• Sonuç bulunamadı

1.5. Uluslararası Göçün Ülkelere Etkileri

1.5.2. Kent Mültecileri: Dünyadaki ve Türkiye’deki Durum

İkinci Dünya Savaşından sonra uluslararası göçün arttığı ve nitelik değiştirdiği görülmektedir. 1945’ten 1970’lerin başına kadar, artan sanayileşmeyle birlikte ekonomik yatırımın artması ve üretimin genişlemesiyle işgücüne duyulan ihtiyacın artması, göçün yoğunluğunu ve hacmini artırmıştır. 1970’lerin başında yaşanan Petrol Krizi dünya ticaret kalıplarının değişmesine, yatırımların yeni bölgelere kaymasına sebep oldu. Bu durum uluslararası göçün, 1980 ve 1990’larda önem kazanan ikinci aşamasını başlattı. Bu aşama, göç alan ve göç veren iki ülkeyi etkileyen, karmaşık bir dönemi kapsar (Miller & Castles, 2008, s. 95).

Zorunlu göçle karşılık bulan ve İkinci Dünya Savaşıyla ortaya çıkan mültecilik kavramı, 1951 Mültecilerin Hukuki Durumlarına İlişkin Cenevre Sözleşmesi’nde (BMMYK, 1998):

“Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her kişi”dir.

Günümüzde ülkelerinden savaş, şiddet, işkence, zulüm, iç savaş, toplumsal baskı gibi sebeplerde yerinden edilmiş insanların sayısı bir hayli fazladır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK)3 2016 yılsonu verilerine göre

dünyada 65,6 milyon zorla yerinden edilmiş, 22,5 milyon mülteci ve 40,3 milyon kendi ülkeleri içinde zorla yer değiştirmiş insan vardır (BMMYK, 2017, s. 2).Dünyada nüfusun yoğunlaştığı alanlar kentlerdir. 1950’lerde nüfusun %30 iken, günümüzde yarısı, 2030 yılında ise dünya nüfusunun %60 ı kentlerde yaşayacağı öngörülmektedir. Kentlerde yaşayanların sayısı 1950’lerde 730 milyonken 60 yıllık sürede sayı 3,3

milyara ulaşmıştır. Nerdeyse dünyanın yarısından fazla bölgesinde, yaklaşık 10,5 milyon mülteci kentlerde yaşamaktadır (BMMYK, 2009, s. 2).

Kent mülteciliği 2000’li yıllara doğru BMMYK’nin kullanmaya bağladığı, mültecilerin gittikleri ülkeler üzerinden, mekânsal alana atıfta bulunarak, genel olarak yerleşimleri kamplara yapılan mültecilerin, kampların dışında, kentsel mekânlarda yaşamalarına karşılık gelen bir kavramdır. 1990lı yılların sonuna gelindiğinde kamplara yerleştirilen ve barınma, sağlık, eğitim, gıda, güvenlik ihtiyaçları karşılanan mültecilerin dışında ve kamp alanlarının dışında da yaşamaya başlayan birçok mültecinin, ortaya çıkması Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin kamp dışında yaşayan mültecileri de, ilgi alanına almasına sebep olmuştur. Dünya nüfusunun çoğunluğunun kentlerde yaşamaya başlaması ve mültecilerin de kentlerde sayılarının giderek artması, kamp dışında yaşayanların korunmaya daha fazla gereksinim duyabileceği gerekçesi, kentsel alanlara ve mülteci nüfusa yönelik tartışmaları artırmıştır (Kahraman & Nizam Kahya, 2016, s. 810). Bu tartışmalar ve gelişmeler sürecinde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), 25 Mart 1997 tarihinde “UNHCR Comprehensive Policiy on Urban Refugees” (Kentsel Mülteci Politikası) imzalayarak, kent mültecilerine yönelik politikasını belirlemiştir. Bu sözleşmede kent mültecilerine yönelik daha önce herhangi bir tanımlama yapılmadığı belirtilerek, kent mültecilerinin büyük çoğunluğunun hareket etmeyecekleri ve geri dönmeyecekleri var sayılmaktadır. 1997 kentsel mülteci politikası, kentsel alanlarda yaşayan mültecilere yardım sağlanabilmesi ve sorunların çözümüne katkı sağlamaya yönelik, pragmatik bir yaklaşımla hazırlanmıştır. Ayrıca bu politika, kırsal alandaki dayanışma ve yardımlaşmanın kentlere göre gelişmiş olduğu varsayımıyla, kent yaşamışının zorluğu temeline dayandırılarak, başlangıçta kent mültecilerini “kentsel alanlarda yaşayan ve desteğe ihtiyaç duyan mülteciler” olarak tanımlamıştır (BMMYK, 1997, s. 55).BMMYK 1997’de hazırladığı politikada bazı kısıtlamalar olsa da uluslararası hukuk kuralları altında, mültecilerin serbest hareket etmelerini tanımış ve hükümetlerle birlikte ortaklaşa yürütecekleri çalışmalarla kentlerde yaşayan mültecilere bir takım hakların tanınması gerektiğinden bahsetmektedir (BMMYK, 1997, s. 55).

