• Sonuç bulunamadı

Çeviren: Y. Mimar N a c i M e l t e m

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Çeviren: Y. Mimar N a c i M e l t e m "

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

F I k I r :

M İ M A R L I K (*)

Çeviren: Y. Mimar N a c i M e l t e m

-Binada yalnız tezyinata hasredilmiş hiç bir kısım kabul edilmemeli, binayı taşıyan lüzumlu kısımlara en uygun nis- betleri vererek, bu kısımları tezyinat haline kalbetmelidiı-, diyen Feııelon'un bu cümlesini mimarlık uslûbu (style) meselesi bahsinde zikreden Renny de Gourmont, Fenelon üç kelime ile bize bütün mimari nazariyatını, belki de san'at nazariyatını izah etmiş bulunmaktadır, demiştir.

Mimar nedir? İnşa bilgisinde konuşan ve düşünen bir şâirdir. Bu teşbih ile inşa bilgisinin mimarın ana lisanı gibi olması lâzım geldiğini anlatmak istiyorum. Binalar inşa et- mek! Bu bilgi, san'atın muhtelif tezahürlerinden maddî şartlara en fazla tâbi olanıdır. Bu şartlar da iki türlüdür:

Bunların içinde tabiî ve devamlı olanlar ve yalnız insanlara tâbi olarak geçici olanlar vardır. ,

Muvazenet kanunları, malzemenin vasıfları (güneş, yağ- mur, rüzgâr, derecei hararet farkları gibi atmosfer tahavvü- lâtı, bazı hatların alemşümul ve ezelî mânaları devamlı şart- lardır.

Binanın yapılışmdaki maksat, müller fonksiyon, nizam- nameler ve moda geçici şartlardır-

Mimarî eser, tabiî ve devamlı şartların ne kadar fazla ve beşerî geçici şartların ne kadar az tesiri altında kalırsa o kadar az eskir.

GalJiera müzesi projesinin hazırlanması kendisine ve- rildiği zaman, Paris Tıbbiye mektebinin proje sahibi mimar Ginam'e «Şükür, bir işe yaramıyacak bir bina yapmağa ni- hayet muvaffak olacağım» dedirten ve yalnız tabiî ve devam- lı şartlara tâbi olarak geçici şartlardan kurtulmaktan mü- tevellit sevincini izhar ettiren cümlenin mânası da budur.

Ginain gibi mi, Fenelon gibi mi düşünmelidir? Bu iki türlü şarttan hangisi hâkim olmalıdır.

Bu sual ile, sadece şahsî ve mücerred bazı tecrübelerimin neticelerini ilâve edeceğim. Mimarî üslûp ve tekniğin müna- sebetlerinin hattâ madde mefhumunun içinde rol oynadığı eski ve ehemmiyetli mesele ile karşılaşıyoruz. Mimarî bir li- sandır demiştik.

İnşa usulleri vasıtası iledir ki, mimarlar her vakit bina- nın daimî ve geçici şartlarını temine muvaffak olmuşlardır.

Bu şartlar ve usullere ait tâmik edilmiş bilgiler, şi'rin icapları ve lisana vukufun şaire ilhâm verdiği gibi, mima- rın muhayyilesini besler.

Fakat mimarlar çok defa ve eskidenberi halk tarafından anlaşılmıyan ve alâka gösterilmeyen bir lisanla konuşmuş ve hattâ konuşmaktadırlar. Bilhassa renesansdanberi fennî bu-

luşları yokluğundan dolayı, inşa bilgisinden ziyade, şekle ya- pılan tesiri, dekora ehemmiyet vermişlerdir- Bundan sonra ise mimarî «Ekoluların inhisarcı sahasına girmiş ve bu ekolları mimariye hakikî muamma olan formüllerile camit- leştirmişlerdir.

Çalının görünüşü olan fronton'un bir dahilî kapının üs- tünde işi nedir? Bunun gibi daha ince misaller vermek mümkündür. Fakat bir de bakıyoruz ki fen yeni inşa sistem- leri, yeni malzemeler ortaya koymuş ve müzahereti temin edilmeden müessir bir çalışmanın mümkün olamayacağı, efkârı umumiyenin alâka gösterdiği, meşgul olduğu yeni bir lisan meydana gelmiştir.

ilk inşa sisteminin iki kaya veya ağaç kütüğü üzerine konmuş bir ağaç kütüğü, sonraları sütunlar üzerine konmuş ahşap kiriş ve daha sonra da mermer veya taş sütunlar üze- rine konmuş taş kiriş olduğunu biliyoruz.

