• Sonuç bulunamadı

ĐSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESĐ BAŞKANLIĞI NA. (CMK 250. Maddesi Uyarınca Görevli ve Yetkili)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ĐSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESĐ BAŞKANLIĞI NA. (CMK 250. Maddesi Uyarınca Görevli ve Yetkili)"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ĐSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESĐ BAŞKANLIĞI’NA

(CMK 250. Maddesi Uyarınca Görevli ve Yetkili)

20.05.2009

Dosya No : 2009/85 E.

Konu : Mahkemenizin 06.05.2009 tarihli kararı uyarınca “Savunmama Đlişkin Đstemlerim”dir.

Tebliğ Tarihi : 13.05.2009

AÇIKLAMALAR :

Cezaevine gönderilen ve savunmamızla ilgili gereksinimleri sorduğunuz 06.05.2009 tarihli Kararınızın tebligatını aldım. Teşekkür ederim. Bu çerçevede isteklerimi yazıyorum.

1. Tebligatta, TCK 312 maddesinin başındaki “cebir ve şiddet kullanarak” ibaresi ile TCK 313 maddesinin “Halkı” bölümlerinin olmadığını üzülerek gördüm. Alttaki bölümde Heyet Başkanı imzasını görünce daha da üzüldüm. Heyetinizden öncelikle tüm resmi doküman ve yazılarda TCK 312 ve TCK 313’ü böyle kısaltmamanızı talep ediyorum. Çünkü bu şekilde kısaltmayı öncelikle iddia makamı ve daha genelde de bir kısım medya organları yapıyor.

Bu dava çerçevesinde şu anda tutuklu bulunan 100’e yakın kişi var ve bunların neredeyse tamamı, hayatlarının hiç bir döneminde “cebir ve şiddet” kullanmamış yurtsever insanlar. Đddia makamı, bu “cebir ve şiddet” kullanımını ispat etmekle yükümlüdür. Ne kadar yapabileceklerini dava sürecinde göreceğiz.

TCK 313’teki “Halkı” kelimesi de yine iddia makamı ve birkısım medya organlarınca ısrarla ve kasıtlı olarak atlanmaktadır. Savcılık makamı bir takım “darbe girişimleri”

iddiasında bulunmaktadır. Bu iddialarla ilgili tartışmalar dava sırasında görülecektir.

Ama bu iddiaların doğrululuğu bir an için kabul edilse bile, TCK 313 maddesi, “darbe girişimleri” ile ilişkilendirilemeyecek bir maddedir. Savcılık bu yanlışa ısrarla düşmektedir. Sayın heyetinizin de aynı yanlışa düşmemesini diliyorum.

Açıkladığım bu iki husus, davanın tüm ruhunu etkileyen bir “turnusol kâğıdı”

niteliğindedir. O yüzden heyetinizden bundan sonraki yazışmalarda Kanunun ilgili maddelerini, Kanun koyucunun düzenlediği şekilde “normal” hali ile yazmanızı talep ediyorum.

2. Yine heyetiniz, ilgili tebligatta cezaevi müdürlüğünden, tutukluların isimlerini yazarak bu isimlerin 20 Temmuz 2009’da saat 9.30’da mahkemede bulundurmasını istemiş.

Bu ibarenin başına muhakkak “Eğer tutuklulukları bu süre içinde devam ederse”

lafını koymanız gerekiyordu. Ama daha duruşmaya 2 ay varken siz peşinen bu

(2)

tutukluların hepsinin tutukluluklarını devam edeceğini varsayıyorsunuz. Aynı yanlışı 24.04.2009 tarihli almış olduğunuz Nisan ayı gözden geçirmesinde de yapmıştınız.

Kararınızın son paragrafında, “duruşma gününün beklenmesine” diyerek dükkânı kapattınız.

