• Sonuç bulunamadı

7. NURULLAH ATAÇ’IN EĞİTİM İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ

7.4. Gençlere Öğütler

Nurullah Ataç, gençlere nasihat vermeyi sevmediğini söyler. Yazılarında da doğrudan doğruya gençlere şöyle yapın böyle yapın dediğine pek rastlanmaz. Kendi düşüncelerini ortaya koyar, konu hakkında sorular sorar ve onları her zaman düşünmeye iter. Fakat Ataç’ın yazılarını dikkatli bir şekilde okuduğumuzda yeni nesil için yol gösterici öğütlerini bulabiliriz. Kendisi de zaten bu öğütlere gençlerin düşünerek, akıl yorarak, çalışarak ulaşmalarını ister. Ayrıca yeni neslin eskilerin dediğini aynen yapması Ataç’ın düşünce yapısına terstir. O, tecrübelerini aktarır ve gençlerin onu yenilikle harmanlayıp, çağın yaşayışına uydurup öyle uygulamasını bekler. Belki sonuç başarılı olmayabilir fakat deneme yanılma yoluyla gençlerin kendilerini geliştirebileceklerini düşünür.

51

(…) doğrusunu isterseniz ben, gençlerin öğüt dinleyenlerinden hiç hoşlanmam, bir gün doğru yolu bulabileceklerine inanamam. Hangimiz yanılmadık? Hangimiz bu yaşa geldikten sonra da gene boyuna yanılıp durmuyoruz? Doğru, yanlıştan yanlışa atlıyarak, yanlışlar içinde kalıp yanarak varılacak bir erektir. Bir yolun, bir düşüncenin yanlışlığını, başkalarından öğrenerek değil, ancak kendimiz deniyerek anlıyabiliriz. Bırakın, gençler de yanılsınlar; içlerinden iyileri, değerlileri bir gün o yanlış yollardan kendi kendilerine kurtulur, belki de o yanlış yollara saplandıkları halde gene ereklerine, yani güzel, kalacak bir eser vermiye ulaşabilirler (Ataç, 2008a, s.240).

Genç dedim mi, haşarı bir insan gelir aklıma, yapıp ettiklerinde haşarı, duygularında haşarı, düşüncelerinde haşarı. Durulmamış daha, dönüp arkasına bakarak iç çekmiyor, atılıyor, yarına atılıyor, dünyanın güzel olduğuna, daha da güzel olabileceğine inanıyor, yerleşmiş görüşleri, kanıları, yüzyılların taşıyıp getirdiği inançları hemen benimsemiyor, bağlanmıyor onlara, hepsini birer birer eleyip eleştiriyor, inceliyor, beğenmediklerini, doğru bulmadıklarını saygısızca atıyor. Yani dinlemiyor yaşlıları, dinlese de her dediklerine uymak için değil, birçoklarını çürütmek, yıkmak için dinliyor. Böylesine genç derim ben, gencin böylesinden hoşlanırım. Kızdığım, sinirlendiğim olur öyle gençlerin yaptıklarına ama bakmayın siz benim sinirlenmeme, kızmama, gene onlardan yanayım (Ataç, 2012, s.130-131).

Nurullah Ataç’a göre ahlakın temeli “Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma.” ilkesine dayanır. Buna uyan bir insan ne adam öldürebilir ne kimsenin malını çalabilir ne yalan söyleyebilir ne de kimseyi rahatsız edebilir. Bahsi geçen ilke uyulması öyle kolay bir ilke değildir. Kendinizi karşınızdakinin yerine koyabilmeli, bencillikten silkinebilmeli… Ayrıca o karşınızdaki kişi belki sizin umursamayacağınız şeylerin de yapılmasını istemiyor olabilir; onları da anlayıp yapmamak gerekir. Tüm bunların yanı sıra, o kişiye başkalarının eziyet ettiği fark edildiğinde kayıtsız kalmamak da elzemdir. Ahlak sadece kötülük etmekten çekinmek değil, başkalarının edecekleri kötülükleri de önlemeye çalışmayı buyurur. “Ahlaklı adam, gerçekten ahlaklı adam, kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmıyan adam, bir haksızlığa, kötülüğe uğrıyanın acısını kendinde duyduğu gibi, haksızlık edenin, kötülük edenin utancını da kendinde duyan adamdır.” (Ataç, 2008a, s.262)