2009 yılında özellikle mülteci hakları savunucularının yürüttükleri kampanyalar ve 2003 yılında Irak’ta yaşanan savaşla insanların komşu ülkelere göç etmeye başlamasıyla, bu politikanın kapsamı BMMYK tarafından genişletilmiştir. Bu durum kent bölgelerinde yaşayan mültecilerin varlığını meşrulaştırmıştır (Koizumi & Hoffstaedter, 2015, s. 2). Yeniden revize edilen politikada, kent mültecilerinin haklarının belirlenmesi ve bu hakların sunulmasında ortak paydaşların kimler olduğu sıralanmakta, yardım ve hizmetlerin sunulmasındaki amacın, kent mültecilerinin toplumsal refaha erişmelerinin istenmesine vurgu yapılmaktadır (BMMYK, 2009, s. 6). Düzenlemenin iki amacı bulunmaktadır; kentlerin mülteciler açısından, kentlerde barınmalarının ve kent haklarından faydalanmalarının yasal olarak tanınması ve kentsel alanlarda mültecilerin korunması ve sorunların çözülebilmesidir. Böylelikle bu gelişmeyle Kentsel Mülteci Politikası, kentsel alanlarda yaşayan mültecilerin korunması ve yaşanan problemlerin çözümü amacıyla genişletilmiştir. BMMYK tanımına göre, kamplarda yaşayan mülteciler gerek geliş sebeplerine gerek topluluk halinde yaşamaları gibi unsurlarla, kentlerde yaşayan mültecilere benzerlik gösterse de yaşam alanlarının farklı olmasından kaynaklı, kamplarda yaşayan mülteciler kent mülteci tanımlamasının dışında kalmaktadır (BMMYK, 2009, s. 2). Kent mültecileri zorunlu göçle gitmiş oldukları ülkelerde, kamp merkezi dışında yaşayan, dayanışma ilişkilerinden yoksun kalan, kendi sınırlı yaşam olanakları içinde yaşamaya çalışan mültecilerdir (Kahraman & Nizam Kahya, 2016, s. 811).

BMMYK’nin 2012 yılının sonunda, dünya genelinde zorla yerinden edilmiş insanlar 35,8 milyonken, bu sayı 2016 verilerine göre 65,6 milyon kişiye çıkmıştır. Dünya üzerinde yaşayan mülteci sayısı da 22,5 milyondur4. Dünyadaki mültecilerin

üçte birinin kamplarda yaşadığı düşünülecek olursa, kentlerde yaşayan mültecilerin özgür olabilmeleri uğruna birçok zorluğu göze aldıkları fark edilmektedir. Milyonlarca mülteci daha iyi yaşam şartı yakalayabilmek, ekonomik olarak daha rahat yaşayabilmek ve hizmet sunumlarından daha iyi yararlanabilmek umuduyla kamplardan, kentlere göç etmektedir. Ayrıca kent bölgelerinde yaşamanın tercih

