• Sonuç bulunamadı

Nurullah Ataç'ın Edebiyat Eğitimindeki Yeri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Nurullah Ataç'ın Edebiyat Eğitimindeki Yeri"

Copied!
79
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

NURULLAH ATAÇ’IN EDEBİYAT EĞİTİMİNDEKİ YERİ

Tuba Açıkgöz

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

(2)
(3)
(4)

NURULLAH ATAÇ’IN EDEBİYAT EĞİTİMİNDEKİ YERİ

Tuba Açıkgöz

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

(5)

i

TELİF HAKKI ve TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU

Bu tezin tüm hakları saklıdır. Kaynak göstermek koşuluyla tezin teslim tarihinden itibaren ...(….) ay sonra tezden fotokopi çekilebilir.

YAZARIN Adı : Tuba Soyadı : Açıkgöz Bölümü : Türk Dili ve Edebiyatı İmza : Teslim tarihi : TEZİN

Türkçe Adı : Nurullah Ataç’ın Edebiyat Eğitimindeki Yeri

(6)

ii

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI

Tez yazma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyduğumu, yararlandığım tüm kaynakları kaynak gösterme ilkelerine uygun olarak kaynakçada belirttiğimi ve bu bölümler dışındaki tüm ifadelerin şahsıma ait olduğunu beyan ederim.

Yazar Adı Soyadı: Tuba AÇIKGÖZ İmza : ………..

(7)

iii

JÜRİ ONAY SAYFASI

Tuba AÇIKGÖZ tarafından hazırlanan “Nurullah Ataç’ın Edebiyat Eğitimindeki Yeri” adlı tez çalışması aşağıdaki jüri tarafından oy birliği / oy çokluğu ile Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Danışman: (Doç. Dr. Halil ÇELTİK)

(Türk Dili ve Edebiyatı, Gazi Üniversitesi) ……… Başkan: (Prof. Dr. Cemal KURNAZ)

(Türk Dili ve Edebiyatı, Gazi Üniversitesi) ……… Üye: (Yard. Doç. Dr. Serdar ODACI)

(Türk Dili ve Edebiyatı, Hacettepe Üniversitesi) ………

Tez Savunma Tarihi: 04/01/2017

Bu tezin Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olması için şartları yerine getirdiğini onaylıyorum.

Prof. Dr. Ülkü ESER ÜNALDI

(8)

iv

TEŞEKKÜR

Çalışmam boyunca görüş, öneri ve deneyimlerini benden esirgemeyen değerli tez danışmanım Doç. Dr. Halil ÇELTİK’e, desteklerini her zaman hissettiren aileme, her aşamada en büyük yardımcım olan biricik eşime ve enerji kaynağım oğluma teşekkürlerimi sunarım.

(9)

v

NURULLAH ATAÇ’IN EDEBİYAT EĞİTİMİNDEKİ YERİ (Yüksek Lisans Tezi)

Tuba Açıkgöz GAZİ ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

Ocak 2017

ÖZ

Geçmişten günümüze aktarılarak gelen tarihi birikimlerin, yaşanmışlıkların, tecrübelerin, duygu ve düşüncelerinin sonucu oluşan değerler, hem bireysel hem de toplumsal olarak hayatlara yön veren inanışların tümüdür. Sahip olunan bu değerler sayesinde var olan toplumlar, yine bu değerlerle geleceğe umutla bakabilirler. Türk Dili ve Edebiyatı dersi vasıtasıyla gençlere, sahip olduğumuz değerler benimsetilebilir. Edebiyatla tanışan öğrenci hem sanatçıyla hem de sanat eseriyle iyi-kötü, güzel-çirkin gibi kavramları estetik bir çerçeve içinde görerek olması gerekeni algılayabilir. Böylece düşünen, sorgulayan ve analizler yapabilen genç beyinler yetişmiş olur. Dil ise toplumların kültürel birikimlerini gelecek nesillere aktaran bir araçtır. Duygu ve düşünceleri ifade etme, iletişim kurma, toplumsal değerleri aktarma vasıtası olan dil, insanlar arasında güçlü bir bağ oluşmasına önemli katkılar sağlar. Topluma ait kültür ögeleri dil ile gelecek kuşaklara aktarılır. Dil eğitimi, insanların anadillerini doğru bir şekilde öğrenmesini hedefler. Bu da Türk Dili ve Edebiyatı dersi sınırları içindedir. Araştırmanın Nurullah Ataç üzerinde yoğunlaşmasının sebebi, yazarımızın dil ve eğitim alanlarında önemli fikirler ortaya koymuş olmasıdır. Yazılarında edebiyat eğitimiyle ilgili düşüncelerini açıklayan Ataç, gençlere, araştırmacılara ve öğretmenlere ışık tutacak bilgilere değinir. Araştırmayla birlikte, Ataç’ın görüşleri doğrultusunda yeni ve çağdaş bir eğitim sisteminin nasıl olması gerektiği hakkında bilgiler elde edilmiştir. Bu araştırmanın edebiyatla ve edebiyat eğitimiyle ilgilenen araştırmacılara ve öğretmenlere kaynak olacağı düşünülmektedir. Birinci ve ikinci bölümde Nurullah Ataç’ın edebiyat eğitimi ile ilgili düşünceleri üzerine yapılan bu çalışmanın önemi ve amacı anlatılmıştır. Çalışma sürecinde uygulanan yöntem, sınırlılıklar, varsayımlar açıklanmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen bulgular yorumlanmıştır. Üçüncü bölümde, yazar hakkında ön bilgi sağlanması ve edebiyat eğitimi ile ilgili düşüncelerini anlamaya yardımcı olması sebebiyle Nurullah Ataç’ın hayatı ve eserleri incelenmiştir. Dört, beş, altı ve yedinci bölümler tezimin ana konusunu oluşturmaktadır. Şiir-mana, şiir-fayda, divan şiiri, halk şiiri, şiirde biçim alt başlıkları dâhilinde Ataç’ın şiir hakkındaki düşünceleri anlatılmıştır. Genç

(10)

vi

şairlere verdiği destek ile gelecek nesillere verdiği önem vurgulanmıştır. Roman, hikâye, tiyatro, masal, edebiyat tarihi, tercüme ve eleştiri-deneme-söyleşi hakkındaki düşüncelerinden yola çıkılarak Ataç’ın nesir hakkındaki düşünceleri anlatılmıştır. Nurullah Ataç ismi etrafında yapılan araştırmalar genellikle dil üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu çalışmada da Ataç’ın dil anlayışı, dilin kültür ve uygarlıkla ilişkisi ve dili yenileştirme çalışmaları konuları esas alınarak incelenmiştir. Tezimin çekirdeğini oluşturan kısım ise Nurullah Ataç’ın eğitim ile ilgili düşüncelerinin araştırıldığı yedinci bölümdür. Türk ve Batı Edebiyatı eğitimi ve ana dil eğitimi alt başlıklarıyla Ataç’ın eğitim anlayışı aktarılmıştır. Yazıları esas alınarak öğretmenlik mesleği ile ilgili görüşleri bir araya toplanmış ve böylece nasıl eğitim verilmesi hakkındaki düşünceleri açığa çıkarılmıştır. Son olarak da Nurullah Ataç’ın gençlere verdiği öğütler toparlanarak eğitim alanına katkı sağlanması, gençlerin yoluna ışık tutması amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Nurullah Ataç, Edebiyat, Eğitim, Dil, Şiir, Nesir Sayfa Adedi: 64

(11)

vii

NURULLAH ATAC’S PLACE IN LITERATURE EDUCATION (M.S. Thesis)

Tuba Açıkgöz GAZI UNIVERCITY

GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES January 2017

ABSTRACT

Transferred from past to present their historical background, their experiences, thoughts and feelings of the resulting values is both individual and social beliefs as well as giving direction to all of life. Thanks to these owned values that effect societies, with the hope for the future with these values again. Our values may be adopted for young people through the course of Turkish Language and Literature. Both the artist and student of literature and art meet the good and bad, beautiful-ugly concepts such can detect within an aesthetic framework should be seeing. So young minds are capable of thinking, questioning and making analysis will be trained. Language is a tool that is passed on to future generations of the cultural heritage of society. Language is a means of expressing thoughts and feelings, communication, transferring social values, and also provide an important contribution to the formation of a strong bond between people. Cultural elements of community transmitted to future generations by language. Language training is aimed at people learning the native language correctly. It is also within the boundaries of the Turkish Language and Literature course. The cause of the concentration on Nurullah Atac is that he is an author of our language and has revealed important ideas in the field of education. Atac whom explains his toughts about literature education, refers to shed light on information to youth, researchers and teachers. With this research, we obtain information about how it should be new and modern education system in accordance with the opinion of Atac. It is considered that this research will be resource for researchers and teachers who are interested in the study of literature. In the first part, the importance of this study on related ideas and purpose are described in the literature education of Nurullah Atac. The methodology of the study process, limitations, assumptions are described. The research results obtained findings were reviewed. In the second part, providing preliminary information about the author and since it helps to understand their thoughts about the life and works of literary education Nurullah Atac were investigated. The third chapter is the main subject of this thesis. Poetry meaning, poetry benefits, divan poetry, folk poetry, including sub-headings are described as Atac’s thoughts on poetry. With support

(12)

viii

for the young poet has emphasized as the importance given to future generations. Novels, stories, plays, fairy tales, literary history and criticism-trial interview translated starting from thinking about ideas about Atac's prose is described. Research conducted around Nurullah Atac name has usually focused on his language. In this study, Atac’s language understanding, language, culture and civilization relations and renovation work has been examined on the basis of language issues. The part that forms the core of our thesis is heading the investigation of Nurullah Atac’s thoughts about education. With sub-headings of Turkish and Western Literature education and native language education on Atac’s thouts are described. Text gathered together on the basis of the opinion of the teaching profession and thus how his thoughts on the training were revealed. Finally, the collected Nurullah Atac advices to young people to contribute to the field of education, intended to shed light on the way of young people path.

