• Sonuç bulunamadı

Türkiye'de kent mültecilerinin sosyal içerme ve yersel uyumu sürecinde belediyeler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye'de kent mültecilerinin sosyal içerme ve yersel uyumu sürecinde belediyeler"

Copied!
134
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SİYASET BİLİMİ KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI

KAMU YÖNETİMİ BİLİM DALI

TÜRKİYE’DE KENT MÜLTECİLERİNİN SOSYAL

İÇERME VE YERSEL UYUMU SÜRECİNDE

BELEDİYELER

Ekin KOÇAK

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Hülya EŞKİ UĞUZ

(2)
(3)
(4)
(5)

ÖNSÖZ

Teze başladığım günden bu zamana bana her konuda yardımcı olan ve anlayış gösteren başta danışman hocam Doç. Dr. Hülya EŞKİ UĞUZ olmak üzere, yüksek lisans eğitimimin başlamasına vesile olan ve elinden gelen her türlü yardımı gösteren Prof. Dr. Ahmet AKDEMİR ve arkadaşım Emre Demirhan ÜÇHÖYÜK’e teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca beni her konuda destekleyen ve bu süreçte de yanımda olan annem İmren AKDEMİR’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

(6)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZET

Mart 2011’de Suriye’de başlayan iç savaş uluslararası bir soruna dönüşerek, Türkiye ve Lübnan başta olmak üzere birçok sınırındaki devlete ciddi düzeyde göçün gerçekleşmesine yol açmıştır. Suriye’den gelen göç ve mülteci krizine kadar ‘göç-veren’ bir ülke konumunda olan Türkiye, 2011 Mart’ından sonra ‘göç-alan’ ülke konumuna gelmiştir. Türkiye, sınır komşusunda devam etmekte olan iç savaşa duyarsız kalamamış, sınırında biriken göç dalgasına ‘açık-kapı’ göç politikası uygulayarak aktif siyaset yürütmüştür. Türkiye’nin, Suriyeli mültecilere yönelik uyguladığı maddi ve manevi destek zamanla Türkiye’yi ‘transit-ülke’ konumundan ‘hedef-ülke’ konumuna sürüklemiş ve Türkiye, bu göç hareketliliğine hazırlıksız yakalanmıştır. Ayrıca Türkiye, coğrafi konumu itibariyle Afganistan, Irak, Somali, İran’dan gelen göç hareketleri ile de karşılaşmakta ve özellikle Suriyeli sığınmacılar ile ilk ciddi ‘göç-alan’ ülke kimliğinin sınavını vermektedir.

Çalışmanın birinci bölümünde, uluslararası göçün, kuramsal, kavramsal içeriği detaylı incelenmiş ve göçün türleri, uluslararası göç kuramları belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde, Türkiye’de göç olgusu araştırılmıştır. Türkiye’de göç hareketlerinin tarihi süreci incelenmiş ve hukuki platformda gerçekleştirilen kanun, yönetmelik gibi uygulamaların yanı sıra idari ve fiziki yenilikler incelenmektedir. Son yıllarda yaşanan göçün kamp merkezlerinden çok kentlere kayması, kentler ve kentlerde yaşayanların etkilenmesine sebep olmaktadır. Bu çalışmada uluslararası göçle Türkiye’ye gelmiş ve kamp merkezleri yerine, kentlere yerleşmiş kent mültecilerinin, kente etkisine değinilmiş, Suriye’den Irak’tan Afganistan’dan Somali’den gelenlerin, mülteciliği ve kentliliği tartışmaya açılmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kent mülteciliğine bakış açısı araştırılmıştır. Araştırmalar sosyal içerme ve yersel uyum kavramları tanımlanarak başlamış ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin göç politikaları ve bu politikalarda belediyelerin rolü, yasal zeminde incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Entegrasyon, Göç, Kent Mültecileri, Sosyal İçerme, Yersel Uyum

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı : Ekin Koçak

Numarası :154228002007

Ana Bilim / Bilim Dalı : Siyaset Bilimi Kamu Yönetimi

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç.Dr. Hülya Eşki Uğuz

Tezin Adı Türkiye’de Kent Mültecilerinin Sosyal İçerme ve Yersel Uyumu Sürecinde Belediyeler

(7)

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

SUMMARY

Our country has the potential to reveal many products with different characteristics with the effects of its geographical location. In our country, many products originate from regions and regions where the origin belongs. Geographically labelled products that have become widespread in recent years in our country shows that our local products, which are grown in our land or prepared in our country, are being protected by laws. The transformation of these geographically labelled products into tourism products, especially the introduction and marketing of food products in the status of tourism products by making them a gastronomic element, supports regional development and enables tourism to continue its activities actively by diversifying.

As of May 2019, there are 409 geographically labelled products in our country and 252 of these products are in the food product group. In addition, 408 products have applied for the registration certificate and are in the process of evaluation. As it can be understood from the numbers, our country has a very rich potential in terms of geographically labelled products and the numbers are increasing day by day.

The aim of this study is to determine the recognition of products which are in geographically labelled status in Konya in terms of food and beverage as ‘wedding rice with meat’, ‘qıickbread with ground meat layer on top (Etli Ekmek) and ‘Kadınhanı Tahini flat bread’ and to examine the effects of these products on gastronomy tourism in Konya. In this context, the visitors who visited Konya were interviewed face-to-face and the missing data questionnaires were collected and 487 survey data were obtained.

The results were analyzed in SPSS 17.0 statistical analysis program and the results were interpreted by relevant tests. According to the results obtained, the fact that the phenomenon of geographically labelled does not affect gastronomy tourism however, it was observed that the awareness of the concept showed a significant and positive difference on gastronomy tourism. Keywords: Gastronomy Tourism, Geographical İndications, Special Interest Tourism, Sustainable Tourism, Konya.

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı : Ekin Koçak

Numarası :154228002007

Ana Bilim / Bilim Dalı : Siyaset Bilimi Kamu Yönetimi

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Doç.Dr. Hülya Eşki Uğuz

Tezin İngilizce Adı Municipalities In The Time Of Social Inclusion and Territorial Cohesion In Turkey Urban Refugees

(8)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI... i

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... ii

ÖNSÖZ ... iii

ÖZET ... iv

SUMMARY ... v

KISALTMALAR LİSTESİ ... viii

TABLOLAR LİSTESİ ... ix

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ULUSLARARASI GÖÇ ve KURAMSAL KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1.1. Göç Kavramı ... 6 1. 2. Göçün Nedenleri ... 8 1.3. Göç Türleri ... 12 1.3.1. İç- Dış (Uluslararası) Göç ... 13 1.3.2. Zorunlu - Gönüllü Göç ... 15 1.3.3. Zincirleme Göç ... 17 1.3.4. Beyin Göçü ... 17 1.3.5. Kalıcı- Geçici Göç ... 18 1.4. Göç Kuramları ... 19 1.4.1. Ravenstein’ın Göç Kanunları ... 19

1.4.2. İtme Çekme Kuramı ... 21

1.4.3. Petersen’in Beş Göç Tipi ... 22

1.4.4. Merkez-Çevre Kuramı ... 23

1.4.5. Göç Sistemleri Kuramı ... 24

1.4.6. Göçmen İlişkiler Ağı (Network Kuramı) ... 25

1.5. Uluslararası Göçün Ülkelere Etkileri ... 26

1.5.1. Uluslararası Göçün Kentlere Etkileri ... 30

1.5.2. Kent Mültecileri: Dünyadaki ve Türkiye’deki Durum... 33

İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE’DE GÖÇ SÜRECİ KENTE ETKİLERİ VE KENTLİ HAKLARI 2.1. Türkiye’de Göç Hareketlerinin Gelişim Süreci ... 39

(9)

2.1.2. Ulus Devletin Yerleştirilmesi Dönemi (1950-1980) ... 44

2.1.3. Ulus-Devletin Belirginleşme Dönemi (1980- Günümüz) ... 46

2.1.3.1. 2004 - 2013 Arasındaki Gelişmeler ve Düzenlemeler ... 49

2.1.3.2. 2013 ve Sonrası Gelişmeleri ... 52

2.2. Türkiye’ye Göçün Nedenleri ve Çeşitleri ... 54

2.2.1. Türkiye’ye Göçün Nedenleri ... 54

2.2.2. Türkiye’ye Göçün Çeşitleri ... 57

2.2.2.1. Sığınmacılar ve Mülteciler ... 64

2.2.2.2. Kitlesel Göç ve Geçici Koruma ... 67

2.3. Türkiye’de Göçün Kente Etkisi ... 70

2.3.1. Yurtdışından Gelen Göçmenlerin Türkiye’de Sosyo-Mekânsal Alanları 71 2.3.2. Kent ve İnsan Hakları Bağlamında Zorunlu Göçle Gelenler Mülteci Mi Kentli Mi? ... 74

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN KENT MÜLTECİLERİNE YÖNELİK SOSYAL İÇERME POLİTİKALARI VE BELEDİYELERİN ROLÜ 3.1. Sosyal İçerme ve Yersel Uyum Kavramları ve Tanımları ... 79

3.2. Türkiye’de Göçmen Entegrasyonu ve Göçmenlerin Dışlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar ... 90

3.3. Türkiye’deki Kent Mültecilerin Sosyal İçermelerinde Belediyelerin Rolü .... 94

3.3.1. Türkiye’deki Belediyeler ve Mülteci Politikaları ... 95

3.3.2. Kent Mültecilerinin Entegrasyonu ve Yersel Uyum Alanındaki Düzenlemelerde Belediyelerin Rolü ... 100

3.3.3. 5393 Sayılı ve 6360 Sayılı Kanunlara Göre Belediyelerin Sosyal Görevleri Kapsamında Kent Mültecilerinin Yeri ... 105

SONUÇ ... 107

KAYNAKÇA ... 114

(10)

KISALTMALAR LİSTESİ

AB Avrupa Birliği

ABD Amerika Birleşik Devletleri

BMMYK Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği

EGM Emniyet Genel Müdürlüğü

GKA Geri Kabul Anlaşması

T.C. Türkiye Cumhuriyeti

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği YUKK Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu

(11)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: Türkiye’ye Göç Gösterge Sayıları 2001-2010 ... 57

Tablo 2: 2016 Yılında Türkiye’de İkamet İzni ile Bulunan Yabancılar ... 59

Tablo 3: Yıllara Göre İkamet İzni ile Ülkemizde Bulunan Yabancılar ... 60

Tablo 4: Yıllara Göre Yakalanan Düzensiz Göçmen Sayısı ... 61

Tablo 5:Yıllara Göre Geçici Koruma Kapsamındaki Suriyeliler ... 69

Tablo 6: Geçici Barınma Merkezleri ... 72

Tablo 7: Geçici Barınma Merkezlerinde Kalan Toplam Suriyeli ve Iraklı Sayısı ... 72

Tablo 8: Etno-kültürlü Toplumlarda ve Daha Büyük Toplumlarda Kültürleşme Yönelimleri ... 82

(12)

GİRİŞ

Göç, insanlık tarihinin neredeyse başından beri gerçekleşen ve sadece insana özgü olmayıp, aynı zamanda birçok canlıyı ilgilendiren bir olgudur. Canlıların hayatta kalma güdüsünden ve yaşamın devamlılığını getirme isteğinden kaynaklanan bu durumun en önemli gerekliliği yer değiştirme eyleminin gerçekleşmiş olma halidir. Bireylerin, grupların ya da toplulukların ekonomik yetersizlikler, doğal afetler, yaşadıkları ülkedeki siyasi istikrarsızlık sebebiyle yaşanan zulüm, baskı, korkunun varlığı veya demografik değişimlerden dolayı insanların bir yerden başka bir yere hareketini ifade etmeye göç denilmektedir. Göçün; ülke içinde gerçekleşmesiyle iç göç meydana gelirken, ülkeler arasında bu sebeplerin herhangi birinin varlığıyla gerçekleşmiş olmasına ise dış göç denilmektedir.

İnsanların ilkel çağlarda doğal afetler, kaynak yetersizliği, iklim şartlarındaki değişikler sonucu oluşan kuraklık, kavim çatışmaları gibi sebeplerle yer değiştirmelerine sebep olan unsurlar göç nedenlerinin başında gelmiştir. Cemal Yalçın’ın bahsetmiş olduğu gibi (Yalçın, 2004, s. 6) insanların, diğer insanların üretmiş olduklarını ellerinden almalarının daha kolay ve zahmetsiz olmasını farkına varmalarından sonra, diğer kavimleri daha sonraki zamanlarda da diğer kültürleri sömürme yolunu seçmelerine sebep olmuştur. Bu durum da insanları göç etmeye iten en büyük sebebinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Kısaca gideceği yerde daha güvenli, sağlıklı ve daha iyi şartlarda hayatını sürdürebileceğini düşünen insan göç etmeye yönelmiştir.

İnsanlık tarihiyle özdeş olan göç olgusu, demografik, ekonomik, psikolojik, sosyolojik, antropolojik, siyasi gibi yönlere sahip olması açısından birçok yaklaşımla iç içe geçmiş durumdadır. Bu durumda göçe neden olan durumlar, göç tanımları, göçün sonuçları açısından yapılan değerlendirmelerin hemen hepsi kendi içinde değerlendirilmesi gereken durumlardır. Bu açıdan bakıldığı zaman mevcut göç kuramları, çok genel ve çoğunun da birbiriyle bağlantısız olması nedeni ile genel geçer bir göç kuramının varlığından söz etmek pek mümkün gözükmemektedir.

Göç çeşitleri açısından zorunlu ve gönüllü göç olmak üzere bölümlere ayrılmaktadır. Bireyler gönüllü göç çeşidinde, kendileri özgür iradeleriyle karar verip

(13)

gidilecek ülkedeki her türlü fırsat değerlendirilirken, zorunlu göçte gruplar, aileler ya da bireyler çeşitli durumların varlığından ötürü örneğin savaş, zulüm, tabii afet, sürgün gibi durumlarda kaldıkları için göç etmek durumunda kalmaktadırlar. Bireyler gönüllü göçte tamamen kendi özgür iradeleriyle karar verirken gidilecek ülkedeki ekonomik gelişmişlik, eğitim, sağlık olanaklarının iyiliği, siyasi istikrar gibi durumların mevcudiyeti kişileri daha iyi yaşama ümidiyle göç etmeye iten sebepler olabilmektedir. Zorunlu göçte ise mevcut durumdan kurtulmak ve hayatta kalabilmek için başka ülkelere göç söz konusudur. İki göç çeşidinde de ortak durumun, yaşanılan ülkedeki mevcut durumdan çıkarak, daha iyi şartlarda yaşama isteği yattığı görülmektedir (Yılmaz, 2014, s. 1686-1687).

Göç hareketleri, dünya genelinde altı temel evrede özetlenebilir. 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupalı ve Arap tüccarların Kuzey Afrika’dan birçok kişiyi Avrupa ve Güney Amerika’ya ticari yolla satmasıyla ilk evre gerçekleşmiştir. Bu durumun sonunda Avrupa’dan, Birinci Dünya Savaşının sonuna kadar sömürgelere göç devam etmiştir. Avrupa ülkelerinden sömürgelere gerçekleşen göç, göçün ikinci evresidir. 1960’lara kadar süren sömürgeciliğin çözülme süreciyle, bazı sömürgelerde yaşayanlar ülkelerine geri dönmesi, göçün üçüncü ve dördüncü evresini oluşturmaktadır. 1960’lı yıllarda Avrupa ve Amerika’da üretimin artmasıyla ortaya çıkan işgücü açığını tamamlamak için gelişmekte olan ülkelerden olan Türkiye ve eski sömürge ülkelerinden göç hareketleri başlamış ve bu süreçte göçün beşinci evresini oluşturmuştur. Sovyetler Birliği’nin 1989’da dağılmasıyla birlikte yeni oluşan bağımsız devletlere, komşu devletlere ve Avrupa’ya göçler gerçekleşmiş ve göçün altıncı evresi oluşmuştur. Uluslararası göçler 1990’lı yıllara kadar artarak devam etmiştir. 2000’li yıllarda ise göçün kitleler halinde gerçekleşmesi ve yasal statü alımında yaşanan zorluklardan dolayı uluslararası alanda tekrar düzenlenmek üzere yeniden gözden geçirilmesini sağlamıştır (Topcuoğlu, 2012, s. 37-38).

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Küresel Eğilimler Raporunda (BMMYK, 2016) dünyadaki mültecilerle ilgili veriler sunmaktadır. Bu rapora göre 12,4 milyon kişi yaşam alanlarından gitmeye zorlandığını, 1996 yılında 37,3 milyon olan zorla yerinden edilen nüfusun 2016 yılına gelindiğinde 65,6 milyona

(14)

çıkmış olduğu görülmektedir. Özellikle son yıllarda, Suriye ve Irak’ta yaşanan savaşların da etkisi büyük ölçüde bu sayının artışına neden olmuştur. 2016 yılının sonunda bu rapora göre, 65,6 milyon zorla yerinden edilmiş insanın da 22,5 milyonu başka ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır. Türkiye ise dünyada mültecilere ev sahipliği yapan ülkeler arasında birinci sıradadır (BMMYK, 2016, s. 3). Bu açıdan bakıldığında, dünyadaki mülteci krizinden en çok etkilen ülkenin Türkiye olması nedeniyle, mültecilerin mekânsal yaşadıkları alanların başında kentlerin gelmesi, çalışmanın baş aktörünün, kent alanlarında yaşayan mültecilerin olmasına sebep olmuştur.

Çalışmada ‘göç’ kavramı hakkında detaylı bir yazın taraması yapılmıştır. Göçün ne olduğu hakkında tanımlamalara yer verilmiştir. Daha sonra da tarihi akış içerisinde göç türleri, nedenleri ve sonuçları açısından ülkelere ve kentlere verdikleri etkiler açısından değerlendirilmiştir.

Genellikle uluslararası göçler varılan ülkeye, topluma ve göç edenler açısından da sonuçlarının olumsuz olduğu yönünde zihinlerde genel bir kanı içerir. Bu açıdan birinci bölümde uluslararası göç kuramsal ve kavramsal çerçevede açıklanmaya çalışılacaktır. Bireyleri, toplumları, grupları göç etmeye iten fırsat ve sınırlılıklara dayanarak oluşturulan göç kuramları anlatılacaktır. Göç olgusunun temelinde birçok ekonomik, siyasi, kültürel, ailevi sebep bulunabileceğinden ya da göçe neden olan bu sebeplerden herhangi birinin etkili olabileceği gibi tüm nedenlerin bir arada olarak göç etmeye iten sebepler de olabilmesi, göç teorisinin genel, evrensel bir bütüne sahip olmasını pek mümkün kılmamaktadır. Göç kanunları, temelinde insanı barındırdığı için fizik kanunları gibi katı ve kesin değildir. Bu açıdan göç teorileri açıklanırken, gidilecek yerin uzaklığı, gidilecek yerin ekonomik gelişmişlik düzeyi, göç edilen yerde kalınacak süre, gidilen yerdeki akrabalık ilişkileri ve sosyal ağlar, göç edenlerin cinsiyetleri, yaşları ve göç edenlerin etnik kimlikleri göz önünde bulunarak açıklanmaktadır. Bu açıdan birinci bölümde, insanları göç etmeye iten sebeplerle birlikte ortaya çıkan göç türleri de açıklanacaktır.

