• Sonuç bulunamadı

Mülteci aileler ve göç ile değişen aile yapısı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mülteci aileler ve göç ile değişen aile yapısı"

Copied!
112
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

AİLE DANIŞMANLIĞI VE EĞİTİMİ ANABİLİM DALI

AİLE DANIŞMANLIĞI VE EĞİTİMİ BİLİM DALI

MÜLTECİ AİLELER VE GÖÇ İLE DEĞİŞEN AİLE

YAPISI

Miyase Melike YENGİNAR

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Dr. Öğr. Üyesi Gamze AKSAN

(2)
(3)
(4)

I İÇİNDEKİLER………..I ÖZET………..IV SUMMARY…………...……….V TABLO LİSTESİ...VI KISALTMALAR ... VII ÖNSÖZ ... 1 GİRİŞ ... 3 BİRİNCİ BÖLÜM ... 6 GÖÇ ... 6 1.1. Göç Nedenleri ... 8

1.1.1. Devletler Arası Savaşlar ... 9

1.1.2. Etnik Çatışmalar ... 11

1.1.3. Sivil Çatışmalar ... 13

1.1.4. Baskıcı Devlet Rejimleri ... 15

1.1.5. Doğal Afetler ve Çevre Sorunları ... 16

1.2. Göç Türleri ... 20 1.2.1. İlkel/Basit Göç ... 20 1.2.2. Serbest Göç... 21 1.2.3. Kitlesel Göç ... 22 1.2.4. Mevsimlik Göç ... 24 1.2.5. Dış Göçler ... 25 1.2.6. İç Göçler ... 27

TEZ KABUL FORMU BİLİMSEL ETİK SAYFASI

(5)

II 1.3. Göçün Sonuçları ... 28 1.3.1. Ekonomik Sonuçlar ... 29 1.3.2. Sosyal Sonuçları ... 31 1.3.3. Kültürel Sonuçlar ... 34 1.3.4. Diğer Sonuçlar ... 35

1.4. Mülteci Terimi ve Hukuktaki Yeri ... 36

1.4.1. 1951 Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi ... 39

1.4.2. Birleşmiş Milletler Mültecileri Hukuki Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü ... 40

1.4.3. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ... 41

1.4.4. 6458 Nolu Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ... 42

AİLE ... 43

2.1. Aile Tipleri ... 46

2.1.1. Otoriteye Göre Aile ... 47

2.1.2. Üye Sayısına Göre Aile ... 49

2.1.3. Evlenme Biçimlerine Göre Aile ... 50

2.1.4. Yerleşim Yerine Göre Aile ... 51

2.1.5. Alternatif Yaşam Biçimleri ... 52

2.2. Ailenin İşlevleri ... 53

2.3. Ailenin Diğer Sosyal Kurumlarla İlişkisi ... 55

2.3.1. Aile Ekonomi İlişkisi ... 56

2.3.2. Aile-Eğitim İlişkisi... 58

2.3.3. Aile Din İlişkisi... 59

2.3.4. Aile Siyaset ilişkisi ... 61

YÖNTEM ... 63

3.2. Veri Toplama Aracının Geliştirilmesi ... 65

3.3. Verilerin Toplanması ... 66

(6)

III

3.5. Çalışma Grubu... 67

BULGULAR VE YORUM ... 69

SONUÇ VE ÖNERİLER ... 92

(7)

IV

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZET

Çalışma Türkiye’de Uluslararası Koruma kapsamında ikamet etmekte olan İranlı göçmenlerin, göç öncesi aile yaşantılarının göç sonrasında ne gibi değişikliklere uğradığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Göçün mezo boyutlardaki etkilerinin çalışıldığı bu çalışma, aile danışmanlığı alanının sadece yerli aileler üzerinde değil yabancı aileler üzerinde de verimli olmasına katkıda bulunmak maksadıyla yapılmıştır. Zira göçe maruz kalmış ailelerin dezavantajlı olduğu düşünüldüğünde profesyonel desteğe ihtiyaç duyan göç mağduru ailelerin varlığı azımsanmayacak kadar fazladır.

Çalışmada Aksaray ilinde ikamet etmekte olan yirmi İranlı aile ile derinlemesine görüşme yapılmıştır. Görüşme İranlı ailelerin İran’daki aile yaşantıları ve Türkiye’ye deki aile yaşantıları kıyaslanabilir ölçekteki sorularla analiz edilmiştir. Aile yaşantılarındaki değişim çeşitli kategorilerde değerlendirilmiştir. Bariz olan değişimin ekonomik faktörler üzerinde olduğu keşfedilmiştir. Alım gücündeki azalma, aile yaşam kalitesini de etkilediği görülmüştür. Göçün getirmiş olduğu buhranın yanında aile üyelerinin gurbette birbirlerine daha da kenetlendikleri, dini ritüellerini İran’a nazaran daha rahat yerine getirebilmenin vermiş olduğu huzurun aile içi iletişim ve anlayışı kuvvetlendirdiği görülmüştür.

Anahtar Kelimeler: Göç, Aile, Uluslararası Koruma, Sığınmacı, Uyum

Öğre n cin in

Adı Soyadı Miyase Melike Yenginar

Numarası 164211001009

Ana Bilim / Bilim Dalı

Aile Danışmanlığı ve Eğitimi Anabilim Dalı/ Aile Danışmanlığı ve Eğitimi Bilim Dalı

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Dr. Öğr. Üyesi Gamze Aksan

(8)

V

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğre n cin in

Adı Soyadı Miyase Melike Yenginar

Numarası 164211001009

Ana Bilim / Bilim Dalı

Aile Danışmanlığı ve Eğitimi Anabilim Dalı/ Aile Danışmanlığı ve Eğitimi Bilim Dalı

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Dr. Öğr. Üyesi Gamze Aksan

Tezin İngilizce Adı Refugee Families and Changing Family Structure of Migration

SUMMARY

This research study aims to find what kind of changes has taken place in family life of Iranian migrants before and after their migration to Turkey under an international protection. This research study, that covers the average effects of migration, not only aims to support family counseling in helping residents but also to help migrant families’ life. If the migrant families are regarded as a group under the risk, the number of families who may need Professional help is in a considerable amount.

In this research study a detailed interview was done with twenty Iranian families living in Aksaray. The interviews were analyzed by using some questions that enable to compare Iranian families’ life when they were in Iran and their current life in Turkey. The changes in family life have been assessed under various categories. The most apparent change that is identified is about the economic changes. The decrease in purchasing power has been effecting the quality of family life as well. Despite the depression coming from migration, it has been observed that family members have united closely as they are in a foreign place, and the spiritual peace stemming from living their religion more open than they did in Iran contributed the peace in family life and this supported mutual understanding and communication among family members.

(9)

VI

TABLO LİSTESİ

(10)

VII

KISALTMALAR T.C. :Türkiye Cumhuriyeti

TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu BM : Birleşmiş Milletler

AİHS : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi TDK : Türk Dil Kurumu

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

YUKK : Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu UNHCR :United Nations High Commisioner for Refugees BMMYK : Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği UNFPA :United Nations Population Fund

GK : Geçici Koruma

UK : Uluslararası Koruma

Ed. : Editör

(11)

1 ÖNSÖZ

İnsanlık tarihinin başlangıcından ortaya çıkan göç olgusu günümüzde Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı önemli meselelerden biridir. Özellikle son yıllarda bölgedeki değişen siyasi dengeler ve bu değişimlerin neticesinde ortaya çıkan krizler Türkiye’nin yoğun yasal veya yasadışı göçlere maruz kalmasına sebep olmuştur. Ayrıca ülkenin özellikle doğudaki komşularına nazaran daha gelişmiş ve güvenli olması bu göçü tetikleyen önemli detaylardandır.

Özellikle Suriye iç savaşı ardından yoğunlaşan bu göçlerde insanların temel hedefi kendi ülkelerinde yaşanan siyasi kargaşadan kurtularak göç ettikleri ülkelerde daha kaliteli bir yaşam standartlarına ulaşabilmektir. Lakin bu temel amaç ile mecburen başlanılan bu yolculukta gerek göçmenler gerekse de hedef ülke konumunda olan Türkiye için bir takım sorunlar ortaya çıkarmıştır. Dil sorunu hem göçmenler için hem de Türkiye açısından bu sahada krizin bir örneğidir. Zira bu göçmenler açısından bu sorun onların meslek edinmekte, hastanelerde ve gündelik yaşamlarında iletişim sağlamakta ortaya çıkmaktadır. Türkiye açısından ise, göçmen bireylerin ülkeye adaptasyonlarını sekteye uğratmaktadır.

Çalışmamızda ise Türkiye’ye göç eden bireylerin ailevi yapıları mercek altına alınarak yukarıda bir numunesini gösterdiğimiz sorunlarını tetkik edip gerekli çözümleri üretmek planlanmıştır. Ayıca göç üzerine yapılmış pek çok araştırmanın yanında, şuan ki ve bundan sonra devam edecek göç hareketinde, mültecilere yaklaşımda nelerin göz önüne alınması gerektiğini, beklentilerin ve ihtiyaçların vurgulanabilmesi adına bir kaynak oluşturacağını ümit ediyorum.

Çalışmam boyunca benden bilgisini, tecrübesini ve zamanını esirgemeyen danışman hocam Sayın Dr. Öğr. Üyesi Gamze AKSAN’a beni her konuda desteklediği ve yönlendirdiği için kendisine minnetimi ifade etmek isterim. Bilimsel destekleri ve eleştirel yaklaşımlarıyla beni aydınlatan pek sevgili arkadaşlarım Berkay TANRISEVER ve Farbod MAZLUMİ’ye, çeviri desteğiyle çalışmama önemli katkılar sağlayan pek değerli Fariba AZERİBAGHA’ya en içten sevgilerimi sunar teşekkürü bir borç bilirim. Yüksek lisans hayatım boyunca beni cesaretlendiren

(12)

2

aile üyelerime en derin sevgilerimi sunarım. Gerekli bilgi desteği ve yönlendirme için her zaman yardımcı olan Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne teşekkür ederim.