Birinin ahlaklı olması için bir iç âleminin olması gerektiğine inanan Ataç, o kişi kendi benliğinin tek benlik olmadığını, sayısız benlikler bulunduğunu kavrayarak kendi benliğini o benliklerle zenginleştirmesi gerektiğini söyler. İyi insanları da kötü insanları da anlamalı, onları kendi içinde duymalı ve onların iyilikleriyle övünüp kötülükleriyle yerinmelidir. Ataç için bir toplumda gerçek ahlakın gelişmesi isteniyorsa, insanlar arasındaki anlaşmayı, birbirini sevmeyi, birbirine acımayı, birbirini saymayı artırmak şarttır. Yasaklar koymanın ahlaki açıdan hiçbir faydası yoktur; aksine toplumdaki ahlaki yapıya zarar verir.

İnsanları korkutacaksınız, yıldıracaksınız da öyle mi ahlaklı edeceksiniz? Dört yanlarını yasaklarla çevireceksiniz, gözlerini kaldırtmayacaksınız, kendine insanoğlunun başlıca şerefini, hür olmak, kendi kaderini kendi hazırlamak şerefini duyurmayacaksınız, sonra onu insanlığa sevgi, saygı duyan bir varlık edeceksiniz… Başkalarını sevmesi, sayması şöyle dursun, özüne dahi sevgisi, saygısı kalmaz. Şaşarım size, siz yuvarlak dörtgenler, yumuşak sertler yapmaya

52

kalkışıyorsunuz da haberiniz yok. Bırakın, insanlar biribirlerinden çekinmesinler, korkmasınlar, yılmasınlar, biribirlerini görünce: “Acaba ne kötülük edecek bana?” diye düşünmesinler, gülmesinler biribirlerine, ancak böyle olursa biribirlerini severler, sayarlar. Yasakları çoğaltıcağınıza azaltmağa, kaldırmağa bakın, ancak böyle yaparsanız onları çevrelerine ısındırırsınız (Ataç, 2008a, s.264).

Nurullah Ataç edebiyatı ahlakın başlıca kurucusu ve yayıcısı olarak görür. Bir kimsenin sıkıntılar çektiğini, yüreğinden yaralandığını anlamak için kendisini görmemiz, dinlememiz yeter sanılır; oysaki yetmez; görmek, dinlemek başka, gerçekten anlamak başkadır. Şiirler, hikâyeler, romanlar, tiyatro eserleri, denemeler bizi bu bencillikten kurtarır; yani edebiyat. Öteki insanların içlerini bize onlar açıverir, bize başkalarını onlar duyurur. İlim bize dışı öğretir, onun öğrettikleri bizim dışımızda kalır; sanat, edebiyat ise öğretmez, sezdirir, kavratır; ahlakın istediği de asıl bu sezme, kavrama gücüdür. Ataç’ın savunduğu görüşe göre; bir toplumda ahlakın ilerlemesi, düzelmesi isteniyorsa o toplumda edebiyat, sanat merakı uyandırılmalı, geliştirilmeye çalışılmalıdır. “Çocuklara, gençlere şiirler, hikâyeler, romanlar okutturun, onları tiyatrolara, sinemalara gönderin. O hikâyelerin, romanların, oyunların insanlariyle tanışsınlar, onların hayatlarını hayallerinde yaşasınlar, öğrensinler onların içlerini, böylece gerçekteki insanları da daha iyi anlarlar.” (Ataç, 2008a, s.267) Gençlerin bir işi başarmak istiyorlarsa aralarında dayanışma olması gerektiğini savunanlara karşı Ataç, dayanışmanın hangi türlüsünden bahsettiklerini sorar. Doğum yeri, okul, kuşak, soy sop dayanışması Ataç’a göre ulusal birliği yıkabilecek düşüncelerdir. Böyle bağları düşünüp de gerçekten inanılan düşünceleri söylememenin bencillik olduğunu düşünür. İnsanların kendi çıkarları için düşüncelerini, inançlarını ikinci plana atmalarına anlam veremez. Gençleri, dayanışma sözü arkasında gizlenen bencilliğe karşı uyarır. “Beğenilecek, sevilecek, övülmeye değer bir tek dayanışma vardır: düşünceleri bir olan kişilerin dayanışması, bir çıkar uğrunda düşüncelerinde, inanlarından geçmiyen kimselerin dayanışması. Duygularımızdan, arkadaşlık, soy sop, yaşıtlık kaygılarından doğacak dayanışmalar iyi, kutlu birer dayanışma değildir.” (Ataç, 2012, s.140)

