• Sonuç bulunamadı

I.Gıyase'd-din Keyhüsrev'in Bizans serüveni ve Bizans ile mücadeleleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "I.Gıyase'd-din Keyhüsrev'in Bizans serüveni ve Bizans ile mücadeleleri"

Copied!
141
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANA BİLİM DALI ORTAÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

I.GIYASE`D-DİN KEYHÜSREV`İN BİZANS SERÜVENİ VE

BİZANS İLE MÜCADELELERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Yrd. Doç. Dr. Zeki ATÇEKEN

HAZIRLAYAN Uğur KESKİN

(2)

i

ÖZET

Türkiye Selçukluları Sultanı II.Kılıç Arslan, yaşlanınca ülkeyi on bir oğlu arasında paylaştırdı. Bunlardan en küçüğü olan I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`e devletin batısında ve Bizans sınırında olan Uluborlu melikliğini verdi. II.Kılıç Arslan, ölmeden önce Keyhüsrev`i veliaht ilan edince, onun ölümüyle I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev 1192 yılında Türkiye Selçukluları Devleti`nin sultanı oldu.

I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev, saltanatı zamanında Menderes nehri civarına baskınlar yaparak Bizans`a zarar vermişti. Fakat ağabeyi Rükne`d-Din Süleyman Şah`a yenilince Bizans`a sığınmak zorunda kalmıştır. 1204 Latin işgali ile kayınpederi Manuel Mavrozomes`e sığınan Gıyase`d-Din Keyhüsrev, ağabeyinin ölümünü öğrenince Anadolu`ya davet edilip ikinci kez tahta geçmiştir (1205).

Anadolu`da ticari faaliyetleri düzene koymak için Karadeniz ve Akdeniz`e seferler düzenleyen ve Menderes nehri civarına akınlar yapan Keyhüsrev`in İznik Rum İmparatoru ile arası açılmıştır. Bunun sonucunda 1211 yılında yapılan Alaşehir Savaşı`nda ise I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev şehit olmuştur.

(3)

ii

ABSTRACT

II.Kılıç Arslan, the Sultan of Turkey Sejukids, shared the country among his eleven children when he aged. He declared him the ruler of Uluborlu which was in the west of the country and in Byzantium border. As II.Kılıç Arslan announced I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev as crown prince before his death, I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev became the ruler of Turkey Seljukids in 1192 as a result of his death.

I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev damaged Byzantium by raiding in the neighbour hood of Menderes river in his sovereignty time. But his brother Rükne`d-Din had to take refuge in Byzanyium when he was defeated by Süleyman Şah. Gıyase`d-Din Keyhüsrev, who took refuge in Manuel Mavrozomes, who was the father in law of him, as aresult of Latin raid in 1204, was invited toAnatolia and was enthroned fort he second time in 1205 when the learned his brother`s death. Keyhüsrev, who arrenged raids to black sea and mediterranean and made raids to Menderes river in order toarrenge commecial activities in Anatolia, had problems with Theodoros Laskaris, the emperor of the Nicaea. As a result of this, at Alaşehir war which was done in 1211, I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev mastyred.

(4)

iii

İ

ÇİNDEKİLER

Özet...i Abstrac...ii İçindekiler...iii Önsöz...vii Kısaltmalar...ix

GİRİŞ

1. Konunun Hazırlanmasında Kullanılan Kaynaklar Ve Araştırmalar...1

1.1. Kaynaklar...1

1.2. Araştırmalar...5

2. I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`e Kadar Türkiye Selçukluları Tarihine Umumi Bir Bakış...5

I.BÖLÜM 1. I.GIYASE`D-DİN KEYHÜSREV`İN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI VE MELİKLİK DÖNEMİ...15

1.1. Hayatı... 15

(5)

iv

II.BÖLÜM

2. I.GIYASE`D-DİN KEYHÜSREV`İN İLK SALTANAT YILLARI VE KARDEŞİ RÜKNE`D-DİN SÜLEYMAN ŞAH İLE TAHT

MÜCADELESİ...31

2.1. Tahta Geçişi...31

2.2.Bizans Seferi Ve Nüfus Mübadelesi...32

2.3. Denizli`nin Fethi...37

2.4. Karaağaç Ovası`nın Fethi...37

2.5. I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev İle Kardeşi Rükne`d-Din Süleyman Şah Arasındaki Taht Mücadelesi...37

III.BÖLÜM 3. I.GIYASE`D-DİN KEYHÜSREV`İN BİZANS YOLCULUĞU VE BİZANS HAYATI...43

3.1. Bizans Yolculuğu...43

3.1.1. Konya`dan Ayrılışı Ve Ladik Olayı...43

3.1.2. Ermeni Ülkesine Varışı Ve Kral II.Leon`la Görüşmesi ...45

3.1.3.Kardeşi Mugise`d-Din Tuğrul Şah`ın Ülkesi Elbistan`a Varışı...46

3.1.4. Kardeşi Muizi`d- Din Kayser Şah`ın Ülkesi Malatya`ya Varışı...47

3.1.5. Haleb Eyyubi Hükümdarı El-Melikü`z-Zahir`in Ülkesine Varışı...48

3.1.6. Diyarbakır`a Varması...48

3.1.7. Ahlat`a Varması...49

3.1.8. Canit Topraklarına Varması...50

(6)

v

3.2. İstanbul Hayatı ve İstanbul`un Latinlerce İşgali...51

3.2.1. İstanbul`da İmparator III.Aleksios Angelos İle Görüşmesi...51

3.2.2. Evlenmesi...54

3.2.3. IV. Haçlı Seferi ve İstanbul`un Latinlerce İşgali...54

3.2.3.1. İznik Rum İmparatorluğu`nun Kurulması...58

3.2.3.2. Trabzon Rum İmparatorluğu`nun Kurulması...59

3.2.4. İstanbul`un İşgali Sırasında I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in Kayınpederine Sığınması Ve Ada Hayatı...59

3.3. Rükne`d-Din Süleyman Şah`ın Ölümü Ve I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in Anadolu`ya Davet Edilmesi...60

IV. BÖLÜM 4. I.GIYASE`D-DİN KEYHÜSREV`İN ANADOLU`YA DÖNÜŞÜ, II.SALTANAT YILLARI VE ŞEHADETİ...64

4.1. İznik Olayı...64

4.2. Uluborlu`da Yapılan Hazırlıklar...65

4.3. Konya Kuşatması Ve Tahta Davet Edilmesi...66

4.3.1. Aksaray Olayı...67

4.3.2. I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in Konya Tahtına Davet Edilmesi.68 4.4. İkinci Saltanatının İlk Yılları Ve İzlediği Siyaset...69

4.5. Karadeniz Seferi...80

4.6. Honaz ve Ladik`in Fethi...83

4.7. Antalya`nın Fethi Ve Ticari Anlaşmalar...86

4.8. Ermeniler İle Olan Mücadeleler...92 4.9. Alaşehir Savaşı Ve Sultan I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in Şehadeti.94

(7)

vi

4.9.1. Alaşehir Savaşı`nı Hazırlayan Sebepler...94

4.9.2.Alaşehir Savaşı Ve I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in Şehadeti...99

4.10. Şahsiyeti...105

4.11. Döneminin Toplumsal Ve Kültürel Özellikleri...109

SONUÇ...114

BİBLİYOGRAFYA...116

(8)

vii

ÖNSÖZ

Türkiye Tarihi`nin oluşmasında ve Türk kültürünün Anadolu`ya hakim olmasında değeri ölçülemez bir yere sahip olan Türkiye Selçukluları üzerinde çok yönlü çalışmalar yapılmış olmasına rağmen bu devrin her özelliği henüz günyüzüne çıkarılmış değildir.

Türkiye Selçukluları Tarihinin önemli bir kısmını teşkil eden, devlet yapısının şekillenmesi ve sağlam temellere dayandırılmasında bir dönüm noktası olan I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev dönemi ise her yönüyle incelenmeye değer bir konudur.

I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev zamanında Anadolu`nun Türk vatanı haline gelmesini sağlayan Türkiye Selçukluları Devleti`nin temel yapısı sağlamlaştırılmış, merkezi otoritenin kuvvetlendirilmesi sağlanmış ve ticari hayat canlandırılmıştır ki; Alae`d-Din Keykubad zamanında devlet en parlak zamanını yaşamıştır. Fakat gerek kaynakların sınırlı olması gerekse yeterli araştırmaların yapılamamasından dolayı Keyhüsrev dönemine ait bilgilerimizde çok fazla ilerleme kaydetmiş değiliz. Birkaç araştırmacı dışında günümüz araştırmacıları tarafından yapılan çalışmalar da bu bilgileri aşamadığından I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev dönemi bütün gerçekleriyle incelenebilmiş değildir.

Özellikle birinci el kaynaklara dayanarak hazırlamaya çalıştığımız ve I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev ile Bizans arasındaki ilişkilere ağırlık vererek oluşturduğumuz bu çalışmamızı hazırlarken gerek Arapça ve Farsça dillerinde, gerekse Latince`deki yetersizliğimizden dolayı tercüme eserler kullanmak zorunda kaldık. Bundan dolayı da hatalarımız elbette olacaktır. Bunun yanında önceki araştırmacıların ortaya koymadığı veya müphem bıraktığı konuları, hocam Mikail Bayram, Tuncer Baykara ve Nejat Kaymaz gibi günümüzün değerli araştırmacılarının ortaya koyduğu yeni belgeler ve bilgelere dayandırarak hazırlamaya çalıştık.

(9)

viii

Dört bölüme ayırdığımız bu çalışmanın birinci bölümünde; I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in ilk saltanatına kadar meliklik dönemini; ikinci bölümde, Konya`dan ayrılışına kadar süren ilk saltanat yıllarını; üçüncü bölümde, Bizans yolculuğu ve İstanbul`daki gurbet hayatını; dördüncü bölümde, Anadolu`ya dönüş serüveni, ikinci saltanat yılları ve şehadetini araştırmaya çaba sarfettik. Bunun yanında kısa da olsa I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in şahsiyeti ve döneminin özelliklerine değinmeye çalıştık

Çalışmalarım sırasında her türlü konu ve yardımda desteğini gördüğüm danışman hocam Yrd.Doc.Dr. Zeki Atçeken`e; gerek eserlerinden gerekse fikirlerinden yararlandığım hocam Prof.Dr.Mikail Bayram`a teşekkür ederim. Ayrıca bu çalışmanın ortaya çıkmasında çaba sarfeden Öğretim Görevlileri Dr.Sefer Solmaz ve Dr.M.Ali Hacıgökmen; öğretmen arkadaşlarım Celal Adıgüzel ve Özgür Uyar başta olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim.