Miyase Melike YENGİNAR

(13)

3 GİRİŞ

Türkiye uzun yıllar boyunca farklı kavimlerin göç aldığı coğrafi bakımdan önemli olan fiziksel bakımdan ise zengin kaynaklara sahip olan ve etnik grupları bünyesinde barındıran önemli bir yere sahiptir. Farklı inançlara sahip olan ve farklı dinlere mensup olan insanların yaşadıkları bölgeden ve yerleşkeden inanç özgürlükleri olmaması benimsedikleri, inandıkları din bakımından toplum içinde dışlanması ve yaşadıkları çevreye uyum gösterememesi sonucunda farklı kültürlere, toplumlara yönelmesi için göç ederler.

İster kitlesel göç ister bireysel göçlerde bireyleri ve aileleri yakından ilgilendiren bir takım değişimler kendini göstermektedir. Bu göçün doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Neticede alışılmış bir ortamdan ayrılmak, yeni yaşam alanlarına ulaşmak ve burada yaşamlarını sürdürebilme çabası doğacaktır. Dünya üzerindeki tüm canlılar bulundukları bölgeye adapte olarak yaşamlarını sürdürmüş, aksi halde yok olmaya mahkum olmuşlardır. İradi ve sosyal bir varlık olan insan, göç kararı vermeden önce bu değişime göz kırpmıştır. Zaten amaç değişmektir. Var olandan sıyrılarak, daha refah ve güvenlikli bir yaşam sürme düşüncesidir. Bu düşünceyle başlayan göç hikayeleri hep daha fazla ve temelden dönüşümleri beraberinde getirecektir.

Amaç; bu araştırma vesilesiyle son dönemde ülkemizde yaşanan mülteci sorununa aileler üzerinden yaklaşmayı, mülteci aileleri yakından tanımayı, değişen aile yapılarını görmeyi, sorunlarına kalıcı çözümler sunmayı amaçlamaktayım.

Öte yandan Aile Danışmanlığı alanında hizmet veren kişilere mülteci danışanlarına yaklaşımında bir kılavuz olması amacıyla araştırmamı bu alanda yapmayı seçiyorum. Ülkemizde çok sayıda ailevi sorunlar yaşayan mülteci bulunmakta. Uğradıkları değişim, içsel çatışmalar, kendini ve geleneklerini koruma içgüdüsü bazen kendi başlarına çözemeyecekleri duruma gelebilmektedir. Bu aşamada devreye mülteci alanına hakim aile danışmanlarının desteği gerekmektedir.

İltica alanında yapılmış pek çok araştırma bulunmaktadır. Özellikle son dönemdeki Suriyeli mültecilerin kitleler halinde ülkemize girişi ve uzun süredir

(14)

4

Geçici Koruma kapsamında Türkiye’de barınıyor olmaları pek çok araştırmaya konu olmalarını sağlamıştır. Araştırmalara baktığımızda göçün toplumsal ve ruhsal sonuçlarına, sosyo-kültürel veya dini etkilerine pek çok yerde değinildiği görülmektedir. Özellikle mülteci kadın ve çocuklara yönelik, erken yaşta evlilik ve kadına şiddet çalışmaları olduğu görülmektedir. Bu araştırmada ise hepsini kapsayıcı fakat spesifik bir alan olarak ortaya çıkmayı planlamaktayım. Özellikle araştırma sonucunda elde edilen verilerin Aile Danışmanlığı alanında kullanılabilir, somut bir boyut kazanması, danışmanlıkların bu somut datalar ile verimli hale gelmesi önem taşımaktadır. Ek olarak mülteci aileleri aile danışmanlıklarına yönlenebilmesi, bireysel danışmanlıkların yanında ailesel danışmanlık sınırlarının mülteciler içinde genişlemesi önemli bir gelişme olacaktır. Bu alanda yeterli çalışanın olmadığı görülmektedir. Özellikle mülteci aileler ile çalışan aile danışmanı bulmak ülkemizde oldukça zordur.

Bu araştırma ile mülteci ailelerin göç ile yaşadıkları değişimlerin belirlenmesi ve sorunlarına profesyonel kişi ve kurumlarca kalıcı çözümler bulunması, çözüm sağlayıcı kişi ve kurumların ise somut verilere ihtiyacı olduğu hususunda gerekli olduğu görüşündeyim.

Çalışmanın birinci bölümünde göç kavramı tartışılmaktadır. Kuramsal ve kavramsal bağlamda göç olgusu incelenmektedir. Göç nedenleri, göç tipleri ve göçün sonuçları alt tanımlarıyla birlikte ele alınmıştır.

Çalışmanın ikinci bölümünde ise, aile kavramı tartışılmıştır. Aile tipleri, ailenin işlevleri ve ailenin diğer sosyal kurumlarla olan ilişkileri incelenmiştir.

Üçüncü bölümde çalışmanın yöntem kısmı yer almaktadır. Verilerin toplanması, analiz biçimleri, çalışma grubuna dair veriler yer almaktadır.

Son olarak yapılan araştırmaların çoğunlukla GK kapsamındaki Suriyeli Mültecilere yönelik olması Uluslararası Koruma kapsamında bulunan diğer uyrukların bu araştırmalarda geride kalmış olması dikkat çekmektedir. Oysa geçici koruma kapsamındaki mülteciler misafir olarak bulunmakta ve gereken çözümler sağlandığında yurtlarına geri dönmek üzere ülkemize gelmiş vatandaşlardır. UK

(15)

5

altındaki mülteciler ise daha farklı kalıcı çözümler bulmayı amaçlar bunlardan biriside yerel entegrasyondur. Bu durum göz önüne alındığında diğer uyruklar dediğimiz Irak, İran, Afganistan, Sudan, Somali vb. uyruktan vatandaşların araştırmaya konu olması gerekmektedir. Bu çalışmada İran uyruklu göçmenlerin göç ile değişen aile yapılarını inceleyeceğiz.

(16)

6

BİRİNCİ BÖLÜM GÖÇ

Tarihsel sürece baktığımızda ilkel çağlardan günümüze kadar insanoğlu çeşitli nedenlerle bir yerden başka yerlere taşınarak ya da bulunduğu yerden kaçarak göç ettiği görülmektedir. Toplumsal hayatı etkileyen ve değişime uğratan göç olgusu kaçınılmaz olarak bireylerin hayatlarını da olumlu ya da olumsuz olarak etkilemekte ve değiştirmektedir.

Göç; basitçe insanların da daha iyi şartlarda yaşamlarını sürdürebilmek amacıyla gerçekleştirdikleri yer değiştirme hareketi olarak kabul edilir. Göç alan ve veren toplumun demografisinde, ekonomisinde, kültüründe ve siyasetinde kısacası her alanında bıraktığı etki nedeniyle sosyolojinin araştırma konularından birini göç oluşturmaktadır. Göç; genellikle insanların hayatlarının tümünü ya da bir bölümünü geçirmek için bir yerden başka bir yere coğrafik olarak yer değiştirmesi anlamına gelmektedir.“Göç, yaşanılan yerin daimi veya yarı-daimi olarak, genellikle bir çeşit

idari sınırın dışına doğru değiştirilmesidir” (Faist, 2003, s. 41). Göç; “Bir yerleşim biriminden, gruptan ya da belli bir siyasal sınırı olan toprak parçasından başka bir birime doğru, kısmen sürekli birey veya kitle hareketidir” (Acar & Demir, 1997, s.

266). Kapsamı genişleterek bakacak olduğumuzda göçün pek çok kurumu etkileyen ve bu kurumlardan etkilenen dinamik bir olgu olarak tanımlanmıştır. Göçün sadece yaşanan bir yer değişiminden ziyade, çok boyutlu olduğu, bu boyutların her birinin ayrı bir araştırma konusu olduğu görülmektedir. “En geniş anlamı ile tanımlamak

gerekir ise göç siyasi, sosyal, ekonomik, ekolojik, bireysel vb. faktörler ile kısa, orta veya uzun vadeli geriye dönüş amaçlı olabileceği gibi yerleşmek amaçlı da olabilen coğrafi, kültürel, sosyal ve ekonomik boyutları olan bir yer değiştirme hareketi olarak tanımlanmaktadır” (Yalçın, 2004, s. 13).

Literatürde göçü açıklamakta kullanılan tek bir tanım yoktur, göçü açıklayan tek bir tanımın olmamasının nedeni göçe sebep olan faktörlerin değişkenlik göstermesidir. Bu nedenle araştırmacılar konuyu açıklamak için kendi tanımlamalarını yapma yoluna gitmişlerdir. Eski dönemlerden beri var olan göç

(17)

7

olgusu, günümüzde mesafesini olağanüstü arttırmış, hızlanmış ve eskiye oranla daha da kitleselleşmiştir (Çobanoğlu, 1996, s. 667). Göç alanındaki bu artış çeşitli sebeplere bağlanabilir.

Türkiye, son yıllarda çok sayıda insanın kaçak ve düzensiz bir şekilde göç ettiği bir ülke haline gelmiştir. Türkiye bu acıdan artık sadece transit bir ülke değil aynı zamanda hedef ülke konumundadır. Türkiye başta Suriye, Irak, İran ve Afganistan olmak üzere birçok ülkeden sığınma arayan bireylerin tercihi olmuştur. Mülteci, sığınmacı ve göçmen sayısı ile sığınma prosedürüne tabii olan kişiler önceki yıllarla kıyaslanmayacak ölçüde artmıştır. Bu göç trafiğinde istatistiklere yansımayan pek çok vakanın yaşandığı ise herhalde kolaylıkla tahmin edilebilir (Bal, 2008, s. 106). Kayıt dışı göç halinde bulunan çok sayıda göçmen bulunmaktadır.

