• Sonuç bulunamadı

Gramer Türkçe Açiklamali - YDS Püf Noktaları | 12249

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Gramer Türkçe Açiklamali - YDS Püf Noktaları | 12249"

Copied!
371
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. CHAPTER - 1 SOME BASIC CONCEPTS BAZI TEMEL KAVRAMLAR. KISA AÇIKLAMA Buradaki çalışmamız, kökenleri itibariyle "alaylı" değil "okullu" olsa da, akademik inceleme amacı taşımıyor. Bilgiler, saptamalar ve örnekler, çeşitli nedenlerle İngilizce öğrenmek/ilerletmek isteyen gerçek kişiler içindir. Pragmatik yaklaşım ve pratik çözümler önplandadır. Dilbilime özgü terminoloji en aza indirilmiş, gereksiz ayrıntılar ayıklanmıştır. Tabiatıyla, akademisyen arkadaşlar öğretim programlarında buradaki pragmatik birikimden yararlanırlarsa öğrencileri adına sevinirim. Ama, o kadar... TEMEL KAVRAMLAR İlk kural, kuralları ezberlemektense, kuralları örnekleyen gerçek kullanım tümceleri ile yüzleşmek, bunların rehberliğine güvenmek... Peki, asgari düzeyde de olsa, neden "kurallara" belli ölçüde yer ayırmak zorundayız ki? Vakit yitirmeden, çalakalem yazmağa, çatpat konuşmaya başlasak daha yararlı olmaz mı? Bunun yanıtı şu: Doğal dil öğrenme çağına dönebilirseniz (0-4 yaş), o güzelim günbegün 24 saat denemeyanılma (agulama) -- ve büyükleriniz tarafından hoşgörü ve gülücüklerle düzeltilme -- sürecini yeniden başlatabilirsiniz... Buna olanağınız varsa, durmayın derim... Deneme-yanılma yöntemiyle yılları heba etmek istemiyorsak, yabancı bir dilin mantığını ancak kurallardan başlayarak, tümdengelimci yoldan öğrenebiliriz. Kestirme yol bu... Ama dediğim gibi, gramer genel okuyucu için sıkıcı bir konudur: Kısa tutulmasında ve canlı, parlak örneklerle beslenmesinde yarar var. Öyleyse başlayalım: Ad (isim -- noun): Gerçek yada hayali, somut yada soyut varlıklara verilmiş adlar... Sıfat (adjective): Bu varlıkları çeşitli yönleriyle niteleyen, niceleyen, tanımlayan, betimleyen, ayrıntılandıran sözcükler... Günün birisinde Türkçe'de dilbilgisi terimleri üzerine bir çalışma yapacak olursam, sanırım ilk tercihlerimden birisi "sıfat" yerine", "betimlik" terimini önermek olacaktır. Fiil (eylem -- verb): Gerçek/hayali, somut/soyut olay, eylem, durum, oluşumları belirten sözcükler... Fillerle, bilgi aktarımı kadar, soru, emir, dilek, koşul, veya ("edilgen çatı" yı da düşünürsek) eylemden etkilenme, "kabağın öznenin başına patlaması" durumları da iletilir... Zarf (belirteç -- adverb): Eylem ve oluşumları çeşitli yönlerden niteleyen, ayrıntılandıran sözcükler... Yani,. Sıfatlar Adları... Zarflar Fiilleri -- niteler.... Dikkat: Zarflar ayrıca, sıfatları ve diğer zarfları da niteleyebilir. Zarflara örnekler: I wasn't expecting to see you today... Please sit here... She read it carefully... He is very clever... You must work harder... The rest of the subject is much easier to understand... 1.

(2) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. Dahası yok mu? Var, tabiatıyla... Ama bizim açımızdan şimdilik bu kadarı yeter. Adıl (zamir - pronoun), ilgeç (edat - preposition), bağlaç (conjunction), ünlem (interjection)... Bunların ne olduklarını zaten biliyorsunuz. Ayrıntılarına girmesek de olur... Birkaç örnekle yetineceğim: İlgeçler (prepositions): He arrived here at 2 o'clock... He rested his head on one of his hands... We met over the bridge past the central station... Two dogs were running along the street... You mustn't let yourself be made fun of... (Seninle alay edilmesine izin vermemelisin. "to make fun of smb.") Bağlaçlar (conjunctions): He and I are brothers... We write to one another every now and then... Ali came, but Güneş didn't... She said that she would come today... I will go if I have time... He had to go back because he had no money left... Ünlemler (interjections): Bravo!.. Oh!.. Oh, my God!.. Hush!.. Alas!.. (= Heyhat!)... Good-bye!.. Goodness gracious me!.. (Bu sonuncusu, "Üstüme iyilik sağlık olsun" anlamında bir şaşkınlık ifadesidir.). Temel kurallarımızdan birisi şu olacaktır: Her dil öğesi kimlik ve niteliğini, "takdir komisyonu" gibi çalışan bir takım gramercilerin (bugüne değin sözlüklere de yansımış) ilahi ve değişmez saptamasından değil, kullanıldığı ortamdaki İŞLEV 'inden kazanır. İşte bu işlevler çerçevesinde, pratik açıdan bizim için en önemli birkaçını şöyle sıralayabiliriz: Tümce, en az iki öğeden oluşur: Özne + Fiil.... Eylemden etkilenen varsa, bunlara üçüncü öğe olarak Nesne eklenir.. Özne (S, subject); Fiil (V, verb); Nesne (O, object) İngilizce bir S+V+O dilidir. Ayrıca, çekimsiz bir dildir. Nesne durumu için özel bir çekim yoktur (Yani, Türkçe'deki "-- i" durumu gibi). Kısacası, fiilin solundaki ad öznedir, sağındaki de nesnedir.... Özne, eylemi gerçekleştiren; Nesne ise eylemden etkilenen, kabak başına patlayandır. Bu her iki işlevi de ad (= isim) sınıfı öğeler karşılar. 2.

(3) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. Aynı şekilde, ad-tümcelikler de eylemin öznesi yada nesnesi olabilir.. Hatırlayınız: Sıfatlar adları, zarflar eylemleri niteler... Aynı şekilde, sıfat-tümcelikler adları; zarf-tümcelikler ise eylemleri niteler. Peki, nedir bu "tümcelik" dediğimiz birim? Ad-tümcelik, sıfat-tümcelik, zarf-tümcelik de ne ola?? Tanımlar ve örnekler biraz aşağıda.... KİMİ TANIMLAR Ara Konu: Çekilmiş Fiil Ne Demektir ? To see, to be seen = görmek, görülmek... To mean, to be meant = demek istemek, kastedilmek... Bunlar, fiilin mastar (= the infinitive) durumlarıdır. Mastar, olay/eylem/durum/oluşumun genel adıdır. Sözü edilen eylemin, kişi, zaman yada ileti ortamına (kip - mood) göre çekilmemiş halidir. Oysa, I saw = "To see" fiilinin birinci tekil kişiye göre haber kipinde "the simple past tense" olarak çekilmiş halidir... He has gone = "To go" fiilinin üçüncü erkek tekil kişiye göre haber kipinde "the present perfect tense" olarak çekilmiş halidir... İngilizce fiil çekimlerinin Türkçe'mize göre büyük bir yalınlık taşıyor olması, bizleri "Türkçe öğrenen İngilizler" değil "İngilizce öğrenen Türkler" olduğumuza şükrettirecek boyuttadır. * * * * * Sözcük Öbeği (phrase) : İçinde çekilmiş bir fiil bulunmayan, tümce içinde (veya dışında) belirgin bir öbek (= grup, takım) olarak, birlikte bir anlam birimi oluşturan sözcük kümesi: in the house... cats and dogs... my friend's father-in-law... to see a good film... Örnek: "I was hoping to get a chance to meet my friend's father-in-law." ["to meet fiilinin nesnesi olarak kullanılan ad işlevli bir sözcük öbeği]... Bir sözcük öbeğini, tümcenin diğer öğelerini tekrarlamağa gerek kalmaksızın, bir soruya karşılık yanıt olarak kullanabilirsiniz... Ama tek başlarına söylenecek olsalar bildirim tamamlanmamış, damdan düşme ve quel-alaka kalabilir: - Who, do you think, did it? [Sence, kim yaptı bunu?] 3.

(4) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. - Definitely, my friend's father-in-law. [Kesinlikle, arkadaşımın kayınpederi.] Ama, birisi durduk yerde "arkadaşımın kayın pederi" yada "iyi bir filim görmek için" deyip sussa, ne dediğini anlamasına anlarız, ama "Eeee, n'olmuş" diye de devamını bekleriz. Tümcelik (clause) : İçinde çekilmiş bir fiil bulunan, ve ekleşik veya karmaşık tümcelerin (az aşağıda açıklanıyor) ana birimlerini oluşturan yapılar. You came home late and I have to leave early. [tek tümce içinde birbirine eklenen iki ana-tümcelik] We will have dinner when you come back. [ana-tümcelik + bağıl-tümcelik] when we went there... [oraya gittiğimizde... bağıl-tümcelik] although she is quite wealthy... [gayet varlıklı olmasına karşın... bağıl tümcelik] Tabiatıyla, tekbaşına söylenecek olursa, bir bağıl-tümcelik de, "Eeee, n'olmuş" sorusunu davet edecektir. Ana-tümcelik (temel-cümlecik, main clause) : Tekbaşına ayakta durabilen, kendi içinde "tamamlanmış" anlam taşıyan; istersek [örneğin yazıda başına büyük harf, sonuna nokta koyarak] bağımsız bir tümce niteliğinde kullanabileceğimiz tümcelik türü. Doğaldır ki, her yalın tümce [tanımı aşağıda] tek bir temel tümcelikten oluşmaktadır. Bağıl-tümcelik (yan-cümlecik, subordinate clause) : Geldik canalıcı noktaya: Anlamın tamamlanması için bir ana-tümceliğe bağlı ve bağımlı olan tümcelik türü. Bunlar, tekbaşlarına ayakta duramaz, "tamamlanmış" anlam ifade eden bağımsız bir tümce niteliği ile kullanılamazlar. ŞİMDİ DİKKAT: Bir bağıl-tümcelik, yerine getirdiği İŞLEV 'e göre, şu üç sınıftan birine girer: 1) Ad-tümcelik 2) Sıfat-tümcelik 3) Zarf-tümcelik Bu üç işlevi yukarda tanımlamıştık. Tekrarlayalım: Ad-tümcelik -- adı üstünde -- AD kullanılabilecek her yerde bulunabilir: Örneğin fiil yada fiillerin özne yada nesnesi olabilir. They wondered where he had come from. Neyi merak ediyorlardı? Nereden geldiğini... "To wonder" fiilinin nesnesidir ve bu niteliği ile ad-tümcelik olarak sınıflanır. That the firm has gone bankrupt will be known within a few days. Birkaç gün içinde öğrenilecek olan nedir? Şirketin iflas ettiği... "That" ile başlayan tümcelik, "to be known" edilgen fiilinin öznesidir. Bu niteliği ile de, ad-tümcelik olarak sınıflanır.. 4.

