak görülmüştür. Bunun yanında kaba evlenme hızlarına baktığımızda, yine son 3 yıl verileri şu şekildedir: 2016 yılında kaba evlenme hızı yüzde 7,5, 2017 yılında yüzde 7,09 olurken 2018 yılında ise yüzde 6,8 gibi bir orana düşmektedir. Bu istatistiki verilerden de görüyoruz ki, yıllar ilerledikçe ülkemiz genelinde evlenme hızı düşerken, boşanma hızında artış oluyor. Evlenme oranlarında düşüş yaşanması, kişilerin evliliğe karşı bakış açıların ya da beklentilerin farklılaştığını göstermektedir. Boşanmayla sonuçlanan evlilikleri değerlendirdiğimizde sorunlu evlilikler olduğu ve ilişki sürecinde doyuma ulaşamadığı görülmüştür. Bireylerin evlilikle ilgili düşüncelerinin değiştiği ve boşanmaların arttığı bir dönemde evlilik doyumu kavramı daha çok önem kazanmaktadır.

İnsanlar, hayatları boyunca ihtiyaçlarını doyurmak için uğraşırlar. Bu ihtiyaçların birçoğu yeme, içme barınma, güvenlik gibi fiziksel ihtiyaçlardır. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde belirtiği gibi, fiziksel ihtiyaçların karşılanmasından sonra bireyler psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılama eğilimine geçmektedir. Bu ihtiyaçların, karşılanabilmesi yani doyuma ulaşması bireylerin kendilerini daha mutlu hissetmesini ve hayattan zevk almasını sağlamaktadır. İnsanlar, hemen her alanda doyuma ulaşma eğilimindedirler. Yedikleri yemekte, yaptıkları işte, evliliklerinde ve daha birçok şeyde doyuma ulaşmak isterler. Kişinin en önemli ilişkilerini kurduğu ve hayata dair birçok beklentisini ve ihtiyacını karşılamayı düşündüğü evlilik kurumunda da doyum söz konusudur. Evlilikleri, bireylerin karşılıklı olarak ihtiyaçlarını karşılamayı düşündükleri, beklentilerini gerçekleştirmek istedikleri kurumlar olarak düşünebiliriz. Evliliklerin neden yapıldığı incelendiği zaman, bireyin fizyolojik ya da psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak için yapıldığı görülmüştür. Evliliklerde doğru insanla karşılaşmak ne kadar önemliyse çiftlerin evliliğe nasıl bir anlam yüklediği de en az o kadar önemli bir durumdur (Tarhan, 2006: 18). Beklentiler karşılanmadığında sorunlu sıkıntılı evlilikler ortaya çıkmaktadır.

(13)

Kişilerin evliliklerinde çatışma yaşamaları psikolojik sorunlara sebep olmakta ve bu konuda çiftlerin yardım talebinde bulunmalarını sağlamaktadır (Tutarel-Kışlak, 1999: 51). Çiftler arasında ilişki olarak doyumun yaşanmadığı durumlarda sorunlar ve hatta boşanma olayları gündeme gelmekte ve bu süreç de çiftler kadar çocukları da olumsuz etkilemektedir (Üncü, 2007).

Evlilik kültürden kültüre farklılaşsa da bütün toplumlarda, belirli bir kural çerçevesinde geleneksel hale gelmiş ve resmi bir anlamı olan tek birliktelik şeklidir ve bu resmi birliktelik toplumların temel taşı olarak nitelendirilebilir. Evlilikler toplumların sürdürülebilir olmasını sağlayan temel birimlerdir. İnsan doğuştan getirdiği özellikleri ve genleri evlenmeye yöneliktir. Kadın ve erkeğin birbirine karşı fiziksel ve cinsel eğilimi vardır. Bu eğilim içgüdüseldir ve insan soyunun devam etmesi için gereklidir. İnsan soyunun gerekliliği ve cinsellik penceresinden baktığımız zaman evlilik daha çok biyolojik bir yapıdadır diyebiliriz (Tarhan, 2006: 13).

Evlilik kurumu üç temel boyuta dayanır:

 Biyolojik: Kişilerin birlikte yaşama, koruma, korunma ve cinsellik gibi temel fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanmasının hedeflendiği boyuttur. Neslini devam ettirme arzusu ve cinsellik ihtiyacı bu boyut içerisinde yer alır. Erkekler doğuştan getirdikleri özellikler gereği, kendi nesillerinden daha çok birey üretmeye gereksinim duyarlar ve erkeklerin evliliklerinin temelinde de bu eğilim vardır. Yani erkekler için, evlilikte biyolojik boyut daha önemlidir. Tarhan (2006)’ın belirttiği gibi, erkekler aşk verir cinsellik talep eder, kadınlar ise cinsellik verir aşk ve sevgi talep eder.

 Psikolojik: Kişilerin hoşlandıkları karşı cins tarafından beğenilmesi, fark edilmesi, ilgi görmesi ve istenmesi konularını içerir. İlişkide hissedilen huzur güven ve kişinin ait olma duygusunu, sevme sevilme duyguları bu boyuttadır.

 Sosyal: Toplumun belirlediği kurallar ve geleneklere göre evliliği yaşama ve bunun sonucunda da toplum içerisinde belirli bir statüye erişme bu boyutun temelini oluşturur (Boran, 2003). Evlilik, özünde çiftlerin belirli istek ve beklentilerinin karşılanması temeline dayanmaktadır. Biyolojik boyutta, cinsel dürtüyü doyurmak; sosyal açıdan bakıldığında kişinin toplumda yer alması ve toplumsal açıdan statü kazanması; psikolojik boyutta ise, sevgi, ilgi ve ait olma ihtiyaçlarının karşılanması olarak ifade edilebilir (Özgüven, 2000).

(14)

Sağlıklı ilişkilerde çiftler ilgi görmek, bağlılık, sevmek, sevilmek, saygı duyulmak, onaylanmak, sosyal açıdan kabul edilmek, beğenilmek, cinsel açıdan tatmin olmak ister. Bu istekler insanın genetik algoritmasında olan doğal ve normal isteklerdir. Beklentilerini ve ihtiyaçlarını karşılayabilen bireyler, evliliklerinde daha az sorun yaşayıp, evlilik doyumuna ulaşabilen çiftlerdir. Beklentilerin karşılanması eşler arasındaki uyum ve doyumun en önemli belirleyicisidir (Mamacı, 2012; Tarhan, 2006). Kişilerarası beklentilerin ilk olarak oluştuğu dönem bebek ile anne arasındaki bağın ve ilişkinin kurulduğu dönemdir. Yetişkinlik döneminde kurulacak olan, eş sevgililik gibi yakın ilişkilerde, bebeklik dönemindekine benzer beklentiler oluşacaktır. Evlilik doyumunun en önemli göstergelerinden bir diğeri de kişinin eşi tarafından nasıl algılandığı ve eşini kendisinin tam olarak nasıl tanımladığıdır. Bireylerin çocuklukta oluşan bağlanma örüntüleri ve kişisel şemaları evlilik doyumunu belirlemekte ve etkilemektedir.

Evlilik ilişkilerinde, sevgi önemli bir ihtiyaçtır. Sevgi ihtiyacının karşılanabiliyor olması ve evliliklerde karşılıklı olarak çiftlerin sevgiyi hissedebilmeleri evlilik doyumu kavramı için önemli bir göstergedir. Araştırmacılar, romantik sevgiyi bir bağlanma süreci olarak kabul etmektedirler. İnsanlar psikolojik ihtiyaçların da gereği olarak bir yere, bir kişiye yahut bir topluma ait olmak isterler. Romantik sevgilerde, bireyin karşısındaki kişiye bağlılığı ve ait olma hissi ortaya çıkmaktadır. Sevgiyi bir bağlanma olarak düşündüğümüzde, doyuma ulaşmış evliliklerde, bağlanma sürecinin önemli olduğunu söyleyebiliriz. Güvenli bağlanma stiline sahip olan çiftlerin, evliliklerinde sevgi ve ait olma duygularını daha net hissettikleri ve bebeklik döneminde olumlu bir bağlanma gerçekleştirdikleri için evliliklerinde daha çok doyuma ulaştığı bulunmuştur. Bebeklik döneminde kurulan sevgi bağının, en büyük katkısı, yetişkinlik döneminde insanlarla ve yakın ilişkilerde benzer şekilde sevgiye dayalı bağlanma örüntülerin kurulması ve insanlarla sağlıklı iletişim kurulabilmesi ve güven konusunda sorun yaşanmamasıdır. Bebeklik döneminde kurulan bağın güvenli olmaması ise yetişkinlikte yaşanacak ilişkilerde, kişilere karşı güvensizlik ve iletişim sorunu yaşayacakları için temel risk faktörü oluşturmaktadır (Gültekin, 2012: 140).