Uğur KESKİN Konya 2006

(10)

ix

KISALTMALAR

—a.g.e.: Adı geçen eser —a.g.m.: Adı geçen makale —a.g.t.: Adı geçen tez ––b.: Bin

—bk.: Bakınız —C.: Cilt —Çev: Çeviren

—DGBİT: Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi —DİA: Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

—Haz: Hazırlayan

—İA: İslam Ansiklopedisi —MEB: Milli Eğitim Bakanlığı —s.: Sayfa

—S.: Sayı

—TTK: Türk Tarih Kurumu —Yay.: Yayınları

(11)

1

GİRİŞ

1. Konunun Hazırlanmasında Kullanılan Kaynaklar Ve Araştırmalar

Konu hazırlanırken I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev dönemini anlatan birinci el kaynaklar kullanılmaya özen gösterildi. Fakat bu dönemin kaynaklarının Arapça, Farsça ve Latince olmasından dolayı tercümeleriyle yetinilmek zorunda kalınıp, tercümelerden bilgi aktarılmaya çalışıldı. Yararlanılan kaynaklardan bazıları verdikleri bilginin önemi ve teferruatına göre sıralanıp incelenmeye çalışılmıştır.

1.1. Kaynaklar

-İbn Bibi, El Evamirü`l-Ala`iye Fil`l-Umuri`l-Ala`iye

Gerçek ismi Nasırü`d-din Hüseyin b. Muhammed b. Ali er-Ca`feri el-Rugadi olan müellif kısa adıyla İbn Bibi olarak nam salmıştır. Hayatı ile ilgili bilgiler sınırlı olup, hayatını eserlerinden öğrenmekteyiz. Babası Cürcan`ın ileri gelenlerinden Mecdeddin Muhammed Tercüman, Harzemşah Alae`d-Din Muhammed`in divan katibiydi. Annesi ise el-Bibi el-Müneccime olarak zikrolunmaktadır. Alae`d-Din Keykubad ile Harzemşah arasındaki muharebeden sonra İbn Bibi`nin annesi ve babası Dımaşk`a gitmiştir. 1231-1233 yılları arasında Konya`ya gelen aile Selçuklular`ın hizmetine girmiştir. Babasının ölümünden sonra onun görevine getirilen İbn Bibi, bu eserini İlhanlılar`ın ünlü devlet adamı Alae`d-Din Ata Melik Cüveyni`nin isteği üzerine yazmıştır. Eser II.Kılıç Arslan döneminin son zamanlarından başlayıp 1281 yılına kadar olan olayları anlatmaktadır. Olayları genelde görüp işittiklerine dayanarak, halk rivayetlerine yer vererek, hatıra tarzında anlatan ve şiirlerle süsleyen İbn Bibi bazı olaylara eserinde hiç değinmemiştir1. Çalışmamızın her safhasında kullanmaya çalıştığımız bu eserde eksiklikler olmasına rağmen I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev dönemi etraflıca anlatılmıştır. Eserin tıpkıbasımı 1956 yılında A.

1 İbn Bibi, El Evamirü`l-Ala`iye Fil`l-Umuri`l-Ala`iye (Selçuk Name), C.I, Çev: Mürsel Öztürk, Ankara 1986, s.1-4.

(12)

2

Sadık Erzi tarafından yapılmıştır. Çalışmamızda Mürsel Öztürk`ün tercümesinden yararlanılmıştır.

- İbnü`l-Esir, El-Kâmil Fi`t-Tarih

Tam olarak ismi Ebu`l-Hasen İzzü`d-din Ali b. Muhammed el-Cezeri olan İbnü`l Esir, Ortaçağ tarihinin en güvenilir müelliflerinden birisidir. Cizre`de doğan İbnü`l Esir, Harameyn ve Bağdat`da ilim tahsil etmiş sonra da ailesiyle Musul`a gitmiştir. Musul Atabeginin elçiliğini yaparken ilmi çalımalarına da devam etmiştir. Kudüs`ün fethinden sonra Selaha`d-din Eyyubi`nin yanında bulundu ve onun Antakya Prinkepsliği`ne karşı düzenlediği seferine katıldı. Daha sonra Musul`a dönmüş ve hayatının geri kalanını burada geçirmiştir. Sağlam rivayetlere dayanarak hazıladığı bu eser insanlığın yaratılışından 1231 yılına kadar olan olayları kronolojik sırayla vermektedir.Arapça olarak kaleme aldığı el-Kamil, Ahmet Ağırakça tarafından Türkçe`ye tercüme edilmiştir2. Rükne`d-Din Süleyman Şah ve I.Gıyase`d-Rükne`d-Din Keyhüsrev dönemleri hakkında bilgi veren bu eserden, çalışmamızda özellikle I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in ikinci saltanat yıllarının anlatımında faydalanılmaya çalışılmıştır.

-Kerimeddin Mahmud Aksarayi, Müsameretü`l-Ahyar ve Müsayeretü`l-Ahbar

Hayatı hakkında az bir bir bilgiye sahip olduğumuz Aksarayi uzun süre devlet işinde çalışmıştır. Kullandığımız eseri tercüme eden Feridun Nafiz Uzluk`un anlatımından, Aksarayi`nin vergi işlerinde de uzman olduğunu anlamaktayız. Eserini İlhanlılar`ın Anadolu valisi Timurtaş`a teslim eden Aksarayi`nin esrinde 1243 öncesine ait detaylı bilgiler fazla olmayıp, Gıyase`d-Din Keyhüsrev dönemine ait bilgiler de sınırlı olarak bulunmaktadır3.

2 Selim Kaya, I.Gıyaseddin Keyhüsrev Ve II. Süleymanşah Dönemi Selçuklu Tarihi (1192-1211), İstanbul 2001, Basılmamış Doktora Tezi, s.x.

3 Kerimeddin Mahmud Aksarayi, Selçuklu Devletleri Tarihi, Çev: M.Nuri Gencosman, Ankara 1943, s.1-9.

(13)

3

-Anonim Selçukname

Yazarı belli olmayan bu eser “Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi III” adıyla Feridun Nafiz Uzluk tarafından 1952 yılında Türkçe`ye tercüme edilmiştir. Diğer kaynaklarda yer almayan bazı bilgilere ulaştığımız bu eserde özellikle Alaşehir Savaşı ile ilgili bölümlerden yararlanılmıştır.

-Ahmed bin Mahmud, Selçuk-name

Yazarın asıl ismi Bursalı el-Mevla Ahmed b. Mahmud`dur. 1564 yıllarında müderrislik görevinde olan Ahmed b.Mahmud, 1570 yılında ölmüştür. Müellif, eserini kaleme alırken Selçuklu tarihinin ana kaynaklarını aşamamıştır. Eserin bilinen iki yazma nüshası vardır. Edirne yazmasında eksiklikler olup müstensihin adı kaydedilmemiştir4. Eserin kullandığımız tercümesini ise Erdoğan Merçil sadeleştirerek yayına hazırlamıştır.

-Müneccimbaşı, Camiü`d-düvel

Müneccimbaşı Ahmed Dede olarak tanınan ve genelde Müneccimbaşı olarak anılan Amhed b. Lütfullah 1631 yılında Selanik`te doğmuştur. Bir müddet babasının yanında çalıştıktan sonra mevlevihanede tahsiline başlamıştır. Sahaifü`l-Ahbar fi Vekayi-ül-a`sar olarak tanınan eserinin Selçuklularla ilgili olan kısmı 1935 yılında Hasan Fehmi Turgal tarafından “Anadolu Selçukileri” adıyla Türkçe`ye tercüme edilmiştir. Daha sonraki yıllarda Ali Öngül, “Camiu`d-Düvel” adıyla bir tercüme daha yapmıştır. Çalışmamızda çevirilerin ikisi de kullanılmıştır.

-Ravendi, Rahat-üs-Sudur Ve Ayet-üs-Sürur

Tam ismi Ebu Bekr Necmeddin Muhammed b. Ali b.Süleyman b. Muhammed b.Ahmed b. el-Hüseyin b. Himmet er-Ravendi olan yazardan

(14)

4

Ravendi diye bahsedilmektedir. Ravendi, Ravend kasabasında doğmuş, babasını küçükken kaybetmişti. Irak`da eğitimini tamamlayan Ravendi Irak`ın Harzemşahlar tarafından alınmasından sonra ortaya çıkan karışıklık sebebiyle köşesine çekilip ilmi araştırmalarla meşgul olmuştur. Ravendi, 1203 yılında yazmaya başladığı bu kitabını iki-üç yıl içinde tamamlamıştır. İlk başta Rükne`d-Din Süleyman Şah`a takdim için hazırladığı bu eserini Rükne`d-Rükne`d-Din Süleyman Şah`ın ölümü üzerine tahta geçen I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`e takdim etmiştir. Bu durum eserin bazı yerlerinde Süleyman Şah`a ait övgülerde kendini göstermektedir. Daha önce M. İkbal tarafından yayınlanan eser iki cilt halinde Ahmed Ateş tarafından Türkçe`ye tercüme edilmiştir5.

-Niketas Khoniates, Historia

Niketas Khoniates kesin olmamakla birlikte 1115 yılında Denizli yakınlarında Honaz`da doğmuştur. Dokuz yaşında İstanbul`a giden Khoniates burada iyi bir devlet idaresi eğitimi almıştır. 1204 yılında İstanbul`un Latinlerce işgali ile İznik`e kaçmıştır. Tahminen 1220 yılına kadar yaşamıştır. 21 kitaptan oluşan eserini 1185 yılında yazmaya başlamış, 1180-1206 yılları arası geçen olayları konu almıştır6. Çalışmamızda eserin Fikret Işıltan tarafından Türkçe`ye tercüme edilmiş olan “Ioannes Ve Manuel Komnenos Devirleri” ile Işın Demirkent tarafından Türkçe`ye tercüme edilen “ Historia (1195-12069)” adlı kısımlarından faydalanılmıştır.

-Gregory Abu`l Farac (Bar Hebraeus), Abu`l-Farac Tarihi

Bar Hebraeus, 1225-1226 senelerinde Malatya`da doğmuştur. Babası Ahron Harun) adlı bir Yahudi tabipdir. Küçük yaşta Arapça, Süryanice ve İbranice öğrenmiştir. Felsefe, ilahiyat ve tıp alanında da tahsil yapmıştır. 1246 yılında Gubos Piskoposluğuna tayin edilmiştir. 1286 yılında ise ölmüştür.