4 Dünya’da mülteci sayısı 2018 yılında 68.5 milyona yükselmiştir.

https://tr.euronews.com/2018/06/19/dunya-genelinde-goce-zorlanan-kisi-sayisi-68-5-milyona-

edilmesinin bir diğer sebebi de, kırsal bölgelerde geçim kaynağı sağlayabilmek için gerekli olan üretim bilgisine sahip olunmamasıdır. Kamplarda yaşayan mülteciler ihtiyaçlarını karşılamak için sunulan hizmetlere, kent mültecilerine göre daha kolay ulaşabilirken, kentlerde yaşayan mültecilere sunulan hizmet çoğu zaman yetersiz ve dengesiz olabilmektedir. Bu sebeple kamplarda yaşayan mültecilere göre, kent mültecileri hayatta kalabilmek ekonomik kaynaklara ulaşabilmek ve çocuklarına eğitim olanağı sağlayabilmek için yüksek düzeyde çaba harcayabilmektedirler (Kobia & Cranfield, 2009, s. 4). Ülkeler sıklıkla, kitlesel göçle gelenleri kamp bölgelerine yerleştirmeyi tercih etse de bazı ülkeler göç dalgasının kentlere dağılımına izin verebilmektedir. Ancak bu durum ev sahibi ülke açısından da çeşitli problemlerin yaşanmasına yol açabilmektedir. Bu problemler; ekonomik, endüstriyel ve finansal, güvenlik, kamuoyu algısı ve sorumlulukların paylaşımı şeklinde gruplandırılabilir (Kobia & Cranfield, 2009, s. 5).

BMMYK 2012’de oluşan demografik grubun ihtiyaçlarını tespit edip ve karşılayabilmek için Kent Mültecileri Yönlendirme Kurulunu oluşturmuştur. Bu kurul 2012 yılında, en kapsamlı kent mültecileri araştırmasını gerçekleştirmiştir. Bu araştırmadaki amaç kent mültecilerinin gelecek için temelde, belirlenecek politikaların verimli olabilmesi ve belirli zorlukların tespitinin yapılabilmesi içindir. Bu araştırma 2012 yılında BMMYK’nin “Kentsel Alanlarda Mülteci Koruması ve Çözümleri Politikasının Uygulanması” şeklinde bir çalışmanın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Dokümantasyon ve statü belirlemede yaşanan zorluklar, topluluk ilişkileri, kentsel mülteciler için güvenli ve sürdürülebilir hayat sağlayabilme, politikanın temelini oluşturan unsurlardır.

Coğrafi konumundan ötürü pek çok mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye ise Avrupa dışından gelenleri 1951 Cenevre Sözleşmesinde yer alan “coğrafi çekince” sebebiyle mülteci olarak kabul etmemiştir. Türkiye, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden gelenlerin oluşturduğu grupları, üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar geçici kalacakları düşüncesi ile Türkiye’de misafir olarak algılanmalarına ve sığınmacı olarak kabul edilmelerini kabul eden bir politika izlemiştir. Ancak 2011 yılında başlayan Suriye’deki iç savaş ile Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin geri dönmesi gibi

bir durumun, söz konusu olmadığı kanaatine varılınca Türkiye Cumhuriyeti Devleti göç politikasında değişikliğe gitmek durumunda kalmıştır.

Türkiye’de yaklaşık 3,5 milyon mülteci5 yaşamaktadır. Bunun 3,2 milyonunu

2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş nedeniyle, Türkiye’ye gelmeye başlayan mülteciler oluşturmaktadır. Özellikle 2014 sonu, 2015 yılı içerisinde, Türkiye hem Suriye hem de diğer ülkelerden gelen ciddi bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalmıştır (Erdoğan, 2017, s. 22).