Key Words: Nurullah Atac, Literature, Education, Language, Poem, Prose Page Number: 64

(13)

ix

İÇİNDEKİLER

TELİF HAKKI ve TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU ... i

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI ... ii

JÜRİ ONAY SAYFASI ... iii

TEŞEKKÜR ... iv

ÖZ ... v

ABSTRACT ... vii

BÖLÜM 1 ... 1

1. GİRİŞ ... 1

1.1. Problem Durumu

... 1

1.2. Çalışmanın Önemi

... 1

1.3. Çalışmanın Amacı

... 2

1.4. Sınırlılıklar

... 3

1.5. Varsayımlar

... 3

BÖLÜM 2 ... 4

2. YÖNTEM ... 4

2.1. Çalışmanın Modeli

... 4

2.2. Evren ve Örneklem

... 4

2.3. Veri Toplanma Yöntemi

... 4

2.4. Verilerin Analiz Edilmesi

... 5

BÖLÜM 3 ... 6

3. NURULLAH ATAÇ’IN HAYATI ... 6

3.1. Nurullah Ataç’ın Yazdığı Dergiler Ve Gazeteler

... 16

3.1.1. Dergiler

... 16

(14)

x

3.2. Nurullah Ataç’ın Çevirileri

... 16

3.2.1. Yunan Klasikleri

... 17

3.2.2. Latin Klasikleri

... 17

3.2.3. Fransız Klasikleri

... 17

3.2.4. Latin Amerika Klasikleri

... 17

3.2.5. Öteki Dizinler

... 18

3.3. Nurullah Ataç’ın Kitapları

... 18

BÖLÜM 4 ... 19

4. NURULLAH ATAÇ’IN ŞİİR İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ ... 19

4.1. Şiir-mana

... 20

4.2. Şiir-fayda

... 21

4.3. Divan Şiiri

... 22

4.4. Halk Şiiri

... 25

4.5. Şiirde Biçim

... 27

4.5.1. Aruz

... 27

4.5.2. Serbest Nazım

... 28

4.5.3. Rubai

... 28

4.5.4. Şiir ve Destan Tartışması

... 29

4.6. Genç Şairlere Destek

... 29

BÖLÜM 5 ... 31

5. NURULLAH ATAÇ’IN NESİR İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ ... 31

5.1. Roman

... 31

5.2. Hikâye

... 32

5.3. Tiyatro

... 33

5.4. Masal

... 34

5.5. Edebiyat Tarihi

... 34

5.6. Tercüme

... 35

5.7. Eleştiri-Deneme-Söyleşi

... 36

BÖLÜM 6 ... 38

6. NURULLAH ATAÇ’IN DİL İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ ... 38

(15)

xi

6.2. Dilin Kültür ve Uygarlıkla İlişkisi

... 39

6.3. Dili Yenileştirme Çalışmaları

... 40

BÖLÜM 7 ... 42

7. NURULLAH ATAÇ’IN EĞİTİM İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ ... 42

7.1. Edebiyat Eğitimi

... 42

7.1.1. Türk Edebiyatı

... 43

7.1.2. Batı Edebiyatı

... 45

7.2. Ana Dil Eğitimi

... 46

7.3. Öğretmenlik Mesleği ile İlgili Görüşleri

... 47

7.4. Gençlere Öğütler

... 50

BÖLÜM 8 ... 55

SONUÇ ... 55

(16)

1

BÖLÜM 1

1. GİRİŞ

Bu bölümde araştırmayı okuyucuya tanıtmak amacıyla oluşturulan, problem durumu, çalışmanın önemi, amacı, sınırlılıklar ve varsayımlar ifade edilmiştir.

1.1. Problem Durumu

Nurullah Ataç ile ilgili daha evvel yapılan akademik çalışmaların çoğu onun eserlerini değerlendirmek ve bu eserlerin edebiyat dünyası için önemini ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Fakat edebiyat eğitimi için görüşlerini içeren ayrıntılı bir araştırma yapılmamıştır. Ataç, gerek öğretmen gerekse idareci olarak otuz yıla yakın bir süre eğitim camiasında bulunmuştur. Eserlerinin incelenerek edebiyat eğitimi alanındaki görüşlerini ortaya koymanın önemi büyüktür.

1.2. Çalışmanın Önemi

Ataç, İsviçre’den Mondros Mütarekesi sırasında yurda dönmüştür. Sivas’ta bir ortaokulda kısa bir süre Fransızca öğretmenliği yapmıştır. 1921’den 1952’ye kadar çeşitli okul ve kurumlarda görev almıştır. Bir dönem Adana lisesinde edebiyat öğretmeni ve müdür muavini görevlerinde bulunmuştur. Sonra Ticaret Müdüriyet-i Umumiyesi mütercimliği görevini üstlenmiştir. Daha sonra sırasıyla Mukavelat-ı Ticariye Tetkik Dairesi Heyet-i Tahririye Müdürlüğü, Talim ve Terbiye Dairesi Mütercimliği, İlk Tedrisat Dairesi Şube Müdür Vekilliği’nde bulunmuştur. Ankara ve İstanbul’daki çeşitli okullarda öğretmenlik yapmıştır. 1947’de cumhurbaşkanlığı baş mütercimliğinde görev almıştır. Ataç, Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda da çalışmıştır. 1949’da girdiği Türk Dil Kurumu’nda Yayın Kolu Başkanı olmuştur. Vefatına kadar bu sıfatla Türk Dili Dergisi’ni yönetmiştir. (Satkın, 2004).

(17)

2

Nurullah Ataç, edebiyat ve kültür hakkında çok sağlam değerlere sahiptir ve bu sağlam bilgi üzerinde çeşitli düşünce denemeleri yapmıştır. Seçmiş olduğu deneme türü bu alıştırmalara fırsat vermektedir. Onun yazıları, okuyucu –fikirleri paylaşsın paylaşmasın- söyleyecek sözü olan, kültürlü bir yazarı okumaya ve onunla birlikte düşünme çabasına yöneltir. Ataç, hükümleri her zaman tartışmak gerektiğine inanmıştır. Dil ve edebiyatı eğitim meselesi olarak ele alışında da aynı tavır söz konusudur. O, sadece bu meseleler hakkında teorik yazılar yazan biri olarak değil bir öğretmen olarak da aksaklıkları tespit etmiş, bir kısmı uygulanabilir, bir kısmı da ütopik olarak kalacak bazı teklifler getirmiştir. Bütün amacı Türk diline ve Türk düşünce hayatına hizmet etmek olan Nurullah Ataç’ın her duygusuna, düşüncesine edebiyat karışır. Edebiyatın içinde duyan ve düşünen ve aynı zamanda da bizzat eğitim camiası içinde bulunmuş olan Nurullah Ataç’ın eğitimle ilgili yazıları incelendiğinde ilk sırayı dil ve edebiyatın aldığı görülmektedir. (Çılgın, 2006, s.1).

Bir toplumda ahlâkın ilerlemesini, düzelmesini istiyor musunuz? O toplumda edebiyat, sanat merakını uyandırmağa, geliştirmeğe çalışın. Çocuklara, gençlere şiirler, hikâyeler, romanlar okutturun, onları tiyatrolara, sinemalara gönderin. O hikâyelerin, romanların, oyunların insanlarıyla tanışsınlar, onların hayatlarını hayallerinde yaşasınlar, öğrensinler, onların içlerini, böylece gerçekteki insanları da daha iyi anlarlar. Çocuğunuz büyüyünce ne olacaksa olsun, küçükken siz ona edebiyatı sevdirmeye bakın, ilim, bilgi sonradan gelecektir, önce insanlığını kurmak, hayalini işletmek gerekir. (Ataç, 1968, s.141- 142).

Ataç’ın edebiyatımızdaki yerini hocası Yahya Kemal şu cümle ile ifade etmiştir: “Nurullah Ataç tek başına bir yıldızdır, onun âleminde bulunmak bütün şiiri anlamak demektir” (Enginün, 1991, s. 184). Türk edebiyatında önemli bir yeri bulunan bu mümtaz şahsiyetin edebiyat eğitimine katkısının incelenmesi, edebiyatın nesillere aktarımı ve öğretimi için önemi azımsanamayacak bir çalışma olacaktır.

1.3. Çalışmanın Amacı

Nurullah Ataç, kültür, medeniyet, dil gibi düşünce dünyamızın temel konularının yanı sıra, eğitim hayatımızı yakından incelemiş, aksayan yönleri tespit ederek bunları gidermek için kendine göre çözüm yolları sunmuştur. Bu çözüm yolları eğitimin kalitesini artırmak için tespit edilmeli, özellikle edebiyat eğitimi alanındaki görüşleri eğitim sistemine uyarlanarak daha kalıcı bir eğitim sağlanmalıdır. Bu çalışmanın amacı da Ataç’ın eserlerinin edebiyatımıza kazandırdıklarının incelenerek onun edebiyat eğitimi üzerine görüşlerini ortaya koymaktır.

Ataç’ın eserleri değerlendirilirken ve eğitim ile ilgili görüşleri ortaya konulurken onun yazarlığının yanında eğitimci yönü de unutulmamalıdır. Bu sebeple Ataç’ın kısa bir biyografik tanıtımı yapılarak, eğitim hayatındaki rolü değerlendirilerek eğitimci kişiliği de ortaya konulmuştur. Amacımız yazarın yalnızca hayatını incelemek ya da eserlerinin sadece edebi yönden incelenmesi ve edebiyat dünyasına katkısının ortaya çıkarılması değil, bu eserlerde Ataç’ın eğitimci kimliğini vurgulamak ve edebiyat eğitimi üzerine görüşlerini tespit etmektir.

(18)

3

1.4. Sınırlılıklar

Çalışmam “Nurullah Ataç’ın Edebiyat Eğitimindeki Yeri” başlığı altında temellendirilerek Ataç’ın edebiyat eğitimine katkıları ve onun eğitim hakkındaki görüşleri ortaya çıkarılmıştır. Kavramsal çerçeve Ataç’ın, günümüze kadar yayınlanmış eserleri, onun hakkında yazılan eserler, ilgili bilgi şölenleri, hayatı ile ilgili ulaşacağımız veriler ve Ataç’ın eğitime bakışı ile ilgili ulaşabileceğimiz diğer çalışmalar olarak sınırlı tutulmuştur. Araştırma esnasında çalışmamın konusu dâhilinde ulaşılan bilgiler de kapsama alınmıştır. Araştırmam bir biyografi taraması değildir. Bu nedenle Ataç’ın hayatı hakkında ayrıntılı bilgiler verilmemiş, hayatı hakkında gerekli bilgilere daha önce yapılmış araştırmalardan hareketle kısaca değinilerek ve bizim asıl konumuz olan onun edebiyat öğretimi üzerine görüşleri tespit edilmiştir. Tezimin amacı yalnızca metinleri incelemek olmayıp aynı zamanda bu metinlerden Ataç’ın eğitim ile ilgili görüşlerine ulaşabilmektir.