5 Ravendi, Rahat-üs-Sudur Ve Ayet-üs-Sürur, C.I, Çev: Ahmed Ateş, 2.Baskı, Ankara 1999, s.xxxııı-xvııı.

(15)

5

Eser Türkçe`ye tercüme edilirken Süryanice`den İngilizce`ye çeviren Budge`nin nüshası esas alınmıştır7. Genellikle olayları tarihi ile vermeye çalışan Abu`l-Farac`ın bu eseri olayların tarihlerinin verilmesinde diğer kaynaklarla çelişki içerse de Selçuklu tarihi için önemli bir eserdir.

1.2. Araştırmalar

Çalışmalarımız sırasında Osman Turan`ın “Selçuklular Zamanında Türkiye” adlı eseri başta olmak üzere Osman Turan tarafından yazılan diğer eserler ve ansiklopedi maddelerinden; Mikail Bayram hocamızın günümüz kaynaklarına ışık tutacak araştırmalarını içeren makaleleri ve bu makalelerin çoğunun toplandığı “Türkiye Selçukluları Üzerine Araştırmalar” adlı eserinden her yönde faydalanılmıştır.

Tuncer Baykara`nın “I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev (1164-1211) Gazi-Şehit” adlı eserinden, Nejat Kaymaz`ın “Anadolu Selçuklu Devleti`nin İnhitatında İdare Makanizmasının Rolü I” adlı makalesindeki yorumlarından, Claude Cahen (Osmanlılardan Önce Anadolu`da Türkler), Paul Wittek (Bizanslılardan Türklere Geçen Yer Adları), Ramsay (Anadolu`nun Tarihi Coğrafyası) gibi yabancı araştırmacıların eserlerinden faydalanılarak karşılaştırmalı bir anlatım yapılmıştır.

2. I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`e Kadar Türkiye Selçukluları Tarihine Umumi Bir Bakış

Selçuk ailesi 1040 Dandanakan Savaşı ile Gazneliler`i yenip Selçuklu Devleti`ni kurmuştu. 1043 senesinde Rey şehrine gelerek karargâhını orada tesis eden Tuğrul Bey, maiyetinde olan Selçuklu prenslerinin her birini bir tarafın fethine göndermiştir. Tuğrul Bey, amcası Aslan Yabgu`nun oğulları Kutalmış ve

7 Gregory Abu`l Farac (Bar Hebraeus), Abu`l-Farac Tarihi, C.II, Çev: Ömer Rıza Doğrul, 2. Baskı, Ankara 1987, s.9-17.

(16)

6

Resultekin ile Bizans müverrihlerinin Ebu Malik diye kaydettikleri üç kardeşi de Hazar Denizi sahilindeki ülkelerin zaptı için vazifelendirmişti8.

Anadolu`ya akınlar yapan Türkmenler`in istilasını durdurmak isteyen Gürcüler, Ermeniler ve Bizanslılar, bu akınlar karşısında şiddetle ezildiler. 1046`dan 1071 senesine kadar Türkmenler, kendilerine mukavemet edip Bizans ordularına dayanak noktası olan ve büyük yollar üzerinde bulunan Erzurum, Sivas, Kayseri ve Konya başta olmak üzere birçok şehirleri tahrip etmişlerdir9.

Sultan Alparslan komutasındaki Büyük Selçuklu ordusu ile Türkler`in ilerleyişini durdurmak isteyen Bizans ordusu arasında 1071 yılında yapılan Malazgirt Meydan Savaşı sonunda kazanılan zafer, gerek Türk-İslam, gerekse Bizans ve Avrupa tarihlerinde sürekli ve olumlu sonuçlar doğuran çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu savaş sonunda Bizans imparatorluğunun bütün imkanları kullanılarak meydana getirilen büyük ordu, darmadağın ve işe yaramaz bir hale getirildiğinden, zaferi izleyen bir iki yıl içinde Selçuklu kuvvetleri, kendilerine karşı belirli hiçbir direnişle karşılaşmaksızın Anadolu içlerine akarak Ege ve Marmara denizi kıyılarına kadar süratle ve kolayca ilerlediler. Likaonia (Adana-Dilekkaya Köyü civarı), Cappadocia (Nevşehir ve çevresi), Phrygia (Ankara-Eskişehir-Kütahya çevresi) ve Galatia (Ankara-Kırıkkale çevresi)`nın büyük bir kısmı Türkler`in eline geçti. Türkler, Dorylaion (Eskişehir)`dan Constantinople`a giden yol üzerinde ilerlemelerine devam ettiler10. Ancak Selçuklu kuvvetleri bu kez daha önceki tarihlerde olduğu gibi, yalnız akın ve istila amacıyla harekatta bulunmayıp fethettikleri bölge ve kentlere yerleşerek Anadolu`nun bir Türk yurdu haline getirilmesinde olumlu adımlar atmışlardır11.

Anadolu`ya gelen bu Türk göçleri, Malazgirt zaferini izleyen yıllarda daha da artmıştır. Nitekim Sultan Melik Şah, Türkistan, Horasan ve Irak-ı Acem`e yayılarak, buralarda sık sık bir Selçuklu şehzadesinin etrafına toplanıp isyanlara sebep olan Türkmen boylarına da yeni fethedilmiş olan Anadolu`yu yurt olarak verince Anadolu`ya büyük göçler olmuştur. Bunun yanında Moğol istilası

8 Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklu Devri, Anadolu`nun Fethi, İstanbul 1934, s.23. 9 Yinanç, a.g.e., s.82.

10 W.M.Ramsay, Anadolu`nun Tarihi Coğrafyası, Çev: Mihri Pektaş, İstanbul 1960, s.6.

(17)

7

sırasında Orta Asya ve İran`da yaşayan çeşitli Türk boyları da batıya doğru gelerek Anadolu`ya yerleşmeye başlamıştır12.

1072-1073 yıllarında Ankara hatta İzmit havalisinde Türkmen boyları serbestçe dolaşabiliyorlardı. Bizans`daki iç anlaşmazlıklar yüzünden Anadolu halkı ihmal edilmişti. Buna imparatorluktaki büyük feodal ailelerin tahakkümünü, uzun zamandan beri harplerden yorgun düşen köylüden zorla tahsil edilen ağır vergileri ilave etmek lazımdır. Onu için esir durumda ahalinin, kendilerine dokunmayan, işgal edilen yerlerde halkı soymayan ve daha ziyade stratejik mevkilerle zengin çiftlikler ve malikâneler arayan Türkler`e bir nevi kurtarıcı gözüyle baktıkları tahmin edilebilir13.

Bu yerleşmeler sonucunda “Rum Diyarı” artık Daru`l-İslam`ın bir parçası haline gelmiş oluyordu. Selçuklu Türkleri`nin sürüklediği bu göçebe Türk kabileleri, bütün Anadolu topraklarının Türkleştirilmesinde temel unsur olmuşlardır. Kutalmışoğlu Süleyman Şah ise daha sonra bu yeni fethedilmiş toprakların idaresiyle vazifelendirilmiştir14. İlk zamanlarda Sultan Melik Şah`a muhalif durum takınmış olan Süleyman Şah halifenin aracılığı ile nihayet Anadolu`nun fethine memur edilmiştir. Melik Şah`dan zaptedecekleri memleketlerin hükümdarlık menşurunu almış olan Kutalmışoğulları; Mansur, Süleyman Şah, Alp-İlek ve Dulat bir taraftan; diğer taraftan da yine sultanın emriyle aynı mıntıkayı açmakla vazifeli Artuk Bey, Tutak, Afşin, Dilmaçoğlu Mehmed ve sair diğer beyler vazifelerini yapmakta idiler15. Süleyman Şah kısa zamanda, Orta Anadolu üzerinden daha önceleri Selçuklu akıncılarının harekâtta bulundukları Marmara Denizine kadar ilerledi. O, 1075 yılında, İstanbul`un hemen yanı başında büyük ve tarihi bir Bizans kenti olup, sağlam surlara sahip bulunan İznik`i fethetti ve burasını temellerini atmakta olduğu Türkiye Selçuklu Devleti`nin başkenti yapmak suretiyle devletini kurdu16.

12 Osmanlı Ansiklopedisi, “Osmanlılar`dan Önce”, mad., C.I, İstanbul 1996, s.4.

13 İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953, s.64. 14 Philip K.Hitti, Siyasi Ve Kültürel İslam Tarihi, C.III, Çev: Salih Tuğ, İstanbul 1980, s.748.

15 Kafesoğlu,a.g.e., s.66.

16 Ali Sevim, Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah, Ankara 1990, s.26; İbrahim Kafesoğlu bu konuda yerli ve yabancı kaynakları karşılaştırmalı olarak tetkik ettikten sonra; Türkiye Selçuklu Devleti`nin, fiilen ve hukuken Süleyman Şah`dan sonra yani, Büyük Selçuklu Devletindeki meliklerin,

(18)

8

Süleyman Şah`ın Türkiye Selçuklu Devleti`ni kurması ve başarılı fetihler yapması sonucunda, özellikle 1080 yılında Azerbaycan`dan kalabalık Türkmen kütleleri, Anadolu`ya adeta akmaya başlamış ve dolayısıyla Anadolu`da Türk nüfusu süratle çoğalmıştı. Ayrıca Bizans`da bitip tükenmek bilmeyen buhranların oluşturduğu huzursuzluklar sebebiyle, çeşitli ırklardan oluşan yerli halklar Süleyman Şah`ın yönetimini benimsedikleri gibi, büyük arazi sahiplerinin hizmetinde çalışan ve tutsak muamelesi gören köylü sınıfı da Süleyman Şah`ın uyguladığı “Miri Toprak” rejimi dolayısıyla, Selçuklu yönetiminde hürriyetlerini elde edip toprak sahibi olmuşlardı17.