(5) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. Peki ya sıfat-tümcelik? Tümcede geçen bir adı, örneğin özne yada nesneyi, bir sıfat işlevi ile niteleyen, niceleyen, tanımlayan, betimleyen, ayrıntılandıran bir tümceliktir. Bir adı niteleyen birden çok, veya birden çok adı ayrı ayrı niteleyen yine birden çok sıfat-tümcelik de kullanılabilir: The music (which/that) the orchestra is playing is a Strauss waltz. "The music is a Strauss waltz." = Bu ana (temel) tümceliktir... "(which/that) the orchestra is playing" ise, "music" sözcüğünü (ki, bu bir ad'dır) niteliyor = Orkestranın çalmakta olduğu müzik... O halde bu ikincisi, "sıfat-tümcelik" sınıflamasına girer. Peki ya zarf-tümcelik? Tümcede anlatılan olay/eylem/durum/oluşumu çok çeşitli yönlerden niteleyebilen, ayrıntılayabilen tümceliklerdir. Aşağıdaki örneklerde sırasıyla neden, amaç ve tarz bildiriliyor: Because I believe in their honesty, I'll give them another chance. [Onlara bir şans daha tanıyacağım. Neden? "Dürüst olduklarına inandığım için"] We must keep the meat in the refrigerator so that it will not go off. [Eti buzdolabında saklamalıyız. Neden? "Bozulmasın diye"] The children could come and go as they pleased. [Çocuklar gelip gidebiliyorlardı. Nasıl? "Canlarının istediği gibi"]. TÜMCE TÜRLERİ 1. Yalın Tümce (basit tümce - simple sentence) İçinde tek çekilmiş fiil bulunan, başka bir deyişle tek ana-tümcelikten oluşan tümce türü: Ali came home late. Güneş has already finished his homework. 2. Ekleşik Tümce (sıralı tümce - compound sentence) "And" ve "or" gibi bağımlı kılmayan bağlaçlarla birbirine eklenmiş birden çok ana-tümcelikten oluşan tümle türü. Dilersek bu bağlaç veya bağlaçları kaldırır, tümcelikleri bağımsız birer tümce haline getirebiliriz. (Az aşağıda, bu tür tümcelere ilişkin bazı önemli ayrıntılar vereceğim) Ali comes late and Güneş leaves early. 3. Karmaşık Tümce (bileşik tümce - complex sentence) Bir ana-tümcelik ile buna bağlı ve bağımlı en az bir bağıl-tümcelikten oluşan tümce türü. Bunları birbirinden ayırıp koparamazsınız. Koparırsanız, temel-tümcelik anlamca eksilir; bağıl-tümcelik de 5.

(6) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. tekbaşına zaten ayakta kalamaz... (Bunları kitabımızın "Ad-Tümcelik", "Sıfat-Tümcelik", "ZarfTümcelik" bölümlerinde ayrıntılı biçimde inceliyoruz.) Güneş warned us that it was time to leave. [ ana-tümcelik + ad-tümcelik ] Do you remember the funny man who was conducting the ceremonies? [ ana-tümcelik + sıfat-tümcelik ] Ali went home after he had finished his work. [ ana-tümcelik + zarf-tümcelik ] Although it was a fine day for a picnic, Güneş stayed home and watched TV. [ zarf-tümcelik + ana-tümcelik ] Doğaldır ki, karmaşık bir tümcede kullanacağınız bağıl-tümcelik sayısı size kalmıştır: Demek istediğim, içine "sonsuz" sayıda ad-sıfat-zarf tümcelik yerleştirebilirsiniz. Tabii, karmaşık bir tümceyi tam bir labirente çevirmeyi göze alıyorsanız... 4. Karmaşık-Ekleşik Tümce (complex-compound sentence) Bağımlı kılmayan bağlaçlarla birbirine eklenmiş birden fazla ana-tümcelik ve bunlara ayrıca bağlı ve bağımlı bağıl-tümceliklerinden oluşan bütün. Ali went home after he had finished his work and although it was a fine day for a picnic he decided to stay at home and watch TV. İşte, İngilizcede rastlayacağınız bütün tümceleri bu sistematik içinde çözgüleyip irdeleyebilirsiniz.. ARA BÖLÜM EKLEŞİK TÜMCELER ÜSTÜNE NOTLAR Ekleşik bir tümcede, birden fazla bağımsız tümce, "bağımlı kılmayan" bağlaçlar (conjunctions) kullanılarak, aynı çatı altında toplanır. Ne var ki, bağlaç kullanılmaksızın, yalnızca noktalama işaretleri ile (konuşmada uygun tonlama ile) kurulan örnekler de bu başlık altında yer alır. A Bağlaç (conjunctions) kullanılarak yapılan ekleştirmeler: (Dikkat: Her iki tümcede aynı özne geçerliyse, tekrarlanması zorunluluk taşımıyor) Ali grabbed his pen and took down some notes. 6.

(7) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. She desperately wanted to apologize but did not know how to begin. We can ask them now, or wait till tomorrow. Hurry up, or we'll be late. Never go deep-sea diving on you own; nor must you forget to check all your equipment beforehand. B Bağlaç kullanılmayan örnekler: Father was in his study, Mother was in the kitchen cooking dinner. I wouldn't like to live in İstanbul at all; I hate big and noisy cities. Ali looked at his watch: it was nine o'clock. Now, which is yours, which is your friend's? C Zarf (adverb) kullanılarak yapılan ekleştirmeler: We found nobody there, so we decided to go back home. The situation looks pretty hopeless; still, there's no harm in trying. She gave up smoking before long; however, that's another story. (= Sigarayı çok geçmeden bıraktı -- ama bu başka bir öykü...) D Çok ilginç kimi örnekler: He said that he wanted a room, and that his friend would come and pay for it within a few hours. (iki bağıl tümceliğin birbirine eklenmesi) I didn't bother to reply their invitation, not because I wasn't willing to go, but because I had no time to. (yukardaki gibi) Ask no questions and you'll be told no lies. (Yapı olarak ekleşik, ama anlam olarak karmaşık tümce tipi: "Eğer soru sormazsan..." şeklinde bir koşul koşuluyor: Sorular sorma ki yalan yanlış yanıtlar almayasın.) Stir, and you are a dead man. (yukardaki gibi -- "Yerinden kıpırdarsan kendini ölmüş bil...") ARA BÖLÜMÜN SONU. ÖTEKİ KİMİ TANIMLAR. 7.

(8) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. Aslında İngilizce'de Kaç Çeşit "X", Kaç Türlü "Y" Var ? Bu kitabın akademik amaçla tasarlanmadığını daha önce söyledim. Öyle olmasa, ayrıntıda boğulur, hedefimizin çok uzağına düşerdik. Bizim amacımız, olanaklı en kısa sürede olanaklı en işe yarar İngilizce'yi kazanmak... Yoksa "İngilizce'de kaç çeşit "X" veya "Y" vardır?" türü sorulara alacağınız yanıtın, "Dünyadaki dilci sayısı kadar çok ve değişik," olacağından emin olabilirsiniz... Ama endişelenmenize gerek yok... Burada, olabilecek en yalın çizgilerine indirgeyip sunduğum, temelde işleve dayalı saptamaların, kitabın diğer bölümlerinde yapacağımız hertürlü tümce çözümlemesi için yeterli olacağına inanmanızı dilerim. İşte şimdi de, "İngilizcede kaç çeşit tümce vardır?" sorusuna farklı bir yaklaşımla daha yanıt vermek istiyorum: İngilizce bir S+V+O dilidir: Yani, Subject + Verb + Object... (Yani, Özne + Fiil + Nesne...) Fiilin solundaki ad (varlık) faildir, öznedir, eylemi yapan kişidir, yada durum/oluşumun konusu, kahramanıdır. [Düztümcede fiilin solundaki ad; devrik tümcede ise fiilin sağına geçer. Yazı dilini düşünerek kullandığımız "sol, sağ" belirlemesini, konuşmayı düşündüğümüzde "önce, sonra" şeklinde ifade etmek gerekir] Fiilin sağındaki ad (varlık) nesnedir, yani etkilenen, kabak başına patlayan kişi, birim yada varlık alanıdır. Bu durum, İngilizce'nin sözdizim (sentaks - syntax) düzenidir; bu sıralama değiştirilemez: The dog bit the man... Köpek adamı ısırdı... The man bit the dog... Adam köpeği ısırdı. Dikkat ederseniz, İngilizce'de ad durumlarından (ismin halleri) söz edemiyoruz. Özne de, nesne de yalın haldedir. Kim fiilin soluna geçerse özne olur; kim fiilin sağına geçerse nesne olur. Türkçe'de böyle mi? Hayır, Türkçe çekimli bir dildir: Özne yalın haldedir, nesne ise -i halinde olmak zorundadır. İşte bu nedenle bizler, "Köpek adamı ısırdı... Adamı köpek ısırdı... Isırdı adamı köpek... Köpek ısırdı adamı..." gibi sözdizim cambazlıkları yapabiliyoruz. İngilizce'de ise bütün bu nüansları konuşmadaki sözcük vurgularıyla karşılamak zorundasınız. İşte bu S+V+O dizilişi İngilizce'deki "düz tümce" dizilişidir. Fiil (çoğunlukla yardımcı fiil ile temsil edilerek) öznenin soluna geçerse, soru sormuş olursunuz. "Did the dog bite the man?... Did the man bite the dog?...) Buna göre İngilizce'de iki temel tümce türünden söz edebiliriz: Düz tümce = S+V+(varsa)O Soru tümcesi = Yard.Fiil+S+V+(varsa)O DİKKAT... DİKKAT... Bunları burada dile getirmemin asıl nedeni, ilerde tekrar tekrar vurgulayacağımız bir kurala şimdiden dikkatinizi çekmek: Bütün bağıl-tümcelikler düz-tümce olmak zorundadır. Ad-tümcelik, sıfat-tümcelik, zarf-tümcelik soru biçiminde olamazlar. [Eğer tümcenizin tamamı bir soru tümcesi ise, bu ana / temel tümcelikteki soru dönüşümü ile sağlanmıştır.] Peki, başka ne gibi tümce türlerinden söz edebiliriz? 8.