Göç; “Bir idari sınırı geçerek oturma yerini devamlı ya da uzun süreli olarak

değiştirme olayını ifade etmektedir” (Tümertekin & Özgüç, 1998, s. 307). Başka bir

ifadede “Nüfusun belirli bir bölümünün çeşitli nedenlerle bulunduğu yerden ayrılıp,

başka bir yere yerleşmek amacıyla gitmesidir’’ (Başol, 1995, s. 209). Kısa ya da

uzun vadede yer değiştirme olarak genel açıklamanın yanı sıra, faydacı yaklaşıma değinen açıklama; “İnsanların geçimlerini sağlamak için daha uygun yerlere gitmek

ve burada is bulmak, çeşitli imkânlardan faydalanmak ve yerleşmektir” (Atalay,

1994, s. 295). Bu tanımlar çeşitli araştırmacıların göç tariflerini oluşturmaktadır. Olgunun geniş ve çok boyutlu olması tanımları da bu şekilde çeşitlendirmektedir.

Göçün bir tanımı olarak mikrodan başlayarak makro boyutlara kadar sebeplerinin ve sonuçlarının olacağı görülmektedir. Göçün tarif eden pek çok tanım bulunmaktadır. Araştırmacılar göç olgusunu diğer yönleri ile ele alarak açıklamaya çalışmışlardır. Fakat tüm tanımların odak noktasına bakıldığında birey, sorunlar, çözüm arayışı, değişim ve uyum sağlama konuları göze çarpmaktadır. Bireyler genel itibari ile aşina oldukları bölgeleri terk etme eğilimi göstermemektedirler. Zira yaşam için bireye en uygun yer aşina olunan bölgelerdir. Fakat çeşitli sebeplerle göçe maruz kalan bireyler, her canlıda olduğu gibi zaman içerisinde yaşamlarını sürdürebilmek için uyum sağlamak durumunda kalmaktadır. Bu süreç bireylerin göç etmeden

(18)

8

önceki yaşam biçimleri, kültürleri ve göç edilen bölgenin kültürel farklılığı boyutunda değişim göstermektedir.

Bireysel ya da kitlesel olarak gerçekleşen göçlerde, amaç kısa veya uzun vadeli yeni bir yaşam alanı bulmaktır. Bu göçlerde hedef geriye dönüş ya da sürekli yerleşim alanı olarak değişmektedir.

1.1.Göç Nedenleri

Göç tanımlarına bakıldığında göçün nedenlerinin de oldukça çeşitlilik gösterdiği görülmektedir. İnsanoğlu doğup büyüdüğü ya da diğer bir deyişle aşina olduğu yerden hangi sebeplerle ayrılmak durumuna gelebileceğine baktığımız zaman ekonomik sebeplerden siyasi sebeplere pek çok alanda etkilerin olduğu görülmektedir. Ekonomik nedenlere baktığımızda; daha iyi yaşam standartlarına erişim, istihdam olanakları, ekonomik krizler, kazancın geçim için yeterli olmaması, bulunulan bölgede yeterli iş imkanlarının bulunmaması veya birikim yapmak gibi sebepler, göçün ekonomik yönde gerçekleşmesini sağlayan sebeplerdendir. Göçün tanımını yaparken belirtildiği üzere Atalay çalışmasında göçü insanların geçimlerini sağlamak için daha uygun yerlere gitmek ve burada iş bulmak, çeşitli imkanlardan faydalanarak buralara yerleşmek olduğu şeklinde, ekonomik sebeplere dayanan bir tanım gerçekleştirmiştir (Atalay, 1994, s. 295). Tek neden ekonomi olmayacağı gibi göç etmek için önemli nedenler arasındadır.

Ekonomik nedenlerin yanında bireysel göçlerde etkili olan diğer hususlar evlilik birliğinin kurulması, eğitim nedenli yer değişiklikleri, atama gibi iş durumlarının ortaya çıkması, emeklilik, yine daha iyi şartlarda yaşama arzusu görülmektedir. “Bireylerin göç kararlarının temelinde, göçün nedenlerini içeren,

itici ve çekici faktörler vardır. Bireylerin doğdukları yeri ve alışkın oldukları yaşam tarzını bırakarak göç kararı almasına neden olan etkenlere itici faktörler denilmektedir. Diğer taraftan göç etmek üzere karar verilen yerin cazibelerine ise çekici faktörler adı verilmektedir” (Karakuş, 2006, s. 17). İtici ve çekici faktörlerin

(19)

9

Göçün nedenlerini içeren itici faktörlere baktığımızda değinildiği gibi ekonomik, bireysel, ailevi, eğitim, çevre sorunları yani bulunulan bölgeyi yaşanmaz yada daha az tercih edilir duruma gelmesi sonucunda, değer bölgelerin çekici faktörlerinin değerlendirilmesi talebi ortaya çıkmaktadır. Bu da göç yollarını oluşturmaktadır. Göçün nedenlerini bireysel sorunların dışında daha geniş çaplı ele aldığımızda çeşitli başlıklar altında irdelemek mümkündür. Örneğin devletlerarası savaş, etnik ve sivil çatışmalar gibi daha toplumsal boyutta etkileri bulunan olumsuzluklar göç için başta gelen itici sebepleri oluşturmaktadır. Özellikle kitlesel göçlerin yaşanmasında devletlerarası savaşlar ve toplum içi çatışmalar önemli rol üstlenmektedir.

1.1.1. Devletler Arası Savaşlar

Mülteci akımına sebep olan nedenler arasında en etkili olan neden devletlerarası savaştır. Weiner’ın çalışmasında mülteci akımına neden olan sebepler ile ilgili belirttiği sayılara bakıldığında görülmektedir ki 1969, 1982 ve 1992 yıllarında tutulan istatistiklerde toplam 34.028.000 mültecinin 14.227.000’i devletlerarası savaş sebebiyle göç etmek zorunda kalmıştır (Weiner, 1996, s. 12). Bu sayı oldukça fazladır, öyle ki savaşlar göçte itici bir sebep olarak büyük etkiye sahiptir.

Savaşlar nedeni ile pek çok insanın yerinden olduğu gerçeği tarih boyunca devam etmektedir. Devletlerarası sorunlar, çıkar çatışmaları, liderlik mücadeleleri, güvenlik nedenleri veya dini sebepler devletlerin aralarını açarak üstünlük mücadelesine sürüklemiştir. Savaşta olan bir devletin vatandaşlarına sağlayabildiği olanaklarda da imkan ölçüsünde düşüş gözlenmektedir. Çevre sorunları, kentleşme ve altyapı sorunları, savaş nedeni ile ekonomideki gerileme sivillerin savaş dönemi bitene kadar başka ülkelerde güvenliklerini sağlamak amacıyla göç etmelerine itici sebep oluşturmaktadır. Savaşların uzun yıllar sürmesi ve göç eden bireylerin göç ettikleri yerlerde uzun süre yaşayarak o bölgelere adapte olmaları ile savaş döneminin bitmesinin ardından gönüllü geri dönüşlerin az olmasına meydan vermektedir. Zira göç eden insanlar genel itibari ile göç ettikleri bölgelerde kalma eğilimi göstermektedirler. Bu duruma en güzel örnek II. Dünya Savaşı da

(20)

10

milyonlarca insanın ülkesini terk etmesi olabilir. II. Dünya Savaşı sebebiyle ülkesini terk eden insanlar memleketlerine geri dönmüşlerdir. Fakat ülkelerine geri dönememişlerdir. Zira savaştan sonra sınırların değişmiş ve Avrupa haritası yeniden şekillenmiştir (Weiner, 1996, s. 6). Devletlerarası savaşın sonuçları her alanda olduğu gibi siyasi alanda da etkilerini göstermektedir. Ülke sınırlarının değişmesi, toprak kayıpları ya da belli bölge topraklarının herhangi bir devlet sınırları içinde sayılmaması, bireylerin gönüllü geri dönüş yapsalar dahi beklentilerini karşılayamayacak durumda olmalarına neden olabilmektedir. Bu şekilde bireylerin vatandaşlık hakkı alabilecekleri bir ülke dahi olmaması sorunlarını ortay çıkarabilmektedir.

Soğuk Savaş döneminde Amerika-Sovyet çatışması nedeniyle çıkan savaşlar ile milyonlarca insanın vatanını terk etmesinin sebebi Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyetler’in dağılmasıdır. Weiner’ın çalışmasında belirttiği sayılar incelendiğinde görülmektedir ki 1989 yılında mülteci sayısı 14.9 milyon iken 1990 yılında 17.2 milyondur. Bu artışta soğuk savaşın sona ermesinin etkili olduğunu görülmektedir. Ayrıca Rusya-Afganistan savaşı Azerbaycan-Ermenistan çatışması çok sayıda insanın ülkesini terk etmesine sebep olmuştur (Weiner, 1996, s. 18). Savaşlar özellikle sivillerin, bunun dışında diğer kişilerinde göçüne neden olmaktadır. Kötü yaşam koşulları, açlık, hayati tehlike, tahrip olan şehirler göçe önemli ölçüde etki etmektedir.

“Savaşla ilintili bir başka göç sebebi de, savaş sırasında yaşanan insanlık dışı uygulamalar ile ilgilidir. Özellikle savaş sırasında savaşın herhangi bir askerî tarafı olmamalarına rağmen sivillere uygulanabilen katliamlar da göçün önemli sebeplerinden biri olarak zikredilmektedir.1821 ayaklanması ile başlayan ve Yunanlıların yöredeki Müslümanlara uygulamış oldukları katliamlar, Bulgarların gerek 1877-1878’de ve gerekse 1912’de yapmış oldukları uygulamalar, yine aynı dönemlerde Sırp, Karadağ ve Makedonya’da yaşanan sıkıntılı süreçler, bu tarz göç sebebinin en tipik örnekleri olarak ifade edilmektedir” (Aktaran: Taşçı, 2009, s.