Osmanlı Devleti’nin göçlerle kurulup göçlerle dağılmasının ardından, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet inşası aşamasında, göçlerle gerçekleştirilmeye

(15)

çalışılmasında ve Türkiye’nin toplumsal yapısının oluşmasında etkili olması göçün Türkiye için önemini gözler önüne koymaktadır. Türkiye geçmişte ve günümüzde birçok milletten, dinden, kültürden göç aldığı gibi, göç de vermektedir. Örneğin bugün Avrupa’da yaklaşık beş milyon Türkiye kökenli göçmen vardır. Bu sayıya Balkanlardan Amerika’ya, Avustralya’ya göç eden Müslümanlarda ilave edilirse sayı beş milyonun çok üstündedir (Karpat, 2015, s. 8). Türkiye’nin coğrafi konumu gereği

göç yolları üzerinde bulunuyor olması hedef ülke, transit ülke ve kaynak ülke olmasına sebep olan etkenlerin başında gelmektedir. Bu bakımdan ikinci bölümde Türkiye’ye yönelik uluslararası göç hareketleri ve bu hareketlerin sonucunda oluşan karışıklığı yönetebilmek, göçü azaltmak için hukuki ve idari çerçeve kapsamında yapılan düzenlemeler ele alınan bir başka konudur. Ayrıca yine ikinci bölümde Türkiye’ye göç hareketi tarihsel süreç içinde incelenmiş ve göç çeşitleri, göç sebepleri ele alınmıştır. Türkiye’ye gönüllü gelen ya da gelmek zorunda kalan gruplar, kitleler ya da birey, ulusal ve uluslararası mevzuatlarda değerlendirilirken, kime göçmen, kime mülteci, kime sığınmacı, kime geçici koruma statüsü verileceği anlatılmıştır. Türkiye’nin parçalı göç yönetim süreci bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir bu açıdan göç yönetiminin yeniden yapılandırılması sürecinde Avrupa Birliği (AB) müktesebatının önemi büyüktür. AB göç düzenlemeleri çerçevesinde Türkiye’deki göç yönetimi hukuksal açıdan temeli insan haklarına dayanan, 2013 tarihli 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunuyla göç mevzuatı belirlenmiş ve parçalı göç yönetimi tek bir çatı altında toplanmaya çalışılmıştır.

Türkiye; Irak, İran, Afganistan, Suriye, gibi iç çatışma ve savaş yaşayan, dünyanın en çok mülteci çıkaran ülkelere komşu olmasından ötürü, küresel mülteci krizinden en çok etkilenen ülke konumundadır. Aynı zamanda Türkiye’nin Sudan, Somali, Yemen gibi Afrika ülkelerine de yakın olması sonucu, sayı olarak daha sınırlı olsa da bu bölgelerden gelen ve Avrupa ülkelerine geçmek ya da Türkiye’de iyi yaşam şartlarından dolayı kalmak isteyen çok sayıda yabancıya da ev sahipliği yapmaktadır. Dünya’da nüfus olarak yoğunluğun olduğu yerler kent bölgeleridir. Dünya genelinde ve Türkiye’de gelişmenin en çok görüldüğü bölgeler kentler olduğu için, nüfus bu alanlarda toplanmıştır. Ülkemizde hem iç göç açısından, hem de dış göç

(16)

açısından bakıldığı zaman göçün yönü kentlere doğru olduğu görülmektedir. Aynı zamanda 2011 yılında Suriye iç savaşından gelen Suriyeli mülteciler, sığınma kamplarında çeşitli sebeplerle kalmayı istemeyip kentlere doğru yönelmeleri, son yıllarda kentlere, iç göçün neden olduğu durumların yanı sıra yaklaşık üç buçuk milyon Suriyelinin gelmesiyle, Türkiye yönetilmesi gereken yeni bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Özellikle bu kentlerin başında İstanbul, Şanlıurfa, Hatay, Gaziantep, Mersin, Adana, Bursa, İzmir, Kilis, Konya gelmektedir (Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2019). Türkiye’de daha çok bu bölgelerde yaşayan “kent mültecileri”1

üçüncü bölümde kentli hakları ve mülteci hakları bağlamında değerlendirilecektir. Ayrıca mülteci sayısının giderek artması ve yaklaşık 8 senedir bu sürecin devam etmesi, yerel halkın toleransının azalmasına neden olmuştur. Zaman zaman kentlerde yaşayan yerel halkla, kent mültecileri arasında yaşanan problemlerin çözülmesi için belediyelerin yersel uyum konusundaki etkinliği ve çalışmalarının, hukuki dayanağını çerçevesinde sahip olduğu sorumluluklar ele alınmıştır. Ayrıca uyum, entegrasyon, yersel içerme kavramları kapsamlı bir şekilde incelenmiştir. Türkiye’deki belediyelerin yersel içerme konusunda üstlendikleri sorumlulukların neler olduğu ve belediyelerin bu süreçte ne kadar etkili olabilecekleri açıklanmaya çalışılmıştır.

1 BMMYK’nin 2000’li yıllara doğru kullanmaya başladığı, daha çok mültecilerin uluslararası göçle

gittikleri ülkelerdeki yaşadıkları yerlere mekânsal atıf yaparak, yerleştirildikleri kamplarda çeşitli sebeplerle yaşamayıp kent bölgelerine gitmelerinden kaynaklı kullandıkları tanımlamadır.

(17)

BİRİNCİ BÖLÜM

ULUSLARARASI GÖÇ ve KURAMSAL KAVRAMSAL ÇERÇEVE Göç insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır. Yüzyıllar içinde boyutları değişen ve gelişen göç, bu duruma paralel olarak, inceleme alanı içinde de değişmiş ve gelişmiştir. Özellikle göçün uluslararası boyuta ulaşmasıyla birlikte göç, artık sadece tek bir toplumun değil, uluslararası toplumu ilgilendiren bir konu halini almıştır. Bu durum sonucunda, devletlerin göçle ilgili politikalarını incelemesine ve yeni politikaların üretilmesinde etkili olmuştur. Göçün nedenleri değişmeye başlayınca, göç yönetimi ve işbirliği de bu duruma paralel olarak değişmektedir. Bu bölümde göç, kuramsal ve kavramsal çerçeve dâhilinde; göç, göç nedenleri, göç çeşitleri, göç kuramları, göçün varılan ülkelere ve kentlere etkileri bağlamında kent mülteciliği kavramı ele alınacaktır.

1.1. Göç Kavramı

En yalın hali ile göç bir kişinin sürekli olarak yaşadığı yerden ayrılarak coğrafya üzerinde hareket etmesidir. Bir başka anlatımla göç insanların yaşadıkları yerde geçimlerini sağlayamaması gibi şartlara bağlı veya mevcut sosyo-ekonomik politikalara bir tepki nedeniyle bulunduğu yerden diğer alanlara taşınması olarak da tarif edilebilir (Gautam, 2005, s. 147). Bir başka tanıma göre uluslararası göç geçici ya da kalıcı olarak insanların bir ülkeden başka bir ülkeye giderek yeniden yerleşmesidir. Kişilerin uzaktaki bir yere en azından şu anda yaşadıkları şehir ya da kasabanın uzağındaki bir yere, yeniden yerleşmesidir. Temel anlamıyla göç her şeyden önce coğrafi bir olgudur (Bartram, Poros, & Monforte, 2017, s. 13). Bu sebeple göç türlerine iç ve dış göç şeklinde ayrılırken coğrafi alan değişikliği referans alınarak ayrılmaktadır. Ayrıca özellikle iç göç tanımı yapılırken, geri kalmış bölgelerden gelişmiş bölgelere ekonomik sebeplerden dolayı hareket olduğu söylenirken şimdilerde, sanayileşmiş bölgelerin olumsuz şartlarından ötürü ters göçler yaşanmaktadır. Bu sebeple, aslına bakılırsa tüm göçlerin temelinde hayatta kalma ve daha iyi yaşama isteği yatmaktadır.

(18)

“Ekonomik, siyasi, çevreyle ilgili veya bireysel sebeplerle, bir yerden başka bir yere yapılan ve kısa, orta veya uzun vadeli geriye dönüş veya devamlı ikamet amacı güden coğrafik, toplumsal ve kültürel bir yer değiştirme hareketi” biçiminde ifade edilen göç, 1980’lerden beri yoğunluğu artsa da insan hayatında yeni bir hareket türü değildir (Yalçın, 2004, s. 13). İnsan türü hayatta kalma stratejisi olarak hemen hemen dünyanın her tarafına yayılmış, yaşanabilir bütün topraklarda hayatını devam ettirmiştir. Yani göç insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Tarih öncesi dönemde bile küçük ya da büyük çaplı insan hareketliliği olduğu bilinmektedir. Hatta göçün insan hareketliliğini etkilemenin yeni kavimler, milletler, kültürler, kabileler, aşiretler oluşturmasının yanında ekolojik dengeyi de değiştirecek güçte olduğunu belirtmek gerekir. Göç eden insanlar yanlarında beslenmeleri için gereken tohumlarını, hayvanlarını beraberlerinde götürdükleri ve ulaştıkları yerlerde kullandıkları için çeşitliliğe sebep olmuştur.

Uluslararası göç ya da iç göç kavramlarından önce göç olgusu vardı. İnsanlar uluslararası sınırlarını çizmeden önce yani ulus devletler ya da imparatorluklar yokken de göç eylemi vardı. Kimi zaman istiladan kaçmak kimi zaman besin yetersizliğinden, kuraklıktan kurtulmak için insanlar bulundukları mekândan hayatta kalma içgüdüsüyle yeni yerlerin arayışına giriyorlardı. Tarih boyunca devam etmiş ve hâlâ yoğun bir şekilde devam eden göç, zaman zaman göç etme eyleminin altında yatan sebepleri değişse de göçün asıl amacı her zaman yerinden bir sebeple mutsuz ya da şikâyetçi olan insanın daha iyi şartlarda yaşama arzusudur. Örneğin; İrlanda’da 19.yüzyılda bitki hastalıkları patates tarlalarını yok edince, açlık çeken halk kurtuluşu Kuzey Amerika’ya göç etmekte bulmuştur. Benzeri şekilde, aynı yüzyılda Osmanlı idaresinde bulunan Lübnan ve Suriye’deki halkın bir kısmının geçimini sağlayan bağlara filoksera hastalığı büyük hasar verince halk, kurtuluşu Kuzey ve Güney Amerika’ya göç etmekte bulmuştur (Kirişçi, 2015, s. 297-298).

Ayrıca bunun dışında göç kavramına “insanların belirli bir zaman boyutu içinde bir yerleşim alanından başka bir yerleşim alanına geçişi”, “insanların belli zorunluluklar sonucu bir yerden başka yere gitmesi”, “isteğe bağlı yer değiştirme” şeklinde ifade edenler de bulunmaktadır (Güllü, 2004, s. 63-83)

(19)

Ayrıca göç kavramı tanımı tek olmamakla birlikte bazı araştırmacılara göre değişmektedir.

