• Sonuç bulunamadı

KONYA VAKIFLARI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KONYA VAKIFLARI"

Copied!
392
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KONYA VAKIFLARI

I. CİLT

KONYA KİTABI

XVIII

(2)
(3)

KONYA - 2021

Editörler

Prof. Dr. Caner ARABACI Prof. Dr. Nesimi YAZICI Prof. Dr. İsmail KIVRIM Doç. Dr. Ahmet AKMAN Doç. Dr. Mustafa AKKUŞ

KONYA KİTABI XVIII

KONYA VAKIFLARI

(4)
(5)

İMTİYAZ SAHİBİ Konya Ticaret Odası Adına Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk ÖZTÜRK

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Özhan SAY

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Mustafa AKGÖL EDİTÖRLER

Prof. Dr. Caner ARABACI Prof. Dr. Nesimi YAZICI Prof. Dr. İsmail KIVRIM Doç. Dr. Ahmet AKMAN Doç. Dr. Mustafa AKKUŞ YAYIN KURULU Abdullah ACIBADEM Arif AYYILDIZ

Mustafa KARAMERCAN Salih ÖZKAN

Teoman YILMAZ

BU SAYIYA KATKIDA BULUNAN BİLİM KURULU

Prof. Dr. Ayşe Dudu KUŞÇU Prof. Dr. Caner ARABACI Prof. Dr. İsmail KIVRIM Prof. Dr. İzzet SAK Prof. Dr. Mustafa GÜLER Prof. Dr. Nesimi YAZICI Prof. Dr. Yusuf KÜÇÜKDAĞ Doç. Dr. Ahmet AKMAN Doç. Dr. Hasan Ali POLAT Doç. Dr. Mehmet KUTLU Doç. Dr. Mustafa AKKUŞ Doç. Dr. Yahya BAŞKAN Doç. Dr. Yakup KAYA Doç. Dr. Zehra ODABAŞI Dr. Öğr. Üyesi Sami AĞAOĞLU Dr. Öğr. Üyesi Şükriye Pınar ÖZYALVAÇ Dr. Öğr. Üyesi Ümit ESER

Dr. Nazif ÖZTÜRK Bekir ŞAHİN Mevlüt ÇAM

GÖRSEL SANAT YÖNETMENİ M. Fatih ÖZSOY

GRAFİK TASARIM

ÇİZGİ MEDYA • Mehmet ÇAKIR Telefon : 0 507 443 81 07 KAPAK MİNYATÜRÜ M. Fatih ÖZSOY İLETİŞİM ADRESİ KONYA TİCARET ODASI

Vatan Caddesi No.: 1 • Selçuklu/KONYA www.kto.org.tr

Tel: 0332 221 52 52 • Faks: 0332 353 05 46

BASKI-CİLT

Anadolu Ofset – İbrahim GÜVENÇ Matbaacılar Sitesi Muhabir Caddesi 6. Blok No: 13 • Karatay/KONYA

Telefon: 0332 342 01 60 (pbx) • 0332 342 03 76

www.anadolumatbaa42.com • anadolumatbaa42@hotmail.com Matbaa Sertifika No: 51489

BASIM TARİHİ ARALIK 2021

ISBN: 978-605-137-864-0

KONYA KİTABI XVIII

• Kitabın her hakkı Konya Ticaret Odası’na aittir.

• Kitapta yayınlanan yazılar, kaynak gösterilerek alınabilir.

• Makalelerdeki görüş, düşünceler, görseller ve bilimsel materyallerin hukuki sorumlulukları yazarlarına aittir.

(6)

İÇİNDEKİLER

TAKDİM . . . . 8

SUNUŞ . . . . 12

I. CİLT GİRİŞ Ahmet AKMAN, Sosyal ve Hukuki Bir Kurum Olarak Vakıf . . . . 19

1. BÖLÜM SELÇUKLU-BEYLİKLER Mustafa AKKUŞ, Burak ÇELİK, Türkiye Selçukluları ve Anadolu Beylikleri Dönemi Konya Vakıfları . . . . 37

Zehra ODABAŞI, Emir Celâleddin Karatay ve Karatay Medresesi . . . . 51

Mustafa AKKUŞ, Kadı İzzeddin’in Hayatı ve Konya’daki Vakıf Eserleri . . . . 97

Faik Serdar ALÇIN, Şemseddin Altun-Aba ve Vakıf Eserleri . . . . 109

Zehra ODABAŞI, Vezir Sâhib Ata Fahreddin Ali ve Konya’daki Vakıf Eserleri . . . . 129

Zehra ODABAŞI, Emir Tâceddin Pervâne ve Tâcü’l-vezir Külliyesi . . . . 157

Osman ÖZTÜRK, Konya Hızır İlyas(lık) Zaviyesi Vakfiyesi . . . . 171

Ayşe Dudu KUŞÇU, Selçuklular Döneminde Konya’da Hatun/Kadın Vakıfları . . . . 189

Yahya BAŞKAN, Konya’da Karamanoğullarına Ait Vakıflar . . . . 209

Mustafa AKKUŞ, Şükrü TAŞDELEN, Turgutoğlu Beylerinin Konya Vakıfları . . . . 231

Şükrü TAŞDELEN, Turgutoğulları Hatunlarının Konya Vakıfları . . . . 251

Osman ÖZTÜRK, Ahmet GÜMÜŞTOP, Anadolu Selçuklu ve Karamanoğulları Dönemi Konya Cami ve Mescid Vakıfları . . . . 271

Mehmet KUTLU, Selçuklu ve Beylikler Döneminde Konya Darüşşifa Vakıfları . . . . 289

Hatice ÇELİK, Selçuklu-Beylikler Dönemi Konya Çeşme ve Su Vakıfları . . . . 301

Büşra BAĞCI, Selçuklu ve Beylikler Dönemi Konya Zâviye Vakıfları . . . . 327

Şükrü TAŞDELEN, Türkiye Selçukluları ve Beylikler Dönemi Konya Türbe Vakıfları . . . . 351

Yusuf KÜÇÜKDAĞ, Konya’da Ahi Evran Zaviyesi Vakıfları . . . . 369

Mevlüt ÇAM, Mevlâna Celâleddin-i Rûmî (Celâliye) Vakıfları . . . . 377

(7)

II. CİLT

2. BÖLÜM OSMANLI

İsmail KIVRIM, Osmanlı Dönemi Konya Vakıfları . . . . 11

Bekir ŞAHİN, Osmanlı Dönemi Konya Kütüphane Vakfiyeleri . . . . 153

İzzet SAK, Şer’iye Sicilleri Işığında Konya’da Yapılan Câmi ve Mescidlerle İlgili Vakıflar (1650-1910) . . 191 Ahmet AKMAN, Avarız Vakıfları ve Konya . . . . 221

Yusuf KÜÇÜKDAĞ, Konya’da Mahmut Dede Zaviyesi Vakıfları . . . . 237

Şükriye Pınar ÖZYALVAÇ, Osmanlı Dönemi Konya Zaviyeleri . . . . 245

Yusuf KÜÇÜKDAĞ, Piri Mehmet Paşa Zaviyesi Vakıfları . . . . 273

Mustafa GÜLER-Ramazan Hüseyin BİÇER, Haremeyn’e İntikal Şartı Bulunan Konya Vakıfları . . . . 283

Adnan TÜZEN, Hicri 1280 Tarihli Muhasebe Kayıtlarına Göre Konya Vakıfları . . . . 301

Yusuf KÜÇÜKDAĞ, Konya Sultan Selim İmareti Vakıfları . . . . 323

Sami AĞAOĞLU, Şeyh Ahmed Efendi Vakfı . . . . 337

Hasan Ali POLAT, Osmanlı Dönemi Konya’daki Ulema Vakıfları . . . . 361

3. BÖLÜM CUMHURİYET Caner ARABACI-Ahmet TURAN, Cumhuriyet Devri Konya Vakıfları . . . . 387

Ümit ESER, Reddedilen Miras: Geç Osmanlı Devrinden Erken Cumhuriyet Dönemine Geçişte Konya’daki Vakıf Kurumları Üzerinde Devlet Kontrolü . . . . 403

Nazif ÖZTÜRK, Evkâfın Tasfiyesi ve Konya’da Sergilenen Uygulamalar . . . . 417

Halil İbrahim ÇELİK, Cumhuriyet Devrinde Osmanlı Eğitim Vakıflarının Kullanımı (Konya Örneği) . . . . 459

Yakup KAYA-Halil İbrahim ÇELİK, Cumhuriyet Dönemi Konya “Tesis”leri . . . . 489

Seyida ERKEK, Yerel Hizmetlerin Yerine Getirilmesinde Günümüz Vakıfları: Konya Örneği . . . . 509

Ahmet ÇELİK-Mustafa AKGÖL-Özhan SAY, Konya Ticaret Odası Vakıfları . . . . 525

Ahmet TURAN, Bir Söyleşi: Vakıf İnsan: Ali Taha Özaydın . . . . 537

(8)

TAKDİM

Konya Ticaret Odası olarak, şehrimizin eko- nomik ve sosyal yaşamını, tarihî ve kültürel de- ğerlerini ele alan KONYA TİCARET ODASI KONYA KİTABI XVIII. serisi olan “KONYA VAKIFLARI” konulu eserimizi sizlerle paylaş- maktan büyük mutluluk duyuyoruz.

Şehrimizin tarihi derinliklerindeki zenginlik- lerinin yazılı kaynak olarak kalıcı hale getirildiği Konya Kitabı serimizin her sayısında bölgemiz ve şehrimiz için tarihte büyük önem taşıyan konular ele alınıyor.

Konya Kitabımızda 1998 yılında yayımlanan ilk sayısından itibaren Konya’nın kültür, sanat ve tarihine ilişkin konulara yer verilmiştir. Bu eserde bugüne kadar Hz. Mevlâna’nın hayatı ve eserlerin- den, şehrin tarihsel gelişimine, yemek ve mutfak kültüründen, Ahilik geleneğine, kaybolmuş ve kay- bolmaya yüz tutmuş mesleklerinden, ticaret tarihi- ne ve göçlere kadar birçok konu yayımlanmıştır.