Bu usul Akdenizi çevreleyen sahada, Mısırda, Yunanis- tan, İtalya ve Fransada iki kötü bakayası muhafaz edilmiş bulunan eski mabedlerin inşa sistemidir. Bu mabedlerin en asil ve mükemmeli Atmadaki Partenon'dur.

Mimara tahmil edilmiş olan geçici ve daimî şartlar en ince, en tamamlayıcı, en mükemmel tarzda bu mimarî eser- de tatmin edilmiştir. Binanın dinî bir gaye ile yapılış mak- sadı geçici ve daimî şartları yekdiğerine meczetmiş, muvaze- net, tesisatı hariciyeden korunma, optik rötuşları binayı mo- delliyerek ona güzelliğini temin etmiştir.

Bu mimarî eserde en açık zekâ, en ince görüş ve bariz mantık tarafından keşfolunan daimî şartlara her şey itaat et- mektedir. Düz kemer, mümkün olan bütün tâli şekilleri mey- dana getirmekle kadim mimariyi ortaya koymuştur-

Tonozun kullanılması ise her şeyi değiştirmiştir.

Bizanslıların Ayasofyada bütün neticelerini aldıkları to- noz mimariye tamamen başka istikamet vermiştir. Tonoz bi- ze dünyanın bir çok kısmını, yapılmış oldukları binalarla kaplayan gotik, Irak, Arap mimarisini vermiştir. Şarkta, bü- tün camiler, Ayasofyanm kardeşidir; bunlar aynı inşa tarzı ile yapılmıştır. Garpta evvelâ Romane sonra gotik mimarisi, vitrayın füsununu yaratan şimal ikliminin icab ettirdiği muazzam pencere boşluklarının yapılmasına, binaları lüzum- suz akşamdan kurtarmağa, sikletleri merkezileştirmeye ya-

(*) San'at ve arkeoloji enstitüsünde 31 mayıs 193S senesinde verilip 1935 senesinin ha?iran ayı nüshasında, san'at ve estetik mecmuasında neşredilmiş olan Auguste Perı-et'nin konferansından.

(2)

rayan, fı-ansızlar tarafından başka cins malzeme ve bilhassa taş kullanmak suretile tekemmül ettirilmiş olan ogiv pence- relerle, tonozun icadından doğmuş binalarla Avrupayı kap- ladı.

Saint - Deniş, Chartres bu mimarinin en güzel nümu- neleri meyanında olup, Parisde Sainte Chopelle (içindeki nakışlar ve sonra ilâve olunan kulesi hariç) olmak belki bu san'atm partenonudurlar.

Bütün bu mimarî eserler, malzeme ve iklim itibarı ile memleketimizin devamlı şartlarma tâbidirler. Bu inşa siste- minin inkişafı on üçüncü asrın sonuna kadar devam etti; ve on üçüncü asrın sonunda bütün mümkün olan buluşlar ni- hayet bulunca, yaratma yetersizliği ve yenilik arzusu ile eski devirler tarzına rücu edildi ki bu harekete renesans denildi.

Gerüeme hareketi diye vasıflandırılmasının kanaatımca daha doğru olacağı bu hareket bir yeniden doğma hâdisesi değil bir inhitat olmuştur-

On üçüncü asırdanberi dehâ sahibi kimseler (Le Val de Grâce, Versaille Sarayı, Invalides'in kubbesi) gibi şaheser cian âbideler meydana getirmişler ise de bu mimarî eserler büyük san'atkârlara borçlu olduğumuz mükemmel birer de- kor olup bunların bünyeleri, Partenon. Ayasofya, Chartres'da görüldüğü üzere, şekillerine hâkim değildir. Versailles sarayı fena inşa edilmiş, Galerie des Glaces'ı örten tonoz fena bir ahşap iskelete asılmış ince bir alçı tabakası ile teşkil edil- miştir. Zaman bu saraya hâkim olduğu vakit bakî kalacak olan bir harabe değil, isim verilemiyecek bir yığıntı olacak- tır. Mimarlık bu değildir. Mimarlık güzel harabeler meyda- na getiren eserlerdir.