Hâlbuki 25.03.2009 tarihli Tensip Tutanağınızda, 9. madde de şöyle demiştiniz;

“Tutuklu sanıkların tutukluluk durumlarının otuzar günlük süreler halinde re’sen incelenmesine”. Yani tensip tutanağına göre siz Mayıs ve Haziran aylarında 2 tane daha aylık gözden geçirme yapacaksınız. Ama bu tebligatta ve 24.04.2009 tarihli kararınızda ihsası reyde bulunarak Mayıs ve Haziran ayı, aylık gözden

geçirmelerini sakatladınız. Ben ve bu dava da sanık durumundaki birçok arkadaşım şimdiden Mayıs ve Haziran ayı gözden geçirmelerinde hiç bir tutukluyu serbest bırakmayacağınızı artık biliyoruz. O kararları formalite icabı alacaksınız. Aslında bir değerlendirme yapmayacağınız konusundaki kanaati tüm sanıklar çoğunlukla paylaşıyorlar. Çünkü heyetinizin kafasında, 20 Temmuz 2009 tarihine kadar hiç bir tutukluyu “bırakmama” kararının olduğunu düşünüyorlar. Ben bunu bile kabul edebilirim. Ama bu gözden geçirmelerin birer formalite olmadığını ve onlarca kişinin hürriyetinin doğuracağı mağduriyetin hukuki ve fiili sonuçlarının sizlerin elinde olduğunu lütfen unutmayın.

Ayrıca CMK 104/1 maddesi uyarınca, her aşamada tahliye dilekçesi verebilirim.

Ama bu durumda, bunun hiç bir anlamı kalmıyor. Çünkü kafanızda hiç bir kanun maddesinde yazılı olmayan “ilk duruşmaya kadar hiç bir tutukluyu salmam” düşüncesi eğer varsa bu durumda kendimi tahliye dilekçeleri ile ifade etmenin ve heyetin kafasındaki “kuvvetli şüphe”yi ortadan kaldırmak için çaba sarf etmenin de hiçbir anlamı kalmıyor.

3–4 ayda yapılabilecek olan bir soruşturma için tam “9 ay” bekledik. Arkadan

iddianame için 15 gün bekledikten sonra, heyetiniz duruşma tarihi için “4 ay” öteye tarih verdi. Bu durumda gözaltına alınıp tutuklandıktan tam 13 ay sonra “hâkim yüzü”

görmüş olacağım. Her akşam evine gidip, ailesini gören, onlara sarılabilen sizler için bu çok uzun bir süre gelmeyebilir. Ama bizim gibi “haksız, hukuksuz, suçsuz ve delilsiz” olmak tutuklu bulunan kimseler için bu çok uzun bir süredir.

Tutukluluk süresince bizden çaldığınız her saati, yalnız bizden değil, sevdiklerimizden ve ailemizden de çalmış oluyorsunuz.

Üzülerek belirtmem lazım ki, sayın heyetiniz davanın başından beri temel insan hak ve özgürlükleri karşısında özensiz bir tavır izliyor. Tutukluluk ile ilgili aldığınız kararların neredeyse tamamı, AĐHM kriterlerine aykırı.

Modern hukuk, “bir masumun suçsuz yere tutuklanması yerine, 1000 tane

suçlunun tutuklanmamasını” yeğler. Çünkü “şüpheden sanık yararlanır.” Bu kural M.S 538’de toplanan Roma Konsülü tarafından karara bağlanmış ve Roma

Hukuku’na bir temel yaklaşım olarak girmiştir. Daha sonra da bu kural evrensel hukuk kuralı olarak tüm dünyada benimsenmiştir. Çünkü şüphe yanıltıcıdır ve

masumiyetin düşmanıdır. Herkes herkes hakkında şüphe duyabilir. Ama gerçek başka bir şeydir. Delil onun için önemlidir. Đnsan uygarlığı şüpheyi ortadan

kaldırmak için hukukta binlerce yıllık mücadele vermiştir. 2009 Türkiye’sindeki Ergenekon soruşturması ve kovuşturması sırasındaki tüm uygulamalar,

şüpheyi tekrar hatırlatmış ve iddianamenin tamamı şüpheden oluşmuştur.

