• Sonuç bulunamadı

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

1.4. Mülteci Terimi ve Hukuktaki Yeri

1.4.3. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Son olarak ise, günümüzdeki sığınmacı ve mülteci kavramlarının şekillenmesinde 1951 Cenevre Sözleşmesi ile 1967 Protokolü ile birlikte önemli rolü olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi üzerinde durmamız gerekmektedir.

“Aşağıda imzası bulunan Avrupa Konseyi üyesi hükümetler,

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948’de ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni, bu bildirinin, açıkladığı hakların evrensel ve etkin olarak tanınmalarını ve uygulanmalarını sağlamayı hedef aldığını, Avrupa Konseyi’nin amacının, üyeleri arasında daha sıkı bir birlik oluşturmak olduğunu ve insan hakları ile temel özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesinin bu amaca ulaşma yollarından biri olduğunu göz önüne alarak, dünyada barış ve adaletin asıl temelini oluşturan ve korunması öncelikle, bir yandan gerçekten demokratik bir siyasal rejime, diğer yandan da insan hakları konusunda ortak bir anlayış ve ortaklaşa saygı esasına bağlı olan bu temel özgürlüklere derin bağlılıklarını bir kez daha tekrarlayarak, aynı inancı taşıyan ve siyasal gelenekler, idealler, özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü konularındaortak bir mirası paylaşan Avrupa devletlerinin hükümetleri sıfatıyla, Evrensel Bildiri’de yer alan bazı hakların ortak güvenceye bağlanmasını sağlama yolunda ilk adımları atmaya kararlı olarak,

Aşağıdaki konularda anlaşmışlardır;” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi,

1950).

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS),59 ana maddeden oluşmaktadır. Bu maddelerde insana dair tüm hakların korunması ve sağlanmasına ilişkin maddeler yer almaktadır. Bu maddelere ek olarak düzenlenen ek protokoller ile maddeler genişletilmiştir. 4 Kasım 1950 tarihinde imzalanan sözleşme Türkiye’de 1954 yılında

42

Resmi Gazetede yayınlanmasının ardından yürürlüğe girmiştir. 2015 yılında ek 16 protokol ile sözleşme maddeleri genişletilmiştir. Fakat bu maddeleri onaylayan devletler için geçerlidir.

Sözleşmede yer alan “İşkence yasağı, vatandaşların sınır dışı edilme yasağı,

yabancıların toplu olarak sınır dışı edilme yasağı, ayrımcılığın yasaklanması” gibi

maddeler göçe maruz kalan bireylerin korunmalarına yönelik düzenlenen önemli maddelerdendir.

1.4.4. 6458 Nolu Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu

04.04.2013 kabul tarihi olan bu kanunun amacı, Bu Kanunun amacı; yabancıların Türkiye’ye girişleri, Türkiye’de kalışları ve Türkiye’den çıkışları ile Türkiye’den koruma talep eden yabancılara sağlanacak korumanın kapsamına ve uygulanmasına ilişkin usul ve esasları ve İçişleri Bakanlığına bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarını düzenlemektir (T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2013).

Bu Kanun, yabancılarla ilgili iş ve işlemleri; sınırlarda, sınır kapılarında ya da Türkiye içinde yabancıların münferit koruma talepleri üzerine sağlanacak uluslararası korumayı, ayrılmaya zorlandıkları ülkeye geri dönemeyen ve kitlesel olarak Türkiye’ye gelen yabancılara acil olarak sağlanacak geçici korumayı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarını kapsar (T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2013).

Bu Kanunun uygulanmasında, Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası anlaşmalar ile özel kanunlardaki hükümler saklıdır.

Bu kanunun temel olarak aldığı veya taraf olduğu sözleşmelerin 1967 Protokolü ile 28.07.1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna dair sözleşmeler olduğunu söyleyebiliriz.

43

İKİNCİ BÖLÜM AİLE

Aile sözcüğünün kökenine bakıldığında Latince ‘famulus’, yani evcil köle anlamına gelmektedir. ‘Familia’ kelimesi ise tek bir efendiye bağlı olan tüm köleleri ifade etmektedir (Güler & Ulutak, 1992, s. 52).

Türk Dil Kurumu’nun aile tanımında “Evlilik ve kan bağına dayanan, karı,

koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik, aynı soydan gelen veya aralarında akrabalık ilişkileri bulunan kimselerin tümü, birlikte oturan hısım ve yakınların tümü” (Türk Dil Kurumu, 2006)

şeklindedir.