(9) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. Örneğin, "devrik tümceler" = Bunlar da soru tümcesi şeklinde kurulur, ama soru tonlaması yapılmaz; aktarılan abartılı duyguyu ifade eden uygun bir tonlama ile söylenirler. Yazıda da soru işareti konulmaz: [Devrik tümceler, Kitabımızın 16. Bölümünde -- Püf Noktaları 01'de -- çok ayrıntılı biçimde ele alınmaktadır.] Not even once have I seen him here before! = Şimdiye değin kendisini burada bir kez bile görmedim! Were I in your shoes, I wouldn't take such a risk! = Senin yerinde olsam böyle bir riski almam! Hardly had the performance begun when the lights went out. = Gösteri daha yeni başlamıştı ki ışıklar söndü. Bir de emir cümleleri... Açıktır ki bunlar da klasik S+V+O dizilişinin dışında gerçekleşmektedir. Bu gibi farklı yapılardan yeri geldiğinde söz edeceğiz. Şimdilik sadece şunu unutmayınız: Bütün bağıl tümcelikler düz tümce olmak zorundadır. Ad-tümcelik, sıfat-tümcelik, zarf-tümcelik soru biçiminde olamaz... Demek ki, artık bir sınav sorusunda, - What time is it? - I don't know what time is it... diye yanıtlarsanız, günah benden gitti. Doğrusu, "I don't know what time it is.". İNGİLİZCE'DE KAÇ ÇEŞİT KİP VAR?. Klasik gramerler "mood, modals, modality" gibi kavramları üç grup altında sınıflar. Bunu yaparken, çoğu zaman fiil çekimlerindeki "formel farklılıkları" önplana çıkarırlar: 1) The Indicative Mood... 2) The Subjunctive Mood... 3) The Imperative Mood... Bunların Türkçe karşılıkları, 1) Haber Kipi... 2) Dilek-Koşul Kipi... 3) Emir Kipi... şeklinde önerilebilir. (Hayır, Türkçe'yi buna uyduralım, demiyorum.) Bunları sırasıyla, 1) Gerçeklerin dünyası [insanlar çoğu zaman yalan söylüyor yada saçmalıyor olsalar da]... 2) Varsayımların dünyası... 3) Buyrukların dünyası olarak tanımlayabiliriz. Gelelim bu kitapta kullandığım (ve anadili Türkçe olan bizler için farklı bir vurgulama ile sunduğum) sınıflamaya: 1. The Indicative Mood (Haber Kipi)... 2. The Conditional Mood (Koşul kipi)... 9.

(10) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. 3. The Subjunctive Mood ("Dilek" Kipi)... 4. The Imperative Mood (Emir Kipi)... İkincisi ve üçüncüsü üzerinde özellikle duruyorum; çünkü, bana göre, Anglo-Sakson dil-kültür dizgesinin bir anahtarı da burada yatıyor.... "Mood" ("Kip") sözcüğünden ise, iletişim ortamını, türünü, yaklaşım ve tarzını anlıyoruz: Buna göre, Haber Kipi (insanlar çoğu zaman yalan söylüyor yada saçmalıyor olsalar da) "gerçeklerden" söz ediyor. Koşul ve Dilek Kipleri, varsayımsal bir dünyaya ilişkin önermelerden oluşuyor. Emir Kipi de, buyrukların yada (bunlar yumuşatılarak) "ricaların" dünyasını yansıtıyor... Kitabımızın İkinci Bölümde, "Vira Bismillah" deyip, Haber Kipini oluşturan 12 "Tense" (= zamanlar) ile işe başlayacağız.. İNGİLİZCE TERSTEN Mİ ANLAŞILIR?!. İngilizce ile Türkçe'yi, gramer ve sözdizim açısından karşılaştırdığımız bu bölümde, uygulamada gördüğüm çok büyük bir yanılgıya da burada değinmeliyim. Çoğu kitapta, "İngilizce bir tümce tersten anlaşılır" şeklinde çok garip bir önermeye tanık oluyorum. Özel ders veren çoğu kimsenin de bu yanılgıyı öğrencilerine aktardıklarını biliyorum. Ne demek ola ki bu? Yani, bu İngilizler, Amerikalılar, Yeni Zelandalılar, vb. bir tümce söylüyor; sonra tersten gidip tümcenin anlamını çözüyor, sonra bir sonraki tümceye mi geçiyorlar!! Buradaki yanılgı ve kavram kargaşasının nedeni belli: İngilizce bir tümceyi "anlamak" ile, bunu "derli toplu şekilde Türkçe'de ifade etmeyi" (yani, çeviriyi) birbirine karıştırıyorlar... Tabiatıyla, anadili İngilizce olan (native speakers), yada çok iyi İngilizce bilen kişiler, konuşurken veya yazarken, tümcenin anlamını sözcükler peşpeşe sıralandıkça "simültan" biçimde çözüyor; tümce bitince yeniden geriye dönüp anlamağa çalışmak gibi bir davranış içinde olmuyorlar. Ve yine tabiatıyla, bizim de amacımız, İngilizce'ye hakimiyetimiz yeterli düzeye geldiğinde, araya Türkçe'yi sokmadan, "İngilizce'yi İngilizce olarak" doğrudan anlamak... Bu bir süreç. Giderek gelişecek. Bu arada, istesek de istemesek de, Türkçe'ye başvuracağız. Ama hangi Türkçe'ye? Deyimi mazur görün: Tarzanca Türkçe'ye başvuracağız... İki dil arasındaki sözdizim (sentaks) farklılığı bunu kaçınılmaz kılıyor. Çünkü, İngilizce bir tümcenin Türkçe'deki paralel izdüşümü ancak "Tarzanca" ifade edilebilir. Bir tümceyi hızla anlayıp bir sonrakine geçmek için "Tarzanca" ile yetinmeliyiz. Ha, birisi bizden "derli toplu bir çeviri" yapmamızı isterse, o zaman durup, İngilizce tümcenin öğelerini güzel Türkçe'mizin sözdizim kurallarına göre yeniden düzenleriz. 10.

(11) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. Pratikte bütün bunlar ne demektir? Türkçe'de "Köpek adamı ısırdı" tümcesini oluşturan sözcükleri ayrı ayrı birer fiş üzerine yazalım ve masanın üzerine rastgele yayalım. Yine de, kimin kimi ısırdığı kuşbakışı hemen anlaşılacaktır. Neden? Çünkü, Türkçe çekimli bir dildir: Kim'in kim-i ısırdığı, sözcüklerin yerlerini dilediğiniz kadar değiştirin, çekimlerden bellidir. Aynı uygulamayı, İngilizce "The dog / bit / the man" tümcesini oluşturan öğelerle yapın; sözcüklerin sırasını karıştırın: Tümce asla anlaşılamayacak yada farklı anlaşılacaktır. Neden? Çünkü İngilizce'de sözdizim, anlamın ana direğidir: Anlamı ileten, sözcüklerin ardarda dizilişidir. Farklı dizerseniz, farklı anlam elde edersiniz.. İşte bütün bu nedenlerle:. İngilizce tümceyi anlamanın gerçek yolu, kendilerinin de yaptığı gibi, sözcük üstüne sözcük açıldıkça anlamları ulayarak gitmektir. Bunu yaptığınız zaman da, Türkçe paralel anlatımda ortaya çıkan sıralama "Tarzanca" dır... ...ve (eğer henüz hala Türkçe'ye başvurma aşamasında iseniz) İngilizce bir tümceyi hızla anlamanın kesinlikle en iyi yoludur.. Meraklısı İçin Kısa Bir Not: İngilizce'yi "doğrudan" anlamak ve önce zihinde Türkçe'ye çevirme gereği duymamak gibi konular, psiko-dilbilim ve nöro-dilbilim açısından tabii ki çok heyecanlı bir tartışma oluşturuyor. Başka bir kitapta, umarım, doya doya tartışırız. Burada yalnızca şu iki noktayı kastettiğimi söylemekle yetinmek zorundayım: 1. Kafamızdaki kavram ve imgeleri, "Türkçe" sentaks ve simgelerin aracılığına gerek duymadan, doğrudan "İngilizce" sentaks ve simgeler ile bağdaştırabilmek... Yada, 2. (Noam Chomsky'nin diliyle konuşursak) "derin yapının" (dil yeteneğimizin) Türkçe değil, doğrudan İngilizce kalıplarla "yüzeyel yapıya" (kullanım düzeyine) dönüştürülmesi.... EK DEĞERLENDİRME İşte bu nedenle, İngilizce'de sözcükleri ve tümcelikleri ardarda ulayarak "sonsuz" uzunlukta tümceler oluşturabilirsiniz. Rahatça kurulup, sorunsuz anlaşılabilirler. Olay yalnızca, öğelerin ardarda dizilişidir... Ama, Türkçe'de çekimli öğeleri biraz fazlaca ayırın, araya fazlaca sözcük doldurup sözü uzatın, anlamın ucu kaçar; kimin kimi sevdiği, kimin kimi dövdüğü anlaşılmaz hale gelir. Türkçe'de kural "kısa tümce" kurmaktır. Değerli çevirmenler: Lütfen her İngilizce tümceyi Türkçe'ye tek parça halinde aktarmağa çalışmayınız. Bölünüz, parçalayınız -- ki Türkçe'de anlaşılabilirlik kazansın.. 11.