Bir süre sonra Anadolu`da riyaset davası yüzünden Kutalmışoğulları`nın arası açılmış, mağlup olan Mansur İstanbul`a kaçmıştı. Süleyman Şah`tan vaziyeti öğrenen Melik Şah, Bizans`a bir elçi göndererek firarinin teslimini istemiştir. Fakat o sıralarda Mansur Anadolu`ya dönmüş, kardeşi ile yeniden mücadeleye başlamıştı. Sultan, kardeş kavgalarına son vermek üzere, meşhur komutanlarından Emir Porsuk`u Anadolu`ya yollamıştı. Süleyman Şah`ın kuvvetleriyle birleşen Melik Şah`ın ordusu karşısında mağlup olan Mansur savaşta ölmüştür. Çekişmeler bitince, Suriye meliki Tutuş`un maiyetine katılan Türkmen beyleri müstesna, Anadolu`daki Türkmen bey ve oymakları Süleyman Şah`ın emrine girmiştir. Süleyman Şah bilhassa Melik Şah tarafından kendisine Anadolu hükümdarlığı menşuru verildikten sonra, Anadolu`nun tek hakimi olmuştur18.

Süleyman Şah, Melik Şah tarafından gönderilen bir menşurla tek başına Türkiye Selçuklu Devleti`nin başına geçmiş olmasına rağmen, Süleyman Şah`ın giriştiği fetih hareketlerinde Melik Şah`a karşı izlediği politikasında hiçbir değişiklik olmamıştır. Ama Süleyman Şah hakimiyetini daha doğuya doğru yaymaya başlayınca, meselenin mahiyeti değişmiştir19. Süleyman Şah

beylerin ve başbuğların metbuu olan Sultan Melikşah`ın vefatı (1092) ile ortaya çıkan iktidar boşluğu ile devletin parçalanmasından sonra, İznik şehrinde, Süleyman Şah`ın oğlu Kılıç Arslan tarafından kurulduğunu belirtir. İbrahim Kafesoğlu, “Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu”, Tarih Enstitüsü Dergisi, S.10-11, İstanbul 1981, s.27-28.

17 Sevim, a.g.e., s.21. 18 Kafesoğlu,a.g.e., s.175.

(19)

9

Antakya`yı aldıktan sonra ise bütün Kilikya memleketine hakim olmuştur20. Süleyman Şah`ın Antakya`yı fethinden bir buçuk yıl sonra21 Haleb`i kuşatması Ukayloğulları`nın Suriye Meliki Tutuş`tan yardım istemesine sebep olmuş ve neticede Süleyman Şah ile Tutuş arasında yapılan savaşta Süleyman Şah yenilmiş ve ölmüş (1086),22 Kuriş`in oğlu Şeref-Dol`un kabrinin yanına defnedilmiştir23.

Süleyman Şah`ın ölümünden sonra Antakya`da bulunan hanımı ile oğulları Kılıç Arslan ve Kulan Arslan, Melik Şah tarafından İsfahan`a gönderilmiştir24.

Süleyman Şah`ın vefatını takip eden günlerde Antakya`dan Karadeniz`e, Ege Denizi`ne ve Çanakkale`ye kadar bazı yerler hariç bütün memleket Türk hakimiyetine girmiştir25. Süleyman Şah`ın tarih sahnesinden çekilmesi ile Anadolu`da ortaya çıkan yüksek otorite boşluğu, esasen feodal bir yapıya sahip Türkmen bey ve gruplarının kendi başlarına buyruk bir durumu benimsemelerine neden oldu. Ebulkasım, İznik`te derhal hükümdarlığını ilan ettiği gibi, kardeşi Ebulgazi`yi de Kapadokya`nın bazı kısımlarının idaresiyle görevlendirmiştir26.

Kılıç Arslan ve Kulan Arslan, Melik Şah`ın ölümünden sonra oğlu sultan Berkyaruk`un izniyle Anadolu`ya yönelmiştir. Yolculukları sırasında eskiden babaları Süleyman Şah`a tabi olmuş bulunan Orta Anadolu`dan büyükçe bir kuvvet topladıktan sonra ancak 1093 yılı başlarında İznik`e gelme imkanını bulmuşlardır. Selçuklu şehzadelerinin gelişi İznik`te büyük bir sevinç oluşturmuş, Ebulgazi, iktidarı derhal saltanat ailesinin varislerine teslim etmiştir. Böylece Kılıç Arslan, altı buçuk yıl sonra İznik`te babasının tahtına çıkarak sultan unvanı almıştır27.

20 Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-namesi Ve Papaz Grigor`un Zeyli, Çev:Hrant D.Andreasyon, Ankara 2000, s.162.

21 Işın Demirkent, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I.Kılıç Arslan, Ankara 1996, s.1. 22 Köymen, a.g.e., s.106. 23 Mateos, a.g.e., s.168. 24 Demirkent, a.g.e., s.2. 25 Kafesoğlu,a.g.e., s.85. 26 Demirkent, a.g.e., s.1. 27 Demirkent, a.g.e., s.14.

(20)

10

Melik Şah`ın ölümünden sonra hangi sebeple olursa olsun gelerek Türkiye Selçuklu Devleti`nin başına geçen I.Kılıç Arslan`ın tahta geçince ilk işi bozulan birliği yeniden sağlamak oldu28. I.Kılıç Arslan, muhtelif etnik unsurlardan meydana gelen ve muhtelif dini inançlara sahip halka kendisini sevdirmiştir. Fakat o sırada Haçlı Seferleri başlamıştır29. Hıristiyan Avrupa, Bizans İmparatorluğu’nun da bir gün Türkler tarafından yıkılacağını sezerek, bunu önlemek ve Kudüs bölgesini ele geçirmek için Önasya’daki Türkler’i, Hıristiyan kuvvetleriyle tardetmek istediler ve Haçlı kuvvetlerini hazırladılar30.

İlk Haçlı yürüyüşünün başladığında Türkiye Selçuklu Devleti`nin başında I.Kılıç Arslan bulunuyordu. Bir ay kadar süren bir kuşatmadan sonra Haçlılar Türkiye Selçuklu başkenti İznik`i 1097 yılının Haziran ayı sonunda ele geçirmeyi başardılar. Daha sonra 1 Temmuz`da Eskişehir`de Kılıç Arslan kuvvetlerini mağlup ettiler. Bu ve daha sonraki Haçlı seferleri Müslüman Türkler`in Avrupa`ya doğru başlattıkları fetih hareketlerini netice itibarıyla iki buçuk asır kadar sonraya bırakmalarına sebep olmuştur31.

I.Kılıç Arslan`ın Musul`a da hakim olma isteği Türkiye Selçukluları ile Büyük Selçukluları karşı karşıya getirmiştir32.Kılıç Arslan`ın Musul`u alması bu bölgenin yöneticisi Çavlı ile aralarının açılmasına sebep olmuş, 1107 yılında Habur Nehri kenarında yapılan savaşta yenilen Kılıç Arslan, kaçıp kurtulmak ümidiyle atını Habur Nehri`ne sürdü fakat boğularak ölmüştür33. İki tarafın da çok kan akıttığı bu savaşta, Kılıç Arslan`ın ordusunun geri kalanı Malatya şehrine iltica etmiştir34.

Kılıç Arslan`ın oğlu Şahinşah yakalanarak İsfahan`a gönderildi. Böylece Türkiye Selçukluları tahtı kısa bir süre için tekrar boş kaldı. Üç sene süren esaretten kurtulan Şahinşah, 1110 yılında Konya Selçuklu tahtına oturmuştur35. Onun Anadolu`ya dönüşü ile ilgili iki rivayet vardır. Birincisine göre, Büyük

28 Osmanlı Ansiklopedisi, a.g.m., s.22. 29 Köymen, a.g.e., s.110.

30 A. Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, C.I, 3. Basım, İstanbul 1981, s.204. 31 Philip K.Hitti, Siyasi Ve Kültürel İslam Tarihi, C.IV, Çev: Salih Tuğ, İstanbul 1981, s.1024. 32 Osmanlı Ansiklopedisi, a.g.m., s.23.

33 Köymen, a.g.e., s.112. 34 Mateos, a.g.e., s.231.

(21)

11

Selçuklu sultanı Muhammed Tapar Anadolu`nun kötüye giden durumunu görerek Şehin Şah`ı ülkesine göndermiştir; ikincisine göre ise Şehin Şah kendisi kaçmıştır36.

Şehin Şah, Türkiye Selçuklu Sultanı olduktan sonra Bizans ile mücadeleye girişmiş ve başarılar elde etmiştir. Bunun üzerine Bizans imparatoru bütün birlikleriyle, başlangıçtan beri benimsemiş olduğu tasarının çerçevesinde, dosdoğru İzmit`ten Konya üzerine yola çıkmıştır. İmparator, İznik`e vardığında, deneyimli subayların komutası altındaki hafif donanımlı askerleri ordudan ayırdı ve onlara önden gidip küçük birliklere bölünmelerini, vur-kaç baskıncıları olarak, Türkler`e saldırıp dağınık çatışmalara girmelerini buyurmuştur37. Çatışmalar sırasında kardeşi Mes`ud`un isyanından dolayı İmparator Aleksios ile Şehin Şah arasında anlaşma imzalanmıştır38. Anna olayı anlatırken Türk tarafından barış teklifi geldiğini, Türk sultanının gelerek adet olduğu üzere Bizans İmparatorunun ayağını öperek barış istediğini ve İmparatorun barış teklifini kabul ederek Şehin Şah`ın askerlerine cömertçe paralar dağıtarak onları uğurladığını yazmaktadır39. Bu anlatım anlaşma dışında tamamen yanlış ve abartıdır. Bir Türk sultanına yakışmayacak bir hareketin tasviri herhalde Türkler`e duyulan düşmanlıktan veya ezilmişlik duygusundan olmalıdır.

Kardeşi Mes`ud`un isyanını bastırmak için dönen Şehin Şah ihanete uğramıştır. Şehin Şah, Bizans`a yardım istemek için giderken Mes`ud`un adamlarınca yakalanmış ve yaklaşık iki yıl sonra da boğularak öldürülmüştür.

Şehin Şah`tan sonra Türkiye Selçuklu Devleti tahtına Danişmendoğulları`nın da desteğini alan kardeşi Mes`ud geçmiştir. Sultan Mes`ud bir müddet kayınpederi Danişmendli Emir Gazi`nin nüfuzu altında kalıp onun siyasetini izlemek zorunda kalmıştır40. Emir Gazi`nin ölümü ile rahatlayan Sultan Mes`ud, Ceyhan ve Elbistan`ı topraklarına dahil edip oğlu II.Kılıç Arslan`ı melik olarak bu bölgeye göndermiştir. Haçlılar`dan ise Maraş, Ayıntap,

36 Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 2.Baskı, Ankara 1993, s.118. 37 Anna Komnena, Alexıad (Malazgirt Sonrası), Çev: Bilge Umar, İstanbul 1996, s.486. 38 Merçil, a.g.e., s.119.