Demirin imâlinde elde edilen tekemmül sayesindedir ki inşa saıı'atinde ve netice itibaı-ile mimaride derin bir deği- şikliğe şahit olmuşuzdur. 1783 senesinde Theatres Français binasının inşasında mimar "Louis ilk defa olarak büyük mik- yasda demir kullanmıştır. Bu işi o kadar maharetle yapmış- tır ki, o zamandan şimdiye kadar bu derece sür'et ile başka bir inşaatın yapılmadığı iddia edilebilir.

1900 senesindeki yangından sonra yeni yapılan bugünkü tiyatro üzerinin çatısı mimar Louis'nin yaptığı çatının ağır- lık itibarile yüz mislini geçmektedir- Demir inşaat bilâhare bize bazı san'at eserleri vermiştir ki, bunlardan, şimdiye ka- dar emsaline tesadüf edilmemiş olarak kalan millî kütüpha- nenin kıraat salonu, merkez holleri, sanayi sarayı ve daha yenilerden 1889 sergisinin sanayi nefise ve serbest meslekler ve makine sarayları ile bazı köprüler zamanlarında ve bugün de şayanı dikkat mimarlık misalleri olarak kalmaktadır. Fa- kat demir ömürsüz olup daimî ve masraflı bir bakımı icab ettirmektedir. Denilebilir ki farzı mahal olarak insanlar bir- denbire ortadan kaybolsa demir veya çelik inşaat da onları takipte gecikmiyecektir. Bakımmdaki bu ihmâl onların or- tadan yok olmasım tevlid eder. Devamlı bir eser yapmak is- teyenin bu tarzı inşaata karşı istiğnası bundan ileri gelmek- tedir. Mer'î demir inşaatın zaferi olan 1889 sergisinden son- ra 1900 sergisinde büsbütün başka bir temayülün mevcudiye- tine şahid olduk. Burada hemen bütün demir iskeletli inşa- at staf ile kaplanmış olup bu demir kârgir hissini vermekte idi. Fakat daha o zamandanberi, yepyeni kuvvetli ve devam-

lı bir inşa tarzı mimarların elinde bulunmakta idi. Limanar- menin betonundan bahsetmek istediğimi anlamışsmızdır-

1849 senesinde Fransada ihtira olunan betonarme daha 1900 de evvel tecrübelerini yapmış idi. Hesap metodlan ise henüz bidayetlerinde idi.

1876 senesinde De Mazar'lar daha sonraları Tedesco, Le- fort, Harel de la Noe Rabut, Considere, Mesnager'ler tara- fından hesap metodlan tekemmül ettirilmiş, sistem 1906 ni- zamnamesine müncer olmuştur. Talihi gittikçe yükselen bu inşa usulünün, ne olduğunu kabil olduğu kadar kısaca söy- lemenin yerinde olmıyacağma kani değiliz. Beton, çimento veya kireç gibi iltisak ettirici madde vasıtası ile terkip edil- miş kum ve çakıl halitasıdır. Bu inşa sistemi en eski devirlere kadar gitmektedir. Eski zamanlarda yapıştırıcı madde puzo- lan ilâve edilmiş kiveçden ibaret idi. Buna rağmen şimdiye kadar dayanmış eserlerin meydana gelmesine hizmet etmiş- tir. Yapıştırıcı maddeyi mühim derecede tekemmül ettirmek yeni devre ait olmuş ve kalkeri, kil bulunan bir muhitte teklis etmek suretile Grenollelu bir Fransız olan Vicat ta- rafından ihtira edilmiş olan çimento 1820 senesinden beri malûm bir madde olmuştur.

Demir çubuklarla teçhiz edilebilen yalnız çimentolu be- tonlar olup, çimentosuz betonarme yapılamaması yeni büyük ihtiram kıymetini gösterir. Betona demir veya çeliği sok- makla teçhizatsız yalnız tazyike karşı mukavemet gösteren bu maddeye inhinaya karşı da çalışma hassası verilmiş oldu.

Basit betonlarla yalnız payeler inşası mümkün olduğu halde, betonarme iki paye arasındaki açıklığı aşan kirişlerin yapılmasını mümkün kılmaktadır.