Konya’nın kültür, tarih ve ekonomi alanındaki zenginliklerini ortaya çıkararak gelecek nesillere aktarmak, kurumlarımız başta olmak üzere aslında hepimizin önemli bir görevidir. Konya’da vakıflar konusunda çeşitli çalışmalar yapılmış, bu çalışma- lar eser haline getirilmiştir. Ancak vakıf, Konya Ki- tabı serimizde bugüne kadar birkaç makale dışında toplu olarak işlenmemiş bir konudur. Bu nedenle Konya Vakıfları çalışması yayınımızın XVIII. seri- si için hazırlanmıştır. Yapılan bu çalışma ile derin ve zengin bir tarihe sahip olan kadim şehrimizin vakıflar konusundaki tarihi gelişimini yayınlarımız arasına eklemekten, gelecek nesillere aktarmaktan büyük bir mutluluk ve onur duyuyoruz.

Son olarak, yine büyük birikim ve kültürün var olduğuna inandığımız vakıf tarihi, tüm boyut- ları ile ele alınmış ve zengin bir içerikle sizlerin beğenisine sunulmuştur.

Değerli okuyucularımız,

Vakıflar, İslam toplumlarında her dönemde büyük önem arz etmiş, birlik, dayanışma ve yar- dımlaşma kültürünün oluşmasına katkı sağlamış, günümüze kadar gelmiş müesseselerdir.

Vakıf, “bir malın mâliki tarafından dinî, içti- maî ve hayrî bir gayeye ebediyen tahsisi” şeklin- de özetlenebilecek hukukî bir işlemle kurulan ve İslâm medeniyetinin önemli unsurlarından birini teşkil eden hayır müessesesini ifade etmektedir.

Kur’an-ı Kerîm’de vakıf kavramını ve kuru- munu doğrudan çağrıştıracak bir ifade yer alma- makla birlikte Allah yolunda harcama yapmayı, fakir, muhtaç ve kimsesizlere infak ve tasaddukta bulunmayı, iyilik yapmada ve takvâda yardımlaş- mayı, hayır ve yararlı işlere yönelmeyi öğütleyen birçok âyet, Müslüman toplumlarda vakıf anlayış ve uygulamasının temelini oluşturmuştur.

Türk tarihinin uzun bir döneminden günümü- ze kadar camiler, medreseler, kütüphaneler, şifaha- neler, hanlar, hamamlar, köprüler okullar, aşevleri, evlendirme kurumları gibi hayır kuruluşlarının va- kıflar tarafından kurulduğunu görüyoruz.

Vakıflar tarafından insanların huzur, asayiş ve güvenliğinin sağlanması amacıyla birçok müessese kurulmuştur. Zaviye ve özellikle tekkelerin, köyle- rin yolculuk güzergâhlarında kurulması teşvik edi- lerek ticaret ve seyahatin güvenliği teminat altına alınmıştır.

Vakıflar kanalıyla sunulan hizmetlerin o ka- dar geniş ve çeşitli olduğunu görüyoruz ki, sade- ce insanlara hizmet sunmakla yetinilmemiş, hay- vanlar da unutulmamıştır. Örneğin, kışın yiyecek bulamayan hayvanları beslemek üzere yem temin eden, ağaçlara ve uygun yerlere kuş yuvaları ya- pan vakıflar oluşturulmuştur. Kısacası, toplumun

(9)

ve çevrenin ihtiyaç duyabileceği her türlü hizmet ve yardımlar vakıflar aracılığıyla gerçekleştiril- miştir.

İslam dünyasında Hicretin birinci asrından başlayarak vakıfların kurulduğunu öğreniyoruz.

İslamiyet’te ilk vakıf, Peygamberimiz (s.a.v) ta- rafından Hicretin üçüncü senesinde Medine’de kurulmuştur. Peygamberimiz buraya, Fedek Hur- malığı’nı bağışlamıştır. İslam peygamberi bu hur- malığı, yolculara vakfetmiştir. Daha sonra ise Hz Ömer, Hz. Osman ve sahabe, O’nun yolundan gi- derek birçok vakıf kurmuşlardır. Dört Halife’den sonra Emeviler, Abbasiler ve diğer İslâm Devlet- leri tarafından da önemli vakıflar meydana getiril- miştir.

Büyük Selçuklu Devleti’nde de birçok dini müessese ve medresenin açılması ile vakıf teşki- latı birçok alanda yayılmıştır. XI. ve XII. asırlarda, devletin vücuda getirdiği dinî ve hayrî müessesele- rin vakıf kurumlarının artmasına vesile olduğunu görmekteyiz. Ayrıca büyük bir hayır, yardım dü- şüncesine sahip olan Selçuklu sultanları, şehzade- leri ve devlet adamları ile ileri gelenleri, bu dönem- de vakıf tesisinde birbirleri ile yarışmışlardır.

Selçuklular ve beylikler döneminde sayısız vakıflar kurulmuş, vâkıfların vakfiyelerinde be- lirttikleri şartlara göre, tayin edilen mütevelliler tarafından bu kurumlar idare edilmişlerdir. Selçuk- lulardan sonra ortaya çıkan devletler de ekonomik güçleri nispetinde vakıflara önem vermişlerdir.

Osmanlılar zamanında vakıf kurma geleneği, devlet henüz bir beylik durumunda iken başlamış- tır. Beyliğin sınırlarının genişleyip bir devlet hâli- ne dönüşmesi, imkânların da artmasıyla Osmanlı topraklarına katılan şehirlerde peş peşe vakıf mü- esseseleri kurulmaya başlanmıştır. Osmanlı Dev- leti’nde de vakıf müessesesi, kişilerin hayatında da toplum hayatında da önemli bir yere sahip ol- muştur.

Cumhuriyet dönemi ve sonrasında vakıflarla ilgili yaşanan bazı hadiseler olsa da bu alandaki ça- lışmalar devam etmiş, yine dönemin ihtiyaçlarına göre vakıflar kurulmuştur.

Son yıllarda ülkemizin ve dünyanın yaşadığı doğal afet ve felaketlere bakıldığında vakıflara her dönem ihtiyaç olacağını, bu hizmetlerin yine vakıf ve yardım kuruluşları aracılığı ile devam etmesi gerektiğini ifade edebiliriz. Bunu da geçmişteki örnek vakıf anlayışı ve çalışmaları ile öne çıkan Konya’mızın fazlasıyla yerine getireceğine inanı- yorum .

Değerli okuyucularımız,

Şehrimizin vakıf konusunda da zengin bir birikime sahip olduğunu, tarihi süreçte vakıf ça- lışmalarını aralıksız devam ettirdiğini, hem yeni vakıfların kurulduğunu hem de bu vakıfların çeşit- liliğinin artırıldığını görüyoruz.

Son dönemde yuva kuracak gençlerden, has- ta ve yaşlılara yardım ile mezarlıkların bakım ve onarımına kadar pek çok alanda vakfın kurulduğu- na şahit oluyoruz. Bu vakıflara, önümüzdeki yıl- larda, yenilerinin ekleneceğini biliyoruz. Çünkü ecdadımız yetimi, yoksulu koruyan, ihtiyaç sahibi tüm canlılara sahip çıkan bir medeniyeti bize mi- ras bırakmıştır. Biz de emanete sahip çıkarak vakıf geleneği ile bu çalışmaları sürdürme gayreti içinde olacağız.

Bu arada Ticaret Odaları da köklü bir yapıya sahip oldukları için bu alanda hizmet etme gayreti içinde olmuşlardır. Ticaret odalarının Ahilik kültü- ründen gelen ve toplumsal yardımlaşma ve daya- nışmayı önemseyen, vakıf kültürünü benimseye- rek kurulu bulundukları bölgelere hizmet vermeye gayret eden kurumlar olduğunu ve bu çerçevede vakıf çalışmaları yaptıklarını biliyoruz. Odalar bu geleneği, vakıf kurma yetkisi tanındıktan sonra kurdukları vakıflar aracılığı ile de yerine getirmeye çalışmışlardır.

(10)

Başta mesleki eğitim olmak üzere üniversite kuruluşuna kadar bölgelerinin sosyo ekonomik ve kültürel yapısını etkileyebilecek önemli faaliyetler yapmışlardır.

Konya Ticaret Odamız da bu süreçte vakıf çalışmalarına kayıtsız kalmamış ve vakıflar kur- muştur. Ülkemizin yaşadığı afet, sel, yangın gibi durumlarda çok hızlı hareket ederek afet bölgeleri- ne ya kendileri ulaşmış ya da vakıf ve yardım kuru- luşları aracılığıyla ulaşma gayreti içinde olmuştur.

Son olarak kurulan Konya Ticaret Odası Eği- tim ve Sağlık Vakfı, şu anda başta eğitim ve barın- ma olmak üzere birçok alanda çalışmalarını aktif olarak sürdürmektedir.

Değerli okuyucularımız,

Konya Kitabımızın ulusal ve uluslararası alanda özgün bir kaynak olması noktasında önemli bir yere geldiğini görmek bizlere büyük mutluluk veriyor. Bugüne kadar yayımlanan özel sayılarımız ilimizin, ülkemizin kültürel ve ekonomik tarihine ışık tutuyor, bilim çevrelerine ve araştırmacılara kaynak oluyor. İnşallah bu misyonunu sizlerin de ilgi ve desteği ile gelecek yıllarda da sürdürecektir.

Bu yayınımızda da çok sayıda özgün makale ve araştırma yazıları yer almıştır. Şehrimiz derin bir tarihe sahip olduğundan bu alandaki birikimin oldukça fazla olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle de Konya’nın vakıf tarihi diğer konular gibi bir iki cilde sığacak bir konu değil. Ancak alanda yapı- lan çalışmaları ve yeni araştırmaları imkanlarımız ölçüsünde sizlere aktarmaya gayret ettik. Kaynak bir çalışma olarak araştırmacılarımızın hizmetine sunuyor, beğenerek okuyacağınızı ümit ediyoruz.

Yeni bir eseri daha ortaya çıkarmanın mut- luluğunu sizlerle paylaşırken, KONYA KİTABI XVIII’in editörlüğünü yapan Prof. Dr. Nesimi YA- ZICI, Prof. Dr. Caner ARABACI, Prof. Dr. İsmail KIVRIM, Doç. Dr. Mustafa AKKUŞ ve Doç. Dr.