Ülkemizde bağlanma ve evlilik uyumu ve eş seçimi üzerine yapılan araştırmalarda, toplumun yaklaşık %38'inin güvenli, %49'unun kaygılı, geri kalanların

(15)

ise kaçınan bağlanma stiline sahip olduğu tespit edilmiştir. Bu oranın bu kadar yüksek olması ülkemizde kaygılı ve kaçınan bağlanma stiline sahip bireylerin ne kadar çok olduğunu göstermektedir. Güvenli bağlanmış bireylerin sayısının az olması aynı zamanda, her iki çiftin de güvenli olmayan bağlanma stillerinden birine sahip olduğu evliliklerin daha sık rastlandığını göstermektedir (Öztekin, 2012: 323). Ülkemizde bağlanma stilleri ile evlilik uyumu arasındaki ilişkileri inceleyen araştırmalarda (Erdoğan, 2007; Tutarel-Kışlak ve Çavuşoğlu, 2006; Yıldız, 2005) hem kişinin kendisi ve eşinin bağlanma stili hem de çiftlerin bağlanma stilleri ile evlilik doyumu arasında bir ilişki olduğu bulunmuştur. En yüksek doyumunun, çiftlerin her ikisinin de güvenli bağlanma stiline sahip olduğu evliliklerde olduğu ancak çiftlerden sadece birinin güvenli bağlanmış olmasının bile evlilik doyumunu yükselttiği bulunmuştur. Hatta bu durumun cinsiyetle olan ilişkisine de bakılmış ve çiftlerden, kadının güvenli bağlanma stiline sahip olması ilişkiyi veya evliliği olumlu olarak etkilerken, yine kadının güvenli olmayan bir bağlanma stiline sahip olması yani kaygılı veya kararsız olması evlilikte doyumu düşürmektedir (Öztekin, 2012: 324).

Doyum hissedilen ve uyumlu bir evliliğin önemli özelliklerinden biri de sağlıklı ve etkili bir iletişimdir. Çiftlerin birbirlerine düşünce ve duygularını anlatması, birlikte olma, karşılıklı olarak birbirlerini anlaması gibi etkinlikler evlilik yaşamının kalitesini belirler. Uyumlu bir evlilik için eşlerin birbirlerini anlaması ve sorunlarını fark ederek çözüme ulaştırmaları gerekir. Kişilerin iletişim şekillerini, sosyal hayattaki ilişkilerinde davranışlarını belirleyen temel faktör ise sahip oldukları duygusal zekâlarıdır (Ersanlı ve Kalkan, 2008: 5). Duygusal zekâ, sosyal yaşamı düzenleyen ve insan ilişkilerini belirleyen en önemli değişkendir. Kişinin kendi duygularının farkına varması, karşısındaki kişinin duygularını anlama ve empati gibi temel iletişim becerilerini içermektedir. Yaşamın her alanında kolaylık ve rahatlık sağlayan duygusal zekâ, evlilik yaşamını da kolaylaştırmakta ve çiftlerinin birbirlerinin ihtiyaç ve beklentilerini fark edip ona göre davranmasını sağlamaktadır. Kişilerin duyguları, sosyal yaşamda ve ikili ilişkilerinde davranışlarını belirlerken yol gösterici olarak kullandıkları süreçte, duygusal zekâ kavramından bahsedebiliriz. Duygusal zekâ seviyesi daha yüksek bireylerin, iletişim yöntemleri incelendiğinde, sosyal hayatta diğer insanlara kıyasla daha çok kişiyle etkileşim halinde oldukları, ilişkilerinden çözüm odaklı oldukları ve herhangi bir çatışma durumunda kazan-kazan stratejilerini

(16)

kullandıkları; hem kendileri, hem de karşılarındaki kişi için olumlu sonuçlara odaklandıkları ve yapıcı oldukları görülmüştür (Yaylacı, 2006).

Evlilik ilişkisi, hem duygusal süreçlerinin yaşandığı hem de çiftlerin birbirilerinden fazlaca istek ve beklentilerin olduğu bir ilişki türüdür. Bu ilişkilerde duygusal zekânın yeri yadsınamaz. Duygusal zekâ düzeyi yüksek çiftlerin evliliklerinde iletişim sorunları daha az olacağından karşılıklı olarak çiftlerin birbirlerinin duygularını anlayıp, duyguların farkında olarak davranacaklarından, bu tarz ilişkilerde de evlilik doyumu yüksek olacaktır. Evlilikler kurulurken, birçok değişken göz ardı edilerek ilişkiler başlamaktadır. Ancak sonrasında evliliklerde yaşanan problemlerin ve stresli günlerin etkisiyle ilişkiler boşanmayla sonlanmaktadır. Boşanmaların nedenlerine bakarak evlilik doyumunu etkileyen sebepler hakkında bilgi sahibi olabiliriz.

TÜİK (2018) son üç yıl verilerine baktığımız zaman, Tablo 1 de boşanma nedenlerinin arasında en çok payı geçimsizlik nedeninin aldığını görebiliriz. 2018 yılında 139481 kişi geçimsizlik yaşaması sebebiyle boşanmıştır. Ayrıca geçimsizliğin yıllara göre giderek arttığı da görülmektedir.

Tablo 1. TÜİK 2018 Verilerine Göre Boşanmayla Sonuçlanan Evliliklerin, Boşanma Nedenleri

Nedene göre boşanmalar

YIL Toplam Zina

Cana kast ve pek fena muamele Cürüm ve haysiyetsizlik Terk Akıl

hastalığı Geçimsizlik Diğer Bilinmeyen

2016 126164 86 27 44 163 43 123052 978 1771

2017 128411 97 28 40 131 39 125634 752 1690

2018 142448 98 40 45 161 46 139481 725 1852

İnsanların evliliklerinin sonlandırmasının en önemli sebebinin geçimsizlik olması, kişilerin iletişim sorunu olduğunu, çiftlerin birbiriyle geçinmekte sorun yaşadığını, evliliklerde birçok şeyin ters gittiğini bize göstermektedir. Bu noktada duygusal zekâ kavramının evliliklerde ne kadar önemli olduğu da göze çarpmaktadır.

(17)

ARAŞTIRMANIN AMACI

Evlilik ve boşanma konusu hayatın her zaman içinde var olan ve insanların kafalarını fazlaca meşgul eden konulardır. Günümüzde yapılan evlilikleri incelediğimiz zaman, birçoğunda sorunlar yaşandığı ve evliliklerin büyük bir oranın boşanmayla sonuçlandığını görebilmekteyiz. Evliliklerin boşanmayla sonuçlanması, insanların bu ilişkiyi devam ettirmek istemediği sonucuna ulaşmamızı sağlamaktadır. Evliliklerdeki sorunların kaynağının ne olduğu düşünüldüğünde ise evlilik doyumu kavramı karşımıza çıkmaktadır. Evlilikten keyif alma ve sürdürme isteğini, evlilik doyumu kavramıyla açıklayabiliriz. Evliliklerinden doyum alan bireylerin, evliliklerini sürdürme istekleri ve karşılaştıkları sorunlarda çözüm odaklı oldukları bilinmektedir. Karşılaşılan sorunlarda çözüm odaklı olmayan çiftlerin evliliklerini devam ettirmek istemedikleri ve genel olarak evliliklerinde mutlu olmadıkları görülmüştür. TÜİK 2018 boşanma ve evlenme verileri de bu durumu desteklemektedir. Boşanma sebeplerini incelediğimizde geçimsizlik konusunun büyük bir orana sahip olduğunu görebiliriz. Kişilerinin evliliklerinde birbirlerini anlama, duygularını anlamlandırma ve ona göre davranabilme konusunda sorun yaşadığı görülmektedir. Bağlanma stilleri, insan ilişkilerini özellikle romantik ilişkileri derinden etkileyen önemli bir kavramdır. Sadece bebeklik dönemiyle sınırlı kalmayan bağlanma stilleri, evlilik gibi duygusal süreçlerde de kendini göstermektedir. Bu araştırmada, evlilik doyumuna etkisi olduğu düşünülen duygusal zekâ ve bağlanma stillerinin, evlilik doyumunu ne düzeyde etkilediğinin belirlenmesi amaçlanmıştır.

ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ

Evlilik doyumu, bireylerin evlilik yaşamlarında, süreç içerisinde tatmin olmalarını ve mutlu hissetmelerini tanımlayan bir kavramdır. Sağlıklı ve başarılı evlilikler yürütebilmek için bireylerin evliliklerinden doyum sağlayabilmeleri önemlidir. Evli bireylerin evlilik doyumlarını etkileyen değişkenlerin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilen bu araştırmanın, öğretmenler çalışılmış olması ve duygusal

(18)

zekâyla bağlanma stilleri kavramlarının ortak etkisine bakılmasında dolayı alana katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Günümüzde evliliklerin uzun süreli olmadığı ve kısa sürede birçok evliliğin boşanmayla sonuçlandığı görülmektedir. Boşanmayla sonuçlanan evlilikler, çiftlerden daha çok çocukları olumsuz etkilemekte ve problemli bireylerin giderek artmasına sebep olmaktadır. Evliliklerinde doyum alamayan çiftlerin boşanma ve evliliklerini bitirme kararını daha rahat aldıkları düşünülmektedir. Araştırmanın, çağımızın önemli sorunlarından biri olan boşanma sorununa, evlilikler devam ederken var olan sorunları tespit edip, çözüm olasılıkları belirlemeye çalışması açısından önemli olduğu düşünülmektedir. Evli çiftlerle yapılan görüşmelerde büyük bir çoğunluğu, evliliklerinde beklediklerini bulamadığını ya da evliliklerinin mutlu devam etmediğini ifade etmektedir. Mutlu olmayan evlilikler, mutlu olmayan çocuklara ve sonrasında da mutsuz bireyler yetişmesine sebep olmaktadır. Genel anlamda baktığımızda mutlu ailelerde yetişen çocukların mutlu ve pozitif bireyler olduğunu görebiliriz. Evlilikler doyuma ulaştığında daha mutlu ailelerin olacağı ve buna bağlı olarak da mutlu çocukların yetiştirileceği düşünülmektedir. Birçok konuda doyum söz konusudur, evliliklerde de aynı şekilde doyum konusu araştırılıp, konuşulması gereken bir konudur. Evlilik doyumunu etkileyen, belirleyen değişkenler üzerinde çalışılması ve konuşulması aile danışmanlığı alanı için önemlidir. Duygusal zekânın insan ilişkilerinde önemli bir faktör olduğu bilinmektedir. Duygusal zekânın evlilik doyumunu etkileyen önemli bir değişken olduğu düşünülmektedir. Duygularını yönetebilen insanların evliliklerinde de doyuma daha rahat ulaşabilecekleri üzerine hipotezler kurulmuştur. Bebeklik döneminden itibaren insan ilişkilerini etkileyen diğer bir konu da bağlanma stilleridir. İnsan ilişkilerin en yoğun olduğu kurumlardan biri de evliliktir. Evliliklerde kişilerin bağlanma stillerinin ne düzeyde etkili olduğu ve bağlanma stillerinin evlilik doyumunu nasıl etkilediği de merak edilmiş ve araştırmada bu değişkene de yer verilmiştir. Yapılan araştırmalar ülkemizdeki bireylerin yarısından fazlasının güvensiz bir bağlanma stiline sahip olduğunu ortaya koymuştur (Öztekin, 2012 :323). Kişilerin sahip oldukları bağlanma stillerinin, evlilik doyumlarının nasıl etkilendiği merak edilmiş ve çalışma bu kapsamda gerçekleştirilmiştir. Ayrıca araştırma evli öğretmenler üzerinde yapılmıştır, meslek gereği insan ilişkileri ve iletişim olarak daha üst seviyede olması beklenen

(19)

öğretmenlerin evliliklerinde doyuma ulaşıp ulaşmadığı ve duygusal zekâ düzeylerinin evlilik doyumlarını nasıl etkilediği araştırılmıştır.

BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Bu bölümde, evlilik, evlilik doyumu, bağlanma stilleri ve duygusal zekâ kavramları hakkında kuramsal bilgiler verilecektir. Bağlanma stillerinin kişinin yaşamını ve ilişkilerini önemli derecede etkilediğini görmemiz mümkün. Aynı şekilde duygusal zekâ kavramının artık günümüzde yaygın olarak kullandığı ve artık yaşamda ve iş hayatında başarı için alışılagelmiş olandan farklı olarak duygusal zekânın yüksek olması gerektiği konusu vurgulanmaktadır. Literatüre baktığımız zaman evlilik doyumunu etkileyen faktörlerle ilgili birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmada ise, hem bağlanma stilleri hem de duygusal zekâ gibi ikili ilişkileri doğrudan etkileyen kavramların evlilik doyumunu nasıl etkilediği araştırılmak istenmiştir.

(20)

1.2.EVLİLİK

İnsan, toplumsal bir varlıktır. Doğumundan ölümüne kadar belirli bir toplumda yaşar ve bu topluluğa ait olarak hayatını devam ettirir. Bu topluluklardan en önemlisi ve en küçüğü ise ailedir. Toplumun en önemli kurumunun oluşabilmesi için iki insanın birbiriyle evlenmesi gerekmektedir. Evlilik, karşılıklı anlaşmanın olduğu, içinde sevgi ve saygı gibi temel değerlerin var olduğu özel bir iletişim biçimidir. Toplumun onay verdiği, kadın ve erkeğin aynı ev içerisinde yaşama kararı alarak aynı hayatı paylaşmak istedikleri birlikteliğe evlilik adını verebiliriz. Evlilik tanımlarına baktığımız zaman birçok tanımla karşılaşmaktayız.

Özgüven’e (2000) göre evlilik karşılıklı fiziksel çekim olan karşı cins iki bireyin yaşamlarını birleştirmek, çocuk sahibi olmak için yapmış oldukları resmi bir sözleşmedir. Evlilik toplum tarafından yazılı olmayan kurallarla sınırları belirlenmiş, kadın ve erkeğin eş statüsünde yer almasını sağlayan, doğacak çocuklara yasal olarak bir aile veren, toplumlarca kabul görmüş yasal ilişkilerdir. Evliliklerde çiftlerin ve çocukların sahip olduğu haklar, görevler, yapması gereken sorumluluklar hem yasalarla hem inançlarla hem de gelenek göreneklerle belirlenmiştir. Toplumsal açıdan bakıldığında evlilik, inançlara geleneklere ve yasalara uygun olarak yaşanan ilişkilerdir.

Fidanoğlu (2006) hayalleri, istekleri, düşünceleri farklı iki insanın birlikte çocuk yapmak ve büyütmek üzere kurmuş oldukları ilişkiyi evlilik olarak tanımlamaktadır. Evlilik, toplumu ve aile kurumunu önemli derecede etkileyen bir alt sistemdir (Şendil ve Kızıldağ, 2005). Geçmiş yaşantıları, aileleri, büyüdükleri çevre, eğitim düzeyleri hatta bazen kültür, din ya da dili farklı olan iki bireyin aynı hayatı yaşamaya karar vermeleriyle başlayan bu ilişki türü, toplumların hayatta kalmalarını sağlayan aile kurumunun temelini oluşturmaktadır. Evlilik, resmi, duygusal, sosyal, biyolojik gibi birçok boyutu olan önemli toplumsal bir kurumdur (Tutarel-Kışlak, 1999: 50). Evlilik, kişilerin çocuk sahibi olmak ve bir birey yetiştirmek amacıyla yaptıkları sözleşmedir (Özkalp, 2013: 87).

Evlilik, sadece kavram olarak tanımlanmanın ötesinde tüm boyutlarıyla birlikte değerlendirilmeli ve anlaşılmalıdır. Evlilik kavramını tam olarak anlamak için biyolojik, psikolojik ve toplumsal temellerini iyi incelemek ve evliliğin işlevlerine

(21)

göre yorumlamak gerekir (Tarhan, 2006: 13). Evliliklerin, kişisel, sosyal ve toplum açıdan işlevleri bulunmaktadır. Bu işlevler;

 Cinsel hayatın, toplumlarca kabul edilebilir şekilde yaşanmasını sağlar ve sağlıklı bir cinsellik için zemin hazırlar.

 Nesillerin oluşmasını, yeni bireylerin dünyaya gelmesini ve bu bireylerin yasal olarak kabul edilmiş babalarının olmasını sağlar.

 Toplumsal cinsiyet rollerinin belirlenmesine yardımcı olur ve bireylerin görev dağılımını gerçekleştirir.

 Çiftlere ait olma, güven, korunma, birliktelik ve dayanışma içinde olduklarını hissettirdiği ve sevme sevilme tercih edilme gibi psikolojik ihtiyaçların karşılanma olanağını sağlar.

 Yasalarla elde edilen miras, sosyal haklar gibi özelliklerin kazanılmasını sağlar.  Kişilere toplumsal açıdan statü sağlar (Güleç, 2012: 63).