Bu amaçla,

1. Nurullah Ataç ile ilgili biyografik kaynaklar taranarak Ataç’ın hayatında çalışmamın amacına uygun veriler tespit edilmiştir.

2. Ataç’ın kendi eserleri incelenerek edebiyat eğitimi ile ilgili görüşleri tespit edilerek ve edebiyat eğitimine katkıları gözler önüne serilmiştir.

3. Ataç ile ilgili yapılan diğer çalışmalar incelenip, edebiyat öğretiminde Ataç’ın görüşlerinin diğer araştırmacılar tarafından nasıl değerlendirildiği ortaya koyulmuştur.

Nurullah Ataç ile ilgili ulaşılan yayınlanmış eserler bu kapsamda incelenmiş, yayınlanmamış eserler ya da süreli yayınlarda bulunan bilgiler ise kütüphanelerden temin edilmiştir.

1.5. Varsayımlar

Burada Nurullah Ataç'ın hayat hikâyesi ortaya konmuş ve eserleri edebî yönden incelenmiş kabul edilmiş ve bu bilgiler ilgili kaynaklardan özetlenerek tezimle ilgili olduğu kadarı alınmıştır. Ataç’ın eserleri ile ilgili sağlam, güvenilir ve çeşitli kaynaklardan ulaşılan bilgiler bu bağlamda doğru olarak varsayılacaktır. Ataç’ın eserleri yaşadığı dönemden çok günümüz edebiyat dünyasında değer görmüş ve araştırmalarda yerini almıştır.

(19)

4

BÖLÜM 2

2. YÖNTEM

Bu bölümde çalışmada kullanılan model; amaca uygunluğu ve gerekçeleriyle birlikte sunulmuştur. Belirlenen yönteme göre, kullanılmış olan evren – örneklem, veri toplama yöntemi ve verilerin analiz edilmesi ile ilgili detaylar açıklanmıştır. Araştırma kapsamında elde edilen verilerin analizine ilişkin bulgular anlatılmıştır. Son olarak çalışmadan elde edilen sonuçlar ifade edilmiştir.

2.1. Çalışmanın Modeli

Çalışmamın amacı edebiyat dünyası için önemli eserler vücuda getirmiş ve edebiyat eğitimi için yıllarını vermiş olan Nurullah Ataç’ın bir edebiyat eğitimcisi olarak değerlendirilmesi ve görüşlerinin ortaya konmasıdır. Bu kapsamda gerekli eserler incelenmiştir. Çalışmam var olan bir durumu var olduğu haliyle ortaya koymayı hedef edinen bir çalışma olmuştur. Bu açıdan değerlendirildiğinde çalışmamın modeli betimsel bir model olarak belirtilebilir.

2.2. Evren ve Örneklem

Çalışmamın evreni, Ataç'ın bütün eserleridir. Ayrıca onunla ilgili yapılmış çeşitli inceleme ve araştırmalar da bu evrene dâhildir. Örneklemimiz ise bu inceleme ve eserlerden tespit edebildiğim Ataç'ın eğitim öğretim, özellikle de Türk dili ve edebiyatı eğitimiyle ilgili görüşleri, önerileri ve uygulamalarıdır.

2.3. Veri Toplanma Yöntemi

Araştırma, Nurullah Ataç’ın edebiyat eğitimi hakkındaki görüşlerinin değerlendirilmesi bakımından betimsel ve Ataç’ın günümüzde yaşamadığı düşünüldüğünde bir bakımdan da tarihsel bir çalışma olmuştur. Bu çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden literatür taraması yöntemi kullanılarak, Ataç’ın eserleri ve onunla ilgili yazılmış olan eserler incelenmiş ve

(20)

5

onun eğitimle ilgili tespit, öneri ve uygulamaları ortaya konulmuştur; diğer çalışmalar da araştırmam kapsamında değerlendirilmiştir.

Araştırma, Nurullah Ataç’ın edebiyat eğitimi ile ilgili görüşleri hakkında bilgi veren materyalleri kapsamaktadır. Geçmişte derlenen ve bizim için birer veri kaynağı olan bu materyallerin araştırmanın güvenirliğini artırdığı düşünülmektedir.

2.4. Verilerin Analiz Edilmesi

Nurullah Ataç'ın eserlerinden eğitim-öğretimle ilgili tespit edilen bilgiler genel olarak değerlendirilmiştir. Ulaşılan bilgilerin çok fazla olması sebebiyle, farklı türdeki edebî eserleri ayrı başlıklar altında değerlendirilerek edebiyat eğitim hakkındaki görüşleri tespit edilmiştir.

(21)

6

BÖLÜM 3

3. NURULLAH ATAÇ’IN HAYATI

Nurullah Ataç 21 Ağustos 1898’de İstanbul Beylerbeyi’nde ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası 1856 Halep doğumlu Mehmet Atâullah Mefharî’dir. Gümrükçüoğulları’ndan Mehmet Atâullah Mefharî 1919’da İstanbul’da vefat etmiştir. Nurullah Ataç’ın babası, Hammer Purgstall’den on ciltlik Devlet-i Osmaniye Tarihi (1911-1919) ile Paul de Kock’tan Üç Fistanlı Kız’ı, Bernardin de Saint Pierre’den Paul Ve Virginie’yi çevirmiştir. İktitaf adlı bir de seçme yazılar kitabı vardır. Maliye Mektupçuluğu, Islahat-ı Maliye Heyeti Azalığı, Mekteb-i Sultani edebiyat öğretmenliği ve Maliye Nazırlığı görevlerinde bulunmuştur. Nurullah Ataç’ın annesi Maraşlı Kısakürekler ailesinden Münire Hanım’dır.

Nurullah Ataç’ın kardeşlerinin adı: Galip, İklima, Refik, Saadet, Behçet. Ataç’ın ağabeyi Galip (1879-1947) İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi öğretim üyeliği, Haydarpaşa İntaniye Hastanesi başhekimliği, Ankara Radyosu Redaksiyon Başkanlığı ve İstanbul milletvekilliği yapmıştır. Claude Bernard’ın Tıpta Tecrübe Usulünün Tetkikine Giriş (1934), Valery Radot’un Pasteur’ün Hayatı (1935), Ch. V. Seignobos’un Tarih Tetkiklerine Giriş (1937) çevirileri ve Radyoda Evin Saati (dört cilt, 1942-1943) adlı eseri vardır.

Anlaşıldığı üzere Ataç’ın ailesi de kendisi gibi edebiyata karşı yoğun bir ilgi besler. “Nurullah Ataç eşine az rastlanır bir yazarımızdı. Bütün varlığını edebiyata adamıştı. Yüreğini de, kafasını da edebiyat doldurmuştu. (…) Gerçekten de bir ‘edebiyat tutsağı’ idi. Bir tiryaki, bir âşık. O kadar ki, salt ‘edebiyat için’, ‘edebiyatla birlikte’ yaşadığı söylenebilirdi.” (Bezirci, 1983, s. 7-8)

Nurullah Ataç, Keziban’ın ağzından kendisini şu şekilde anlatır:

Sizde edebiyat sevdası var, ancak edebiyata vurgunsunuz, her şeyi edebiyat arkasından görüyorsunuz. Gelmiş, şurada deniz boyunda geziyordunuz: denize baksanız a! Hayır, ille şiiri,

(22)

7

Yahya Kemal’i, Moreas’ı, Valery’yi düşüneceksiniz. Baki Efendiden beyit okuyacaksınız… Siz kendiniz bir tutsaksınız, edebiyat tutsağı… Edebiyat sizi avucunun içine almış, bir dakika salıvermiyor. Her düşüncenize, her duygunuza edebiyat karışıyor (Ataç, 1945).

“Ne söylendiği kadar nasıl söylendiğiyle de ilgilenen Nurullah Ataç, bu durumu uygarlık sorunu olarak değerlendirir. Çünkü, Nurullah Ataç’ın benimsediği sınırlar dâhilinde söylenmiş söz, medeniliğin derecesini de gösterir ve medeni olmak ölçüp biçmeyi, hesaplamayı, kuralları ve başkasını gözetmeyi gerektirir.” (Akyıldız, 2002, s.25-26)

Nurullah Ataç’la annesi ilgilenemez, çünkü sağlık durumu iyi değildir. Sütannesi Hanife, dadısı Sıdıka ve ablası İklima, Ataç’ı yetiştirir. On bir yaşındayken de (1909) annesini kaybeder.

1909 tarihinde ilkokulu bitiren Ataç, bir yıl kadar Frerler’de, dört yıl da Mekteb-i Sultani’de (Galatasaray Lisesi) okur. Edebiyat öğretmenliğini Fazıl Ahmet Aykaç yapmıştır. Fransızcadan çevrilmiş bir monolog olan ilk yazısı, Mektepli dergisinde çıkmıştır.

Nurullah Ataç, on beş on altı yaşlarında eğitim amacıyla İsviçre’ye gider. Cenevre’de Fransızcasını ilerlettiği gibi Fransız edebiyatını da yakından tanıma şansını yakalar. Tiyatroya ilgili olan Ataç, Hamlet’te balıkçı rolünü oynar. (Tolluoğlu, 1980, s.22) Bu ilgisini kendisi de ifade eder: “Ta çocukluğumdan beri severim oyun görmeyi. Kendim de oynamaya, oyunlar yazmaya özendiğim oldu, o vergi yokmuş bende, beceremedim.” (Ataç, 1949)

Babası vefat eden Nurullah Ataç, İstanbul’a dönmek zorunda kalır. Bir süre Darülfünun’da edebiyat derslerine girer. Sonra Fransızca öğretmeni olur. 1921-1925 yılları arasında sırasıyla Nişantaşı Lisesi, Vefa Sultanisi, İstanbul Sultanisi, Üsküdar ve Adana liselerinde öğretmenlik yapar.

Yazı hayatı 1921’de Dergâh dergisinde Ahmet Haşim ile ilgili bir yazıyla başlayan Nurullah Ataç, aynı dergide şiirler yayınlayarak devam eder. Bu şiirlerin isimleri: Yalnızlık, Melâl Perisi, Son Gül, Tahattur Saati, Sevdiğim Emeller, Akşam Şarkısı. 1922’de Akşam gazetesinde, özellikle tiyatro ile ilgili yazılar yazmaya başlar.