39 Anna Komnena,, a.g.e., s.497-498. 40 Merçil, a.g.e., s.119.

(22)

12

Keysun, Raban ve Behinsi`yi alan Sultan Mes`ud, Ermeniler üzerine de sefere çıkmış fakat Ermeniler`in savaşmak için karşısına çıkmamaları üzerine geri dönmüş, 1155 tarihinde ise ölmüştür41.

Sultan Mes`ud`un oğlu II.Kılıç Arslan, Selçuklu tahtına geçince önce kardeşleri ile uğraşmıştır. Sonra Yağıbasan ile mücadelelere girişmiş fakat din adamlarının araya girmesiyle anlaşma sağlanmıştır42. II.Kılıç Arslan`ın Ermeniler`i de mağlup ederek Pertus Kalesi`ni alması ve gücünü artırması, 1161 yılında İmparator Manuel`in başarısızlıkla Türkiye Selçuklu Devleti topraklarından geri dönmesi, II.Kılıç Arslan aleyhinde yeni ittifaklara sebep olmuştur. Bu olay üzerine Manuel önce Suriye’deki Franklarla, daha sonra da Danişmendli Yağıbasan’la anlaşmıştır. Ankara ve Çankırı hakimi bulunan Şehin Şah ile de Şehin Şah`ın sultan yapılması kaydıyla anlaşılmıştır. Hatta o zamana kadar Sultan’ın tarafında bulunan Kayseri Meliki Zünnun ve Malatya Emiri Zülkarneyn’i de Selçuklu mirasından pay almak üzere bu ittifaka dahil edilmiştir43.

II.Kılıç Arslan`ın Erzurum`dan gelen nikahlı eşinin içinde bulunduğu düğün alayına pusu kuran Yağıbasan, düğün alayının içinden gelini kaçırarak yeğeni Zünnun ile evlendirince II.Kılıç Arslan, Yağıbasan üzerine yürümüştür. Fakat yapılan savaşta Bizans’ın da katıldığı ittifak güçlerine yenilince tek çare olarak İstanbul’a gidip, imparator ile anlaşma yolunu denemeye karar vermiştir. Bizans`a gelen Kılıç Arslan, imparator tarafından hediyelerle taltif edildikten ve İmparatorun ölümüne kadar ona itaat etmek hususunda yeminli bir anlaşma imzaladıktan sora büyük miktarda altın ve gümüşü alarak kendi şehrine dönmüştür44.

II.Kılıç Arslan, Konya`ya döndükten sonra kendisine karşı ittifak kuranları teker teker susturduğu gibi, Danişmendli hakimiyetine de büyük ölçüde son vermiştir. Böylece Anadolu Türk siyasi birliği büyük ölçüde sağlanmıştır.

41 Emine Uyumaz, Sultan I.Alaeddin Keykubad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasi Tarihi

(1120-1237), Ankara 2003, s.6.

42 Osman Turan, “Kılıç Arslan II.”, İA, C.VI, İstanbul 1977, s. 689. 43 Abdulhaluk Çay, II.Kılıç Arslan, Ankara 1987, s.33-34. 44 Mateos, a.g.e., s.334.

(23)

13

II.Kılıç Arslan ile Manuel Komnenes, kah barışçı, kah gergin ortamlarda karşılıklı birbirini kollama ve gözleme politikası sürdürüyorlardı. Ne var ki, II. Kılıç Arslan’ın rakiplerini alt etmesi ve gittikçe güçlenmesi karşısında Bizans’ın rahat olduğu söylenemezdi45. Bizans ile iyi ilişkilerini sürdürmeye çalışan II.Kılıç Arslan daha sonra İmparator`a hâkimiyeti altına aldığı şehirleri vermediği gibi, kabul etmiş olduğu bazı şartları da yerine getirmemişti. İşte bu durumlara kızan Manuel, yeterli sayıda ordu toplamış ve Anadolu`ya geçmeye karar vermiştir46.İmparator binlerce savaşçıdan oluşan ordusu ile Türk milletini ortadan kaldırmak ve Konya surlarını bizzat yıkmak amacıyla harekete geçti (1176 İlkbaharı)47.Manuel’in gelişini haber alan Sultan Kılıç Arslan, bir yandan yollarda gerilla harbi yaparak Bizans ordusunu yıprattığı gibi bir yandan da Manuel ile barış yapmaya çalışıyordu. Manuel ise gelen barış teklifini, barışın Konya’da yapılacağı gerekçesiyle geri çevirmişdi48. Yapılış yeri hakkında çeşitli görüşler49 olan Myriokephalon savaşı Eylül ayında gerçekleşmiş ve II.Kılıç Arslan`ın üstünlüğü ile sona ermiştir.

II.Kılıç Arslan savaştan sonra komşu Müslüman devletlere ve Alman İmparatoru Friedrich Baborossa’ya fetih-nameler göndermiştir. Manuel ise savaştan sonra, kendisi gibi evrensel imparatorluk iddiasında bulunan hasmı Alman İmparatoru Friedric Barbarossa’ya gönderdiği mektupta uğradığı yenilgiyi gizlemeye çalışmış ve Sultana boyun eğdirdiğini iddia etmişti. Ancak

45 Ümit Hassan, “Siyasal Tarih”, Türkiye Tarihi (Osmanlı Devletine Kadar Türkler), C.I, İstanbul 2000, s.205.

46 Ioannes Kinnamos, Ioannes Kinnamos`un Historia`sı (1118-1176), Haz:Işın Demirkent, Ankara 2001, s.209.

47 Niketas Khoniates, Historia (Ioannes Ve Manuel Komnenos Devirleri), Çev: Fikret Işıltan, Ankara 1995, s.123.

48 Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu`da Türkler, Çev: Yıldız Moran, 3. Baskı, İstanbul 1994, s.116.

49 Bu görüşlerden biri de Arkeolog Kemal Turfan`a aittir. O bölgeyi iyi tanıyan Kemal Turfan şu yorumda bulunmaktadır; “Bizans ordusunun savaştan önce son durak yeri olan ve o zaman terkedilmiş durumda bulunan Myriokephalon Kalesi, İslam ve Türk istilaları sırasında yağma ve tahribe uğramış olan Eumenia Şehri`nin harap kalesidir. Bu şehrin kalıntıları, Denizli`nin Çivril ilçesine bağlı şimdiki “Işıklı Bucağı”`nın kuzeyindeki Sarıbaba Tepesi`nin üstünde ve eteğinde bulunmaktadır.Savaşın yapıldığı “Tzybaritze Geçidi” ise, bu kasabanın 14 km. kuzeyinden başlayarak kuzeye doğru uzanan Yukarı Kufi Boğazı`dır.” Kemal Turfan, “Myriokephalon Savaşı`nın Yeri Üzerinde Yeni Araştırmalar”, X.Türk Tarih Kongresi (Kongreye Sunulan Bildiriler), C.III, Ankara 1991, s. 1155.

(24)

14

II. Kılıç Arslan’ın gönderdiği mektupla gerçeği öğrenen Alman İmparatoru ile Kılıç Arslan arasında dostluk antlaşması imzalanmıştır50.

Sultan II.Kılıç Arslan, Myriokephalon zaferinden sonra Uluborlu, Kütahya ve Eskişehir bölgelerini de ele geçirdi51. Eyyubi ve Ermenilerle de savaşlar yapan II.Kılıç Arslan`ın yaşının ilerlemesi sonucu askerin sevk ve idaresinden usanınca rahat bir hükümdarlık sürebilmek için daha hayatta iken ülkeyi 11 oğlu arasında paylaştırdı52.

II.Kılıç Arslan`ın oğulları yaş sırası ve meliklik yaptıkları yere göre şu şekildedir;

-Kutbe`d-Din Melik Şah;Sivas ve Aksaray

-II.Rükne`d-Din Süleyman Şah;Tokat şehri ile oraya bağlı yerler -Muhyi`d-Din Mes`ud Şah;Ankara

-Nuru`d-Din Mahmud Sultan Şah;Kayseri

-Ebu`l Feth Muğisu`d-Dünya ve`d-Din Tuğrul Şah;Elbistan -Muizu`d-Din Kayser Şah;Malatya

-Nasıru`d-Din Berkyaruk Şah;Niksar ve bağlı yerler -Nizamu`d-Din Argun Şah;Amasya

-Sancar Şah;Ereğli -Arslan Şah;Niğde

-Gıyase`d-Din Keyhüsrev;Borgulu (Uluborlu)53

50 Ebru Altan, “Myriokephalon (Karamıkbeli) Savaşı’nın Anadolu Türk Tarihindeki Yeri”, Türkler, C. VI. Ankara 2002, s.630.

51 Osmanlı Ansiklopedisi, a.g.m., s.26.

52 Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, Camiu`d-Düvel, Selçuklular Tarihi II, Anadolu Selçukluları ve

Beylikler, Çev: Ali Öngül, İzmir 2001, s.25.

53 Yılmaz Öztuna, Devletler Ve Hanedanlar-Türkiye (1074-1990), C.II, Ankara 1969, s.33-34; İbn Bibi,

Selçuk Name, s.41; Bu sayı Selçuk –Nâme’de on olarak verilip on meliğin adı geçmektedir. Ahmed bin Mahmud, Selçuklu –Nâme, C. II, Hz: Erdoğan Merçil, İstanbul 1977, s.148; Neşri Tarihi`nde ise bu sayı onbir verilip sadece on melik topraklarıyla zikredilmektedir. Mehmet Neşri, Neşri Tarihi, C.I, Haz: Mehmet Altay Köymen, Ankara 1982, s.22.

(25)

15

I.BÖLÜM

1. I.GIYASE`D-DİN KEYHÜSREV`İN TARİH SAHNESİNE

ÇIKIŞI VE MELİKLİK DÖNEMİ

1.1- Hayatı

I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in annesinin, Bizans`da Rum kayserleri soyundan olduğu rivayet edilir54. Annesi muhtemelen 1162 yıllarında Bizans ile II.Kılıç Arslan arasındaki dostluk zamanında, Kılıç Arslan ile evlenmiştir. XIV. yüzyıla ait Türk kaynakları, Keyhüsrev`in annesinin Tekfur Kaloyan`ın karısının kız kardeşi olduğunu belirtir55. XII. yüzyıl sonları ile XIII.yüzyıl başarında Kaloyan adlı bir Bulgar kralı vardır. Ancak bu kişinin bahsedilenle ilgisi yoktur56. Lehmann`ın ifadesine göre “Jathatines (Gıyase`d-Din Keyhüsrev) Kraliçe Anna`yı kız kardeşi olarak tanıtırdı57”. Ali Sevim ise I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in annesinin Bizanslı bir prenses olduğunu savunmaktadır58. Keyhüsrev`in annesi Müslüman olduktan sonra Ümmühan Hatun (Valide Sultan) adını almış; han, hamam, mescid gibi hayır ve hasenatlar yaptırmıştır59.