Hakkımda tek bir somut delil yoktur. Şu ana kadar açık bir şekilde “şüpheden savcılar yararlanmıştır.” Bir kadı bile benim hakkımda böyle bir iddia ve

ithamlarda bulunmazdı Çünkü Đslam Hukukunda da temek kural, niyet okumak

(3)

ve şüphe değil, delildir. Đslam hukukunda “zinada bile” şüphe, zan değil, delil aranır.

Tüm bu gerçekler 2009 Türkiye’sinde hukuk alanında, 1500 yıl geriye gidip, uygarlık tarihindeki tüm hukuk kazanımlarını ve kurallarını yok saymaktadır.

Ama maalesef Đstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi bu konuda kötü bir sınav veriyor.

Bu çizgisini değiştirmesi ve modern hukuk yaklaşımları doğrultusunda hareket etmesi, Mahkemenizin Türk ve Dünya Hukuk Tarihinde adaleti sağlayan gerçek bir adalet dağıtıcı olarak anılmasını sağlayacaktır. Bunun aksi bir yaklaşımın Türk ve Dünya kamuoyunda doğuracağı sonuçları telaffuz bile etmek istemiyorum.

3. Konu 24.04.2009 tarihli Nisan ayı gözden geçirme kararına gelince, orada sayın heyetinize sormak istediğim iki konu var:

Birincisi, kararınızın 1. hükmünde, gözden geçirmeyi duruşmalı istemimi, “CMK’da zorunluluk yok” diye ret etmişsiniz. Hâlbuki ben CMK’nın 101/2. maddesine bakınca orada, “kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir” yazıldığını görüyorum. Bana göre bu açıkça, işin “duruşmalı” yapılmasını işaret ediyor. Yani CMK’na göre siz, “duruşma yapmak zorundasınız”. Aksi takdirde, verdiğiniz tüm

“tutuklamanın devamına” veya “tahliye talebinin reddine” kararlarının hepsi

“usul olarak” yanlış olacaktır.

Tüm Ceza Hukukçularının üzerinde uzlaştığı bu konuda heyetinizin, hukuki yorumunu daha ayrıntılı bir şekilde tarafıma bildirmesini talep ediyorum.

Bu konuda ki yorumumu destekleyen diğer maddelerde CMK 104/3 ve CMK 105.

maddeleridir.

CMK 104/3’te, incelemenin “dosya üzerinde” yapılması yetkisi sadece Bölge Adliye Mahkemelerine ve Yargıtay’a bir ayrıcalık olarak veriliyor.

Halbuki CMK 105’te ise “... sanık veya müdafiinin görüşü alındıktan sonra ...” diyor.

Aynı CMK 101/2’de olduğu gibi, bugüne kadar hiç bir “tutukluluğun devamı” kararında

“benim görüşüm” alınmadı. Çünkü benim görüşüm alınması için, benim duruşmada olmam lazım. Bunlar benim yorumlarım.

Ben bu yorumlarımla, sizin “CMK’da zorunluluk yok” kararınızın yanlış olduğunu düşünüyorum. Sayın heyetinizin yorumlarını bekliyorum.

Yine aynı kararın 2. hükmünde, “dosya kapsamı, atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması, aşamalardaki tutukluluk gerekçeleri, bir kısım atılı suçun CMK’nun 100/3. maddesinde sayılan suçlardan olması... “ diyerek 19 tutuklunun tamamına” kararı vermişsiniz. Bu saydığınız şeylerin hepsi hukuki gerekçeleriniz. Hâlbuki CMK’nun 101/2. maddesinde “... ilişkin kararlarda hukuki ve fiili nedenler ile gerekçeleri gösterilir” diyor. Yani siz, eğer, bir tutukluluğun devamına karar veriyorsanız;

a. Bunun hukuki nedenlerini, b. Bunun fiili nedenlerini, c. Bunların gerekçelerini,

(4)

göstermek zorundasınız. CMK öyle diyor. Ama sizin bu son kararınızda da, diğer tüm Mahkeme kararlarında olduğu gibi;

— Hukuki nedenlerin gerekçeleri,

— Filli nedenler ve,

— Fiili nedenlerin gerekçeleri yazılmamıştır.