(21)

11

Savaş dönemleri genel olarak kitlesel göçlerin yoğun olarak yaşanmasına neden olan itici sebeplerdir. Göç türü kitlesel olduğu için, göç öncesi, göç sırası ve göç sonrasında oluşan sorunlarda kitleleri ilgilendiren türde meydana gelmektedir. 2010’da yaşanan ve Arap Baharı olarak isimlendirilen sürecin 2011’de Suriye’ye yansımasıyla kısa sürede bir iç savaşa dönüşen olaylar nedeniyle yüz binlerce sivil hayatını kaybetmiş, milyonlarcası Lübnan, Mısır, Irak, Ürdün ve Türkiye gibi ülkelere sığınmıştır (Koyuncu, 2014, s. 5). Yakın dönemde yaşanan Suriye krizi ve ülkemize milyonlarca Suriyelinin sığınarak geçici koruma altına alınması neticesinde, Türkiye’de halk arasında mültecilere bakış açısı sadece Suriyeliler olarak sınırlanmıştır. Bu durumda herhangi bir Uluslararası Koruma Sahibi ya da ikamet izinli göçmenlerden kaynaklanan bir toplumsal sorun bile Suriyeliler üzerine baskıcı önyargıların oluşmasına neden olmaktadır. Öte yandan göç alan devletlerin, göçmen vatandaşlara karşı hizmetler ve mevzuatlar konusunda yetersiz kalabilmesi, kendini revize etmesinin gerekliliği gündeme gelmektedir. Özellikle büyük sayıda kitlesel göç alan ülkelerde, hükümetlerin yeni misafirlere uygun ulusal ve uluslar arası yasal hak ve yükümlülüklerin uygulanması, kayıt altına alınması, sağlık, eğitim, barınma, hukuk vb. muhtelif yerel hizmetlere erişimlerinde olanak sağlanması ve güçlendirilmesi gerekmektedir.

1.1.2. Etnik Çatışmalar

Etnik Grupların ne anlama geldiğini tanımlamak gerekirse; “Etnik grup,

beraberlik ve birliktelik arzusunda olan, bilinçli olarak bir araya gelmiş, ortak kökene, menfaatlere, deneyimlere ve geçmişe sahip olan insanlar topluluğu şeklinde tanımlanabilir. Başka bir tanıma göre; etnik grup, akrabalık bağına ilâveten ırk, din, dil, coğrafi bölge veya kültür gibi ortak değerlerden kaynaklanan sosyal formasyonlardır” ("Sanal", 2011). Tanıma göre sadece kan bağından ziyade daha

geniş kulvarda ortaklık barındıran topluluklar olarak betimlenmiştir. Bu bağlamdan bakıldığında çeşitli ortaklıklara sahip toplumların ortak gayelerinin olması beklenmektedir. Etnik gruplar ortaklık bağlarının devamı ve gelecekteki nesillerine aktarımı konusunda bir takım tedbirlere başvuracaklardır. Grubun devamı ve sürdürülebilirliği için gerekli olan güvenlik tedbiri ilk sırada yer almaktadır. Bir toplumdaki etnik çeşitlilik, toplum içindeki grupların birbiriyle olan ilişkilerinde

(22)

12

çeşitli modellerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu modellere bakıldığında ortaya çıkan genel yapılarda, bir grubun baskın diğer grubun azınlık olması, gücün gruplar arasında dengeli ve dengesiz olarak paylaşılması, dikey ya da paralel hiyerarşilerin ortaya çıktığı görülmektedir.

Politik gücün ve kontrolün belli bir etnik grubun elinde bulunması, ekonomik, sosyal kısıtlamaların varlığı, güçlü olan etnik grubun diğer gruplara karşı baskıcı, şiddet içerikli otoriter bir tavır sergilemesi gruplar arasındaki dengesizliği oluşturmaktadır. Sonuç olarak ezilen grup veya gruplar kendi haklarını tayin etme talebiyle kargaşa yaşanmasına sebep olabilmektedirler.

“Politik güç, yasama gücünü ve politik düzeni sağlamak için bireylere ve topluma doğrudan müdahale imkânı sağlar. Politik güç, zor kullanma hakkını, oyunun kurallarını koyma ve istendiğinde değiştirme yetkisini ihtiva eder. Bu yolla ekonomiyi ve sosyal yapıyı etkileme imkânını elinde bulundurur. Özellikle ekonomi, politik gücün kesin bir hegemonyası altındadır ve ekonominin aktörleri, yatırımcılar, iş adamları ve tüccarlar, kendi varlıklarını sürdürebilmek için politik güçle tam bir uyum içinde olmaya özen gösterirler. Bir etnik grubun bu gücün paylaşımında kendi payına düşeni alamaması ve bu durumun hâkim otorite tarafından yaratılması bu etnik grup üzerinde ayrımcılık politikasının uygulandığının göstergesidir” ("Sanal",

2011).

Devletlerarası savaşlardan sonra mülteci akımına en çok sebep olan neden etnik çatışmalardır. Weiner’ın çalışmasına baktığımızda 34.028.000 mültecinin 10.304.000 kişi etnik çatışmalar sebebiyle ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Etnik çatışma iki şekilde mülteci akımına sebep olmaktadır. İlkinde yaşanan etnik çatışma merkez ile etnik bir grup arasındadır ve otonom bölge isteği söz konusudur. Çatışmanın sebebi toprak talebidir. İkincisinde ise başka bir etnik grupla çatışma veyahut devlet tarafından eziyet görme söz konusudur. Burada toprak talebi yoktur. Çatışmanın sebebi devlet zulmünden ya da diğer etnik gruplarla yaşanan farklı sorunlardan kaynaklanmaktadır (Weiner, 1996, s. 10).

(23)

13

Etnik gruplar arasında yaşanan sorunlara değinecek olursak dini olgulara rastlamak mümkündür. Özellikle mezhep tartışmaları bir devlet içerisindeki ayrışımda etkili olmakta ve aynı coğrafyayı paylaşan bireyler arasında farklılaşmaya sebebiyet vermektedir. Bu durum neticesinde oluşabilecek kargaşa, daha sonrasında ilerleyen yaşamı tehdit edici sebepler doğurabilmektedir. Buda kişileri göç etmeye mecbur kılan sebeplerden olmaktadır. Türkiye’de yaşanan etnik çatışmalara örnek olarak Alevi-Sünni çatışması gösterilebilir. Irak’ta var olan Şii-Sünni mezhep çatışmaları da etnik gruplar arasında yaşanan ve büyük ölçüde insanı göç etmeye mecbur kılan bir diğer çatışma örneğidir. Öte yandan ırksal gruplar arasında söz konusu olan sınıfsal farklılıklarda etnik çatışmaların yaşanmasında etkili olabilmektedir.

“Etnik aidiyet duygularının sömürgeci ülkeler tarafından da uyarılması, etnik bilincin çeşitli sebeplerle geliştirilmesi de mümkündür. Örnek olarak, İngiltere, Hindistan’daki etnik çatışmaları insanların kendilerini Hintli, Sih veya Müslüman olarak kabul etmelerini sağlayarak gruplar arasındaki çatışmaya sebep olmuştur. Benzer şekilde, Belçika, Almanya, Fransa ve Hollanda ülkeleri, sömürgelerindeki küçük etnik grupları kendileri ile işbirliği yapmaları için etnik bilinç kazandırmayı menfaatlerine uygun görmüşler, ancak sömürge yönetimi bittiğinde geride ülkelerin bölünmesine veya soykırıma varan etnik çatışmalar başlamıştır. Rwanda, Burundi, Sri Lanka, Lübnan, Mısır, Doğu Hint Adaları, Burma bu tür ülkelere örnek olarak gösterilebilir” ("Sanal", 2011). Bu şekilde diğer devletler tarafından menfaatleri

uğruna toplumsal ayrıma sürüklenen, etnik gruplar arasındaki ayrımcılığı çeşitli yönlerde ilerlemesine sebebiyet veren sömürgeci devletler, etnik çatışmaların oluşmasında diğer görünmez cepheyi oluşturmaktadır.

1.1.3. Sivil Çatışmalar

Göç üzerinde etkili diğer çatışma türü ise sivil çatışmalardır. Diğer savaş ve çatışmalara oranla göç üzerinde daha az etkili olsa da sivil çatışmalar da insanları yerlerinden etmektedir. Sivil çatışmaların neden olduğu göç sayısı azımsanmayacak kadar fazladır. Etnik çatışmalardan farklı olarak daha çok aynı olguyu savunan bireysel beyinlerin bir araya gelerek oluşturduğu bir bütündür. Irksal, dinsel, dilsel

(24)

14

bir sebepten ziyade, ideolojik sebeplerle karşıt fikirlere sahip kişi ve kurumların çatıştıkları görülmektedir.