Ahmet AKMAN hocalarımıza değerli katkıların- dan dolayı çok teşekkür ediyoruz.

Yine bu sayımıza makale vererek çalışmaları- nı bizlerle paylaşan değerli akademisyenlerimize, yazarlarımıza, Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlü- ğümüze, hazırlanmasından yayınlanmasına kadar emeği geçenlere çok teşekkür ediyor, yayınımızın ülkemize ve şehrimize fayda sağlamasını temenni ediyoruz.

Selçuk ÖZTÜRK Konya Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı

(11)
(12)

SUNUŞ

Konya, Türkiye’de sayıca en çok vakfa sahip şehirlerden birisidir. Bu özellik, yalnız son döneme ait değildir. Osmanlı devrinden Beylikler ve Sel- çuklu dönemine uzanmaktadır.

Vakıflar, kuruluş devri olan Türkiye Selçuklu- ları ve Beylikler devrinde, sadece hayırda yarışın kalıcı göstergeleri olmamıştır; aynı zamanda Ana- dolu’da tutunmanın ve bu toprakları vatanlaştırma- nın da en estetik vasıtaları olmuşlardır. Bu konuda varlıklı şahsiyetler, devlet adamları, kadınlar hayır yarışının öncülüğünü yapmışlardır.

Türkiye Selçukluları devrinde, Konya’da sa- dece kadınlara ait 83 vakıf eserin bulunması, hayır yarışı öncülüğü konusunda bir fikir verebilir. Kim- dir bu kadınlar? Sultan eş, kız ve torunları, saray mensupları, vezir, emir, kadı, hacib kızları, azatlı cariyeler, bir ön sıfatı olmayan halktan hayırse- verler. Çünkü ortak özellik, insan yararına ve Al- lah rızasına dönük eser dikmektir. Neler yaparlar?

Vakıfları, cami, mescit, medrese, kütüphane, darü- lilm, darülhuffaz, darüşşifa, maristan, han, hamam, çeşme, imaret, hankâh, tekke, zaviye, saray, köşk, türbe, köprüden kervansaraylara kadar çeşitlenir.

Asıl önemli ve günümüz bağnazlığı için göz açı- cı olan yönleri ise, hayırlarında din, cinsiyet, sınıf ayrımı yapmadan insana-canlıya yönelmeleridir.

Dünyanın salgınlı yıllar yaşadığı günümüzde, vi- rüsü-aşıyı kazanca çevirmeye çalışanlarla karşı- laştırılırsa; yirmi Anadolu darüşşifasında, gelen hastaların zengin, fakir olmasına, din, dil, ırk gibi özelliklerine bakılıp ayrım yapılmaksızın teda- vi uygulanması, hastalardan ücret ve masrafların alınmaması, asrımızın virüslü zihniyetini zorla- yacak bir tavırdır. Üstelik şifaevini temiz havadar yere inşa ederken, hastane binasında kullanılacak taşların, mikrop öldürücü (antiseptik) özellikteki kireç taşı olmasına dikkat edilmesi ayrı bir ince- liktir. Bu kurumlar, vakıftır. Yani dünyevi/seküler

yapılar değildir. İslam Medeniyetinin hayat verdiği anlayışın ürünleridir.

Selçuklu dönemindeki yardım yarışı ve ince- liğinin, gelenek olarak Osmanlı devrinde devam ettiğini belirtmeye gerek yoktur. Aynı kaynaktan, aynı kandan beslenen yeni devlet de Selçuklu’nun Anadolu’yu vatan haline getiren yüksek ve geniş anlayışını, yani Anadolu mayasını çalmaya devam etmiş, Anadolu’dan ötelere o özü yaymıştır. En do- ğal haliyle yapılan hayır yarışı, kültürel şekillen- dirmenin mahiyetini göstermesi açısından hayret vericidir. Kadınlardan birkaç hasbi, sıradan ama anlamlı örnek verilebilir.

Diyelim ki, Cennet Hatun 1664’te, Sedirler Mahallesi’ndeki Ken’ân Dede Câmisi için mahal- ledeki bağını vakfedivermiştir. Konya’nın Zincir- likuyu Mahallesi’nden Asiye Hatun, Cennet Ha- tun’dan farklı değildir. Mülkü olan bir Mushaf-ı Şerîf ve bağını, mahallesinde Ak Alioğlu Mes- cidi’ne 1686’da vakfeder. Ya Konya’nın Esenli Mahallesi’nden Şerîfe Hatun! O da 1713’te Sultan Selim Camisi için para vakfı kurar. Ahmedfakih Mahallesi’nden Sâliha Hatun, Kur’ân-ı Kerîm Vakfı oluşturup 1885’te bir adet yazma Kelâm-ı Kadîm’ini vakfeder. Bunlar tarih yazan Selçuklu sultanlarının yakınlarından, temel anlayış yönün- den çok farklı mıdırlar?

Vakıflar, bir yardım, merhamet toplumu olma- nın insana yansıtılan yüzüdür. Değilse kara kışta yiyecek bulamayan hayvanları beslemek üzere yem temin eden, ağaçlara ve uygun yerlere kuş yu- vaları yapan, çocuklara oyuncak temin eden, hiz- metlilerin kırdığı malzemeleri temin eden vakıfla- rın kurulması nasıl değerlendirilecektir?

Vakıflar, medeniyet değerlerine bağlılıktaki hasbiliğin değişik örneklerini verir. M. Güler-R. H.

Biçer’in kaleme aldıkları, Harameyn’e İntikal Şartı

(13)

Bulunan Konya Vakıfları onlardandır. Burada, İs- lam birliğinin merkezi olan Mekke ve Medine’yi, orada yaşayanları korumanın gönüllerde nasıl yer ettiğinin örneği vardır. Bu ve benzeri örneklerde, İslam âlemini, farz ibadet dolayısıyla haraca kesen bir anlayışı değil, Anadolu’nun Konya merkez, Ak- şehir, Ilgın, Kadınhanı gibi mütevazı ilçelerindeki, Mekke-Medine’de görev yapanları, fukarayı des- tekleyen anlayış görülür. Yani kutsal yerler üstün- den para kazanmayı değil, oraya maddi güç yağ- dırmayı öne çıkartan bu uygulamalar, günümüzle kıyaslandığında anlayış yönünden ihtişamlıdır. Kut- salı istismar değil, ortak değere hizmet öne çıkmak- tadır. Bu, İslam’ın adını katılaştırıp Haricileştiren kafa yapısı ile karşılaştırıldığında, bir değere bağ- lılıkta seviye ve samimiyet farkını göstermektedir.

Osmanlı ayrıca, Surre Alayları ile Mekke-Medine fukarasına yardım gönderirken, günümüzde bazı bölge devletlerinin yönetici ailelerine de “yardım alaylarını soymasınlar” diye ayrıca maddi destek veriyordu. Osmanlı, her vesileyle Harameyn’e hiz- mete, hadim olmaya, hacıları yedirme-içirme gele- neğini sürdürmeye çabalamıştı. Osmanlı’ya karşı İslam düşmanları ile iş birliği yapanlar ise, kutsal merkezler üstünden keselerini doldurmayı marifet sanmaktadırlar. 2019’da sadece Arafat vakfesi için hacı başına ev sahibi ülke tarafından 1250 riyalin kesildiği düşünülürse, Osmanlı anlayışının, vakıf yüce gönüllülüğünün yüksekliği fark edilecektir.

Ama vakıflar, temsil ettiği değerleri yükselt- mesin diye bazı dönemler darbeler aldı. Bu durum da medeniyetler arası savaşın bir uzantısı idi. Va- kıfların tasfiyesi, tarihi tabirle “kılavuzun karga”

olduğu bir süreçte gerçekleştirildi. Vakıfları dü- zenlemek için yasa çıkarılacaktı. Bu düzenlemeyi gerçekleştirmek üzere İsviçre’den bir uzman ge- tirildi. Avrupalı uzmanın rehberliğinde Vakıf Ka- nunu üzerinde çalışma yapıldı. 5 Haziran 1935’te TBMM tarafından kabul edilen 2762 sayılı Vakıf Kanunu, böylece yürürlüğe girdi.

Bu ara, vakıf eserler ve vakıf mülkler açık artırmalar veya birer oldu bitti ile satılıp elden çı- kartıldı. Özel mülke çevrilenlerin, bazı vicdanları kanatması gerekirdi. Bu konuda arşiv belgelerine dayalı olarak, Nazif Öztürk ve H. İbrahim Çelik can yakıcı örnekler verirler. Vakıf tahripçileri, yap- tıklarını meşrulaştırmak için, “vakıfların bizi geri bırakan kurumlar olduğu” yolunda bir söylem ge- liştirme işini de tarihimiz ve geçmişimize açık bü- htan halinde ihmal etmediler.

Vakıflara ait alanın daraltılması, erken cumhu- riyet dönemi ders kitaplarında, bu kurumlara yöne- lik birçok eleştirinin yer bulmasına sebep oldu. Bu eleştirilerden ilki, vakıf kurumlarının İslam top- lumlarının gelişiminde zararlı olduğu iddiasıydı.

Vakıfların, yardımseverliği teşvik etmesi yüzün- den, İslam toplumlarında şahsî teşebbüsün öldüğü ileri sürülüyordu. Diğer bir eleştiri, vakıfların İslam toplumlarının iktisadî anlamda geri kalmasındaki rolü idi. Bu görüşe göre vakıflar, İslam toplumla- rında gayrimeşru yollarla belirli ellerde toplanan gayrimenkul servetinin dolaşımına engel olmuş, böylece geri kalma sebebi olmuştu (Bk. Ü. Eser’in, Reddedilen Miras: Geç Osmanlı Devrinden Erken Cumhuriyet Dönemine Geçişte Konya’daki Vakıf Kurumları Üzerinde Devlet Kontrolü makalesine).

Köklere saldırı, hazin ve acı bir savrulmadır.

