• Sonuç bulunamadı

7. NURULLAH ATAÇ’IN EĞİTİM İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ

7.1. Edebiyat Eğitimi

Nurullah Ataç, okullarda verilen edebiyat eğitiminin çocuklara kişilik kazandıracağı görüşündedir. Yazdıklarını incelediğimizde ortaya koyduğu düşünceleri iki ana başlıkta toparlayabiliriz: Birisi divan ve halk edebiyatından, eski şiirden, ozanlardan bahsettiği Türk edebiyatı; diğeri Yunan ve Latin kültürünü temel alarak bahsettiği Batı edebiyatı.

43

7.1.1. Türk Edebiyatı

Nurullah Ataç, eski şiire karşı hayranlığının bulunmasına rağmen onlardan ayrılmak, onları tamamen kapatmak istemesinin sebeplerini açıklamaya çalışır. Divanları, artık bağlı olmadığımız, günden güne uzaklaştığımız bir dünya görüşünün ürünleri olarak görür. Alaturka musikiye benzetir. Bundan sonra ne yaparsak yapalım onu yaşatamayacağımızı düşünür. Ölmüştür, gömülmüştür der. Yaşıyor, ortada dolaşıyor gibi gördüğümüzün bir hayaletten başka bir şey olmadığını söyler. Özellikle de gençlerin eski şiiri anlamadığını, önce aruzun tıkırtısını âhenk sanıp kapılsalar bile çabucak usandıklarını anlatır. Ataç’a göre, o beyitler gençler için sevgiliye söylenecek sözler değildir. Nurullah Ataç, hoşuna giden beyitlerden örnekler verdikten sonra, “Bakmayın, kanmayın siz bize, bizler yanlış yoldayız, bir yalanla, kendi kendimize anlattığımız masalla avunuyoruz. Bunları anlamıyan, sevmiyen gençler doğru yoldadır. Bizim bunları bırakmamız, unutmamız gerektir. Bunlara bağlı kaldıkça, bunları okuyup okuyup coştukça asıl gitmek istediğimiz yolu, Batı âlemi yolunu tutamıyacağız, o âlemle bizim aramızda bir perde olacak bunlar.” diye anlatır (Ataç, 2008a, s.255).

Ataç’a göre Batı dünyasına karışabilmek için Doğulu olmaktan silkinmemiz gerekir. Eski şiir, ülkeye girmesini, yayılıp yerleşmesini istediği görüşten, anlayıştan apayrı, onunla bağdaşmayan bir anlayışın, görüşün ürünüdür. İkisinin bir arada yürüyemeyeceğini düşünür. Doğu düşünüşün yarattığı şiirin, edebiyatın artık yaralanmış olduğunu, bize yetmediğini, içimizde yankılar uyandırsa da çağını geçirmiş, yapacağını yapıp göçmüş olduğunu söyler. “Gömelim onu. Onu gömelim de ötekinin tutunmasına, gelişmesine engel olmasın.” (Ataç, 1998, s.97). Aynı zamanda Ataç, eski edebiyat ile yüzyıllardır yoğrulduğumuzu, onu benliğimize, benliğimizi ona sindirdiğimizi kabul eder. Sevinçlerimizi, acılarımızı, sevgilerimizi, bütün iç yaşayışımızı onunla anlattığımızı hatırlatır. Bir Fuzuli beyiti işittiğimizde yüreğimizde bir telin titrediğini itiraf eder. İşte bu sebeplerle de eski edebiyattan vazgeçme fikrine kapıldığını anlatır. “(…) onu sevdiğim için kendime kızarım. Kapatmalıyız artık o edebiyatı, büsbütün bırakmalıyız, öğretmemeliyiz çocuklarımıza.” (Ataç, 1998, s.97)

Nurullah Ataç, divan edebiyatının kaldırılması gerektiğini düşündüğü gibi halk edebiyatının da kaldırılması gerektiğini savunur. Halk şiiri sevdasını sönecek sanırken dirilivermesine bir anlam veremez. Halk şiiri ile ilgilenmenin tek olumlu yanının bizi aruzdan kurtarması ve bize öz dilimizi sevdirmesi olarak görür.

