• Sonuç bulunamadı

NURULLAH ATAÇ’IN DİL İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ

Nurullah Ataç ile ilgili yapılan çalışmaların büyük bir çoğunluğu, onun dil ile ilgili düşüncelerini kapsar. Önemli bir dilci olan Ataç, bu konuyla ilgili düşüncelerini belirtirken edebiyat eğitimine ilişkin önerilerini de sunma imkânı bulur.

6.1. Dil Anlayışı

Nurullah Ataç’a göre dil, düşünceyi ifade etme aracıdır. 1945’ten sonra bu konu ile ilgili yazılar yazmaya başlar. Dil, onun için en önemli konu haline gelmiştir.

Çalışmalarıyla Ataç, dile yeni kelimeler kazandırmayı ve dili zenginleştirerek düşünceleri daha iyi ifade edebilmeyi amaçlar.

Nurullah Ataç, bir yazısında Sedat Oksal’ın Tan’da çıkan “Dil Kurultayı Toplanırken” adlı makalesini incelerken kendi görüşlerini de açıklama fırsatını yakalamıştır. Öncelikle yazarın parlak cümleler kurmaya çalışmasını eleştiren Ataç, dilimizi yeni yaşayışımızın gereklerine uydurmaya çalışmanın ulusal birliğimize dokunacağı ve bizi birbirimizi anlamayacak bir duruma düşüreceğini fikrine de şiddetle karşı çıkar. “(…) ‘Dile dokunulmasın, devlet, millet elden gidiyor!’ diye bağırıyorsunuz, böyle bağırmakla da bir iş gördüğünüzü, bir yiğitlik ettiğinizi sanıyorsunuz. Oysaki bunun tersine olarak korkaklık ediyorsunuz, yaşıyamıyacaklarını pek iyi bildiğiniz dünden kalma bilim-sözlerine yeni birer karşılık aramaktan çekiniyorsunuz.” (Ataç, 2012, s.33-34)

Dil çalışmalarına sözlükleri incelemek ve oradan yeni sözcükler bulmakla başlar. Daha sonra kendisi kelimeler üretir.

Ataç sadece yabancı kelimeleri dilimizden atmakla uğraşmamıştır, aynı zamanda dili yenileştirmeye ve günümüz şartlarına uygun hale getirmeye de çalışmıştır.

39

Dönemin yazarlarının dile önem vermediğini düşünen Ataç, yazılarında hem eski kelimeleri hem de yabancı kelimeleri bir arada kullananlara anlam veremez. Onların dili geliştirmeye çalışmak gibi bir görevi boyunlarının borcu olarak görmemelerine üzülür. “Diyelim ki Türkçede ‘fonction, portrait, complexe, durée, perfection, verbe’ kavramlarının birer adı yoktur, dilimizi bu kavramları söyliyecek bir duruma erdirmemiz gerekmez mi? Bunu yapmak yazarlara düşmez mi?” (Ataç, 2012, s.82) Ataç’a göre dilini işlemeyen yazar, toplumdaki görevini düşünmüyor demektir. Bir yazar, her şeyden önce, bir dilin hizmetkârıdır. Düşünür, duyar, düşünüp duyduklarını, oyunlarını bir dille söyler, demek ki o dil için çalışır, o dili işler, genişletir, geliştirir.

Biliyorum, dil işini ikinci derecede bir iş sayanlar var. ‘Hep bitti de dille mi uğraşacağız? Biz bu ülkeye düşünceler getiriyoruz’ diyenler var, eksik olmasınlar ya, o düşünceleri Türkçe ile söylemedikçe, Türkçeyi onları söyliyecek duruma erdirmedikçe, bu ülkeye de getirmiş olmazlar. Bir toplumun bildiği, benimsediği düşünceler, kendi dilile söyliyebileceği düşüncelerdir (Ataç, 2012, s.83).

6.2. Dilin Kültür ve Uygarlıkla İlişkisi

Nurullah Ataç’a göre, Türkçe zengin bir dildir fakat Batı medeniyetini ifade etmede yetersiz kalır. Eskiyi geride bırakıp, yeni düşünce ve ifadelerle Batıyı örnek almamız gerektiğine inanır.