Buna Konya’dan bir örnek çok görülmemeli. Diya- net İşleri Başkanlığı, 1925’te Konya’da din eğitimi vermek amacı ile hafız mektebi açma girişiminde bulunur. Kanuna göre, okulun açılabilmesi için Maarif Vekaletinin izni gerekmektedir. 1925 yı- lında Diyanet İşleri Başkanlığı, Maarif Vekâleti ve Başvekâlet arasındaki yazışmalarda huffaz mekte- binin açılması için bütçenin hazırlanmasına karşın, Maarif Vekâleti okulun açılışına izin vermez. Zira Eğitim Bakanlığı, Konya’da bir hafızlık mektebine ihtiyaç olmadığı, Konya Vilayetinde yeteri kadar hafız ve hoca olduğu kanaatindedir. Konya Müf- tüsünün, gayrete gelerek hafız mektebini kendi

(14)

ikametgâhında açma teşebbüsüne de izin verilmez.

Konya Maarif Müdürü ve Maarif Vekâletinin görü- şüne göre, huffaz mektebi, maziye geri dönüşe ve köylü çocuklarının taassup içinde kalmasına neden olacaktır. Konya Müftülüğüne, huffaz mektebi için ayrılan tahsisatın engelli bireyler için harcanması tavsiye edilir. Maarif Vekâleti, resmi yazı ile Kon- ya’yı “taassup muhiti” olarak tespit etmiştir (Bk.

H. İ. Çelik, Cumhuriyet Devrinde Osmanlı Eğitim Vakıflarının Kullanımı (Konya Örneği makalesi).

Sonuçta, Konya’da Diyanet İşleri Başkanlığı tara- fından tahsisatı yapılan hafız mektebinin açılma- sına Maarif Vekâleti ve Konya Maarif Müdürlüğü izin vermediği için okul açılamaz. Bundan sonra- sı için “Adüvullah Cevdet” (Allah düşmanı Cev- det) unvanına sahip Abdullah Cevdet’in, aynı yıl Konya ziyareti üzerine yazdığı hatıratına bakmak gerekmektedir. Osmanlı ile mücadelede Siyonist örgütten diğerlerine varıncaya kadar her türlü düş- manla irtibat kurabilen bu adam, muzaffer bir eda ile önceden kalan hafız mekteplerinin de Konya’da adının “Kurtuluş” olarak değiştirildiğini, çünkü hafızlığın geriletici, zihin öldürücü bir işlevinin olduğunu anlatır. Medeniyet değerlerine karşı, va- kıf hafız mektepleri üstünden bir başarı daha ka- zanılmıştır. Hasım görülen İslam Medeniyeti ile mücadelede batı adına bir ileri adım daha atılmış, Konya’da adı “Kurtuluş” olan ilk ve orta mektepler açılmıştır.

Aslında vakıflar, asırlarca cömertlik ve yar- dımın, nehirler gibi susayan gönüllere taşındığı kurumlardı. Ama İslam Medeniyeti’ne aitti. Hiç mübalağa etmeden denebilir ki Yeşil Tuna ve kardeşleri “Nil-i Mübarek”, Büyük Fırat, Dicle ırk-din ayrımı yapmadan gittikleri yerlere nasıl bereket taşımışlarsa, vakıflar da öyle yapmışlardı.

Asırlarca iyilik, cömertlik, gönülden gönüle böy- lece akıp durdular. Tuna’nın göğsündeki kefensiz şehitlerle bereket taşıması, o büyük coğrafyayı ırk- çılığın, bölücülüğün kan döktüğü, katliam ve göç

coğrafyasına çevirenlere rağmen devam etmişti.

Nehirler semboldü. Nehir ruhlu yardım ve cömert- lik erleri idi, asıl akışı sağlayanlar. Türkistan’dan kopup gelip Anadolu’yu, Balkanları insani erdem- lerin ocakları haline çevirmişlerdi. İnsana yönel- mişlerdi. Haçlı zihniyetinin ırkçılık fesadı, o özü bozmasın diye, oralara maya çalmışlardı. Sadece Sarı Saltuk’un, Tunceli Hozat’ta, Romanya Baba- dağ’dan, Tuna Nehrinin doğduğu Blagay Alperen Tekkesi’ne varıncaya kadar çok yerde türbeleri vardı. Doğu Anadolu’dan Balkanlara bir “can”ın birçok mekânda ayak izlerinin takip edilmesi, Sarı Saltuk zihniyetinin bir geniş âlemi, nasıl “gönül coğrafyası” haline getirdiğini göstermeye yeterdi.

İnsana yardım eden, kurda-kuşa yediren bir yüce gönüllülüğün eri idi onlar. O gönüller, vakıflarını, tekkelerini kurarlar, hastaya şifa, aç olana ekmek götürürken ırklarını, mezheplerini sormazlardı. Sa- dece Allah’ın kullarına nazar ederlerdi. “Fırat’ın kuzuları”, Türkü, Kürdü, Ermeni’si ile, Haçlı ça- kallarının yemi olmasın diye çırpınmışlardı. Aynı vakıf insan tipine, kanlı dönemden de bir vakıf in- san örneği verilse açıklayıcı olabilir.

Hristiyan Medeniyetinin, ulusçuluk fitnesiyle, Balkanları, yani vakıf medeniyet coğrafyasını kana buladığı zamanlardır. Batılı güçlerin silahlandırma ve tahriki ile İstanbul’da “Ermeni Patırtıları” (is- yan) gerçekleşmiş, kan akmıştı. Ardından bir grup silahı Ermeni terörist, Payitaht İstanbul’da Os- manlı Bankası’nı basmıştı. Daha çok kan akacağa benziyordu. Ermeni yazar Agop anlatır (Bk. Hagop Mıntzuri, 2021, İstanbul Anıları 1897-1940, çev. S.

Kuyumcuyan, Aras Yayıncılık, s. 23, 56). Beşik- taş’ta nesiller boyu fırın işletip ekmek üreten Fırat boylarından gelme bir Ermeni aile vardır. Agop da onlardandır. İşlerini yapmaktadırlar. Yalnız, fitne azmıştır. Bu fırın ve işletenlerin, olaylar sırasında tahrip edilme tehlikesi vardır. Fırının bitişiğinde süpürge yapıp satan, dükkânı ayaklarını uzatabil- diği genişlikte olan bir Mustafa Ağa vardır. Mus-

(15)

tafa Ağa, Harputlu, iri yarı bir Müslüman Türk’tür.

Fakir ama bir Anadolu ereni, vakıf insan tipidir.

Ağustos 1896’da Mustafa Ağa, adeta ata kimliği- ne bürünür, Anadolu Alpereni Sarı Saltuk gibi olur.

Üstündeki Harput saltası, mavi çuhadan şalvarı ile

“96 olayları’nda tek başına fırının önünde” durur ve “saldırganları engeller”. Böylece o, kargaşada, Ermeni komşularının yağma veya tahribe uğrama- sını önlemiştir. Sonraki günler Mustafa Ağa, yine aynıdır. Ottan süpürgeler kesip bağlar, yeğeni de sırtına vurup Ihlamur, Akaretler, Maçka, Nişantası, Beşiktaş semtlerinde “Süpürgeci” diye seslenerek satmaya devam eder. O, “Fırat’ın kuzularını”, fitne deminde korumuştur. Ermeni ustalar ise, kutsamak üzere, üstüne “Haç” çizip ekmek üretmeye devam ederler .

Vakıf, medeniyet değerlerinin insan yararına pratiğe yansımasıdır. Bu bir derin anlayış, köklü kültürdür. Görünen müesseseler, o köklü, yük- sek anlayışın somutlaşıp, kurumlaşan şekilleridir.

Temelde, o müesseseleri kuran yüksek anlayışın insan tipinin, vakıf insanların da görülmesi gerek- mektedir. İtiraf etmek gerekir ki, bunu bir kitap ça- lışması ile ihata etmek kolay değildir.

Ama yine de iki ciltlik Konya Kitabı’nda Kon- ya vakıflarını değerlendirmeye çalıştık. Birbirinin devamı olan Selçuklu, Beylikler, Osmanlı, Cum- huriyet devri Konya vakıflarını, makaleler halinde üç bölümde okuyucuya sunduk. Çok değerli araş- tırmacı, bilim insanı ve yazarlarımız katkı verdi.

Alan insanı olarak bazı yazarlarımızın birden fazla makalesinden yararlandık. Bu tür eser çalışması, her zaman yapılamaz ve alan insanları da kolay ye- tişmez. Onun için Selçuklu dönemi ve devamı va- kıfları hakkında katkı veren Ahmet Akman, Ahmet Gümüştop, Ayşe Dudu Kuşçu, Burak Çelik, Büşra Bağcı, Faik Serdar Alçın, Hatice Çelik, Mehmet Kutlu, Mustafa Akkuş, Osman Öztürk, Şükrü Taş- delen, Yahya Başkan, Yusuf Küçükdağ ve Zehra Odabaşı’ya; Osmanlı Dönemi vakıfları ile ilgili

makalelerinden yararlandığımız Adnan Tüzen, Ah- met Akman, Bekir Şahin, Hasan Ali Polat, İsmail Kıvrım, İzzet Sak, Mevlüt Çam, Mustafa Güler, Ramazan Hüseyin Biçer, Sami Ağaoğlu, Şükriye Pınar Özyalvaç ve Yusuf Küçükdağ’a; Cumhuriyet Devri ile ilgili araştırmalarından faydalandığımız Ahmet Çelik, Ahmet Turan, Caner Arabacı, Ha- lil İbrahim Çelik, Mustafa Akgöl, Nazif Öztürk, Özhan Say, Seyida Erkek, Ümit Eser ve Yakup Kaya’ya müteşekkiriz. Var olsunlar. Eserin, gök kubbede hoş bir seda gibi kalıcı anlamda akisler bırakacağını umuyoruz.

Bu anlamda uzun süredir bir kültür hizmeti olarak Konya Kitaplarını yayınlamaya devam eden KTO Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Öztürk baş- ta olmak üzere KTO yönetimlerine, destek veren kurum çalışanlarına da teşekkür ederiz. Eserin, ya- rarlı ve yeni açılımlara öncü olması dileğiyle.