(12) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. İNG. ÖĞRETİMİNDE YANLIŞ NEREDE?. Herbir dil, kendine özgü, diğerlerinden çeşitli açılardan/ölçeklerde farklı bir dil-kültür dizgesi niteliğindedir. İki ayrı dil karşılaştırıldığında, kimi yerlerde yüksek ölçüde benzerlik hatta eşdeğerlik, kimi yerlerde ise tam bir benzemezlik / farklılığın geçerli olduğu görülür Sudaki yaşamları dışında bir ortam tanımayan deniz canlılarının, "Bizler deryada yaşıyoruz, ama farklı nitelik ve kuralları olan başka dünyalar da mevcut olabilir" bilinci geliştirmeleri beklenebilir mi? Başka dillerde farklı bir mantık yapısı bulunacağı bilinci akıl yürütme yoluyla oluşsa bile, o dili anadil düzeyinde öğrenmedikçe bu yapıyı çözmek ve hissetmek mümkün mü? Örneğin, ilerleyen Bölümlerde, İngilizce dil-kültür sisteminde "present / perfect" şeklinde ikici veya ikicil (= dualist) bir temel bakış açısından çok söz edeceğim. Bana göre, İngilizce'nin mantığını anlayabilmemiz için, temel kavram boyutlarından birisidir. Peki, neden bunca kitapta sözü geçmez, neden Türkler için yazılan gramerlerde hakettiği yeri alamamıştır? Birinci yanıt: Yabancılar tarafından özel olarak Türkler için yazılmış kaç tane gramer biliyorsunuz? İkinci yanıt: Yabancıların yazdığı gramerlerden çeviri olmayan, özgün yazılmış kaç tane gramer duydunuz, gördünüz? Kısacası, dünyayı "Türkçe" dil-kültür dizgesi penceresinden görüp kavrayan bizler için, "açıklayıcı ve anlaşılabilir bir İngilizce gramer" ancak her iki dil-kültür dizgesine de aşina kimseler tarafından ortaya konulabilir. Bu sözlerimle, kendime "tevazu sınırlarını zorlayan" bir pay çıkardığımı düşünenler için hemen söyleyeyim: Evet, o görev ve şerefe talibim... Ve, bana güvenmenizi diliyorum... Yukarda değindiğimiz konu, ülkemizde yabancı dil öğretiminde yapılan temel bir yanlışa işaret ediyor. Öğretilmesi gereken, dil-kültür sisteminin önplana çıkarılması, o insanların hangi gerçek ortamda hangi dilsel anlatımları kullandığının öğretilmesidir. Önemli bir konuya daha değinmeliyiz: Gerçi, bütün İngilizce konuşulan ülkelerde "standart" sayılabilecek bir ortak dil paydasından kabaca söz edilebilir (ve biz de kitabımızda sizlere bunu kazandırmayı umuyoruz). Ama aslında, İngiliz İngilizcesi, Amerikan lehçesi, Londra "Cockney" ağzı, Texas kovboy ağzı... Silicon Valley bilgisayar jargonu... Tıp dili, antropoloji dili, futbol jargonu, Şikago yeraltı argosu... İngiltere'deki müzayede veya sanat eleştirmenliği jargonu... Yada Yeni Zelanda balıkçı, yahut Avustralya çiftçi ağzı gibi çok daha daraltılmış kavramlardan söz etmek daha yerinde ve gerçekçi olur. ("dil", "lehçe", "ağız" ve "jargon" lar...) Yani, amaca göre dil... Bana, hangi amaçla, ne düzeyde "yabancı dil" öğrenmek istediğinizi söyleyiniz, sizin için özel bir program geliştirip geliştiremeyeceğime bakayım. Doğru değil mi ama? Bilmediğiniz birşeyi öğretmeye kalkışmadan önce, kendi bilgimizin sınır ve kısıtlılıklarını gözden geçirmeliyiz.... 12.

(13) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. Bu yaklaşım benimsenmedikçe, "İngilizce" öğretiyoruz/öğreniyoruz" savı fahiş bir aldatmaca, safdil bir aldanmaca kalacaktır. İşte bu nedenle, "Bizim oğlan, bizim kız okulda altı yıl yabancı dil okudu; üç yıl da kurslara gitti; ama turistlerle iki kelimeyi biraraya getirip konuşamıyor..." Ve yine, "lisaniyat" dallarında doçentlik adaylarına "nebatat", güzel sanat alanlarındaki adaylara da iktisat soruları soruluyor. Feryatlar bu noktada haklı... Yoksa sınav geçme notunun (ki bence çok düşük tutuluyor) "yüksekliği" noktasında değil... Uçak kullanmak için gerekli bilgilerin yüzde kaçına sahip bulunmayan bir pilot adayına uçuş sertifikası vermeyi göze alabilirsiniz ki? Tabiatıyla, yazı ve konuşma arasındaki farklılığın bile gündeme gelmediği bir yabancı dil "eğitimi" ortamında böyle bir yaklaşımı beklemek abes olur. Bunun için yurdum insanı yıllarca yabancı dil okuduktan sonra turistlerle iki kelimeyi bir araya getiremiyor, yada bir Amerikan üniversitesinde kendi dalında ders veren bir değerli bir bilim adamı YÖK'ün düzenlediği dil sınavında "çakıyor"!. YAZI DİLİ - KONUŞMA DİLİ Efendim, bizim çocuk liseyi bitirdi, üstüne de üç yıl kursa gitti, halâ turistlerle iki kelimeyi bir araya getiremiyor... Sayın Yazar, bize konuşmayı öğretebilir misiniz? Yüzyüze olsak, evet, sizinle konuşarak elimden geleni yapmağa çalışırım. Bir kitapta ise, olsa olsa gerçek durumlarda kullanmanız yerinde olacak kalıpları listeleyip, ezberlemenizi önerebilirim. Ama, bu kadarla yetinecek olursak (çoğu eğitim kurumunda bununla yetiniyorlar) adamlarla yüzyüze geldiğinizde ne sizin onları nede onların sizi anlamayacağına bahse girerim. Çünkü yazı, konuşmanın kendisi değil, yalnızca yazıdaki temsilidir. Hele bunu İngilizce gibi "çok fonetik" (aşağıdaki paragrafa bknz.) bir dilde topu topu 26 harf ve bir avuç noktalama işareti ile yapıyorsanız, çok yetersiz bir temsildir. [Ara açıklama: Düşünmeden basmakalıp yinelenen, "İngilizce'nin çok fonetik bir dil" olduğu sözü, çok büyük bir yanılgı... Tam tersine, İngilizce'nin yazılışı (ortografi) hiç de "fonetik" filan değil... "Fonetik" deyimi ile aslında, konuşmanın yazıda "yakın temsili" kastedilmek gerekirdi.] Yine de burada konuşma İngilizce'nize katkısı olacak bazı öneri ve ipuçlarına yer vereceğim. Hiç olmazsa, benim gibi orta öğretimde 6 yıl, filolojide 1 yıl okuduktan sonra (= yani hiçbirşey öğrenmeden) adamların memleketine gidip edebiyat ve dilbilim okumağa başlayıp, ancak iki yıl sonra (fazla kalın kafalı da sayılmam ama), "Yahu, bu dabıl-yu dedikleri şey, "dublü-ve" değilmiş... Yani V'nin katmerlisi değil, U'nun katmerlisi imiş..." gibi büyük keşifler yapmak zorunda kalmazsınız. Kısacası, sizlere sesbilim ve İngilizce'nin telaffuz (sesleri boğumlama) ve vurgulama özellikleri bakımından gerekli bazı ön-bilgiler vereceğim ve bunlar çok işinize yarayacak.. 13.