Türkiye’ye ilk göç dalgasıyla gelen Suriyeliler hızla kurulan kamplara yerleştirilmiş daha sonra göç dalgasının artmasıyla birçok Suriyeli sadece sınır bölgelerinde değil, Türkiye’nin hemen hemen bütün bölgelerinde kendi imkânlarıyla yaşamaya başlamıştır. 2016 yılı itibariyle 10 ilde bulunan 26 mülteci kampında yaşayan Suriyelilerin sayısı 257.566’dır. Bu sayı Türkiye’de yaşayan toplam mülteci sayısına oranlandığı zaman %8 ini oluşturmaktadır. Geri kalan %92’lik kısım ise Türkiye’nin hemen hemen tüm şehirlerine dağılmış vaziyette “kent mültecileri” olarak yaşamaktadır (Erdoğan, 2017, s. 24).

Dünyadaki diğer kent mültecileri gibi Türkiye’de yaşayan kent mültecileri de, kamplarda daha fazla fırsatın ve hizmetin olmasına rağmen kentlerde her türlü riskle karşı karşıya kalarak yaşamayı tercih etmektedir. Hem Suriyeli hem de farklı uyruklardan olan kent mültecileri oldukça kalabalık evlerde, olumsuz barınma şartlarında yaşamaya çalışmakta, emek piyasasına karışmaya çalışırken ağır işgücü sömürüsüyle karşılaşmaktadır. Aynı zamanda Suriyeli kent mültecileri, kent sokaklarında dilencilik yaparak hem kendilerini riske atmakta hem de toplumun algısını olumsuz yönde etkileyecek tutum ve davranışlar sergileyebilmektedir (Kahraman & Nizam Kahya, 2016, s. 813).

Ayrıca ülkemizde sayıları Suriye’den kaçıp gelen mülteciler kadar olmasa da Afganistan, Irak, İran, Somali, Sudan gibi ülkelerden gelen ve kentlerde yaşayan farklı etnik gruplara mensup gruplar da vardır. 2011 yılına kadar uydu kentlerdeki farklı

5 Mart 2019 itibariyle 3.651.635 Suriyeli geçici koruma altındadır.

uyruklardan gelenlerle sınırlı ve sayıları yaklaşık 300.000’i bulan kent mültecilerinin sayısı, Suriye krizinin patlak vermesiyle birlikte, yıllar içinde sayıları milyonları bulmuştur. Örneğin, sayıları Suriyeli mülteciler kadar olmadığı için görünür olmayan, sayıları 100.000’i bulan Iraklı da IŞID tehdidinden kurtulmak için Türkiye’de yaşamaktadır. Gidecekleri şehirler resmi kurumlar tarafından belirlenen Iraklı mülteciler genelde ucuz evlerde ve gecekondularda yaşamaktadır.

Yapılan çalışmalarda belirtildiği üzere, özellikle yakın zamanda ülkelerine dönmeyi düşünmeyen kent mültecileri, kentsel toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır (Kirişçi & Karaca, 2014, s. 11). Nüfuslarının fazlalığı sebebiyle, karşılaşılan riskler ve kamuoyu tepkisi derinleşmekte ve artmaktadır.

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE GÖÇ SÜRECİ KENTE ETKİLERİ VE KENTLİ HAKLARI Türkiye’de göç hareketleri Osmanlı İmparatorluğu döneminden başlayıp, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve ulus devletin inşa süreciyle devam eden ve günümüze kadar uzanan süreci kapsamaktadır. Türkiye’nin coğrafi konum olarak göç yolları üzerinde olmasıyla tarihsel süreç içerisinde, kimi zaman Türklerin göç ettikleri görülürken, kimi zaman da farklı etnik ve kültürel yapıya sahip grupların bu topraklara göç ettikleri görülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin farklı zamanlarda karşılaştığı göç hareketlerine göre, politikalarını değiştirdiği ya da yeniden politika üretme yoluna gittiği görülmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu yıllardan itibaren farklı amaçlarla istekli olarak gerçekleştirdiği göç hareketlerinin yanı sıra düzensiz göçe de maruz kalmış ancak; daha sonra gelişmişlik seviyesini artırarak, düzenli göç hareketlerinin de gerçekleşmesine sebep olmuştur. Türkiye’ye yönelik göç hareketlerinin zamana, gelen kitlelerin yapısına ve geliş sebeplerine bağlı olarak değişiklik göstermesi, hukuki düzenlemelerin yapılmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu durumun sonucunda ise parçalı ve düzensiz, göçle ilgili yönetmeliklerin ve genelgelerin olması uygulamada bazı sıkıntıların yaşanmasına sebep olmuştur.