Weiner çalışmasında sivil çatışmaların neden olduğu göçün azımsanmaması gerektiğini vurgularken, çatışmaya sebep olan nedenin dinsel, dilsel veya ırksal bir sorundan kaynaklanmadığını, çatışmanın nedeninin sınıfsal veya ideolojik sebepler olduğunu belirtmiştir. Vatandaşın devletine karşı devletin vatandaşına karşı mücadele verdiğini, sivil çatışmalarda devlet ve vatandaş arasında kavga olduğunu bu çatışmalarda çeşitli silahlı örgütlerin yer aldığını belirtmiştir (Weiner, 1996, s. 10). Her toplumda yaşanabilecek bir durumdur. Zira bir toplumu oluşturan tüm bireylerin aynı ideolojiyi sahiplenmesi düşünülemez. Bu konuda baskı da yapılmaması gerekmektedir. Baskıcı toplumlarda kimi zaman kendini gösteren kimi zaman bastırılan bu sivil çatışmalar, etnik grupların sömürgeci devletler tarafından etnik çatışmaya sürüklenmesi örneği gibi, diğer devletlerin çıkarları ve devletlerin birbirini zayıflatma hamlesi olarak planlanabilmektedir. Sivillerin çatışmalara karışması, diğer pek çok savaşta olduğu gibi kadın ve çocukların yaralanmasına hatta ölmesine sebebiyet vermektedir. Bunun yanında yakalanan isyancılar kimi ülkelerde hapis kimi zaman da idam ile cezalandırılmaktadırlar. Çeşitli ideolojileri savunmak, bu fikirlere sıkı sıkıya bağlı kalarak, yaşam amaçlarını bu ideolojiler uğruna adayan bireyler başarısızlıkları orantısında göçe maruz kalabilmektedir. Suriye’de yaşanan iç savaşta bu sivil çatışmalarla başlayarak daha büyük bir hal almıştır. Neticede pek çok sivil yerinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu göç dalgası azımsanmayacak sayıda insanı yerinden etmiştir. Pek çok kişi Türkiye başta olmak üzere diğer ülkelerden sığınma talebinde bulunmuştur.

Doksanlı yıllardaki bu toplu mülteci hareketlerinin ardından, 2010’da Tunus’ta baş gösteren Arap Baharı çok sayıda sivilin ölmesine ve milyonlarca insanın evlerini terk ederek göç etmek zorunda kalmalarına sebep olan Suriye’deki iç savaştan kaçanlardan bazıları Türkiye’ye sığınmışlardır. Aralık 2011’de 8000 kişi olan Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sayısı 2013 Aralık ayında 565.644’e, 2014 yılı sonunda ise yaklaşık bir milyon artarak 1.552.839’a ulaşmıştır (Yılmaz, 2015, s. 480).

(25)

15 1.1.4. Baskıcı Devlet Rejimleri

Göçe neden olan bir diğer faktör olarak baskıcı devlet rejimleri görülmektedir. Burada da yine ideolojik sebepler yer alırken dini faktörler de etkili olmaktadır. Özellikle dini baskı ile yönetilen ülkelerde, bu yönetim şeklini benimsemeyen vatandaşlar tarafından eleştirilmekte ve karşı çıkılmaktadır. İran örneğine bakıldığında, İslami yönetimin benimsenmesinin ardından İran’da yaşayan gayrimüslim halk inanç özgürlüğü içerisinde yaşayamadıkları gerekçesiyle göç etmek durumunda kalmıştır. Diğer taraftan dini yönetim baskısı ile cinsel yönelimleri konusunda da baskı altına alınan eşcinsel bireyler de yine devletin baskıcı yönetimi sebebi ile göçe maruz bırakılmışlardır. Aksi halde ülkelerinde hiç olmadıkları bireyler olarak yaşamaya zorlanmaktadırlar. Bu duruma karşı çıkan bireyler hakkında hapis, kırbaç, idam vb. cezalar verilerek bireyler üzerindeki baskı arttırılmakta ve yönetime boyun eğmeleri beklenmektedir.

Irak ve Suriye’de yaşanan kitlesel göçlerin sebepleri, yaşanan her iki zorunlu göçün ortak noktasında otoriter/totaliter rejimlerin yarattığı şiddet görülmektedir. Çünkü zora dayalı rejimler, resmi ideolojinin kendisini üzerinde inşa ettiği din, mezhep, etnisite veya ideoloji haricinde kalan her türlü düşünceyi ve toplumsal isteği iktidarına ve kurmuş olduğu meşruiyet biçimine tehdit olarak algılamaktadır. Özellikle Ortadoğu gibi iktidarın kuvvetli zeminlerde kurulmadığı ve darbelerin yaşandığı bir bölgede algılanan bu tehdit durumunda muktedir, iktidarını korumak için her türlü gayri insani tedbire başvurmaktan geri durmaktadır (Em, Atılgan, & Aydoğdu, 2017, s. 45). Devlet rejimleri kendi iktidarlarını korumak için insani ve insancıl olmayan çeşitli tedbirlere başvurabilmektedir. Bu durumdan memnun olmayan halk kendini savunmak için ya karşı koyacak ya da bulunduğu yeri terk edecektir. Sonuç olarak gücü elinde tutan tarafın hükmü devam edecektir. İnsan onuruna yaraşır bir hayatın gereği olarak, insan haklarına uygun, ayrımcılık gözetmeksizin, savunuculuk ve adalet ilkesine bağlı bir devlet yönetimi bunu gerektirmemektedir.

Tarihsel süreçte çeşitli ülkelerde gerçekleşen devrimlerde de mülteci akımları görülmüştür. Weiner çalışmasında; Çin ve Küba’da komünizmin egemen olması,

(26)

16

İspanya’da Franco rejimi ve İran’da İslami devrimin gerçeklemesi büyük sayıda insanların ülkesini terk etmesine sebep olmuştur. Çin’de gerçekleşen komünist devrim sonunda 1966-1969 yılları arasında 2.245.000 kişi, Küba’da Castro’nun başa geçmesiyle 580.000 kişi, Balkanlardaki Doğu Bloğu ülkelerinde Sovyet işgali ve komünist rejimin başa geçmesi ile birlikte 270.000 kişi ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır (Weiner, 1996, s. 13).

Rubinstein her sosyal ve politik ayaklanmanın mülteci akımına sebep olduğunu belirtmektedir (Rubinstein, 1936, s. 716). Devlet içi ayaklanmaların başarılı olmasına bakılmamaktadır. Neticede bir fikrin savunulması, bu fikrin kabul görüp görmemesi bulunmaktadır. Yani ayaklanmalar başarılı olsalar da olmasalar da taraflar sonuçları kabullenmek durumunda kalmaktadır. Devrim başarılı olsa da olmasa da mülteci akımına neden olabilmektedir. Tarihte var olan çeşitli devrim ve ihtilaller de insanların göç etmelerine neden olmuştur.

“Ortadoğu’daki siyasi düzen kimi ülkelerde otoriter, kimi ülkelerde ise totaliter bir yapıya sahiptir. Bölgedeki haklar uzun süre, özgürlüklerine getirilen kısıtlamalar ve sosyal hayatın her alanında kendini hissettiren baskıcı politikalar altında ezilmişlerdir. Otoriter rejimlerin kendilerine münhasır politikaları, ekonomik, siyasal ve sosyal alandaki başarısızlıkları Ortadoğu halkları üzerinde bir birikime sebep olmuş ve 2010 yılında münferit bir olaya tepki olarak başlayan protestolar kolektif bir isyan dalgasına dönüşmüştür” (Em, Atılgan, & Aydoğdu,

2017, s. 54). Arap Baharı olarak adlandırılan bu münferit olayın başlattığı isyan büyüyerek Mısır dışında Suriye’yi de etkilemiştir. Neticede büyük oranda göç dalgasının yayılmasına neden olmuştur. Baskıcı devlet rejimlerin ve otokratik devlet anlayışının özgürlüğü ilke edinmiş halk tarafından benimsenmemesinin sonuçları göç dışında farklı şekillerde de kendini göstermektedir.

1.1.5. Doğal Afetler ve Çevre Sorunları

İnsanoğlunun yaşamakta olduğu dünya dinamik bir yapıdadır. Dünyanın varoluşundan günümüze kadar sürekli değişen ve hareketli bir haldedir. Yeni kıtaların oluşması, tektonik hareketler, fay hatlarının harekete geçmesi dünyanın yeryüzü şeklinin sürekli olarak değişmesine neden olmaktadır. Yer hareketlerinin

(27)

17

yanı sıra çeşitli hava olayları da dünya üzerindeki habitatın yaşamında etkili olmaktadır. Öte yandan dünyanın güneşe olan uzaklığından, güneş etrafında dönüş süresinden ve yörüngesinin eğikliğinden kaynaklanan ilkim çeşitliliği yine dünya üzerindeki bazı bölgelerin yaşama uygun olması bazı bölgelerin işe insanların yaşamı için elverişli olmamasını doğurmaktadır. İnsanoğlu var olduğu günden bu güne kadar yaşama uygun, elverişli alanları tercih etmektedir. Özellikle geçmişte sulak arazilerin ve tarıma elverişli toprakların bulunduğu bölgeler nüfusun yoğunlaştığı bölgeler olarak göze çarpmaktadır. Öte yandan dünyanın varoluşundan bu yana geçirmiş olduğu bir takım devirler ve bu devirlerin özellikleri neticesinde insanoğlu adaptasyon sağlamış ya da göç etmek durumunda kalmıştır. Buzul çağında deniz seviyesinin düşmesi ile kıtalar arasında geçitlerin gün yüzüne çıkması ile bu geçitlerden pek çok hayvan türünün ve insanın kıtalar arası geçiş yaptığı bilinmektedir. Buzul çağının tam tersi olarak kuraklık dönemleri de yine insanoğlunun göç etmelerine yaşamlarını devam ettirebilecekleri sulak ve verimli topraklara yönelmelerine neden olmaktadır. “İnsan evrimine bakıldığında, insanın sürekli göçünden söz edilebilir. Genetik ve antropolojik veriler Homo Sapiens türünün dünyaya 200.000 yıl önce Afrika’dan yayıldığını göstermektedir. Evrimsel süreçte insanlar her zaman felaketlerle karşı karşıya gelmiştir. Ancak bu felaketlerin ardından, örneğin yakacak ve barınak olanaklarının son derece kısıtlı olduğu ortamlarda kışın −20 ila −30 °C derecelere varan sıcaklıklarla başa çıkmak gibi, adaptasyon güçlükleriyle de karşılaşmışlardır. İnsan belirli bir habitatta yaşar ve bu çevre koşullarındaki değişime insanın ayak uydurması gerekir.

