• Sonuç bulunamadı

3.3. Türkiye’deki Kent Mültecilerin Sosyal İçermelerinde Belediyelerin Rolü

3.3.2. Kent Mültecilerinin Entegrasyonu ve Yersel Uyum Alanındak

Gelişmiş ülkelerin çoğunda ulus-altı yönetimler (belediyeler, bölgesel yönetimler) uluslararası göçle ilgili sorumlulukların dağıtılmasında önemli aktörler görülmekte ve bu alanda yetki ve sorumluluklar verilmektedir. Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar da uluslararası göçün yerel yönetimler tarafından yönetilmesi gerekliliğini savunmaktadır. Özellikle Avrupa’da göçle gelen yabancıların, yerli toplumla entegrasyonunda belediyelere verilen yetki ve

sorumluluklar oldukça fazladır ve ulus-üstü kuruluşlar, yerel halka en yakın birim olan belediyelerin bu alanda etkili olmalarını birçok sözleşmeyle desteklemektedir.

Yerel halkla, ülkeye sığınmak zorunda kalan mülteciler arasında kültürel, dini, etnik farklılıklardan dolayı problemler yaşanabilmektedir. Kitlesel göçle karşı karşıya kalan ülkeler, ilk başta asimilasyonist politikalar geliştirip, kendi kültürlerini, dillerini baskı altında öğretmeye çalışabilirler. Bu durumla karşı karşıya kalan mülteciler ilk başlarda bu durumu kabullenmek zorunda kalsalar da, zaman geçtikten sonra baskıcı politikalar, mültecilerin kendi kültür ve köklerine keskin bir şekilde dönüş yapmalarına sebep olabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında ulusal yönetimin uyum politikalarının yanı sıra ulus-altı, yerel yönetimlerinde bu hassas sürece dâhil olmaları gerekmektedir. Özellikle Türkiye’de kentlerde yaşayan mülteci sayısının oldukça fazla olduğu ve ülkelerine dönüşün de kısa sürede gerçekleşmeyeceği göz önüne alınınca, belediyelerin uyum faaliyetlerini yasal dayanak çerçevesinde gerçekleştirmeleri hem yerel halk için hem de mülteciler için daha sağlıklı olacaktır.

Daoudov, bir yabancının ya da göçmenin ülkeye girip, yabancı statüsünden çıkıp vatandaş statüsüne geçene kadar olan süreci “uyum merdiveni” şeklinde açıklayarak yerel yönetimlerin bu basamaktaki yerini şu şekilde anlatmaktadır. Ülkeye giriş izni alımı, yerleşme ve çalışma izni çoğu ülkede merkezi yönetim tarafından verilmektedir. Ancak Belçika gibi federal sistemle yönetilen ülkelerde, bu izinler de federal yönetim tarafından verilebilmektedir. Bu kısımda üniter devlet sistemiyle yönetilen birçok ülke için bu şekilde ilerlediği görülmektedir. İkinci basamakta bireyin, ülkeye uyumu başlamaktadır ve göçmenlere düzenlenen dil, ülke ve kültür hakkında bilgi kazandırılmaya çalışılan kurslar yerel yönetimler tarafından sunulmaktadır. Ayrıca bireyin ekonomik hayata katılımı için meslek edindirme kursları ve iş bulma destekleri de yine yerel yönetimlerin sorumluluğu altındadır. Üçüncü basamakta göçmenlerin topluluk halinde geldikleri durumlar için, topluluğun yerel toplumla olan uyumunu artırmak, aralarındaki iletişimi güçlendirmek ve en önemlisi göçmen topluluğu söz sahibi yapmak için, göçmen dernekleri, göçmen platformları kurulmasını destekleyerek onlarla çeşitli anket ya da görüşme yapılıp, onların görüşleri değerlendirmeye alınmasında yerel yönetim dolaylı bir rol