Eski alfabeyi bırakıp yeni yazıyı aldığımızda bunun yanlışlığını düşünen çok fazla kişi olduğunu söyleyen Ataç, onların okuyup yazmanın ancak geçmişi bilmek, geçmişe bağlanmak olduğunu sandıklarını anlatır. “Ancak bir düşünelim: biz, Arap yazısını bırakıp Latin yazısını aldığımız için mi eskiden kalma yazınımızı okumaz olduk? Yoksa eskiden kalma yazınımıza artık ilgilenmediğimiz, onu okumaz olduğumuz için mi Arap yazısını bırakıp Latin yazısını aldık?” (Ataç, 2012, s.168) Ataç, insanların hem Doğu uygarlığının sürüp gitmesini hem de Batı uygarlığının gelmesini istediklerini görür. Bir köşede ince saz, diğer köşede alafranga çalgı olan bir eğlence mekânını örnek vererek, seslerin ortada birbirine karıştığında kötü olacağını yani böyle bir ikiliğin yürütülemeyeceğini anlatır. “Kaç kez söyledim, gene de söyliyeyim: bizde bir yazı devrimi, bir dil devrimi olmamıştır, devrim yazısını aramış bulmuş, devrim dilini aramış bulmuştur.” (Ataç, 2012, s.169)

Batılıları örnek alan Ataç, çocuklarımızın Yunan ve Latin dilleriyle yazılmış eserleri okutularak eğitmemiz gerekliliği üzerinde durur. Böylece toplumun bütünü zamanla dilin ve kültürün kaynağını Batı olarak benimseyecektir.

40

Okullarda çocuklara Yunan ve Latin dillerinin yanı sıra Batı uygarlığının edebiyatı ve tarihini öğretmenin zorunluluğunu savunur.

6.3. Dili Yenileştirme Çalışmaları

Nurullah Ataç’ın amacı, dili yenileme ve Batı uygarlığını ifade eder hale getirmektir. “Yarın adımız anılmasa bile yarının dilinde bizim çalışmalarımızın da bir izi olacağını, bir payımız olacağını düşünerek, bu umuda kendimizi bırakarak avunmağa bakalım!” (Ataç, 1998, s.161)

Ataç’a göre bir yabancı kelimenin Türkçe karşılığı var ise mutlaka o kullanılmalıdır. Bunun dışında, dildeki yabancı kelimelerin varlığını kabul eder. Fakat yeni bir kelime türetilirken başka bir dilden almaya şiddetle karşı çıkar.

1950 yılından sonraki yazılarında görüyoruz ki Türkçede “ve” bağlacının yeri olmadığına inandığı için bu bağlacı kullanmaz. Gerekli olan cümlelerde bile, anlamı koruyarak cümlenin yapısını değiştirir yine de “ve” bağlacını kullanmaz.

Cümlenin yapısını değiştirmekle ilgili bu görüşünü yeni sözcükleri kullanmak için de gerekli sayardı. Osmanlıca sözcüklerin bulunduğu bir cümle yapısında eski sözcüklerin yerine yeni sözcükleri koymanın Türkçe yazmak anlamına gelmeyeceğini cümlenin yapısını yeni sözcüklere göre yeniden kurmanın uygun olacağını savunur, eski tümcedeki yeni sözcüklerin yama gibi duracağını söylerdi (Onaran, 2011, s.82)

Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılmasını istemeyen Ataç, bunun eskiye dönüş olduğunu ve Batı medeniyetinden uzak kalmaya sebep olacağını düşünür. Ataç eski dile karşı olsa da eski edebiyat ve kültüre olan hayranlığını saklayamaz.

Varlık dergisinin şubat sayısında okudum, Ahmet Hamdi Tanpınar şiir üzerine derin derin, büyük büyük sözler söylemiş. Ne dediğini, doğrusu, ben pek anlamadım, ancak o sözlerin önemi deyişten de seziliyor. Düşündüklerini bildirmesine Türkçe yetmemiş, dilimize karışan Arapça ile Farsça da yetmemiş, Firenkçeye de sık sık başvuruyor. “Biçim” demek şöyle dursun, “şekil” bile demiyor, “form” diyor. Der a! Daha güzel oluyor öyle… Neden “geştalt” dememiş, ben asıl ona şaştım; anlama bir şey katmazdı, katmazdı ya, sözü bir kat daha yükseltiverirdi. Şairin ödevi de, biliyoruz, öylesine güzellikler, ruhlu okuru büyüleyiverecek yüksek lakırdılar yaratmaktır… Yalnız form demekle kalmamış; eli değmişken “kriz, sübjektif, enkonsiyan” gibi sözleri de alıvermiş. Bir “raccourci” sözünün Türkçe olabileceğinde küşümü var ki onu eğik yaziyle dizdirmiş (Ataç, 1998, s.36).