• “Uluslararası göç, belirlenen dönemde yer değiştirmenin kalıcı veya zamanlı değişimidir” (Samuel, 1998, s. 3).

• “Uluslararası göç, dünyayı yaklaşık 200 devlete ayıran sınırları geçmektir” (Castles, 2000, s. 269).

• “Uluslararası göç, insan sermayesi yatırımının bir şekli olarak kavramsallaştırılır” (Sjaastad, 1962, s. 80-93).

• “Göç, emek ve sermayenin coğrafi dağılımdaki tutarsızlığın bir neticesidir” (Arango, 2000, s. 28).

Uluslararası göçü kavramsal olarak anlamak için bu sözcüğü oluşturan ulusun ne olduğunu anlamak gerekir. Bu kavram aslında coğrafi olarak yer değiştirme eyleminin dışında yeni gelinen ülkedeki farklılıkların sonuçlarının olduğu bir kavramdır. Göç etme sebepleri birbirinden oldukça farklı olduğu gibi devletlerin gelenleri kabul etme sebepleri de farklılık göstermektedir ancak burada değinilmesi gereken başka bir nokta da devletlerin sahip olduğu politikaların farklılığıdır. Örneğin İsrail’in nüfusunun çoğunluğu göçmenler oluşturmaktadır. Ülkeye göç etmek için ve yaşamak için geçerli neden Musevi olmaktır. Bu göçmenlerin ülkeye entegre olmaları için gereken her türlü destek İsrail Devleti tarafından sağlanmaktadır. Kanada’nın bile göçmenleri istemesi belli bir noktaya kadardır. Örneğin Amerika ve Kanada farklı devletlerdir ve bu ülkelerden birinin vatandaşı bir diğer ülkenin izini olmadan yasal olarak ülkeye giriş yapamaz. Ama bazı açılardan Amerika ve Kanada milli kimliği arasındaki fark çok büyük değildir ve Amerika’dan Kanada’ya göçen biri, Hong Kong’dan Kanada’ya giden birisinden muhtemelen daha az göçmen olarak ele alınır. Yani yasal durum kültür ve milliyetçilik olgusu kadar önemli değildir (Bartram, Poros, & Monforte, 2017, s. 17).

1. 2. Göçün Nedenleri

Göçle ilgili tanımlar incelendiğinde ortak unsurun yer değiştirme olduğu söylenebilir. Yer değiştirme kısa mesafeli (ülke içi) ya da uzun mesafeli (ülke dışı) olabilir (Yalçın, 2004, s. 13). Ülkelerin ekonomik, politik sebeplerle yapı değişiklikleri yaşaması, doğal afetler, iç savaşlar, kişilerin hak ve hürriyet ihlali yaşamaları gibi

(20)

birçok sebebe dayalı olarak göç hareketi yaşanmaktadır. Yani göç hareketine sebep olan faktörleri ekonomik, siyasal ya da doğal afet kaynaklı olarak gruplandırılabilir.

Son iki yüzyıl içerisinde ekonomik nedenlere bağlı göç hareketleri sıklıkla görülmektedir. Ekonomik sebepler, fert ve topluluk düzeyinde belirebileceği gibi bazen de bir toplumun enflasyon, istihdam, büyüme oranları, ödemeler bilançosu gibi makro ekonomik değişkenlerine dayalı olarak gerçekleşir. İşçilik sebebi ile bulunduğu bölgeyi, hatta kıtayı değiştiren kişinin göçünde temel etken ekonomidir, sosyo-ekonomik nedenlerdir. (Arslan, 2001, s. 152).

Sanayi Devriminin etkisiyle ortaya çıkan ve temelinde kırsal bölgelerde yaşayan insanların, kentlerde işgücü eksiğini tamamlamak için kırsaldan kentlere hareket etmesine neden olmuştur. Sanayi Devriminin sonucunda sermayenin artmasıyla yeni yatırımların yapılması ve işgücü ihtiyacının artması göç hareketlerini hızlandırmıştır. Gelişmiş ülkelerde 18. yüzyılda başlayan ve ekonomik sebeplere dayanan göç hareketi Türkiye’de ekonomik gelişme sebebiyle gerçekleşmesi 20. yüzyılda ancak ortaya çıkmaya başlamıştır. Ayrıca gönüllü olarak gerçekleşen göçlerin yanı sıra, sömürge devletler tarafından geri kalmış ülkelerdeki yaşayanları köle ya da sözleşmeli, gönülsüz işçi olarak çalıştırılma amacıyla göç ettirilmesi de ekonomik kaynaklı göç hareketlerinden sayılabilir.

Gelişmiş ülkelerdeki yaşam standartlarının daha iyi gözükmesi ve refah düzeyinin daha yüksek olması az gelişmiş ülke vatandaşlarını etkilemekte ve göç hareketinin artmasına sebep olmaktadır. Aynı zamanda bu durum ekonominin küreselleşmesiyle birlikte daha da yoğun olarak yaşanmaktadır.

Doğal afetler bir taraftan dünyanın coğrafi ve jeolojik yapısını değiştirirken, bir taraftan da üzerinde yaşayan insanların sosyolojik evrimini etkilemektedir (Diamond, 2006, s. 21). İnsan ve çevre arasında bir denge vardır, bu denge insan kaynaklı olsun ya da olmasın bozulduğu takdirde; insan, doğal dengelerin mevcudiyetini sürdürdüğü alanlara doğru harekete geçmektedir. Çölleşme, sel baskınları, deprem, tsunami aynı zamanda insan etkisi sonucu oluşan radyoaktivite sızıntısı yaşanması gibi sebeplerle insanların yerinden olması durumunun ortaya

(21)

çıkmasına iklim göçü denilmektedir (Ziya, 2012, s. 231). Ayrıca yerinden bu sebeplerle ayrılmak zorunda kalan insanlara ‘çevresel mülteciler’2 denilmektedir

(Miller & Castles, 2008, s. 146).

Çevresel etkilerin insanları göç etmeye zorlaması son yıllarda ortaya çıkan bir durum olmasından çok tarihin her döneminde görülmüştür. Bu göç nedenini göç tarihinin başlangıcına dayanması mümkündür. Rusya ve Orta Asya’da kuraklıkların yaşanmasıyla insanların besin ihtiyaçlarını karşılamak için yer değiştirmek zorunda kalmasını bu duruma örnek gösterebiliriz. Son yıllarda yaşanan Afrika kıtasında çatışmaların sulak arazileri elde etmek için çıkması sonucu insanların o bölgeden göç etmek zorunda kalmaları, bu durumun benzer olduğunu göstermektedir (Tok & Korkut, 2012, s. 7).

İklim değişikliği sebebiyle göçler iki şekilde gerçekleşmektedir: Seller, kasırgalar, depremler ve tsunamiler sonucu devletlerin halkını korumak için ve acil kurtarma amaçlı kısa süreliğine bir başka güvenli bölgeye gönderilme ya da uzun süre nüfus hareketliliği şeklinde gerçekleşmektedir (Ziya, 2012, s. 237). İklim mültecileri kavramının tanımlanması henüz uluslararası çerçeveye oturtulmamıştır. 1951 Cenevre Sözleşmesindeki mülteci kavramının içinde doğal afetler ya da iklim şartlarının olumsuz değişimi sonucu, uluslararası sınırları geçmiş kişiler için uygulanabilirliği henüz söz konusu değildir. Ancak bu sebeplerle oluşan göç hareketinin tanımlanması için mülteci tanımının yeniden düzenlenmesi ve genişletilmesi gerekmektedir (Ziya, 2012, s. 238).

Göçe sebep olan bir başka neden de siyasi nedenlerle, mevcut düzenin değişmesi nedeniyle olabilmektedir. Örneğin savaşlar, sıkıyönetim, ihtilaller, totaliter rejimler gibi sebeplerden dolayı insanlar göç etmek zorunda kalabilmektedirler. Ayrıca etnik köken farklılığı ve dinsel farklılıklar sonucu oluşan grupların birbirlerine üstünlük kurma çabaları sonucu oluşan siyasal göç nedenleri de vardır. Gruplar arasındaki çatışmalar, aynı zamanda ekonomik eşitsizliklere de yol açtığı için grup

2 Literatürde çevresel mülteciler ile iklim mültecileri ara sıra aynı anlama gelecek şekilde kullanılsa da,

çevresel mülteciler kapsam olarak daha geniştir depremler, volkanlar gibi doğal afetler sonucu yerinden edilmiş insanlar için de kullanılır.

(22)

çatışmasını artırmakta, siyasal istikrarın bozulmasına sebep olmaktadır (Kara, 2015, s. 20).

1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre, mülteci, kendi ülkesi dışında bulunan, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşü sebebiyle zulüm görmekten haklı nedenlerle korku duyan ve ülkesinin korumasından yararlanamayan ya da yararlanmak istemeyen veya zulüm korkusu nedeniyle oraya dönmek istemeyen kişi olarak tanımlanmaktadır (BMMYK, 1998, s. 68). Bu zulüm içine daha çok insan kaynaklı faktörler girdiğini varsaydığımızda, en çok da siyasi sebeplerle doğan çatışmalar, insan hakları ihlalleri ya da farklı bir ideolojiye sahip olduğu için; insanların ya da grupların, yaşadığı zulümden kurtulmak amaçlı, yaşanan göç hareketlerinin hızla artığını söyleyebiliriz (Tok & Korkut, 2012, s. 2). Özellikle dünyadaki bazı ülkelerin siyasi politikaları sonucu, bölgesel alanlarda düzensizliğin artması sonucu göç hareketleri başlamıştır. Örneğin, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin siyasal ve ekonomik yapısındaki değişiklikler göç hareketlerinin başlamasına sebep olmuştur. Ayrıca Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali sonucu o bölgede yaşayan insanları göçe itmiştir. İran Devrimi sonucu yaşanan göç hareketlerini de siyasi nedenlerle gerçekleşen göç hareketlerine örnektir (Kara, 2015, s. 20).