oynamaktadır. Dördüncü basamak, yabancıların karar alma sürecine katılımının resmileştirilmesidir. Yabancılara yerel yönetimler alanında istişare kurul ve komisyonlarının kurulmasıdır. Birçok Avrupa ülkesinde göçmenlere yönelik özel katılım olanakları sağlanmaktadır. Danimarka ve Lüksemburg’da bu kurulların kurulması kanunla düzenlenmiştir. Beşinci basamak, seçme hakkı gibi, siyasi haklardan bazılarının tanınmasıdır. Bir takım istisnalar olsa da yabancılara, genelde siyasi katılım hakkı, mahalli idareler nezdinden tanınmaktadır. Son basamak ise, göçmenin, geçen belli bir sürenin sonunda vatandaşlık hakkı elde etmesi ve hukuken de göçmen statüsünden vatandaş statüsüne geçmesi aşamasıdır. Bu aşama ulusal yönetimin sorumluluğundadır (Daoudov, 2015, s. 42). Özellikle Avrupa ülkelerinde ülkeye giriş, ülkede kalış, yerleşme, çalışma izni gibi kararlardan ulusal yönetim kararlıyken, yabancıların uyumu ve sosyal kültürel hayatlarının karşılanması, meslek edinme kurları hizmet sunumu için bölgesel ve yerel yönetimler görevlidir.

Avrupa’daki Belediyelerin göçmenler için yapmış oldukları uygulamalara bakıldığında, İrlanda’nın Dublin şehrinde mültecilerin belediye meclisinde oy kullanabildikleri görülmektedir. Ayrıca şehirdeki göçmenleri bilgilendirmek için, mahallelere bazı afişlerin asıldığı ve bilgilendirme için eğitimlerin verildiği dikkat çekmektedir. İspanya’nın Barcelona şehrinde ise ayrımcılıkları en aza indirmek için yabancılar kent konseylerine katılmaktadır. New Haven şehrinde ise göçmenlere belediye tarafından, belediye kimlik kartı verilmekte ve göçmenler bu kartla, kütüphane kullanımı, parklara erişim gibi bazı olanaklardan faydalanabilmektedir. Marsilya Belediyesi ise farklı dini toplulukları bir araya getirmeye çalışmakta ve aradaki iletişimi güçlendirme çalışmaları yürütmektedir. Avrupa’daki birçok ülkenin yabancıların yerel toplumla uyumunda ilk mercii olduğu görülmektedir. Bu belediyeler göçmenlerin yerleşimi ve uyumu konusunda bir takım sorumluluklara ve politika yapma yetkisine sahip ve gerekli hizmetleri sağlamada da yetkili olduğu görülmektedir (Yıldırım & Mertek, 2017, s. 1203).

Avrupa ülkelerinde göç yönetimiyle ilgili düzenlemeler farklılık gösterse bile genel itibariyle yukarıda anlatıldığı şekildedir. Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği göçmenlere yönelik politikalarında yerel yönetimlere sorumluluk vermektedir.

Türkiye’nin yerel milli heyetlerinin Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresinin sunmuş olduğu öneriler dikkat çekicidir.

• Önerge 323 (2011) ve Tavsiye 304 (2011): Yerel düzeyde dinler ve kültürler arası gerilimlerin aşılması;

• Önerge 281 (2009) ve Tavsiye 262 (2009): Yerel yönetim istihdam ve hizmet sunumu politikalarında eşitlik ve çeşitlilik;

• Önerge 280 (2009) ve Tavsiye 261 (2009): Çok kültürlü şehirler;

• Önerge 270 (2008) ve Tavsiye 252 (2008): Yerel konut politikaları vasıtasıyla göçmenlerin uyumunun kolaylaştırılması;

• Önerge 218 (2006): Göçmenlerin sosyal haklara etkin erişimi: Yerel ve bölgesel yönetimlerin rolü;

• Önerge 153 (2003): Zayıf grupların istihdam edilmesi hakkında;

• Önerge 182 (2004): Şehirlerde şiddetli fakirlikle mücadele: Yerel yönetimlerin rolü; • Önerge 181 (2004) ve Tavsiye 153 (2004): Göçmen kökenlilerin Avrupa’nın büyük şehir ve bölgelerde uyum ve katılımı için misak hakkında;

• Önerge 141 (2002) ve Tavsiye 115 (2002): Yerleşik yabancıların yerel kamu hayatına katılmaları: İstişare kurulları;

• Önerge 92 (2000) ve Tavsiye 76 (2000): Yabancıların yerel düzeyde kamu hayatına katılmaları;

• Sözleşme (1992): Yabancıların yerel düzeyde kamu hayatına katılmaları hakkında sözleşme (1997’ten beri yürürlükte);

• Önerge 15 (1995): Yerel Demokrasi: Bir yurttaşlık projesi;

•Önerge 183 (1987):Bölgesel ve yerel topluluklarda yabancılar (Daoudov, 2015, s. 45).