Editörler Prof. Dr. Caner ARABACI Prof. Dr. Nesimi YAZICI Prof. Dr. İsmail KIVRIM Doç. Dr. Ahmet AKMAN Doç. Dr. Mustafa AKKUŞ

(16)
(17)

GİRİŞ

(18)
(19)

Ahmet AKMAN*

*Doç. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi (aakman@erbakan.edu.tr) ORCID: 0000 00028697 1662

SOSYAL VE HUKUKİ BİR KURUM OLARAK VAKIF

ÖZET

Vakıflar, İslam Medeniyeti ile gelişip toplu- mun, hemen her alanda yaralarını sarmaya yönel- miş kurumlardır. İslam Peygamberi ve arkadaş- larının vakıf yaklaşımları, kendilerinden sonraki dönemlere model olmuştur. Vakıf kurmanın sahabe arasında çok yaygın oluşu, ilk dönemden itibaren hayra yönelişin hangi seviyede olduğunu gösterir.

İlk İslam devletlerinden itibaren gelişmesini sür- düren vakıflar, Selçuklu ve özellikle Osmanlılar devrinde zirveyi yakalamıştır. Erken cumhuriyet devrinde vakıfların tasfiye sürecinin başlatılması, tarihi gelişim açısından bir kesinti oluşturmuştur.

Vakıf adının tesise çevrilmesi, vakıf mülklerin sa- tılması, vakıf yönelişinde duraklamayı getirir. Fa- kat sonraki yasal düzenlemelerle vakıflar; tarihi, kültürel yapısı ile bütünleştirilmeye çalışılmıştır.

Toplumun bütünlük ve dayanışmasının sembol ku- rumu olarak vakıflar, günümüzde de insana, toplu- ma, ülkeye sahip çıkmanın özgün kurumları olarak etkinliğini sürdürmektedir.

Anahtar Kelimeler: İslam Medeniyeti, Vakıf, Sosyal Yardım, Hayır İşleri, Tesis.

(20)

WAQFS AS SOCIAL AND LEGAL INSTITUTIONS

ABSTRACT

Waqfs are institutions which have developed with the Islamic Civilization and aimed at healing the wounds of the society in almost every way. The waqf orientation of the Prophet of Islam and his friends composed a model for the following peri- ods. The prevalence of establishing waqf among the Companions shows that the level of inclina- tion towards a good deed from the first period.

The waqfs, which have continued to develop since the first Islamic states, reached their peak during the time of Seljuks and especially the Ottomans.

Initiating the dissolution process of waqfs in the early Republican Era constitutes an interruption in historical development. Replacing the waqfs to foundation and sale of waqfs properties stopped the tendency towards waqfs. But with the later le- gal regulations, foundations; tried to be integrated with its historical and cultural structure. Being the symbol of unity and solidarity of the society, today, waqfs continue their effectiveness as original insti- tutions of protecting socially people, society and country .

Keywords: Islamic Civilization, Waqfs, So- cial Assistance, Good Deeds, Foundation.

HUKUKİ MAHİYET

İnsan, her şeyden önce sosyal bir varlıktır.

Toplumu oluşturan bireylerin ihtiyaç duydukları konularda birbirlerinin yardımına koşmaları tarihi bir olgudur. Kişiler, güçlerinin yetebildiği oranda başkasına destek olurlar. Ancak bu desteğin daha kurumsal bir yapıdan üstelik sürekli gelme imkân ve ihtimalinin olması halinde kişiler, kendilerini daha güvende hissedeceklerdir. Böylece toplum- daki sosyal destek yapılarına güven artar ve sos- yal güvenlik duygusu gelişir. İslâmiyet ile birlikte gelen vakıf anlayışı gerçekte bu kurumsal anlama

oldukça yakın durmaktadır. Vakıf; tekil, tesadüfi ve bir defa yapılmakla tükenen yardımlar yerine sürekliliği benimseyen, toplumda yerleşik hale gelmiş hayır anlayışına hizmet etmektedir. Birçok alanda genel ve kapsayıcı ancak bazı alanlarda daha hususi yaklaşım ve her şeyden önce sürekli- lik unsuru, Müslüman toplumlarda zaman içerisin- de gelişmiş vakıf anlayışında belirleyici olmuştur.

Münferit çözümlerden ziyade şümullü ve kalıcı tesir meydana getirmek iddiası, yaygınlaşmasının ve giderek kurumsallaşmasının altındaki en önemli etkenlerden birisidir. Tabii bu anlayışın arka pla- nında, Hz. Peygamber’in (s.a.) genellikle her vak- fiyede yer verilen hadisindeki övgüye mazhar ola- cak ve sevap defterini kapatmayacak üç şeyden biri olan sadaka-i câriye anlayışı yatar. Sürekliliği olan hayır işlerini yapanların amel defterinin kıyamete kadar kapanmayacağı müjdesi bu hadiste verilir.

Bu müjdeden sonra İslâm toplumları, ilk andan itibaren bunu gerçekleştirecek olan en temel iyilik yolunun vakıf yapmak olduğunda görüş birliğine varmışlardır. Onun için İmam Şafii bu bakış açısı ışığında vakfın İslam’a özgü bir kurum olduğuna işaret ediyor1. Bu sebepledir ki, vakıf yoluyla ha- yır yapmamış sahabenin neredeyse olmadığı ifade edilir. İlk vakıfları Hz. Peygamber’in (s.a.) bizzat kendisi ve sağlığında iken ashabı yapmıştır. Hz.

Peygamber (s.a.) Fedek arazisini fakirlerin ihti- yaçları için vakfetmiş, sonrasında diğer sahabeler onu takip ederek Medine’nin su ihtiyacı için kuyu vakfı, ordu ve hacıların ihtiyaçları için başkaca vakıflar yapmışlardır2. Hz. Ömer’in kendisine bir arazisiyle ilgili olarak ne yaparsa Allah’ın hoşnut olacağını sorması üzerine, “aynını hapset, menfaat ve semerelerini sadaka ver” cevabı ile bu arazisi- ni vakfetmiştir. Bu tasarruf neticesinde vakfiyesi oluşturulmuş ve Hz. Hafsa vakfın mütevelliliğine

1 Şafii, el-Ümm, IV, 54.

2 Öztürk, Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, Ankara 1995, s. 128 vd.

(21)

getirilmiştir. Bu yerin aslının (rakabesinin) hap- sedilmesi (vakfedilmesi) ile artık o hibe edilmez, satılamaz, varis olunmaz ancak mahsulünden infak edilir olmuş ve bu suretle vakfın çerçevesi çizil- miştir3 .

Vakıf lafzı -v.k.f- fiilinden “menetmek, hapset- mek, vakfetmek” manalarına mastar ve aynı zaman- da vakfın ve vakfedilen malın kendisi olarak anlam kazanmıştır4. Istılahi anlamda Ömer Hilmi Efendi vakfı; “Vakıf menfaati ibadullaha ait olur veçhile bir aynı, Cenab-ı Hak’kın mülkü hükmünde olmak üzere temlik ve temellükten mahbus ve memnu kıl- maktır.” şeklinde tarif etmiştir5. Tariflerde genel- likle “ayn”dan bahsedilir ve bundan vakfa kişinin mülkü durumunda olan eşyaların konu olabileceği anlaşılır. Ebediliği gerçekleştirmede avantajı ol- duğu düşünüldüğünden başlangıç dönemlerinden itibaren gayrimenkul üzerinde yoğunlaşılmıştır.

Vakfedilen malın (mevkûf-vakıf mahalli), vakfe- denin kendi mülkiyeti ve zilyetliğinde hukuken mal kabul edilen (mütekavvim) bir mal ve “ayn”

olması gerekir. Şer’an mal kabul edilmeyenler ile alacak hakları ve menfaatler vakfa konu teşkil et- memektedir. Vakfedilen malın nizâdan âri bir şe- kilde malum ve muayyen olması, hisseli bile olsa tayin edilebilir olması gerekir6. Vakıfta vakfedilen maldan istifadenin sürekliliği akar ile daha çok sağlanabilmektedir. Bu vasfı taşımayan veya kul- lanılmakla tükenme özelliği arz eden eşyalardan, istifadenin sürekliliğini sağlayamayacağı endişesi vardır. Zaman içerisinde özellikle gayrimenkule

3 Buhârî, Vesâyâ, 29; Müslim, Vasiyye, 15; Ebû Davud, Vesâyâ, 13;

Tirmizî, Ahkâm, 36.

4 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Beyrut ty, X, 358.

5 Ömer Hilmi Efendi, İthafü’l-Ahlâf fi Ahkâmi’l-Evkaf, VGM ya- yını, Ankara 1977, mesele 1; Ali Haydar Efendi, Tertibü’s-Sünuf fi Ahkami’l-Vukuf, İstanbul 1337/1340, md. 2; Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarihi Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Milli Eğitim Bası- mevi, Ankara 1993, III, 576-577.

6 İbn-i Abidîn, Reddü’l-Muhtar, IV, 361; Ömer Hilmi, mesele 65, 66; Bilmen, Istılahat, IV, 314.

bağlı vakıflar ile örf ve âdete dayalı olarak istisna oluşturan menkullere ve Osmanlıda daha çok yay- gınlaştığını gördüğümüz para vakıflarının cevazına ulaşılmıştır7. Ayn-ı memlük olmayan mallar, borç- lar, menfaatler kural olarak vakfedilememektedir.

Bu bakımdan henüz tahsil edilmemiş bir alacak vakfedilememekte, ancak vasiyet yoluyla vakfı mümkün olmaktadır8. Vakfın oluşması bakımından vakıf malda başkasının hakkı olması, vakfın kurul- masına kural olarak engel teşkil etmez. Başkasının hakkı zâil olunca örneğin kiralık malda kiracının bu vasfı son bulunca, vakfedilen mülk vakıf hiz- metlerine kullanılır hale gelir9 .

Vakfedildikten sonra malın temlik ve temel- lüğe uygun olmamasından kasıt da genel anlam- da vakfedilen malın artık îcar ve istîcar dışında alım-satım, hibe vasiyet, miras gibi mülkiyet de- ğişikliğine sebep olan hukuki tasarruflara konu olmamasını anlatır10. Hanefi Mezhebi içerisinde vakfın câiz oluşu ile alakalı bir görüş ayrılığı ol- mamakla beraber, Ebu Hanife, İmameynden farklı olarak vakfın bağlayıcı olmadığını ileri sürer. Ebu Yusuf’a göre “vakfettim” demekle kuruluş tamam- lanmakta, ancak İmam Muhammed’e göre ise ayrı- ca mütevelliye teslimi de gerekmektedir. Osmanlı uygulaması vakfın bağlayıcı olduğundan yana ge- lişmiştir11 .