Nurullah Ataç’ın dil ile ilgili çalışmalarının geniş bir kısmını kelime türetme oluşturur. Kendisi buna “kelime uydurma” der. Ona göre eğer dil çağın gereklerini karşılamıyorsa yeni kelimeler üretmek şarttır. “Dilimizin, Batı uygarlığı (medeniyeti) Türkçesinin kuruluş çağında yaşıyoruz. Hoş bir yanı var doğrusu, tatlı tatlı düşler veriyor kişiye, koltukları

41

kabartıyor: ‘Şu kavramı gösterecek bir söz yoktur dilimizde, ben buldum, ben attım ortaya, bundan sonra kullanılır’ diyorsunuz.” (Ataç, 1998, s.158)

Ataç, kelime üretirken Türkçe kökler kullanılması gerektiğini ileri sürer. Mecbur kalındığında ise Latince ve Yunanca kök ve eklerden faydalanılabileceğini düşünür. Bir yazısında Keziban’la konuşmasına yer verir. Orada “interviews imaginaires” ifadesine karşılık arar. “Hayali mülakatlar” diye çevirmek ister ama Türkçeye uymadığı için içine sinmez. “İmgesel görüşmeler” olabilir mi diye düşünür. Bu sefer de –sal –sel ekinden rahatsız olur. “Türk oğlunun şu –sal –sel ekine alışacağını hiç sanmıyorum. Evet, kumsal var, uysal var, yoksul var… Ama topraksal, ahlaksal çekilir şey değil; hele o –sel eki imgelem gibi zaten soğukça bir sözle birleşince insanın büsbütün betine gidiyor.” (Ataç, 2008a, s.135) “Hayali görüşmeler” olarak ifade etmeği düşünür. Bu sefer de nisbet i’si karşısına çıkar. “Hayal demek, hiç olmazsa şimdilik, iyi bir karşılık bulununcaya kadar, bana fena gelmiyor. Ama hayalî diyemem. Çünkü hayal demekle ancak bir kelimeyi almış oluyorum, hayalî deyince, yani eski adiyle, ‘nisbet i’si’ni kullanınca bir yığın kelimeye yer vermiş olurum.” (Ataç, 2008a, s.136)

Nurullah Ataç “Dil” adlı bir yazısında Türkçe kitapları, dergi ve gazete yazılarını pek okumadığını söyler. Daha da ötesi bu kitapları başkalarının okumasına da şaşırır. Her cümlenin üzerinde düşündüğünü ve bunu herkesin yapması gerektiğini söyler. Yazarın ifade ettiğini anlamak için büyük çaba gösterdiğini, öylesine okuyup geçmenin ne kadar yanlış olduğunu anlatır. Örnek olarak bir cümle verir: “Bunu beğenmekten kendimi alamadım.” Yazarın “kendini alamamak” deyimini yerinde kullanmadığını gösterir. “O yazar beğenmek istemiyormuş da kendini yenememiş, istemiye istemiye mi beğenmiş? Yooo! Anlıyorsunuz sözün gelişinden, düşünmeden, gelişigüzel kullanıvermiş yazar o ‘kendini alamamak’ deyimini.” (Ataç, 2012, s.152-153)

Eskiler “Söyliyenden dinliyen ârif gerek” derlerdi, ben “ârif” değilim, anlayışlı değilim, yanlış söylenenin doğrusunu anlıyamıyorum. Okuduğum yazının diline bakıyorum, dil karmakarışık, yanlışsa anlıyamıyorum, anlasam da anlamazlıktan geliyorum, atıyorum o yazıyı elimden. İşte bunun için bütün yazılan yazıların, kitapların çoğunu okumuyorum, okuyamıyorum. Yazarlarımız düşüne düşüne, kullanacakları sözleri seçe seçe yazacakları güne değin de okumıyacağım (Ataç, 2012, s.153).

42

BÖLÜM 7

7. NURULLAH ATAÇ’IN EĞİTİM İLE İLGİLİ

Benzer Belgeler