44

Divan şiirini, eski edebiyatımızı kapatacağız, unutacağız da çocuklarımıza ne öğreteceğiz? Beğenilerini nasıl işliyeceğiz? Dil duygusunu nasıl vereceğiz onlara? Bu soruların cevaplandırılması güç olduğunu bilirim. Divan şiirini, eski edebiyatı kapatmak demek, okullarımızdan edebiyat öğretimini, edebiyat eğitimini kaldırmak demektir. Aşağı yukarı. Yalnız yenileri, yahut Avrupa dillerinden yapılmış çevirileri okutmak yetmez a! Bir de saz şairlerinin, Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun, Sümmani’nin, Seyrani’nin şiirleri var, onları mı göstereceğiz? Hayır, onlardan da geçmeliyiz, onları da kapatmalıyız. Onlar da divan şiirini yetiştiren görüşten, anlayıştan doğmuştur da onun için. Onlar da dünü söyler, onlar da dünün duygularını aşılayıp güçlendirir. Onlar, Divan şiirlerinden ancak biçimce ayrılır, öz gene o özdür (Ataç, 1998, s.98).

Ataç, eski edebiyatımızı kaldırdıktan sonra bu açığı nasıl dolduracağımız hakkında sorular sorsa da çözüm önerileri sunmaz. Eksikliklerin kendisi de farkındadır fakat çıkış yolu bulamamış, soruları havada kalmıştır. Bu soruları ortaya atarak okuyucunun düşünmesini, cevaplar bulmasını ister.

Biliyorum eski edebiyatımızı kapatmanın okullarımızdan edebiyat öğretimini, edebiyat eğitimini kaldırmak olacağını. Ne yapalım ki başka çare yok. Neye yarıyor divan şiirini göstermek? Hayır, bütün o beyitlerdeki tilcikleri öğretirken söylüyoruz: “Sakın bunları kullanmayın. Kullanamazsınız da, kimse anlamaz, üstelik size gülerler.” Onlardaki güzellik anlayışına inanıyor muyuz? Çocuklarımıza o güzellik anlayışını aşılamak istiyor muyuz? Hayır (Ataç, 1998, s.98-99).

O çocukların yarın birer yazar olduklarında eski kültüre dayanan eserlerin kabul görmeyeceğini söyleyen Ataç, Avrupalı yazarların eserlerini örnek almaları gerektiğini açıklar. Ona göre, artık toplumun bile istemediği eski edebiyatı çocuklara öğretmek, onlarda sadece eski duyguların uyanmasına sebep olur. Böylece yeni anlayışın yayılması ve benimsenmesi engellenir.

Doğu ile Batı edebiyatının birbirinden sanıldığı kadar farklı olmadığını söyleyenlere Ataç karşı çıkmaz. İkisinin temellerinin bir olduğunu ve Avrupalıların da Doğunun şiirlerini beğenerek, severek okuduğunu kabul eder. Fakat bu durumun yüksek bir alanda doğru olduğunu ve okullarda çocuklara sezdirilemeyeceğini iddia eder. Öğrencilere açıklamaya çalışıldığında zihinlerinin tamamen karışacağını savunur. “Ben size Fuzuli ile Shakespeare arasında hiçbir benzerlik, birlik yoktur demedim, ancak o benzerliği, o birliği edebiyat ile, kişioğlu ile epeyce uğraşmış olanlar kavrıyabilir. Yeni başlıyanlar için, onlar biribirine hiç uymıyan iki adamdır.” (Ataç, 1998, s.99-100)