Bunca yıldır yazıyorum, ne yaptım ben? Yanılmıyorsam 1921’deydi, Dergâh’ta yazmaya başladım. Ahmet Haşim’in Göl Saatleri yeni çıkmıştı, ilk yazım onun üzerinedir. Sonra tiyatro eleştirmesine geçtim. Benim yazı yazmaya başladığım yıllarda bir Avrupa hayranlığı vardı bu ülkede. Avrupa hayranlığını kötüleyecek değilim. Gözlerimizi Avrupa’dan ayırmamalıyız, çoktur, sayılmayacak kadar çoktur bizim Avrupa’dan almamız gereken şeyler. Geleneklerimize sımsıkı bağlı kalmamızı, Avrupalı yazarların kitaplarını kapatıp da kendi edebiyatımızla yetinmemizi öğütleyenler oluyor, onlardan değilim ben, eritmeliyiz kendimizi Avrupa uygarlığı içinde, kurtuluş ondadır. (Ataç, 2012, s.15)

(23)

8

Nurullah Ataç, 1925’te Leman Hanım ile evlenir. Bu dönemde Ataç, Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü’nde öğretmenlik yapmaktadır. 1926’da Meral adında bir kızları olur.

1925-1927 yıllarında Ticaret Müdüriyet-i Umumiyesi, Mukavelat-ı Ticariye Tetkik Dairesi Heyet-i Tahririye Müdürlüğü ile Talim ve Terbiye Dairesi çevirmenliği, İlk Tedrisat Dairesi Şube Müdür Vekilliği görevlerinde bulunur. 1927’de Hayat Dergisi ile Hakimiyet-i Milliye ve Milliyet gazetelerinde yazması için davet edilir. 1928’de Ankara Orta Muallim Mektebi’nde, 1930’da İstanbul Pertevniyal Lisesi’nde öğretmenlik yapar.

Nurullah Ataç, 1932’de Darülbedayi, 1933’te Yedigün, 1934’te Yeni Adam, 1936’da Son Posta, 1937’de Haber Akşam Postası gazetelerinde yazmaya başlar. 1937’de İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu’na verilir. 1939’da Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü’ne, 1941’de Atatürk Lisesi’ne atanır. Daha sonra Ataç, Maarif Vekâleti tarafından 1940’ta kurulan Tercüme Bürosu’nda çalışır. Bedrettin Tuncel, Suut Kemal Yetkin, Sabahattin Eyuboğlu ve Nurullah Ataç’tan oluşan büro, Tercüme Dergisi’ni çıkarmakta ve dünya klasiklerinin dilimize çevrilmesi işini yönetmekteydi. Ataç burada çalışırken bir yandan da Yunan, Latin, Fransız ve Rus edebiyatlarından çeviriler de yapar.

Nurullah Ataç’ın hayatının yakın bir tanığı olan Mustafa Canpolat, usta yazarın yazılarına ne kadar titizlik gösterdiğini bizzat gördüğünü anlatır. Basıma verirken kâğıtta çizik, silik veya herhangi bir karalama bulunmazmış. Özellikle noktalama işaretlerine ve düzeltme işaretine çok dikkat eden Ataç’ın başından geçen bir olayı bizlere nakleder. “Türk Dili’nin düzeltmeni, Ataç’a sormadan, yazılarında geçen sözcüklere düzeltme işareti koymuştu. Ataç, sinirlendi, köpürdü. ‘Bu adam bir daha benim yazılarıma karışmasın!’ diye telefon ediyordu Genel Yazmana. Bu konuşma sırasında telefon gereci de çatlamıştı.” (Canpolat, 2010, s.590) Ataç’ın yazı yazma serüveninden bahsederken Canpolat şu ifadeleri kullanır:

Ataç gibi verimli bir yazarın çok kolay yazdığı sanılabilir. Hele onun konuşma biçimindeki devrik cümlelerini, salt aklına geldiği gibi kolay yazmak için yaptığını sananlar vardır. Ama gerçek böyle değildi. Ataç, bütün ustalığına karşın, oldukça güç yazan bir kimse idi. Yazı yazarken titiz ve sinirli idi. Kafasında iyice olgunlaştırdığı düşüncelerini kâğıda geçirirken en küçük bir cümle aksamasına, bir sözcüğün yerli yerinde olmamasına dayanamazdı. Kâğıt üzerinde düzeltme yapmak sevmediği bir şeydi. Bir gün, bir Yayın Kolu işyarı, Ataç’ın yazı masasından aldığı bir kâğıt tomarını göstermişti bana. Ataç, yazılarını makine ile yazarken, beğenmediği bir yer olunca, hemen kâğıdın orasını koparıp atıyor ve yeniden başlıyordu yazısına. En çok yazılarının başlangıcında güçlük çektiği görülüyordu. (Canpolat, 2010, s.589)

1940’a kadar dil devrimine karşı olan Ataç, bu tarihten sonra dil devriminin ateşli bir savunucusu ve uygulayıcısı olur. 1944 yılında Basın Yayın Umum Müdürlüğü’ne bağlı Yayın Şefliği’ne, 1945 yılında tekrar Atatürk Lisesi’ne atanır. 1947 yılında İsmet İnönü

(24)

9

cumhurbaşkanlığındayken çevirmenliğine getirilir. Varlık Dergisi’nde yazıları görülür. 20 Aralık 1949 tarihinde Türk Dil Kurumu’na üye olur. 11 Şubat 1951’de yönetim kuruluna seçilir. 29 Mayıs 1951 tarihinde ise TDK Yayın Kolu Başkanlığı’na yükselir. Aynı yıl, Türk Dili ve Pazar Postası’nda eleştiri ve denemeleri çıkar.

1950 yılında Demokrat Parti seçimleri kazanır ve Celal Bayar cumhurbaşkanı olur. Önceleri İsmet İnönü ile yakın dostluğu olan Ataç’ın da görevi değişir. Bu duruma kızan Nurullah Ataç, o günden sonra işe gitmez. Cumhuriyet Gazetesi başyazarı Nadir Nadi’nin aracılığıyla beş aylık izin alır. 7 Şubat 1952 tarihinde, otuz yılı doldurduğunu belirterek emekli olur. Yine 1952 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’ne üye olur. Dünya Gazetesi’nde yazar. 1953’te Son Havadis’te yazıları yayımlanır.

Nurullah Ataç çoğu zaman yazarlarla buluşup edebiyat sohbetleri eder. Ankara’daki Özen ve Kutlu Pastaneleri’nde ya da evinde insanlarla buluşur. Dostlarıyla bir araya gelip şiirlerden konuşur. Fransız basınını dikkatle takip eder. Taşralarda çıkanlar başta olmak üzere, Türkçe edebiyat dergilerini özenle okur, gençlere yol göstermeye çalışır.

Nurullah Ataç’ın edebi hayatını iki dönemde incelemek mümkündür. Bunlardan ilki 1930-1940 yılları arasındaki dönemdir. Ataç’ın bu döneme ait yazılarında Osmanlıca kelimelere de rastlanır, zaman zaman Fransızca kelimelere bulduğu karşılıkları da kullanır, bu dönemde devrik cümle kullanımına henüz başlamaz, anlatımını soru ve cevaplarla hareketlendirmeye çalışır. Ataç’ın edebi hayatındaki ikinci dönem ise 1940’tan ölümüne kadar olan süredir. Ataç’ın çoğunluğu Ulus, Cumhuriyet, Türk Dili, Varlık ve Son Havadis dergi ve gazetelerinde çıkan bu yazılarında dil ve edebiyat yazılarının ağırlıkta olduğu görülür. (Kurdakul, 1987, s.188-189)

Ocak 1953 tarihinde Günce tutmaya başlayan Nurullah Ataç, o senenin Eylül ayında rahatsızlanır. Şeker hastası olduğu ortaya çıkar. 1954’te kızı Meral evlenir. Mide kanseri olan eşi Leman Hanım, 19 Mayıs 1955 tarihinde, 48 yaşında vefat eder. Eşinin ölümü, Nurullah Ataç’ı çok üzer ve sarsar. Özlem ve yalnızlık, hastalığının ilerlemesine sebep olur. 8 Mayıs 1957 tarihinde ateşi yükselerek hastalanır. Üç gün sonra İşçi Sigortaları Hastanesi’nde yer bularak buraya yatar.

Sayrılarevine düştüm. Bu kez önemliye benziyor. Öldürür mü? Öldürmez mi? Orasını bilemem ya, İstanbul’a gidecektim, sağınlar (hekimler) bırakmıyor.

Bir süre yazı yazmıyacağım. Ben de yazmıyacağım, Kavafoğlu da yazmayacak. Ayrılamaz benim yanımdan.

Kim bilir? Ola ki son yazdığım çizeceklerdir bunlar. Öyleyse ne yapalım? Bunca yıl yaşadım, yeter bana. (Ataç, 1972, s.803)

Nurullah Ataç, 12 Mayıs 1957 tarihinde hastaneden evine döner fakat durumu gittikçe kötüleşir. Üç gün sonra Numune Hastanesi’ne yatırılır. Komaya giren Ataç, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamaz. 17 Mayıs 1957 Cuma saat 14.45’te 59 yaşında vefat

(25)

10

eder. Ertesi gün öğlen Hacıbayram Cami’nde namazı kılınarak defnedilir. Cenaze törenine İsmet İnönü, milletvekilleri, yazarlar ve bütün sevenleri katılmışlardır.

Nurullah Ataç, “Ben” adlı yazısında kendi öneminden bahsedeceğini söyler. Kendine has üslubuyla, “Ya! Önemli bir kişiyim ben.” (Ataç, 2012, s.11) der. Önemli biri olduğunu söylemesinin yanı sıra gelecekte hatırlanmayacağını, unutulacağını düşünür. Öneminin ileriki yıllara taşınmayacağını, kendisinin genç sanatçılar tarafından tanınıp bugünle sınırlı kalacağını söyler.

Ben ölümümden az sonra, belki de öldüğüm yıl içinde, unutuluveririm. Olur, üç beş arkadaş, gönüldeş aralarında konuşurken anarlar beni, o başka, ama bir yazar olarak anılmam, öğretmenler öğrencilerine benim kitaplarımı okumalarını öğütlemezler.