Pakistan’ın Hindistan’dan 1947’de ayrılması sonucu birçok Hindu ve Müslüman doğdukları yerden ayrılmaya zorlanmıştır. Berlin Duvarı’nın inşa edilmesiyle yaklaşık 3,7 milyon Doğu Alman, Almanya’nın Batı bölgesine göç etmiştir (Kınık, 2010, s. 38). İsrail Devletinin kurulmasıyla birlikte yaklaşık 250.000 Yahudi İsrail’e gelirken o bölgede yaşayan Filistinliler komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır. Ayrıca Romanya Bulgaristan sınırı belirlenmesi sonucu yaklaşık 100.000 Bulgar ve 120.000 Romen mübadele etmiştir (Doğanay, Özdemir, & Şahin, 2011, s. 88-91).

2000’li yıllara gelindiğinde ise Arap Baharıyla başlayan iç çatışmalar sonucu yaşanan göçler ve özellikle Suriye’den son yıllarda çatışma ve savaş nedenleriyle, göç edenlerin sayısı gittikçe artmaktadır. Savaş ve benzeri durumlarla karşı karşıya kalan insanların Suriye örneğinde de olduğu gibi can güvenliğini sağlama amacıyla göç

(23)

etmek durumunda kalmalarının yanı sıra bu durumun devam etmesi halinde, ekonomik düzeyi daha yüksek ülkelere gitme durumları görülmektedir.

Göçe neden olan siyasal, ekonomik ve iklimsel durumların yanı sıra insanların eğitim görme amacı ya da gidilecek bölgeye duyulan merak gibi çeşitli faktörler de göç etme kararların da etkili olabilmektedir.

Göçe neden olan ekonomik sebepler daha çok gönüllü göçün gerçekleşmesinde etkili iken, doğal ya da siyasi sebepler ise kişileri göç etmeye zorladıkları için göçün zorunlu çeşidini oluşturmaktadır. Ayrıca doğal felaketler kaynaklı göçler, iç göçe yol açabileceği gibi göçün uluslararası sınırını aşan boyutuna da sebep olabilir. Bu sebeple göçe neden olan nedenler aynı zamanda göç çeşidini oluşturan unsurlarla da olabilmektedir.

1.3. Göç Türleri

Göç çeşitleri sınıflandırma yapılırken, göçe neden olan etkenler alınarak ayrım yapıldığı gibi coğrafi alan üzerinden de belirlenebilmektedir. Bu bölümde göçün genel kabul görmüş çeşitleri olan iç-dış göç, zorunlu-gönüllü göç, geçici-kalıcı göç gibi türlerine açıklama getirilmeye çalışılacaktır.

Kişilerin ülke sınırları içinde hareket etmesine iç göç, ülkeler ve kıtalar arasında yer değiştirmesine ise dış göç denilmektedir. İç göçte temel nokta coğrafi alandır, göçün iç göç olarak tanımlanabilmesi için aynı ülke içinde olması şartı vardır. Sebepleri çeşitlilik gösterebilir örneğin iç göçler de sebeplerinden dolayı ikiye ayrılmaktadır; mevsimlik göçler ve sürekli göçler. Yaylacılık, turizm, tarım işçiliği gibi dönemlik çalışma için kısa süreli göç, mevsimlik göçü oluştururken; iş bulma amacıyla farklı şehirlere göç eden, eğitim amaçlı veya şehrin çeşitli imkânlarından faydalanmak için köyden göç edenler, ya da tam tersi şehirlerden kırsal bölgelere gidenler de uzun süreli iç göçü oluşturmaktadır. Bu göçün mevsimlik göçten tek farkı ayrıldığı yere bir daha dönmeyecek olması ve gittiği yerde uzun yıllar kalıcı olmasıdır. Göç sebepleri dikkate alarak bir sınıflandırma yapıldığında gönüllü ve zorunlu olmak üzere iki göç tipi ortaya çıkmaktadır (Demirhan & Aslan, 2015, s. 25). Ayrıca

(24)

niteliklerine göre işgücü ve beyin göçü ile yasal ve yasadışı göç şeklinde de tasnif yapılabilir (Murat & Taşkesenlioğlu, 2009, s. 20).

Göçler göç edenlerin bireysel ya da kitlesel mi hareket ettiklerinden, hangi sebeplerle göç ettiklerine ve bu göç hareketinin yasal dayanağı olup olmamasına kadar birçok faktöre göre türlere ayrılmaktadır (Kara, 2015, s. 21).

1.3.1. İç- Dış (Uluslararası) Göç

Göçün iç göç olarak adlandırılabilmesi için öncelikle göç etme sebebi ne olursa olsun göç eyleminin aynı ülke içinde yani, yaşanılan ülkenin sınırları içinde gerçekleşmesi gerekmektedir. Aynı sınırlar içindeki köyden kente, köyden başka bir köye ya da kentten başka bir kente hareketin olmasıyla iç göç gerçekleşir. Bu göç hareketi bazen göç edenler tarafından gönüllü gerçekleşse de bazen de devletlerin zorlamasıyla da gerçekleşmiştir. Örneğin; 1960’ların sonu ve 1970’lerin başında Çinlilerin Mançurya’ya göçleri şehirsel işsizliğin yarattığı baskılar ve Komünist Parti’nin gücünü kanıtlamak için kırsal alanlara yönelik olarak yapılmıştır (Kara, 2015, s. 21).

Bir ülkedeki ekonomik şartlar, eğitim olanakları, sağlık hizmetlerinden yararlanma olanakları aynı seviyede olmadığı için, insanlar kendi yaşadıkları alanlarda bu hizmetlerden yararlanamadıkları için daha iyi bir yaşam standardına erişebilmek için yer değiştirebilirler. Örneğin iç göçler de sebeplerinden dolayı ikiye ayrılmaktadır; mevsimlik göçler ve sürekli göçler. Yaylacılık, turizm, tarım işçiliği gibi dönemlik çalışma için kısa süreli göç, mevsimlik göçü oluştururken, iş bulma amacıyla farklı şehirlere göç eden, eğitim amaçlı veya şehrin çeşitli imkânlarından faydalanmak için köyden göç edenler, ya da tam tersi şehirlerden kırsal bölgelere gidenler de uzun süreli iç göçü oluşturmaktadır. Bu göçün mevsimlik göçten tek farkı ayrıldığı yere bir daha dönmeyecek olması ve gittiği yerde uzun yıllar kalıcı olmasıdır.

Daha önceden göç etme yönü çoğunlukla, görece daha az gelişmiş bölgeden endüstrileşmiş bölgelere doğru olurken son yıllara bakıldığından göç yönünün tam tersi olduğunu görülmektedir. Bu açıdan iç göçlerin yönü insanların ihtiyaçlarını karşılamasına göre değişebilmektedir. İnsanlar artık köy hayatının daha sağlıklı

(25)

olduğunu düşündükleri için kent merkezlerinden köylere doğru göç edebilmektedir. Kısaca iç göç, bir ülkede yaşayan insanların yaşadıkları alanları değiştirmesiyle mekânsal olarak yeniden dağılım göstermesiyle gerçekleşir (Tekeli, 2010, s. 24).

İç göç hareketinin başlangıç noktasına ve varılan bölgeye etkileri açısından değerlendirilmektedir. İç göçün sosyal sistemin bozulan dengelerini tekrar sağlamak için ortaya çıkan bir mekanizma olarak görüldüğü göç analizleri de bulunmaktadır. Bu analizler sosyal sistemdeki dengesizliklerin ne kadar göç yarattığını araştırmaktadır. Sistem dengeye ulaştığında net göçün ortadan kalkacağı savunulmaktadır. İkinci grup analize göre ise iç göç, toplumun evrimi sırasında geçirdiği dönüşümlere paralel olarak ortaya çıkan tek yönlü bir olgudur. Sanayileşmenin etkisi ile kırsaldan şehre göç bu duruma örnektir. Üçüncü grup analizlerde iç göç, toplumdaki tüm göç hareketlerini içerir. Toplumdaki dengesizlikler giderilse de göç hareketinin olacağı belirtilmektedir. Dördüncü grupta, siyasal süreçler sonucunda uygulanan göç politikalarının yol açtığı iç göç hareketleri ele alınmaktadır. Göç olgusu, siyasal kararları etkileme gücü olan bazı çıkar gruplarını zedeleyen sonuçlar doğurduğu için, bu çıkar grupları siyasal mekanizmayı etkileyerek net göç akımını ortadan kaldırmaya yönelik göç politikalarının kabul edilmesini sağlamaktadır. Bu durum göç hareketlerini etkileyen bir süreci içermektedir (Tekeli, 2010, s. 24-27).

Dış göçler belirli bir süre ya da devamlı olarak kalmak üzere çalışmak veya yerleşmek amacıyla bir ülke sınırlarını aşarak başka ülkelere yapılan nüfus hareketidir (Üner, 1972, s. 77). Uluslararası göç hareketi en yoğun hali ikinci dünya savaşı sırasında gerçekleşmiş olsa da 1990’lı yıllar boyunca devletlerin ulus devlet inşası kurma çabaları süresince hızla devam etmiştir. Dış göç hareketlerinin yoğunlaşmasında; ekonomideki küreselleşmenin, seneler süren bir süreç sonucunda, iki ülke arasında var olan göç hareketlerinden doğan, ulus-aşırı ailelerin çoğalmasının, bilişim, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesinin ve ucuzlamasının, göç veren ülkelerin, göçmenlerini kültürel ve ekonomik olarak kendilerine bağlama çabalarının katkısı büyüktür (Push & Wilkoszewski, s. 444-445). Örneğin, 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan “Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi” ile Türk topraklarındaki Rum Ortodoks dininden Türk uyruklular ile Yunan topraklarında

(26)

yaşayan Müslüman dininden Yunan uyrukluların zorunlu mübadelesinin yapılması kararlaştırılmıştır (Soysal, 2000, s. 185). Uluslararası göç etmenin itici veya gidilecek ülkenin ihtiyacı karşılamaya yönelik çekici faktörlere sahip olması gerekir. Genelde birey ya da gruplar yaşadıkları ülkede ekonomik olarak sıkıntıdaysa ya da gideceği ülkede sosyo-ekonomik açıdan daha rahat yaşayacağını düşünmesi göç etmenin sebeplerini oluşturabilir. Özellikle 1900’lu yılların son çeyreğinde dünyanın küreselleşme sürecine girmesi ve ülke sınırlarının küresel ekonomiye kapılarını açmasıyla birlikte, artan üretimde iş gücü ihtiyacının artmasının uluslararası göçü tetiklediği görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’den Avrupa’ya iş gücü açığını karşılamak için gidenler bu duruma örnektir.