Nurullah Ataç, yıllar sonra yukarıda belirttiğimiz düşünceleri ile uyuşmayan görüşler ortaya koyar. Bu çelişkili durumun kendisi de farkındadır ve açıklama isteğiyle “Eski Bir Yazı Üstüne” adlı yazısında Keziban ile diyaloglarına yer verir. Keziban O’na, neden şimdi divan şiirimizi övüp çocuklarımıza mutlaka öğretmemiz gerektiğini düşündüğünü sorar. Ataç, eskiden de dediği gibi Batı’yı öğrenmek gerektiğini söyler, ama kendi edebiyatımızı atma fikrinden vazgeçmiştir. Batı zevkini aldıktan sonra kendi edebiyatımızı da incelemeyi,

45

çocuklarımıza eski şiirimizi unutturmanın doğru olmadığını, eskiye takılıp kalmadıkları sürece bizim edebiyatımızdan yararlanmalarını savunur.

Ben şimdi: ‘Biz yalnız kendi edebiyatımızı, Divan şairlerimizle saz şairlerimizi okuyalım; Avrupalıları, Yunanlılarla Lâtinleri bırakalım’ diyor muyum? Biliyorum ki Avrupa dillerinden, edebiyatlarından geçmiyenler bizim şiirimizi de anlıyamıyorlar: bizim istediğimiz gibi anlıyamıyorlar. Cinaslara, leflere, neşirlere, müraatlara takılıp güzelliği onlarda buluyorlar. Baki, Nefi, Nedim de belki öyle anlıyorlardı; Şeyh Galip silkinip kurtulmak istemiş; edebiyatta, şiirde başka bir şeyler olduğunu sezmiş, haber vermiş, ama dilediğini başaramamış. Gene de bizim eski şiirimizde, şairlerimizin belki bilmeden koydukları bir güzellik var: onu, Avrupa edebiyatlarından geçerek anlıyoruz (Ataç, 2008a, s.144-145).

7.1.2. Batı Edebiyatı

Nurullah Ataç, Avrupalıların eğitim sistemiyle bizimkini karşılaştırır ve eksiklerimizi belirlemeye çalışır. Bizim halkımızın hayatı algılayış biçiminin batı dünyasının düşünüş ve anlayışından çok geri olduğu kanaatine varır ve bunu eğitim sistemimize bağlar.

Bizde gerçek aydın, sözün Avrupa’daki anlamile gerçek aydın yetişmesini istiyorsak, ortaöğretim okullarını değiştirmeliyiz, o okullara edebiyat derslerini koymalıyız. Buğün yok mu o okullarda edebiyat dersi? Yoktur, bizde batı acunundaki anlamile bir edebiyat yoktur da onun için. Bizde hep kendilerinden öncekilerin söylemiş olduklarını tekrar eden bir takım şairler yetişmiştir, hiçbir şair, hiçbir yazar yeni düşünceler, yeni görüşler getirmemiştir, iç hayatımız naslara bağlı olduğu gibi güzellik hayatımız da naslara bağlanmıştır, düşünce hayatımız da naslara bağlanmıştır. Bizim edebiyatımız insana türlü görüşleri, türlü düşünceleri öğretmez, insanoğlu saygısı aşılamaz…

Bunun için ortaöğretim okullarından bizim edebiyatımızı kaldırıp yerine Yunan, Latin edebiyatını koymak gerektir. Batı acunu aydınını aydın edenler onlardır da onun için (Ataç, 2012, s.29-30).

Ataç, batı dünyasını iyice, gerçekten, içten anlamadığımızı savunur. Bir yere kadar gidip onun ötesine geçemediğimizi söyler. Batının bilgilerini, bilimlerini öğrendiğimizi ama onların dışımızda kaldığını, içimize sindiremediğimizi düşünür. O bilgileri, bilimleri edinsek de onları bulan, geliştiren soluğu edinemediğimizi söyler. Ona göre sebebi, bugünkü batıyı öğrenmeye çalışmamız, batılıyı batılı yapan geçmişi, geleneği bilmiyor olmamızdır. Yunan ve Latin uygarlıklarını öğrenerek batıyı anlayabileceğimizi söyler. “Bizden artık iş geçmiştir, yaşlandık biz, sanki bir ırmak kıyısında durmuşuz, karşıki kıyıya özlemle bakıyoruz. Biz o suyu aşamadık, çocuklarımızın aşmasını istiyoruz. Dalsınlar o suya, Yunanca ve Latincenin kurduğu o ırmağa, çimsinler orada, o sudan aldıkları yeni canla çıksınlar karşı kıyıya.” (Ataç, 2008a, s.235-236)