Gıyase`d-Din Keyhüsrev, eğitimini devrin genel özellikleri içinde, ve bir şehzade oluşunun imkanları ile daha güçlü olarak sağlamıştır. O temel eğitimin anne ve babasından fakat daha çok annesinden almıştır. Bu arada Türk dadılar da ona, Türk örfünü öğretmişlerdir60. Gıyase`d-Din Keyhüsrev şair olduğu gibi aynı zamanda Türkçe`den başka diğer Selçuklu sultan ve melikleri gibi Farsça,

54 Cahen; “Sultanların ailelerinin üyeleri arasında çok sayıda Hıristiyan kadın ve erkek bulunabiliyordu. I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev ve II.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in anneleri Grekti” derken bu tezi kuvvetlendirmektedir. Cahen, a.g.e., s.205.

55 Anonim Selçukname`de “Gıyase`d-Din, Kaloya`nın karısının kız kardeşi idi. Teyzesi Despina`dır” diye belirtilmektedir. Anonim, Selçukname (Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi III), Çev: Feridun Nafiz Uzluk, Ankara 1952, s.27.

56 Tuncer Baykara, I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev (1164-1211) Gazi-Şehit, Ankara 1997, s.7.

57 Bruno Lehmann, “Theodar I. Laskaris 1204-22. Ve I. Gıyaseddin Keyhüsrev”, Selçuklu Araştırmaları

Dergisi, C.III, Çev: Mihin Eren, Ankara 1971, s.594.

58 Ali Sevim, “Keyhüsrev I”, DİA, C.XXV, Ankara 2002, s.347. 59 Selim Kaya, a.g.t., s.15, Dipnot 17.

(26)

16

Arapça, Yunanca, fakat ilaveten Latince konuşuyor ve yazıyordu61. Keyhüsrev`in Rumca`yı annesinden öğrendiği sanılmaktadır. İslami temel bilgiler için babası Kılıç Arslan, Keyhüsrev`e öteki kardeşleriyle birlikte eğitim verdirmiştir. Kendisi küçük olduğundan ayrıca özel hocalar da ders vermişlerdir62.

II.Kılıç Arslan`ın oğluna Keyhüsrev ismini vermesinde ve Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in daha sonra da Keyhüsrev adını kullanmasında çeşitli görüşler mevcuttur. Baykara; “XII. Yy. sonlarında Türkler, hem şehirlerde hem de şehir dışındaki alanlarda kalabalıklaşmış idiler. Çünkü doğudan da durmaksızın Türkler geliyordu. Türkler`in yanında Azerbaycan sahasındaki olağan nüfus artışı dışında yeni unsurlar da geldiler. Türkler bu yeni gelenlerden de etkilendiler. Çünkü onların bir kısmı İran kültürü etkisinde kalmıştı. II. Kılıç Arslan`ın en küçük oğlu Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in adı da bu yeni etkilenmeyi yansıtmaktadır. Çünkü Keyhüsrev, bir İran milli kahramanının adıdır63” yorumunu yaparken; Selim Kaya; “Keyhüsrev ve lakap olan Gıyase`d-Din kelimeleri iki farklı kültüre işaret eden iki isim olup, bunlardan Gıyase`d-Din kelimesi Arapça, Keyhüsrev kelimesi ise Farsça`dır. Türkiye Selçukluları`nda İran karakterli isim kullanımının ilk uygulayıcısı olarak kabul edilen II.Kılıç Arslan`ın en küçük oğluna isim verirken neden böyle bir tercihte bulunduğu kesin tespit edilememiştir. Kanaatimizce Gıyase`d-Din Keyhüsrev ile başlayan geleneğin rağbet görmesi, Türkiye Selçuklu Sultanlarından bazılarına ad konulurken, İran`dan uzakta, Anadolu`da, Türkçe isimler yerine Farsça ve Arapça isimlerin, eski İran mitolojisinden alınmış unvanların tercih edilmesi, İran-İslam kültürüne olan bir ilgi, sevgi ve etkilenmenin bir neticesi olsa gerektir. Her ailede çocuklara konulan isim o ailenin bir açıdan ilgi duyduğu bir kültürü de gösterir. Dolayısıyla Türkiye Selçuklu Devleti`nin, İran kültürünün etkisinde kaldığı ve bu durumun çocuklara konulan isimlere de yansıdığı ve kullanıldığı, Sultan II.Kılıç Arslan`ın da bundan dolayı en küçük oğluna Keyhüsrev ismini verdiği düşünülebilir64” yorumunu yapmaktadır. Mikail Bayram ise olaya daha

61 Öztuna,T., a.g.e., s.34. 62 Baykara, a.g.e., s.8. 63 Baykara, a.g.e., s.63. 64 Kaya, a.g.t., s.13.

(27)

17

farklı bir boyuttan yaklaşmakta ve şu şekilde açıklama yapmaktadır; “Sultan I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev, Afrasyab`ın soyundan gelen bir hakan olarak Turani kavimlerin büyük hakanı, destani İran şahlarının unvanı olan Keyhüsrev unvanını kullanarak eski İran şahlarının devamı olduğunu ve nihayet Diyar-ı Rum`da Kayser-i Rum`un yerine kaim bir Kayser olduğunu, Anadolu`da dini ve etnik zümrelere empoze ve onların hamasi duygularını tatmin etmeyi düşünmüştür.

O halde I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev, oğulları ve ahfadının Keyhüsrev, Keyferidun, Keykavus, Keykubad gibi destani İran şahlarının adlarını kullanmalarında, İran kültürüne duyulan hayranlıktan çok politik bir amac göz ardı edilmemelidir. I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev, bütün bu dini ve etnik zümreleri kendi siyasi otoritesi altında toplayarak ve kendini merkeze alarak Anadolu`da istikrar ve barış ortamını oluşturmaya çalışmıştır. Böylece bu yeni devlet felsefesinin, siyasi anlayış ve düşünüş biçiminin yapılanmasına yönelik çalışma yürütülmüştür. Nitekim bundan sonradır ki Türkiye Selçuklu Devleti hizmetinde çok sayıda Rum ve Ermeni kökenli Kontlar, İran ve Türkmen kökenli Emirler görülmektedir65”.

Gıyase`d-Din Keyhüsrev, zeki, akıllı ve kabiliyetli bir çocuktu. O dönemde şehzadelerin eğitim merkezi olan Malatya`da iyi bir eğitim görmüştü. Keyhüsrev, erginlik çağına kadar babasının yanında kalmış, bu yıllarda Arapça, Farsça ve İslami ilimler yanında beşeri ilimleri de öğrenmiştir. Keyhüsrev`in hocaları o devrin meşhur alimleridir. Bunlardan en önemlisi sultanların öğretmeni olarak şöhret bulan Şeyh Mecdü`d-Din İshak`tır66.

1185`te ise Gıyase`d-Din Keyhüsrev, Uluborlu ve Kütahya meliki olmuştur67.

65 Mikail Bayram, “Türkiye Selçuklularında Devlet Yapısının Şekillenmesi”, Türkler, C.VII, Ankara 2002, s.171.

66 Kaya, a.g.t., s.15.I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev, Türkiye Selçukluları tahtına ikinci kez geçtiği zaman da bu hocasından faydalanmak için onu Konya`ya davet etmiş ve kendi aldığı eğitimin aynısını büyük oğlu İzze`d-Din Keykavus`un da alması için onları Malatya`ya göndermiştir.

(28)

18

1.2. Saltanat Öncesi Ve Meliklik Dönemi

Sultan II.Kılıç Arslan 1155`ten beri yaklaşık otuz yıldır hüküm sürdüğü siyaset sahnesinde artık yorulmuş ve görevini gereği gibi yapamaz hale gelmişti. Türkler`de devletin hanedan azasının müşterek malı sayılması geleneğine uygun olarak, Türkiye Selçuklu Devleti`ni on bir oğlu arasında bölmüştü68.Abdulhaluk Çay bu taksim meselesinde Sultan II.Kılıç Arslan`ın 1185 veya 1186 yılına doğru henüz anlaşılamayan bir sebeple saltanatını oğulları ile paylaştığının görüldüğünü, büyük oğlu Kutbe`d-Din Melik Şah ile Kayseri çarpışmasına kadar (1188) hala kuvvet ve kudretin II.Kılıç Arslan`ın elinde olduğunu, sultanın bu kararında oğullarının herhangi bir baskısının olmadığını, ama yaşının oldukça ilerlemiş olduğundan Kılıç Arslan`ın gerek yaşlılık ve gerekse yorgunluğu sebebiyle oğullarını saltanata ortak ettiğini ve kendisinin Konya`da hüküm sürerek bir bakıma rahat bir saltanat sürmek istediğinin akla daha yakın olduğunu belirtir69. Kamuran Gürün ise “Kılıç Arslan, belki de oğulları arasında bir mücadeleye sebep bırakmamak için bu taksimatı yapmıştır”70 yorumunu yapmaktadır.

Anadolu`daki bu siyasi bölünme ile Selçuklu ülkesi adeta yarı müstakil idarelerden oluşan devletler topluluğu haline gelmiştir. Bununla beraber Türkiye Selçuklu Devleti parçalanmamış, uclarda hüküm süren kudretli melikler ülke sınırlarını korumuş hatta fetihlerde bile bulunmuşlardır. Ancak daha sonraki yıllarda ortaya çıkan kardeşler arasındaki saltanat mücadeleleri, ülke için zararlı olmuştur71. Böylece II.Kılıç Arslan uzun mücadelelerden sonra Danişmendoğulları Devleti`ni ortadan kaldırarak Anadolu`da siyasi birliği sağladığı halde ülkesini onbir oğlu arasında paylaştırarak bu siyasi birliği kendi eliyle dağıtmıştır72. Bu taksim büyük bir ihtimalle 1182–1186 yılları arasında yapılmıştır73. Gerçek olan bir şey, 1185`lerde artık bütün oğulların Selçuklu

68 Erdoğan Merçil, “Türkiye Selçukluları”, Genel Türk Tarihi, C. IV, Ankara 2002, s.165. 69 Çay, a.g.e., s.103.

70 Kamuran Gürün, Türkler Ve Türk Devletleri Tarihi, Ankara 1984, s.358. 71 Kaya, a.g.t., s.19.

72 Bayram, a.g.m., s.170.

(29)

19

ülkesinde belirli yerlere gönderilmiş olduklarıdır74. Kılıç Arslan da böylece 582/1186 yılında kabul edilmiş bir sultan olarak Konya`ya çekilmiştir75.