Bence bu kararınızda “usul” yönünden yanlış. Ben, gerçekten, “niye tutuklu olarak yargılanmak zorundayım” anlayamıyorum. Aldığınız karar, bunu bana

söylemiyor. 19 farklı konumda, farklı isnatlarla suçlanan sanığa tek bir kalıp cümleyle, “tutukluluğun devamına” kararı verip, tüm AĐHM kriterlerini çiğnemiş oluyorsunuz.

Bu açıdan da heyetinizden, bu CMK maddesinin yorumunu bekliyorum.

Siz Türk Milleti adına, herkese eşit mesafede, adil bir yargılanma yapmak zorundasınız. Ben iddianameyi okuduktan sonra, Sinan Aygün’ün niye tutuksuz, benim niye tutuklu yargılandığımı anlayamıyorum. Çünkü siz kararlarınızda “kuvvetli şüphenin bileşenleri”ni hiç bir zaman yazmıyorsunuz. Bu durumda heyetinize verilen “takdir yetkisi”nin sınarları aşılmış oluyor. Siz eğer, benden “niye kuvvetli şüphelendiğinizi” yazsanız, belki de ben bu şüpheyi ortadan kaldıracak beyan ve ispatlarda bulunabileceğim. Ama siz bunu kararlarınızda yazmayarak ve devamlı aynı

“esrarengiz şüpheyi” öne sürerek tutukluluğumun devamına karar veriyorsunuz. Peki, ben suçsuz ve masumsam, size bunu nasıl anlatacağım? Bana bir yol

göstermediğiniz sürece, bu “kasıtlı” bir karara dönüşüyor. Heyetinizden, “niye Sinan Aygün tutuksuz (ve hatta yurtdışına çıkış yasağı yok), niye Birol Başaran

tutuklu?” sorusunun cevabını bekliyorum.

Tutukluluk konusu, bu davanın en önemli ve tartışmalı konusudur. Bu davada hiç tutuklu olmasa, bu dava çok daha tartışmasız ve hukuki mecrasında devam edebilir.

Tutuklu insanların çoğu, toplumda bir yeri olan, adresi, yeri, yurdu belli olan ve adalete hesap vermekten kaçmayan insanlardan oluşuyor. Mahkemeniz pekâlâ herkesi tutuksuz yargılayabilir. Hâlbuki böyle yapmayarak, uzun soruşturma ve kovuşturma süreleri boyunca insanları tutuklayarak, adeta bir “ön infaza” tabii tutmaktasınız. Dava süresinin sonucunda ortaya çıkacak tüm “aklanmalarda”, heyetinizin bu “tutukluluk kararları” uzun yıllar tartışılacaktır.

Adeta bir ön infaza dönüşen bu tutukluluklar, ülke insanını ikiye bölmekte ve siyasi kamplaşmalara sebep olmaktadır. Adalet ülkenin “huzuru ve güveni” için vardır.

Şu ana kadar sürdürdüğünüz tutum ve aldığınız kararlar, maalesef bu amaca hizmet etmiyor. Türkiye, Ergenekon davası başlamadan önceki 2007 yılına göre, şu anda çok daha huzursuz ve güvensiz bir ülke durumundadır. Sayın heyetinizin

tutukluluklara bu pencereden de bakmasını öneriyorum. Eğer bağımsız bir heyetseniz ve kimseye verilmiş bir sözünüz yoksa lütfen tutuklu sayısını minimuma indirin.

Aksi takdirde orta ve uzun vadede, esas ve usul açısından hukuka aykırı kararlara imza atan bir heyet olarak anılma riskiniz oluşacak.

Bir örnek daha vermem gerekirse, Đlhan Selçuk, iddia edilen örgütün yöneticilerinden biri ve ona yöneltilen önemli suçlamada Cumhuriyet gazetesinde yazdığı köşe

yazılarıydı. Tabii ki 83 yaşında, çeşitli sağlık sorunları olan Đlhan Selçuk’un tutuksuz yargılanması çok doğal. Ama Đlhan Selçuk, gazete de yazılarını yazmaya devam

(5)

ediyor ve bu da dünyanın sonu olmuyor. Türkiye batmıyor. Buna karşın ben tutukluyum. Đddianameye göre suçlamalar, panele katılmam, yazı yazmam ve telefonla konuşmam. Đddiaya göre de örgüt üyesiyim. Yılda 2 panele ya giderim ya gitmem, yılda 2 yazı ya yazarım ya yazmam. Zaten tutukluyken daha çok yazı yazabiliyorum. Peki, bu durumda ben niye tutukluyum? Yılda 2 tane panele katılırım, orada 70 kişiye konuşurum ve bu da Türkiye için çok risk mi yaratır?