Vakfeden kimseye vâkıf, vakfedilene de mevkûf adı verilir. Vakıfta menfaat insanlara, top- luma ve kamuya tahsis edilmekte, bununla bir ya

7 Özcan, Tahsin, Vakıf Medeniyeti ve Para Vakıfları, İstanbul 2010, s. 107; Bedir, Murteza, Buhara Hukuk Okulu, II. Baskı, ISAM Ya- yını, İstanbul 2014, s. 196 vd.; Heffening, W., “Wakf”, Encyclopa- edia of Islam, First Edition, 1936, vol. 8, (ss. 1096-1103), s. 1096.

8 Ömer Hilmi, mesele 60; Ali Haydar, Tertîb, md. 233; Bilmen, Istılahat, IV, 313.

9 Ömer Hilmi, mesele 61, 63.

10 Berki, A. H., Vakıflar, İkinciTab’ı, İstanbul 1946, s. 54.

11 Ömer Hilmi, İthaf, mesele 119-122; Imber, Colin, Şeriattan Kanuna, Ebussuud ve Osmanlı›da İslami Hukuk, çev. Murteza Be- dir, İstanbul 2004, s. 161.

(22)

da birden çok menfaatin veya kamu hizmetinin sağlanması hedeflenmektedir. Vakfeden, vakıftan meydana gelmesini arzu ettiği amacına yönelik olarak vakfın cihetini ortaya koyar. Vakfedenin bunları, vakfı kurarken belirlemesi gerekir. Vakfe- den hukuki nitelik itibariyle bir mal topluluğu olan vakfına tahsis ettiği malını, belli bir gayeye özgüle- mesi gerekir. Buradaki gayenin İslâm vakıf huku- kunda “kurbet” adı verilen Allah’a yakınlaşmaya götürmesi beklenir. Vakfedenin itikad ve inancın- dan kaynaklı, kulluk, ibadet ve yakınlaşma olarak anlaşılabilecek bir düşünce ve bunun uygulamaya geçirilmiş hali kurbet anlayışına uygun düşer. Meş- ru olmayan, ahlak ve adaba aykırı şartlar geçersiz olup, bu tür konular için vakfın caiz olmayacağını ifade etmek gerekir. Vakıf kurulurken vakfeden, uyulmasını gerekli gördüğü şartlara vakfiyede yer verir. Bu şartlar ile belirlenmiş cihete de meşrûtun leh veya mevkûfun aleyh adı verilir. Evladi (zürrî) vakıflarda dahi kurbet kasdının varlığı, vakfenin nesli sona erdiğinde tahsis edilen malların gelirinin fukaraya rücu’ edeceğinin şart koşulması ile uygu- lamada kendisini göstermiştir12. Lehine vakıf yapı- lan hususta şüphe ve tereddüt meydana gelebilecek ifadeler, vakıf oluşumunu engeller. Fakat meşrûtun leh hiç zikredilmese dahi vakıf sahih ve o vakfın geliri fakirlere yönelik olmaktadır13 .

Vakıf hukukunda en temel hususlardan birisi,

“vâkıfın şartı, şari’in nassı gibidir.” kuralıdır. Bu esas, vakfedenin şartlarına uymayı, kanun koyu- cunun emri olduğu düşünülerek gerekli hassasi- yetin gösterilmesini âmirdir. Vakfın kuruluşunun tamamlanmasıyla birlikte, vâkıfın şartlarını muh- tevi vakfiyenin de iptal ve değiştirilmesi mümkün olmaktan çıkar. Bu kuraldan yola çıkarak vakfi- yedeki şer’i ve sahih şartlar, herkes için bağlayıcı ve tabir caizse uyulması gerekli kanun değerinde

12 Çilingir, Hanefî, Vakıf Hukukunda Gaye Unsuru, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2014, s. 121.

13 Ömer Hilmi, İthaf, mesele 71.

olur. Vakıfta şart meselesi, vakıflar hukukunun te- mel meseleleri arasında yer alır. Bu hususta bazı prensiplerden bahsedilebilir. Öncelikle, vakfın mahiyetine ve kendisi için vakıf yapılanların men- faatlerine uygun şartlara uyulması gerekir. Vakfın mahiyetine aykırı olan şartlar, örneğin vakıf malın gelecekte satılarak mirasçılar arasında pay edile- ceği şartı, vakıf hukukundaki ebedilik özelliğini zedeleyeceği için geçersizdir. Mütevellinin, her ne olursa olsun azledilemeyeceği şartı da geçer- siz olup, vakıf bu şartlar olmaksızın yoluna devam edecektir. Dolayısıyla görevini suiistimal eden mütevelli, hakim tarafından görevinden alınabi- lecektir14. Ancak genel kural olarak vâkıfın şart- larına uyulmasının gerekli olduğunu unutmamak gerekir. Bu şartlar sebebiyledir ki, vakıflar uzun süreler boyunca ayakta kalmış ve vakfedenin he- def ve gayesine hizmet etme imkânı bulmuştur.

Değişen yeni veya başlangıçta ön görülemeyen şartlara uyum kabiliyetini ortaya koyan şartlar da vakfiyelerde bulunabilir. Vâkıf, vakfiyedeki şart- ları hangi durumlarda kendisi veya mütevellilerin değiştirebileceğini de çoğunlukla yine bir vakıf şartı olarak öngörmektedir15 .

Bir vakfın kuruluşu için, öncelikle mülkünde olan vakfedilmesi câiz bir malı vakfedecek irâde ve ehliyete sahip bir kişi aranır. Buradaki ehliyet, temlik ve teberruya ehil olmaktır. Temlikten mak- sat, bir şahsın kendi malını bir başkasına bedelli veya bedelsiz devir ve kendi mülkünden çıkarma- sı; teberru ise, bu tasarrufun bedelsiz ve karşılık- sız yapılması ve bütün bu tasarrufların da hukuken geçerli olmasını anlatır16. Vakfedenin hür, akıllı, baliğ, ergin (reşit) ve mümeyyiz, tasarruf edeceği

14 Fetâvâ’l-Bezzâziye, F. Hindiye Hamişi, Mektebetü’l İslâmîyye, Diyarbakır 1393/1973, VI, 267-268.

15 Layish, Aharon, “The Family Waqf And The Shar’i Law Of Suc- cessıon in Modern Times”, Islamic Law and Socie, 4, 3, Brill Lei- den, 1997, s. 352-388.

16 Arsebük, Medeni Hukuk, I, s. 308.

(23)

malda mülkiyetinin tam ve sınırsız olması ile borç ve savurganlıktan dolayı kısıtlılık halinin (hacr) olmaması, tasarrufta rızasının bulunması gerekir.

Vakfedenin tam eda (fiil) ehliyetine sahip, reşit ve bâliğ olması gerektiği düşüncesinden hareketle, mümeyyiz olsun veya olmasın küçük, akıl hasta- sı, mükreh (zorlanmış), hür olmayan, mahcur (kı- sıtlı) ve mâtuhların (bunamış) bu konudaki tasar- rufları geçerli olmamaktadır17. Vâkıfın Müslüman veya başka dinden olması, vakfın kuruluşuna zarar vermez. Gayrimüslim vâkıfın, vakfın menfaatini Müslüman kimselere şart koşması ve bunun tersi de mümkündür. Zımmîler de böylece vakıf lehda- rı olabilmektedirler18. Vakfedenin sahip olduğu en önemli yetki, tevliyete ilişkin olup, bu görev velâ- yet mesabesindedir. Mütevelli tayini, devam şart- larını tespit ve görev tanımında vâkıfın iradesi esas alınır. Vakfedenlerin, kurdukları vakıfları, sürekli- liği olan ve düzgün bir yönetime sahip olmalarını temin etmeye çalıştıklarını vakfiyelerde görmekte- yiz. Vakfiyelerde bu maksatla, erşed ve eslah ta- birleri çokça geçer. Bununla aklı başında ve salih insan olmada daha önde olanların mütevelli olmak için tercih edildiklerini görüyoruz19 .

Vakıfta ebedilik ”te’bid” şarttır. Vâkıfın vak- fiyede, buna aykırı bir şart ortaya koymaması icap eder. Tanımlarda, temlik ve temellükten müebbe- den alıkoymaktan bahsedilir. Vakıflarda hukuken ebediliğin aranması ve ölüme bağlı bir tasarruf değilse hemen gerçekleşen bir mahiyet gösterme- si gerekir. Hatta bu ebediliğe halel getirecek şart- lar olduğunda, vakıf sahih, şart batıl olur görüşü vardır20. Pozitif hukukumuzda vakıf hükümleri

17 Hatemi, Vakıf Kurma Muamelesi, s. 83 vd.

18 Ömer Hilmi, mesele 56-57.

19 Ömer Hilmi, mes. 301; Ali Haydar, Tertîb, md. 1143-1145.

a Ömer Hilmi, İthaf, mesele 67-69, 70; Karinabadizade Ömer Hil- mi-İsmet Sungurbey, Eski Vakıfların Temel Kitabı, İstanbul 1978, s.54; Berki, Şakir, “İmparatorluk ve Cumhuriyet Hukukunda Vakıf Şartları”, VD, S. 10, s. 74, 77.

itibariyle de süreklilik gözetilmekle birlikte, vak- fın sona ermesi de öngörülmüş ve düzenlenmiştir (Türk Medeni Kanunu, md. 116).