“Her insanın belirli bir uyum kapasitesi vardır” (Varol & Güntekin, 2016, s.

45). Varol ve Güntekin’in çalışmalarında da belirttikleri gibi insanoğlu değişen dünya düzenine ve koşullarına ayak uydurmak zorunda ya da daha uygun bölgelere göç etmek durumunda kalmaktadır. Doğa olaylarının, iklim koşullarının ve çevre faktörlerinin canlıların göç etmelerinde oldukça etkin bir rolü bulunmaktadır.

Özellikle doğal afetler büyüklüğü ve şiddeti ölçüsünde çok sayıda canlının ölümüne neden olmaktadır. Büyük depremler, volkanik patlamalar, tsunami, kasırgalar vb. şiddetli doğa olayları yaşam alanlarını yaşanmaz bir hale getirmekte ve

(28)

18

insanların güvenliklerini tehdit edebilmektedir. Bu tür büyük doğa olaylarında hem bölgenin işlevsiz hale gelmesi, hem de yaşanabilecek ikinci felaketlerden korunmak maksadı ile insanlar göç edebilmektedirler. 2004 yılında gerçekleşen Endonezya Depreminin büyüklüğü 9.1 derinliği 37 kilometredir. Deprem etkisiyle meydana gelen 10 m yüksekliğindeki Tsunami sahil şeridini vurmuş ölen ve kayıplara karışan büyük çoğunluğun yanında 1.260.900 kişi yer değiştirmiştir. Dünya üzerinde yaşanan 1960 Şili depremi, 1957 ve 1960 Alaska depremi, 1923 Büyük Kanto Depremi, 1995 Kobe Depremi, 1999 Gölcük depremi, volkanik felaketlerden Santorini Patlaması (M.Ö. 1500-1600), Venüz Patlaması (M.S. 79), Yellowstone patlaması gibi volkanizma felaketleri de çok sayıda insanın ölümüne ve yer değiştirmesine neden olan büyük doğa olaylarındandır (AUZEF, t.y., s. 394).

Son dönemde zarar azaltma çalışmalarına rağmen, afetler hala ölümlere sebep olmaktadır. Afetlerden etkilenenlerin sayısı, nüfus artışıyla doğru orantılı olarak artmaktadır. Bu nedenle afet nedenli göçlerde de artış görülmektedir (Varol & Güntekin, 2016, s. 46). Nüfusla orantılı bir artış olması göçünde arttığını göstermektedir.

17 Ağustos 1999 yılında yaşanan, Türkiye’nin sanayi merkezi olması nedeniyle, yoğun bir nüfusun yaşadığı Kocaeli ve Sakarya illeri büyük bir depremle karşı karşıya kalmıştır. Deprem sonrası en az 25.000 insan farklı yerlere göç etmiştir (Südaş, 2004). Günümüzde halen bu acı gün anılmakta ve yaşanan korkunç olay ve yitirilenler hatırlanmaktadır. 1999 depreminin ardından Türkiye’de yaşanan ve göçe sebep veren diğer bir doğa olayı da 23 Ekim 2011 yılında yaşanan Van depremidir. Çok şiddetli gerçekleşen deprem sonrası pek çok insan iç göçe maruz kalarak Türkiye’nin başka illerine yerleşmek durumunda kalmışlardır. Eğitime devam edemeyen öğrenciler ise Türkiye’nin çeşitli bölge okullarına misafir öğrenci olarak kabul edilerek eğitimlerinin devam etmesi yönünde çalışmalar yapılmıştır. Doğa olaylarında, tüm felaketlerde olduğu gibi en çok etkilenen çocuklar olmaktadır. Yaşanan felaket sonrası şoku atlatamayan çocuklar birde göç etmenin getirdiği zorlukla başa çıkmaya çalışmaktadır. “İnsan nüfusunun hızla artıyor olması, bunun

(29)

19

yetersizliği vb. sebeplerden dolayı maalesef afet ve afetzede sayılarında artış gözlenmektedir. Bu artışa bağlı olarak afet nedeniyle yer değiştirmeler ve göçler de artmakta, daha fazla sayıda insan etkilenmektedir. Günümüzde göç, bazen bir kurtuluş değil bir eziyet haline gelmekte, bazen de göçmenleri yeni bir afetle karşı karşıya bırakabilmektedir” (Varol & Güntekin, 2016).

Doğal afetlerin yanında diğer bir faktör ise çevre sorunlarıdır. Çevre sorunları doğanın kendinden gerçekleşebileceği gibi bizzat insanlar nedeni ilerde yaşanabilmektedir. Nitekim insanların neden olduğu çevresel faktörler gene insanların bu konulara önem vermeleri neticesinde engellenebilir ya da azaltılabilir. Çevre kirliliği, çarpık kentleşme, altyapı sorunları, nükleer faaliyetler, hava kirliliği, gürültü kirliliği vb. sebepler çeşitli çevre faktörlerini içermektedir. Çevresel bozulmalarda insani varlığı ve güvenli tehdit eden unsurlardandır. Bir savaş tekniği olarak kullanılan biyolojik silahlar da çevre sorunlarında önemli etkilere sahip bir uygulamadır. Kullanıldığı bölgedeki canlıların ölmesine, sakat kalmasına, suların ve havanın kirlenmesine ve toprağın verimsizleşmesine varana kadar etkiler doğurmaktadır. Veba, Sığır vebası, Nipah Virüsü, Rice Blast, Tularemi, Botulinum Toksini, Ebola, Şarbon vb. hastalık yapıcı virüsler pek çok insanın hayatını kaybetmesine ve sakat kalmasına neden olmaktadır. Hayatta kalan bireyler ise virüsün çevrede oluşturduğu etkilere maruz kalmaktadır. Dünyada bu tür silahları kontrol altına almak için 1925 Cenova Protokolü ve 1972 Biyolojik Silahlar Konvansiyonu imzalanmıştır (AUZEF, t.y., s. 398).

Öte yandan geçim kaynaklarını etkileyen, ciddi sağlık sorunlarının oluşmasına sebep olan çevre sorunları da oturma yerinin değişimine sebep olan faktörlerdendir. Örneğin Çernobil Felaketi bu durumu verilecek örnektir. 26 Nisan 1986 yılında Ukrayna’nın kuzeybatısında bulunan Çernobil’deki Çernobil Nükleer Santralinde çıkan kaza sonucu büyük bir çevre felaketi yaşanmıştır. Radyoaktif maddenin çevreye salınmasıyla insanlar yaşamlarını yitirmiş, sonraki nesillerde ise sakatlıklar meydana gelmiştir. Radyoaktif maddeden etkilenen hayvanlar ve bitkilerde aynı şekilde yaşamı tehdit eden bir hal almıştır. Bitkilerin yetişmediği, hastalıkların kol gezdiği bu bölge yaşama uygun olmadığı için terk edilmiştir. Bu

(30)

20

kazanın etkileri özellikle Karadeniz bölgesinde günümüzde de hala görülmeye devam etmektedir.

1.2.Göç Türleri

Göç, dini, iktisadi, siyasi, sosyal ve diğer sebeplerden dolayı insan topluluklarının hayatlarının tamamını veya bir bölümünü geçirmek üzere bir iskan ünitesinden, bir başkasına yerleşmek suretiyle yaptıkları coğrafi yer değiştirme hareketidir. Göç, bir başka deyişle, coğrafi mekan değiştirme sürecinin ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasi yönleriyle toplum yapısını değiştiren nüfus hareketidir (Özer, 2004, s. 11).

Göç, esasen sosyal bir olgu olmasına karşın ekonomiden kültüre kadar hayatin tüm alanlarını etkileyen temel dönüşüm kavramlarından biridir. Göç, özünde yer değiştirme hareketi olarak değerlendirilse de, toplumun sosyal, kültürel, ekonomik, politik yapısı ile pek yakından alakalı olup, onu derinden etkileyen bir sosyal olay olarak zuhur etmektedir. Temel olarak iki ana bölümde incelenmektedir. İç göç, ülke sınırları içerisinde çeşitli merkezler arasında yer değiştirme hareketi olarak tanımlanırken, dış göç, ülke sınırlarının aşılarak farklı ülkelere göç etmeleridir (Sayın, Usanmaz, & Aslangiri, 2016, s. 5). Temelde dış göç ve iç göç olarak ayrılan göç olgusu, göçün sebebi, yönü ve göç eden kişi sayısına bağlı olarak bir takım çeşitlere ayrılmaktadır.

1.2.1. İlkel/Basit Göç

İnsanların yaşadıkları bölgedeki kıtlık, kuraklık, salgın hastalık, deprem vb. tabii sebepler nedeniyle göç etmelerini tanımlamaktadır. Yaşanılan coğrafyanın doğal şartları gereği yaşama uygun olmaması göç için itici sebep oluşturabilmektedir. Bu gibi durumlarda kişi ve/veya gruplar yaşamlarını sürdürebilecekleri daha elverişli bölgelere göç etme eğilimindedirler. Tarih boyunca pek çok göç ilkel göç hareketi kapsamında gerçekleşmiştir (Çavuşoğlu, 2006). Barınma, beslenme, güvenlik gibi temel ihtiyaçların karşılanabilmesi hali, bu duruma elverişli ortamlarda gerçekleşebilir. İnsanoğlu içgüdüsel olarak güvende olma eğilimindedir. Öte yandan

(31)

21

hayatta kalabilmek adına beslenme ve barınma gibi temel işlevlerin yerine getirilmesi gerekmektedir.