Sizin vicdanınız gerçekten rahat mı çok merak ediyorum. Çünkü ben, çoğu zaman, büyük bir tiyatro oyunu oynuyormuşuz hissi duyuyorum. Đddia edilen örgütün birçok yöneticisi serbest ama onu çok daha “az şüpheli” “öz suçlu” görünen birçok kişi tutuklu. Đddiaların büyük bir kısmı “darbe girişimleri” ama neredeyse tutuklu hiç bir yüksek rütbeli asker yok. Ama avukat, gazeteci, iş adamı “darbe iddiasıyla” tutuklu.

Bu sorumda çok ciddiyim. Siz, gerçekten soruşturma aşamasından başlayarak

“adil bir yargılama” yapıldığına emin misiniz?

Bunun cevabını bekliyorum.

4. Savunmamı daha iyi hazırlayabilmem için, eklerde bahsi geçen “Đnceleme CD”lerinden bir kopya talep ediyorum. Heyetinizin bunu henüz incelememiş olması, bu isteğime bir engel teşkil etmiyor. Çok rahatlıkla bir CD kopyalanıp tarafıma verilebilir. Siz, dosyayı incelerken, ben de savunmamı hazırlarım. Bu CD’ye duruşmalar sırasında erişmem savunma hazırlığını kısıtlayan bir durumdur. O yüzden mümkün olan en kısa zamanda bir “inceleme CD” kopyası talep ediyorum.

5. Đddianamede “Hukuk ve Siyaset Okulu” iddiasında Cihan haber ajansından alınmış bir CD’den bahsediliyor. Bu iddia da hakkımdaki kritik iddialardan biri olduğu için, bir an önce bu CD’ye ulaşmam gerekiyor. O yüzden anılan CD’nin bir kopyasını, tarafıma en kısa zamanda, savunmamı hazırlamak amacıyla

istiyorum.

6. Yine savunmama dayanak olacak önemli konulardan birisi de telefon konuşmaları, istatistikleri. Anladığım kadarı ile savcılık gerekli araştırmayı yapmış ve elinde yeterli veri var. Fakat iddianameye sadece özetleri koymuş. Yani “x kişiyle 10 telefon görüşmesi” gibi. Ama hangi tarihte, süre ne kadar, SMS mi değil mi gibi detaylar yok.

Bu konuda maddi hatalar yapıldığını düşünüyorum. O yüzden savcılığın zaten elinde olan bu telefon görüşmesi detaylarını, şahsımla ilgili olanları, heyetiniz aracılığı ile istiyorum. Savunmamı hazırlayabilmem için kritik bir bilgi. En kısa zamanda tarafıma iletilirse çok mutlu olurum.

7. Savunmamla ilgili önemli konulardan birisi de kurgu. Normal bir soruşturmada, öncelikle bir kişiden bir nedenle (x) zamanında şüphelenilir, daha sonra teknik takip kararı alınıp telefonları dinlenir. Telefonlarda şüphe devam etmişse, belirli bir süre sonra gözaltı ve arama yapılır. Aramalarda ve ifadelerde gerekli

görülürse de tutuklama yoluna gidilir. Ben hakkımdaki bu senaryoyu merak ediyorum ve öğrenmek istiyorum. Çünkü ben benimle ilgili sürecin böyle işlemediğini düşünüyorum. Savunmamda da bunu işlemek istiyorum. O yüzden şu bilgilere ihtiyacım var;

- Kim, ne zaman, hangi nedenden dolayı benden şüphelendi ve soruşturmaya dâhil etti?