Toplumumuzda evlenme sebeplerine bakıldığında, tek başına kalmaktan ve yalnız yaşamaktan korkma, cinselliği toplumların ve yasaların kabul ettiği şekilde yaşama, dünyaya çocuk getirme, toplumunun evlilik beklentisini karşılama, toplumsal açıdan statü kazanma gibi sebepler görülebilir. Genel olarak bakıldığında, evliliklerin yukarıda bahsedilen işlevleri yerine getirmek için yapıldığını söyleyebiliriz.

Evlilik, kişilerin tüm hayatını etkileyen temel bir ilişki biçimidir. Bireylerin yapmış oldukları evlilik sadece özel hayatlarını değil, iş hayatı sosyal hayatı gibi, yaşamın tüm alanlarını etkileyen bir süreçtir. Eğer evliliklerinde kişiler mutluysa genel hayatlarında da mutlu olmaları mümkündür (Çelik, 2006). Bireyler sevdiğinde ve sevildiğini hissettiğinde evlilik yaşamında mutlu olacak ve bu mutluluk tüm hayatını etkileyecektir.

Evlilik, her kültürde değişiklik gösterebilse de evrensel bir kavram ve kurumdur. İyi bir aile ortamının oluşması ve evliliklerin sorunsuz olarak sürdürülebilmesi için çiftlerin kişilik özelliklerinin benzer ya da uyumlu olması gerektiğine inanılır. Toplum içerisinde, uyumlu evlilikler için çiftlerin kişiliklerin çok uygun olduğu ifade edilse de kişilik özelliklerinden daha çok hayata dair beklentilerinin gerçekçi ve benzer olması gerektiği tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalar, çiftin kişilik olarak birbirlerine uygun ve uyumlu olmanın ötesinde ortak

(22)

amaç ve hedeflere sahip olmasının daha önemli olduğunu göstermiştir. Kişilik özellikleri uyumlu olarak tespit edilen çiftler uzun süre gözlemlenmiş ve bu çiftlerin boşanma oranıyla toplumsal boşanma oranında herhangi bir fark bulunamamıştır. Bu araştırma bize kişilik uyumunun düşünüldüğü kadar etkili olmadığını, evliliklerde çiftlerin ortak hedeflere sahip olmasının daha önemli olduğunu göstermektedir (Tarhan, 2006: 20).

1.3.EVLİLİK DOYUMU

Evlilik doyumu, evlilik yaşamı süresince, çiftlerin birbirleriyle olan iletişim tarzları, cinsel yaşamlarından aldıkları haz ve tatmin duygusu gibi kişisel boyutların yanında sorun çözme yöntemleri ve hayata dair paylaşımlar gibi toplumsal boyutları olan genel olarak hissedilen tatmin ve mutluluk duygusudur (Çağ, 2011). Evlilik doyumu, kişilerin evlilik yaşamının tamamı düşünüldüğünde, hissettikleri bireysel mutluluk ve evliliklerinden ve eşlerinden memnun olma duygusudur.

Kadın ya da erkek fark etmeksizin her insan sevgi ve sevilme ihtiyacı içerisindedir. İnsan için temel, fizyolojik ihtiyaçların giderilmesinden hemen sonra psikolojik ihtiyaçların varlığı hissedilir. Psikolojik ihtiyaçlardan en önemlisi olan sevgi ve ait olma ihtiyacı birey tarafından hissedilmeye başlar ve bu ihtiyaç evlilik ilişkisiyle yasal ve toplum tarafından kabul gören bir şekilde giderilmeye çalışılır. Evlilik toplumsal olarak bireylere farklı sorumluluklar da yüklemektedir. Evlilikle birlikte bireyler artık eş rolüne de sahip olmakta ve bu rolün gerektirdiği sorunluluk ve görevlerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu süreçte kişiler, eşlerine ve evliliklerine dair, toplumun da etkisiyle, beklentiler oluşturmakta ve bu beklenti ve isteklerin karşılanmasını talep etmektedir, karşılanmadığı durumlarda ise hayal kırıklıkları yaşanmakta ve bireyler mutsuz olmaktadır (Onur, 2017).

Evlilik doyumu, en genel tanımıyla, kadın ve erkeğin yani çiftlerin her ikisinin de evlilik yaşamı içinde ihtiyaçlarının ve beklentilerinin karşılanma şekli ve seviyesine ait kişisel algılarının tümüdür (Güven, 2005).

Evliliğin temelinde iletişim vardır. Evliliklerde, çiftlerin karşılıklı olarak ihtiyaçlarının farkında olması, biyolojik ve fizyolojik beklentilerini karşılayabilmesi ve en önemlisi var olan bu ihtiyaçlarını ve isteklerini partnerlerine doğru olarak

(23)

aktarabilmesi için, çiftlerin sağlıklı bir iletişim kurabilmesi ve sürdürebilmesi gerekmektedir. Uyumlu ve sağlıklı bir evlilik yürütebilmek için temel şart sağlıklı bir iletişimin olmasıdır. Çiftler arasında uyum yoksa ve birbirlerini anlamak için iletişim yetersiz seviyede kalıyorsa, evliliğin istenen şekilde ve sorunsuz olarak devam etmesi ve çiftlerin doyuma ulaşması zordur (Tolan, 2015). İletişim, eşlerin birbirini anlamasını, karşı tarafın neler hissettiğini ve düşündüğünü bilmesini sağlamalıdır ki, bu durum evlilik yaşamın kalitesini belirlemektedir. Eşler arasında var olan iletişim sorunları, hem bireylere hem de çevreye zarar vermektedir. İletişimle ilgili sorunlar çözüme kavuşturulmadan evlilikte doyumdan söz etmek imkânsızdır (Ersanlı ve Kalkan, 2008; Özgüven, 2000).

Evliliklerde hissedilen doyum, evliliğin devam edip etmeyeceğini, karşılaşılan bir sorunda çiftlerin verebileceği tepkilerinin belirlenmesi açısından önemlidir. Doyuma ulaşmayan mutsuz evliliklerin kişilere hem fizyolojik hem de psikolojik zarar vermesi mümkündür. Evlilik ilişkisinden sağlanan doyumun, insanların yaşamdan aldıkları doyuma büyük katkı sağladığı bulunmuştur (Ödemiş, 2008). Her insan yaşadığı ilişkide tatmin olmak ister, bu durum evliliklerde de geçerlidir. Bir ilişkide doyuma ulaşmak, mutlu olmakla doğru orantılıdır. Mutlu olabilmenin ilk koşulu ise, çiftlerin birbirlerini koşulsuz, var oldukları haliyle kabul etmesi, şartsız sevmesi ve birbirlerine saygı duymasıdır. Eşler birbirlerini olduğu gibi kabul ettikleri zaman, evliliğe ve eşe dair olan beklentiler daha gerçekçi düzeyde olmakta ve beklentilerinin büyük birçoğu karşılanmaktadır. Evliliklerde bireylerin hissettikleri mutsuzluk, sıkıntı ve gerginlik duygusu, huzur ve mutluluk hissinden daha fazla olduğu durumlarda evlilik doyumu düşmeye başlamaktadır.

Bireyin evliliğinde doyuma ulaşması demek, yaşamının diğer alanlarında da

doyuma ulaşması ve mutlu olması demektir. Doyumun olmadığı evlilikler de ise tam tersi durum söz konusudur. Bireyin yaşamında mutsuzluk ve sorunlar meydana getirir ve sonucunda boşanmalara sebep olabilir. Bu durumun da hem çocukları hem de boşanma sürecini yaşayan çiftleri olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır. (Goleman, 2000; Güven, 2005 ).

Evlilik doyumuyla ilgili literatürde birçok araştırma ve çalışma bulunmaktadır. Bu konuyla ilgili çalışma yapan araştırmacılar kendi aralarında iki gruba ayrılmışlardır. Birinci grup araştırmacılar, evlilik doyumunu, kişilerin evlilikleriyle

(24)

ilgili kişisel olarak nasıl hissettikleri olarak tanımlamışlardır. Evlilik doyumunun en önemli göstergesini, evliliklerdeki mutluluk ve tatmin duygusu olarak ifade etmişlerdir. Diğer grup araştırmacılar ise, kişilerin bireysel olarak hissettikleri doyumun yerine ilişkinin kendisin bir özelliği olduğunu belirtmişlerdir (Glenn, 1990). Birinci grup araştırmacılar, evlilik doyumunu çiftlerin evlilikte kendi hissettikleri duygu olarak tanımlarken, ikinci grup araştırmacılar ise ilişkiyi üçüncü bir kişi olarak ele alıp, evli çiftlerden bağımsız ama aynı zamanda onların yaşantıları sonucunda ortaya çıkmış bir metafor olarak görmüşler ve evlilik doyumunu bu ilişkinin nasıl olduğuna bağlı olarak tanımlanabileceğini belirtmişlerdir (Özcan, 2014: 13).