Yukarıda sayılan gelişmiş ülkelerde yerel yönetimlerin uygulanan uyum politikaları ışığında bakacak olursak yerel yönetimlerin yetkili ve etkili oldukları görülmektedir. Türkiye ise, son yıllarda karşılaşmış olduğu göç dalgasıyla daha önce karşılaşmamış olduğu için, hem ulusal hem de yerel yönetim nezdinde uyum politikası düzenleme ihtiyacı duymamış ve mültecilerin topluma uyumu, siyasetçiler tarafından gündeme alınan bir konu olmamıştı. Yerel yönetimlerin hizmet sunumunun uygulanmasında karşılaşmış oldukları sorunların yanı sıra yerel halka bütünleşmenin oldukça zor olduğu göz önüne alınınca, bu durum için uygun politikaların üretilmesi gerekliliği görüşü ortaya çıkmıştır. Mültecilerin, kamp alanlarına sığamaması ya da farklı sebeplerle kamp merkezlerini terk edip, kent merkezlerinde yaşamaya başlamalarıyla dil sorunu başta olmak üzere birçok sebepten kaynaklı yerel halkla uyum problemleri yaşanmaktadır. Bu sorunlar, Türkiye’de yaşayan mültecilerin yaklaşık 3,5 milyon olması sebebiyle zaman zaman görmezden gelinmekte, zaman zaman da sadece merkezi otorite tarafından çözülmesi beklenmektedir. Oysa tek başına merkezi otorite bu konunun üstesinden gelememektedir. Yabancıların uyumu kavramı ilk olarak 6458 sayılı YUKK ile girmiştir. Buna göre,

Madde 96 – (1) Genel Müdürlük, ülkenin ekonomik ve mali imkânları ölçüsünde, yabancı ile başvuru sahibinin veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerin ülkemizde toplumla olan karşılıklı uyumlarını kolaylaştırmak ve ülkemizde, yeniden yerleştirildikleri ülkede veya geri döndüklerinde ülkelerinde sosyal hayatın tüm alanlarında üçüncü kişilerin aracılığı olmadan bağımsız hareket edebilmelerini kolaylaştıracak bilgi ve beceriler kazandırmak amacıyla, kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ile uluslararası kuruluşların öneri ve katkılarından da faydalanarak uyum faaliyetleri planlayabilir. (2) Yabancılar, ülkenin siyasi yapısı, dili, hukuki sistemi, kültürü ve tarihi ile hak ve yükümlülüklerinin temel düzeyde anlatıldığı kurslara katılabilir.

(3) Kamusal ve özel mal ve hizmetlerden yararlanma, eğitime ve ekonomik faaliyetlere erişim, sosyal ve kültürel iletişim, temel sağlık hizmeti alma gibi konularda kurslar, uzaktan eğitim ve benzeri sistemlerle tanıtım ve bilgilendirme etkinlikleri Genel Müdürlükçe kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarıyla da iş birliği yapılarak yaygınlaştırılır (YUKK, m.96).

“Uyum süreçlerine ilişkin iş ve işlemleri yürütmek” ise 104/f maddesine göre İçişleri Bakanlığı bünyesinde kurulan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün uhdesinde olup, bu amaçla bir “Uyum ve İletişim Dairesi Başkanlığı” kurulmuştur (madde 108/d) (YUKK, m.104-m.198).