Nurullah Ataç, dönemin genç yazarlarını okur, takip eder ve onlar hakkında kötü yorumlarda bulunanları eleştirir. Eski edebiyat kültürüyle yetişmiş insanların yeni tarzdaki eserleri beğenmeyişini anlayışla karşılar fakat etraftakilerin onları acımasızca eleştirip heveslerini kırmalarına üzülür. “Türk şiiri yüzyıllarca gerçekten bir şey söylememiştir; ancak büğün bu gençlerle bir şeyler söylüyor, bizim ta içimizi aydınlatıyor. Bunları beğenmemek olur, kimsenin beğenmemesine karışılmaz. Ancak bunların boş söz olduğunu, bunları anlamadıklarını söyliyenler, anlamak nedir, onu bilmiyorlar demektir.” (Ataç, 2008a, s.105)

53

Nurullah Ataç, genç yazarlarımızın çoğunun özen düzen düşünmeksizin, kalemlerinin ucuna nasıl geliyorsa öyle yazdığını söyler. Başka türlü yazsalar dediklerinin daha iyi anlaşılacağını, belki daha güzel, daha çekici olabileceğini, herhangi bir sözü yerinde kullanmadıklarını gösterildiğinde umursamaz bir tavır takındıklarını gözlemler. Bu davranışlarının sebebini, ifade ettikleri doğruların yüceliği yanında biçim güzelliği, deyişin akıcılığı, bir sözün yerinde kullanılmasının önemsiz görülmesine bağlar. İnandıkları şeyleri yazarken, yazdıklarına özen göstermek gereksiz olarak düşünülmeye başlanmıştır. Ataç, gençlere mutlaka güzellik aramalarını öğütlemediğini ifade eder. Fakat doğruları söylerken, sözlerin değerini, anlamını düşünerek, okuyanın da hemen anlamasını sağlamaya çalışarak, sıkmaktan kaçınarak söylemenin önemine vurgu yapar. Yazarlarımızın yanı sıra okurlarımızın da biçim kaygısı duymadığını söyleyen Ataç, bir şeyler sezmeye çalışmadan kendi inançlarını yazardan duymanın okuyucuya yettiğini görür.

Bir yazarda, bir şairde, sanat, güzellik kaygısından başka düşünceler de bulunması gerekli olduğunu unutmuyorum. Şairin, yazarın, doğruluğuna inandığı düşünceleri, duyguları olmazsa yaratacağı güzel kalıplara ne koyacak, ne dökecek? Güzellik bir başına gözükmez, başka bir şeyin giyimi kuşamı olarak ortaya çıkar. Ama güzellik de aranmalıdır. En büyük doğrular ancak güzel bir kalıba büründükten sonra yayılabilmişlerdir. (…) Günümüzün okurları anlamak, öğrenmek, önlerine konulan düşünceler üzerinde tartışmaya girmek için okumuyorlar; ellerine aldıkları dergide, betikte kendilerinde bulunan düşünceleri, duyguları arıyorlar (Ataç, 1998, s.13).