Türkiye’de başlangıçta köylerden; İstanbul, Ankara, İzmir gibi görece daha gelişmiş merkezlere doğru iç göç yaşansa da; daha sonra göç, ülke sınırlarını aşmış ve öncelerde sadece ekonomik kaynaklı başlayan dış göç daha sonra eğitim olanakları, hayat standardının giden akrabalarından daha iyi olduğunu duyması gibi sebeplerden dolayı dış göç alanını genişleterek yaygınlaşmış ve hız kazanmıştır.

Uluslararası göç, göç etme sebeplerine göre çeşitlere ayrılmaktadır, örneğin bu göçler gönüllü olabileceği gibi zorunlu da gerçekleşebilir. Ayrıca savaş, kıtlık, doğal afet ve terör gibi sebepler dış göçlere özellikle zorunlu dış göçlere, iyi şartlarda yaşama isteği gibi nedenler de gönüllü dış göçlere sebep olmaktadır (Şahin, 2010, s. 57).

Uluslararası göçün özellikle Avrupalı devletler tarafından gerek iş gücü ihtiyacını karşılamak gerek genç nüfusun azlığı gerek nüfus artış hızının düşüklüğü sebebiyle özendirici politikalarla göçün artırılması sağlanmaya çalışılsa da son 50'li yılda yaklaşık olarak 70 milyon göç almış bir Avrupa Birliği (AB) gerçekliği vardır. Bu durumda AB ülkeleri ya işgücüne katılımı artıracak ya emeklilik yaşını yükseltecek ya da üçüncü bir etken olarak aktif bir göç politikası izlemek zorunda kalacağı görünmektedir (Kolukırık, 2014, s. 41-42).

1.3.2. Zorunlu - Gönüllü Göç

Kişilerin ve/veya grupların, siyasi otoritenin veya daha büyük ve daha güçlü bir grubun şiddet de içerebilen zorlamasıyla, yerleşik olduğu bölgeden adeta

(27)

apar-topar ve ilkel şartlarda bir başka bölgeye götürülmeleri veya gitmek zorunda bırakılmaları, “sürücü veya cebri göç” (impelled or forced migration) kapsamında yer almaktadır. Nazi Almanya’sında Yahudilerin ve Çingenlerin tecrübe ettikleri göç, 1980’li yıllarda Orta Amerika’nın dikta rejimleriyle (diktatörlükle) yönetilen ülkelerinde meydana gelen kitlesel kaçışlar bu türdendir (Çavuşoğlu, 1995, s. 1).

Genellikle kitle/grup çoğunluğunun iradesine uygun olarak, istisnai olarak da bu iradenin hilafına, dışa göçe izin verecek ve içe göçü kabul edecek iki ülkenin kendi etnik kökenlerinden olan ve kültür çevresinde yer alan kitleleri/grupları değiş-tokuş etmeleri veya sadece bir kitlenin/grubun diğer ülkeye göç etmesi şeklinde gerçekleşir ve tamamlanır. Göç hareketinin 1922-1930 döneminde meydana geldiği Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi, her iki ülkedeki kitleler/gruplar bakımından “zorunlu göç”tür (Çavuşoğlu, 1995, s. 1).

Çeşitli sebeplerle göçe zorlanmış ya da hayatta kalmak için göç etmekten başka çaresi kalmayan grup ya da kitlenin göç etmesi sonucu, bu durumun uluslararası yansımaları ortaya çıkmaktadır. Gidilen ülkede ya yasal olarak tanınıp, kabul edilmek ya da kaçak göçmen olarak yaşamak hatta sınır dışı edilmek bu yansımaların sonuçlarından biri olabilmektedir.

Göçün gönüllü göç olarak adlandırılabilmesi için, göç eden kişilerin ya da grubun herhangi bir zorlama olmadan kendi özgür iradeleriyle göç etme eyleminin gerçekleşiyor olması gerekmektedir. Bu göç çeşidinde insanlar iş bulma, eğitim görme, emekliliklerini başka bir ülkede geçirme ya da daha önce göç eden akrabalarının yanına gitme arzusuyla gerçekleşiyor olabilmektedir. Zorunlu göç, daha çok hayatta kalma amacı için gerçekleşirken, gönüllü göç hayatı daha iyi ve refah içinde yaşama umudu ya da gidilecek ülkenin merak edilmesi gibi sebepler taşımaktadır. Türkiye’nin de içinde olduğu birçok ülkeden Almanya’ya işçi göçü olması ve yerleşen kişilerin, arkalarında kalan akrabalarını da Almanya’ya getirmeleri gönüllü göçe verilebilecek bir örnektir. Yasa dışı işçiler, gönüllü işçiler, ajanlar, muhalifler, emeklilerin göç etmeleri gönüllü göçleri oluştururken; kölelerin, savaş mağdurları, etnik zulüm, ayrımcılık mağdurlarının göç etmeleri zorunlu göçü oluşturmaktadır.

(28)

Zorunlu göçün tanımında minimalist ve maksimalist denebilecek iki farklı yaklaşımdan söz etmek mümkündür. Birincisinde zorunlu göç tehditten, fiziksel ya da siyasal zorlamadan kaynaklanan göçleri tanımlarken, ikincisinde açık zorlamanın yarattığı “korkudan” oluşan göçleri meydana getirmektedir. Zorunlu göç kavramını hangi durumlarda kullanılacağını belirlemek her zaman kolay olmaz çünkü zorunlu göçün karşılığı olan gönüllü göçü belirlemek gerekmektedir. Gönüllü göç ise adının belirttiği şekilde her zaman, kişilerin gönüllü olarak karar verdikleri ve hareket ettikleri durumu ifade etmeyebilir. Kişileri göçe iten zorunluluklar, kaygılar da olabilir ve bu durumda gönüllü göçten söz etmek de tartışmalı olabilmektedir (Erbaş, 2010, s. 149).

1.3.3. Zincirleme Göç

Göçmenlerin, aile üyelerinin ve arkadaşlarının göçünü teşvik edip kolaylaştırdığı, bazen bir yörede yaşayan bireylerin hepsinin tek bir yere göç etmesi ile sonuçlanan sürece zincirleme göç denilmektedir. Göçmenler hedef ülkelere varıp yerleştikleri zaman ailelerini ve arkadaşlarını da kendilerine katılmalarını teşvik etmektedirler. (Bartram, Poros, & Monforte, 2017, s. 63)

Zincirleme göçün şekil alması için göçmenin hedef ülkeye varıp kendine yaşam kurmasından sonra, ana vatanlarında bıraktıkları aile üyelerini veya arkadaşlarını teşvik etmesiyle oluşmaya başlamaktadır. Ayrıca yasal yollarla gidilen ülke eğer gelen kişinin ailesini, eşini, çocuklarını da istiyorsa gelen kişiye maddi yardımda bulunarak ailesini getirmesine destek olabilmektedir.

Göçün zincirleme oluşumu, ailesel ya da arkadaş ilişkilerinin dışında, başlangıç bölgesinde ilişkisi olmayan insanları ya da aileleri etkilemeye başlamasıyla ortaya çıkar. Önce bir kişi göç eder daha sonra o kişinin ailesi, yakınları, arkadaşları göç etmektedir. Hatta o kişiyi tanımayan, ailesini tanımayan kişilerde bu göç hareketinden etkilenerek zincirin halkasını oluşturarak göç hareketine eklenir.

1.3.4. Beyin Göçü

Beyin göçü, yüksek eğitimli bilim adamı ve mühendis gibi, genellikle teknik bilimler alanında uzmanlaşmış ve sayıca sınırlı zümrenin, söz konusu koşullara,

(29)

statüye ve gelire sahip olma olasılığı bulunmayan veya bu olasılığın çok düşük olduğu azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerden, gelişmiş/sanayileşmiş ülkelere doğru gerçekleşmektedir. Beyin göçü, kalkınma ile ilgili çevreleri ve araştırmacıları giderek daha fazla bir önem kazanmaktadır (Çavuşoğlu, 1995, s. 23).

1.3.5. Kalıcı- Geçici Göç

Kalıcı ve geçici göçü birbirinden ayırmak için dikkat edilecek nokta varılan ülkede yaşadıktan ya da bir süre kaldıktan sonra göçmenlerin geldikleri ülkeye dönüp dönmediklerinin tespitidir. Geçici göç sürecinin devamından sonra da kalıcı göç gerçekleşebilir. Örneğin turistik amaçla gidilen ülkeye kalıcı olarak yerleşmeye karar verilmesi gösterilebilir. Ülkeler göçmenlerin geçici ya da kalıcı olduklarını belirlemek için bazı devlet politikalarına sahip olabilirler. Ülkeye giren göçmenlerin takipleri sonucu geçici ya da kalıcı göçmen olup olmadıkları anlaşılabilmektedir. Bazı ülkelerde turist olarak giriş yapan kişiler o ülkede kalıcı olabilmek için ülkenin vatandaşıyla evlilik gerçekleştirebilmektedir.

