• Sonuç bulunamadı

Öğretmenlik Mesleği ile İlgili Görüşleri

7. NURULLAH ATAÇ’IN EĞİTİM İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ

7.3. Öğretmenlik Mesleği ile İlgili Görüşleri

Nurullah Ataç, ünlü bilginlerimize, aydınlarımıza ve halkımıza baktığında bir eksikliğin olduğunu görür. Bunun ne olduğunu sorgular ve hakkında düşünceler üretir. Bizlerin de

48

Avrupalılar gibi zeki olduğumuzu, çalıştığımızı, okuduğumuzu, öğrendiğimizi gözlemler. Fakat Avrupalıların okuyup öğrendiklerini bizden daha iyi anladıklarını, içlerine bizden daha iyi sindirdiklerini söyler. Bunun sebebini de eğitim sistemimize bağlar. “Bizim eğitimimiz Avrupa ülkelerindeki eğitime benzemiyor da bizim aklımız onun için Avrupalıların aklı gibi olamıyor.” (Ataç, 2008a, s.235)

Bir köye uğradığı günü anlatan Ataç, orada öğretmenlerle konuşur. Ne okuduklarını sorar. Sadece ders kitabı okuduklarını öğrenir. Öğrencilere bakar ve onların da çoğunun ilkokuldan sonra devam etmediğini görür. İnsanların öğretimi, yazıyı şöyle böyle söküp bir parça da hesap yapabilmek olarak algılamasına üzülür.

Ataç, okumanın bir büyüsü olduğuna inansa da çocukların okumayı öğrendikten sonra gidip kendi kendilerine kitap alıp okumalarının pek mümkün olmadığını söyler. Çünkü hem piyasada bol bol, ucuz ucuz kitaplar yok hem de çocuk büyüklerinden kitap okuyan, okuyup da kafasını, iç âlemini zenginleştiren birini görmemiştir. Bu kaygılarını dile getiren Ataç, “Ne yapmalı?” sorusuna Tuba ağacı kuramıyla cevap verir.

Bilirsiniz, ben de Emrullah Efendi gibi Tuba ağacı kuramına inananlardanım: bir ülkede önce yüksekokullar açılır, sonra ortaokullar, sonra da ilkokullar. Yüksekokullardan önce de düşünülecek bir şey vardır: ülkede aydınlar, seçkinler, kitap yazacak kimseler bulunmasını sağlamak. Toplumun, ulusun bir edebiyatı olur, o kitapları okumanın kişiyi yükselttiği, birtakım faydaları olduğu anlaşılır, kişiler onları okumağa özenir, bunun için de okul isterler. Siz, o edebiyat kurulmadan, o kitaplar yazılmadan köylünün kentlinin okula gitmesini istersiniz, bir işe yaramaz uğraşmanız, okutamazsınız, okutabilseniz de onların okumasından kendilerine de, topluma da bir iyilik gelmez. Ak kâğıdın üstünde kara harfleri seçebilmek bir üstünlük değildir de onun için. Onların okuyabilmelerini sağlayınca, ellerine kitap verebilmeniz, her birinin isteğine uygun kitaplar verebilmeniz gerektir. Veremezseniz, köylüsünü, kentlisini üç yıl, beş yıl boşuna sıkmış olursunuz (Ataç, 1998, s.131).

Nurullah Ataç, bizde okulları bitiren kişilerin okuyabilecekleri kitapların olmamasından yakınır. Bunun çözümünün de devlette olduğunu söyler. Devlet bilim, şiir, hikâye gibi her türlü kitabı basmalı ve bunları ucuz ucuz dağıtmalı. Böylece hem kitap yazmak isteyenleri özendirmiş olur hem de birçok kimsenin eline kitap ulaşır. Belki hemen olmasa da insanlar elbet bu kitapları okumaya başlayacaktır.

Tuba ağacı kuramının şimdilik uygulanamayacağını kabul eden Ataç, başka çözüm yolları üretmeye çalışır. Öncelikle öğretmeni ele alır. Bir öğretmen okulunda veya köy enstitüsünde okumuş genç bir öğretmen, okulunda çalışır, didinir. Belki büyük bir sevgi ile büyük bir heyecanla başlamıştır. Ataç, bu öğretmenlerin zamanla ateşinin söndüğünü, öğretmenliğin zamanla onun için yaratıcı bir iş olmaktan çıktığını, çocukları gerçekten yetiştirmeye çalışmadığını, sabah gelip akşam gidip zamanın çabuk geçmesini dilediğini gözlemler.

49

Öğretmen yıllar geçtikçe kendisine verilen işi yapar, onun dışında çocuklarla uğraşmaz, onlara kendi bilgisini, kendi gençliğindeki ateşi aşılamaya çalışmaz hale gelir. Öğretmen okulunda, köy enstitüsünde iken birtakım kitaplar okumuş, belki edebiyata, yüksek bilgiye de yükselmek istemiş, merak edip okumuştur. Ama yıllardan beri kapatmış onları, geçinmenin zorlukları ile karşılaşmış. Ataç, bu durumdaki öğretmenler için şöyle seslenir:

Kitap gönderin o adama. Her yıl en aşağı on kitap gönderin. Ona mesleğindeki yenilikleri bildiren kitaplar, dünyayı anlatan kitaplar, tarih kitapları, coğrafya kitapları, yerli, yabancı romanlar, hikâyeler, şiirler. Boyuna yenilesin, tazelesin bilgisini. Tazelenmiyen bilgi söner gider. Milli Eğitim Bakanlığı niçin yapmaz bunu? Yazdırtsın o kitapları, her birinden birkaç yüz bin bastırıp ilkokul öğretmenlerine dağıtsın, para da almasın onlardan. Yoksa yitirir o öğretmenleri. Romanlara, hikâyelere gelince, büğün bu ülkede roman, hikâye yazan birçok genç var, onlara da yardım etmiş olur. Her yıl gazetelerde, dergilerde birçok yazı çıkıyor. İlkokul öğretmenleri onlardan da faydalanabilir. Milli Eğitim Bakanlığı o yazılar arasından seçsin, bir iki kitap yapsın, onları da dağıtsın (Ataç, 1998, s.132-133).