Nurullah Ataç, gençlerin neden kitap okumadığını düşünürken şu tespitlerde bulunuyor: Öncelikle etraftan hangi kitapları okuyup hangilerini okumamak gerektiği ile ilgili bir baskı var. Gençler okuyacakları kitabı kendileri özgürce seçemiyor. Bununla beraber okumaya niyetlenilen kitabın nasıl okunması gerektiği de etraftaki diğer insanların kurallarına bağlanmış durumda. Okuyucu şöyle rahat rahat, eğlene eğlene okuyamıyor. Dura dura, inciğini cinciğini çıkararak, altını çizerek hatta notlar alarak okunması gerektiğine dair kurallar koyulmuş. Bütün bunlar gençleri okumaktan soğutan etkenler. “Böyle yazıları görünce anlıyorum bizde gençlerin niçin çok okumadıklarını. Okumak sıkıntılı bir iş gibi gösteriliyor da onun için. Sen beğensen de beğenmesen de benim seçtiğim kitabı okuyacaksın, hem de bin türlü zahmetlere katlanarak okuyacaksın.” (Ataç, 2012, s.136) Ataç, gençlerin nasıl kitap okudukları üzerinde uzun uzun düşünür. Kendisiyle sohbet eden gençlere de bakarak bu sorusuna cevaplar arar. Ona göre, çoğu genç gerçekten kitap okumuyordur. Gözleri kitapta akılları başka yerde, dalmış gitmişlerdir. Hani insanların birtakım düşünceleri, tasaları varken kitap okumaya çalıştıklarında nasıl bir okuma

54

gerçekleştiriyorlarsa, işte gençlerin çoğu hep bu vaziyettedir. Ataç, kendi yazılarını da birçok kişinin tam anlamına varamadan okuduklarını düşünerek üzülür.

Birtakım kişiler için eğlencedir okumak, eğlencelerin en eğlencelisi. Doldururlar evlerine kitapları, bir yerde bir kitap gördüler mi, nedir diye bakmadan geçemezler, benim sokakta her gördüğüm kediyi okşamak istemem gibi. Onlarda bir kitap tiryakiliği vardır, öğrenmek için okumazlar kitabı, kendilerine bir yararlığı olacak diye okumazlar, okumayı içleri çeker de onun için okurlar. Ne biçim okuyacaklarına da kimseyi karıştırmazlar (…) Aldırmayın okumak üzerine şunun bunun dediklerine. Benim dediklerime de aldırmayın. Belki siz bir ası, bir kazanç beklediğiniz için okursunuz, kitaplarınızın içine türlü türlü çizgiler çizmekten hoşlanıyorsunuz, bir kitabı pek beğenmişsiniz de baştan aşağı ezber etmek istiyorsunuz, ben ne karışırım? Keyif sizindir, bildiğiniz gibi okuyun (Ataç, 2012, s.137).

Ataç, gençlerin eski eserleri okumasını ama bunu yaparken eskiye körü körüne bağlanarak değil, onlardan bir şeyler öğrenerek okumasını tavsiye eder. O kitapların çoğu bir sorunu ortaya atmak, bir düşünceyi yaymak veya savunmak için yazılmış olsa da bunu ustaca yapmışlardır ve doğru bildiklerini söylerken güzel söylemek gerektiğini de gözden kaçırmamışlardır. Dünün büyük eserlerini, ustaların kitaplarını okumakla gençler acemiliklerinden kurtulabilir. “Doğu’nun, Batı’nın, dünün, büğünün bütün güzel kitaplarını okusunlar; bu arada kötülerini, çirkinlerini de okurlarsa, ona da sevinelim. Bizim kötü yahut çirkin bulduğumuz bir kitabın onlara iyiliği de, güzelliği de öğretmiyeceğini ne biliyoruz?” (Ataç, 2008a, s.243-244)