Evlilik doyumuna ait özelliklere baktığımız zaman:

 Evlilikte süreklilik (istikrar)  Eşlerin birbirlerine bağlılığı  Cinsel yaşamda tatmin ve sadakat  Manevi olarak güçlü değerler ve yargılar  Tanrıya inanma ve dine bağlılık

 Karşıdaki kişiye yani eşe saygı duymak  Eş olma konusunda en iyisi olmayı istemek

 Eşi memnun etmeye ve gerekli durumlarda desteklemeye hevesli olmak  Eşle birlikte arkadaş olabilmek

 Bağışlama ve bağışlanma konularında istekli ve gönüllü olmak (Çağ, 2011: 5).

Çiftlerin evlilikleriyle ilgili kişisel yorum ve tespitlerini içeren evlilik doyumu, evliliğin sürdürülebilir olmasını ve bu sürecin sağlıklı olarak yürütülmesini sağlayan önemli bir ölçüttür (Güngör, 2007). Evlilikte doyum kavramının yanı sıra doyumsuzluğun ne olduğuna bakacak olursak, içerisinde olumludan daha çok olumsuz duygu ve düşüncelerin var olduğu ve olumlu kabul edilebilen özelliklerin bulunmadığı veya nispeten daha az oranda olduğu evlilik ilişkileri şeklinde tanımlanmıştır (Sığırcı, 2010).

1.3.1. Evlilik Doyumu Kavramı İle İlgili Kuramlar

Evlilik doyumuyla ilgili birçok kuram mevcuttur. Gökmen (2001), eşler arası ilişkileri açıklamak için yaptığı çalışmada, bağlanma kuramı, sosyal mübadele kuramı,

(25)

sevginin evrimi kuramı, bilişsel kuram ve kültürel kuramlardan bahsetmiştir. Bu kuramların yanında evlilik doyumunu açıklamaya yönelik farklı kuramlar da bulunmaktadır. Evlilik doyumuyla ilgili literatür taraması sonucunda, evlilik ve aile ilişkilerini anlamamıza yardımcı olabilecek ve evlilik doyumu konusunu açıklayan kuramlardan bir kısmı aşağıdaki gibidir.

1.3.1.1.Sistem Yaklaşımı

Bu yaklaşıma göre, aile sürekli bilgi alış verişinin ve aktif iletişimin olduğu bir sistem olarak kabul edilir. Aile, içinde etkileşim olduğu kadar dış etkenlerle de etkileşim halinde olan bir bütündür. Ailenin içindeki birimler, anne baba çocuklar, akrabalar ve diğer dış faktörler birbirlerini etkilemekte ve bunlardan bağımsız diğer olaylardan da etkilenebilmektedir. Bu etkilenme evlilikteki uyumun düzeyini belirlemekte ve değiştirmektedir (Çelik, 2006: 24). Bu yaklaşıma göre evlilik doyumunun en önemli göstergesi çiftlerin birbirlerini algılama biçimleridir. Sistem teorisine göre, uyumlu bir evlilikte eşler birbirinin kişilik özelliklerinin neler olduğunu bilirler ve eşlerinin oldukları gibi kabul ederler. Bundan dolayı da bilinç dışında kendi kişilik özellikleriyle benzer özellikler gösteren kişileri eş olarak seçme eğilimindedirler. Sistem yaklaşımına göre evlilik doyumuna ulaşmada alt sistemlerin birbiriyle olan etkileşimi önemlidir. Özellikle eşlerin birbirini sevmesi, karşı taraf tarafından sevilmek, okşanmak, şefkat görmek, çiftlerin birbirlerini oldukları gibi kabul edebilmeleri, onaylayıp, destek sağlayabilmeleri, karşılıklı olarak değer verme ve değer görme gibi duygusal ihtiyaçların giderilmesi eş sistemi içerisinde yer alan kadının ve erkeğin evlilikten doyum sağlaması açısından çok önemli bir yere sahiptir (Çelik, 2006: 25). Sistem yaklaşımına göre evliliğin alt sistemlerinden en önemlisi çift ilişkisinin oluştuğu karı-koca alt sistemidir. Bu sistem diğer sistemleri etkilemekte ve düzenlemektedir. Kişilerin beklentilerin karşılanmasında, cinsellik, duygusal ve toplumsal ihtiyaçların giderilme şeklinde eş alt sitemi etkili olmakta bu boyutları değiştirebilmektedir (Nazlı, 2001). Sistem kuramında bireysel farklılıklara saygı vardır. Aile üyeleri özellikle de çiftler birbirlerinin olduğu gibi kabul edip farklılıklara karşı duyarlı ve saygılıdır. Bu durum da ailede ve evlilikte doyumunun artmasını sağlamaktadır.

(26)

1.3.1.2.Bilişsel Yaklaşım

Bilişsel yaklaşıma göre evlilikte ve çiftler arasındaki sorunlar, fonksiyonel olmayan düşüncelerden, duygulardan ve bunların yol açtığı davranışlardan kaynaklanmaktadır. Eşler, bu tarz davranışları, farkında olmadan kendi ebeveynlerinden öğrenmekte ve kendi evliliklerinde de benzer tavır ve davranışları sergilemektedirler. Bu yaklaşımın temel felsefesine göre, evliliklerde yaşanan doyumsuzluğun ve mutsuzluğun sebebini, eşlerin yaşadıkları sorunları nasıl algıladıkları ve değerlendirdikleridir. Bireylerin sahip olduğu ilişkilerine bağlı zihinsel şemaları, onların nasıl düşündüklerini, nasıl hissettiklerini ve eş ve aile ile olan ilişkilerinde nasıl davrandıklarını belirlemektedir. İlişki ile ilgili olan biliş, ilişkilerin nasıl yürütüldüğü, insanların ilişkilerinde oynadıkları roller, ilişkilerde beklentilerin ve isteklerin nasıl ifade edildiği, ilişkilerin nasıl işlemesi gerektiğini ve bireylerin ilişkilerde nasıl davranacağı ile ilgili varsayımları içermektedir. Bilişsel şemalar çiftlerin evliliklerinin şekillendirmektedir ve bu süreçte yanlış bilişsel şemalara sahip bireylerin evliliklerinde sorun yaşayacakları düşünülmektedir. Sağlıklı ilişkilerde eşler bir ilişki yürütmenin çaba ve emek gerektirdiğini bilerek çiftlerin her ikisin de ihtiyaçlarının önemli olduğuna ve ilişkilerinin her zaman sıkıntılardan uzak olabileceğine inanırken, sağlıksız ilişkilerdeki eşler ilişkiler için ekstra bir çaba gerekmediğine, eşlerden birinin diğerinin ihtiyaçlarından daha önemli olduğuna inanabilirler (Çağ, 2011: 26 ). Bu tarz ilişkilerde doyuma ulaşmak zordur. İlişkiyi yürütmek için çaba göstermeyen ve sadece tek taraflı ihtiyaçların önemli olduğuna inan bireylerin olduğu evliliklerde sorun yaşanma ihtimali çok yüksektir ve bu ilişkilerde uyumunun gözlenmesi zordur.

1.3.1.3.Sevginin Evrimi Kuramı

Sevginin evrimi kuramı Wilson (1981) tarafından geliştirilen ve evlilik doyumunu açıklamaya çalışan kuramlardan biridir. Bu kurama göre bireylerin evliliklerinde doyum sağlayabilmesi üç temel güdüyü doyurmaları gerekmektedir. Bu güdüler: koruma, korunma ve cinselliktir. Evliliklerde koruma, korunma ve cinsellik temel ihtiyaçlardandır ve bunların karşılanması bireylerin kendilerini mutlu hissetmesini sağlamaktadır. İnsanlar dünyaya geldikten sonra korunma duygusunu hissederler. Bu ihtiyaç, bebeklik döneminde anne tarafından karşılanmaktadır.

(27)

Yetişkinlik döneminde hissedilen korunma ihtiyacının temeli bebeklik dönemine dayanmaktadır. Bireyler bebeklik dönemindeki korunma davranışına benzer özelliklerde eşler arama eğilimindedirler. Erkeklerde bu durum daha net görülmektedir. Bebeklik döneminde korunma ihtiyacını karşılayan annelerine benzer kişileri eş olarak seçme eğilimindedirler. Evliliklerde korunma ihtiyacının karşılanması kadar koruma dürtüsü de önemlidir. Bu kuramın diğer boyutu da cinselliktir. Cinsellik ihtiyacı evliliklerde önemli ihtiyaçlardandır ve evliliğin çoğalma işlevini yerine yetirmesi açısından önemlidir. Cinsel dürtünün en önemli amacının neslin devamı ve üremek olduğu düşünülmektedir. Cinsellik kavramı, cinsiyete göre de farklılaşmaktadır. Sevginin evrimi kuramına göre, evlilik doyumunu temelde cinsellik ihtiyacının karşılanmasıyla ilgilidir ve nesillerin devamı, üreme gibi davranışlar bu kuramın önemli kavramlarıdır (Hortaçsu, 1997).