Benim önemim yaşadığım günlerdedir. Benim önemim, gerçek bir yanı olsa bile, daha çok düşsüldür, sizin anlayacağınız hayali’dir. Benim kurduğum bir düş değil, başkalarının kurduğu bir düştür. Okurlar çoğunluğu tanımaz beni, tanımayacaktır da. Beni yazarlar, şairler tanır, daha da çok genç yazarlar, genç şairler. Büğün Ataç diye bir masal, bir efsane, bir mythe varsa genç şairler, genç yazarlar kurmuşlardır onu. (Ataç, 2012, s.11)

Yaşadığı çağın Türk şairlerinin çoğunu okuduğunu söyleyen Ataç, bir şiiri beğenince beğendiğini ifade etmekten çekinmez ve o şair ünlü olduğunda kendisi övdü diye ünlü olduğunu sananlara, “Alıklar! Gerçekten değeri olmayan bir şiire ben değer katabilir miyim? Kimse katamaz.” (Ataç, 2012, s.12) diye çıkışır.

Eleştirmen, ancak gerçekten değeri olan bir şiiri, bir eseri sevdirebilir. Onun yapabileceği tek şey, o şiir veya eser üzerine dikkatleri çekmektir. Ataç, örnek olarak Orhan Veli’yi verir. Orhan Veli, Nurullah Ataç tarafından övüldüğü için değil, gerçekten değeri olduğu için iyi bir şairdir. Aksini düşünenlerin de bu şekilde alıştırılmış oldukları için şanssız görür. “Ne yapsınlar? Öyle alışmışlar. Okuldayken öğretmenleri şu şair, bu yazar için büyüktür demiş, kendileri de o şairin, o yazarın bir satırını bile okumadan inanmışlar büyük olduğuna, yutmuşlar öğretmenlerinin söylediğini, bir şairin, bir yazarın büyüklüğü böyle olur, böyle kurulur diye bellemişler.” (Ataç, 2012, s.12)

Nurullah Ataç’a göre, eleştirmenin önemli niteliklerinden biri de bir eser hakkında verdiği kararın değişebilir olmasıdır. Eleştirmen bugün beğenmediği, yerdiği bir eseri, bir süre sonra beğenebilmeli, meziyetlerini, inceliklerini takdir edebilmelidir. Bu durum, eleştirmenin tutarsızlığının değil, aksine zamanında göremediği bir cevheri fark edebilme yeteneğinin ve açık görüşlülüğünün varlığını gösterir. (Akyıldız, 2002, s.36-37)

“1950’ye kadar eleştiri, edebiyatımızda sıkça konuşulan, tartışılan bir konudur. Cumhuriyet döneminde eleştiri üzerine yapılan çalışmalar incelendiğinde, bu döneme kadar edebiyatımızda eleştirinin içeriği, sınırları, ölçütleri, eleştirmenin görevleri konusunda

(26)

11

edebiyatçılarımızın, bilim adamlarımızın eleştiriye, eleştirmene bir kimlik kazandırma uğraşı içinde oldukları görülür.” (Baycanlar, 2007, s.62)

1950 tarihinden önce Nurullah Ataç’a göre eleştiri sanat, eleştirmen ise kendi düşüncelerini ve beğenilerini söyleyen bir sanat adamıdır. 1950’den sonra eleştirmenin kendi duygu ve düşüncelerinden sıyrılması ve bir eseri beğenip beğenmeme nedenlerini belli kurallar dâhilinde sunması gerektiğini ileri sürer. Fakat kendisi de dâhil olmak üzere eleştirmenlerin bunu başaramadığını anlatır. “Ataç, bizim eleştiri tarihimizde bir milattır. İster deneme yazsın, ister günce yazsın, isterse eleştirel deneme/denemesel eleştiri yazsın. Bütün bunlarda eleştirel bir tat vardır. O, “az çok, iyi kötü” bir iş görmüştür eleştiri alanında. “Eleştirmeye bir başlangıç”tır yaptığı (…)” (Özçelebi, 2006, s.34)

Nurullah Ataç, ne yaptığını, nasıl yapılması lazım geldiğini iyi bilen bir eleştirmeci. (…) Her konuda Ataç, en ileriyi, en iyiyi görüyor. (…) “Sözden Söze” de, okuyucuların “yeni”den anlamadıklarından bahsederken: “Bir eleştirmecinin öne düşmesini beklerler. Eleştirmeci fener çekecek, kılavuzluk edecek, şurada şu güzellik, burada bu güzellik vardır diyecek…” diyor. Başka türlü anlamazlarmış. İşte Ataç, bunu yapmış adamdır, hem de ne pahasına… Bugün yeni şiirin, yeni hikâyelerin az da olsa bir okuyucusu varsa, bunda Ataç’ın payı büyüktür. (Keskin, 1952, s.22)

Dönemin yazarlarının da eleştirmenleri eleştirdiği sıkça görülür. Örneğin, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Nurullah Ataç’ın eleştirmenliği hakkında şunları söylemiştir:

Ataç’ın bazı yazılarında kurulan Şipşak mahkemesine: Öyle bir mahkeme ki hâkimi: Ataç, avukatı: Ataç, maznun (Az kalsın Ataç diyecektim) diyelim Topaç, mübaşir: Ataç, müşavir: Ataç, tanıklar: Ataç, sanıklar: Ataç, dinleyici yerinde bir tek kişi: Ataç, netice: hapı yuttu Topaç, yahut: Yaşa Topaç… Topaç’ın yakasına (yakası kalmışsa) bir Ataç madalyası takılır ve perde hık diye iner. (Eyuboğlu, 1953, s.1-2)

Nurullah Ataç, genç şairlerin kendisine gelip şiirleri hakkında yazı yazmalarını istediklerini anlatır. Onların şiirlerini okuduğunu ama beğenmediğini söyler. O şiirlerin değersiz olduğunu düşünmez ama hakkında yazı yazmayı da gerekli bulmaz. Bunun üzerine gençler Ataç’a küser, kızar. Ataç ise bu kızgınlıklara pek önem vermez. Bir de genç şairlerin bazıları Ataç’ı överek kendilerine övgü beklerler. Ataç bu oyuna da gelmeyeceğini vurgular. “Önce kendileri överler beni, ben de onların beni övdüklerini göreceğim, kendilerini öveceğim. Değil mi ya! Benim değerimi, büyüklüğümü anlıyorlar, demek kendileri de değerli, büyük kişiler.” (Ataç, 2012, s.12)

Nurullah Ataç, hiçbir zaman kendisini olduğundan daha önemli ve değerli gösterme gayretine girmemiş, alçak gönüllülüğünü her zaman korumaya çalışmıştır.

Dedim, bir önemim var benim, yaşadığım günlerde var, öldüm mü, kendim gibi önemim de unutulacak. Benim kendimde değil önem, ben bilirim büyük bir değerim olmadığını, kendimi de olduğumdan büyük göstermeye kalkmadım. Onlar, benden övgü umanlar, benim övmediğimi

(27)

12

görünce de kızanlar uydurdu benim önemimi. Bir korkuluğun önemi, düşüncesi kıt kuşları korkutur, yıldırır. (Ataç, 2012, s.14)

Alçak gönüllülüğünün yanı sıra Ataç, kendi öneminden bahsetme gerekliliği hisseder; çünkü başkalarının kendisini tam olarak anlamadığını ve anlatamayacağını söyler. “Başkalarının söyleyeceğinden, söyleyebileceğinden umudum yok da onun için. Bakıyorum benim için yazılanlara, övenler de oldu beni, yerenler de. Daha da oluyor. Ama övenler de yerenler de belirtilmesi gereken asıl yerler üzerinde durmuyor, kendileri de görmüyor onları.” (Ataç, 2012, s.14)

Nurullah Ataç, yazarlarımızın Fransız edebiyatının büyük eserlerini değil de gerçekten Fransız edebiyatını yansıtmayan eserleri örnek almalarını ve o eserleri çevirmelerini eleştirir. Özellikle tiyatro alanında beğenmediği ve değersiz bulduğu tüm eserleri çekinmeden söyler. Etrafından tepki alsa da bu davranışından vazgeçmez. “Yazılarının çoğunda halkın tiyatro zevkini kazanabilmesi için kaliteli eserlerin sahnelenmesi gerektiği görüşünü savunur. Halkı tiyatroya alıştırmak için kalitesiz oyunlara göz yummanın yanlış bir tutum olduğunu, bu tutumun iyi eserlerin ortaya çıkmasını engelleyeceğini belirtir.” (Tayfur, 2008, s.229) Diğer yazarlar, Ataç’ın kendisini göstermeye çalıştığını söylerler. Bunu da umursamayan Ataç, doğru bildiğinin arkasında durarak edebiyatımıza önemli katkısı olduğunu düşünür. “Türk tiyatrolarının o bayağı yazarları bırakıp da daha iyilerine, daha yükseklerine geçmesini ben sağladım demiyorum. Olacaktı o iş. Dedim, o eserleri beğenmeyen, bayağılığını bilen daha nice kimseler vardı, elbette etkilerini göstereceklerdi. Ama benim de o işte küçük de olsa, bir payım vardır.” (Ataç, 2012, s.16)

Nurullah Ataç’a göre tiyatro eserlerinde yaygın olarak iki yanlış görüş var: Birincisi, tiyatroda genellikle aşk ve kadın erkek ilişkilerinin işlenmesi gerekliliği; ikincisi, olayların gerçek hayatla benzer olması gerekliliği. “Ataç’ın tiyatro yazılarını üçe ayırabiliriz: Gazetelerde günlük tiyatro eleştirileri, çeşitli tiyatro sorunları üzerine yazıları, bir de başka konulardaki görüşlerinden tiyatro görüşlerini de açıklıyacak veya bu konuları işlerken geçici olarak tiyatro üzerine ileri sürdüğü düşünceleri.” (And, 1963, s.244)

Nurullah Ataç, edebiyatta ve sanatta dostluk duygusu üzerine kurulmuş bir anlayışın tamamen karşısındadır. Bir yazar, şair veya sanatçı kendisinin dostuysa onun eserlerini övmek; dostu, arkadaşı değilse beğenmemek Ataç’a “tiksinç” gelir. Bir eseri beğendiyse o eseri ortaya koyanı tanısa da tanımasa da beğendiği kısımları söyler ve över. Eğer Ataç, bir eseri beğenmediyse yazar isterse çok yakın dostu olsun, isterse zamanında kendisini övmüş

(28)

13

ve hoş muhabbetleri olmuş olsun beğenmediği kısımları hiç çekinmeden yazar. Bu tavırla anlıyoruz ki Nurullah Ataç’ın önem verdiği şey sadece sanat ve edebiyat. Arkadaşlık bağlarını bu uğurda ikinci plana atmaktadır. “Edebiyatta, sanatta, düşünce işlerinde arkadaşlık, dostluk duygusundan daha tiksinç ne vardır? Şu adamın yazdıklarını beğenmeyeceksiniz, onları okurken güleceksiniz içinden, sonra da kalkıp o adam arkadaşımızdır diye o yazıları öveceksiniz. Sorarım, bu yalan kadar kötü ne vardır?” (Ataç, 2012, s. 16)

Nurullah Ataç’ın kendisinde övündüğü bir diğer yönü tam bir edebiyat adamı olmasıdır. Sürekli edebiyat, sanat, şiir düşünen Ataç, yazılarını inanarak yazdığını ve doğru bildiği düşünceyi açık yüreklilikle savunduğu anlatır.