(14) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. ELEMENTARY PHONOLOGY AND PHONEMICS. FARKLI SESLER Yazılışı herkes için aynı olan bir Türkçe sözcüğü nasıl ki yurdum insanları ülkenin dörtbir köşesinde farklı farklı seslendiriyorlarsa, dünyanın dörtbir köşesine ihraç edilmiş olan Ingilizce için de aynı şey geçerlidir... Sizlere, temelde BBC İngilizcesi üstüne kurulu, ama dünyanın hiçbir köşesinde sizi yaya bırakmayacak bir seslendirme sistemi sunuyorum. Bunu yaparken, Türkçe harflerin de sağladığı olanaklardan yararlanarak, sizleri sıkmayacak asgari ölçüde fonetik işareti kullanacağım. Çünkü akademik düzeyde ilgilenmeyenler için, nekadar çok fonetik işaret kullanırsanız, insanları o derece soğutursunuz. Kitapta kullanacağımız işaretleri aşağıda sıralıyorum: æ : Türkçe'de bulunmayan bir fonem: /a/ ile /e/ arası. Örnekler: cat /kæt/, black /blæk/, man /mæn/... Eğer siz ünlü "I'm bad!" şarkısını /aym-bed/ diye telaffuz ediyorsanız, "Ben yatak-ım" demiş oluyorsunuz. Doğrusu, /aym-bæd/. : /a/ ile /o/ arası... UK İngilizcesinde /o/ ya daha yakın; USA ingilizcesinde /a/ ya daha yakın... O yüzden kimisinden "hotdog", kimisinden "hatdag" işitiyor, ikilemde kalıyor zavallı kulaklarımız! Örnekler: hot /h t/, fog /f g/, dock /d k/, clock /kl k/. I : (Schwa) : Bunun üzerinde çok düşündüm. Aslında dilin orta bölümlerinde biryerlerde boğumlanan "schwa" sesi ile kıyaslandığında Türkçe'deki /ı/ sesi, çok önde ve dar. Bu fonemi internet ortamında /@/ veya başaşağı "e" ile temsil edenler var. Schwa sesini, sizleri uyarmak koşuluyla, burada bizim "ı" harfi ile temsil etmeğe karar verdim. Ancak, bizdeki /ı/ sesi ile birebir aynı olmadığını da yeniden vurgulamalıyım. Bu "schwa" konusu İngilizce sesleme sisteminin ana direklerinden birisi ve vurgulama sistemi ile de içiçe... Hemen bütün vurgusuz hecelerdeki ünlü, dilin orta bölgelerinde oluşturulan bu renksiz ve güçsüz sesliğe yuvarlanıyor. : İki nokta üstüste işareti, kendisinden önce gelen sesin uzatılacağını gösterecektir. Ama bunu yaparken sesi iki defa söylemeğe değil, uzatmağa dikkat edin. Yani rüzgar /uu/ diye esmiyor, /u:/ diye esiyor. Rakip takımı da /yuuh/ diye ıslıklamayın. Doğrusu: /yu:h/. /r/ sesini, BBC İngilizcesinde telaffuz edilmiyorsa, göstermeyeceğim. Ama aynı sözcüğün USA İngilizcesinde ise gayet belirgin bir biçimde seslendirilip yuvarlandığını da bilmelisiniz. Tercih sizin: Her ikisi de standart İngilizce... Geldik baş belası dört foneme (seslik, sesbirim): N = BU işaretle "-ing" son-ekinde biz Türklerin birtürlü beceremediğimiz sesi göstereceğiz. /n/ sesinden yola çıkıp, /g/ yönünde ilerlerken, oralarda biryerlerde duracaksınız ve /g/ yi asla duymayacağız: I'm going home /aymgouiNoum/ Böyle birşeyler işte... Ben bıraktığımda, üniversitedeki âdet, bebeğin "ınga ınga" diye ağlamasından misal getirmekti. Hala öyle midir, bilemem.... 14.

(15) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. w = Adı üstünde, "dubluve" değil... "Dabılyu", yani /v/ nin katmerlisi değil, /u/ nun katmerlisi. Hakkını verin. Dudaklar yuvarlak ve ileri uzatılmış (kalın dudaklı bir zenci ile öpüşmek üzere gibi)... Sakın /veri vel/ demeyin. Gözleri ameliyatla düzeltilmiş Çinli sanacaklardır yoksa sizi... Ø = İşte Türkçe seslikler sisteminde benzeri olmayan bir ses daha. Örnekler: thin /Øin/, thimble /Øim-bl/, thunder /Øan-dır/... Efendim, dilinizin ucunu dişlerinizin arasına yerleştirin, havayı iki yandan sızdıracak şekilde /t/ demeğe çalışın. Böylece, tıpkı gerektiği şekilde "pelthek pelthek" konuşmuş olacaksınız. Bu işi yaparken, etrafa birkaç küçük tükürük sıçratamıyorsanız, tam başaramıyorsunuz demektir. Bu sesi, şu üç sözcüğü peşpeşe söyleyerek talim edebilirsiniz: tin - thin - sin... Unutmayın, /Ø/ sesi, /t/ den çok /s/ ye yakındır. Çünkü birincisi patlamalı, ikincisi sızıcı bir sesliktir. "I think": Biz bunu "ay tink" diye söyleriz. Fransızlar da "ay sink" derler. Her ikisi de yanlış, ama İngilizler Fransızları anlar da bizi anlamazlar... Bir de şu noktaya dikkat ediniz, lütfen. Eğitimsiz kulağımız, Türkçe'nin seslikler dizgesinde yer almayan bu sesi işitince, buna kimi zaman /f/ sesini yakıştırır. Oysa, /f/ sesini oluştururken, alt dudak kıvrılıp üst dişlerin altına temas ettirilir. /Ø/ sesinde ise, dudak dümdüz yerinde duruyor ve dişlerle yalnızca dilin ucu temas ediyor... ð = Ve tabii, yukardakinin karındaşı. Oradaki titreşimsiz (yani ses kirişleri / "telleri" titreştirilmiyor) iken, bu da onun "titreşimli" kardeşi. Pelthek kardeşin /badzi badzi/ yürüyen kardeşi... Örnekler: this /ðis/, then /ðen/, those /ðouz/... Şimdi bu baş belalarının buraya kocaman resimlerini asıyorum. Eminim ki görünce onları heryerde tanıyacaksınız: æ ð Ø. : w ı N "r". DİKKAT... DİKKAT... Şimdi de geldik, biz Türklerin İngilizce'nin telaffuzunda en çok güçlük çektiğimiz sese... Yani, alfabede "v" harfi ile gösterilen ses. Türkçe'de /v/ sesinden /w/ sesine kadar herşeyi bu harfle gösteriyoruz. Yani, Türkçe'deki /v/ sesi "Walla, bayaa yuwarlak"... Oysa, İngilizce'de ikisi arasında en küçük bir akrabalık bile yok. Daha önce de işaret ettiğim gibi, "dabıl-yu", /u/ sesinin katmerlisi... /v/ sesinin değil... /v/ sesinin karındaşı ise, /f/ sesi. Çünkü, ikisi de oluşturulurken, konuşma organ ve boşluklarının konumu tıpatıp aynı: Yalnızca, birincisi "titreşimli" kardeş, ikincisi de "titreşimsiz" kardeş... O halde, /v/ sesini boğumlamak için: dudaklar tamamen yayVan, alt dudak üst dişlerin altına değiyor ve /f/ demek üzereyken, /v/ diyeceksiniz (yani ses kirişlerini devreye sokmuş olacaksınız)... Aksi halde, sizi anlamaları asla ve asla sözkonusu değildir. İnanınız ki, bizler için İngilizce'deki en zor ses bu sestir; çünkü Türkçe'den önyargılıyız; üstelik herkes bir "dabılyu" dur tutturmuş, dikkatimizi oraya çeliyorlar. (Oysa, deminki kalın dudaklı zenciye bir öpücük verin: işte size "dabılyu"...) Bu arada, /w/ ve /wh/ arasındaki önemli farka da dikkatinizi çekmek isterim: İkincisi "aspire" edilen bir ses olmasıyla büyük farklılık taşır. Telaffuz ederken ayna tutsanız, buğulanacaktır. Çünkü "hohlamak" ile birliktedir. Örneğin, "what" ve "watt" sözcüklerinin okunuşu birbirinden çok farklıdır. Bu telaffuz farkı anlamı değiştirebildiğine göre, bunları birer varyasyon değil, ayrı birer fonem (sesbirim, seslik) olarak düşünmek gerekir.Yani "what" sözcüğünü, /vat/ şeklinde okursanız, Çince olur. /wat/ şeklinde okursanız, kâşif "James Watt" anlaşılır. 15.

(16) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. /huat/ şeklinde okursanız, /wh/ sesini tam tutturamamış olsanız bile, herşeye rağmen yine de anlaşılacaktır.... HECE VURGUSU. Türkçe aşağı yukarı "yazıldığı gibi okunduğu" için şanslıyız. Üstelik Türkçe'de hece vurgusu, pek az sözcük dışında anlamı değiştirmiyor (ge-lin ve ge-lin, gibi)... Öyleki, Türkçe'yi tamamen kitaplardan öğrenen bir yabancı, size telefon ederek şu heceleri peşpeşe sıralasa, eminim ki anlaşılacaktır: Bu-ak-şam-an-ka-ra-ya-u-çak-laa-gee-li-yo-rum... Yani, bizler bu şarkıyı "düm-teketek" düzeninde de söyler, "teketek-düm" düzeninde de anlarız!!! Biliyorsunuz, İngilizce'de işler böyle değil. Sözcüğün yazılışına bakarak (ileri düzey ingilizce bilenler için bir tahmin mümkün olsa da) okunuşu konusunda kesin birşey söylemek olanak dışı... Örnek mi? Bakınız, biz Türkler "interesting" sözcüğünü belki de %90 oranında yanlış söylüyoruz: / intıres-tiN / diyoruz. Oysa doğrusu / in-tırestiN /... Yani, "düm-teketek" düzeninde olması gerekiyor. Karşımızdaki İngiliz yada Amerikalı'nın, (bizim bu sözcüğü nasıl yanlış telaffuz ettiğimiz konusunda önbilgisi yoksa) anlaması sözkonusu değil. Elimizde iki heybetli sorun var: 1. İngilizcede kullanılan bize yabancı sesler (fonemler, sesbirimler); ve, 2. Entonasyon... (Tonlama konusunda şimdilik yalnızca hece vurgusu, yani syllabic stress/accent üzerinde duracağım). Vurgulu heceleri, iki yanında "-" işareti ile ayrılmış kalın (bold) yazı ile göstereceğim. Okurken bu heceye gelince bir an duraklayınız ve ardından heceyi PATLATINIZ. Sözcüğün diğer bölümlerini, sanki duyulmasını istemiyormuşsunuz gibi yuvarlayarak ve hızla söyleyiniz. (İkincil vurguları şimdilik görmezden geliyorum.) Konuyu olabildiği ölçüde basite indirip özetle ele aldım; ama unutmayınız ki dünyanın gelmiş geçmiş en büyük dramatist şairi olan Shakespeare'in mısraları temelde hece vurgularını kullanmaktaki ustalığında hayat bulmuştur. (Kullandığı "iambic pentameter" vezni, ardarda beş adet tek-düm ritminden oluşur. Bu müzikal akışın arasına ustaca yerleştirdiği, vurgulamak istediği düm-tek ritmindeki sözcükler birer tokat gibi patlar...). HECE VURGUSU İÇİN ÖRNEK SÖZCÜKLER UK İngilizcesinde Söylenmeyen /r/ leri Göstermiyoruz Unutmayın, vurgusuz bölümleri sanki duyulmasını istemiyormuş gibi hızla ve sesinizi düşürerek söyleyin; vurgulu heceyi ise anlık bir duraklamadan sonra PATLATIN! 16.