Kılıç Arslan bu taksimattan sonra veziri İhtiyare`d-Din Hasan ve diğer devlet adamları ile Konya`da sultan olarak hüküm sürmeye devam etmiş76, oğulları da melik sıfatıyla bulundukları yerlerde yarı bağımsız olarak hareket etmişlerdir. Bu meliklerin her biri kendi adlarına para bastırıyor77, hutbe okutuyor ve diğer devletlerle münasebetlerde bulunuyor, sultan olarak da babalarını metbu tanıyorlardı78. Yılda en az bir kere babalarının yanına gelip hizmet için şartları yerine getirip, istediklerini alıp tekrar kendi topraklarına dönüyorlardı79.

Gıyase`d-Din Keyhüsrev, babası II.Kılıç Arslan tarafından merkezi Uluborlu olan Bizans sınır eyaletine melik tayin edilmişti. Bu eyalet, kuzeyde Kütahya yakınlarına kadar uzanıyordu. Kütahya Türkler`de, Denizli Bizans`ta idi. Kütahya`ya kadar olan topraklar da yeni fethedilmişti80. Fakat onun melik olması daha eskilerdedir. Çünkü Konya batısında Tekke köyü adlı bir köyde onun melikliğinde babası da sağ iken yapılmış bir yapıya ait kitabe vardır. 576 Recep ayı yani 1180 tarihli bu kitabede Gıyase`d-Din Keyhüsrev melik olarak kaydedilmiştir. Sultan, babası II.Kılıç Arslan olup, Keyhüsrev veliaht olarak tanımlanmıştır81.

Keyhüsrev`in meliklik hayatını geçireceği Borgulu, bu yıllarda güney-batı Anadolu`nun en dikkate değer kalelerinden birisidir. Menderes boylarından doğuya uzanan yol üzerindedir. Yeri son derece dikkate değer olup, savunma imkanları, tabii şartları dolayısıyla çok güçlüdür. Bu özellikleri ile geç Bizans döneminin önde gelen kalelerinden birisi sayılıyordu.

74 Baykara, a.g.e., s.4.

75 Hol, P.M., İslam Tarihi Kültür Ve Medeniyeti, C I., Çev: Kasım Turhan, İstanbul 1988, s.253. 76 Nezih Turan`ın iddiasına göre II.Kılıç Arslan, devleti vezirine (İhtiyarüddin Hasan) idare ettiriyordu. Ahmet Nezihi Turan, “Aksaray`ın Asıl Kurucusu II.Kılıç Arslan”, Türk Yurdu, C.XIX-XX, S.148-149, Ankara 2000, s.392.

77 Kılıç Arslan`ın oğullarından altısının para bastırmış oldukları elde bulunan sikkelerle ispatlanmıştır. Halil Edhem Eldem, Kayseri Şehri, Haz:Kemal Göde, Ankara 1982, s.36.

78 Özaydın, a.g.m., s.149-150. 79 İbn Bibi, a.g.e., s.41

80 T.Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Zamanımıza Kadar Türkiye Tarihi, C.II, İstanbul 1963, s.101. 81 Baykara, a.g.e., s.8.

(30)

20

Borgulu daha çok batıya Menderes vadisine yönelen yolların üzerinde bulunmakla beraber, güneyde Akdeniz`e giden yollarla da ilgisi vardı. Roma döneminin Apollonia şehri Bizans döneminde küçülmüş Sozopolis olarak yakınlardaki sarp tepenin üzerine çekilmiş idi. Türkler ise buraya Borgulu adını vermişlerdi.

Borgulu müstahkem kalesi bu yıllarda doğuya uzanan yol düzeni ile Selçuklu gücünün batıdaki son noktası idi. Anlaşıldığına göre Borgulu`nun güneyindeki yöreler henüz Türk hakimiyetine girmemiştir. Ancak Borgulu alınarak, asıl Konya`ya uzanan askeri yol güvenlik altına alınmak istenmiştir.

Keyhüsrev, Borgulu`dan Güney-batı Anadolu`yu tam bir kontrol altına almıştır. Çünkü o güneyde olup bitenleri takip etmeye çalışırken, henüz Türkler`in elinde olamayan Isparta ve Burdur yöresiyle hem de daha güneydeki Antalya yöresi ile ilgileniyordu. Batıda Menderes vadisinde olup bitenlerle de ilgileniyordu. Bu yöreden gelen yollar daha önemli idi. Bu sebeple Keyhüsrev için öncelik, batı sınırlarının güvenliğini sağlamak olmuştur.

Keyhüsrev`in buradaki meliklik döneminde bazı genç yetenekler küçüklüklerinden itibaren Keyhüsrev`in yanında bulunmuşlardır. Bunlar arasında iki kişinin daha bu dönemde, yani 1182`yi takip eden yıllarda genç birer asker olarak Keyhüsrev`in maiyetinde bulundukları anlaşılıyor. Sonradan İzze`d-Din Keykavus ve Alae`d-Din Keykubad devirlerinde de bunların adları çok geçecektir. Bunlardan birisi güneyde Antalya yöresi ile ilgili gelişmeleri takip eden Mubarize`d-Din Ertokuş, öteki de batı, Menderes boylarındaki durumu izleyen Esedü`d-Din Ayaz`dır. 1185`lerin 20 yaşlarındaki bu şahsiyetleri, sonradan hep Keyhüsrev ile birlikte olacaklar, gurbete de onunla birlikte gideceklerdir. Adı geçen bu komutanlar Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in sultan oluşundan sonraki fetihlerde de önemli görevler yüklenecektir82.

Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in meliklik merkezi olan Uluborlu (Borgulu-Sozopolis) ile çevresindeki Kütahya`ya kadar uzanan yerler, İmparator II.Alexis zamanında (1180-1183) Bizans`tan zapt edilmişti. Buralar, birinci Haçlı Seferi

(31)

21

neticesinde Selçuklular geri çekildiği zaman, Bizans`ın tekrar sahip olduğu yerler ile Selçuklu toprakları arasında gayri muayyen bir arazi şeridi boyunca teşekkül eden uç bölgesine dahildi. Evvelce sahile kadar uzanan bütün Batı Anadolu`ya yayılmış olan Türkmenler için, bu her iki tarafın da kontrolünden uzak uç bölgesi, göçebe hayat şartlarını taşıyan elverişli bir barınak ve faaliyet sahası vazifesini görüyordu. Doğudan devamlı şekilde Anadolu içlerine gelen ve Selçuklu sultanlarının nizam ve asayiş taleplerine uymayan hareketleri yüzünden, onlar tarafından Hıristiyan toprakları istikametine sevk edilen yeni aşiretlerin de katılması ile buradaki Türkmen unsuru gittikçe artan bir kesafet kazanıyordu. Bu serbest uç bölgesinde, icabında Bizans ve Selçuklu topraklarının çok içlerine kadar sokularak konar-göçer yaşayan ve zaman zaman Bizans`a ait iskan sahalarına akınlar yapıp yağmalarda bulunan Türkmenler, Selçuklu Devleti`nin batı sınırını muhafaza ile görevli idiler. II.Kılıç Arslan doğuda Danişmendli egemenliğine son verdiği zaman, anlaşıldığına göre hem idari, hem de askeri-stratejik bir tedbir olarak, bu bölgelerdeki bazı Türkmen unsurlarını da Danişmenoğulları`nın varisleri olan beylerle83 beraber, Batı uç bölgesine nakletmiştir. İşte Gıyase`d-Din Keyhüsrev Uluborlu meliki olduğu zaman Batı ucu bütün bu Türkmenler`le kendi kontrolü altına girmiş bulunuyordu. Acaba onun buraya tayin edilmesinde saltanata namzet olarak gösterilmesi ile ilgili bir maksat yok mudur? Yukarıda kuvvetli bir ihtimal olarak işaret ettiğimiz gibi, şayet Keyhüsrev`in veliahtlığı peşin ve belirli bir siyasi mülahazanın eseri ise onun tahta oturmasının temini için bu Türkmenler`in desteğinden faydalanmak düşünülmüş olabilir84. Bir başka görüşe göre deKeyhüsrev`in Bizans`a sınır batı uç bölgesine, Uluborlu Meliki tayin edilmesinde Bizans`lı bir asil hanımın oğlu olması ve bu yönüyle de mahalli Hıristiyan unsurlarla Selçuklu devleti lehine temaslarda bulunması hedeflenmiş olabileceği gibi, gerektiğinde de bu bölgedeki

83 İbrahim Hakkı Konyalı`ya göre bu beyler Muzafferü`d-Din Mahmud, Zahire`d-Din İli, Sinane`d-Din Yusuf`du. Bunlar istiklallerini ve yurtlarını değil Anadolu`da Türk hakimiyetini tehdit eden Bizans`a karşı koyabilmek için Selçuklular`a katılmaktan ve onları kuvvetlendirmekten başka çıkar yol olmadığına inanmışlar ve Selçuk oğullarının yanında yer almışlardır. Bu üç kardeş, II.Kılıç Arslan öldüğü zaman, Borgulu (Uluborlu) valisi bulunan Melik Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in yanında ve emrinde bulunuyorlardı. İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri Ve Kitabeleriyle Konya Tarihi, Konya 1964, s.446-447. Yalnız diğer kaynaklar Yağıbasan`ın üçüncü oğlunun Bedre`d-Din Yusuf olduğunu belirtir.

84 Nejat Kaymaz, “Anadolu Selçuklu Devleti`nin İnhitatında İdare Makanizmasının Rolü I”, Tarih

(32)

22

Bizanslılar`dan da yardım sağlanmasının ayrıca Bizans istikametinde baskınlar yapan uç Türkmenleri`nden de faydalanarak Selçuklu Devleti`nin batı sınırlarını koruması ve gerektiğinde de doğudaki Türkmenler`in de içinde bulunduğu Selçuklu ordusuna yardımcı kuvvet temin etmesinin mümkün olabileceği düşünülmüş olsa gerektir. Nitekim daha sonraki ortaya çıkacak olan olaylarda Keyhüsrev, bölgesindeki Bizanslılar`dan istifade etmesini bilmiştir85.