55

BÖLÜM 8

SONUÇ

Edebiyat ile ilgili önemli değerlere sahip yazarımız Nurullah Ataç, bu birikimlerini yazılarında dikkat çekici bir üslupla okuyucularına aktarır. Çeşitli fikirler ortaya atarak düşünmeye sevk etmekle birlikte tartışma ortamı hazırlayarak doğruyu bulma yolunda okuyucuyu da işin içine dâhil eder. Bir eğitim meselesi olarak dil ve edebiyatı ele alış tarzı dikkate değerdir. Düşüncelerini yazılarıyla aktarmakla kalmaz, uygulanabilirliğini göstermek amacıyla hayata geçirmeye de çalışır. Ataç sadece yazar değil öğretmen olarak da sorunların üzerine eğilmiş ve çeşitli çözüm önerilerinde bulunmuştur. Bu önerilerin çoğu yapılması gereken ve yapılabilir nitelikte olmasına rağmen, bazıları o günün şartlarında hayata geçirilemeyecek kadar imkânsız görülmektedir.

Nurullah Ataç’ın şiir hakkındaki düşüncelerine toplu olarak baktığımızda, bu konu hakkında sürekli fikirler ürettiğini ve bu fikirleri zaman zaman tekrar ele alıp akıl süzgecinden geçirmeye büyük önem verdiğini görürüz. Ataç, şiir ile ilgili geçmişte savunduğu bir görüşü zaman geçtikten sonra reddetmekten veya eleştirdiğini sonradan savunur hale gelmekten çekinmez. Nurullah Ataç, önceleri şiirde mana aranmaması gerektiğini yazmışken zamanla bu görüşü değişir. Şiirde mananın ve sesin birlikte ve uyum içinde olmasının zaruriyetini vurgular. Şiirde fayda aranması gerektiğini söyleyenlere karşı çıkar. Gerçek şairin, toplumun nasıl bir yeniliğe ihtiyacı olduğunu anlaması ve buna göre şiirler yazması gerektiğine inanır.

Eski şiir-yeni şiir hakkında da zaman zaman birbiriyle çelişen açıklamalarda bulunan Ataç,

önceleri eski şiirin tamamen kapatılması gerektiğini söylerken daha sonraki yazılarında eski şiirden de faydalanılmasının önemli olduğunu anlatır. Edebiyat eğitiminde de eski-yeni kavramları üzerinde önemle durur. Çocuklara öğretilmesi konusundaki düşünceleri eskiden ‘kesinlikle öğretilmemeli’ şeklindeyken zamanla bunun pek doğru olmadığı kanaatine varır. Ona göre batı edebiyatı da bizim eski edebiyatımız da çocuklara öğretilmeli ve yeni bir edebiyat anlayışı ortaya koymaları sağlanmalıdır. Divan şiiri hakkında yazdığı yazıların tümüne baktığımızda Ataç’ın aslında divan şiirini çok sevdiğini fakat yeni bir edebiyat oluşturmaya çalışırken bu sevginin kendisini engelleyeceğinden korktuğu için sevgisini bastırmaya çalıştığını anlamaktayız.

56

Nurullah Ataç, halk edebiyatı hakkında da eski şiirle ilgili düşünceleriyle paralel söylemler ortaya koyar. Bizi öz Türkçeye doğru götürmesini olumlu bir yön olarak görse de yeniliklerin önündeki bir engel olarak halk edebiyatına tepkilidir. Ataç’a göre edebiyat eğitiminde halk şiirine yer yoktur, çocuklara öğretilmesini gereksiz görür.