Evlilik birliği yasal olarak bir sözleşme niteliğindedir. Kadın ve erkeğin aile kurmak için bir araya gelmeleri ve bunun kanunlar önünde resmileşmesi gerekmektedir. Evlilik birliği Medeni Kanun ile düzenlenmiştir. Tanıkların huzurunda gerçekleştirilen evlilik sözleşmesi ile nikâh gerçekleşir. Medeni Kanuna göre Türkiye’de kadın ve erkek aynı anda tek bir kişi ile evlilik sözleşmesi gerçekleştirebilir (Milli Eğitim Bakanlığı, 2011, s. 4).

Ailenin doğması çiftlerin evlilik bağı oluşturması ile başlar. Evlilik temel anlamı ile erişkin erkek ve kadın birey arasında oluşturulan, toplum tarafından onaylanan ve yasal geçerliliği bulunan, belirli hak ve sorumluluklar doğuran ilişki türüdür (Aksan, 2019, s. 145).

Evlilik sözleşmesinin sağlanması ile bir birliktelik kurulması diğer pek çok alanda da ortaklık ve paylaşımı içinde barındırmaktadır. Barınak, yemek, para, kültür, değerler, çeşitli faaliyetler, duygular vb. pek çok alanda bir ortaklık ve paylaşım alanı yaratılmış olacaktır. Hem maddi hem de manevi alanda bir ortaklığın başlatılması ve devamının sağlanması kadın ve erkek bireyleri bir takım sorumluluklar altına girmeye mecbur kılmaktadır. Maddeyi oluşturan en küçük yapı taşı misali, toplumun oluşması ve sürdürülmesi, aile birliğinin sağlam temeller üzerine kurularak, bireylere düşen görev ve sorumlulukların aile olma bilinci ile

44

yerine getirilmesi ile sürdürülmektedir. Toplum içerisinde bu denli öneme sahip olması ve toplum ve topluluk için örnek teşkil edebilmesi aile işlevlerinin tam ve doğru bir şekilde işlemesine bağlıdır. Genel olarak aile tanımlarına bakıldığında kadın ve erkeğin devletlerin kanunlarla belirlemiş olduğu evlilik sözleşmesinin tanıklar önünde resmileştirilmesi ile başlayan ve beraberinde ortaklık ve paylaşımı içeren bir yaşam standardı denilebilir. Bu birliktelik aynı zamanda üretim işbirliğini de içerisinde barındırmaktadır. Yeni nesillerin ortaya çıkarılması ve neslin devamı evliliğin temel işlevlerinden olup evlilik birliğinin kadın ve erkeğin kendi kanından olan diğer bireyler ile pekişmesini ve güçlenmesini sağlamaktadır.

Aile kavramı dünyanın farklı bölgelerinde kültürün de bir getirisi olarak farklılıklar gösterebilmektedir. Fakat temelde evrenselliğini korumaktadır. Evrenselliğinin yanında dünya üzerinde var olan tüm aile türlerini içine alabilecek bir tanım yapmak pek mümkün görünmemektedir. Çünkü yapısı, üye sayısı, işlevi vb. bakımdan çeşitliliğe sahiptir ek olarak ailenin dinamik bir yapıya sahip olması sürekli olarak değişim içerisinde olmasına neden olmaktadır (Anadolu Üniversitesi, 2012, s. 4). Ailenin ve aile hakkındaki düşüncelerin sürekli olarak değişim içinde olması, bunun dünyanın farklı bölgelerinde farklı şekillerde gerçekleşmesi anlamına gelmektedir. Nitekim dünyanın her bölgesi aynı gelişmişlik düzeyine sahip olmadığı gibi aynı inanç ve değerleri benimsememektedir. Bireysel ve toplumsal farklılıklar düşünce tarzımızı şekillendirmektedir. Dolayısıyla davranışlarımız bu düşünce tarzıyla yön bulmaktadır.

Aile olmak bireylere belirli sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluklar evlilik birliği devam ettiği sürece yaşam boyu devam etmektedir. Evlilik birliğinin sonlanması durumunda da kimi zaman sorumluluklar kısmi olarak sürecektir. Bu sorumluluklar içerisinde en önemli yeri çocukların yetiştirilmesi almaktadır. Ailenin şekillendirici yönü olarak bakıldığında çocukların belirli alışkanlıklar ve davranışlar edinmelerinde ilk adım merkezi görevi görmektedir. Çocukların hayata hazırlanmaları ve sosyalleşmelerinin ilk basamağı aile içerisinde gerçekleşmektedir.