Edebiyatı, sanatı kendime dert edinmiş bir adamım. Gece gündüz edebiyat düşünürüm. Sevdiğim bir şiiri tanıdıklarıma okumadığım yahut bir edebiyat sorusu üzerine tartışmaya girişmediğim günler, yaşadım saymam kendimi. “Büğün Türk elinde en tam edebiyat adamı kimdir?” diye sorarlarsa, beni gösterebilirsiniz. Övünmek için söylemiyorum bunu, yazdıklarım iyidir, kötüdür, o başka, iyiyse de kötüyse de inanarak yazarım, övmem de yermem de bir çıkar kaygısıyla, dostluk, arkadaşlık düşüncesiyle değildir. Benim için, “Herkesin ak dediğine kara demeyi sever.” derler, beni hiç anlamayanlardır bunu söyleyenler, hiçbir şeye ak olduğunu bilerek kara demedim. Belki yanılıyorum da kara görüyorum, ama kara gördüğüm için kara diyorum, kendime de başkalarına da yalan söylemiyorum. (Ataç, 2012, s.16)

“Ataç, dile önem veren, sağlam bir düşüncenin ancak sağlam bir dille olabileceğine inanan, bunu savunan ve uygulayan bir yazardı. Günümüzün yazarlarına en olumlu etkisi de bu dil bilincini aşılamak olmuştur.” (Canpolat, 2010, s.594)

Dil devriminin önemini sonradan anlayan Nurullah Ataç, giriştiği dil işinde ulaştığı başarıların da bilinmesini istemektedir. Yoğunlukla gençler olmak üzere birçok yazarın kendisine uymasının sebebini çıkar kaygısı olmadan dil ile uğraşmasına bağlar. Öz Türkçe için nice kazançları teptiğini, rahatını kaçırdığını, kendisini üzdüğünü anlatan Ataç, kendisini eleştirenlere şiddetli üslubuyla kızar. Yazarların içinde güzel çalışmalar yapıp kendisini geçenler için de çok sevindiğini vurgular. “Birçok kimselerin bana uyması, benim dil işine gerçekten inandığımı, inandığım için de sarıldığımı anlamış olmalarındandır.” (Ataç, 2012, s.17)

Nurullah Ataç’ın diğer alanlar gibi şiir ve dil meselesini de medeniyet sorunu olarak gördüğünü söyleyebiliriz. O, geçmişten kalan dili, Divan ya da Halk Edebiyatı’nı Batı Uygarlığı’na erişmeyi önlediği için aşılması gereken sorunlar olarak görür. Geçmişin edebiyatının Batılı bir edebiyatımız olduğunda hakkı verilerek değerlendirilebileceğini düşünür. Bu yüzden dilin ve edebiyatın kurumlar ve kurullar aracılığıyla taviz verilmeksizin yeniden oluşturulması gerektiğini sık sık belirtir. (Akyıldız, 2002, s.38)

(29)

14

Montaigne ile Nurullah Ataç’ı karşılaştırarak ortak bir yön bulan Adnan Binyazar, iki yazarın da halkın konuştuğu dilin edebiyata girmesini istediğine dikkat çeker. “Örneğin Montaigne’nin sebze pazarında konuşanların diline özendiği gibi, Ataç da yazılarında söyleşinin geniş anlatım olanaklarından yararlanmayı düşünmüş ve bunu gerçekleştirmiştir. (…) Ataç söyleşi dilinin olanaklarını anlatım alanına yaymakla, düşünsel ve sanatsal konuların yaygınlığını da sağlıyordu.” (Binyazar, 1977, s.415)

Ataç, yaşadığı dönemin şartları içinde geçmişin edebiyatının sürdürülemeyeceğinin farkındadır. Divan edebiyatının Türk edebiyatı içerisinde büyük bir gelenek olduğunu kabul etmesine rağmen vazgeçmek gerektiğine inanır. Batılı edebiyatı benimsedikten sonra divanları okumanın ve anlamaya çalışmanın daha verimli olacağını düşünür. “Nurullah Ataç’ın yeni bir uygarlığa girme sürecinin bir parçası olarak gördüğü dil sorunu gündeme sadeleştirme ya da Öz Türkçecilik olarak gelmiştir. Dil sorunu, sadeleştirme çalışmaları ve nihayet ‘Öz Türkçecilik’ sert tartışmalar ile siyasal kamplaşmalara neden olmuştur.” (Akyıldız, 2002, s.47)

Dil konusunda ılımlı olmaya şiddetle karşı çıkan Nurullah Ataç, başarılı olmak için Öz Türkçe kelimelerden oluşan bir Türkçe kurabilmek için kararlı olmak gerektiğini ve sorunun köklerine inmek gerektiğini anlatır. Zaten Ataç’a göre hiçbir konuda ılımlı olunmamalıdır. Dil meselesinde ortaya konan çabanın taviz verilmeksizin yürütülmesi önemli bir noktadır.

1940’lı yıllardan itibaren dil devriminin bir savunucusu olan ve hayatının sonuna kadar da dil devrimini savunan Nurullah Ataç, denemeci, eleştirmen, çevirmen olarak kabul edildiği halde, dilci olarak kabul edilmez, o da zaten kendini dilci olarak değerlendirmez. Nurullah Ataç, denemelerinde kullandığı yeni kelimelerin kaynağını ağızlardan aldığı kelimeler, Eski Türkçeden aldıkları ve kendisinin türettiği kelimeler oluşturur. (Tekin, 1958, s.408)

“Ataç’ın kitaplarında görülen yeni kelimelerin çoğu çeşitli kaynaklardan bulduğu karşılıklar ya da kendisinin kurduğu ‘tilcik’lerdir. Karşılık bulma işinde Ataç başlıca iki kaynaktan faydalanmıştır: 1. Ağızlar, 2. Eski Türkçe.” (Tekin, 1958, s.409)

Dil devrimi konusunda yeni girişimlerde bulunan Ataç’ı eleştirenler de az değildir. Selahattin Batu’nun eleştirisi genel olarak verilen tepkiyi özetler nitelikte:

İşte dörüt, yapıt, ırlam sözleri. İşte koşul, özgürlük, tilcik, hatta kelime karşılığı bir de keleci… Bunlar kaynıyor yazılarında Ataç’ın… Kaynasın varsın, diyemem, çünkü Ataç herhangi bir ad değildir yazınımızda. Çünkü Ataç’ın önerdikleri beğeniliyor çoğunlukla, gençler onun peşinde. Hepsi bu yepyeni kelimeleri bir bir, seve seve ele alıyorlar; yapıt diyorlar, yır diyorlar, ırlam bile diyorlar; koşul, özgürlük, tilcik diye tutturuyorlar. Sonra bu yazılanları kimse okumuyor, ama onlar devrim adına direniyorlar gene de; yenilik adına coşuyorlar ve dil acayip bir kılığa giriyor. Eskiler şaşırıyor, susuyor, ya da kızıyorlar; yeniler durmadan çetrefil çetrefil bu dili yazmaya özeniyorlar; konuşmalarında bile bu sözleri kullanmaya çalışıyorlar. (Batu, 1965, s.312)

(30)

15

Nurullah Ataç’ın özenle ortaya koyduğu kelimeleri beğenmeyip olumsuz eleştirenlerin yanı sıra, O’nun Türkçe’mize büyük katkılarının olduğunu ve yeni kelimeler kazandığını düşünenler de çoktur:

Ataç’ın türlü kaynaklardan seçerek yazılarında kullandığı kelimelerin yazı dilimize girmediğini sık sık ileri sürenler vardır. Bizce bu yargı da düzeltilmeğe muhtaçtır. Çünkü Ataç’ın, Türk Dil Kurumu’nun çıkardığı yayınlarda teklif edilen Türkçe kelimeleri yazı ve çevirilerinde kullanması sonunda bu kelimeler çok yayılmıştır. Yazarlarımız bugün umut, tanık, gerçek, anı, yitirmek, yermek, düzmek (tertibetmek), kez, yol (defa), us, alan, kural, ayak (kafiye), yön, özet, ürün, düş, tür, ilgi, yanıt, sav, söylev, görev, çevre, dek, değin, ezgi, yır, gözgü, kuşak… gibi kelimeleri kullanıyorlarsa, bunu her şeyden çok ona borçluyuz. Özleştirme akımı son yıllar içinde büyük bir başarı kazandı ise, bunu onun çalışmaları sonunda sağlıyabilmiştir. (Eren, 1958, s.442)

Batı uygarlığını anlayabilmek için Yunan ve Latin yazarları incelemesi şartını koyan Ataç, bu yazarların düşünceleri anlaşılmadığı sürece dil devriminin başarılı olamayacağını kaydeder. Orta-öğretim kurumlarından Türk Edebiyatı’nın kaldırılıp yerine Yunan ve Latin Edebiyatı’nı getirmeyi teklif eder. Bu zamana kadar Batı uygarlığının gerektiği gibi kavranamadığına vurgu yapar. “Bu çarpık ve eksik Batı’nın etkisindeki çalışmalarının olumsuz sonuçlarını bertaraf edebilmek için genç kuşağın bu ürünleri unutup neredeyse sıfırdan başlayarak Batı’yı öğrenmesi gerektiğini, gerçek bir düşünce hayatı, gerçek bir ‘yazın’ yaratılmak isteniyorsa yapılması gerekenin bu olduğunu kaydeder.” (Akyıldız, 2002, s.64)

