• Sonuç bulunamadı

2.2. Türkiye’ye Göçün Nedenleri ve Çeşitleri

2.2.2. Türkiye’ye Göçün Çeşitleri

2.2.2.1. Sığınmacılar ve Mülteciler

Ülkelerinde yaşadıkları ağır koşullar, savaş, zulüm gibi sebeplerle, ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra iltica başvurusu kabul edilmemiş olmasından dolayı düzensiz göçmen konumuna düşmektedirler. Sığınmacılar mülteci statüsünü alamamaları durumunda Türkiye’yi iki hafta içinde terk etmeleri gerekmekte, şayet terk etmezler ise düzensiz göçmen olarak yaşamaktadırlar. Türkiye’de “yasadışı göçmen” olarak ifade edilen bu kişilerin sınır dışı edilme durumları söz konusu değildir (Kara, 2015, s. 157).

Sınır geçişlerinde sığınmacıların ve mültecilerin hareketleri henüz meşru olmaması ve kayıt dışı olması gerekçesiyle düzensiz göç özellikleri göstermektedir. Ancak mültecilerin ve sığınmacıların hareketleri ulusal ve uluslararası hukuk ile meşruluk kazanmaktadır. Türkiye 1951 yılında imzalamış olduğu Cenevre Sözleşmesiyle ve 1967 Ek Protokolü ile coğrafi kısıtlama şartı koymuştur. 1951 Sözleşmesi’ne konulan bu coğrafi sınırlamaya göre, Türkiye yalnızca Avrupa ülkelerinden sığınma talebinde bulunan kişilerin taleplerini değerlendirecek ancak Avrupa dışından gelen sığınmacılar konusunda herhangi bir yükümlülük altına girmeyecektir. Buna göre mülteci:

“1 Ocak 1951’ den önce meydana gelen olaylar sonucunda ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerden dolayı korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışından bulunan ve bu ülkelerin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen, yahut tabiiyeti yoksa bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen şahıs olarak tanımlanmıştır” (BMMYK Türkiye Temsilciliği, 1951). İmzalanan Cenevre Anlaşmanın sonucunda, Türkiye’nin koymuş olduğu coğrafi sınırlamanın gereğince, Avrupa’dan gelen ve sığınma talep eden kişiler ile sınırlıdır. Türkiye, Avrupa dışından gelen çok sayıda insanı bu çekince sebebiyle kapsam dışında bırakmaktadır. Ancak buna rağmen Afganistan, İran, Irak ve Suriye’den gelen çok sayıdaki sığınmacı, coğrafi sınırlamaya rağmen Türkiye’de yaşamaktadır. Bu durumun sebebi, coğrafi çekincenin olduğu bölgelerden gelen

sığınmacıların işlemlerinin, BMMYK ve İçişleri Bakanlığı tarafından birlikte yürütülmesidir (İçduygu, 2015, s. 286). Bu şekilde Türkiye’nin coğrafi kısıtlama getirmesinin sebebi, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da yaşanan mülteci krizi ve Türkiye’nin sahip olduğu komünizm karşıtı politikalara sahip olmasının sonucudur. Ancak hâlihazırda coğrafi sınırlama şartı her ne kadar yürürlükte olsa da pratikte Türkiye’ye sığınma başvurusunda bulunanlar daha çok Orta Asya bölgesinden gelenlerden oluşmaktadır. Avrupa dışından gelenlere geçici koruma hakkı tanınmakta ve bu kişilerin mülteci statüleri BMMYK tarafından tanındığı zaman üçüncü bir ülkeye gidişleri yasal olarak gerçekleşmektedir (İçduygu, Erder, & Gençkaya, 2014, s. 236).

Sığınmacı kavramı ise, mülteci kavramından farklıdır. Mülteci olabilmek için gerekli şartları taşıyan ancak; resmi otorite tarafından henüz bu statü verilmeyen kişidir. Mülteci, sınırı geçtikten sonra BMMYK tarafından resmi olarak mülteci statüsü ve korunmaya hak kazanmış kişidir. Sığınmacı, BMMYK tarafından mülteci statüsünü kazanana kadar hukuki açıdan tanınmayan kişidir (Nurdoğan, Dur, & Öztürk, 2017, s. 220). Sığınmacı;

“1951 Sözleşmesi’nin 1. maddesinin (A) fıkrasının 2. bendinde belirtilmiş nedenlerden dolayı, başka bir ülkeye ilgili ulusal ve uluslararası belgeler çerçevesinde korunmak için yetkili bir makama başvuran ve yaptıkları başvurunun sonucunu bekleyen kimselerdir” (IOM, 2011).