(6)

— Teknik takip kararı ne zaman alındı? Hangi mahkeme aldı?

— Telefon konuşmalarım; 2 tanesi iş ortağımla, 2 tanesi avukatımla, biri

muhasebecimle, biri işle ilgili sms, biri CHP kurultayında yönelik benim dışımda 2 adayın benim telefonum üzerinden konuşması, biri de Şener Eruygur’a

panel’le ilgili basında çıkan haberler nedeniyle yaptığım “teselli” konuşması. Bu telefon görüşmelerim sizce gerçekten benim için, bir “terör örgütü üyesi”

olmamı veya “darbeci” olmamı gösteren konuşmalar mıdır?

Suç unsuru taşıyorlar mı?

Yoksa Şener Eruygur tutuklanacak, onun yanına “altlık” olacak 2-3 kişiye ihtiyaç var, bunlardan birisi de ben miyim?

Heyetiniz bu muhakemeyi kolayca yapabilir ve gerçeği ortaya çıkarabilir.

— Gözaltına alınmamda ve aramalarda, bilgisayarımda çıkan ve tamamı işle ve sosyal yaşamla ilgili notlarım gerçekten suç teşkil ediyor mu?

Yoksa bilgisayarımın olmuş olması ve içinde bazı yazıların olması tutuklanmam için yeterli mi?

Başka bir ifade ile kurt kuzuyu her halükarda yiyecek de o yüzden akarsuyun neresinde durmasının bir anlamı yok mu? Ben bu senaryonun kendi tarafımı biliyorum. Soruşturmayı yürütenlerin penceresini merak ediyorum ve bu bilgileri soruyorum. Burada heyetinize yorum olarak sormak istediğim bir konu da var.

CMK’nun 135. maddesi;

“... suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkanının bulunmaması ...” diyor.

Bu durumda benimle ilgili dinleme kararı alındığında (bu karar zamanı) “elde şüphe var ama delil yok” zamanı mıdır?

Bunu sadece yorum olarak soruyorum. Sayın heyetiniz bu maddeyi nasıl yorumluyor?

8. Önemli konulardan birisi de, iddianamede suç-delil-istenen ceza kurgusunun çok kötü yazılmış olmasıdır. CMK’nun 170/3. maddesinin; (i) fıkrası; “yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi”ni, (j) fıkrası; “suçun delillerini” ve (h) maddesi de “yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri” gösterilir denmektedir.

Fakat iddianame “Anderson’dan masallar” anlatıp sonunda “TCK 312, TCK 313 ve TCK 314 istiyorum” diyor. Ben gerçekten hakkımda istenen maddelerin neden istendiğini anlamıyorum. TCK 314 maddesi, TCK 220’nin bir türevi olduğu için onu anlıyorum ve onu sormuyorum. Ama heyetinizden açık olarak, hakkımda istenen TCK 312 ve TCK 313 suçları için;

- Bu suçları nerede işlemişim?

- Bu suçları hangi tarihte işlemişim?

- Bu suçların delilleri nelerdir?

konularının tarafıma açık ve net bir şekilde tebliğ edilmesini talep ediyorum.

(7)

Savunmamı hazırlamam için bunlar hayati nitelikteki hususlardır.

9. Bu dava ile ilgili gördüğüm önemli bir konuda “medya” ayağıdır. Yaklaşık 2 yıldır, davanın %80’i mahkeme salonu dışında TV ve gazetelerde götürülüyor. Sanıklar hakkında her türlü suçlama ve iftiralar TV ve gazetelerden “kesintisiz” yapılıyor.

“Samanyolu TV” günde iki kere akşam ve gece haberlerinde Ergenekon Sanıkları ne kadar “eli kanlı” katiller olduğunu anlatıp duruyor.

Artık anladım ki TCK 285 ve TCK 288 maddeleri yasaya “süs” olarak konmuş.