Ataç yalnız dili özleştirmekle kalmamış, yazı biçimini de özleştirmiş, temize, güzele ulaştırmıştır. ‘Ataç üslûbu’ diyebileceğimiz pek kendine özgü bir üslûp getirmiş, yazı dilini ‘kitabî’ dilden, Osmanlı kalem dilinden kurtararak konuşma dili üzerine, düşünce ve duyguları çok daha renkli, çok daha nuance’lı olarak vermek gücünü taşıyan o canlı dil üzerine kurmağa çalışmıştır. (Demirkan, 1958, s.402)

Türk toplumu sırasıyla Tanzimat, I. ve II. Meşrutiyet ve sonunda Cumhuriyet dönemlerini yaşayarak Batı’ya daha yakın olma çabalarına girer. Batı Uygarlığı karşısında toplumumuz üç farklı tavır ortaya koymuştur: geleneklerimize bağlı kalınması gerektiğini savunanlar, tamamen Batı uygarlığını örnek almak gerektiğini savunanlar ve bilimde Batı’yı takip etmenin yanı sıra milli kültürümüzü korumak gerektiğini savunanlar. “Bir Cumhuriyet Dönemi aydını olarak Ataç, Batıcı grup içinde yer alır. Onun Batılılaşma konusundaki düşünceleri son derece açık ve sistematiktir.” (Toker, 2008, s.403)

Ataç’a göre halk, Cumhuriyet tarihi boyunca övülür, başarıların ve güzelliklerin kaynağı olarak görülür. Halk hata yaptıysa nedeninin gericiler, softalar ve yobazlar olduğu söylenir. Ataç bu konuda da farklı bir görüşe sahiptir. Shakespeare’in Fırtına adlı oyunundan Prospero ve Caliban karakterlerini, aydınları ve halkı nitelemek için seçer. Prospero, yeniyi, sanatı ve güzelliği yaratacak aydınları; Caliban ise, yeniyi istemeyen, geleneği tekrar eden, sanattan anlamayan, tutucu, eğitilmesi gereken halkı temsil eder. (Toker, 2008, s.407)

(31)

16

Türk edebiyatına ve sanata katkılarını sayfalarca anlattığımız Nurullah Ataç’a kendi önemini sorduğumuzda şu kısa ve net yanıtı alırız: “Benim önemimin gerçek yanı… Kısaca söyleyeyim onun ne olduğunu: Doğruluğum. Edebiyatta, dil işinde yalandan kaçınıp düşündüğümü bezeksiz, donaksız, olduğu gibi söyleyişim. Büyük bir şey değil ya, pek de küçümsemeyin.” (Ataç, 2012, s.17)

3.1. Nurullah Ataç’ın Yazdığı Dergiler Ve Gazeteler

Ataç yazılarında N. A., Nurullah Ata, Nurullah Ataç, Ataç imzaları ile Ahfeş, Kavafoğlu, Sabiha Yağızlar, Ali Gümrükçü, Süha Kavafoğlu takma adlarını kullanmıştır.

3.1.1. Dergiler

Dergâh (1921-1922), Hayat (1927-1929), Türk Yurdu (1929-1930), Darülbedayi (1932-1933), Edebiyat (1932), Anayurt ((1932-1933), Varlık ((1932-1933), Yedigün (1933-1942), Yeni Adam (1934-1936), İnanç (1934), Aydabir (1935-1937), Perşembe (1935), Resimli Her Şey (1935), Yarım Ay (1936-1940), Kalem (1938), Resimli Hafta (1938-1939), Aramak (1938), İnsan (1938-1939), Foto Magazin (1938), Türk Tiyatrosu (1939-1940), Yeni Mecmua (1939-1940), Tercüme (1940-1941), Doğuş (1945), Ülkü (1945-1950), Varlık (1947-1957), Kaynak (1948-1949), Pazar Postası (1951-1956), Türk Dili (1951-1956), Mülkiye (1953-1955), Devrim Gençliği (1953-1954), Yenilik (1952-1954), Çizgi (1953), Evrim (1954), Esin (1956), Seçilmiş Hikâyeler Dergisi (1952, 1956-1957), Özsu (1959).

3.1.2. Gazeteler

Akşam (1922-1925, 1935-1940), Hâkimiyet-i Milliye (1927-1934), Milliyet (1927-1935), Tan (1935-1937), Son Posta (1936-1937), Haber - Akşam Postası (1937-1942), Ulus (1940-1957), Cumhuriyet (1941-1951), Tanin (1947), Dünya (1952-1955), Son Havadis (1953-1957).

3.2. Nurullah Ataç’ın Çevirileri

Ataç’ın çevirilerinden çoğu Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) “Dünya Edebiyatından Tercümeler”, yaygın adıyla “Klasikler” dizisinde yayımlanmıştır. Daha sonra bunlardan

(32)

17

bazıları başka yayınevlerince de basılmıştır. Ataç’ın öteki yayınevlerinde çıkan çevirileri de vardır.

3.2.1. Yunan Klasikleri

Aisopos, Masallar (1944), Lukianos, Seçme Yazılar (1944), Sophokles, Oidipus Kolonos’ta (1941), Sophokles, Philoktetes (1941)

3.2.2. Latin Klasikleri

Apuleisus, Altın Eşek (1950), Plautus, Amphitryon (1943), Plautus, Buğday Kurdu (1947), Plautus, Casina (1947), Plautus, Çifte Bakhis’ler (1944), Plautus, Çömlek (1943), Plautus, Epidicus (1947), Plautus, İkizler (1949), Plautus, Kartacalı (1947), Plautus, Tecimen (1946), Plautus, Urgan (1945), Plautus, Üç Akçelik Kişi (1947), Terentius, Andros Güzeli (1946), Terentius, Formio (1946), Terentius, Hadım (1946), Terentius, Hortlak (1947), Terentius, Kardeşler (1943), Terentius, Kaynana (1946), Terentius, Özünün Cellâdı (1946).

3.2.3. Fransız Klasikleri

Marcel Aymé, Sarmanın Masalları (1941), Marcel Aymé, İğreti Surat (1955), R. M. Ballantyne, Mercan Adası (1939), Honoré de Balzac, Vandetta [Kan Davası] (1943), Honoré de Balzac, İki Yeni Gelinin Hatıraları (1940), Choderlos de Laclos, Tehlikeli Alâkalar (1944), Louis Bertrand, İspanya Tarihi (1940), Dostoyevski, Kumarbaz (1941), Gustave Flaubert, Madame Bovary (1967), Gogol, Taras Bulba (1946), Ernest Granger, Mitoloji (1979), René Grousset, Asya’nın Uyanması, İngiliz Emperyalizmi ve Milletlerin İsyanı (1957), Maurice Magré, Granata Sefaheti (1943), Andre Maurois, Genç Verter’in Istırapları (1930), Alfred de Musset, Andrea del Sarto (1943), Prosper Merimée, Fırsat (1944), Prosper Merimée, Ines Mendo (1944), Georges Simenon, Kiralık Oda (1953), Georges Simenon, Polis Müfettişi Kadavra (1960), Georges Simenon, Yedi Kızlar (1960), Stendal, Kırmızı ve Siyah (1941), Ch. Vildrac, Dünya Gözüyle (1940).

3.2.4. Latin Amerika Klasikleri

(33)

18

3.2.5. Öteki Dizinler

Alain-Fournier, Adsız Köşk (1940), H. Christian Andersen, Andersen Masalları (1951), Françoise Sagan, Hoş Geldin Hüzün (1983).

3.3. Nurullah Ataç’ın Kitapları

Nurullah Ataç’ın sağlığında yayımlanan kitapları şunlardır: Günlerin Getirdiği (Akba, 1946), Karalama Defteri (Yenilik, 1952), Sözden Söze (Varlık, 1952), Ararken (Varlık, 1954), Diyelim (Varlık, 1954). Ataç’ın vefatından bir ay sonra Söz Arasında (Dost, Haziran 1957) kitabı yayımlanmıştır.

Nurullah Ataç’ın kitaplarının ilk baskılarını yapan Varlık Yayınevi, altı kitabını art arda yayımlamıştır. Türk Dil Kurumu dört kitabını yayımladı. Bu baskıları yenileyen Can Yayınevi, Ataç’ın beş kitabını yayımladı. Ve Yapı Kredi Yayınevi 12 kitaptan oluşan “Bütün Yapıtları”nı yayımladı. Bütün Yapıtlar: Günlerin Getirdiği - Sözden Söze (1998), Diyelim - Söz Arasında (1998), Karalama Defteri - Ararken (1998), Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban (1999), Günce [1953-1955] (2000), Günce [1956-1957] (2000), Dergilerde (2000), Söyleşiler (2000). Bu YKY baskılarını sonraki yıllarda yeni YKY baskıları izlemiştir.

(34)

19

BÖLÜM 4

4. NURULLAH ATAÇ’IN ŞİİR İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ

Nurullah Ataç’ın edebiyat ile bağı şiir yazma ile başlamıştır. Daha sonra eleştiriye, denemeye yönelmiştir. Şiir başta olmak üzere, edebiyatın her türü ile ilgili düşüncelerini okurlarına sunmuştur. Bu düşüncelerden bahsederken, Ataç’ın kesin çizgileri olan bir sanat anlayışının olmaması nedeniyle herhangi bir tanımı esas almadığı söylenebilir. Ataç’a göre şiirle ilgili eleştirmenin ortaya attığı fikir zamanla değişebilir. Başlangıçta göremediği güzelliği sonra görebilir veya fark edilmeyen kusurlar daha sonra algılanabilir.

Nurullah Ataç, kendisinin şiir yazmaya özenmesine rağmen başaramadığını söyler. “Nesir şiirden güçtür” diyenleri çok duyduğunu fakat onlara inanmadığını anlatır. Nesir yazanların, düşüncelerini, duygularını, başından geçenleri veya hayal ettiklerini söylerken söyleyişlerine çekidüzen vermeğe özendiklerini, dilinin pürüzsüz olmasına dikkat ettiklerini, kelimeleri seçip her birini cümlede tam yerine oturtmaya çalıştıklarını belirtir. Onların da kendilerine göre kaygıları olduğunu kabul eder. Ama bunların şairinkiler gibi olmadığını da kesin bir dille belirtir. Bu sıkıntıları şairin de çektiğini, aynı zamanda onların sözlerini vezne uydurma, kafiye arama gibi uğraşlarının olduğunu; kafiyesiz şiir söylese bile bir ahenk oluşturması gerektiğini anlatır. Ataç, “Şiir güç ya, şair olmak, şair geçinmek o kadar değil.”(Ataç, 1998, s.76) der.