Nurullah Ataç, böylece öğretmenlerin kitaplığının kurulmuş olacağını, aynı zamanda okulu bitiren öğrencinin de kitaplığının kurulmuş olacağını anlatır. İsteyenler kolayca kitaplara erişebilir ve bu sayede ülkede aydınlar sınıfının kurulup genişlemesine yardım edilmiş olur. Ataç, yazılarında aydın kavramını detaylıca inceler; Avrupalı aydınlarla bizimkileri karşılaştırır ve eksiklerimiz üzerinde düşünmeye çağırır. Ona göre, gerçek aydın yetiştirmek istiyorsak orta öğretim okullarını değiştirmeliyiz, o okullara edebiyat dersi koymalıyız. Ataç’ın bahsettiği edebiyat dersi eskileri tekrar etmekle yetinen dersler değil, batılı anlamda bir edebiyat dersidir. Bunu öğretecek olan da Avrupalı aydınların hayatı algılayış tarzını benimsemiş öğretmenlerdir.

Nurullah Ataç, öğretmenlerin okullarda öğrencilere nasıl yazı yazılacağı hakkında kurallar öğrettiklerini görür. Çocuklar da bu kurallara bağlı kalarak bir şeyler yazmaya çalışırlar ve başarılı olamayınca yazma işinden soğurlar. Öğretmenin amacı öğrenciyi yazı yazmaya teşvik etmektir, onu yazmaktan soğutmak değil. Öğretmenin belirlediği konuda, yine öğretmenin anlattığı kurallar çerçevesinde kompozisyon yazdırılması, Ataç’a göre yanlış bir yöntemdir. Çocuklar içlerinden nasıl geliyorsa öyle yazmalıdır.

Edebiyat derslerinin işleniş şeklinde de yanlışlar bulan Ataç, ezbere karşı olan öğretmenlere bir anlam veremez. Eskiden okullarda şiirler ezberletilirken yeni dönemde bu uygulama kalkmıştır. Öğretmen sınıfa gelir, ders kitabında belirlenmiş olan divan şiirini okur, düz yazıya çevirir, açıklar. Ataç için bu yeterli bir eğitim değildir. Çocukların içine şiir sevgisini yerleştirilmek isteniyorsa, güzel ve ahenkli şiirler seçilmeli, ezberletilmeli ve onlardan duyulan hisler, zihinlerde oluşan hayaller anlatılmalıdır.

50

Arap harflerini bırakıp Latin alfabesine geçişimize ve eski edebiyatımızın zamanla unutuluyor olmasına üzülen öğretmenlere bir anlam veremeyen Ataç, çocukların taze zihinlerini etkileyen öğretmenleri dil konusunda daha hassas olmaları için uyarır.

Sen bir öğretmensin, Sedat, ben de en çok senin gibi öğretmenlerin, Türkçe öğretmenlerinin, yazın öğretmenlerinin bu dil işini kavramayışınıza şaşıyorum. Sen öğrencilerine eski dili öğretebiliyor musun? Yazında birçok yabancı tilcikler kullanmışsın, onların ne demek olduğunu, hangi köklerden geldiğini öğrencilerine belletebiliyor musun? Fransızcadan autorite’yi alıyorsun, otorite diye yazıyorsun, fanatisme’i alıyorsun, fanatizm diye yazıyorsun; yarın sen okula gidip de öğreneğe (dershaneye) girdiğinde çocuklardan biri kalkıp: “Bu otorite, bu fanatizm nereden geliyor, Bay öğretmen?” diye sorsa, ne yaparsın, Sedat? “Ben bilmiyorum, sizler de bilmeden öğreniniz!” diyebilir misin? İrkilmeden, ürpermeden söyleyebilir misin böyle bir sözü? “Aman! Çocuklarımızı anlamaksızın, körü körüne bellemekten koruyalım” diye çırpınıyoruz, sonra da o çocukların köklerini, öz yorularını (manalarını) bilmedikleri tilcikler düşünüp yazmalarını istiyoruz. Olur mu bu? Yazık değil mi o çocuklara? (Ataç, 2012, s.32)

Nurullah Ataç, klasik eserler hakkında yazılarında düşüncelerini belirtmiş, klasik denildiğinde zihinlerde oluşan yanlış çağrışımları düzeltmeye çalışmıştır. Çoğu insanın klasik eserden anladığı eski ve unutulmaması gereken, örnek alınarak gösterdiği yoldan gidilmesi gereken eserdir. Gençlere bu şekilde öğretilmesine şiddetle karşı çıkan Ataç, üzerinden zaman geçmesine rağmen hala sevilen ve okunan eserlerin gençlere gösterilerek onlarda güzelliği sezme gücü uyandırılmasını ister. Eskide saplanıp kalınmaması için birbirinden farklı klasik eserler öğrencilere okutulmalı ve bunlarla elde edilen zevk ile yeni eserler oluşturma hevesi içerisine sokulmalıdır. “Klasik sözü böyle anlaşılınca insanı yeniliğe götürmesi gerektir, çünkü gençlere örnek diye gösterilen eserler kendilerinden öncekilerin bezentisi değildir, hepsi de zamanlarında yepyenidir.” (Ataç, 2008a, s.54-55)

Benzer Belgeler