(17) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. interesting = in-tırestiN : düm-teketek ritminde okunacak necessary = ne-sısıri (düm-teketek) -- necessarily = nesı-se-rili (teke-düm-teke) exploit = iks-ployt (tek-düm) -- exploitation = iksploy-tey-şın (teke-düm-tek) capital = kæ-pitıl (düm-teke) -- capitalistic = kæpitı-lis-tik (teketek-düm-tek) desert (çöl) = de-zıt (düm-tek) -- to desert (terketmek) = di-zö:t (tek-düm) -- dessert (tatlı) = di-zö:t (tek-düm) photograph = fou-tıgra:f (ræ:) (düm-teke) -- photographer = fı-t g-rıfı (tek-düm-teke) photography = fı-t g-rıfi (tek-düm-teke) -- photographically = fıtıg-ræ-fikli (teke-düm-teke) social = sou-şıl (düm-tek) -- society =sı-sai-ti (tek-düm-tek) -- socialism = sou-şılizm (düm-teke) (photographer ve photography'yi aynı şekilde okuduk sandıysanız, yanıldınız. Son sesleri farklı: /ı/ ve /i/... Tabii, Amerikalı'lar birinciyi /-ırr/ diye yuvarlayacaklardır. Ama yine hatırlatayım: Bu bizim bildiğimiz "ı" değil; bu bir "schwa"... Yani, ne /a/, ne /u/, ne de /ı/, ama aynı zamanda hepsi...). BU KİTAPTA KULLANILAN FONETİK SİMGELER 1. æ = /a/ ve /e/ arası: cat /kæt/, black /blæk/, bad /bæd/ 2. : /a/ ile /o/ arası... UK İngilizcesinde /o/ ya daha yakın; USA ingilizcesinde /a/ ya daha yakın: hot /h t/, dog /d g/, clock /kl k/ 3. I : (Schwa) : İnternet ortamında /@/ veya başaşağı "e" ile temsil edenler var. Hemen bütün vurgusuz hecelerde ünlünün yuvarlandığı, dilin orta bölgelerinde oluşturulan güçsüz seslik. Türkçe'deki /ı/ ile /a/ arası bir ses 4. Ø = thin /Øin/, thimble /Øim-bl/, thunder /Øan-dır/... "pelthek pelthek" konuşma 5. ð = this /ðis/, then /ðen/, those /ðouz/... ses "telleri" titreşimsiz olan "Pelthek" kardeşin "badzi badzi" yürüyen titreşimli kardeşi 6. w "Dabıl-yu", yani /u/ nun katmerlisi. Hakkını veriniz. Dudaklar yuvarlak ve ileri uzatılmış. /v/ ile uzaktan yakından bir akrabalığı yok 7. /v/ sesine ÖZEL DİKKAT: konuşma organ ve boşlukları aynen /f/ sesi için olduğu gibidir ve /f/ sesinin titreşimli kardeşidir 8. N = "-ing" 9. : İki nokta üstüste: önceki sesi uzat 10. /r/ BBC İngilizcesinde telaffuz edilmiyorsa, göstermiyoruz.... SOME NOTES ON THE TURKISH PHONEMIC SYSTEM FOR LEARNERS OF TURKISH Most of the vowels are pronounced in a similar manner with those found in Italian and many of the consonants do not differ from those found in English. Exceptions are: -Undotted "ı", both capital and small, is pronounced as in the first syllable of Cyril... Dotted "i", both capital and small, is pronounced as in sit, bit... "ö" and "ü" are pronounced as in German... 17.

(18) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. "g" is always hard as in go, get... "c" is pronounced as in jar, jam, jacket... "ç" is pronounced as in church... "ş" is pronounced as in shop, sharp... "j" is pronounced as in French, and as in measure, treasure... As for "ğ", for the time being, you may regard it as a sign pointing to a lengthening of the preceding vowel. But, your best bet would be getting a Turkish friend of yours to show you the peculiarities of this articulatory monstrosity!. CHAPTER - 2 THE TENSES (01) İNGİLİZCE'DE ZAMANLAR BU BÖLÜMÜN KONULARI Tense'lerin Önemi / Nasıl Bir Yaklaşım Sunuyoruz ? / İng. Tense'ler Tablomuz / Tense'lerin Adları / Tense'lere İlişkin Altın Kurallar: "Perfect" Kavramı ve Sorunu / İngilizcede "Zamanın Belli Olması" Ne demektir? / Perfect Tense'ler İçin Deneyim Alanımız / "Simple" ve "Continuous" Kardeşler / Past Simple / Present Perfect Simple / Exercise -- 01 / Present Perfect: "Simple" ve "Continuous" Kardeşler / Exercise -- 02 / Cankurtaran İki Altın Kural Daha. TENSE'LERİN ÖNEMİ "The Tenses" adı verilen gramer kategorisi, tümcede sözü edilen eylem, olay, veya durumun, zaman boyutundaki konumunu belirtir. ("Eylem" sözcüğünü bundan böyle "eylem, olay, durum" kavramları için bir şemsiye terim olarak kullanacağız.) Zaman boyutunda alınan bu kerteriz, ana-tümcelikte sözü edilen eylemin, bizim içinde bulunduğumuz gerçek zaman açısından konumunu belirtir. Yan-tümceliklerde geçen eylemler ise kendi konumları için ana-tümceliği referans alır: She told me that she had seen the man the day before. Bana dedi ki adamı bir gün önce görmüş / görmüşmüş... Temel-tümcelikte sözü edilen "söyleme, anlatma" eylemi, bize göre geçmiş zaman boyutunda... Bağıl-tümcelikte sözü edilen "görme" eylemi ise "söyleme, anlatma" eyleminin daha öncesinde. She will have left by the time we can get there. Biz daha oraya ulaşamadan (bize göre gelecekte) oradan ayrılmış olacaktır (gelecekteki o noktanın geçmişinde)... Yani, bize göre yine gelecekte olacak olması dikkate alınmıyor: Çünkü yan-tümceliklerde önemli olan, ana tümceliğe göre olan zaman ilişkisidir.... 18.

(19) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. Yeryüzündeki dil-kültür sistemlerinin büyük bölümü için, fiilerin zaman açısından çekilmesi temel düşünüş tarzıdır. Zaman bilinci önplandadır. "Nezaman" sorusuna odaklanmış bizler için, "tense" leri olmayan bir dil, "geçmiş, şimdiki, gelecek" sınıflaması bulunmayan bir varoluş boyutu tasarlamak olanak dışı... Varoluşa farklı yaklaşım örnekleri bugün için yalnızca birkaç ücra Kızılderili dilinde görülebiliyor. .. Yabancı dil öğrenirken, ivedi ve öncelikli bilgi alanı o dilin "zamanları" dır. Bu bilgiden yoksun olan kişi meramını yarım yamalak, bölük pörçük anlatsa da, yeterli iletişim düzeyi sağlayamaz: "Var ben (dün) eve gitmek... Var ben (şimdi) acıkmak... Var ben (yarın) Jane'i görmeğe gitmek..." Tarzan, zamanları bilmediği, fiilleri çekemediği için böyle konuşuyor. Tümcenin indirgenebileceği en az iki öğe, çekilmiş bir fiil ve onun öznesidir (verb, subject). Fiil, olay/durum/eylemi iletir. Özne ise, eylemi kimin gerçekleştirdiğini, yada kimin bu durumda olduğunu söyler. Nesne (object), eylemden kimin/neyin etkilendiğini, "kabağın kimin başına patladığını" anlatır. Tümcenin (varsa) diğer öğeleri de, olaya ilişkin verilmek istenen ayrıntıları ekler: Özne yada nesneyi niteleyen sıfatlar, eylemleri niteleyen belirteçler (zarflar)... Veya, yine sıfat ve zarf işlevli ilave kalıplar, sözcük öbekleri, bağıl tümcelikler... Kabaca çizgileriyle, tümceyi oluşturan öğeler bunlardır. Kısacası, "Ali gelmek... Güneş acıkmak..." türünden yarım yamalak iletişim çabalarına, "Ali geldi/geliyor/gelecek... Güneş acıkmıştı/acıkmış/ acıkacaktır..." niteliğinde bir iletişim yeterliği kazandırmak için "tense" lere gereksinim duyuyoruz. Tense'ler bizim için en temel bilgi alanıdır. Aslında, farklı dil-kültür dizgelerine sahip kişilerin aralarında iletişim kurabilmelerine (eğer kurabiliyorlarsa) "mucize" gözüyle bakmak gerekir... Çünkü, "tense" ler dahil, birbirine tam paralel iki dil bulmak olanaksız... Örneğin, Kızılderili Hopi dilini öğreniyor olsaydık, "tense" diye bir sorunumuz olmayacaktı: Çünkü Hopi dil-kültür dizgesi dünyaya, bizim anladığımız "geçmiş - şimdiki - gelecek" zaman çerçevesi dışında bakıyor. Ama bu saptama, besbellidir ki, İngilizce öğrenmek peşinde olan bizler için, derdimize çare değil... Sonuç? Herbir dil, kendine özgü, diğerlerinden çeşitli açılardan/ölçeklerde farklı bir dil-kültür dizgesi niteliğindedir. İngilizce "tense" ler ve Türkçe'deki "zaman" ların özdeş olabileceğini sanmak boşunadır. Kimi yerlerde yüksek ölçüde benzerlik hatta eşdeğerlik, kimi yerlerde ise tam bir benzemezlik / farklılığın geçerli olduğunu göreceğiz.. NASIL BİR YAKLAŞIM SUNUYORUZ ? "Tense" ler okullarda, kurslarda, dershanelerde öğretilen temel bilgi odaklarındandır. Ama çoğu kez, öğrenci tense'lerin temel yapısını öğrenmesine karşın, hangisini nerede kullanması gerektiği bilgisinden yoksundur. Kafasında bu konu açıklığa kavuşmamış, pekçok soru takılıp kalmıştır. Bunun nedenleri, 1. İletişim bağlamı ve bunun dile yansımasının önplana alınmaması (o dil-kültür dizgesinde hangi gerçek durumlarda hangi "tense"lerin -- yada tüm öteki dilsel öğelerin -- kullanılacağı bilgisinin kazandırılmaması)... 19.