Nurullah Ataç’ın şiirde biçim hakkındaki düşüncelerine baktığımızda aruzun üzerinde önemle durduğunu görebiliriz. Ona göre aruzun tek olumlu yanının usta bir şairin ellerinde Türkçeye çok güzel uydurulabilir olmasıdır. Yazılarında da belirttiği gibi en çok serbest nazmı sever. Nurullah Ataç, yeni yeni şiir yazmaya başlayan şairlerin şiirlerini okur, inceler, değerlendirir. Onlara büyük önem verir. Şiir kitapları hakkındaki eleştirilerini yayınlayarak gençlere yol gösterir. Böylece dönemin edebiyat eğitimine katkıda bulunduğu gibi görüşlerini sonraki nesillere de aktararak bu eğitimin devamını sağlar.

Nurullah Ataç’ın yazılarının önemli bir kısmı şiir ile ilgili olsa da düz yazı hakkında da düşüncelerini dile getirmiştir. Gelecek nesillere ışık tutması açısından, edebiyatımızda nesir alanındaki problemleri tartışmıştır. Sonuç olarak kesin yargılara ulaşmasa da okuyucuyu düşünmeye sevk eder.

Roman okunması gerektiğini tavsiye etse de üzerimizde bıraktığı etki açısından şüphededir. Hikâye ise onun için romandan daha özenli yazılması gerektiğine inandığı bir türdür.

Hikâyecilerimizin özensizliğinden yakınarak düzeltilmesi gerekenleri tek tek gösterir. Ataç için tiyatronun önemi büyüktür ve halkın rağbet etmemesine üzülür. Batıyı örnek almanın yanında kendi kültürümüze uygun tiyatroların yazılması gerekliliğini anlatır.

Edebiyat tarihinin yazılmasına karşı çıkan Ataç, gençlerin yanlış yönlendirileceği endişesini

taşır. Ona göre geçmişe bağlı kalmak yeniliğin gelişini engeller.

Tercüme konusu üzerinde önemle durmasının sebebi kendisinin de çeviri yapıyor olması ve

işin içinde olduğu için sorunları bizzat yaşıyor olmasıdır. Çevirmen hem kendi dilini hem de muhatap olduğu yabancı dili iyi bilmelidir. Birebir çeviriyi şiddetle eleştiren Ataç, ifadenin tümünün, çevrildiği dilde karşılığının aranıp bulunması gerektiğine inanır.

Nurullah Ataç hakkında eleştirmen, denemeci, söyleşici gibi çeşitli yorumlar yapılagelmiştir. Buna karar vermek için yazılarını incelemek gerekir. Duygu ve düşüncelerini sohbet havasında anlatan Ataç öznel bir tavırla konuları okuyucuyla tartışır. Birçok eseri ve yazarı eleştiriyor olsa da bu öznel tavrı nedeniyle eleştirmen kimliğine

57

oturtulamaz. Daha çok deneme ve söyleşi havası vardır yazılarında. Kendine has üslubuyla Ataç, edebiyatımızdaki düzyazı türüne yeni bir soluk getirmiştir.

Farklı nesir türlerinde tartışmalar yaparak yeni nesil gençlerin bu konular hakkında düşünmesini sağlayan Ataç, edebiyat eğitimine kendi tarzıyla katkıda bulunmuştur. Roman, hikâye, masal, tiyatro gibi türlerin okunmasını, yazılmasını tavsiye ederken bunun nasıl olacağı hakkında da fikirler verir. Tercüme yaparken karşılaştığı sorunları irdeleyerek gençlerin başına gelmesi muhtemel sorunları gözler önüne serer ve kendisinin nasıl çıkış yolları bulduğunu ifade eder.

Nurullah Ataç, yazılarının hemen hemen hepsinde dil ile ilgili konulara yer vermiştir. Günümüz şartlarına uygun, yeni bir dil oluşturmak temel amacıdır. Bunu yaparken eski kelimeleri atma, yabancı kelimelerin Türkçe karşılıklarını bulma, yeni kelimeler türetme gibi yöntemlere başvurur.