“İnsanların doğal afetler karşısında çaresiz kalarak yeni yerleşim yerlerine

göç etmeleridir” (Han, 2010, s. 14). Tanımdan anlaşıldığı üzere oldukça temel

seviyede ihtiyaçların giderilmesi amaçlanmaktadır. Doğal afetler ve çevre sorunları ile göç etme nedenlerinden bahsederken bu konudaki çeşitli doğal felaketlerden ve neticesinde yaşanan göç olaylarından bahsedilmiştir. İlkel göçte etkili olan doğa olaylarının yanında insan eliyle oluşmuş tahribatlarda etkilidir. Orman yangınları, bitki örtüsünün tahribatı, yer altı sularının bilinçsiz şekilde kullanılması, nükleer santrallerin kurulması vb. çevreye ve doğal seleksiyona zarar veren davranışlar sonucu yaşam kalitesinin düşmesi, verimsizleşme canlıların yaşamlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Geri dönüşü olmayan tahribatlar sonucu göç kendini göstermektedir. 1986’da yaşanan Çernobil felaketi ardından Çernobil şehri (nüfus; 14.000) ve Pripyat (nüfus; 49.400) tamamen terk edilmiştir. 30 kilometrelik bir alanda yasak bölge olarak ilan edilmiştir. Bölge ve çevresinde bulunan insanlar yüksek oranda radyasyona maruz kalmışlardır. 1984 yılında Hindistan’da yaşanan ve gaz sızıntısından kaynaklanan bir kaza olup endüstriyel kaynaklı en büyük felaketlere adını yazdıran Bhopal Afeti de pek çok insanın ölümüne ve yerinden olmasına sebep olmuştur. Tatbikat eksikliği, risk değerlendirmesi, güvenlik düzeylerinin göz ardı edilmesi, eğitimsizlik ve bilinçsizlik nedeni ile afetlerin toplumlar üzerindeki etkisi artmaktadır (AUZEF, t.y., s. 482). İnsan eliyle ya da doğa olaylarının etkileriyle yaşam olanaklarının daralması ve buna bağlı olarak yaşanan göç hareketleri en basit anlamda göç ediş olarak tanımlanmakta ve ilkel göç adını almaktadır.

1.2.2. Serbest Göç

Bu göç tipinde göç edecek bireylerin hiçbir baskı ve zorlayıcı sebep olmaksızın kendi kararları doğrultusunda göç etmelerini tanımamaktadır. Baskı ya da zorlayıcı sebebin olmaması göç etmek için bir nedenin olmadığı anlamına gelmemektedir. Göçü gerektiren bir takım itici ve çekici sebepler bulunmaktadır. Bireyler daha iyi yaşam standartlarına erişim düşüncesi ile kendi kararlarını alarak

(32)

22

göç için başvuruda bulunmaktadırlar. Burada devreye göç veren ülke ile göç alan ülke arasındaki bir takım kabul anlaşmaları, göç etmek isteyen bireylerin gereken şartları yerine getirmeleri ve belli koşulları taşımları gerekmektedir. Bu şartlar her ülke için ayrı belirlenmiş bir takım kurallardır. Bireysel yapılan bu başvurularda kabul alma işlemi oldukça meşakkatli bir süreçtir. Göç alan ülkenin ülkesine kabul edeceği birey hakkında yapmış olduğu araştırma, güvenlik soruşturmasının olumlu sonuçlar vermesi gerekmektedir.

“Yaygın gözlemler, özellikle “biyolojik” ve “sosyo-kültürel” bütünleşme (milletleşme) çabası içinde olan ülkelerin, kendi yurttaşlarının etnik kökeninden/soyundan olan, kültürel yakınlık/benzerlik mesafesinde bulunan kişileri (ve bu çerçevede grupları) serbest göçmen olarak alma, böyle olmayanları ise serbest göçmen olarak verme eğiliminde olduklarını göstermektedir. Türkiye’ye Bulgaristan’dan gerçekleşen 1951 ve Yugoslavya’dan gerçekleşen 1952 göçleri, bu içerikteki göçün tipik örneklerini oluşturmaktadır” (Çavuşoğlu, 2006, s. 84).

1.2.3. Kitlesel Göç

Gruplar veya kitleler ağırlıklı olarak uğradıkları baskı ve ayrım politikaları nedeniyle bir etnisite ya da din gibi ortak karakteristikleri paylaşan insanların, grup ya da gruplar halinde bulundukları ülkeyi terk etmelerine “grup göçü ya da toplu

göç” adı verilmektedir (Çavuşoğlu, 2006). Kitlelerin çeşitli baskılara ve ayrımcılığa

maruz kalması ve bu durumla baş edememeleri neticesinde bu tür kitlesel akınlar yaşanabilmektedir. Öte yandan büyük savaşların yaşanması ya da yıkıcı doğa olaylarının gerçekleşmesinde kitlesel göçleri meydana getiren diğer itici faktörler olmaktadır. Kitlelerin hareketine neden olan olayların mahiyeti yine toplumu ilgilendirecek derecede büyük olması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyet öncesinde ve sonrasında çok fazla kitlesel göç almıştır. Bunun sebeplerinin başında konumunun ve çok kültürlü yapısının etkisi olmuştur.

19. Yüzyılı ilk çeyreğinden itibaren Azerbaycan’dan da çok sayıda göç yaşanmıştır. 1877-1878 yılları arasında göçlerin arttığı görülmektedir. Bunun yanında, sadece Birinci Dünya Savaşı’nda yaklaşık 10.000 insan Anadolu’ya göç etmiştir. Bir milyonun üzerindeki diğer bir göç dalgası ise Gürcü göçleridir.

(33)

1828-23

1829 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşının ardından başlayan Gürcü göçleri 1921’e değin sürmüştür ("Sanal", 2015). Cumhuriyet öncesi olduğu kadar sonrasında da Türkiye kitlesel akınlara maruz kalmıştır. Stratejik konumundan dolayı, Asya ve Avrupa kıtaları arasında köprü görevi yapması Türkiye’yi hem kalıcı göç yeri olmasına hem de geçiş ülkesi olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. “1979’da

yaşanan İran İslam Devrimi sonrasında, İran’dan Türkiye’ye bir milyona yakın insan göç etmiştir. Etnik kökenler bakımından çoğunluk Azeri olmak üzere Fars ve Kürt kökenliler yer almaktadır. Irak’tan gelen göçlerin büyük bir kısmı 1988 yılında Kuzey Irak'ta yaşanan Halepçe katliamı sonrası gerçekleşmiş, 51.542 kişiyi bulmuştur. 1991 yılındaki Körfez Savaşı sonrasında da 467.489 kişi kaçarak Türkiye'ye gelmiştir.1992-1998 yılları arasında Bosna’dan 20 bin kişi,1999 yılında Kosova’da meydana gelen olaylar sonrasında 17.746 kişi,2001 yılında Makedonya’dan 10.500 kişi gelmiştir” ("Sanal", 2015). Özellikle konumundan

dolayı pek çok ülke ile sınır komşusu olması, komşu ülkelerde yaşanan sorunlarda ilk tercih edilecek kaçış ülkeleri olarak değerlendirilmesine sebep olmaktadır. 2011 yılında Suriye’de yaşanan savaş sonrası sınır komşusu olmamız ve açık kapı politikası uygulanması nedeni ile milyonlarca insan Türkiye’ye gelerek yakın dönemin en büyük kitlesel göç hareketlerinden birini oluşturmuştur. Kitlesel göç hareketleri, toplumsal bir olayı işaret etmektedir ve bu büyüklükteki nüfus hareketleri hem göç alan bölgeyi hem de göç veren bölgeyi yüksek oranda etkilemektedir. Kültürel, ekonomik, sosyal alanlarda ortaya çıkan değişiklikler, farklılıkların harmanlanması gibi olumlu sonuçlar doğurabilirken kimi zaman ise adaptasyonun sağlanamaması gibi sorunları ortaya çıkarabilmektedir. Bu gibi bir durum yeni bir göç hareketini beraberinde getirebilmektedir. Kitlesel göçlerde devletlerin belirledikleri sınırlamalar olmaktadır. Göç eden kesime uygulanacak yasalar ya da tanınacak haklar konusunda ulusal mevzuat ve sözleşmelerin yanında devletlerin kendi içinde belirlemiş olduğu koruma planları da yer almaktadır. Devletlerin bu tutumu altında kendini koruma adına sebepler yatmaktadır. Tarihine sahip çıkma içgüdüsü, kültürel yozlaşmanın önüne geçilmesi, dildeki bozulmaların önlenmesi, milliyetçi politika uygulamaları vb. sebeplerle devletler göç durumunda yaşanacak olumsuzlukların önüne geçmeyi amaçlamışlardır. Nitekim tarihe bakıldığında yaşanan en büyük göçlerden biri olan Kavimler Göçü, sonucunda çok büyük etkiler

(34)

24

doğurmuştur. Avrupa’nın bugünkü sosyal ve siyasi yapısının temellerini oluşturan bu göç hareketi, Avrupa’da nüfusun çoğalmasına ve kültürlerin kaynaşmasına kapı aralamıştır. Diğer bir örnek ise Amerika Kıtasının keşfedilmesidir. Yeni yaşam alanlarının keşfi insanlar için hep bir merak ve umut kapısı oluşturmuştur. Hali hazırda yaşadıkları bölgedeki baskıcı yönetim, dinlerini diledikleri gibi yaşayamama, ekonominin kötü olması, yeni yerler keşfetme merakı gibi nedenler Amerika kıtasının keşfedilmesiyle birlikte göç etmek için yeni bir imkan tanımıştır. Sanayi devrimi ve gelişen teknoloji ile ulaşım imkanlarının elverişli hale gelmesi bu göçlere hız kazandırmıştır. Büyük sayıda insan Amerika’ya göç ederek buranın yeni yapısına yön vermişlerdir. Kitlesel göçler beraberinde değişimleri de getirebilmektedir.