Sığınmacı, mültecilik statüsü verilmediği durumda ülkeyi terk etmek ya da ülkeden zorla gönderilmek durumda kalabilmektedir. Oysa “sığınmacı” başta “geri göndermeme” ilkesi olmak üzere bazı temel haklardan yararlanmaları esas kabul edilmiş ve insanca yaşamaları için gerekli olan şartların sağlanması gerekli olduğu kabul edilmiştir. Sığınmacı statüsü geçici bir statü olmakla birlikte, mülteci statüsü tanınmasıyla birlikte mülteci statüsünün en başından beri geçerli olduğu kabul edilir. Yani sığınmacı statüsü hukuki olarak sağladığı haklar açısından geriye yürüyen bir kavramdır (Kaya & Yılmaz Eren, 2015, s. 17).

Türk hukukunda sığınmacılara sağlanan haklara bakıldığında, mültecilere sağlanması gereken haklarla aralarında fazla bir farkın olmadığı görülmektedir. Türkiye’de başvuru sahiplerine, sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin

uygulamaları çerçevesinde yardımlar yapıldığı görülmektedir. Bu yardımlar barınmadan, sağlık yardımı, eğitim yardımı, sosyal destekler, hukuki yardım şeklinde ele alınmaktadır. Ayrıca ülkemizdeki sığınmacılar belirlenen illerde serbestçe ikamet edebilmektedirler. Sığınmacı olarak yaşayanlardan bazıları Türkiye’yi terk ettiği tahmin edilmektedir. Müracaatı reddedilenler ise yasadışı göçmen konumunda yaşamaktadır (Acer, Kaya, & Gümüş, 2010, s. 105).

Türkiye’de çoğu sığınmacı, mülteci statüsünü alıp üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar devlet tarafından sağlanan geçici koruma kapsamında Türkiye’de geçici olarak kalabilmektedirler. Sığınmacıların bu şekilde geçici koruma almadan önceki durumu, düzensiz göçmenlerin konumundan farklı olsa da sığınmanın niteliği zaman zaman düzensiz göçle bağlantılıdır. Örneğin her iki grup da çoğu zaman kaçakçılarla birlikte düzensiz sınır geçişlerinde bulunmakta ve dolayısıyla bu geçişler sırasında çeşitli göçmen gruplarının statüsü belirlenememektedir. Türkiye’ye gelen sığınmacı ve mülteciler, ülkeye gelen toplam göçmenlerin önemli bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. 1995 ve 2010 yılları arasında toplam 80.000’in üzerinde sığınma başvurusu alınmış ve bu başvurunun çoğu İran ve Irak’tan geldiği tespit edilmiştir. 2007 yılında 7.500 ‘ü Iraklı, 2.000 İranlı, 1.600’ü Afgan olmak üzere, toplamda yaklaşık 12.000 başvuru gerçekleşmiştir. 2008 yılında ise bu sayı artmış ve 13.000’ e çıkmıştır. Özellikle 2000’li yıllardaki sığınmacı artışı İran ve Irak’ın dışında Afganistan, Filistin, Özbekistan, Somali ve Sudan gibi ülkelerde yaşanan siyasi ve ekonomik çalkantılar sonucu ortaya çıkmıştır (İçduygu, 2015, s. 286). 1994-2008 yılları arasında Türkiye’ye yapılan yaklaşık 80.000 sığınma başvurusundan tamamına sığınma hakkı vermiş değildir. İncelemelerin ardından sahte beyan ya da sığınmayı gerektirecek durumların mevcut olmaması gerekçesiyle yaklaşık yarısına sığınma hakkı tanınmamıştır. Sığınma başvurusundan sonra mülteci statüsü almaya hak kazanmış kişiler BMMYK’nin Türkiye Ofisi vasıtasıyla üçüncü ülkelere yerleştirmektedir. 1995-2007 yılları arasında Türkiye’den sanayileşmiş ülkelere yaklaşık 27.000 kişi yerleştirilmiştir. Bu yerleştirilmelerin çoğu ABD ve Kanada’ya yapılmıştır (Deniz,2009:106).

YUKK’a göre mülteciler, şartlı mülteciler ya da ikincil korumaya dâhil edilmiş kişiler, uluslararası koruma içinde olan statüleri oluşturmaktadır. Yani mevzuata göre

bu statüye sahip kişiler uluslararası koruma kapsamı içindedir. Türkiye’de mülteci statüsünü almak için Avrupa’dan gelen, vatansız kişilerin olması gerekirken, şartlı mülteci statüsünü almak için ise Avrupa ülkeleri dışından Türkiye’ye gelen vatansız kişilere verilen statüdür. Şartlı mültecilere de mültecilere olduğu gibi üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar Türkiye’de kalma izni verilir. Mülteci ve şartlı mültecilerin dışında yine aynı şekilde; “ülkelerine dönmesi durumunda ölüm… işkence, insanlık dışı muamele, şiddet eylemleri gibi can güvenliğini tehdit edecek bir olayla karşılaşması muhtemel vatansız kişilere statü belirleme işlemlerinin ardından ikincil koruma statüsü verilir” (YUKK, m.63).

Türkiye’de mülteci, şartlı mülteci veya ikincil koruma kapsamında yer alan kişiler uluslararası korumanın kapsamı içinde değerlendirilmektedir.