Dili geliştirecek ve yenileştirecek kişilerin yazarlar ve şairler olduğunu düşünür. Dönemin yazar ve şairlerine bu görevi üstlenmedikleri için kızar. Yazılarında Türkçe karşılık arama veya yeni kelime türetme hakkında nasıl uğraştığını, hangi aşamalarla bu çalışmasını sürdürdüğünü, düşünce basamaklarını tek tek anlatır. Bununla aslında yeni nesil gençlerin de nasıl düşüneceğini, nasıl çalışacağını, hangi aşamalarda hangi problemlerle karşılaşıldığını göstermiş olur. Edebiyat eğitimine bu yönüyle katkıda bulunan Ataç, anlarız ki, yabancı bir kelimeyi gördüğü an aklına gelen herhangi bir karşılığı söyleyivermemiştir; ya da ekini kökünü düşünmeksizin herhangi bir kelime uydurmamıştır. Böylece gençlere de nasıl kafa yoracaklarını ifade ederek yol göstermiş olur.

Okullarda Batıyı örnek alan bir eğitim sisteminden yanadır. Dili de Batı medeniyetini daha güzel ifade edebilmek için yenileştirmeye çalışır. Yunanca ve Latince öğretilmesi gerektiğini söyler. Böylece Batı kültür ve medeniyetine daha iyi vakıf olur ve gelişmemizi sağlayabiliriz.

Birçok gazete ve dergide yıllarca yazıları yayınlanan Nurullah Ataç, o an ne düşünüyorsa yazılarına bu düşünceleri aktarır. Zamanla fikirlerinin değişmesini normal ve gerekli görür. Böylece kendisini sürekli geliştirmiş olur. Bu nedenle her duruma şüpheyle yaklaşır ve sorgular. Hemen hemen her yeni yazısında bir önceki düşüncesini irdeler ve artık aynı şekilde düşünmüyorsa değiştirir. Edebiyat, dil ve öğretmenlik ile ilgili düşünceleri de bu eğilime uygun olarak gelişme gösterir.

58

Nurullah Ataç, ortaöğretimde verilen edebiyat dersinin önemini her fırsatta vurgular. Verilen edebiyat eğitimiyle memlekete aydın insan yetiştirilebileceğini savunur. İyi bir edebiyat eğitimiyle ortaöğretim öğrencisine kişilik kazandırılabilir. Okullarda öğrencilere şiir zevki verilmeli ve edebiyat zevkle öğretilmelidir. Böylece okudukları şiirlerdeki sözler çocukları etkiler ve onlarda sanat ve estetik anlayışı oluşur. Okulun ve öğretmenlerin görevi, özellikle güzel şiir örnekleriyle edebiyat zevkini işlemektir. Derslerle estetik ve mutlu çocuklar yetiştirmek, kendi edebiyatımızın da gelişimi için teşvik edici bir durumdur.

Edebiyat eğitiminde çocuklara Divan edebiyatının öğretilip öğretilmemesi hakkında Ataç, çok düşünmüş ve çoğu zaman ikilemde kalmıştır. Bazı yazılarında eski şiirin güzelliğini ve öğretilmesinin gerekliliğini savunurken bazı yazılarında bu edebiyatın tamamen kaldırılmasını ister. Duygularıyla eski edebiyata bağlı olmasına rağmen düşünceleri bu edebiyatın çocuklara öğretilmemesi yönündedir. Bunun yanı sıra zamanla Halk edebiyatının öğretilmesine de karşı çıkmaya başlar. Her iki edebiyatı gelişmemiz ve ilerlememiz açısından birer engel olarak görür.

Nurullah Ataç’ın Divan ve Halk edebiyatımıza karşı takındığı olumsuz tavrın sebebi, Batı medeniyetine girmek için doğululuktan kurtulmak gerektiğine inanmasıdır. Yıllardır süregelen edebiyatımızı çocuklarımıza öğretmeye devam ettiğimiz sürece batılı olamayacağımız korkusunu taşır. Türkler ile Avrupalıları karşılaştırdığında zekâ yönünden

Benzer Belgeler