Geçici göçte, söz konusu süre geçmiş olsa bile kişiler er ya da geç kendi ülkelerine dönüş gerçekleştirmektedir. Ancak bunun aksine kalıcı göçte kişiler geldikleri ülkeye hiçbir zaman dönmedikleri ya da çok nadiren ziyaret ettikleri görülmektedir. Göçmenler bazı durumlarda kabul edilmeleri zor gözüken durumlarda, kendilerine seçtikleri üçüncü bir ülkede hedef ülke tarafından kabul edilmeyi bekleyebilirler. Suriye’den savaş sonrası Türkiye, Libya gibi ülkelere kaçan göçmenler özellikle Avrupa Birliği dâhilinde bir ülkeye gidebilmek için beklemeleri bu duruma örnek verilebilir. Bir ülkede geçici ya da kalıcı yerleşmenin ilk aşaması genelde çalışma ve oturma izinleri sayılmaktadır. İzinler ekonomik ve siyasal kaygılarla göç-alan ülkeler tarafından kontrol altında tutulup mümkün olduğunca sınırlı sayıda verilmeye çalışılmaktadır. Geçici görülen göçmenlere daha kısıtlı yerleşme, sosyal ve siyasal haklar tanınırken, kalıcı görülen göçmenler bu haklardan daha geniş ölçüde yararlanmaktadır. Göçmenlere tanınan hakların en kapsamlısı ise vatandaşlık hakkıdır (İçduygu, 2010, s. 69).

(30)

Göç geçmişten günümüze her zaman güncelliğini koruyan bir kavram olarak, gerçekleşme sebeplerine, coğrafi alan sınırlarına, göç edilen yerde geçen süreye, iradi gerçekleşmesine ya da zorla gerçekleştirilmesi gibi etkenlere bağlı olarak türlere ayrılmaktadır. Göç kuramları da bu sebepler bağlamında ortaya çıkarak türetilmiştir.

1.4. Göç Kuramları

Göç kuramlarının ortaya çıkışında, göç edenlerin hareket etmeden önce verdikleri kararların önemli bir yeri vardır. Göç eylemi gerçekleşmeden grup ya da birey hangi amaç doğrultusunda karar vermiş olduğu, aslında göç kuramlarının ortaya çıkmasında önemli bir etken olabilmektedir. Daha çok kişilerin karar verme sürecinde, gidilecek bölgedeki fırsatlar ve sınırlılıklar etkili olmaktadır.

Gidilecek bölgedeki fırsatlar bireyden bireye farklılık gösterebileceğinden ve her göç hareketi neden olduğu durum ve sonuçları açısından birbirine benzememesinden dolayı temelde evrensel, herkesi kapsayan göç kuramından söz etmek oldukça zordur. Göç kuramları oluşturulurken, fen bilimlerinde olduğu gibi değiştirilemez kanunlardan söz etmek neredeyse imkânsızdır. Yıllar içinde birey ve grupların, gidilen mesafeye, göç edilecek yerin ekonomik, siyasi, idari yapısına, göç edilen yerde kalınacak süreye, gidilecek yerdeki sosyal ağlar ve akrabalık ilişkilerine bakılarak, hipotezler oluşturulduğu görülmektedir. Dünya üzerinde kullanılan ya da geliştirilen altı önemli kuram vardır (Çağlayan, 2006, s. 67-68).

1.4.1. Ravenstein’ın Göç Kanunları

Ravenstein’in çabası, göç olgusunun genel geçer kanunlarını bulmak içindir ve Ravenstein çalışmasını, 1871 ve 1881 yılı İngiliz nüfus sayımı istatistiklerinin verileri üzerine kurmuş ve bu verilerden hareketle yedi göç kanunu belirlemiştir (Çağlayan, 2006, s. 68). Bu çalışmanın değerli olmasının bir sebebi de kendisinden sonraki kuramlara ve modellerine yol göstericilik yapmış olmasıdır. Çalışmanın kuramsal temeli sanayileşme ve endüstrileşmenin başlamasıyla birlikte gelişen iş imkânları ve gelişen ulaşım imkânlarıyla birlikte, insanlar Avrupa’nın içlerine ve Kuzey Amerika’ya doğru yönelmişleridir. Ravenstein yayınladığı iki makalesinde 7 göç kanunu ortaya atmıştır. Bunlar:

(31)

“Göç ve Mesafe”; göçmenler göç ederken gidilen yerde göç dalgaları yaratmaya başlar ve bu göç dalgaları daha fazla göçmeni almaya başlar. Gidilen yerdeki iş imkânlarının çokluğunun o kentte yaşayan nüfusa oranının göçün boyutunun belirlediğini söylemektedir (Çağlayan, 2006, s. 69).

“Göç ve Basamakları”; sanayileşme ve kentleşmenin gelişmesiyle, kent çevresinde yaşayan kişilere kente doğru göç etmeye başlayacaktır. Kent çevresinde boşalan yerlerin olması da daha uzak kırsal bölgelerdeki kişileri çekecektir. Her bir basamak kente yaklaştıkça göç tüm ülkeye yayılacaktır (Çağlayan, 2006, s. 69).

“Yayılma ve Emme Süreci”; bu süreçler birlikte işleyen süreçlerdir. Yayılma ve emme süreçlerinde amaç birlikteliği vardır. İkisinde de ortak amaç, kentteki ekonomik ve ticari gelişimin getirisinden pay almaktır. Yani insanların göç etmesi için taşıdıkları amaç budur. Gelişen sanayinin iş gücü talebi de göç ile gelenler tarafından karşılanacaktır bu da emme sürecini oluşturmaktadır. “Göç Zincirleri”; Ravenstein’a göre her bir göç dalgası tetikleyici nitelik taşımaktadır. Yani bir yerde göç başladığı zaman devamının mutlaka geleceği görüşündedir. Aynı zamanda göç alan yerin, göç de verdiğini belirtmektedir (Çağlayan, 2006, s. 70).

“Doğrudan Göç”; ilk göç kuramlarında Ravenstein basamaklı ve zincirleme göçten söz etmektedir. Bu göç kuramında ise doğrudan ve uzun mesafeli göçten bahsedilmektedir. Ancak bu göç kuramlarında ortak noktanın gelişmiş endüstri merkezlerine yönelmekte ve bu kentlere yerleşmeyi tercih etmektedir. “Kır Kent Yerleşimcileri Farkı”; kentte yerleşik olarak yaşayanlar, kırda yerleşik olarak yaşayanlara göre daha az göç etme eğilimde olduklarını söylemektedir. “Kadın erkek farkı”; bu kurama göre kadınlar erkeklere oranla daha fazla göç etme eğilimindedirler. Erkeklerin uzun mesafe ve uluslararası göçlere katıldıklarını kadınların ise kısa mesafe ve iç göçleri gerçekleştirdiklerini belirtmiştir (Çağlayan, 2006, s. 70).

Genel hatlarıyla anlatılmaya çalışılan Ravenstein’in yedi kuramı incelendiğinde genel geçer yapıya sahip olduğunu söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Çünkü Ravenstein göçün temel noktasını tek bir sebep olan kentlerin sanayileşmesi ve endüstrileşmesine bağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında

(32)

günümüzde göç olgusunu açıklarken bu kuramların yetersiz kalacağı fark edilmektedir (Çağlayan, 2006, s. 70-71).

1.4.2. İtme Çekme Kuramı

Bu kuramın formülünü ve içeriğini ilk olarak 1966 yılında Everett Lee yazmıştır. Fakat daha sonraki yıllarda bu kurama çeşitli kişiler tarafından katkılar yapılmış ve kuram geliştirilmiştir. Yapılan bu geliştirmeler çerçevesinde Lee’nin ortaya koyduğu ilk formülasyon tamamıyla korunmuş, yapılan çeşitli katkılar kuramın temelini bozmamıştır (Çağlayan, 2006, s. 72). Lee kuramında bireyin özelliklerinden çok bireyi göç etme eylemine iten sebepler ve gidilecek bölgede, göçmeni çeken sebeplere odaklanmıştır. Lee göçlerin ortak özelliklerini ortaya koymaya çalışmış ve göçe ait itici ve çekici faktörleri saptamaya çalışmıştır. Bunlar;

“1. Yaşanan yerle ilgili faktörler,

2. Gidilmesi düşünülen yerle ilgili faktörler, 3. İşe karışan engeller,

4. Bireysel faktörler” (Yalçın, 2004, s. 30)dir.

Bu kuramı açıklarken Lee, gidilecek bölgede olumlu ve olumsuz etkenlerin olduğunu aynı şekilde yaşanan bölgede de olumlu olumsuz etkenlerin olduğu ve bu etkenlerin toplamının bir bütün oluşturduğunu ifade etmektedir. Olumlu faktörler göçün gerçekleşmesinde itici faktörleri oluştururken, negatif faktörler de göçün itici gücünü oluşturmaktadır. Bu durum sonucunda yaşanan ve gidilecek yerde, olumlu ve olumsuz faktörlerin bir arada olması iki yer içinde iten ve çeken unsurları oluşturduğunu ifade edilmektedir.

Kuramın temel çerçevesini oluşturan ve işlerliğini sağlayan önemli bir nokta da yaşanılan yer ile göç edilecek yerdeki olumlu ve olumsuz faktörlerin birbirlerinden ayrı olarak değerlendirilmesi gerekliliğidir. Yaşanılan yerdeki itme çekme faktörleri kendi içerisinde bir bütün olarak; göç edilecek yerdeki itme çekme faktörleri de kendi içerisinde bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla kurama göre, hiçbir bağlam ve düzlemde mutlak itme ve mutlak çekme faktörü yoktur. İtme çekme faktörlerinin içeriğinin belirlenmesi birçok etkene bağlıdır (Çağlayan, 2006, s. 73).

(33)

İtme ve çekme teorisi sadece mevcut olumlu ve olumsuz etkilerle oluşan bir teori olduğunu ifade etmek çok doğru görünmemektedir. Ayrıca bu teorinin iten ve çeken, artı eksi sebeplerinin yanında göçü etkileyebilecek makro ve mikro boyutta engelleyebilecek sebepler de mevcuttur. Kişisel farklılıklara ve kişinin içinde bulunduğu durumsal bağlamları temel alan mikro faktörler; göçün beraberinde getireceği hukuksal ve sosyal belirsizlik, göç mesafesi, ulaşım için ödenecek bedel ve ulaşım imkânları gibi çeşitli etmenlerdir. Göçü engelleyen makro faktörler ise, katı göç kanunları, ırk ya da ulusal kimliğe gönderme yapan göç sistemleri, göç için fiziksel uygunluk ve sağlamlık kontrolleri gibi göçmenlerin karşılaşabileceği daha üst düzeydeki faktörlerdir (Todaro, 1980).