Şairin duygusunun, düşüncesinin cılızlığını, bayağılığını vezinle, kafiyeyle, ahenkle örtebildiğini, şair olduğu için birçok kusurlarının bağışlandığını anlatırken o kusurların nesirde daha çok göze çarptığını söyler.

Ben otursam da boyuna bülbülü, gülü anlatsam, çekilir mi? Şairler nice yüzyıllardan beri onu söylüyor, gene de seve seve okuyanlar bulunuyor. Hele bir hikâyecinin anlattıkları başka bir hikâyecinin anlattıklarına benzesin, bir kıyamettir kopuyor, üşüşüyorlar zavallının üstüne. Şairlere neden çatmıyorlar? Nesir yazanınki çalmak da onlarınki çalmak değil mi? (Ataç, 1998, s.77).

(35)

20

Bu sözlerin ardından Ataç, yine de şiir söylemenin zor olduğunu vurguluyor. Fakat hangi tür şiirin zor olduğunu ayırt etmemizi istiyor. O’na göre, şair vardır, yıllardır, yüzyıllardır bilinen, alışılmış şeyleri tekrar eder durur, yaygın duyguları, yaygın düşünceleri alır, onları vezne uydurur; onun yaptığı zor değildir. Bunun, kendimizi biraz sıkmakla elde edebileceğimiz bir ustalıktan başka bir şey olmadığını belirtir ve öyle şairlere saygısının olmadığını söyler. Yaratıcı olmamalarını, birtakım kalıpları, şairane sözleri, konuları ezberleyip yazıvermelerini eleştirir ve şöyle der: “Birer asalak onlar, çalışmadan, kendilerini yormadan şair geçinmeye, şairlerin gördüğü itibardan kendilerine pay çıkarmaya kalkıyorlar.” (Ataç, 1998, s.78).

Gerçek şairin, öteden beri alışılmış sözleri, öteden beri alışılmış kalıplara dökmekle yetinmediğini, yeni yeni duygular, yeni yeni düşünceler getirdiklerini, yaygın olanları almayıp kendi bulduklarını yaymaya çalıştıklarını anlatır.

Galip gibi : ‘Bir başka lisan tekellüm ettim’ der, Hugo’nun Baudelaire için söylediği gibi: ‘Yeni bir ürperme getirir’, işte o şairinki güçtür. Onda gerçekten bir Tanrı gücü vardır: yaratmıştır, yoktan var etmiştir, güzelliği sezilmiyen, bilinmiyen şeylerin güzelliklerini göstermiştir. İnsanlar onlara ne kadar saygı gösterseler yeridir; azıklarını, benliklerinin azıklarını çoğaltmıştır onların. Duygularımızı biz doğuştan mı getiririz sanırsınız? Şairler öğretir bize onları, gerçek şairler yaratır onları. Şairler olmasaydı, gerçek şairler olmasaydı, büğün bizim duygularımız da olmazdı, bülbül ötüşünün, güldeki kokunun güzelliğini de anlamazdık (Ataç, 1998, s.78).

4.1. Şiir-mana

Nurullah Ataç, şiirde mana konusu üzerine önemle eğilmiştir. 1940’lı yılların sonuna doğru bu konuyu tartışanlar çoğalmıştır. Ataç’a göre, “Şiiri mânâsı için severiz, şiir mânâdadır, ama bu mânâ tercüme edilebilecek, başka kelimelerle anlatılabilecek bir şey değildir.” (Ataç, 1998, s.42)Ataç, yazılarında şiirin sadece bir söz sanatı olup olmadığını sorgular. Şiir var, yalnız söz sanatıdır, şiir var, duyguları, düşünceleri söyler, şiir var, ses oyunları ile bir musiki olmak ister, hattâ şiir var, ders verir, ukalacadır. Bunların hepsinin de şiir olmaktan çıkmayacağını söyler.

Nurullah Ataç, şiir hakkındaki zamanla çeşitlenen düşüncelerini okuyucuya açıklamak amacıyla bir yazısını Keziban ile diyaloglarına ayırmıştır.

Keziban O’na şöyle der: “Şiirin iki öğesi vardır: biri mânâ, biri ses, dediniz. Oysaki bir zamanlar sizin için şiirde mânâ aramaz, şiirin mânâsız olmasını ister derlerdi.” Ataç buna itiraz eder ve “Şiiri şiir eden mânâsı değildir, mânâdan başka bir şeydir” dedim. Kimi gerçekten anlamadı, kimi anlamak istemedi. Şiiri mânâda, duyguda, düşüncede aramak daha işlerine geliyordu da ondan. Kafalarındaki belirsiz gölgeleri birer düşünce, göz süzüp ah! çekmeyi bir duygu sandıkları için yazdıklarına mânâlı diye bakıyorlardı. Mânâsız şiir olmaz, Keziban; ben öyle şey

(36)

21

istemedim; ama mânâ şiire yetmez… Anlamıyan anlamaz, ne yapayım? Söz, anlıyan adamlar için söylenir.” der (Ataç, 2008a, s.138-139).

Şiirin her şeyden önce manada olduğunu, şiirin sesinin de manasını belirtmek için olduğunu anlatır. Buna karşılık Keziban O’na, şiiri manada arayanlarla birleştiğini söyler. Ataç buna da itiraz eder ve şiiri yalnız manada arayanların mana nasıl söylenirse söylensin güzel olacağını, şiir olacağını sandığını belirtir. Bir mısranın, bir beyitin, bir şiirin üstünde durmadıklarını vurgular. Ayrıca, onların manayı başka kelimelerle söylediğinde değişmeyeceğini ileri sürdüklerini de ekler. Şiiri tercüme etmeye çalışmalarına şiddetle karşı çıkar. Ataç, şiiri yalnız şekilde arayanları da eleştirir. Onlara göre, dünyada ne kadar manasızlık, çirkinlik varsa güzel bir şekle büründü mü güzel oluverir. Ataç, bu görüşü mantıklı bulmaz ve manasız bir sözü, bir yanlışı, bir yalanı, istediğin kadar güzel bir şekle sok yine yanlış, yine yalan olduğunu anlatır. Bunun yanı sıra, manasızın manasız, yanlışın yanlış, yalanın yalan olduğunu meydana çıkaranın şekil olduğunu; şekil olmayınca hiçlik, boşluk olduğunu söyler.

Sana başka bir şey söyliyeyim, Keziban. Şiir mânâdadır diyenlerle de, sestedir diyenlerle de anlaşamam. Çünkü ikisi de doğrudur, ama ayrı ayrı doğru değil, bir araya gelince doğrudur. Gençliğimde mânâ, şekil kavgasının bir aslı olduğunu sanırdım; şimdi anlıyorum ki yokmuş: ne şekilsiz mânâ olur, ne de mânâsız şekil… (Ataç, 2008a, s.140)

4.2. Şiir-fayda

Nurullah Ataç, şiirde fayda arayan, belirli bir konunun işlenmesi gerektiğini söyleyen zihniyete karşıdır. Okuyucularına, bir şairle yaptığı konuşmayı anlatır. Şair, eğer bir toplumda yaşıyorsa, o toplumdaki insanların kendisine ekmek, kundura, ev gibi ihtiyaçlarını karşılamakla görevli olduğunu; şair olarak kendisinin de o insanlara şiir yazması gerektiğini söyler. Ayrıca nasıl ki kendi ihtiyaçları kendi isteği doğrultusunda karşılanıyorsa, topluma da onların istediği ve anlayabileceği şekilde şiirler yazmak zorunda olduğunu vurgular. Ataç, şairin bu düşüncesine şiddetle karşı çıkar. Bir ülkede şairden şiir isteyen kimsenin olmadığını söyler. Temel ihtiyaçlarımızı karşılamadan yaşayamayacağımız için toplumdan bu beklentimiz vardır. Kimsenin şiir yazmaya zorlanamayacağını savunur. Şiirin okumakla yıpranmayacağını, aşınmayacağını ve insanlar isterse var olan şiirleri okuyup bunlarla yetinebileceğini anlatır. Ataç, toplumun şiire, hem de yeni şiire ihtiyacı yoktur demiyorum, diye ekler. Ancak bu ihtiyacın öteki ihtiyaçlar gibi olmadığını, toplumun bütün bireylerinin onu birer birer duymadığını dile getirir. Bu nedenle de insanların çoğunun, var olan şiirlerin yeterli olduğunu düşündüğünü, yeni şiirlere gerek duymadığını belirtir. Eski şiirlerin

Referanslar

Benzer Belgeler

«Suriye ve Kilikya’da Fransa Yüksek Komiseri» General Gtıro’- nun emri ile Antep, Maraş ve Urfa sancaklarındaki Fransız kuvvetleri­ nin kumandanlığına

Balıkçı tekneleri, kayıklar, yatlar, lokantalar, kahveler, barlar, oteller, balıkçı hali yat limanın kenarına inci gibi dizilmiş.. Ya­ şam gece ve gündüz

Fakat Curiosity’nin sönmüş bir volkanın etrafında yaptığı ölçümlerde yüksek miktarda feldspata (granit türü kayaların içinde bulunan bir mineral türü)

A concise synthesis of denbinobin is described via an intramolecular free radical. cyclization and Fremy s salt mediated oxidation as a

Mercanlar Paleozoyik dönemden (545 milyon-251 milyon yıl önce) Miyosen dönemin sonuna kadar (24-5 milyon yıl önce) kadar olan dönemde Anadolu’nun hemen hemen her yerinde,

Geride kalan tuz kristalize olarak (katı bir maddenin uygun bir çözücü içinde soğukta az, sıcakta çok çözünmesi) kaya yüzeyi üzerinde balpeteği şeklinin

Sanatçının Koşuyolu’ndaki evin­ de yer alan “ Aka Gündüz Köşesi” ilginç görüntülerle ekranlarımıza ge­ lirken, eşi Süheyla Kutbay, oğlu Hakan Kntbay, yakın

işte, tam bu sıralardadır kî, Reşat Nuri Giintekin «G ali Kuşu» romanındaki Feride’siyle Türk kızının ilk gerçek örneğini vordi.. F e­ ride mektepten