Alfonso Cuaron yönetmenliğindeki distopik bir film.
Filmin hikayesi 2027 yılında İngiltere’de geçiyor.
Filmde dünyanın en genç insanı on sekiz yaşındayken henüz ölmüştür ve insanlık, neslinin tükenme olasılığı ile karşı karşıyadır.
Artık üremek diye bir şey gerçekleşmemektedir. Bu durum siyasi açıdan da tüm dengeleri sarsarken bir grup insan bu durumu kabullenmiş, bir diğer grup ise olanları değiştirmenin çabası içine girmiştir.
Yeni çocukların doğmuyor olması insanlarda artık insanlığın sonunun geldiği, artık
dünyayı ve insanları bekleyen güzel, parlak bir geleceğin olmadığı düşüncesini yaratmış ve bu düşünceyi hakim kılmıştır.
Bu durum aynı zamanda yaşam
hakkı(MÜLTECİLER), mülkiyet, ülkelerin
sınırları, küresel dünya gibi birçok kavramı farklı boyutlara taşımıştır.
Film özellikle bu konular üzerinde çokça
durmaktadır.
Ana karakter Theo’nun bireysel hikâyesi de bu
dünyanın sıradan bir birey tarafından deneyimlenmiş hâlidir. Theo’nun oğlu yıllar önce, dünya üzerindeki diğer çocuklar gibi hastalığa yakalanarak ölmüştür.
Theo hem bu yüzden hem de dünyanın içinde bulunduğu hal yüzünden oldukça umutsuz bir karakterdir.
Theo, bürokrat konumundayken, bir gün kaçırılır.
Sevgilisi Julian da işin içindedir ve mültecilerin haklarını kollayanlardandır. Theo’dan istediği bürokratik
destekler söz konusudur.
Bu desteği veren Theo ise, yolculuğa birlikte
çıktığı Kee’nin hamile olduğunu öğrenir. Yıllar
sonra bir çocuk doğması ihtimalini görür ve
etkilenir. Böylelikle filmin hikayesi başlamış
olur.
Theo ile Kee’nin yolculuğunda vardıkları yer bir
göçmen kampıdır. Herkesin kaçmak istediği bu yere özellikle gelme nedenleri Kee’yi İnsan Projesi’ne
ulaştırmak ve bebeği güven altına almaktır.
Filmin bu kısmında yaşadıkları yerlerden daha iyi bir hayat hayali ile gelen göçmenlerin yaşadıkları
zulüm, ayrımcılık şiddet çokça göze çarpmaktadır.
Buraya insanlar adeta hayvanmışçasına kafeslerle getirilmekte ve geldikleri bu noktada da iç savaş benzeri sahnelerle karşılaşmaktadırlar.
Her yerde olduğu gibi kampın içinde de güçlü olan güçsüzü, silahı olan silahsızı ezmektedir.
Hükümetin göçmenlere uyguladığı faşizanlığı göçmenler kendi aralarında kamp içinde
uygulamakta ve farklı dini gruplar, etnik
gruplar sürekli bir isyan ve savaş halindedir.
Göçmenlerin adeta avlanıp kafeslerle
getirildikleri bu alanda ne polisin ne devletin
ne de kanunun olmadığı ve insan hayatının
hiçbir önemi olmadığı görülmektedir.
Filmin sonuna yaklaşırken bir çatışmanın
ortasında harabe bir binada bebeği ile kalan Kee onu kurtarmaya gelen Theo ile binadan hızla uzaklaşmaya çalışırken çatışan insanlar bebeği görünce silahlarını indirip
büyülenmişçesine kutsal bir duruşa geçerek
onlara yol verdikleri görülüyor fakat bu anlar
sadece yeni bir silah sesinin tetiklediği yeni
bir çatışmaya kadar sürüyor ve herkes tekrar
silahlarına sarılıp birbirini öldürmeye devam
ediyor.
Theo ile Kee bebekle birlikte ulaşmak
istedikleri yere varmak üzereyken Theo
ölüyor. Dünyaya yeni bir ışık olabilecek bir
bebek için filmin başından beri hayatını feda
eden diğer insanların arasına katılıyor. Kee
ise bebeği ile denizin ortasında bir sandalda,
güvenli bir yere ulaşmak umudu ile, meçhule
doğru yol alıyor.
Film günümüz dünyasıyla büyük benzerlikler taşımakta. Kapitalist tüketim toplumu,
yabancı düşmanlığı ve faşist milliyetçi
politikalarla insan haklarının hiçe sayılması bu benzerliklere örnek olarak sayılabilir.
Filmde geçen ‘‘Ne zaman politikacılarımızdan birinin başı derde girse bir yerlerde bir
bomba patlıyor.’’ sözü de çarpıcı bir şekilde
bize günümüz dünyası politik sisteminden bir
şeyler hatırlatabiliyor.
Özellikle ana karakterlerden biri olan Kee’nin siyahi olması ve uzun yıllar sonra dünyada ilk defa bir çocuğu doğuran kadın olması filmin politik altyapısında hem insanlığın
yeniden doğuşunu hem de ezilen baskı gören toplumsal kesimlerin bir karşı çıkışını
sembolize ediyor olabilir.
Film baştan sona kadar şiddet içerikli ve sürekli birilerinin öldürüldüğü sahnelerle insanlar
dünyadaki son nesil olduklarını bildikleri halde neden hala canavarca birbirlerini öldürüyor,
gözleri kararmış bir şekilde kan döküyor sorusunu akla getiriyor. Burada aslında doğada da olan
güçlünün güçsüzü avlaması gibi vahşi doğaya ait bir içgüdü yorumu getirebiliriz fakat böyle bir
cevap bize insan aklı ve bilincinin, insan haklarının varlığını sorgulatacaktır.