1.2.4. Mevsimlik Göç

Mevsimlik göç denilince insanların yılın belli dönemlerini belirli amaçları gerçekleştirmek adına farklı bölgelerde geçirmesi anlamına gelmektedir. Adından da anlaşıldığı üzere mevsimsel değişimlere bağlı olarak şekillenen bir göç türüdür. Hedeflenen amaca uygun olan mevsimsel bölgeye varmak ve hedefin tamamlanmasının ardından diğer bir bölgeye başka amaçlarla göç etmeyi öngörmektedir. İlkel göçten farkı kalıcılıktan ziyade daha kısa süreli ve geri dönüşü de içinde barındıran bir göç türü olmasıdır. İlkel göçte var olan itici sebeplerin telafi edilemeyecek türden olması ve yaşamı zorlaştırması ilkel göçün nedenini oluştururken mevsimsel göçte kişiler daha çok yapılan işten maksimum fayda görmek adına göç etmektedirler. Örnek olarak; yaz tatilini geçirmek için yazlıklarına ya da tatil bölgelerine giden kişiler mevsimsel bir göç gerçekleştirmektedirler. Burada özel sebepler haricinde yaz mevsiminin getirmiş olduğu olanaklardan daha çok yararlanmak maksadı ile yer değiştirilmektedir. Yazın hayvanlarını otlatmak ve serinlemek maksadı ile yaylalara çıkan ve yılın en sıcak zamanlarını buralarda geçiren insanlarda mevsimlik göç yapmış olmaktadır. Mevsimsel olarak yükselişe geçen bazı mesleklerde mevsimlik göç için çekici sebep oluşturmaktadır. Yazın turizm bölgelerinin canlanması ile turizm sektöründe çalışan kişilerin bu bölgelere çalışmak için gelmesinde mevsimlik bir göç hareketidir. Aynı şekilde kış mevsiminde ise kış turizminin canlı olduğu bölgelere akınlar başlamaktadır. Öte yandan tarım ile uğraşan kişilerin tarın ürünlerinin belli dönemlerde olgunlaşması

(35)

25

hasebiyle bu dönemdeki tarım işçisi ihtiyacının fazla olması ile ilgili tarım ürününün yetişmiş olduğu bölgelere rağbet görülmektedir. Mevsimlik göç hareketleri küçük çaplı ve devamlı bir yer değiştirmeyi içinde barındırmaktadır. Bu durumda ortaya çıkan farklı kültürlerin bir araya gelmesi ve etkileşimdir. Mevsimsel göç hareketleri kültür alışverişi açısından insanları birbirine yaklaştırmaktadır.

1.2.5. Dış Göçler

Yani uluslararası göç olarak da anılan dış göçler bir ülkeden ayrılarak diğer bir ülkeye yerleşmeyi tanımlamaktadır. Burada bireylerin şahsi, gönüllü kararlarının dışında zorlayıcı bir takım sebeplerde öngörülebilmektedir. Bireysel olarak daha iyi şartlarda yaşamlarını sürdürme isteği başta gelirken, zorlayıcı olarak devlet baskısı, rejim karşıtlığı vb. itici sebepler meydana gelmiş olabilmektedir. Dış göçler pek çok sebebi içerisinde barındırabilen bir göç türü olmaktadır. Bu nedenle nedenlerine göre çeşitli alt başlıklara alınabilmektedir. Beyin göçü bir dış göç olarak; kendi ülkesindeki imkanların yetersiz olması, kişinin kendisini çok daha iyi imkanlarda ve ortamlarda gösterebilecek kapasitede olması, iyi eğitimli ya da yetenekli insanların bulundukları ülkeden daha iyi imkanlardaki ülkelere göç etmelerini tanımlamaktadır. Beyin göçü göç alan ülke için iyi bir sonuç verirken göç veren ülke için ise bir kaybı nitelemektedir. Alanında uzman kişilerin, başarılarını arttırmak ve daha iyi imkanlarda çalışmalarını sürdürmek için, bu imkanlara sahip gelişmiş ülkelere doğru göç etmeleri beyin göçü hareketini oluşturmaktadır. Beyin göçü kalıcı olabilmektedir. Fakat kişisel görüşlere göre değişim göstermektedir. Bu kişiler zaman içerisinde ülkelerine gönüllü geri dönüş yapabilmektedirler.

Dış göçün bir diğer alt grubu ise işçi göçünü oluşturmaktadır. İşçi göçü kişilerin ülkelerindeki çalışma şartlarının iyi olmaması, istihdamın olmaması, ekonomik olarak kötü durumda olması, başka ülkeler tarafından böyle bir talebin bulunması, savaş sonrası çalışacak işçi nüfusunun azalması, işçilere daha iyi imkanların sunulması vb. sebeplerle işçi göçleri yaşanmaktadır. Bir ülkedeki işgücü açığının başka bir ülkedeki fazlalıkla kapatılmaya çalışılmasıdır. Daha çok gelişmiş ve az nüfuslu ülkelere yönelik işçi göçleri yaşanmaktadır. Ülkedeki çalışacak kişi sayısının azlığı neticesinde işçi arzı ortaya çıkmaktadır. Nüfusun fazla olduğu ve

(36)

26

işçinin iş imkanını zor elde etti ülkelerden bu ülkeler çalışmak amaçlı göçler yaşanmaktadır. 2. Dünya Savaşının ardından bazı Avrupa ülkelerinde kalkınma hareketlerinin başlamasıyla işçi arzı meydana gelmiştir. Özellikle Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika gibi ülkeler göç alan ülkeler arasına girmiştir. Türkiye’de göç veren ülke konumunda yıllar içerisinde işçi göçü hızlanmıştır. 1970’lerde Türk göçmenlerin Batı Avrupa ülkelerindeki durumları geçici olmaktan çıkarak daimi olmaya başlamıştır. Bu değişiklik, 1974’teki petrol krizinden kaynaklanan ekonomik durgunluğu takip eden zamanda hükümetlerin göçmen işçi akımını durdurmak istemesi ve daha önce gelmiş bireyleri kendi ülkelerine gönderme veya yerel topluma adaptasyonlarını sağlamak üzere aileleriyle birleştirme kararı aldıklarında belli olmuştur (Kadirhoca, 2015). Yaşanan bu işçi göçleri kalıcı göçlere dönüşmüş ve işçi olarak giden bireyler geride bıraktıkları ailelerini de yanlarına aldırmışlardır. Zaman içerisinde ülkelerin çıkardıkları yasalar ile vatandaşlık hakkı kazanan işçi göçmenler olmuştur.

Kitlesel göçlerde görülen diğer bir alt başlık ise ‘Mübadele Göçü’ dür. Mübadele sözcüğü kelime anlamı olarak değiş-tokuş ifade etmektedir. Yani ülkeler arasındaki yüksek miktarda insanın değiş tokuş edilmesi anlamını taşımaktadır. Bu durum genelde savaş sonraları değişen ülke sınırları, yıkılan ve yeniden inşa olan devletlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Burada amaç kişilerin kültürlerine ve dinlerine devamlılığının sağlanmasıdır. Fakat zorunlu olarak gerçekleştirilen bu göçte insanlar doğup büyüdükleri, aşina oldukları topraklardan ayrılmak zorunda kalmaktadırlar. Savaş sonrasında nüfusun azalmış olması ve birde mübadele göçlerinin yaşanması ülkedeki demografik yapının bozulmasına ve beşeri sermayenin azalmasına neden olan kötü etkilerdendir. Üstelik vatandaşların anavatanlarında sahip oldukları tarım alanları, taşınmaz mal varlığı gibi kıymetlerin kaybı söz konusu olmaktadır. Diğer yandan hükümetler bu durumu telafi etmiş olsalar bile yeni yerleşilen coğrafyanın bitki örtüsünün ve ikliminin tarım için elverişli olup olmaması, hatta aşina olunan tarım ürünlerinin yerine farklı tarım ürünlerine elverişli toprakların bulunması mübadele sonrası insanları zorlayan bir takım sorunlardır. Tarihsel süreçte Lozan Barış anlaşmasının ardından yapılmasına karar verilen Türk-Yunan Mübadelesi bunun en güzel örneklerindendir. Yunan nüfus

Şekil

Tablo 1. Çalışma Grubundaki Katılımcılara Ait Demografik Veriler

Referanslar

Benzer Belgeler

rından birisidir. Vakfı n planlı bir şekilde uygulanan proje ve faaliyetleri aracılığıyla toplumun bahsi geçen kesimine islami değerlere davet yapmakta vu

Özetle büyük veri analizine dayalı olarak çatışma bölgesinden zorunlu göçe mecbur ka- lanların güzergahının tespiti veya bir ülkenin sınırları

Göç edilen yere ilişkin çekici faktörler ise, içinde bulunulması durumunda bir önceki yaşam şartlarına göre daha iyi koşullara ulaşılacağı beklentisine neden olarak

İstanbul’un, Boğaziçi sahil­ lerinin süsü, mücevherleri olan bu kayıkların birkaç türü vardı: Pereme, piyade, pazar kayığı ve saraya özgü olan saltanat

Haliyle bizde görüşmüyoruz çok fazla.” diyen anne ve baba gençlik yıllarında tüm ailenin sıkıntılarıyla çok fazla ilgilendiğini hatta sırf bu nedenlerle kendi

Bu eksikliklere rağmen Kırgızistan’ın “İnanç Özgürlüğü ve Dini Kurumlar ile İlgili” kanunu (1991) ve Kırgızistan Cumhurbaşkanı’nın “Kırgız

Yaş ilerledikçe Türk insanının göçmen girişimcilere destek olduğu ifadesine katılma düzeyi artmakta iken, Türkiye’deki ortamın göçmen girişimciler için uygun

Bu istikrarsızlığı gidermek adına ülkede Dini kurumları denetleyen Din işleri Devlet Komitesi, Kazakistan Müslümanları Dini Başkanlığı kurulmuştur.. Bundan