Kimse uygulamıyor. Ortaya şöyle bir durum çıkıyor. Đki boksör ringe çıkmış. Birinin elleri bağlı, maç ediyorlar. Biz elleri bağlı bir halde, karşıdaki boksörü yenmeye çalışıyoruz. Tabii sadece yumruk yememeye çalışıyoruz. Bu maçı kazanma şansımız yok. Heyet olarak, siz elimizi, kolumuzu bağlamış durumdasınız. Mahkeme salonu dünyaya kapalı ve oradaki savunmaları kamuoyu duymuyor. Hâlbuki suçlamalar açık ve aleni. Küçük bir örnek vermek istiyorum. “Üzeyir Garih Cinayeti” ile ilgili malum medyada aylarca bir kampanya yürütüldü. Bazı sanıklar için insafsızca iftiralar atıldı.

Garip senaryolar TV ve gazetelerde anlatılıp durdu. “Ergenekon Örgütünün” Üzeyir Garih’i nasıl öldürdüğünü izledik. Peki sonra? Sonra dosya rafa kalktı. Siz bununla ilgili medyada herhangi bir düzeltme yâda özür duydunuz mu, yâda okudunuz mu?

Peki, ne olacak o sanıkların şerefleri, onurları? Ümit Sayın’a, Fikri Karadağ’a atılan o iftiralar ne olacak? Bizi tutukladığınıza göre, sağlığınız, onurumuz, şerefimiz size emanet değil mi? Bizlerin onur ve şerefini korumakta sizlere düşmüyor mı?

Ben heyetinizden “Ergenekon Davası” ile ilgili “yayın yasağı” getirmenizi istiyorum. Gördüğünüz gibi “Deniz Feneri soruşturmasında” bu pekâlâ yapıldı.

Bu davada da sizin yayın yasağı getirmeniz gerekiyor diye düşünüyorum.

Bu noktayı söylerken, başka bir noktayı da söylemeden edemeyeceğim. Bu davanın en üstünde siz oturuyorsunuz. “Türk Milleti”, bu konudaki tüm sorumluluğu

heyetinize vermiş durumdadır. Soruşturma ve kovuşturmanın birlikte

yürütülmesinden dolayı ( bu da çok sakıncalı, ayrıca konuşuruz), kamuoyu bu davanın “patronu” olarak savcıları görüyorlar. Hâlbuki bu işin asıl “patronu”, yargıçlar, yani sizin heyetinizdir. Bu ana kadar sadece mahkeme salonu ile ilgilendiniz. Ama doğru olan, mahkeme dışında da bu konuyla ilgili her konuda, son sözü her zaman sizin söylüyor olmanız lazımdır. Süreci sizin yönetiyor olmanız lazımdır. Şu andaki durum, maalesef, süreci savcıların yürüttüğü şeklindedir ve bu da yargı adına çok endişe vericidir.

Lütfen, “Ergenekon Davası” ile ilgili her türlü konuda ipleri, heyet olarak elinize alın.

Yalnız mahkeme salonu ile ilgili değil, bu davayla ilgili “tüm kararları” siz alın. Çünkü bu davayı layıkıyla götürmek, Türk Milleti adına “sizin sorumluluğunuzdadır”.

Savcılar, bu süreçte size, sadece, gerçeğin ortaya çıkmasında yardımcı olan unsurlardan sadece birisidir.

10. Son olarak ta, bu davanın bütününe bakmanız ve Türkiye’ye ne getirip ne

götürdüğüne bakarak, tüm ihtimalleri masada tutmanızı istiyorum. Çünkü ben bu davanın sonuçlarına bakınca şunları açık ve net olarak görüyorum;

- TSK, Ergenekon Davası sürecince yıpratılmış ve zayıflatılmıştır. Örnek, Eski Genelkurmay Başkanı bu davayla ilgili verdiği bir röportajda TSK’nın tüm gücünü kullansa bile Kandil’i alamayacağını öne sürmüştür. Hâlbuki bir ordunun en önemli gücü “caydırıcılığıdır”. Bu dava sürecinde TSK’nın caydırıcılığı aşınmış ve

zayıflamıştır.