(20) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. 2. Tense'lerin değişik "ünite" ler halinde, birbirinden kopuk biçimde verilmesidir. Biz bu noktada karşılaştırmalı bir yaklaşımı benimsiyoruz. Vereceğimiz genel tabloda, tense'lerin kendi aralarında yaşam ve deneyim alanımızı nasıl bölüştüklerine ilişkin şematik bilgi sunulacak, ardından herbirinin kullanıldığı yerler yine karşılaştırmalı biçimde ele alınacaktır. Egzersizlerde de karşılaştırma olanağı sağlanması ön planda tutulmuştur.. İNG. TENSE'LER TABLOMUZ Önce MOOD (= iletişim ortamı, düzlemi veya tarzı = kip) kavramından kısaca söz edelim. Türkçe kip örnekleri verelim: Haber kipi, koşul kipi, dilek kipi, emir kipi... İngilizce'de de bunların beş aşağı beş yukarı karşılığı, the indicative mood, the conditionals, the subjunctive mood, the imperative mood... Bu anlatım ortamlarında, tıpkı türkçe'deki gibi, farklı kurallar geçerlidir, fiiller de farklı çekilirler. (DİKKAT: Çekim aynı olsa bile, ilettiği anlam farklıdır. Ayrıca "çekim" asıl fiilin kendisi veya yardımcı fiillerin çekilmesi yoluyla olabilir.) Bu Bölümde ele alacağımız Haber kipi, gerçek durumlardan söz eder. (Hernekadar insanlar çoğu kez yanılıyor yada yalan söylüyor olsalar da...) İngilizce'de koşul ve dilek kiplerinin özelliklerinden ayrı birer bölümde söz edeceğiz. Emir kipine ise, yeri geldikçe kısaca değineceğiz.. HABER KİPİ. İngilizce haber kipinde 12 TENSE bulunmaktadır. Tablomuzda bunlar üçlü bir sınıflama ile şematik hale getirilmiştir: A) Yaşam deneyim alanımız, geçmiş / şimdiki zaman / gelecek ( yani, past / present / future ) bölüklerine ayrılmıştır. Her bölükte 4'er tense yer alır. Yani İng. haber kipinde 4 adet past tense, 4 adet present tense, 4 adet future tense vardır.. PAST. PRESENT. FUTURE 20.

(21) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher Past Simple. Present Simple. Future Simple. Past continuous. Present Continuous. Future Continuous. (Geçmişte kalmış bir. (Şu ana ...veya. (Gelecekteki bir. nokta yada dönem). genelde -- PS). nokta yada dönem). EZEL ________________› NOW ________________› EBED (Geçmişteki bir. (Şu ana değin...ve hala. (Gelecekteki bir. noktanın öncesi). -- bugünün öncesi). noktanın öncesi). Past Perfect Simple. Present Perfect Simple. Future Perfect Simple. Past Perfect Cont.. Present Perfect Cont.. Future Perfect Cont.. B) Ezelden... ebede uzanan zaman çizgimizin üst bölümünde "perfect olmayan tense" ler yer alıyor, alt bölümünde ise "perfect tense" ler. 6'şardan yine 12 tense... Bu "perfect" olup/olmama boyutu İng. ve Türkçe arasındaki en temel farklardan birisi ve İngilizce'nin olaylara bakış açısını çözebilmek için bunun üzerinde çok duracağız. C) Bu durumda Tabloda 6 değişik mevki ortaya çıkmaktadır: (Perfect olmayan): past / present / future, (Perfect olan): past / present / future. Bu altı mevkinin herbirinde 1 çift kardeş tense bulunduğunu, bunların "simple" ve "continuous" kardeşler olduklarını görüyoruz... Az sonra bu ayrım üzerinde esaslı şekilde duracağız.. TENSE'LERİN ADLARI Dilerseniz şimdi İng. tense'lerin adlarını KOLAYCA sayabiliriz: (Bu kitapta dilbilim ve dilbilgisi terimlerine olanaklı en az düzeyde yer vereceğime söz verdim, ama "tense" lerin adlarını öğrenmemiz kaçınılmaz olacak.) PAST TENSES Past Simple / Past Continuous Past Perfect Simple / Past Perfect Cont. 21.

(22) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. PRESENT TENSES Present Simple / Present Continuous Present Perfect Smpl. / Present Perfect Cont. FUTURE TENSES Future Simple / Future Continuous Future Perfect Simple / Future Perfect Cont.. TENSE'LERE İLİŞKİN ALTIN KURALLAR. 1. "PERFECT" KAVRAMI VE SORUNU İngilizce bildiği savında olan çoğu kimseye aşağıdaki Türkçe konuşma örneğini veriyoruz ve İngilizce'ye çevirmesini istiyoruz: -- Hadi gidip "Mumya" filmini görelim. -- Yoo, teşekkür ederim. Ben o filmi gördüm. -- Ne zaman gördün? -- Geçen hafta gördüm. Yurdum İngilizce Bileni çeviriyor: -- Let's go and see "The Mummy". -- No, thanks. I saw that film. [HAVE SEEN olmalı!] -- When did you see it? -- I saw it last week. Okulda/kursta/dershanede hocama soruyorum: "Hocam, bu da gördüm, bu da gördüm. Aralarındaki fark ne?". 22.

(23) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. Hocam da, kendi hocalarından öyle öğrenmiş olduğu, üstüne de pek kafa yormamış olduğu için cevap veriyor: "Yakın geçmiş için simple past, biraz uzak geçmiş için (örneğin beş yıl öncesi) present perfect, çok uzak geçmiş için (örneğin kırk yıl) past perfect..." Neden hocam? "Çünkü, past perfect bizim miş'li geçmişimiz..." vb. ile başlayan yanıtlar.... Sanki tüm diller gramer özelliklerini evrensel bir modele göre oluşturmuşlar, paylaşmışlar gibi... Sanki İngilizce'nin mantığını, Türkçe şablonuna başvurarak açıklayabilirmişiz gibi.... ÇÖZÜM : "Past Tense eşittir Di'li Geçmiş, Past Perfect eşittir Miş'li Geçmiş, vb" gibi dayanaksız yorumlardan uzak durmalısınız. Her present perfect'i di'li geçmişle çevirmeğe, "miş" gördüğünüz her yerde past perfect kullanmağa kalkışırsanız başınız dertten kurtulmayacak demektir. Yapılabilecek tek şey, İngilizce'de hangi durumlarda hangi tense'lerin kullanıldığı bilgisine başvurmaktır. Somutlaştıralım: İngilizce açısından, verdiğimiz konuşma örneğinin ikinci satırındaki "see" eyleminin ne zaman gerçekleşmiş olduğu belirsiz ve önemsizdir. Ön plana çıkarılan kavram, şu an itibariyle bu eylemin gerçekleşmiş durumda olmasıdır: "Ben o filmi görmüş bulunuyorum, görmüş durumdayım." (= Çok güzeldi, hadi gidip bir daha görelim; veya, Boşver, bir daha çekilmez walla...) Dördüncü satırda ise dikkat odağı zaman boyutudur. Olaydan, geçmişte belli ve belirtilen bir noktada gerçekleşmiş bir eylem niteliği ile söz ediliyor. Dikkatimiz o noktaya yöneliyor. Past tense kullanımı zorunluluk taşıyor. Herbir tense için kullanım özelliklerinden ayrı ayrı söz edeceğiz. Ama burada, perfect kavramı için bir genelleme yapalım: Ayırıcı özellik şudur: Sözü edilen eylemin, oluşumun, yada durumun zaman boyutundaki yeri, konumu, koordinatları belli ise, önemliyse, belirtmek istiyorsak, açıkça veya zımnen belirtiyorsak, perfect tense kullanmayacağız. (Zımnen derken ne kastediyorum? Biz "İstanbul'da doğmuşum" diyebiliriz. Yani, miş'li geçmiş kullanabiliriz... Ama İngilizce'de doğru anlatım, "I was born in İstanbul," yani simple past tense olmak zorunda. Çünkü olayın, şu an itibariyle geçmişte kalmış belli bir tarihte gerçekleşmiş olduğu "zımnen" bilinmektedir. Burada "miş'li geçmiş, öyleyse past perfect şeklinde düşünmek -- "I had been born in İstanbul" tamamen yanıltıcı olur. Çünkü Past Perfect için kullanılma kuralı çok açık: geçmişteki bir noktanın daha öncesi. Ama eğer, "I had been born in İstanbul before we moved to İzmir" = "İstanbul'da doğmuşum, İzmir'e taşınmadan önce," diye söz sanatından garip örnekler vermek istiyorsanız. o sizin bileceğiniz iş... Gramer yalnızca bu tümcenin geçerli olduğunu söyleyecektir: Saçmalayıp saçmalamamak ayrı bir olay... Zamanın belli olduğu bir cümlede -- nekadar derin bir geçmiş boyutunda yer almış olursa olsun -- past perfect kullanamazsınız. Simple past kullanmak zorundasınız. Bırakın kırk yılı filan, 15 milyar yıl öncesinden söz edelim: TÜRKÇESİ : Evren günümüzden 15 milyar yıl önce oluşmuştur. ("Oluştu" diyemezsiniz: "Sen orda mıydın? diye sorarlar adama.) 23.