Nurullah Ataç, çocuklara Yunanca ve Latince öğretip yarın o dillerin eserlerindeki görüşe, anlayışa uygun bir Türk edebiyatı kurulmasını sağlamak ister. Bunun ne kadar zor ve uzun

46

yıllar alacağını da kabul eder. Aynı zamanda bu görüş toplumda kabul gören bir görüş de değildir. Ataç’ın önerisi en azından çeviri eserlerin öğrencilere okutulmasıdır.

Öyle ise şimdi çocuklarımıza Avrupa dillerinden çevirilmiş hikâyeleri, romanları, hani şu soyyapıt “classique” eser denen kitapları okutalım. (…) O kitaplar bizim milli ahlakımızı bozarmış… Oysaki ahlakı kuran, yayan asıl o kitaplardır. Bir milletin ahlakı soyyapıtlarla bozulacaksa, vay o milletin haline!.. Bunu söylerken bu milleti küçülttüklerini anlamıyorlar mı? Medeni âlemi yaratmış olan eserlerin bize kötülüğü dokunabilir mi? (…) Dinlemeyin o adamları da okutun o kitapları çocuklarınıza, belki hepsi iyi çevrilmemiştir, zarar yok, yarın daha iyisi çıkar, siz şimdiden okutun onları ki çocuklarınızın hayali işlesin, gelişsin, başka insanları kavrıyabilsin (Ataç, 2008a, s.268).

Ataç, Yunan ve Latin dillerinin öğrenilmesinin gerekli olduğunu ama sadece yabancı dil öğrenmenin ve kelimelerin köklerini bilmenin yeterli olmadığını, Avrupalı zihniyeti benimsemenin önemli olduğunu vurgular. “İş Batı kafasını, Avrupalı kafasını edinmekte. Avrupalılar buğünkü kafaya, buğünkü medeniyete, buğünkü düşünceye Yunancayı, Latinceyi öğrenerek ermişler, eğitimlerinin temeli o diller olmuş. Demek büyük bir güç var o dillerde.” (Ataç, 2008a, s.235)

Nurullah Ataç, Yahya Kemal’in “mektepten memlekete” sözünü doğru bulduğunu ve bu sözden ne anladığını bizlere açıklar. O’na göre, her birimiz mektep’e gideceğiz, yani Avrupalıları okuyup anlıyacağız; ama oradan aldığımız bilgi ile kendi şiirimizi de okuyacağız. Kendi şiirimizi okumazsak yazdığımız Türkçeye benzemez, içinde bizden bir şey bulunmaz. Öyle yazılar da, Avrupalıları bilmeyenlerinkiler gibi, cansız olur. Ataç, edebiyatımızın kendi kendine yetmeyeceğini söylerken, ne kadar güzel olduğunu ve bunu anlamak için mektep’e gitmemiz gerektiğini ekler. “Şunu da unutmamalı: mektep’te yalnız iyi şeyler öğrenmiyoruz. Avrupalıların değersiz, utanılacak bir edebiyatları da vardır: Meselâ Fıransızların Sully Prudhomme’ları, Dumas Fils’leri, Rostand’ları, Maeterlinck’leri gibi… Öyle yazarları bizim şairlerimizden üstün tutmağa kalkmaktan, bu günahtan kendimizi korumak gerektir.” (Ataç, 2008a, s.146)

Benzer Belgeler