Daha önce var olan parçalı göç politikalarını tek bir çatı altında toplayan ve birçok açıdan yenilikçi olan bu kanuni düzenleme, yerel yönetimler için çok sınırlı görev tanımlaması çizmektedir. Yabancıların uyumu için gerçekleşecek kursların, merkezi yönetim tarafından sunulacağı düşünülmektedir. Bu kursların belediyeler tarafından gerçekleştirileceğine dair net bir açıklama bulunmamaktadır. Bu durumda belediyelerin mültecilerin uyumunu sağlamak için açacağı kursların, belediyelerin kendi isteklerine bırakıldığı görülmektedir. Bu durumda da belediyeler kendi inisiyatifleri doğrultusunda açacakları kurslar, belediyeye ek personel ve harcama olarak ortaya çıkarmaktadır. Uyum konusu 104/f maddesine göre merkezi yönetime bağlı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğuna bırakılmış olması belediyelerin, toplumla kent mültecileri arasında uyum politikaları hazırlanmasının yolunun kapanmasına sebep olmuştur. Oysa AFAD 2 Temmuz 2018 verilerine göre, barınma merkezlerinde kalan toplam Suriyeli sayısı 213.743, Iraklı sayısı 5.978’dir. Ülkemizde yaşayan toplam Suriyeli sayısı 3.562.523 olduğu ve yaklaşık 5.000’ de diğer uyruklardan yaşayan mültecilerin olduğu düşünülürse mültecilerin yaklaşık %90’ı kent merkezlerinde yaşamaktadır (AFAD, 2018). Halka en yakın hizmet sunan birimin yerel yönetimler olduğu ve kentte yaşayan insanların problemlerinin çözümünde de yine en başta belediyelerin etkili olduğu düşünüldüğünde YUKK’un belediyelere mülteciler konusunda özel bir imkan tanımamış olması, yetkili

kurumların gerekli gördüğünde belediyelere danışmasını yeterli bulması, belediyelerin yerel halkla bir arada yaşayan mültecilerin uyumu konusunda gerçekleştireceği hizmetleri zora soktuğu görülmektedir (Erdoğan, 2016, s. 34).

Bazı gelişmiş ülkelerin aksine Türkiye’de göçmen toplulukları belediye karar alma süreçlerine dâhil olabilmeleri için herhangi bir yasal dayanağın olmaması, yabancıların katılımcı demokrasi anlayışının ilerlemesi için kurulan kent konseylerine katılımı zora sokmaktadır. Kent Konseyleri Yönetmeliği yabancıların karar alma süreçlerindeki yerine değinmemiştir. Kent Konseyi Yönetmeliğinin 8/f maddesinde, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, sendikaların, noterlerin, baroların ve ilgili derneklerin, vakıfların temsilcilerinin üye olarak katılmalarını tanımış ancak yabancılara dair herhangi bir şekilde katlımın sağlanmasını tanımamıştır (Kent Konseyi Yönetmeliği, 2006).

Oysa belediyenin hizmetlerinden faydalanmak için fikrini sunabilen, artık içinde yaşadığı kentin bir üyesi konumuna gelen yabancının yaşadığı çevreye karşı sorumluluk duymasıyla birlikte, çevre bilinci edinen, aynı kentsel alanda birlikte yaşadığı insanlara karşı da sorumluluk hissederek birlik ve beraberlik içinde yaşayan yabancıların kent konseylerinde temsil edilmesi yerel halkla bütünleşmenin sağlanmasına katkı sağlayacaktır. Yabancıların sayıca fazla olduğu Alanya ilinde Kent Konseyi içinde Yabancılar Meclisi kurulmuştur. Türkiye’de öncü olan bu meclisin yanı sıra 2011 yılından beri Bursa Kent Konseyi Yabancılar Çalışma Grubu aktif olarak çalışmaktadır. Antalya ilinde de Konyaaltı Kent Konseyi Yabancılar Meclisi 2014 yılında kurulmuştur (Bulut & Eraldemir, 2015, s. 50).