Keyhüsrev, Uluborlu`da melik olarak hüküm sürerken Bizans Devleti tam bir kaos içindeydi. İmparator I.Manuel Komnenos`un ölümü ile başlayan ve giderek artan iç karışıklıklar ile Bizans egemenliğindeki Anadolu`nun kontrolü İmparator II.Isaakios Angelos`un (1185-1195) elinden çıkmış ve bir çok yerde isyanlar başlamıştı86. İstanbul`daki zayıf yönetim bu isyan unsurlarına karşı bölgedeki kendi halkını bile korumakta zorlanıyordu. Bizans`ın içinde bulunduğu bu durumdan istifade etmesini bilen ve uçlarda hüküm süren Gıyase`d-Din Keyhüsrev gibi melikler yalnız ülke sınırlarını muhafaza etmekle kalmıyor, yeni fetih girişimleriyle de Bizans aleyhinde toprakları genişletiyordu. Keyhüsrev, Bizans İmparatoru ile iyi ilişkiler içinde olmaya dikkat ederken diğer taraftan Bizans`a muhalif her türlü harekete de destek vermekteydi. Bu sebeple de Bizans ile olan münasebetler zaman zaman bozuluyordu.

Bizans`ın içinde bulunduğu kötü durumlardan istifade etmek isteyenlerden biri de İmparator III.Aleksios Angelos aleyhine faaliyette bulunan ve sonra da isyan eden Phiyladelphia (Alaşehir) hakimi Theodoros Mankaphas idi. Alaşehir`de istiklalini ilan ederek kendisine bağlı askerlerle Manisa ve çevresini istilaya girişen ve imparator olmayı amaçlayan Mankaphas, kendi adına gümüş paralar bile bastırmıştı. İsyan hareketinden rahatsız olan Bizans İmparatoru kısa bir kararsızlık döneminden sonra Mankaphas`a karşı sefer düzenleyerek Alaşehir`i ele geçirmiş ve isyanı bastırmıştı. Ancak kaçmış olan Mankaphas

85 Kaya, a.g.t., s.21.

86 Bizans Devletinde doğrudan tahta yönelik ayaklanmalara baktığımızda, bu ayaklanmalar bulundukları bölgelerde köklü ve zengin ailelerin desteği ile ya da zamanında saray ilişkisi iyi olup sonradan bozulan bürokrat ve komutanlar, feodal beyler gibi çeşitli nedenlerle isyan edenler tarafından çıkarılmıştır.Şahin Kılıç, “Yükselme Devri Selçuklu-Bizans İlişkileri”, Türkler, C.VI, Ankara 2002, s.620.

(33)

23

yakalanamamıştı87. Kaçan Mankaphas sonra Gıyase`d-Din Keyhüsrev`e sığınmıştı. Gıyase`d-Din Keyhüsrev, Theodoros Mankaphas`ın mağlup olarak, kendisine sığınıp yardım istemesini (1189), kendi menfaatine uygun buluyordu. Buna rağmen, Bizans imparatoru ile mevcut sulhu bozmayı doğru bulmadığı için bu mülteciye, uclarda daima yarı müstakil durumlarını muhafaza eden göçebe Türkmenler arasında, asker toplama müsaadesini vermiştir. Asi kumandan, bu Türkmenlerle birlikte, Denizli ve Honaz bölgesinde yaptığı istila ve tahriplerden sonra aldığı ganimetler ile Keyhüsrev`e döndüğü vakit imparatorun hediyelerle gelen elçisi, Sultan`dan onun teslimini istedi. Melik Keyhüsrev, sulhu muhafaza endişesi ile hayatına dokunulmamak üzere, bu isteği kabul etti ki88, bu hadise daha sonra kardeşleri arasında kendi aleyhinde birtakım dedi-koduların çıkmasına sebep olmuştur89.

Ancak Keyhüsrev`in Mankaphas`ı Bizans`a iade etmesi, ne para için ne de hediye karşılığıdır. Keyhüsrev, Bizans imparatoru ile yapılan anlaşma neticesinde, Mankaphas`ın da hayatını güven altına aldıktan sonra onu iade etmiştir. Elbette ki o, devletinin ve milletinin menfaatini düşünmüş ve o günkü şartlarda Bizans`ı düşman olarak karşısına almak istememiştir. Mankaphas sebebiyle ülkesinin zarar görmemesi için siyasi bir karar vermiş ve uygulamıştır. Bundan başka, Keyhüsrev, Mankaphas`ı tahrik etmediği gibi, Bizans aleyhine de yönlendirmemiştir. Hatta ona silah ve düzenli ordu vermeyi reddetmiştir. Ona sadece Bizans`a karşı baskınlar düzenleyen ve ganimetler elde eden Türkmenler arsında bulunma izni vermiştir. Mankaphas kendi isteği ile Türkmenler`in içinde yer almış, baskınlara katılmış ve onların arkasından kendisine yardımcı kuvvet toplamıştır. Dolayısıyla Keyhüsrev`in Mankaphas`ı bahane ederek suçlanması doğru değildir90.

87 Kaya, a.g.t., s.22-23.

88 Cahen, Keyhüsrev`in bu işi para için yaptığını savunur veKeyhüsrev`in kışkırttığı Bizans`lı asi Mankaphas, Frigya ve Karya`yı yağmalamaya başladı, ancak İsaakios Angelos, Keyhüsrev`e para vererek asinin kendisine teslim edilmesini istedi, hayatını bağışlayacağına söz verdi. Böylece hareket bastırılabildi” ifadelerini kullanır.Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu, Çev: Erol Üyepazarcı, 2. Baskı, İstanbul 2002, s.56.

89 Osman Turan, “Keyhusrev I”, İA, C.VI, İstanbul 1977, s.613-620. 90 Kaya, a.g.t., s.24.

(34)

24

Anadolu`daki Hıristiyanlığın çöküşünde, Türkleşme ve İslamlaşma sürecinde bu isyancıların rolü azımsanamayacak kadar büyüktür. İsyancılar Türklerle kendi çıkarları için yaptıkları işbirlikleri ile ve askeri güç olarak da Türkmen gruplarını kiralamak yoluyla Batı Anadolu`da Menderes boyunca ve Ege kıyılarına kadar, Güneybatı Anadolu`da Denizli çevresi, Kuzeybatı Anadolu`da Bithynia içlerine ve kuzeyde Karadeniz sahillerine kadar Türkler`in girişlerini kolaylaştırmışlardır. Bu isyanlar bir yandan Bizans`ın ve Hıristiyanlığın şehir hayatı ve üretiminin çökmesine sebep olurken her şeyden önemlisi güven duygusunun yitirilmesine neden olmuştur91.

Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in Uluborlu`daki meliklik hayatının önemli olaylarından biri de III.Haçlı Seferi`ni yaşamış olmasıdır. III.Haçlı ordusu 2 Mayıs 1190`da Uluborlu önlerine gelmişti92. Bir çok kaynakta II.Kılıç Arslan`ın Haçlılarla anlaşma yapmasından dolayı Uluborlu ve havalisine hakim olan I.Gıyase`d-Din Keyhüsrev`in Haçlılarla bizzat savaşmadığı zikredilmektedir. Bazı kaynaklar ise bunun tam zıddını söylemektedir. Bunlardan birisine göre “Gıyase`d-Din Keyhüsrev, ağabeyleri ile birlikte Alman Haçlı ordusuna karşı savaşmıştır. Keyhüsrev, Haçlılar`ın Selçuklu topraklarında geçtiği bölgenin hakimi olmak hasebiyle bu mücadeleyi verenlerin başında bulunmaktaydı. Belki de ağabeyleri Keyhüsrev`e destek olmak için gelmişler ve bu savaşlara katılmışlardı. Türkmenler de, Sultan II.Kılıç Arslan ve oğulları tarafından Alman Haçlı ordusuna karşı savaşmaları için teşvik edilmişlerdi. Anadolu`da iskan edilen ve meliklere tabi olan bu Türkmenler, Selçuklu kuvvetleri olarak Alman Haçlı ordusuna karşı Türk topraklarını ilk savunanlar olmuştu93.

Friedrich Barbarossa, Haçlı ordusunun geçtiği yerleşim bölgelerinin terk edilmiş olmasından ve İkinci Haçlı seferindeki tecrübelerinden istifade ile Selçuklu topraklarında rahatlıkla yoluna devam edemeyeceğini tahmin ediyor olmalıydı ki, Bizans ile Selçuklu Devleti arasında sınır olan bölgede ilerlerken özellikle de Selçuklu topraklarına girdikten sonra Türkler`le büyük bir meydan

91 Kılıç, a.g.m., s.620-621. 92 Baykara, a.g.e., s.14. 93 Kaya, a.g.t., s.25.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu nokta, bizleri sosyolojik bakış açısının sıradaki önemli özelliğiyle tanıştırmaktadır. Ancak biz bu özelliği önümüzdeki

bilinen; ancak oldukça iyi kayıt altına alınan bu örnek, bu gibi pek çok benzer durum için geçerlidir ve kimliğimizin büyük oranda sosyal çevremiz

• Geçtiğimiz on sene boyunca din sosyolojisinde tartışılan en hararetli konu, belirli bir sosyal davranış örüntüsünün temel bir sorgulaması şeklinde cereyan

• Sapkın ve çarpık davranış tipleri, bir dereceye kadar insanların hürriyetleri, kendi kişiliğini ortaya koyma imkanları ve farklı bile olsa yeni davranış

• Din sosyologları dini tek başına bir sosyal kurum olarak incelemezler; aynı zamanda onun diğer sosyal kurumları nasıl. etkilediği ve sosyal kurumlar tarafından

savunan sosyologlar, dinin yüzde doksan dokuzunu -kendi dinleri hariç diğer bütün dinleri- sosyal bir inşa

Ancak bu kural dine içeriden yaklaşanlar için de geçerlidir: Ne dışarıdan sosyolojik bakış açısı, ne de içeriden dini bakış açısı din konusunda hakikatin tek

ortaya koyar: “Sosyolojik teoriler, dini grup veya toplum merkezli ve bireysel dindarlığı sosyal kaynaklarla ilişki içinde incelerken, psikolojik teoriler, dini, birey merkezli ve