(8)

- Bu dava ile birlikte MĐT’e karşı, güvensizlik artmıştır. MĐT Müsteşarı, “evet belgeler geldi, saçmaydı ama ilgili yerlere göndermek zorundaydım.” demiştir. Bu da MĐT’i kamuoyuna karşı çaresiz bir kurum konumuna dönüştürmüştür ve basit bir bürokratik yapı seviyesine indirmiştir. Hâlbuki MĐT, bizim “Milli Đstihbarat

Teşkilatımızdır” ve çok stratejiktir.

- Bu davada Emniyet güçleri çok yıpranmıştır. Süreç içinde ortaya çıkan bazı gerçekler, polis içinde cemaatçi bir yapıyı işaret etmiştir. Halkın bir bölümü polisi, Türk milletinin polisi gibi değil, bir cemaatin üyesi gibi görmeye başlamıştır.

- Bu davada yargı çok yıpranmıştır. Savcılar ve yargıçlar herkes tarafından hedefe konmuş ve eleştirilmiştir. Bir taraftan telefon dinlemeleri ve idari soruşturmalar ile bunalan yargı mensupları, diğer taraftan halkın bir bölümü tarafından “hükümetten aldığı talimatla çalışan” bir kurum gibi algılanmaya başlamıştır. Anayasa Mahkemesi birbirine girmiştir. Yargıtay huzursuzdur.

- Siyaset kurumu da bu dava yüzünden kutuplaşmıştır. Her Salı günü, grup konuşmalarında 15–20 dakika özel olarak bu davaya ayrılmaktadır. Bu kutuplaşma gittikçe halk arasında da yapılmaktadır.

Şimdi, tüm bu resmin bütününe bakarsak, Türkiye’nin bütün anayasal kurumları yıpranmış, ülkenin tüm gizli belgeleri internete düşmüş, halk ikiye bölünmüş.

Peki, tüm bunlar kime yarar?

Türkiye’nin zayıflamasını isteyen dış güçlere.

O zaman bu davayı ve süreci yürüten tüm birim ve kişilerden “şüphe etmek” sizin görevinizdir. “Türkiye’nin toplam gücünü” zayıflatmak isteyen bazı dış odaklar, polise, medyaya, siyasete, yargıya istihbarat ve gizli servis elemanı olarak sızmış olabilir.

Siz zaten tüm bunlarla ilgili şüphe duyuyorsunuzdur ama bir de şüpheli ve sanıkların gözünden ben hatırlatmak istedim.

Size çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Saygılarımla.

Birol BAŞARAN

Referanslar

Benzer Belgeler

geçen talep gününde söz aldığımda sınırlı zaman içinde üzerime atfedilen 36, 37 ve 38 nolu ek klasörlerdeki dijital verilerin ilk sayfalarını göstererek dikkatlerinizi

Sanık Birol Başaran:” Hayır ben o dediğim gibi belge şöyle şöyleyim, gerçekten bu iddianame ile ilgili çok okudum ekleri şey yaptım ama o belgelerin o

Sanık Emcet Olcaytu: ”Açıklayayım, anlaması çok kolay bunun ama anlaşılamadığına göre açıklayayım, ben Adil Serdar Saçan’la 2006 yılında Danıştay

Sanık Birol Başaran söz istedi verildi; Ben önce Mustafa Balbay’ın şeyini tamamlamak için bir şey söylemek istiyorum Sayın Balbay’ın söylediği şey zaten bütün

Sanık Durmuş Ali Özoğlu’nun; her bir sanığa isnat olunan iddianamede ayrıntısıyla açıklanan yasal dayanakları gösterilerek sevk maddesi düzenlenen suç ve olaylarla

Sanık Ahmet Tuncay Özkan söz istedi verildi :” sayın başkan değerli hazurun çok kıymetli katılımcılar, tutanakla ilgili başlamak istiyorum bende benim adım Ahmet Tuncay

Ahmet Çörtoğlu, Sanıklar Tuncay Özkan, Hasan Atilla Uğur, Levent Göktaş, Mehmet Ali Çelebi, Emin Şirin, Mustafa Dönmez ve bir kısım sanıklar müdafii

Özellikle Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI) ile birlikte dünyanın birçok yerinde çatışma çözüm süreçlerini inceledik ve halende bu çalışmaları