3.3.3. 5393 Sayılı ve 6360 Sayılı Kanunlara Göre Belediyelerin Sosyal Görevleri Kapsamında Kent Mültecilerinin Yeri

Özellikle 1980’lerden sonra refah devletinin büyümesiyle, dünya genelinde, belediyelerin sosyal ihtiyaçları karşılamadaki rolü artmıştır. Belediyeler sadece alt yapı ihtiyacını giderme veya idari ve mali olarak işleyişi sağlamanın yanında; beldede yaşayan insanların ihtiyaçlarını gidermenin de kendi sorumluluğu altında olduğuna karar vermiş ve merkezi otoriteye göre sosyal ihtiyaçları karşılamada daha etkili olmaya başlamıştır. Özellikle dezavantajlı gruplar; yaşlılar, engelliler, yoksullar,

evsizler, kadınlar, çocuklar, göçmenlere hizmette klasik belediyecilik anlayışının, ihtiyaçları karşılayamayacağı fark edilmiş ve sosyal belediyecilik anlayışı benimsenmeye başlanmıştır. Sosyal belediyecilik, belediyeyi sadece yardım eden bir hayır kuruluşu olarak adlandırmamaktadır. Sosyal belediyecilikte önemli olan unsur yapılacak yardımların gerçekleşmesi için zemin oluşturmaktır. Sunulacak hizmette zaman zaman aracı kurum olmaktadır (Çelik, 2014, s. 3).

Türkiye’de sosyal belediyecilikle ilgili birçok tanımlama mevcuttur. Bunlardan biri Seyyar’ın sosyal belediyecilikle ilgili yapmış olduğu açıklamada belediyelerin sağlıktan gelir dağılımına, çevre düzenlemesine ve istihdama kadar her alanda sorumlu olduğundan söz etmektedir (Seyyar, 2008, s. 31).

Özellikle 2000’li yıllardan sonra belediyecilikte reform ihtiyacı hissedilmiş ve 2005 yılında çıkarılan 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda, sosyal hizmetlere yer veren 14. maddesinde belediyelerin imar, su, kanalizasyon, acil yardım gibi hizmetlerin yanı sıra konut ihtiyacını karşılama, kültür, sanat, spor, turizm, sosyal hizmet ve yardım, nikah, sosyal beceri kazandırma kursları açma gibi alanlarda da sorumlu olduğu belirtilmiştir. Ayrıca büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000i geçen belediyeler kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açar şeklinde ibare bulunmaktadır. Ayrıca yine bu maddede, belediyeler hizmette bulunurlarken sahip oldukları bütçe doğrultusunda ve uygulanacak olan hizmetin ivediliği dikkate alınarak belirlendiği söylenmektedir. Ayrıca bu hizmetlerin uygulanacağı gruplar, 5393 Sayılı Belediye Kanunun 14. Maddesinde şu şekilde sıralanmıştır. “Belediye hizmetleri, vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun yöntemlerle sunulur. Hizmet sunumunda özürlü, yaşlı, düşkün ve dar gelirlilerin durumuna uygun yöntemler uygulanır” (5393 Sayılı Belediye Kanunu, 2005, s. md.14). Yine aynı kanunun 15. maddesinde belediyelerin yetki ve imtiyazları kısmında; “Belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla her türlü faaliyet ve girişimde bulunmak.” Hizmetlerin kime sunulacağından “belde sakinleri” olarak bahsetmektedir. 14. ve 15. maddelerde özel olarak göçmenler, mülteciler ya da kent mültecilerini kapsayıp kapsamadığı belirsiz olarak gözükmektedir. Kent mültecilerinin 14. maddede belirtilen düşkün ya da dar gelirli gruplar içine girip girmediği de belirsizliğe sebep olmaktadır.

SONUÇ

Göç neredeyse insanlığın varoluşunda başlayan, devam eden ve insanlık var oldukça süreceğine inanılan bir süreçtir. İnsan varoluşu gereği bulunduğu şartların daha iyisini aramak ve bunu sağlamak için göç etmekte ve göç olgusuna sebep olabilmektedir. Kimi zaman ekonomik şartlarını iyileştirmek, kimi zaman savaş ya da siyasi sebeplerle bulunduğu ülkeyi terk ederek daha sağlıklı şartlarda yaşamak isteyebilmektedir. Göçün sınırı önceden teknolojik ve ulaşım şartlarından ötürü daha sınırlı kalmış olsa da gününüzde küreselleşmenin de etkisiyle sınırı oldukça genişlemiştir. Dünya nüfusunun artmasıyla da göç edenlerin sayısında da oldukça yüksek bir artış görülmüştür. İnsanı göç etmeye iten eylemin yıllar içinde sebeplerinin değişmesiyle de göç kuramlarında değişiklikler olmuştur.