Vakıfname yahut vakfiyeler, vakıf kurma işle- mini düzenleyen belgelerdir. Vakfiyeler, vakfede- nin vakfı kurma işlemi hakkındaki irade beyanını ve vakfettiği menkul ve gayrimenkul malların ni- teliklerini ve vakfedilme şartlarını, vakfın yönetim şeklini, gelirlerini ve bu gelirlerin harcanacağı yer- leri gösteren ve kadı tarafından şahitler huzurun- da tasdik edilerek kadı siciline kaydedilen resmî belgelerdir21. Vakfiyeler, ayrıca dönemin ekono- mik ve sosyal şartları hakkında da değerli bilgiler veren tarihi önemi haiz, vakıf defterleri ve kadı sicillerinde yer alan belgelerdir. Vakfiyelerin, hu- kuken meşruiyet ve geçerlilik kazanmaları için mahkemelerde, kadı ve şahitler huzurunda tasdik ve tescil ettirilmesi şeklinde bir yerleşik usulün varlığı sebebiyle, vakfiyelerle ilgili en zengin arşiv belgeleri Osmanlı dönemine aittir. Mahkemeler dı- şında kurulan vakıflar da geçerli olmakla birlikte, bağlayıcılık, vakıftan dönme gibi konularda ihtilaf çıkabilmekteydi22. Ayrıca tescil olmadan vakfın geçerli olmayacağına dair kadı sicili kaydı da var- dır23. Sadece İstanbul mahkemelerine ait sicillerde on bin civarında vakfiyeye rastlandığını söylemek gerekir24. Vakfiyeler, vâkıfın sağlığında yahut va- siyet yolu ile kendi irade ve tasarrufuna bağlı ve şahitler huzurunda yazdırılarak, kadılar tarafından tasdik edilmiş bir belgedir. Vakfiyelerin asılları, vakıf kurucusuna ya da mütevellilere teslim edilir

21 Köprülü, M. Fuad, İslâm ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi, Ankara 2005, s. 349-350.

22 Aydın, M. Âkif, Türk Hukuk Tarihi, 16. Basım, İstanbul 2019, s . 247 .

23 Üsküdar Şer‘îye Sicili, No.2, vr. 90a.; Dumlu, Emrullah, XVI.

Yüzyıl Osmanlı Uleması Arasında Para Vakıfları Etrafında Cere- yan Eden Tartışmalar (Ebussuûd, İbn Kemal - Çivizâde, Birgivî), İLTED, Erzurum 2015/2, S. 44, s. 324-325.

24 Aydın, M. Âkif, Kadı Sicillerinde İstanbul, Genişletilmiş 2. Bas- kı, İstanbul 2011, s. 20.

(24)

ve bir sureti de kadılar tarafından mahkeme sicil defterine kaydedilirdi25 .

Osmanlılardaki en eski vakıfların beyliğin ku- rucusu Osman Bey tarafından kurulduğu, Orhan Gazi adına tanzim edilen vakfiyelerden günümüze dört tanesinin ulaştığını biliyoruz26. Fatih ve Kanu- ni dönemi, vakfiyeler bakımından önceki dönem- lere göre daha zengindir. Bu dönemlerdeki vakfi- yelerden şehirlerin gelişmesi ve imar faaliyetleri hakkında da bilgi sahibi olmak mümkündür27. Vak- fiyeler, günümüze ulaşamamış olan birçok mimari eserin varlığını ortaya çıkarması açısından, özellik- le Selçuklu, Osmanlı arkeolojisi yönünden de katkı sağlamakta olup, varlığını koruyanlar için olduğu kadar, korumayan birçok mahalle ve yerleşim biri- minin mahalli tarihine de ışık tutmaktadır28 . Konya Sadreddin Konevi Camii ve Türbesi vakfiyesinden öğrenilen bilgilerden caminin dış kapısı üzerinde vakfiye şartlarına bağlı olarak bir darü’l-küttab (kütüphane)’ın varlığının yeniden kazılmış olması ile 1271-1272 tarihinde kitap ve kütüphaneye veri- len önemi kavramış bulunuyoruz29 .

Vakfın yönetiminde de vakfedenin arzu ve iradesi esas alınır. Vâkıf vakfın yönetimini kendi üzerine alabileceği gibi, yine kendisi tarafından ya- pılan bir tasarruf ile bir başka mütevelliye yönetim görevini şart koşabilirdi. Bu mütevelliye meşruten mütevelli adı verilir. Bazı şartlarla mütevelli tayini hâkim tarafından yapılmaktaydı. Bu halde atanan

25 Köprülü, M. Fuad, Vakıf Müessesesi, s. 265; Uğur, Yunus,

“Şer’iyye Sicilleri, DİA, c. 39, s. 9; Yüksel, Hasan, “Vakfiye”, DİA, c. 42, s. 469.

26 Uzunçarşılı, İ. Hakkı, “Gazi Orhan Bey Vakfiyesi”, Belleten, S.

19 (1941), c. V, s. 283.

27 Köprülü, M. Fuad, “Vakıf Müessesesi ve Vakıf Vesikalarının Ta- rihi Ehemmiyeti”, Vakıflar Dergisi, I (1938), s. 4-5.

28 Cantay, Gönül, “Türklerde Vakıf ve Taş Vakfiyeler”, XI. Vakıf Haftası Kitabı, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1994, s. 149.

29 Konyalı, İ. Hakkı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Kon- ya 1964, s. 487-488.

mütevelli söz konusudur ve buna mansûb müte- velli denmektedir30. Mütevellinin akıllı ve temyiz kudretine sahip, emanet sahibi ve vakıf işlerini yü- rütecek kudret ve ehliyette olması aranmaktaydı.

Gayrimüslimlerin, kölelerin, kadınların ve bedeni özürlülerin mütevelli olması ve ayrıca bir vakıfta birden fazla mütevelli ve de bir mütevellinin birden fazla vakfa tevliyet etmesi mümkündü. Mütevelli- nin riayet edeceği en temel husus, vakfın işlerini vakfiye şartlarına riayetle yürütmesidir. Vâkıfın be- lirlediği görev sınırları dışına çıkma zarureti oldu- ğunda hâkimin iznini almak gerekmektedir31. Mü- tevelliğin düşmesini gerektiren birtakım durumlar meydana gelebilirdi. Bunlardan ilki, mütevellinin vakfa, vakfın amaçlarına ‘hıyanet’ etmesidir. Vak- fiyede belirtilen görevleri yaparken ve yetkilerini kullanırken, başta vâkıfın şartlarına uyması gere- ken mütevelli, bu şartlara kasıtlı bir tarzda uymaz, görevini kötüye kullanır ve vakfı zarara uğratırsa bu zararı tazmin etmesi ve yaptığı fiilin ağırlığı- na göre azledilmesi gerekir. Mütevellinin, her ne yaparsa yapsın azledilemeyeceği şeklinde vâkıfın şartı olsa dahi buna uyulmaz ve hâkim kararı ile az- ledilebilir. Ayrıca sefahat türü davranışlara düşkün- lük, fısk, akıl sağlığının bozulması ve vakıf işlerini ihmal etmek gibi sebepler de mütevellinin azlini gerektirebilir. Bunlar aynı zamanda genel ahlak, adab ve kamu düzenine aykırılık halleridir. Vakıf- larda velayet-i âmme sahibi hâkimin denetimi, mu- hasebe kayıtları üzerinde veya rutin dışı şikayet ve benzeri gerekli durumlarda söz konusu olabilir32 . Ayrıca bazı vakıflarda nâzır adı verilen denetçiler de istihdam edilmişlerdir. Babüssaade Kapı Ağası Nezareti, Darüssaade Ağası Nezareti, Evkâf-ı Ha- remeyn Nezareti, Evkâf-ı Hamidiye İdaresi, Darp- hâne-i Âmire Nezareti gibi kurumsal bazı nezaret-

30 Akgündüz, Vakıf Müessesesi, s. 307.

31 Cin, Halil, ‘‘Osmanlı Devletinde Vakıf Hukuku’’, Vakıf Sempoz- yumu Kitabı, Ankara 2004, s.63.

32 Ömer Hilmi, mesele 314; Ali Haydar, Tertîb, md. 1158.

(25)

lerin denetimle görevli oldukları ve 1826 tarihinde Evkaf-ı Hümayun Nezareti’nin kurulmasıyla da mazbut vakıfların yönetim ve denetiminden, müte- vellileri tarafından yönetilen mülhak vakıfların ise denetimlerinden sorumlu olduğunu ve görevli ol- duğu bu ve diğer konularda bir merkezileştirmeye gidildiğini görmekteyiz33 .

Tarihi süreçte ortaya çıkan bu özgün hayır an- layışı, vermek ve paylaşmak temelleri üzerine ku- rulmuştur. İslam’ın ön gördüğü vakıf anlayışında kurb-i ilâhi, Allah’a yakın olmak, O’nun rızasını kazanmak diğer bütün amaçlara üstünlük sağlar.

İslâm toplumlarında tarihi gerçekler göstermiş- tir ki, vakıf yoluyla servetin tabana yayılması ve toplumsal dengelerin kurulması büyük oranda sağ- lanmıştır. Vakıf kurma, Hz. Peygamber’in söz ve fiileriyle ashabın ve sonraki Müslümanların yap- tıkları, hukuken geçerli ve mendub (dince makbul) bir fiildir. Ali Haydar Efendi, “vakfın meşruiyyeti kitap, sünnet ve icmâ’ı ümmet ile sabit olmuştur.”

demektedir34. Vakfiyelerin başlangıç kısımların- da yer alan; “Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz…”, ayetinin vakfa mesnet olduğu genelde kabul edilmiş ve in- sanların özellikle sevdiği şeylerden infak yapma- sı övülmüştür35. İslam hukukunda insanları vakıf yapmaya yönelten sebeplerin gerekçesini vakfiye- lerin başlangıç kısımlarında rahatlıkla bulabiliriz.

VAKFIN ORTAYA ÇIKIŞI

İslâm öncesi toplumlarda da vakfa benzer uygulamaların görülebileceği ileri sürülür36. Daha

33 Akgündüz, Vakıf Müessesesi, s. 336-338; Kahraman, Seyit Ali, Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti, İst. 2006, s. 1.

34 Kâsânî, Alâuddin Ebu Bekr, Bedâiu’s-Sanâi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’, 1406/1986, VI, 218; Ali Haydar Efendi, Tertibü, s. 5; Elmalılı, İrşâdü’l-Ahlâf fi Ahkami’l-Evkaf, İstanbul 1330, s.136-137; Bil- men, Ö. Nasuhi, Istılâhâtı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1969/1970, IV, 300, 304.

35 Âli İmran, (3) / 92.

36 Köprülü, M. Fuad, Vakıf Müessesesi, s. 309; Köprülü, Bülent,

“Tarihte Vakıflar”, AÜHFD 1951, c. VIII, S. 3, s. 506.