İkinci bölümde; tarihi süreçte, Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelen göç hareketleri, göç çeşitleri, Türkiye’ye yönelik göçün sebepleri, göçün yönetilmesi için gerekli görülen hukuki düzenlemelerden bahsedilecektir. Ayrıca göçün Türkiye’de kentlere etkileri ve kentli haklarının neler olduğu ve göçle gelenlerin bu hakların ne kadarından faydalanabileceği ikinci bölümü oluşturan konular olacaktır.

2.1. Türkiye’de Göç Hareketlerinin Gelişim Süreci

Türkiye Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu zaman zaman çeşitli dönemlerde, Türk veya Müslüman bireylerin ya da kitlelerin göçleriyle karşılaşırken, farklı etnik yapıya ve dine sahip grupların göçüyle de karşı karşıya kalmıştır. Bu açıdan yaşanan göç süreci, gelen grupların demografik farklılığı ve gelme sebepleri değişiklik göstermiş olsa da, süreç günümüze kadar devam etmiştir. Osmanlı Devleti,

İmparatorluk sürecinde, ülke sınırlarını genişletmesi ile göçle gelen grupların sayısında da ciddi artış görülmüştür.

15. ve 16. yüzyıllarda Osmanlı Devleti, Batı Anadolu’daki nüfus dengesini kurmak ve Rumeli’de hâkimiyeti güçlendirmek amacıyla, devlet tarafından yapılan ve iskân politikasıyla birlikte şekillenen göçler gerçekleşmiştir. Bu politika ile daha çok ele geçirilen yerlerin kalıcılığını kökleştirmek ve nüfus dengesini sağlamak amacıyla 15. ve 16. yüzyıllarda Osmanlı Devleti iskân politikasını hayata geçirmiştir ve neredeyse Osmanlı İmparatorluğunun sonuna kadar bu politikayı gelişmiş ve kullanmıştır. Bu yüzyıllarda Rumeli’ye göç eden Türk-Müslümanların sayısı 400 ila 500.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir. 15.yüzyılın sonunda Sefarad olarak bilinen İspanya’dan gelen, sayıları yaklaşık 250.000 bulan, Yahudiler Türkiye’nin etnik, kültürel çeşitliliğinin oluşmasında etkili olmuştur. Ayrıca 19. yüzyıldaki milliyetçilik ayaklanmalarıyla Habsburg Hanedanlığından kaçan, Macar ve Polonyalı mülteciler ve Rusya’dan kaçan yaklaşık bir milyon Çerkez’in Osmanlı topraklarına sığınmaları örnek olarak gösterilebilir (Kirişçi, 2015, s. 297). Yaşanan büyük göçlerin yanında Osmanlı topraklarına bazı küçük göçler de gerçekleşmiştir. Kırım hanlarının arasında yaşanan taht kavgası sonucunda, mücadeleyi kaybedenler Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kalmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşanan göçler daha çok zorunlu göçlerden oluşmaktadır. Komşu ülkelerde yaşanan iç karışıklık ya da taht kavgaları sonucu Osmanlı Devleti’nin açık kapı göç politikası uygulaması ve mültecileri topraklarına kabul etmesi sonucu birçok yabancı Osmanlı Devleti topraklarında yaşamını sürdürmüştür. Özellikle 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’na göçün bu kadar fazla olmasının temel sebebi, dünyada ulus devletin inşasıyla yaşanan iç karışıklıklar sonucu ülkelerini terk etmek zorunda kalanların olması, yanı sıra Osmanlı hükümetinin, gelen mültecilerin Osmanlı Hükümdarına bağlılığını ilan etmesi ve Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşamak istemesini belirtmesidir (Goularas & Sunata, 2015, s. 17).