Kuramların ilki göçün sınırını anlatan, iç göçlerin sebeplerini ve mesafesindeki sınırlılığı vurgulayan kuramlar olmuşken daha sonraki kuramların, göç etmeye iten sebepler içinde daha çok ekonomik durumların olduğu belirtilmiş zamanla göçmenlerin oluşturdukları göçmen ağları bir başka göç kuramının oluşmasına sebep olduğu görülmüştür. İnsanı göç etmeye zorlayan ya da bu kararı vermesine sebep olan unsur değil unsurlardır. Göçün bitmesi hiçbir zaman söz konusu değildir. Çünkü yeni yere yerleşen insanlar, bu defa da ya akrabalarını ya da tanıdıklarını yanlarına çekerek yeni bir kuramın ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Görüldüğü üzere bir kuram tek başına ortaya çıkmamıştır, tüm sebepler bir arada ve birbirinin kimi zaman da sonucunu oluşturmaktadır. Bu sebeple göç kuramlarından yalnız biri açıklama yapmak ve kullanmak için yeterli olduğu düşünülemez. Çünkü göç eylemini açıklamak yalnız ekonomik, siyasi sebeplere dayandırılamayacağı gibi iç ve dış göç gibi sınırlara, mesafelere, kültürel bağlara da dayandırılamamaktadır. Göç bir süreç olduğu için sebepleri ve sonuçlarıyla her zaman bir devinim halindedir. Sonuçlar sebeplerine, sebepler de sonuçlarına dönüşebilmektedir. Göç etme sebeplerine göre, göç literatüründe farklı anlamlara gelen kavramlar bulunmaktadır. Bireyi göç etmeye iten sebeplerin değişmesi ve göç ederken bireysel ya da kitlesel halde göç ediyor olması bazı kavramların oluşmasına sebep olmuştur. Örneğin göçmen; bireyin özgür iradesiyle daha iyi şartlarda yaşayacak olmasını düşündüğünden ve ekonomik şartlarının daha iyi olacağına inancından ötürü yer değiştirir. Sığınmacı, kitlesel göç

hareketi ve mülteci kavramları göçmen kavramından daha farklıdır burada birey ya da topluluk can güvenliği şartları sağlanamadığı veya sağlanmadığı için göç etmek zorunda kalmıştır. Son yıllarda daha çok karşılaşılan göç türü, savaşlar sebebiyle insanların can güvenliğini sağlayabilmek için sınırları aşarak gerçekleştirdikleri uluslararası göçlerdir.

Dünyada 65 milyon insan savaş, şiddet, insan hakları ihlali sebeplerinden dolayı göç etmek zorunda kalmıştır. Türkiye ise geçmiş yıllardan bu yana gerek stratejik konumu gerekse göç edenlere gösterdiği ılımlı yaklaşımdan dolayı her zaman göçe maruz kalan ülke konumunda olmuştur. Irak savaşından, Afganistan savaşından, Afrika kıtasından, İran’dan daha iyi şartlarda yaşamak ve mülteci statüsüne sahip olmak için Türkiye’yi transit ülke olarak değerlendiren insanlarla birlikte 2011 yılından itibaren Suriye savaşından dolayı Türkiye tarihinin en büyük göç dalgasıyla karşı karşıya kalmıştır. Türkiye çoğu savaş mağduru olan, yaklaşık 3,9 milyon göçmene ev sahipliği yapmaktadır. Türkiye’de 3,6 milyon Suriyeli, 169 bin Afgan, 143 bin Iraklı, 5 bin Somalili, 10 bin de başka uyruklardan yaşayan insanlara yardım eli uzatmaktadır. Türkiye’de yaşayan mültecilerin yaklaşık 178 bini kamplarda yaşarken geri kalan 3,4 milyonunun kentlerde ve kent çevrelerinde yaşadığı düşünülürse bu sürecin yönetilebilmesi için merkezi yönetime ve merkezi yönetim nezdindeki yerel yönetim içindeki belediyelere sorumluluklar düştüğü görülmektedir.