(24) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. YANLIŞ ÇEVİRİ : The universe had come into being 15 billion years ago. DOĞRU ÇEVİRİ : The universe came into being 15 billion years ago. (Not: "By 15 billion years ago, the universe had already been in existence," gibi bir tümce ise geçerli bir tümcedir. "By," zaman bildiren ifadelerde, "önce" anlamına gelir. "Günümüzden onbeş milyar yıl öncesine gelindiğinde evren artık oluşmuştu..." diyor, ki bu da past perfect için belirlediğimiz "geçmişteki bir noktadan öncesi" tanımına uygundur.). İNGİLİZCE'DE "ZAMANIN BELLİ OLMASI" NE DEMEKTİR ? Çok basit... "When?... what time?..." gibi sorulara cevap verebiliyor isek, eylemin zamanı belli demektir. Ancak zamanın belli ve biliniyor olması, mutlaka "past tense" kullanacağız anlamına gelmez. İlaveten, dikkatimizin zaman boyutundaki o noktaya yönelmiş olması, olayın o zaman diliminde gerçeklemiş olmasını önemsiyor ve gizlemek istemiyor olmamız gibi ek şartlar da sözkonusudur. Eğer iletmek istediğimiz anlam, "Ne zaman olduysa oldu, bu önemli değil; önemli olan bunun şu an üzerindeki etkisi" ise, tercihimiz "present perfect" olacaktır. "Karnımı doyurdum, karnım tok..." kavramı eğer, "Ve dolayısıyla şu anda aç değilim, şu anda yemek istemiyorum" anlamına kullanılıyorsa present perfect tense kullanımı gerektirir. (= I've had dinner, I have eaten, thank you...) Çünkü dikkatimiz geçmişteki yemek olayı üzerine değil, şu an içinde bulunduğumuz duruma ilişkindir ve present zamandan söz edilmektedir. Aynı şekilde, "1984 yılından beri İzmir'de oturuyorum" tümcesi, görüldüğü gibi, Türkçe'de "present continuous" ile anlatılmaktadır. Ama, İngilizce'de present perfect continous ile anlatılmak zorunda: Çünkü "Nezaman?" sorusuna değil, "Nezamandan beri?" (since when?) sorusuna cevap veriyor. Yani, burada sözünü ettiğimiz zaman dilimi, yalnızca içinde yaşadığımız zaman dilimini değil, geçmişten günümüze süregelmiş ve hala sürmekte olan bir zaman dilimini kapsıyor, ki bu da İngilizce'de the present perfect continuous tense ile karşılanır. Genelde şunu söyleyebiliriz: "At two o'clock, yesterday, tomorrow, on Tuesday, in June, last year, next year" gibi kavramlar o ünlü ezelden ebede uzanan zaman çizgimiz üzerindeki koordinatları belli olan noktalara işaret ediyorlar. Dolayısıyla "perfect olmayan" tense'lerle kullanılırlar.. PERFECT TENSE'LER İÇİN DENEYİM ALANLARIMIZ. 24.

(25) joshua.ranad@gmail.com ________________________________________________________________________ By dream_Catcher. a) Past perfect simple: Geçmişteki bir noktanın / dönemin öncesinde, zamanı bilinmiyor; bilinse de önemsenmiyor, veya belirtilmek istenmiyor... Kısacası, bu tense'in altın anahtarı, "geçmişteki bir noktanın yada dönemin öncesi"... İrdeleyiniz: Güneş and Meltem çocukken birbirlerini tanıyorlardı; ama geçtiğimiz yıl İzmir'de bir otobüste karşılaştıklarında, birbirlerini yaklaşık on yıldır görmemişlerdi. = Güneş and Meltem knew each other when they were children, but they hadn't seen each other for nearly ten years when they met on a bus in İzmir last year. Dikkat ederseniz, kendilerinin çocukluk dönemi bu tümcede sözü edilen zaman dilimleri arasındaki en eski dönem olmasına karşın, bu durum tense seçimlerimizi etkilemedi. Sonunda diskoya ulaştığımızda, adamın daha önceden çıkıp gittiğini (= çıkıp gitmiş olduğunu) öğrendik. = When we finally got to the diskoteque, we found out that the man had already left. Nişanlımın bana bir Mersedes aldığı yetmişbeşinci yaş günüme kadar hiç Mersedes kullanmamıştım! = I had never driven a Mercedes before my seventy-fifth birthday when my fianceé bought me one! b) Past perfect continuous: Geçmişteki bir nokta öncesinde bir dönem boyunca sürmüş ve tamamlanmış, yada o noktaya değin süreklilik taşımış... O noktada da hala da sürüyor olmuş olabilir... İrdeleyiniz: Güneş uğradığında, Ali iki saattir aynı problem üzerinde çalışıyordu. = When Güneş called, Ali had now been working on the same problem for two hours. Sonunda kendisini ziyaret etmek fırsatını bulduğumda, Zeki Müren altı yıldır Bodrum'da yaşıyordu. = Zeki Müren had been living in Bodrum for nearly six years when I finally had the chance to visit him. Ankara'ya taşınmadan önce bizleri muntazaman ziyaret ediyorlardı. = They had been visiting us regularly before they moved to Ankara. c) Present perfect simple: İçinde yaşadığımız an itibariyle geçmişte, ama etkisi ve sonuçlarını halen yaşıyoruz... Olayın zamanı bilinmiyor; veya bilinse de önemsenmiyor, yahut belirtilmek istenmiyor. Her durumda dikkat odağı, olayın ne zaman gerçekleşmiş olduğu değil; içinde bulunduğumuz durum ile olan bağlantısı... Olaya, şimdiki zamanda etkisi ve sonuçları açısından bakıyor, bunlar üzerinde duruyoruz: "Filmi ne zaman gördün?" sorusunun yanıtı, "Ne zaman gördüysem gördüm; bu önemli değil. Önemli olan filmi görmüş olmam..." İrdeleyiniz: Hiç şimdiye değin bir Mersedes kullandınız mı (veya, kullanmış mıydınız)? = Have you ever driven a Mercedes before (= up until now)? Yani, bu tümce şu anda nihayet bir Mersedesin direksiyonundayız anlamına da gelebilir, yada bilgi almak için sorulan bir soru da olabilir... Odasını temizledi (= ve odası şimdi tertemiz). = He has cleaned up his room. d) Present perfect continuous: İçinde yaşadığımız an itibariyle geçmişten günümüze değin süregelmiş, halâ sürmekte... Başlangıç noktası biliniyor veya bilinmiyor olabilir. Ne zaman başlamış olduğu önemli değil; önemli olan, bir süredir süregelmiş ve hala da sürüyor olması... Nitekim, başlangıç noktasını belirtmek zorunda değilsiniz. İrdeleyiniz: Nekadar zamandır İzmir'de yaşıyorsunuz? = How long have you been living in İzmir? Bir süredir hasta. = He has been ill for some time now. "To be" fiili continuous formda kullanılmaz, ama o anlamı verir.... 25.

Referanslar

Benzer Belgeler

Çetin Anlağan, bundan sonraki çalışm alarında S adberk Hanım Müzesi uzmanlarının bilimsel ça­ lışmalarını tanıtarak araştırmaları­ nı yayınlama fırsatı

Bu dönemde İstanbul ticaret sermayesinin sözcüsü konumunda olan Milli Türk Ticaret Birliği yabancı sermaye ile ilgili öneriler sunar. Yabancı sermayeye ilişkin

---談玫瑰糠疹 ◎北醫附醫 皮膚科王國憲主任 ◎ 「媽,我皮膚上為什麼長了一顆一顆橢圓形

醫療衛教 記憶的戰爭-阿茲海默症 返回醫療衛教 發表醫師 藥劑部藥師 發佈日期

Buruk Acı şarkısına eşlik yazan 65 öğrenciden 8’inin (%12) “Kuvvetli Zamanda Akorun Tek Sesinin, Zayıf Zamanda Akorun İki Sesinin Eşzamanlı Olarak

Ayrıca, kolluk hakkında, adli görevi esnasında işlediği suçlardan dolayı, Cumhuriyet savcısı tarafından, Ceza Muhakemesi Kanunu’na (CMK) göre resen soruşturma

enables a unique opportunity to scientists in Turkey to design epidemiologic studies to better understand the link between the biologic clock/circadian rhythm and stroke,

Doğal çevrenin en önemli fiziksel unsurlarından bir tanesi olan ormanların PKK terör örgütü tarafından bilinçli olarak hedef seçilmesi, çevresel terörün en