çok yerleşik toplumların sosyal yapılarında olmak üzere, bazı benzer kurumlara rastlanabilmektedir.

Bu tür toplumlarda dini yapıların bir nevi hükmi şahsiyeti olduğu da düşünülmüştür37. İslam bu mü- esseseyi, diğer milletlerde görüldüğünden daha çok geliştirmiş ve ona zamanla kayıtlı olmayan müstakil bir mal varlığı şahsiyeti izafe etmiştir38 .

Eski Yunan’da malın tahsis edildiği amaca uygun kullanılması anlamında vakıf benzeri bir anlayışa rastlanır. Ancak bağış ve vasiyet yolu ile insanların yararına olmak üzere mal tahsisi olgu- su, zamanla ortaya çıkmıştır. Hukukçuların önemli kısmı Roma’da vakfın müstakil bir şahsiyet ola- rak mevcut olmadığını düşünürler. Varlığına kâni olanlar da Roma hukukunda vakıf kurumunu ip- tidâi bir mahiyette görürler39. Roma hukukundaki bu anlamdaki res sacroe’lerin daha ziyade ibadete mahsus eşyalardan oluşmasına mukabil, İslâm hu- kukundaki hayri vakıflar ilahi yakınlaşmaya hiz- met eden gayelerle toplumun tamamı yahut belir- li kesiminin istifadesine açık olarak bir vakfeden (vâkıf) tarafından yapılan mal ve kamu hizmetle- ridir. İslâm hukukundaki sivil inisiyatifin baskın olmasına karşılık, Roma hukukunda res sacroe’le- rin oluşumu zaman içerisindeki gelişme seyrine uygun olarak kanun, senato kararı ve imparator iradesine ihtiyaç hissetmiştir. Roma hukukundan oldukça farklı olarak, İslâm hukukundaki vakıflar, vâkıfın kendi iradesiyle şartlarını serbestçe orta- ya koyduğu müstakil ve bağımsız bir mahiyet arz etmektedir40. Hristiyanlıktan sonra da dini yapılar ve kutsal mekânlar odaklı ve bunlarla bağlantılı

37 Hâtemi, Hüseyin, “Osmanlılarda Toprak Düzeni ve Vakıf Ku- rumu”, Osmanlı Ansiklopedisi Tarih / Medeniyet / Kültür, c. V, İz Yay., İstanbul 1996, s. 201.

38 Köprülü, “Tarihte Vakıflar”, s. 506.

39 Arsebük, Esat, Medeni Hukuk I, Başlangıç ve Şahsın Hukuku, İstanbul 1938, s. 300; Köprülü, “Tarihte Vakıflar”, s. 482.

40 Köprülü, “Tarihte Vakıflar”, s. 503; Köprülü, Fuad, “Vakıf Mües- sesesinin Hukuki Mahiyeti ve Tarihi Tekamülü”, Vakıflar Dergisi, 2 (1942), s. 7.

(26)

olarak vakıf yapılmıştır. Ancak burada bağlayıcı olmayan ve geri dönülebilen bir anlayış söz konu- sudur. Tahsisat kabilinden (irsadi) vakıflara daha çok benzer bir vakıf anlayışı ile mevcut olan dini yapılara bağışlar söz konusudur41. İslâm-Osman- lı uygulamasında olduğu gibi, ayrıca oluşturulan bir sivil vakıf şahsiyeti yerine, devletten ayrı var olduğu düşünülen kilise tüzelkişiliğine bir tahsis anlaşılmaktadır. Bunun dışındaki sosyal yardım- ları devlet, doğrudan yapma eğiliminde olmuştur.

Cermen hukukunda da bir ailenin tamamına ya- hut bazı fertlerine, bir malın gelirini tahsis etmek mümkün olmaktaydı. Bu durum, belirli bir süre yahut aile fertlerinin ölümüne kadar sürebilmekte- dir. Ayrıca Cermen hukukunda, kendinden önceki hukuk sistemlerinde görülen yükümlü bağışlama yerine İslâm dünyasında olduğu gibi bağımsız va- kıf kavramının var olduğu gözlemi vardır. Bu şekil- de devlet müdahalesinden korunmuş münferit mal toplulukları gelişmiştir42. Eski Türklerde yapılan araştırmalarda, İslâmiyet öncesi göçebe hayatının da etkisi ile vakfa benzer kurumsal yapılardan zi- yade toplumda, aç görünce doyurmak, çıplak gö- rünce giydirmek, dervişlere nezir vermek şeklinde yardımlaşma ve hayır yapma duygusunun gelişmiş olduğu, vakıf benzeri kurumların Budizmi kabul eden bazı Uygurlarda görüldüğü ve bir Manastıra yapılan bağ ve arazi tahsisinin bu kapsamda örnek olabileceği ifade edilir43 .

İslâm öncesindeki Arap toplumunda, yine başka toplumlarda görüldüğü gibi mabet ve onun çevresinde bazı vakıf benzeri oluşumları görmek mümkündür. Bir malın mabede ve putperestliğin

41 Arsebük, Medeni Hukuk I, s. 302; Köprülü, “Tarihte Vakıflar”, s. 480-481.

42 Köprülü, “Tarihte Vakıflar”, s. 483-488. Koyunoğlu, H. Hüsnü, Sosyal Politika Açısından Vakıflar, XVII Yüzyıl İstanbul Örneği, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2002, s. 81-83.

43 Hâtemi, Hüseyin, Önceki ve Bugünkü Türk Hukukunda Vakıf Kurma Muamelesi, İstanbul 1969, s. 15-17; Köprülü, “Tarihte Va- kıflar”, s. 490.

gereği olarak mabetle ilişkili öne çıkan ve kendi- sine tapınılan putlara hasredildiği ve bu anlayış çerçevesinde yürütülen çeşitli dini hizmetlerin ifasında bunların kullanıldığı görülür. Belli aile ve kabileler bu tür hizmetlerle görevlidir. Örneğin Ebu Şeybe ailesi, Hz. Peygamber (s.a.) zamanında Kabe’nin koruyucusu olarak ve giderek vakıf ben- zeri bir anlayışla hizmetlerin işletilmesi yönünde imtiyaz sahibi olmuştur. Geniş anlamda, Kabe’nin de Hz. İbrahim’e (a.s) ait bir vakıf eseri olduğu dü- şünülür44 .

İSLÂM MEDENİYETİNDE VAKIF Kur’an-ı Kerim’de vakıfla doğrudan ilgili hususi bir ayet bulunmuyor ise de, vakfın anla- mıyla mütenasip olmak üzere, Allah yolunda har- camak, hayırda yarışmak, yardımda bulunmak, sevilen mallardan infak, yetim ve fakirlere sadaka vermek, ihsan ve benzeri kavramlara çokça rast- lanır45. Yukarıda bahsettiğimiz Hz. Peygamber’in (s.a.) özellikle sadaka-i câriye hadisi46 ve bizzat kendisinin ve ashabının örnekliği ile vakıfların meşru ve müstehap bir fiil olarak câiz oluşu kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur47. İslâmiyetin esası sosyal ve ahlaki temeller üzerine bina edil- miştir48. Ali Himmet Berki’ye göre, “Eski kavim- lerde ibadethane ve emsali bir takım hayır mües- seseleri vücuda getirildiği sabit ve meşhut ise de, İslami şekil ve gaye ile fukaraya vakıf İslamiyet’le başlamış denebilir.”49

44 Kayaoğlu, İsmet. “Vakfın Menşei Hakkındaki Görüşler”, Vakıf- lar Dergisi, 11 (1978), s. 51.

45 Bakara, 2 / 26, 148, 177, 195; Âli İmran, (3) / 92; Nisa, 4, 36 / 114; Hadid, 57 / 18; Fecr, 89 / 18; Ahzab, 33 / 35,

46 Müslim, Vasiyye, 14.

47 Trablusî, İbrahim b. Musa, Kitâbü’l-İs’af fî Ahkâmi’l-Evkâf, Mı- sır 1320/1902, s. 3; Ali Haydar, Tertîb, s. 5; Serahsî, el-Mebsüt, XII, 27 vd; Kasani, Bedai’, VI, 218.

48 Berki, Ali Himmet, Vakıflar, İst. 1946, İkinci Baskı, s. 3. vd.

49 Berki, Vakıflar, s. 4, dn. 1; Ayrıca bk. Ömer Hilmi Efendi, İthafü’l-Ahlaf fi Ahkami’l-Evkaf, İst 1307, s. 8 vd. (İfade-i Mah- susa).

Referanslar

Benzer Belgeler

Düzenleme biçimi açısından bakıldığında Türkiye’deki kapitalizm öncesi üre- tim biçimine özgü kurumsal yapıların varlığının devam ediyor olması, kırsal

N.ura, irfana, büyüklüklere ve şiir ve edebiyatımız m mümtaz ve âlî şahsiyetlerine hürmet vadisin­ de ve — ebedî tarihimiz huzurun- ; da: — münevver

Şehirde hayır sahipleri tarafından vakfedi- len diğer hanlar ise, Küçük-zade Hacı Ahmed Ağa’nın, Çadırçeşme civarında bulunan bir hanı- nı 126 , es-Seyyid

Babasını erkek gibi taklit eden kızlar bile özde babası gibi ihtiyaçlarını karşılayacak başka bir erkeğe teslim olur.. Ancak, bu kızlar babalarından bir şey

Bu çalı ma farklı yayınevleri tarafından hazırlanmı olan ilkö retim ikinci kademe Türkçe kitaplarını türler açısından incelemeyi amaçlamı tır.. Çalı

de ise, belki de toplam bütün A v ru p a ’da bulunan ley­ lek sayısına yakın yuva vardır, ilkokul öğrencilerinin doğal varlıklara dikkatlerini çekebilmek

Haziran 2016’da Dünya’ya dönmesi beklenen ekibin bu süreçte istasyondaki ağırlıksız ortam koşullarında 250’den fazla bilimsel deney gerçekleştirmesi

1) Erciş’te yaşayan sağlık emekçilerinden bir aile hekimi ve 4 hemşirenin enkaz altında olduğu öğrenilmiştir. 2) Sa ğlık kurumunda çok sayıda yerel sağlık