Rusya’nın Küçük Kaynarca Anlaşması’nı, Osmanlı Devletine kabul ettirip Kırım’ı işgal etmesinden sonra Rus emperyalizmi 150 yıl boyunca Kırım’ı, Kafkasya’yı, Balkanlar’ı Türk-Müslüman “esaretinden kurtarma” amacıyla binlerce insanı göç etmeye zorlamış ve Türkiye’ye göç hareketleri başlamış hatta bu durum

günümüze kadar uzanmıştır. Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasından sonra Kırım, Ukrayna’ya bağlanmıştır ancak 2014 ilkbaharda Rusya tekrar Kırım’ı ele geçirince Türk-Tatar halkının ne olacağı konusu belirsizdir. Önceden yerleşen ve sayıları 5-6 milyonu bulan Kırım kökenli Türkler ise başta Eskişehir, Polatlı olmak üzere Türkiye’nin farklı şehirlerinde yaşamlarını sürdürmektedirler (Erdoğan & Kaya, 2015, s. 5).

Kırım göçlerini 1862-1864 yıllarında Kafkas göçleri takip etmiştir. Kırım Savaşı’nda yerli Müslüman desteği alamayan Rusya, Kafkas halkına güvenilemeyeceğini anlayıp bu halkı yok etmeye ve sınır dışı etmeye karar vermiştir. 1864-1868 yılları arasında Kafkasya’dan Osmanlı topraklarına gelenlerin sayısı yaklaşık 1,5-2 milyondur (Erdoğan & Kaya, 2015, s. 5).

Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin İkinci Dünya Savaşı sonrasında komünist yönetimleri benimsemesiyle bu ülkelerde ortaya çıkan baskıcı yönetimler sonucu 1970-1996 yılları arasında Türkiye’ye Avrupa’dan gelen 13.500 sığınmacının olduğu İçişleri Bakanlığı tarafından açıklanmıştır. Bu sebeplerle gelen kişiler Türkiye’yi geçiş ülkesi olarak kullanmış ve daha sonra da Batılı ülkelere iskân ettirilmişlerdir (Acer, Kaya, & Gümüş, 2010, s. 64).

Sultan Reşat zamanında Rumeli’de yaşanan toprak kayıpları sonrası bağımsızlığını ilan eden Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk ve Rusya’dan destek alan ülkelerde yaşanan iç çatışmalar sebebiyle, Türkler ve Müslümanlar kalabalıklar halinde Osmanlı’ya doğru göç ettirilmiştir (Barut, 2018, s. 165).

1912-13 Balkan Savaşıyla, Osmanlı İmparatorluğu Doğu Trakya dışında tüm topraklarını kaybetmiştir. Osmanlı birliğini savunan ve bu durum için bir devlet siyaseti belirlemeye çalışan İttihat ve Terakki hükümeti, Türk milliyetçiliğini bir kurtuluş olarak görmüş ve sonucunda ise Balkanlarda bu siyasete bağlı göç türünün ortaya çıkmasına zemin oluşmuştur.

Türkiye’de, Cumhuriyet döneminden önce yaşanan iç çatışmalar, savaş, açlık gibi durumlarla birlikte ortaya çıkan zorunlu göçler ve ölümlerden dolayı Anadolu nüfusunda büyük bir değişim yaşanmıştır. Bu değişimin temelindeki en büyük etken ise, Türk, Müslüman nüfusun Anadolu’daki nicel ve oransal artışıdır. Savaşlarda ve

göç süreçlerinde yaklaşık 2.5 milyon öldüğü düşünülmesi, dış göçlerle gelenlerin olması aynı zamanda da Anadolu’da yaşayan gayri-Müslimlerin ülkeyi terk etmesiyle Türk, Müslüman nüfusun oransal olarak artışı gerçekleşmiştir (Özbay & Yücel, 2001, s. 6).