1.3.1.4.Bağlanma Kuramı

Bu kurama göre, çiftlerin her birinin hem psikolojik hem de fizyolojik gelişimi evlilik doyumunu etkilemektedir. Bu yaklaşıma göre, gelişim dönemlerinin herhangi birinde yaşanan yetersizliklerin daha sonraki evrelerde giderilmesi mümkün olmamaktadır. Gelişim sürecinde çözümlenemeyen yetersizlikler ve olumsuzluklar, yeni gelişim evrelerinde mesela evlilik yaşamında ortaya çıkabilmekte ve bu durum evlilik doyumunu etkilemektedir. Bu kurama göre psikoseksüel dönemlerde çatışmaları sağlıklı bir şekilde çözümlemiş bireylerin, evliliklerinde tatmin olma düzeyleri ve mutluluk seviyeleri daha yüksek olmaktadır. Bebeklik döneminde sağlıklı bir yakınlık sağlamış yani güvenli bağlanabilmiş bireyler, yetişkinlik döneminde herhangi bir romantik ilişki yaşadıklarında da pozitif ve güvenli bağlanma gerçekleştireceğinden olumlu özellikler gösterirler (Ersanlı ve Kalkan, 2008; Kubat, 2012: 11).

Güvenli bireyler diğer insanlarla yakın ilişkiler kurma konusunda isteklidirler ve sorun yaşamazlar aynı zamanda terk edilmesi kaygısı yaşamadıkları için hayatlarında daha mutlu ve sağlıklı yakın ilişkiler kurabilirler. Kaçınan bağlanma stiline sahip kişiler ise, diğer insanlarla özellikle romantik ilişkilerde çok yakınlık kurmak istemezler, yakınlığı hissettikleri zaman tedirgin olurlar, güven konusunda sorun yaşar ve karşılarında bireyden uzak durma davranışını sergilerler. Kaygılı

(28)

bağlanma stiline sahip kişiler ise, partnerlerinin sevgilerinden sürekli şüphe duyar ve var olan sevginin yetersiz olduğunu düşünürler. Bu durum ise sürekli kaygı hissetmelerine ve eşlerinin çok üstüne düşerek bir süre sonra kendilerinden uzaklaşmalarına neden olur (Hortaçsu, 1997). Karşılıklı güven ve sağlıklı iletişimin evlilik doyumunu artırdığı bilinirken, kaygı, uzak durmak, kontrol etmek, baskı kurmak gibi davranışların da evlilik doyumunu olumsuz etkilediği bilinmektedir.

1.3.1.5.Sosyal Mübadele Kuramı

Sosyal mübadele kuramı Thibault ve Kelley tarafından geliştirilen, etkileşim sonuçları kuramı olarak da bilinen evlilik doyumu kuramlarındandır. Kuram; ödül, bedel, sonuç ve kıyaslama düzeyi kavramlarına dayanmaktadır (Hortaçsu,1997).

Sosyal mübadele kuramına göre, kişiler ödül-bedel dengesi içerisinde ilişkiler yaşarlar ve bu süreçte az bedel ödeyip çok ödül alabilecekleri ilişkileri yaşama isteği duyarlar. Hissedilen haz ve tatmin duygusu ödül olarak adlandırılırken, bireyin davranışlarının engellenmesi ve yapmak istediklerini yapamaması bedel olarak tanımlanmaktadır. Bireyler ilişkilerinde ödemiş oldukları bedelin karşılığını yani ödülünü almak isterler. Eğer bedelin karşılığını bulamazlarsa sorunlu ve problemli ilişkiler ortaya çıkar (Hovardaoğlu, 1996; Anar, 2011 ). Bu kuramda önemli olan diğer bir nokta ise karşılaştırma düzeyidir. Bireyin ilişkisinin sonucunda beklediği tatmin olma seviyesi karşılaştırma düzeyi olarak tanımlanmaktadır. Kişinin bir ilişki sonucunda elde ettiği sonuç, esas aldığı karşılaştırma düzeyinin üstündeyse, kişi o ilişki sürecinden memnundur ve mutlu olmuş demektir. Bunun tam tersi olarak ilişkinin sonucunda karşılaştırma düzeyinden düşükse, o ilişki bireye mutluluk vermemekte ve doyuma ulaştırmamaktadır. (Üncü, 2007; Hovardaoğlu, 1996).

Bireyler her zaman ilişkilerini doyum aldıkları için devam ettirmezler. Bazı ilişkilerde doyum olmasa bile bağımlılıktan kaynaklı ilişkiyi devam ettirme davranışı gözlemlenmektedir. Bu mantıkla, bireyin ilişkisini devam ettiriyor olması her zaman ilişkiden doyum aldığı anlamına gelmez. Sosyal mübadele kuramına göre bu durum karşılaştırma düzeyiyle açıklanır. Eğer ilişki karşılaştırma düzeyinin altındaysa doyuma ulaşmamış ama bağımlılıktan kaynaklı devam ediyor demektir (Yıldız, 2005). Sosyal mübadele kuramı bize ilişkilerde doyum konusunun önemini gösteriyor.

(29)

Doyuma ulaşmayan ilişkiler ve evlilikler sürdürülmemekte ve bireyler daha fazla doyum yaşayabilecekleri ilişkileri tercih etmektedirler.

1.3.1.6.Evlilikte Yükleme Kuramı

Yükleme kuramı, Fincham, Bradburry ve Baucom tarafından geliştirilmiştir. Kişilerin algılarını içeren bir kuramdır. Çevrede gerçekleşen olayların ve durumların nasıl ve neden olduğuna dair bakış açısı geliştirme ve olayları anlamlandırma temeline dayanır (Tutarel-Kışlak, 1995). Kişilerin bir olayla ilgili olarak yaptıkları yüklemeler yani anlamlandırma biçimleri, onların nasıl davranacağını etkilemekte ve yönlendirmektedir. Bu kuramı evlilik başlığında değerlendirdiğimizde, evliliklerde yaşanan sorunun genelde nedeni belirli değildir. Çiftlerin bu soruna nasıl bir anlam yüklediklerine göre sorunun şekli ve yönü değişmektedir. (Özgüven, 2000). İnsanlar çevrelerini pasif bir şekilde gözlemlemekte ve olayların nedenlerine dair çıkarımlarda bulunmaktadırlar. Bazen bu çıkarımlar doğruyu yansıtmamaktadır. Bunun örneğini, evliliklerinde sorun yaşayan çiftlerde görebiliriz. Sorunlu evliliklerde çiftlerin, partnerlerinin davranışlarını olumsuz algılama ve yorumlama yaparak değerlendirdiği ve sonrasında da çatılmalar yaşandığı tespit edilmiştir. Evliliklerinde uyumlu olan çiftlerin ise, olaylara olumlu yüklemeler yaptıkları ve partnerlerinin olumsuz bir davranışına daha az yükleme yaptıkları bulunmuştur. (Tutarel-Kışlak, 1999). Yükleme kuramı özellikle sosyal psikoloji alanında fazlaca kullanılmaktadır. Heider’e göre yükleme kuramının temelinde insan davranışlarının nedeni anlamak yatar. Yapılan tüm yüklemeler davranışları anlamak ve yorumlamak amacıyla yapılmaktadır. Çevredeki olayların neden ve nasıl olduğuna dair düşünce geliştirmeye dayanan yükleme kuramı evliliklerde doyum sağlanması konusunda da çok etkili olmaktadır. Evliliklerdeki sorunların nedenlerinin nasıl yorumlandığı yani yapılan yüklemeler evlilik doyumunun belirleyicisi olmaktadır.