İtme çekme faktörleri günümüzde de varlığını devam ettiriyor olsa da küreselleşmeyle birlikte göç olgusunun ve göç etme sebeplerinin, her sınıfsal grup için, itme çekme faktörlerinin ayrı ayrı belirlenmesi ve tespit edilmesi zor bir durumdur.

1.4.3. Petersen’in Beş Göç Tipi

Petersen de Lee gibi itme çekme faktörleri üzerine çalışan bir diğer kuramcıdır. Petersen göçün sıradan bir durum olmadığını ve her insanın da aynı olmadığını söylemektedir. Petersen çalışmasına, bazı insanlar göç ederken neden bazılarının göç etmediğini sorarak başlamaktadır. Ekonominin genel durumunun göç için her zaman önemli bir faktör olduğunu söyleyen Petersen göçü incelerken ekonominin göçü nasıl etkilediğini, göçleri anlayıp sınıflandırmak için önemli olduğunu belirtmiştir. Çünkü ekonomideki değişiklikler toplumdaki üst orta ve alt tabakaları farklı şekilde etkileyeceğini belirterek 5 göç tipi ortaya koymaktadır (Çağlayan, 2006, s. 75)

İlkel Göçler: Bu göçlerin sebepleri daha çok, kuraklık, besin yetersizliği, kötü iklim şartları gibi sebeplerden dolayı itici faktörün etkisiyle oluşan toplu göçlerdir. Zoraki ve yönlendirilen göçler: Bu göç tipinde Petersen sosyal yapıyı ayırt edici özellik olarak ortaya koymaktadır. Yani potansiyel Göçmenler, göç edip etmemeyi tercih edebilecekleri durumun ellerinde bulundurmalarına yönlendirilen göç olarak adlandırmaktadır. Ancak göçmenler göç kararı üzerine herhangi bir inisiyatifte bulunamıyorsa bu durum Petersen tarafından zoraki göç olarak tanımlanmaktadır.

(34)

Örneğin Nazilerin Yahudileri toplama kamplarına taşımak için geliştirdikleri politikaları Petersen zoraki göçlere örnek göstermektedir (Çağlayan, 2006, s. 75)

Serbest Göç: Bu göç tipinde birey herhangi bir zorlama ya da baskı olmadan tamamen kendi özgür iradesiyle göç etmeye karar vermesiyle gerçekleşir. Daha çok grup ya da kitlenin değil bireylerin karar vermesiyle bireysel hareketle ortaya çıkan göç tipidir. Kitlesel Göç: Petersen’e göre dünyadaki göçün üçüncü basamağı olan bu göç tipi, teknolojik gelişmeye paralel ilerleyen bir durumu ifade etmektedir. Petersen dünyadaki ulaşım yolarının ve imkânlarının gelişmesiyle, göçün kitlesel bir duruma geldiğini ifade etmektedir. Bu göç tipinin en belirgin ve diğer göçlerden ayrılan özelliği, göçün kolektif bir olgu hâline gelmesidir. Serbest göç tipine ait olarak Amerika ve Avrupa kıtasına göç eden bireysel, öncü göçmenlerin, göçün kitlesel hâle dönüşmesindeki öneminin büyüklüğü, örnek olarak verilmektedir (Çağlayan, 2006, s. 76). Bu göç tipinde önceden yerleşmiş olan kişilerin, teknolojik gelişmelerin sağladıklarıyla, geride bıraktıkları akraba ya da sosyal çevresine ulaşıp, onları etkilemesiyle o grupların da göç etmelerine sebep olmalarıyla gerçekleşmektedir. Bu göç tipinde yerleşen göçmenlerin, geride bıraktıklarıyla kurdukları göçmen ağları, diğer gruplarında göç etmesinde birinci derecede etkili olmaktadır.

1.4.4. Merkez-Çevre Kuramı

“Bağımlılık Okulu” ya da “Dünya Sistemleri Teorisi” olarak da isimlendirilmektedir. Samir Amin, Immanuel Wallerstein ve Andre Gunder Frank gibi düşünürler tarafından geliştirilmiştir (Çağlayan, 2006). Merkez çevre kuramı Marksist bakış açısının etken olduğu bir kuramdır. Burada uluslararası göçü belirleyen asıl faktörler, bireylerin ve grupların kendi tercihlerinden çok, kapitalist üretimin sonuçlarından olan işgücü ihtiyacını karşılamaya yönelik olmasıdır (Kaya, 2014, s. 20). Merkez çevre kuramının temeli, kapitalist anlayışın hâkim olduğu merkez ülkeler ile az gelişmiş çevre ülkeler arasında yaşanan işgücü hareketine dayanmaktadır. Bu hareketin yaşanmasında ise, kapitalist merkezler ile çevre ülkelerin arasındaki eşitsizlik rol oynamaktadır (Özcan, 2015, s. 200).

(35)

Kapitalist merkez ülkeler ihtiyaç duyduğu işgücü, hammadde ihtiyacı ve kullanılabilecek arazi için, çevre ülkelere sızmaya başlar ve çevre ülkelerdeki nüfus, merkez ülkelere göç etmeye başlamaktadır. Böylece birçok anlamda, iki farklı yapıdaki ülke birbirleriyle ilişki kurmaya ve aralarında bağ kurmaya başlamaktadır. Çevre bölgelerden, merkeze ucuz işgücünü tamamlamak için gelenler merkez ülkelerde üretim maliyetini düşürdüğü için, ülkeye girmeleri izin verilmektedir. Ancak son yıllarda bu durum artık tersine doğru dönmektedir, merkez ülkeler, ucuz iş gücünün ve ham maddenin olduğu çevre ülkelere doğru hareket etmektedir. Merkez ülkelerden çevre ülkelere doğru hareket eden sermaye, temel olarak kapitalist ilişkilerin yoğunlaşıp daha da derinleşmesine neden olmaktadır. Aslında küreselleşmeyle birlikte işgücünün hareketiyle, kapitalist yapılar arasındaki ilişki devam etmekte, sadece yön değiştirdiği görülmektedir. Günümüzde merkez, çevre görüntüleri netliğini kaybetmiş, merkez kapitalist ülkeler yerini ulus-aşırı şirketlere bırakmıştır (Çağlayan, 2006, s. 81).

1.4.5. Göç Sistemleri Kuramı

Ekonomik ve politik temellere dayandırılan bu kurama göre, göç alan ve göç veren ülke ya da ülkeler, aralarında göçmen değişimi yaparak bir göç sistemi ve göç ilişkileri zinciri oluştururlar. Bu ilişkiler zinciri birbirine yakın iki ülke arasında gerçekleşebileceği gibi, birbirine yakın iki ülke arasında da gerçekleşebilir (Çağlayan, 2006, s. 82).Kurama göre, göç olayının gerçekleşmesinden önce ülkeler arasında bir ilişkinin gerçekleşmesi ve varlığı söz konusu olmalıdır. Uluslararası göçün yaşanmasında, sömürgeci devletlerin, sömürge ülkeleriyle ilişki kurmalarıyla oluşturdukları etkileşim sonucu gerçekleşebileceği gibi, ticari ve mali ilişkilere, politik nüfuz ve kültürel bağlara da dayanabilir. Hatta bu ilişki askeri işgal temelli kaynaklanıyor da olabilir. Ülkelerin, geçmişte kurdukları siyasi, ekonomik, kültürel bağlar sonucu göç akışı oluşmaktadır. Bu ilişkinin temeli kolonyal döneme ve kolonyal ilişkilere de dayanabilmektedir. Örneğin İngiltere, Fransa gibi ülkeler göçlerinin çoğunu eski sömürge ülkelerinden almaktadır. Kore ve Vietnam’dan ABD’ye göç Amerikan askeri varlığının bu ülkelerde uzun süre varlığının sonucudur. Aynı şekilde İngiltere’deki Hint, Pakistan, Bangladeş göçü İngiltere’nin Hint coğrafyasındaki sömürgeci varlığının bir sonucudur. Göç sistemleri teorisi başat göç

Şekil

Tablo 1: Türkiye’ye Göç Gösterge Sayıları 2001-2010
Tablo 2: 2016 Yılında Türkiye’de İkamet İzni ile Bulunan Yabancılar  (İlk 10 Ülke)
Tablo 5:Yıllara Göre Geçici Koruma Kapsamındaki Suriyeliler
Tablo 7: Geçici Barınma Merkezlerinde Kalan Toplam Suriyeli ve Iraklı Sayısı  Çadır ve Betonarme Bölme  101.013
+3

Referanslar

Benzer Belgeler

Bunlar ve farklı amino asid zincirlerindeki diğer gruplar, diğer gıda bileşenleri ile birçok reaksiyona iştirak edebilirler.... • Yapılan çalışmalarda

 Özellikle ana karakterlerden biri olan Kee’nin siyahi olması ve uzun yıllar sonra dünyada ilk defa bir çocuğu doğuran kadın olması filmin politik altyapısında

Çalışmanın neticesinde Suriyeli kent mültecilerinin Türk toplumuna sosyal ve kültürel açıdan entegre olmalarını kolaylaştıran etnik ve dini faktörlere sahip oldukları; ancak

Mümkün olduğu kadar uzak du- rulmalıydı Étoile’den, çünkü orada başka yerlere göre çok daha sık kimlik kontrolü yapılırdı.. Daha da olmadı o istasyonlardan

öğrenmeye başlayacaksın. Genel kültür derslerin devam ederken, hazırladığımız seçmeli dersler sayesinde seninle farklı alanlarda çeviriler yapacağız. Böylece hangi alanda

Jackie, insan psikolojisinin tarihini, ilişkileri tüketici toplum modelinde analiz ettikten sonra, bugün itibariyle insanlar için en kabul edilebilir modelin şüphesiz

HIV/AIDS ile Yaşayanların Sosyal Dışlanma Durumları ve Bunu Önlemeye Yönelik Türkiye’de Uygulanan Sosyal İçerme Politikaları 362 3.1. HIV/AIDS ile Yaşayanların

7. Mete Han, ordusunu Onluk Sistem adı veriler sisteme göre düzenlemiştir. Bu sistemle orduyu onluk, yüzlük, binlik, on binlik bölümlere ayırmış ve her bölüme