Türkiye 2011 yılından önce bu denli büyük bir göç dalgasına maruz kalmadığı için hukuki olarak herhangi bir alt yapıya sahip değildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında göç politikası “Türk soyundan olanlar” veya “Türk kültürüne bağlı” kriterlerine uygun olarak gerçekleştirilmiştir. 2000’li yıllara kadar da hemen hemen aynı kültüre sahip olduğu göçmenlerle ilgili olarak yasal bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmamıştır. Bu süreç 1934 tarihli İskân Kanunuyla yürütülmeye çalışılmıştır. 1990’lı yıllarda yaşanan Soğuk Savaş dönemi sonrasında 1994 İltica Yönetmeliği çıkarılmış, BMMYK’nin mülteci statüsü belirleme sorununa çözüm aranmaya çalışılmıştır. 1999 sonunda Türkiye’nin AB’ne aday ülke olarak gösterilmesi, 2001 yılı Katılım Ortaklığı ve 2003 yılında yabancıların çalışma izinlerine ilişkin kanunla birlikte Türkiye, göç alanındaki mevzuatta yaptığı ilk köklü değişime imza atmış ve yabancıların kalıcılığını kabul eden uygulamaları kabul etmiştir. Türkiye, 2005 yılında ise İltica ve Göç Ulusal Eylem

Planında Yabancılar ve Uluslararası Eylem Planının temelinin oluşmasına sebep olan ikinci ve daha kapsamlı olan adımını atmıştır. 2006 yılında ise 1934 İskân Kanununda geçen “soydaş mülteci” anlayışı son bulmuş ancak soydaş veya Türk kültürüne bağlı olma anlayışı devam etmiştir. 11 Nisan 2013’te yürürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu Türkiye’nin göç alanında yaptığı en kapsamlı, insan haklarını gözeten, AB müktesebatına uygun, göç alanında ihtiyaç duyulan hukuki, idari alt yapının oluşturulduğu göçün yönetilebilmesi için gerekli şartların uygunluğunu sağlayan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) kabul edilmiştir.

Göç ettikleri ülkelerin kültürüyle gelen ve kent merkezlerine yerleşen mültecilerin barınma, beslenme, sağlık, eğitim ihtiyaçlarının yanı sıra kendi kültürleriyle çok farklı olan yerel halkla uyumları oldukça zorlu bir süreçtir. Hem sayılarının fazlalığı hem de farklı etnik ve kültürel yapıdan ötürü uyum sürecinin oldukça zor olduğu görülmektedir. Birlikte yaşam fikrinin gerçekleşmesi zaman zaman toplumsal çatışmanın olması ya da zaman zaman da yerel halkla yeni ilişkilerin kurulmasıyla gerçekleşebilecektir. Toplumsal kuralları kendi kültürleriyle ve gerçeklikleriyle harmanlaştırarak yeni bir gerçeklik oluşturacak bunu da yerel halkla iletişimde köprü olarak kullanabileceklerdir. Yerel halkın kendi toplumsal kurallarını, kültürlerini, dillerini baskın hale getirerek gelen kültürü eritme çabasına girmesiyle ortaya çıkan ve asimilasyon olarak tanımlanan bu süreç Türk kültürü ve gelen kültürler açısından sağlıklı bir sonuca ulaşmayacaktır. Yabancı dilden entegrasyon veya adaptasyon olarak Türkçe’ye geçen kavramları bu durumda en iyi karşılayan kelime uyum kavramıdır. Uyumda bir tarafın bir taraftan baskınlığı, üstünlüğü ya da daha kabul edilebilirliği yoktur. Kültürlerin iç içe geçerek gelişme, zenginleşme süreci sonucunda yeniden tanımlandıkları sosyal bir gerçekliktir. Bu süreçte de çatışmalardan