1.3.2. Evlilik Doyumuyla İlgili Yapılmış Çalışmalar

Evlilik doyumu kavramı araştırma ve çalışmalara konu olmuş ve doyumu artıran etkenlerin neler olduğu araştırılmıştır. Evlilikte doyumun artması, sorunsuz ailelerin olması ve sorunsuz nesillerin yetişmesi demektir. Bu sebeple evlilikte hissedilen tatmin duygusunu nelerin artırdığı bilinmeli ve evlilikler de bu çerçevede

(30)

şekillendirilmelidir. Evlilik doyumunu etkileyen sebepler ve evlilik doyumunun nelerle ilişkili olduğu konusunda yaş, cinsiyet eğitim durumu gibi demografik değişkenlerle olan ilişkisi araştırılmış ve araştırmaların sonucunda Çınar (2008), kişilerin evlilik doyumlarıyla demografik değişkenler arasındaki ilişkiyi araştırmış ve cinsiyet, yaş, çocuk sayısı, eğitim durumu gibi değişkenlerle evlilik doyumu arasında bir ilişki bulamamıştır. Ancak cinsiyet rolleriyle ilgili olarak, evlilik doyumu ile cinsiyet rolleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür. Araştırmacıya göre bireylerin evlilik doyumlarını cinsiyet ve toplumsal cinsiyet rolleri etkilemektedir. Cinsiyet yönünden evlilik doyumuna bakıldığında birçok araştırmada farkın olmadığı bulunmuştur (Çelik, 2006; Eskin, 2012; Kara, 2013). Ancak bazı araştırmalarda da evlilik doyumunda cinsiyete göre değişiklik olduğu bulunmuştur.

Üncü (2007) ve Güngör (2007) de yaptıkları çalışmalarda erkeklerin daha fazla doyum hissettiğini saptamış ve bu durumu erkeklerin evlilikle birlikte daha düzenli bir hayata geçmeleri, kadınların ise evlilik sürecinde daha çok sorumluluk almış olmasıyla ilişkili olabileceğini belirtmişlerdir. Eş desteği ve cinsel yaşam ile evlilik doyumu arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki olduğu bulunmuştur. Cinsel yaşamdan memnun olma düzeyi ve eş desteğinin algılanması, evlilik doyumunu etkilemektedir (Çağ ve Yıldırım, 2003). Evlilik doyumuyla eğitim düzeyi arasındaki ilişki incelenmiş ve doyumun en yüksek olduğu grup lise mezunları, en düşük olduğu grup ise ilkokul mezunları olarak saptanmıştır (Çağ ve Yıldırım, 2013; Üncü 2007: 84).

Evlilikte geçirilen sürelere göre evlilik doyumu araştırıldığında ise, 20 yıl ve üzerinde olan evliliklerde en yüksek doyuma ulaşıldığı, en düşük doyumun ise 8-13 yıl arasında olduğu tespit edilmiştir (Üncü, 2007). Başka bir araştırmada bu sonucun tersine en uzun süreli ilişkiye sahip olanların, kısa süreli evliliklere oranla daha düşük olduğu saptanmıştır (Kara, 2013). Çağ ve Yıldırım (2013) ise evlilikte geçirilen sürenin, evlilik doyumunu yordamadığını tespit etmiştir.

Evlilik, hayatımızdaki en önemli iletişim ve ilişkilerin yaşandığı bir süreçtir. Hiç şüphesiz evlilik doyumunu çiftlerin iletişim becerileri de etkileyecektir. Sardoğan ve Karahan (2005) çalışmalarında, 10 oturumluk “İnsan İlişkileri Beceri Eğitimi Programı” nın evli bireylerin evlilik uyum düzeyleri üzerindeki etkisini incelenmişlerdir. Yapılan çalışma sonucunda eğitim programının bireylerin evlilik uyumlarını etkilediği bulunmuştur. Bireylerin, iletişim becerilerinin eğitim sayesinde

(31)

geliştirilmesiyle çiftlerin evliliklerinde hissettikleri doyum seviyesi artmış ve var olan evlilikler daha uyumlu hale gelmiştir. İletişim becerilerin gelişmiş olması duygusal zekâ kavramıyla ilişkilidir. Üncü (2007), duygusal zekâ ve evlilik doyumu arasındaki ilişkiyi araştırdığı çalışmasında, evlilik doyumu ile duygusal zekâ arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişkinin olduğu, çiftlerin duygusal zekâ düzeyleri yükseldikçe evlilikten sağlanan doyumun arttığı sonucuna varılmıştır.

1.4.BAĞLANMA KURAMI

Bağlanma Kuramı John Bowlby tarafından geliştirilen ve temeli etiyoloji, psikoanalitik gibi kuramlardaki kavramlara dayanan bir kişilik gelişim kuramıdır. Bowlby, bağlanma kavramını, bireylerin kendileri için özel ve değerli olan kişilere karşı geliştirdikleri güçlü, duygusal bağ olarak tanımlamaktadır. Bağlanma, temel işlevleri olan bir kavramdır. Bu işlevler, kişilerin fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması, güven duygusunun hissedilmesi ve yaşamın olumsuzlukları karşısında geri dönülebilecek güvenli bir liman olma olarak belirtilmiştir (Gültekin, 2012: 134; Tüzün ve Sayar, 2006). Bebekler, doğumlarından itibaren bakıma muhtaç olmaları sebebiyle, annelerine yakın olma ve bu yakınlığının devamını sağlayabilecek dürtülere sahiptir. Bireyi tehlikelerden korumak ve kaygısını azaltmak için yapılan, duygu düzenlemeleri yakınlık kavramıyla ilgilidir. Bebekler korunmasız oldukları ve tehditlere açık oldukları için annelerinden ayrı kaldıklarında yoğun kaygı yaşamakta ve annelerine ya da bakım veren kişiyi güvenli bir üs olarak gördükleri için yakın olma ve bakım veren kişinin korucu alanında olmak isterler. Bowlby ve diğer araştırmacıların insan ve maymun yavruları üzerinde yaptıkları çalışmalarda, hem insan hem de maymun yavruların, anneleri yanında oldukları zamanlarda daha mutlu ve olumlu oldukları görülmüştür. Mutlu ve kendilerini güvende hisseden yavrular çevreyi keşfetme sürecinde istekli olmuş ve korkmadan hareket etmiştir. Keşfetme süresince bakım veren kişiden uzaklaşan ayrılan yavru, bakım veren kişiye geri döndüğünde rahatlayabilmesi ve kendini tekrar güvende hissedebilmesi için güvenli bir sığınak olarak bağlanma kişisini görmesi ve yakınlık duygularını oluşturabilmesi gerekmektedir (Hazan ve Shaver, 1987). Kurama göre bağlanmanın işlevleri, yakınlık

(32)

arama, güvenli sığınak ve güvenli üs olarak isimlendirilmekte ve bu işlevlerinin yerine getirilmesiyle bağlanma sürecinin oluştuğunu belirtilmektedir.

Bağlanma; çocuk ve ona bakım veren kişi arasında kurulan, daha çok stresli ve

kaygılı dönemlerde ortaya çıkan, çocuğun yakınlık kurma ve kendini güvende hissetme ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayan gelişimsel ilişkilerdir (Pehlivantürk, 2004: 56). Yeni doğan bebekler hem çevreden gelecek fiziksel tehditlerden korunma hem de duygusal bağ kurma arayışı içerisinde olurlar. Bu dönemde bebeğin bakımını üstlenen kişiyle bebek arasında oluşan, fiziksel yakınlıkla birlikte duygusal bir bağın oluştuğu süreçlerdir. Bağlanma ilişkisinde yeni doğanlar için fiziksel yakınlık duygusal yakınlıktan daha önemlidir. Fiziksel olarak kendini güvende hisseden bebek sonrasında duygusal yakınlık kurma eğiliminde olacaktır. Bağlanma kuramına göre, fiziksel yakınlık bebeğin çevreyi ve dünyayı keşfetme sürecinde bilinmeyen geniş dünyada güvenli bir sığınak görevi görmektedir (Sümer ve Güngör, 1999: 72). Annelerinden uzun süre ayrı bırakılan bebeklere dair gözlemler, bebek ve bakıcısı arasında kurulan yakınlığın ve bağın çok önemli olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bebek ve annesi arasında, bağ kurulamaması ve sağlıksız bir ilişki, çoğunlukla bebeğin karşı koymasına, çaresizlik hissine, ilişkinin kopmasına ve bazı durumlarda da psikopatolojiye yol açabilir (Onur, 2017: 399).

Bağlanma, yaşamımızdaki değerli ve önemli insanlara karşı hissedilen, onlarla iletişim kurduğumuzda haz almamızı, stresli ve problemli zamanlarımızda kurduğumuz yakınlıkla ile huzurlu ve mutlu hissetmemizi sağlayan, duygusal bağlar olarak tanımlanmıştır (Kaplan, 2012). Fiziksel ve duygusal bağ kurmak, bebeklerinin yaşamlarını daha rahat devam ettirebilmeleri ve mutlu olmaları için gerekli olan gelişimsel bir süreçtir (Morsünbül, 2005). Bebeklerin yaşamında birçok şey basit düzeyde gerçekleşir. Bu dönemde yaşanan bağlanma da basit düzeydedir. İhtiyaçlarının karşılanıyor olmasıyla bağlanma süreci başlar. Ancak ilerleyen yılarda bu süreç biraz daha karmaşık bir yapıya döner. Bireyler, çocukluklarından itibaren bakım veren kişilerle yaşantıları ve paylaşımları süresince bilişsel şemalar oluşturlar. Bu şemalar, bağlanma nesnesi, benlik ve hayata dair beklentileri de içine alan zihinsel modellerdir. Bağlanma nesnesi ile kurulan ilişki çerçevesinde şekillenen bu modeller, bireyin sonraki yaşamında nasıl davranacağını ve duygu ve düşüncelerini de şekillendirmektedir (Tolan ve Soygüt, 2002). Bağlanma süreci, erken çocukluk

(33)

döneminde en belirgin şekliyle gözlenebilse de hayatın tüm aşamalarında etkilerini göstereceğinin belirtilmesi gerekir (Erözkan, 2011: 61).