45

Ailenin tarihsel gelişimine bakıldığında ilkel çağlarda ‘Matron’ denilen ve ana egemenliğine dayanan bir sistem karşımıza çıkmaktadır (Güler & Ulutak, 1992, s. 55).

Bu sistemde cinsel birleşmelerde bir sınırlama olmadığı için babanın belli olmadığı üremeler gerçekleşmektedir. Annenin belli olması, çocuklar üzerinde bakım sorumluluğu ve dolayısıyla kadına önemli bir güç kazandırmaktadır. Bu dönemde hayatta kalabilmek için gereken barınma, güvenlik ve birtakım temel ihtiyaçların giderilmesi amaçlanmaktadır. Erkeklerin avlanmak için bulundukları bölgeyi tek etmeleri gerekmektedir. Geride kalan ve bölgede söz sahibi olan kadınlar olmaktadır. Bu zamanda aile olma bilinci oturmamıştır. Cinsel birleşmelerde herhangi bir kısıtlama olmaması da aile olma ve sahiplenme bilincini yok etmektedir. Zaman içerisinde cinsel birleşmelere getirilen yasak ile aile bilinci belirginleşmeye başlamıştır. Yerleşik hayata geçilmesi ile ortaya çıkan miras ve toprak paylaşımlarının babadan geçmesi gerektiği anlaşıldığında babası belli olan çocuklar dünyaya getirmek önem kazanmıştır. Bu şekilde oluşan anaerkilliğin tersi olan ataerkil düzene ‘Paternal’ denilmektedir (Güler & Ulutak, 1992, s. 55).

Ailenin değişmesine bir diğer önemli atılım 18. Yy da yaşanan Sanayi Devrimi olmuştur. Değişen ekonomik düzen, yeni üretim sahası ve tüketim alışkanlıkları ailenin yeniden şekillenmesine yol açmıştır (Anadolu Üniversitesi, 2012, s. 7). Makineli üretimin yaygınlaşması kırsal kesimdeki tarıma dayalı üretimin azalmasına ve buralardan elde edilen gelirlerin düşmesine neden olmuştur. İnsan iş gücünün fazlaca harcandığı tarım faaliyetlerinin sanayi devrimi sonrası yeterli gelir getirmemesi insanların kırsal alanlardan göç etmelerine nende olmuştur. İş bulma ve daha iyi şartlarda yaşama umudu ile kentlere göç eden aileler kentsel düzene ayak uydurabilmek adına bir takım değişimlere uğramışlardır. Kırda daha çok nüfuslu olan geniş aile yapıları kentte kendini daha az nüfuslu çekirdek aile tipine dönüştürmüştür. Tarihsel süreçte evrensel bir kavram olan aileyi şekillendiren çeşitli sosyal ve ekonomik olaylar gerçekleşmiştir. İlk çaylardan günümüze kadar gerçekleşmiş ve bundan sonrada yaşanması olası olan çeşitli dönüşüm ve gelişmeler aileyi etkilemeye devam edecektir. Küreselleşen dünya ve internetin hayatımızda

46

önemli bir yer kaplaması ile iletişimin kolaylaştığı zamanda, gelişmelerin hızlı haber alınmasıyla değişimlerinde hızlanması mümkün olmuştur.

Evlilik kadar evliliğin sona erdirilmesi de doğal bir olgudur. Boşanma olarak nitelendirilen bu durum ailenin var olan yasal bağların taraflar arasında sonlandırılmasıdır. Boşanma sebepleri: zina, cana kast, terk, onursuz davranış, akıl hastalığı ve şiddetli geçimsizliktir. Bu sebeplerden şiddetli geçimsizlik içinde aileye ve çiftlere dayanan pek çok sebebi barındırabilmekte bunlara verilen genel bir isim olma niteliğindedir. Boşanma duygusal yıkımlara sebep olabileceği için taraflar için olumsuz sonuçlar doğurabilen bir olgudur (Aksan, 2019, s. 161-163). Günümüzde halen kimi bölgelerde boşanan kişilere kötü bakış açısıyla bakılmasına rağmen geçmişe nazaran evlilik kadar boşanmanın da olağan bir süreç olabileceği, kadınların çalışma hayatına katılarak ekonomik özgürlük elde etmeleri, boşanma işlemlerinin kolaylaşması gibi nedenler boşanmalardaki artışa sebep olmuştur.

Benzer Belgeler