Çimentonun demirli bir silikat teşekkülü suretile demiri ilânihaye muhafaza edebilmesi hassası, demir çubukları retre yapma suretile sıkıştırması demir ve betonun inbisat emsal-

lerinin müşabih olması sayesinde betonarme sistemi mümkün olmuştur.

Bu inşaat malzemesinin ilk tecrübeleri çimentonun ihti- ramdan sonra başlamış ve ilk ihtira beratları da 1865 den sonra Fransız Joseph Manier tarafından alınmıştır.

1900 senesine kadar bu ihtiram inkişafı ağır gitmiş ve hala betonarmenin istimalini tanzim eden 1906 tarihli nizam- namesinden sonra başlamıştır.

Bu sistem şimdi bütün dünyayı kaplamış olup son za- manlarda şahidi olduğumuz mühim bazı kazaların sebebi- ni, herkesin hattâ bilmiyenlerin bile bu sistemi tatbik edebi- leceklerine inanmış olmalarında aramak doğru olur.

Fakat şuna dikkat etmek lâzımdır ki kazalar ancak in- şa sırasında vukua gelmekte olup hattâ fena yapılmış olsa bile betonarme olarak yapılmış bir binanın sonradan yıkıl- dığı hiç görülmemiştir. Betonarme kalıplar vasıtasile yapılır, bugüne kadar bu kalıplar ahşaptan olup bunlara kofraj tâ- bir edilir. Evvelce hazırlanmış olan demirler kalıplar içine konup bilâhare beton dökülür- Hamur halindeki betonun sulp hale gelinceye kadar g«:en müddet imâlatın kritik dev- ridir. Bir kaç gün devam eden bu müddet zarfında, kalıp tahkim edilmemiş ve dayanlanmamış olursa, bir takım tehli- keler vukua gelebilir.

işin heyeti umumiyesi ikmal edilince muhtelif aksam

yekvücud hale gelir, teçhizat mütemadi gibi itibar edilecek

(3)

şekilde yekdiğeri ile sıkıca birleşir ve heyeti umumiye yek- vücud bil' kütle olur. Bu nevi inşaata büyük ahşap inşaat manzarasını verip onu eski mimariye benzeten ahşap kalıp istimalidir. Bu inşa tarzının onu yekpare olarak kullanılma- sına lüzum göstermıyecek kadar mukavemetli olmasından dolayı, binayı taşımağa bir kaç sütün kâfi. gelmekte ve bu sütunların araları yekdiğerinden mütenevvi malzeme ile doldurulmaktadır. Bu inşa sisteminin bidayetleri çok zah- metli olmuş, inşa edenlerin bilgisizliğinden ileri gelen kaza- lar oııu herkesin nazaımda şüpheli mevkie düşürmüştü.

1900 sergisinde resmî sergi binasını, hususî bir eğlence yeriyle birleştirmek üzere yapılmış olsn köprünün yıkılma- sını, uzun zaman başımıza kaktılar. Bu geçit köprüsü Suffren meydanım kat etmekte olduğundan payendaları mürüru ubu- ra engel teşkil etmekte idi.

Meydanı bir an evvel bu vaziyetten kurtarmak için taz- yik edilen inşaatçılar kalıp dikmelerini çok evvel almışlar ve köprü birçok insanın ölümüne sebep olarak yıkılmıştır.

Bu kazanın aksi tesirinin unutulması uzun seneler sür- müştür-

Otuz sene evvel 1903 senesinde Franklin sokağındaki evi yaptık, bugün yapıldığı gibi, iskeletini gösteren ilk bina bu yapı oldu.

O zaman demirlerin iyi muhafazası için bir kaplamanın yapılmasının uygun olacağını zannediyorduk, bundan dolayı bu maksad için uygun gördüğümüz gre kaplamayı iskeleti meydana çıkarmak üzere sütunlar ve dolgu aksamda başka başka şekilde olmak üzere kullandık.

1906 senesinde Ponthien sokağındaki garajı inşa ettik. O zsman nizamnamenin neşredilmiş olması cesaret verici idi.

Bununla beraber vesaiti ve müteharrik vinçleri taşıyacak olan döşemelerde bu sistemin kullanılmasını kabul ettirmeğe mu- vaffak olmamız müşkülâtsız olmadı. Bundan sonra 1911 de başlayıp 1913 de ikmal edilen Champs

1

Elysee tiyatrosu gelir.

Bir sene sonra ise harp betonarmeyi artık devamlı surette or- taya koymuştu.

Bu yeni sistem ile mücehhez olan bu günün mimarı na- sıl hareket edecektir? Bu inşa sistemine ve tatmin edici de- vamlı şartlara tamamen vukufu olan, programa kullanılma- sındaki maksada, fonksiyona yani geçici şartlara nüfuz et- miş olan mimar, ilim ve ilhamın tayin edemiyeceğim nisbet- te birleşmesinden meydana gelen halita vasıtası ile istenilen kısımları ihtiva eden bir çerçeve tipik bir manzume yarat- malıdır.

Bu manzume, eğer uygun düşmüşse ilk nazarda kulla- nılacağı maksadı ifade edecektir. Buna biz binanın karakteri diyoruz- Eğer karakter asgarî maddî vasıtalarla elde edilmiş ise eserin üslûbu var demektir. Racine üslûbu, «asgarî keli- melerle ifâde edilmiş düşünce» diye târif etmektedir. Eseri hırpalamadan kendisinden çıkarılabilecek veya ilâve edile- cek bir şey yok ise bu manzumeye iyi teşkil edilmiş nazarı ile bakabiliriz.

Üslûp (style) va karakter san'at eserine lüzumlu iki va- sıf ise de yalnız bunların mevcudiyeti kâfi midir? Belki tez- yinat da lâzımdır denecektir.

İşte mimarî güzelliğin unsurunu meydana koymağa ya- rayacak bugünkü nazik mesele.

Hâli hazırda yapılmış binalarda görülen çıplaklık bu me seleyi günün mevzuu haline koymuştur. Bugünkü inşa sis- teminin kuvvetli vasıtaları bir çok cesaretlere yol açmış ol- makla beraber yenilik vasıtası ile yeniliği bulma arzusu ba- zılarını çok uzaklara götürmüştür. Haksız olarak binaları- mızdan nez ettiklerimizi onlara iade edelim. Eserlerimizin taşıyıcı kısımlarını kıymetlendirelim, bu taşıyıcı kısimlarin dolgu aksamını tefrik edelim, korniş söve, silme gibi - artis- 1ik cepheye vermek istediği tesir bâki kalmak üzere - te- siratı hariciyeye karşı lüzumlu unsurlar ile onları teçhiz edelim, bu suretle mesele halledilmiş olur. Mimarın eserin- deki güzellik unsurlarını tefrik etmesini bilmesi, onları mey- dana koyması ve kıymetlendirmesi için tâbii lüzumludur- Mimarı mühendisten tefrik eden cihet de budur.

Misâl olarak Eifel kulesini ele alalım. Bidayette bu eser çok fena bulunmakta şimdi ise mimarî bir şaheser addedil- mektedir. Hakikatte ise bu eser ne o kadar nefrete ne de bu kadar şeref hissesine lâyıktır. Bu kulenin bütün muvazeneti hiperbol şeklindeki dört mücessem dılı da mündemiçdir. Buna rağmen eserin sahibi ona tezyini bir şekil vermek için, yek- pare olmasına rağmen, onu parçalara ayırmış olan kemerli balkonlar ve armalarla çevrelemiştir.

Dört ayağın arasına, inşaat bünyesi ile alâkası olmıyan bahalı kemerler yerleştirmiştir. Yapılması lâzım gelen her halde bu olmamalı idi. Güzellik hakikatin parlak surette te- zahürüdür. Burada hakikat kulenin muvazenetini temin eden şekildir- Şu halde bu şekli kuvvetlendirmek onu kıymetlen- dirmek, kaideden zirveye kadar bir hamlede uygun silme ve lüzumunda renk ve hattâ yaldızla kuvvetlendirerek bu dört hiperbol'u fışkırtmak lâzım gelirdi. Bu suretle hareket edil- miş olsaydı, bir yapıyı dairevî bir tonozla örtmekle ilk defa kubbeyi meydana koymuş olan gibi Eiffel de hiperbolü ya- ratmış olurdu. İkinci bir misâl de Alexandre III köprüsüdür.

Asîl ve taşıyıcı aksamı nehri bir hamlede geçen kemerdir.

Meydana konması lâzım gelen, şaşaalandırılması icab eden güzellik unsuru bu kemerdir. Fakat hiç de öyle olmamış mü- hendis (kendisini buna icbar ettiklerini kendisi için temenni ederim) eserdeki hakikî güzellik unsurunu, borazanlı me- lekler, armalar, egliller ile ortadan kaybeden bir dekoratörü imdadına çağırmıştır.

Şimdi de Orly hangarlarına gelelim. Burada maksad ve

vaziyet itibari ile bir san'at eseri yapmak istenmiş değildir

Parabol şeklindeki kemer feda edilmemiştir. İlk nazarda bu

yapıların ne iş göreceklerini anlamak mümkündür- Şu hal-

de bunların karakteri vardır. Çok iktisadî surette inşa edil-

miş olmakla, bunlarda üslûp da vardır. Fakat böyle olması-

na rağmen bunlar mimarî eser midir? Hayır, henüz değil. Bu

büyük bir mühendisin eseridir. Bir mimar eseri değildir. Çok

uzaktan bu hangarlara bakılınca, yarı gömülmüş bu iki ba-

canın ne olduğu anlaşılmaz.. Aynı mesafeden Chartres Ka-

tedraline bakılınca bu büyük binanın hangi eser olduğu ak-

la gelir. Halbuki, Remes, Paris, Chartres katedrallerinin üçü

birden bu hangarlardan birinin içine sığabilir. Orly hangar-

larında, mikyas, nisbet, ahenk olmadığı için bunlar mimarî

eser değildir- Ahengi, muvazenet; iklim; optik kaideleri gibi

daimî şartlara uymakla Yunanlıların elde ettikleri şey; nis-

betı de insanın kendisi olarak tarif edeceğiz:

(4)

Bazı mimarlar tanzim edici şekiller kullanmışlardır. Bu- na Mısırlılarda bariz surette, Yunanlılarda daha az, gotik san'atmda ise hiç re^tlanmamaktdır. Nisbet (proportion) bahsine gelince şair ve riyaziyeci olan Edgar Poe'nin «San'at- kârm san'atin hissiyatından çıkardığından daha kat'î bir is- batı riyaziye veremez» düşüncesini proporsiyon için zikret- mekle iktifa edeceğim. Nasıl ki ziruhdaki mütenazır, muva- zeneli, ahenkli iskelet ayrı ayrı birleşmiş muhtelif unsurları ihtiva ediyor ve taşıyorsa, bunun gibi binanın iskeleti de bu suretle teşkil edilerek muvazenelendirilmeli, hattâ mütena- zır olmalı, muhtelif uzuvları, fonksiyonun, maksadın icab ettirdiği çeşitli aksamı ihliva etmelidir. Bu, mimarlığın esa- sıdır. İskelet mer'î olarak kalacak derecede değilse o halde mimar vazifesini iyi yapmamış demektir.

Dahilde ve hariçte taşıyıcı bir kısmı, bir sütunu gizle- yen mimarinin en asıl unsurundan, onun en meşrû, en güzel tezyinatından mahrum kalmış olur. Mimarlık istinat nokta- sını kıymetlendirmeği bilme san'atıdır.

Bir sütunu, inşaatın taşıyıcı bir kısmım gizleyen bir ha- ta işlemiş, yalancı bir sütun yapmış olan ise bir cinayet işle- miş olur- Taşıyıcı kısımlar, intihabı kullanılışına uygun ol- mak üzere seçilecek dolgu kısımları ile tamamlanır.

Haricî kısımlar için dolgular, insan elile meydana geti- rilmiş olan eserlerin harabiyetinin başlıca sebeplerinden olan derecei hararet değişikliklerinden mütevellit kısalma ve

uzanma hâdisesi nazarı itibare almarak tesbit edilen eb'ad- da tecrid edici ve gayri kabili nüfuz maddelerden almalıdır.

Hararetten mütevellit uzama kısalma farklarım faslı müşte- reklerin telâfi etmesi için bunlar çok büyük olmamalıdır.

Bunların eb'admın küçük olması esere mikyas verecektir.

Büyüklüğü temin eden eb'ad değil miktardır.

Fikrimce kuvvetli makineler sayesinde yapılan bu bina- lar makineden ziyade insan eseri olması dolayısı ile, arası dolgulu büyük iskeletli bu mimarî, kendisini insan mikya- sına irca etmek için, nakış ve heykel sahası için hazırlan- mış bir çerçeve teşkil etmektedir.

Kısacası mimar, devamlı şartlara uygun ve fennin emri- ne tahsis ettiği bütün malzeme sayesinde ihtiyaç ve progra- ma cevap verebilmelidir.

Andre Gide «sonra en eski addedilecek şey ilk önce en modern addedilmiş olanıdır; her hoşa gitme her beğenme ilerideki bir buruşuğun müjdecisidir» der. Bu itibarla mimar yalnız teknikle bağlı kalmamalıdır.

Artık hoşa gitmeyecek binanın ileride yıktırılacağından bize bahsedilmesin, bunlar inflâsyon devrinin hayalleridir, yapı baki kalmalıdır ve hayatı uzatan maziyi yaratmalıdır.

Eski ülkelerin güzelliğini temin eden eski abideleridir.

Bir memleket eserleri ile eski olur; tabiat ise ebediyen genç- tir. San'atin gayesi bizi görmekten duyulan zevkin fevkinde telzizi ruh safiyetine kadar hazdan hazza sevketmektir.

(Baştarafı 184 üncü sahifada)

Odalardan birinin kirişleri arasında (H. 1258) tarihi o- kunmaktadır. Bu bina da XIX. yüzyıl yapısıdır. Bundan başka Bezginoğlu'nun yeni bir misafirhanesi de vardır.

Bu da yukarda bahsettiğimiz eski yapıya bitişik ve kıs- men sokak üzerindedir Bu da derinliğine bir sofa üzeri- ne dört oda olarak tertiplenmiş bir üst kata sahiptir.

Alt katında ahır ve samanlıklar bulunur. XIX. asrın so- nunda ve takriben zamanımızdan 80 sene evvel yapıldı- ğından eski ve klâsik Türk mimarlığındaki karakteri kaybetmiştir. Sokağı görebilen oda ve pencereleri var- dır. Orta sofanın iki tarafına yerleştirilmiş odalarla a- cayip bir plân göstermektedir. Sofaya ulaşan asma ah- şap merdiven binaya ekli gibi durmaktadır. Direkli sofa görülmemektedir. Yapı malzemesi eski binanın ay- ni ise de detay özellikleri tamamen değiştirilmiş alçı pencereler kaybolmuş şömineler yeni şekle girmiş ahşap saçak altları bağdadi ve alçı ile sıvanmıştır. Çatı ahşap- tır ve kiremit örtülüdür.

Ulus gazetesinin açtığı müsabakada üçüncülüğü kazanan bu karikatür mâna ve çizgi bakımından kıymet ifade

etmektedir.

Referanslar

Benzer Belgeler

uzunlukta zarif yeni asma köprü Boğaziçi sularının üstünden atlayarak kentin Asya yakası mahallerini Avrupa yakası mahal- lerine birleştirir, istanbul bugün 4 milyon

Sanayi sergisi alan sergi enformasyonu ve idari bürolar, Kişilik - simültane tercüme kabinlerini vij-~kçrrferpnş salonu, 300; kişilik tiy salonu ve servisleri Yüksek Blokta, te

Türk Ticaret Bankası, Emeklilik Sandığının, geçen sene aç';ığı, Adana'da bir banka şube binası müsabakasında 1 - 3 üncüye kadar derece alan projeleri bu

Oturma odası güçlükle havalandırılabileceği gibi tek soba ile evin bütün odalarının ısınmaları da gayrikabildir.. Derece alan bu üç projedeki mahzurların hiçbirini

yük kütüphanesi ve Vittoria bulvariyle Freguglia caddesinin teşkil ettiği köşede bir kahve-lokanta ile 1 inci kat plânı dol- muş oluyor. yüksekliğinde olup yalnız birinci

Zira uzvi- yet teneffüs ederken başlıca olmak üzere "sû buharı, gazı karbonik «C02» ve bir kısım da uz- vl mevat hasıl eder. Her hangi bir mahallin havasının bozulması

Bunun içindir ki, bu stadyumun ilk esas kısmını teşkil eden, asıl müsabaka yeri, diğer ikinci kısımlık temrin ve spor yerlerinden yüksek olarak inşa edilmiş ve bu

Amonyak üretiminde kullanılan ham madde- ler aşağıdaki tabloda elde edilen amonyağın içindeki saf azot miktarına göre verilmiştir.. Gelişmekte olan ülkeler ve Doğu Avrupa'-