1.4.1. Bebeklik ve Çocukluk Döneminde Bağlanma

Dünyaya gözlerini açan bebekler, doğumlarından itibaren çevrelerindeki insanlarla ve özellikle anneleriyle fiziksel açıdan yakın olmak isterler. Bowlby, bağlanmayla ilgili çalışmalarını yürütürken, primatları gözlemlemiş ve primatlarda da bakıcıya bağlanmanın, yavruyu yırtıcılar ve doğal tehlikelerden koruyarak hayatta kalmasını sağladığını fark etmiştir. İnsanlardaki bağlanmada da amaç çevreyi keşfederken bakım veren kişiyle fiziksel yakınlık kurarak güvenli bir yer oluşturmaktır (Onur, 2017: 400). Bağlanma süreci, çocuğa etrafında güvenebileceği insanların olduğunu gösterir ve çevreyi tanıma sürecinde tehlikeler karşısında yalnız olmadığı hissini verir. Bakıcının ya da annenin bebeğin ihtiyaç duyduğu anlarda yanında olması, bakımını sağlaması ve koruması, ihtiyaçlarına ve isteklerine duyarlı olması ve ihtiyaçlarını karşılayabilmesi bebekte temel güven duygusunun gelişmesini sağlayacaktır. Bu durumun tam tersinin olduğu zamanlarda, bebeğin ihtiyaç duyduğunda annesi ya da bakıcısına ulaşamadığında, temel ihtiyaçları karşılanmadığında ya da geç karşılandığında güven duygusunun oluşması zorlaşır (Solmuş, 2003). Bowlby nin 1958'de bağlanma kavramını ilk kez kullanmasının ardından pek çok araştırmacı, bebekle anne arasında oluşturulan daha çok bebeğin ağlama gülme bekleme gibi davranışlarını içeren bağlanma sürecini ve sonrasındaki etkileri araştırmıştır. Bu araştırmalarda tam olarak kanıtlanmasa da bağlanma sürecinin bebeğin doğumundan daha önce bebek anne karnındayken başladığı ileri sürülmüştür (Soysal ve İşeri, 2012: 28). Doğum öncesi dönemde başlayan bağlanma süreci yetişkinlik yıllarında ve sonrasında da devam etmektedir. Ancak kurulan etkileşimin şekli dönemlere göre farklılık gösterebilmektedir. Çocukluk döneminin ilk yıllarıyla sonraki zaman diliminde kurulan ilişkinin şekli aynı değildir. Bebekle annesi arasında kurulan ilk iletişim daha çok bebeğin fiziksel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olsa da daha sonraki zamanlarda bebeğin tüm hayatını etkileyen duygusal ve fiziksel bir yakınlığa dönüşmektedir (Hamarta, 2004). Bebek ihtiyaçlarının karşılanmasının ötesinde, güven ve yakınlık duygularını hissedebileceği ilişkiler kurmaya çalışır. Yakınlık ya da güven duygusunun zedelenmesi, temel ihtiyaçların

(34)

zamanında giderilmemesi güvenli bağlanmanın oluşmasını engellemekte ve bebeği tedirgin hale getirmektedir. Bebeklik döneminde başlayan bağlanma ilişkisi yetişkinlikte özellikle stresli zamanlarda kendini göstermektedir (Konyalıoğlu, 2002).

1.4.2. Yetişkinlik Döneminde Bağlanma

Bağlanma kuramı, uzun süre, sadece bebeklik ve çocukluk dönemindeki bağlanmayla sınırlı kalmıştır. Bowlby çalışmalarını genel olarak bebeklik dönemiyle ilgili yapmış olsa da bağlanmanın beşikten mezara kadar devam ettiğini vurgulamıştır. Zaman içerisinde araştırmacılar yetişkinlerin bağlanma stillerinin bebeklik dönemiyle ilişkili olacağına dair çalışmalara başlamış ve yetişkin bağlanma stilleri araştırılmıştır. Ainsworth, Hazan ve Shaver yetişkinlik döneminde de bağlanmanın etkisinin görüldüğünü ve bebeklik dönemindeki bağlanmanın yetişkinlik sürecini biçimlendirdiğini savunmuşlardır. Yapılan araştırmalar, bebeklik döneminde oluşturulan bağlanma biçimlerinin, yetişkinlikte kurulan duygusal yakınlıklarda etkisini göstereceğini bulmuştur. Bağlanma kuramına göre bebeklik döneminde oluşturulan bağlanma şekilleri, yetişkinlik döneminde de değişmeden devam eder ve insanlarla olan ilişkilerde etkisini gösterir. Bowlby ve Ainsworth’un bağlanma stilleri üzerine yapmış olduğu çalışmaların büyük bir çoğunluğu yetişkinlik dönemine odaklanmıştır. Bartholomew ve Shaver da, çocuklukta oluşturulan bağlanma şekillerinin yetişkinlik döneminde kişinin yakın ilişkilerde duygu, davranış, beklenti ve düşüncelerini etkileyeceğini ifade etmişlerdir. Bağlanma kuramcılarına göre, bir kişinin yetişkinlik döneminde, başkalarıyla kuracağı ilişkinin kalitesi ve insanlara dair düşünceleri, bu kişinin bebeklik döneminde bakımını yapan kişiyle kurmuş olduğu yakınlık ve güven duygusuna göre şekillenmektedir. Anne ve çocuk arasındaki kurulan duygusal bağ ve yakınlık özellikle kaygı ve korku seviyesinin yüksek olduğu zamanlarda oluşur, bu kötü zamanlarda, birbirlerini rahatlatıp güven duygusunu oluşturabilmeleri bağlanma açısından önemlidir. Bağlanma iki taraflı bir ilişkidir ve her iki tarafın da birbirinin ihtiyaçlarını karşılaması ile gelişir (Yoraz,2012: 426).

Bebeklik ve yetişkinlik dönemindeki bağlanma aynı gibi görünse de bazı noktalarda birbirinden farklıdır. En önemli farklılık ise karşılık konusudur. Bebek ile anne arasındaki bağlanmada da karşılıklılık varmış gibi görünse de anne bakım veren bebek ise bakım talep eden ve alandır. Yetişkinlik döneminde ise hem bakım talep

Şekil

Tablo 1. TÜİK 2018 Verilerine Göre Boşanmayla Sonuçlanan Evliliklerin, Boşanma  Nedenleri
Tablo 2. Dörtlü Bağlanma Modeli
Tablo 3. Evlilik Yaşamı Ölçeği Güvenilirlik Analizi
Tablo 5. Yakın İlişkide Yaşantılar Envanteri (YİYE) Güvenilirlik Analizi
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Çalışmada kredi risk yönetiminde bankaların uyguladıkları, kredi riskinin doğmasını önlemeye yönelik politikalar incelenmiştir. Öncelikle kredi riski ile kredi

1987 sonunda dünya volfram talebinde bir kıpırdanma görülmüş, konsantre fiyatları art­ maya başlamış ve volfram endüstrisinin kötü durumundan kurtulacağına dair

Halk bilimi kavramı içine halk şiiri, anlatmalar, kalıplaşmış sözler, gelenek görenekler, bayramlar, inanışlar, oyun eğlence, halk dansları, giyim kuşam,

Bu çalışmada, dalgıç tip derin kuyu pompalarının çalışma parametreleri belirlenmiş, farklı anma çapı ve su giriş kesit alanlarındaki kritik dalma derinlikleri

Öte yandan, örgütsel adalet boyutlarından dağıtımsal ve işlem- sel adalet boyutlarının, içsel iş tatmini ve dışsal iş tatmini üzerinde önemli ölçüde etkili

“Organizasyonun yüksek kaliteli mal ve hizmet üretmesinin” işletmeye karşı duygusal bağlılığı ne derece etkilediği sorusuna, ankete katılanların

Kaçınmacı bağlanma stili ile benlik saygısının alt boyutlarından olan kişiler arası ilişkilerde tehdit hissetme boyutu arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla