• Sonuç bulunamadı

Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde Türkiye-İsrail ilişkileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde Türkiye-İsrail ilişkileri"

Copied!
142
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ DÖNEMİNDE

TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ

144229001012

Tufan Kutay BORAN

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Şaban H. ÇALIŞ

(2)
(3)
(4)

iii T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö ğ re n c in in

Adı Soyadı : Tufan Kutay BORAN

Numarası :144229001012

Ana Bilim / Bilim Dalı : Uluslararası İlişkiler/Uluslararası İlişkiler Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı : Prof. Dr. Şaban H. Çalış

Tezin Adı : Adalet ve Kalkınma Partisi Döneminde Türkiye-İsrail İlişkileri

ÖZET

Bu çalışmada, Orta Doğu gibi çatışmacı bir coğrafyada kendilerini seküler ve demokratik olarak tanımlayan ve bölgedeki Arap kimliğinden farklı etnik kökenlere sahip iki ülkenin ilişkileri AK Parti dönemi açısından ele alınmıştır. Çalışmada AK Parti dönemi Türkiye-İsrail ilişkileri üç bölümde değerlendirilmiştir. İlk bölümde, Yahudi tarihi ve Siyonizm hareketlerinden bahsedilerek, İsrail’in bugün Filistin topraklarında uyguladığı politikanın nedenlerine ışık tutulmak istenmiştir. Daha sonra 1945-2002 arası dönemde Türkiye’nin geleneksel güvenlikçi dış politikası ekseninde İsrail ile olan ilişkilere ve Filistin sorununa nasıl yaklaşıldığı açıklanmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde, AK Parti’nin ilk yıllarında İsrail ile karşılıklı ziyaretlerden bahsedilerek ilişkilerin normal seyrindeyken karşılıklı söylemlerin nasıl geliştiği analiz edilmeye çalışılmıştır. İkinci bölümde ayrıca Hamas iktidarına Türkiye’nin verdiği tepkiler ve 2006 Lübnan Savaşı ile 2007 Suriye-İsrail krizlerinde Türkiye’nin Ahmet Davutoğlu döneminde geliştirdiği pro-aktif diplomasi ve arabuluculuk gibi kavramların İsrail eksenindeki uygulama alanı anlatılmaya çalışılmıştır. Üçüncü ve son bölüm ise krizler dönemi olarak adlandırılmıştır. Bu bölümde Türkiye ve İsrail’in karşılıklı yaşadığı krizler ve İsrail’in Filistin konusunda attığı adımların Türk liderler ve Türk Dışişleri karar alıcılarının söylemleri bağlamında analiz edilmeye çalışılmıştır.

(5)

iv T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö ğ re n c in in

Adı Soyadı Tufan Kutay BORAN

Numarası 144229001012

Ana Bilim / Bilim Dalı Uluslararası İlişkiler/Uluslararası İlişkiler Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Prof. Dr. Şaban H. Çalış

Tezin İngilizce Adı Turkey-Israel Relations During Justice and Development Party Era

SUMMARY

In this study, we will investigate the relations between non-two Arab countries who define themselves as secular and democratic in an area full of conflict that is Middle East during AK Party Era. AK Party Turkey-Israel relations in the study period were evaluated in three parts. In the first chapter, Jewish history and Zionism movements are mentioned.Itis aimed to shed light on the reasons behind Israeli response to Palestinian issue. Then, in the period between 1945-2002 approach towards the relationship with Israel and the Palestinian issue is explained based on Turkey's foreign policy as atraditional security guard. In the second part of the study, it is tried to beanalyzed how mutual visits develops in the normal course of relations by mentioning mutual visits with Israel in the first years of AK Party. The second section has also attempted to describe the practice field at Hamas's response to Turkey's ruling and the 2006 Lebanon War and in 2007 the Syrian-Israeli crisis in Turkey's Ahmet Davutoglu periodduring which apro-active diplomacy and mediation regarding the policy towards Israel has been developed. The third and thelast part is named as the period of crises. In thischapter crises in Turkey and Israel's mutual relations and the steps taken by Israel on the Palestinian issue has tried to be analyzed in the discourse of Turkish leaders discourse and the Turkish foreign policy makers.

(6)

v İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR ... vii

GİRİŞ ...1

1. 1945-2002 ARASI DÖNEMDE TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ ...6

1.1. İsrail’in Tarihi ...6

1.2. İsrail Devleti’nin Kuruluşuna Giden Yol ve Siyonizm Hareketleri ...9

1.3. Filistin Sorununun BM’ye Taşınması ve İsrail Devleti’nin Kuruluşu... 13

1.4. Türkiye’nin İsrail’i Devlet Olarak Tanıması ve İlk Temaslar... 14

1.5. Türkiye’nin Bağdat Paktı’na Üyeliği ve Süveyş Krizi ... 15

1.6. 1967 ve 1973 Arap- İsrail Savaşları ve Türkiye’nin Yaklaşımı ... 18

1.7. 1980’li ve 1990’lı yıllarda Filistin-İsrail İlişkilerinde Türkiye’nin Tutumu... 24

1.8. Askeri Alanda Yapılan Anlaşmalar ... 32

1.9. Ekonomi Alanında Yapılan İşbirlikleri ... 35

2. ADALET VE KALKINMA PARTİSİ’NİN İKTİDARA GELMESİ VE 2002-2008 ARASI TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ ... 38

2.1. Kuzey Irak’taki Gelişmeler ve Filisin Meselesi Çerçevesinde Türkiye’nin İsrail Tutumu ... 38

2.2. İlişkilerde Yumuşama ve Ziyaretler ... 43

2.3. Hamas’ın İktidara Gelmesi ve İkili İlişkiler ... 45

2.4. Lübnan-İsrail (33 Gün) Savaşları ve Türkiye’nin Orta Doğu’da Arabuluculuk Rolü... 47

2.5. Türkiye’nin Suriye-İsrail arasındaki Arabuluculuk Rolünün Ortaya Çıkışı ... 52

3. İKİLİ İLİŞKİLERDE KRİZLER VE YUMUŞAMALAR (2008-2018) ... 55

3.1. Dökme Kurşun Operasyonu ... 55

3.2. Davos Krizi ... 57

3.3. Televizyon Dizileri ve Alçak Koltuk Krizi ... 62

3.4. Mavi Marmara Olayları ... 63

3.5. Bulut Sütunu Operasyonu... 75

3.6. Koruyucu Hat Operasyonu ... 77

3.7. ABD’nin İsrail’in Başkentini Kudüs Olarak Tanıması ve Ulus Devleti Yasasına Türkiye’nin Tepkisi ... 81

3.8. Geç Gelen Özür ... 85

3.9. Kısa Süren Yumuşama Dönemi ... 88

3.10. AK Parti Dönemi’nde Türkiye-İsrail Arasındaki Anlaşmalar (2002-2018) ... 97

(7)

vi KAYNAKÇA ... 107

(8)

vii KISALTMALAR

Kısaltmalar Açıklama

AB Avrupa Birliği

ABD Amerika Birleşik Devletleri

AK Parti Adalet ve Kalkınma Partisi

ADL İftira ve Karalama ile Mücadele Birliği

AEİA Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması

AIPAC Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi

AJC Amerikan Yahudi Komitesi

AP Adalet Partisi

ASALA Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Gizli Ermeni Ordusu

BAC Birleşik Arap Cumhuriyeti

BM Birleşmiş Milletler

CENTO Merkezi Anlaşma Örgütü

CHP Cumhuriyet Halk Partisi

DP Demokrat Parti

FKÖ Filistin Kurtuluş Örgütü

GAP Güneydoğu Anadolu Projesi

GKRY Güney Kıbrıs Rum Yönetimi

HAMAS Filistin İslami Direniş Hareketi

IAI Israel Avaiation Industry

IKBY Irak Kürt Bölgesel Yönetimi

IŞİD Irak Şam İslam Devlet

İHA İnsansız Hava Aracı

(9)

viii

İİT İslam İş birliği Teşkilatı

JCGA Ermeni Soykırım Adalet Komandoları

KKTC Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

Milattan Önce

MS Milattan Sonra

MEB Münhasır Ekonomik Bölge

MGK Milli Güvenlik Kurulu

MİT Milli İstihbarat Teşkilatı

MOSSAD İstihbarat ve Özel Operasyonlar Enstitüsü

NATO Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü

OPEC Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü

PKK Kürdistan İşçi Partisi

SALT I Stratejik Silahların Sınırlandırılması Anlaşması

SAR Sentetik Açıklıklı Radar

SSİA Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması

STA Serbest Ticaret Anlaşması

TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi

TDİ Türkiye Denizcilik İşletmeleri

TOBB Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği

TRT Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu

TDP Türk Dış Politikası

UNIFIL Birleşmiş Milletler Güney Lübnan Geçici Görev Gücü

UNRWA BM Filistinlilere Yardım Ajansı

UNSCOP BM Filistin Özel Komisyonu

(10)

1 GİRİŞ

Türkiye ve İsrail, Arap-Müslüman coğrafyada kurulmuş iki farklı etnik kökene sahip devletlerdir. Bu durum, her iki devletin bölgede izlediği politikaların zaman zaman benzerlik göstermesine sebebiyet vermiştir. II. Dünya Savaşı’nın bitimi ile birlikte Soğuk Savaş başlamış, Orta Doğu bölgesi iki kutuplu düzenin satranç tahtası haline dönüşmüştür. Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne tehdidine karşı güvenlikçi yapısı ve bu paralelde Batı ile yakınlaşması, İsrail’in dış politikası ile örtüşebilmiştir. Bu örtüşüm, Türkiye’nin bölgede Sovyetler Birliği destekli yükselen Arap milliyetçiliğine karşı, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devlet olmasında da etkili olmuştur. Orta Doğu gibi çatışmacı bir coğrafyada kendilerini seküler ve demokratik olarak tanımlayan ve bölgedeki Arap kimliğinden farklı etnik kökenlere sahip iki ülkenin ilişkileri ise Türkiye nezdinde değişiklikler göstermiştir. AK Parti iktidarı ile birlikte, Türkiye-İsrail ilişkilerinin 1990’lı yılların askeri bürokrasisinden sıyrılarak sivil politik alana eğilim gösterdiği söylenebilir. Özellikle AK Parti döneminde yaşanan krizlerle TDP’de ayrı bir öneme haiz olan İsrail, Davutoğlu’nun literatüre “stratejik derinlik doktrini” olarak geçen kavramın uygulama alanı haline gelmiştir. Nitekim, bu doktrin kapsamında olan arabuluculuk, komşularla sıfır sorun ve çok boyutlu ilişkiler, AK Parti dönemi TDP’de fazlaca uygulanma alanı bulmuştur. Zira, bu doktrin iki ülke arasında krizlerin oluşmasını da engelleyememiştir.

Özal döneminde ortaya konan ve Türkiye’nin Asya ile Avrupa arasındaki “köprü ülke” kavramı, Davutoğlu döneminde yerini “merkez ülke” veya “düzen kurucu aktör” kavramına bırakmıştır. Bu kavram, İsrail’in dış politikasına aykırılık teşkil etmiştir. Nitekim, Türkiye’nin merkez ülke olması için komşuları ile kültürel, politik ve ekonomik ilişkiler geliştirip, Soğuk Savaş döneminden miras kalan güvenlik problemlerini ortadan kaldırması gerekmiştir. Bu bağlamda, AK Parti döneminde Türkiye, muhafazakâr siyasal zemininin de etkisi ile Müslüman-Arap devletler ile ilişkilerini kuvvetlendirmiştir. Ayrıca Türkiye’nin Hamas gibi İsrail’in terör örgütü olarak nitelediği aktörle ilişkiler geliştirmesi Türkiye-İsrail ilişkilerinde çatlaklara sebebiyet vermiştir. Zira, ABD bile Orta Doğu’daki müttefiki olarak nitelendirilen Türkiye’nin, ABD’nin Orta Doğu’daki kalesi olan İsrail ile inişli çıkışlı ilişkilerindeki çatlakları çözebilmede zorluklar yaşamıştır. Hatta bu durum tarihinde ağırlıklı olarak Batı eksenli dış politika izleyen Türkiye’nin Orta Doğululaşması olarak bile yorumlanmıştır. AK Parti’nin, Filistin meselesini “dava” olarak görmesi ve İsrail-Filistin çatışmasında Filistin yanlısı tutumunu her fırsatta dile getirmesi de iki ülke arasındaki çatlağın zaman içinde büyümesine neden olmuştur. Filistin meselesinde özellikle Kudüs konusu AK Parti

(11)

2 döneminde dünyadaki tüm Müslümanların konusu haline getirilmeye çalışılmıştır. Tüm bu sebepler, Türkiye’nin Orta Doğu’da belki de tam anlamıyla tek Batılı devlet olarak adlandırılabilecek İsrail ile olan ilişkilerinin incelenmesini önemli kılmaktadır.

Bu çalışmanın başlangıcında birtakım varsayımlarda bulunulmuştur. Varsayımlardan ilki, AK Parti dönemi Türkiye’sinde güvenlikçi anlayışın yerini pro-aktif diplomasiye bırakmasıdır. Örneğin AK Parti, İsrail’in Filistin politikalarını her fırsatta eleştirmiştir. AK Parti döneminden önceki Türkiye’de bu konu hiç ele alınmamıştır demek mutlaka bir haksızlık olur. Nitekim 1945-2002 arasında Türkiye’yi yöneten hükümetler de İsrail’in Filistin’deki işgalci politikalarına göz yummamıştır. Fakat o dönemdeki dünya düzeni bir anlamda da Türkiye’nin dış politikada hareket edebilme kabiliyetini sınırlamış ve İsrail konusunda adım atılmasını güçleştirmiştir. AK Parti döneminin çok daha karmaşık bir dünya düzenine denk gelmesi ise Türkiye’nin bölgeye yönelik politikalarını uygulamasını elverişli kılmıştır.

İkinci varsayım; Türkiye-İsrail ilişkilerinin Filistin meselesinden bağımsız incelenemeyeceğidir. Bu durum şüphesiz AK Parti’nin kurucu ekibinin önceden RP içinde bulunması ve RP’nin İsrail’e bakış açısı ile de alakalıdır. Nitekim RP, iktidar olduğu dönemde İsrail ile olan anlaşmaları iptal etme söylemlerinde bile bulunmuş, fakat askeri bürokrasinin siyaset üzerindeki etkisi bunu engellemiştir. 2002-2018 arası dönemde ise Türkiye-İsrail arasındaki ilişki ağının ortasında Filistin bulunmaktadır. Buradan hareketle AK Parti dönemi Türkiye-İsrail ilişkilerini Filistinsiz incelemek eksik olacaktır.

İkinci varsayıma dayalı olarak çalışmada AK Parti’nin Filistin konusuna bakış açısı iki şekilde vuku bulmuştur. 1) İsrail devleti içinde Filistin-İsrail çatışmasına Türkiye’nin yaklaşımıdır. 2) Türkiye’nin Filistin meselesi sebebiyle İsrail ile birebir yaşadığı krizlerdir. Bu tip bir ayrımın yapılmasının sebebi, AK Parti döneminde derinleşen Filistin meselesine iki farklı açıdan yaklaşılmak istenmesidir. AK Parti’den önceki hükümetler nezdinde yaşanan krizler genellikle, yukarıda belirtilen bakış açılarından ilki şeklinde gerçekleşmiştir. Keza AK Parti döneminde İsrail’in Filistin’e yaptığı Dökme Kurşun, Bulut Sütunu ve Koruyucu Hat operasyonları ise birinci bakış açısına örnektir. AK Parti döneminde Türkiye’nin Filistin meselesine doğrudan dahil olması sebebiyle yaşadığı Alçak Koltuk Krizi, Davos ve Mavi Marmara olaylarını tecrübe etmesi ise ikinci yaklaşımla ilgilidir. Belirtilen her iki konunun da özünde Filistin’in İsrail’den gördüğü şiddet yatmaktadır. Ayrıca AK Parti’nin her fırsatta Kudüs’ün statüsü konusunda İsrail’e eleştiriler yöneltmesi ve konuyu gerektiğinde uluslararası arenaya taşıması, AK Parti’yi Kudüs konusunda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ayrı bir yere koymaktadır. Özellikle, Kudüs konusunda en büyük tartışma konularından birisi

(12)

3 olan İsrail’in Batı Şeria’da izlediği yasadışı yerleşim politikası, ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması ve Yahudi Ulus Devlet Yasası gibi konularda AK Parti döneminde kullanılan söylemler TDP tarihinde önemli söylemler olarak değerlendirilebilir.

Çalışmada AK Parti dönemi Türkiye-İsrail ilişkileri üç bölümde ele alınmıştır. İlk bölümde; Yahudilerin tarihinden kısaca bahsedilerek Yahudilerin yaşadığı sürgün psikolojisi anlaşılmaya çalışılmıştır. Zira bu psikolojiyi anlayabilmek, günümüzde İsrail’in uyguladığı yasadışı yerleşim ve iki devletli çözümü reddetmesi gibi politikalara ışık tutmaktadır. Daha sonra İsrail devletinin kuruluşuna giden yol açıklanarak Türklerin, Yahudilerle olan münasebetlerine vurgu yapılmıştır. Bu kapsamda Osmanlı Devleti’nin İspanya’dan sürgün edilen Yahudilere 1492 yılında kucak açması İsrail tarafından halen unutulmamıştır. Daha sonra 19. yüzyılda artan Siyonizm hareketleri ele alınarak Yahudilerin İsrail devletini Filistin toprakları üzerinde kurma çabaları ve bu kapsamda Osmanlı Devleti ile kurduğu ilişkilerden bahsedilmiştir. I. Dünya Savaşı ile birlikte Yahudilerin, Filistin’deki İngiliz mandasına göç ettirilmesi ve kökleri günümüze kadar uzanan Arap-İsrail çatışmasının başlamasına sebebiyet vermiştir. Arap-İsrail çatışmalarının başlangıcından, İsrail’in kuruluşuna giden süreçte Türk-Yahudi ilişkilerinde fazlaca bir hareketlilik yaşanmamış, temaslar II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte hız kazanmıştır.

İsrail’in kuruluşundan, dört büyük Arap-İsrail savaşı arasındaki dönemde Türkiye-İsrail ilişkileri, Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde izlediği Batı (ABD) ve Doğu (Arap Ülkeleri) yanlı politikalar çerçevesinde anlatılarak, AK Parti sürecine ışık tutulmaya çalışılmıştır. Zira, Filistin konusunda CHP ve DP Batı yanlı tutumlarıyla, AP ise Doğu yanlı tutumları ile öne çıkmışlar fakat her iki zihniyette Türkiye’nin Soğuk Savaş’taki iki kutuplu dünya sisteminde güvenlik, ekonomik ve Kıbrıs Sorunu gibi ulusal meselelerde ülkenin çıkarları doğrultusunda hareket etmiştir. Dolayısı ile bu bölümü incelerken, Türkiye’nin Orta Doğu’da attığı adımların doğrudan İsrail ile ilişkili olmadığını anlamak önemlidir. Fakat İsrail’in genç bir ülke olması ve bölgede güttüğü güvenlik kaygısı Türkiye-İsrail ilişkilerini dolaylı olarak etkilemiştir. Örneğin DP döneminde Bağdat Paktı, Türkiye’nin Sovyet tehdidi karşısında katıldığı bir örgüt iken, İsrail tarafından Türkiye’nin Pakt’a katılımı yanlış anlaşılabilmiştir.

ANAP döneminde ise Özal’ın “köprü ülke” kavramı ele alınmıştır. Bu kavram kapsamında Türkiye’nin güvenlikçi yapıdan çıkıp, dışa açılımı ve Filistin ile geliştirdiği ilişkiler vurgulanmıştır. Zira köprü ülke kavramı, Türkiye’nin çevre ülkeleri ile olan iş birliği politikasını ele almaktadır. Filistin’de başlayan İntifada da Türkiye’nin Filistin’i desteklemesi, Filistin’in bağımsızlığını ilan etmesi ve Türkiye tarafından tanınması İsrail’e karşı atılan

(13)

4 adımlar gibi gözükse de, Filistin politikasında Türkiye’nin Orta Doğu’da Arap Müslüman coğrafyanın bulunması ve bu devletlerle ilişkilerin geliştirilmesinin “köprü ülke” kavramı açısından değerlendirilmesi doğru olacaktır. Türkiye’nin bu politikası Davutoğlu’nun “merkez ülke” kavramına da çağrışım yaprak, Davutoğlu dönemi TDP’yi anlamada yardımcı unsurdur. Türkiye-İsrail ilişkilerinde 1990’lı yıllar altın yıllar olarak değerlendirilmiştir. Bu dönemde Türkiye’deki siyasetin üzerinde askeri bürokrasinin etkisinin bulunması ve İsrail ile ilişkilerin neredeyse tamamen askeri bürokrasi nezdinde yürütülmesi, AK Parti döneminde askeri bürokrasiden, sivil-politik söyleme geçişi anlamaya yardımcı olacaktır. RP’nin o dönemde İsrail ile yapılan anlaşmaların askıya alacağını ifade etmesi ve İsrail’in Siyonist bir ülke olarak sürekli dile getirilmesi, ordu tarafından endişe verici bulunmuştur. Zira o dönemde, Türk ordusunun modernizasyonunda İsrail önde gelen ülkelerden birisidir. AK Parti’nin kurucu ekibinden birçok ismin de RP kökenli devlet adamlarından oluşması ve AK Parti’nin son dönemlerde İsrail’e yönelttiği eleştirilerde “Siyonist” ve “ırkçı devlet” gibi kavramları ele almasında RP’nin etkileri bulunmaktadır.

Çalışmanın ikinci bölümünde AK Parti’nin iktidara gelmesi ve İsrail ile ilk temaslar ele alınmıştır. Bu bölümde AK Parti’nin Hamas ile geliştirdiği ilişkiler, Lübnan-İsrail savaşına müdahil olarak bölgeye Türk askerinin sevk edilmesi geleneksel TDP’nin geleneksel güvenlikçi anlayışına aykırılıklar teşkil etmiştir. Şüphesiz her iki olayda, Davutoğlu’nun TDP’ye kazandırdığı pro-aktif dış politikanın pratikleştirilmesidir. Söz konusu politikaların Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığından önce uygulanması akıllara Davutoğlu’nun TDP’deki rolünü ortaya çıkarmıştır. Aynı şekilde Türkiye’nin bu dönemdeki, Suriye-İsrail arasında arabuluculuk girişimleri, Davutoğlu’nun diğer bir doktrini olan “Türkiye’nin çevresindeki devletlerin istikrarının, Türkiye’nin istikrarı anlamına gelmesi” çerçevesinde değerlendirilmiştir.

Çalışmanın üçüncü bölümünde ise, Türkiye-İsrail arasındaki kriz ve yumuşama dönemleri ele alınmıştır. Bu dönemdeki krizler iki başlık altında değerlendirilmiştir. Birincisi; Türkiye’nin, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları neticesinde takındığı tavır. İkincisi, Türkiye’nin, İsrail ile karşılıklı münasebetlerinde takındığı tavır. Birinci başlık incelenirken Türkiye’nin söylemleri çok sert olsa da Türkiye, İsrail ile ilişkilerini rafa kaldırmayı göze almamıştır. Zira, karşılıklı münasebetlerde yaşanan krizlerde, Türkiye’nin İsrail’den büyükelçilerini geri çağırması AK Parti’den öncede uygulanmışsa da tazminat, anlaşmaları rafa kaldırma tehdidi ve oldukça sert söylemler AK Parti’ye özgü yöntemler olarak karşımıza çıkmıştır.

(14)

5 Tezin birinci bölümünde, ikincil kaynaklardan yararlanılmış, bu kapsamda AK Parti dönemi öncesi Türk-İsrail ilişkilerinin ağırlıklı olarak kitap ve makalelerde edinilen bilgiler ışığında tarihsel analizi yapılmaya çalışılmıştır. AK Parti döneminde ise Türkiye-İsrail ilişkilerini incelerken kullanılan yöntem, liderlerin ve TDP’de karar alma mekanizmasında etkin olan kurumların kullandığı söylemlerin analizidir. Bu söylemler ele alınırken ise, AK Parti dönemi TDP’de iki önemli isim olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ifadelerine ağırlık verilmiş, zaman zaman ise Türk Dışişleri Bakanlığı’nın resmi internet sitesinden yayımladığı açıklamalar analiz edilmeye çalışılmıştır. Çalışmada, söylem analizinin tercih edilmesinin nedeni ise İsrail’in Filistin karşısında uyguladığı şiddet arttıkça “terörist devlet”, “Siyonist”, “faşist”, “ırkçı”, “çocuk katili” ve “Hitler” gibi TDP’de pek fazla kullanılmayan ifadelerin Türkiye tarafından kullanılmasıdır.

Bu çalışmada AK Parti dönemi Türkiye-İsrail ilişkileri; 1) Filistin meselesi,

2) Türkiye’nin bölgede arabuluculuk faaliyetleri 3) Kriz dönemleri

ağırlıklı olarak liderlerin söylemleri çerçevesinde ele alınarak, Türkiye-İsrail ilişkilerinin politik ve ekonomik anlamda ne derece etkilendiği anlaşılmaya çalışılmıştır.

(15)

6 1. 1945-2002 ARASI DÖNEMDE TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ

1.1. İsrail’in Tarihi

İsrail bağımsızlığını 1948 yılında ilan eden ve temelleri yeni olan bir devlet görünümü çizmiş olsa da, Yahudi halkının ve Yahudi kültürünün bölgedeki devlet anlayışının kökenleri M.Ö 2000 yıllarına dayanmaktadır.1 Zira bu anlayış, bugün İsrail devletinin bulunduğu toprakları İsrailoğulları’nın tanrısı Eretz’in, Hz. İbrahim vasıtasıyla İsrailoğulları’na vadetmesine kadar uzanmaktadır. Söz konusu topraklara terimsel açıdan “Arz-ı Mevûd” veya “Kenan Ülkesi” isimleri verilmekle birlikte, İncil’in Yeşu bölümünde toprakların sınırları şu şekilde anlatılmaktadır:

“RAB, kulu Musa’nın ölümünden sonra onun yardımcısı Nuh oğlu Yeşu’ya şöyle seslendi: ‘Kulum Musa öldü. Şimdi kalk, bütün halkla birlikte Şeria Irmağı’nı geç. Size, İsrail halkına vereceğim ülkeye girin. Musa’ya söylediğim gibi, ayak basacağınız her yeri size veriyorum. Sınırlarınız çölden Lübnan’a, büyük Fırat Irmağı’ndan –bütün Hitit ülkesi dâhil– batıdaki Akdeniz’e kadar uzanacak.”2

Yahudi kavminin oluşması ise Hz. İbrahim dönemine kadar dayanmaktadır. Tevrat’a göre; Tanrı tarafından Hz. İbrahim’e İsrail oğullarını “vaat edilmiş topraklara” götürmesi emredilmiş, daha sonra Hz. İbrahim’in torunu ve Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup’un zamanında Yahudi kavmi (on iki kabile) meydana gelmiştir.3 Kenan diyarından Mısır’a göç eden İsrail oğulları, Hz. Yakup’un oğlu Hz. Yusuf döneminde bölgede zenginleşmiş ve refah içinde yaşamışlar, ülkede yüksek statüleri nedeniyle firavun tarafından köleleştirilmişlerdir. Yahudilerin firavun tarafından köle haline getirilmesi İncil’in Exodus (Mısır’dan Çıkış) 1. bölümünde 10 ile 14. ayetler arasında şu şekilde anlatılır:

“Gelin, onlara karşı aklımızı kullanalım, yoksa daha da çoğalırlar; bir savaş çıkarsa, düşmanlarımıza katılıp bize karşı savaşır, ülkeyi terk ederler. Böylece Mısırlılar İsrailliler ‘in başına onları ağır işlere koşacak angaryacılar atadılar. İsrailliler Firavun için Pitom ve Ramses adında ambarlı kentler yaptılar. Ama Mısırlılar baskı yaptıkça İsrailliler daha da çoğalarak bölgeye yayıldılar. Mısırlılar korkuya kapılarak İsraillileri amansızca çalıştırdılar. Her türlü tarla işleri, harç ve kerpiç yapımı gibi ağır işlerde yaşamı onlara zehir ettiler. Bütün işlerinde onları amansızca kullandılar”.4

1

Ufuk Ulutaş ve diğerleri, İsrail Siyasetini Anlama Kılavuzu, Ankara: SETA, 2012, s. 9-29.

2

İncil: Yeşu 1, https://christiananswers.net/turkish/bible-tr/tr-josh1.html, (Erişim tarihi: 20.02.2018).

3

Sedat Kızıloğlu, “İsrail Devleti’nin Kuruluşuna Kadar Geçen Süreçte Yahudiler ve Siyonizm’in Gelişimi”, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:2 Sayı:1, 2012, s. 35-38.

4

(16)

7 Yahudilerin köle olarak yaşayışı Hz. Musa zamanına kadar devam etmiş ve İsrail oğulları Hz. Musa önderliğinde vaat edilen topraklara göç etmişlerdir. Göçü Hz. Musa tamamlayamamış olsa da yardımcısı Yeşu döneminde vaat edilmiş topraklara yönelmişlerdir. Hz. Yeşu, Arz-ı Mevûd (Kenan Diyarı) olan bölgeyi, fethettikten sonra bölgeyi on iki İsrail kabilesine paylaştırmıştır.5

Yahudi kabileleri göçebe yaşam tarzını benimsemiş, ilerleyen dönemlerde ise yerleşik düzene geçmişlerdir. Kabile düzeni yerleşik düzen gibi gözükse de, o dönemde kabile düzen sisteminin de kendi içerisinde sorunlu sayılabilecek bir yapısı bulunmaktadır. İlk defa Hz. Davud döneminde On İki Kabile bir araya getirilerek tek bir krallık bünyesinde toplanmış ve Kudüs fethedilerek, Yahudi Devleti’nin başkenti haline getirilmiştir. MÖ 10.yüzyılda Yahudi Devleti’nin başına Hz. Davud’un oğlu Hz. Süleyman geçmiş, devlet gerek ekonomik gerekse siyasal anlamda çok daha iyi koşullara kavuşmuş ve Hz. Süleyman, Yahudilerin kendine ait olan “Tapınağı (Süleyman Mabedi)” inşa ettirmiştir. Hz. Süleyman’ın ölümüyle birlikte, kurduğu düzen sekteye uğramış ve çözülme sürecine girmiştir. 6

Çözülme süreci ile birlikte devletin topraklarına yüzyıllar boyunca Asur, Babil, Yunan, Makedonya, Roma gibi birçok medeniyet sahip olmuştur. Yahudiler bilhassa Asur ve Babil Krallıkları döneminde topraklarından sürgüne zorlanmışlardır. Asur dönemindeki sürgüne, İncil’in “Krallıklar” bölümünde şu şekilde yer verilmiştir:

“Asur Kralı İsrail topraklarına saldırdı. Samiriye’yi kuşattı. Kuşatma üç yıl sürdü. Hoşea’nın krallığının dokuzuncu yılında Asur Kralı Samiriye’yi ele geçirdi. İsrail halkını Asur’a sürdü. Onları Halah’a, Habur Irmağı kıyısındaki Gozan’a ve Med kentlerine yerleştirdi.”7

Sürgün olaylarının en bilinenlerden biri ise “Babil Sürgünü” olarak kayıtlarda yer almaktadır. Babil Kralı Nabukadnezzar zamanında yapılan sürgünde, aynı zamanda Süleyman Mabedi de yıktırılmıştır. Sürgünün Babil Krallığı’nın Persler tarafından ele geçirilmesi ile birlikte sona erdiği ve Persler’in Yahudilere Kenan Ülkesi’ne geri dönmelerine izin verdiği bilinmektedir.8

5

Sedat Kızıloğlu, a.g.m., s. 36-38.

6

A.g.m., s. 39.

7

İncil: Krallıklar 2, https://kutsal-kitap.net/bible/tr/index.php?id=346&mc=1&sc=328, (Erişim tarihi: 22.02.2018).

8

(17)

8 Yahudiler, Romalıların hâkimiyeti altında uzun müddet boyunca kalmış, Hristiyanlığın M.S. IV. yüzyılda Roma’nın resmi dini halini alması ile beraber, Yahudilerin de imparatorluk genelinde etkileri azalmaya başlamıştır. Zira o dönemde Yahudilere karşı tutumlar sertleşmiş ve Hz. İsa’nın ölümünden Yahudiler sorumlu tutularak Yahudilerin yurtsuz kalıp dünya geneline yayılmasının da kendilerine verilen cezadan kaynaklandığı savunulmuştur. 9

Yahudi toplumu; yukarıda bahsedilen medeniyetler dışında, İsrail devletinin kuruluşuna kadar geçen sürede Osmanlı Devleti himayesinde varlıklarını devam ettirmişler, bu minvalde Yahudiler için Osmanlı toprakları, yaşanabilir bir yurt olarak görülmüştür. Söz konusu durumda öncelikle Osmanlıların gayrimüslim topluluklara gösterdiği hoşgörü ve ılımlı politikalar başlıca neden olarak gösterilebilir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin İslam Hukuku’nun gayrimüslimlere gösterdiği hoşgörüye göre hareket etmesi de bu durumun oluşmasına etkili olmuştur. Yahudiler, Osmanlı Devleti’nde Ermeniler ve Ortodoks Hristiyanlar gibi ayrıcalıklı bir millet statüsü olarak değerlendirilmiş, bu durumun oluşmasında Yahudilerin Kitap Ehli sayılarak Osmanlı gözünde yüksek düzeyde gelenek ve dinlerine bağlılıklarının bulunduğunun düşünülmesi bir etkendir.10

Osmanlı Devleti’nde ilk büyük Yahudi göçü 1492 yılında İspanya’dan gelen 250 bin kişilik Sefarad Yahudilerin oluşturduğu göç olarak kabul edilmektedir. İspanya krallığı o dönemde Yahudilerin İspanya’da bulunan Hristiyan tebaayı misyonerlik gibi faaliyetler ile etkilemeye çalıştığını öne sürerek, Yahudileri sürgün etmiş ve o dönemde Osmanlı Devleti’nin başında bulunan II. Bayezid’in bizzat kendisi Yahudileri Osmanlı topraklarına davet etmiştir.11 1492 yılında İspanya’dan göç eden Yahudiler nitelikli kesim olarak addedilmiş olup, Osmanlı’da endüstriyel ve ticari anlamdaki gelişmelerde önemli roller oynamışlardır.12 Yahudiler; Osmanlılar döneminde İstanbul, Edirne, İznik gibi kentlere yerleştirilmiş ve ilk “Yahudi cemaatlerinin” temelleri atılmıştır. Yahudilerin gelmesiyle beraber birçok alandaki teknik bilgi birikimi de Osmanlılara aktarılmış, Yahudiler aynı zamanda Osmanlılar da ticaret ve dış ilişkiler bağlamında etkin olmuşlardır.13 Söz konusu durum Osmanlılar himayesindeki Yahudiler için 17-18. yüzyıllarda tırmanışa geçmiş,

9

Sedat Kızıloğlu, a.g.m., s. 38.

10

Kemal Karpat, Türk Dış Politikası Tarihi, İstanbul: Timaş, 2012, s. 198.

11

Melih Erzen, “Osmanlı’nın Engin Hoşgörüsü ve Bir Kadının Yükselişinin Öyküsü: Kiraze”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 8, 2009, s. 239.

12

Muharrem Gürkaynak, “Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi ve Yahudi Milleti”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Cilt: 9, Sayı: 2, 2003, s. 282.

13

Yusuf Besalel, Yahudi Tarihi: Kronolojik Yahudi Tarihi, 104 Dünya Yahudi Cemaati, İsrail ve Türkiye-İsrail İlişkileri, İstanbul: Üniversal Dil Hizmetleri ve Yayıncılık, 2000, s. 33.

(18)

9 Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ile birlikte Yahudilerin devlet içindeki etkinlikleri artmaya başlamıştır.

Yahudiler Osmanlı Devleti içinde devletin ilk dönemlerinden beri var olmuşlar ve etkin rol oynamışlardır. Geç dönemlere ilişkin bir örnek vermek gerekirse; Selanik Yahudileri, Jön Türkler’in ideolojik oluşumunda etkili olmuş ve 1908 ihtilalinde önemli rol oynayan Selanik Mason locasında da önemli bir görev üstlenmişlerdir. Türklerin Yahudilerle olan dostane ilişkileri, 19.yy’da ortaya çıkan Siyonizm hareketlerine kadar devam etmiştir. Siyonizm’in bir milliyetçi akım olması ve Filistin’de bir “Yahudi devleti” kurmak istemeleri, Osmanlı Devleti’nin milliyetçilik hareketlerine kesinlikle karşı çıkması, ilişkilerde çatlakların oluşmasına sebebiyet vermiştir. 14

1.2. İsrail Devleti’nin Kuruluşuna Giden Yol ve Siyonizm Hareketleri

Yahudilerin uzun yıllar başka devletlerin tebaasında kalmaları onları bir yurt kurma arayışına itmiş ve bu kavramı tanımlayan Siyonizm Hareketi 1896 yılında Theador Herzl ile iyiden iyiye yükselişe geçmiştir. Prof. Dr. Yanov Rabkin’e göre Siyonizm; dünyanın farklı bölgelerinde aynı dini paylaşan ve farklı diller konuşan ümmeti veya cemaati tek bir millette birleştirmektir. 15 İsim olarak kökene bakıldığında ise; Siyon (İbranice: Tzi-yon) kelimesinden türetilmiştir. Esas olarak, Kudüs yakınlarında bulunan Siyon Dağı ile bu dağ üzerindeki Siyon Kalesi'ni belirtmek için kullanılmış, Kral Davud döneminde ise "Siyon" tüm Kudüs şehrine ve İsrail Diyarı'na atıfta bulunan bir kapsam haline gelmiştir.16 Bu bağlamda etnik temelli siyonizmin kurucularından olan Moses Hess; Yahudilerin yüzyıllardır çektiği sıkıntıların tek çözümünün bir Yahudi yurdu kurulması neticesinde sonlandırılabileceğinden bahsetmiştir.17

19.yy’da Yahudilere karşı Avrupa’daki düşmanlık artarak devam etmiş ve Dreyfuss olayı ile birlikte Herzl, Yahudilerin dünya üzerinde kendi devletini kurmadan rahata kavuşamayacaklarını düşünmeye başlamıştır.18 Buna paralel olarak Theodor Herzl, 1896

14

Durdu Mehmet Burak, “Osmanlı Devleti’nde Jön Türk Hareketinin Başlaması ve Etkileri”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 13, 2003, s. 291-318.

15

Rabkin Yakov, Yahudilerin Siyonizm Karşıtlığı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2014, s. 12.

16

Kürşad Berkkan, Rotschild Hanedanı: Küresel Para İmparatorluğu, İstanbul: Eftelya Kitap, 2016, s.84.

17 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul: Küre Yayınları, Cilt:1

Sayı:1, 2001, s.375.

18

1888 yılında Fransa’nın Almanya ile yaptığı savaştan dolayı, büyük kayıplar veren ve içten içe çalkantılar yaşayan Fransızlar yaşadıkları bu başarısızlığın nedeni olarak gösterilecek bir günah keçisi aramıştır. Bu paralelde Yahudi asıllı Fransız topçu subayı Alfred Dreyfus’un Alman Askeri Ataşesi Von Schwartzkoppen’e bazı gizli askeri belgeleri gönderdiği gerekçesiyle vatana ihanet etmekle suçlanmasına yol açmıştır. O dönemde Fransa'da Yahudi düşmanlığı (Anti-semitism) tırmanmaya başlamış, Dreyfuss ise bu süreçte yargılanmıştır. Hızlı bir yargılama sonunda, vatana ihanet suçundan dolayı müebbet hapis cezası ile yargılanmak üzere şeytan adasına

(19)

10 yılında yayınladığı Yahudi Devleti (Der Judenstaat) adlı kitabı ile Yahudilerin kendilerine ait bir devletinin olması gerektiğinden bahsetmiştir.19 Bir Yahudi devleti düşüncesine Herzl’den önce başka Siyonist düşünürlerde ortaya atmış olmakla birlikte; Herzl bir devlet kurabilmenin çözümünü konuyu başka büyük devletler nezdine taşımayı gerekli görmüştür. Herzl’e göre devletin topraklarının Filistin’de olma zorunluluğu bulunmamaktadır.20 Diğer bir görüş ise, Yahudilerin yurt arayışının belirli bir toprak üzerinde kendilerine ait bir güvenli bir yurt olması yönündedir.21

Bugünkü Filistin toprakları Herzl’in Yahudiler için yurt aradığı dönemde Osmanlı Devleti hâkimiyetinde bulunmaktadır. Herzl; önce Polonya asıllı bir soylu olan Newlinsky’i II. Abdülhamit ile görüşmesi için göndererek Osmanlı Devleti’nden toprak talebinde bulunmuş, II. Abdülhamit ise teklifi, kanla fethedilmiş olan toprakların parayla satılamayacağı ve toprağın kutsallığı düşüncesiyle reddetmiştir 22 Söz konusu durum neticesinde II. Abdülhamit; Herzl’in toprak satın alma ümidini sonlandırsa da bir sonraki görüşmeyi Herzl, II. Abdülhamit ile bizzat gerçekleştirmek istemiş ve II. Abdülhamit’e Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi Devleti kurulmasına karşılık Osmanlı Devleti’nin tüm borçlarının üstlenilmesi vaadinde bulunulmuştur.23 Nitekim söz konusu teklif neticesinde Herzl bir sonuç alamamıştır.

Dünya Siyonist Örgütü’nün I. Başkanı Theodor Herzl’in ölümüyle yerine gelen David Wolfsson döneminde Siyonistler nezdinde Osmanlı’dan Filistin topraklarının parayla satın alınamayacağı, Filistin’de bir devlet kurulmak isteniyorsa bunun Osmanlı Devleti’nin parçalanması yoluyla olabileceği yönünde bir kanaat oluşmuştur.24 Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte Filistin İngiliz mandası haline gelmiş ve bu durum Yahudilerin bölgede bir devlet kurabilme hayalini yeniden yeşertmiştir. Yahudiler, bölgenin İngiliz mandasına girmesiyle birlikte İngiltere’ye yakınlaşmaya başlamıştır. 1917 yılındaki Balfour Deklarasyonu ile İngiltere, o coğrafyada bir Yahudi Devleti’nin varlığı desteklemiş ve gönderilmiştir. (Ayrıntılı bilgi için bkz: Emile Zola, Suçluyorum, Çev. Tahsin Yücel, İstanbul: Can Yayınları, 2007).

19

Theador Herzl, Yahudi Devleti, İstanbul: Ataç Yayınları, 2007, s. 123-226.

20

Ufuk Ulutaş, a.g.m., s. 9-29.

21

Zafer Balpınar, “İsrail’in Devlet Kurgusu Güvenli Bir Yahudi Yurdu mu? Yoksa Güvenlikçi Bir Yahudi Devleti mi ?”, Güvenlik Stratejileri, Sayı: 26, 2017, s. 155.

22

Mim Kemal Öke, Siyonizm’den Uygarlık Çatışmasına Filistin Sorunu, İstanbul: Ufuk Kitapları, 2002, s. 62-123.

23

“Sultan II. Abdülhamit ve Theodor Herzl”, Şalom, 03.05.2017 http://www.salom.com.tr/arsiv/haber-102963-sultan_ii_abdulhamit_ve__theodor_herzl.html, (Erişim Tarihi: 20.12.2017).

24

Ömer O. Umar, “Osmanlı Döneminde Yahudilerin Filistin’e Yerleşme Faaliyetleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:12, Sayı: 2, 2002, s. 428.

(20)

11 bölgede Yahudi Devleti kurulmasına kadar geçen yaklaşık 30 yıllık süreçte kurulacak olan Yahudi devletinin altyapısının hazırlanmasına katkı sağlamıştır. 2 Kasım 1917’de yayınlanan Balfour Deklarasyonu’nda İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Lord Rotschild’a gönderdiği mektupta, İngiltere’nin Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması için tüm çabayı göstereceğini belirtmiştir.25 Yahudiler, Vladimir Jabonstky önderliğinde I. Dünya Savaşı’nda İngilizlerle birlikte hareket edilmesinin ve kurulacak bir alayla Filistin Cephesi’nde savaşılmasının ilerinde Yahudi yurdu kurulmasında kolaylaştırıcı rol oynayacağını düşünmüş ve “Yahudi Lejyonları (Jewish Legions)” oluşturulmuştur.26 Bu durum Balfour Deklerasyonu’nun kabulünde önemli rol oynamıştır.

I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olan Filistin toprakları, savaştan sonra İngiltere’nin hâkimiyeti altında, “mandaterlik” olarak kendini göstermiştir. İngiltere’nin hâkimiyeti ile birlikte bölgede kurulacak Yahudi devletinin temelleri atılmaya başlanmıştır. Savaştan sonra devletin kuruluşuna kadar geçen sürede Siyonist Hareket birçok adım atmış olup, söz konusu hareketlerden bazıları İsrail Teknoloji Enstitüsü (1912), Kudüs İbrani Üniversitesi ve İsrail Savunma Kuvvetleri’nin çekirdeğini oluşturacak Haganah (1920), Ulusal Konsey (1920), Hahambaşılık (1921), Yahudi Ajansı (1929) örgütünün kurulması örgütünün kurulması olmuştur.27

Söz konusu yıllarda Yahudilerin Filistin’e yerleşmeye başlaması ile birlikte Araplar ve Yahudiler arasında çatışmalar ortaya çıkmıştır. Çatışmalar, 1920-33 yıllarına kadar mahalli çapta gerçekleşmiş, 1933’te Hitler’in Almanya’da iktidara gelmesi ve Yahudilerin Filistin’e Avrupa’dan göçünün hızlanması28 ile birlikte Arap-Yahudi çatışması şiddetlenmiştir.29 O dönemlerde İsrail kanadında daha sonradan İsrail ordusunun da temelini oluşturacak olan Haganah’ın yanı sıra Stern gibi örgütlerin de kurulduğu gözlemlenmektedir. Söz konusu

25 Balfour Deklerasyonu’nun tam metni için bkz.: “Balfour Declaration - Retyped Text - English (1917)”,

https://ecf.org.il/media_items/298, (Erişim Tarihi: 27.09.2018).

26

Kızıloğlu, a.g.m., s.49.

27

Ulutaş, Bölme, a.g.m., s. 9-29.

28

Yahudilerin Filistin’e göç etme dalgalarına Aliyah denmektedir. Aliyahların dalgalar halinde gerçekleştiği ve toplamda 5 dalganın bulunduğu bilinmektedir. Yahduiler, Filistin’de güven ortamı oluştukça göç etmeyi ağırlıkla tercih etmiş, özellikle II. Dünya Savaşı akabinde 1948-1951 yılları arasındaki Aliyah’ta 700.000 Yahudi’nin göç ettiği düşünülmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ulutaş, Bölme, a.g.m, s. 18-20.

29

(21)

12 örgütlerin yöntemleri aynı olmasa da hedef bakımından iki örgütün de o dönemde bağımsız bir İsrail hayali bulunmaktadır.30

II. Dünya Savaşı sırasında Yahudiler, Arapların bölgedeki kendi iç karışıklıkları ve İngilizlerin savaşta olmasında faydalanarak Yahudi göçlerine hız vermişlerdir. Zira 9-11 Mayıs 1942’de New York’ta Dünya Siyonist Teşkilatı olağanüstü toplanarak “Biltmore Programı’nı” yayınlamıştır. Program, Filistin’de bağımsız bir devlet kurulmasını öngören ve Yahudi ile Arap toplumları için Filistin’de toprak satın alma konusunda önemli kısıtlamalar getiren bir içeriğe sahiptir. Program’da; Ne Arapları ne de Yahudileri tatmin eden Macdonald Kitabı’nın 31 kabul edilmeyeceği, Balfour Deklarasyonu’nun amacına uygun olarak sürdürüleceği, Yahudilere Filistin kapılarının açılması ve ülkenin kalkınması için gerekli tüm sorumlulukların Yahudi Ajansı’na verileceği belirtilmiştir.32 Ayrıca Program’da; İngiliz mandasının Filistin’deki etkinliğini sonlandırıp, bir Yahudi devletinin varlığı için Yahudilerin sistematik bir biçimde bölgeye göç ettirilmesi de planlanmıştır. Biltmore Programı’nın New York’ta gerçekleşmesi de ayrı bir önem taşımış, o dönemde İngiltere’nin gücünü kaybetmeye başlaması ve ABD’nin yükselişe geçmesi, Siyonist lobilerini ABD kanadında hareket geçirmiştir.33 Söz konusu programın 1939 yılında yayınlanan Macdonald Beyaz Kitabı’na karşılık olarak yayınlandığı bilinmektedir.34

II. Dünya Savaşı sonrasında Filistin, İngiltere açısından içinden çıkılamaz bir hal almaya başlamıştır. İngilizler, Filistin meselesinde birçok çözüm önerisi ortaya koymuş olup, Yahudiler için vaat edilmiş topraklar üzerinde edinilmiş hak bahanesi ortadayken, Araplar için kendi yaşadıkları topraklar üzerinde başka bir devletin kurulması sorunu ortaya çıkmıştır. Savaş sonrasında bölgedeki çatışmaların iyice yoğunlaşması ile birlikte, bir diğer güç olan ABD’nin de bölgeye ilgisi artmaya başlamıştır. ABD’nin konudan uzak kalmama nedeninin ise o coğrafyadaki petrol başta olmak üzere, ekonomik kaynaklar ve Asya ile Uzak Doğu yollarının o bölgeden geçmesi olduğu söylenebilir. İlgili süreçte Filistin sorununa ABD’nin de dâhil olması İngiltere’yi rahatlatmış ve çözüm konusunda yalnız olmamasını sağlamıştır. Süreçte İngilizlerin çözüme yönelik birçok kere girişimi olmuşsa da iki tarafı memnun edememiştir. Yahudilerin isteği Filistin’in taksim edilmesi yönünde iken Arapların

30

Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, İstanbul: Alfa Yayınları, 2007, s. 212.

31

Yılmaz, Uluslararası… a.g.e., s. 49-53.

32

A.g.e., s. 52.

33

Anthony Best, vd., 20. Yüzyılın Uluslararası Tarihi, Çev. Taciser Ulaş Belge, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2012, s.134.

(22)

13 meseleye yaklaşımı ise, bağımsız bir Filistin Devleti kurulmuyorsa konunun BM’ye havale edilmesi şeklinde olmuştur.35

1.3. Filistin Sorununun BM’ye Taşınması ve İsrail Devleti’nin Kuruluşu

Savaştan sonra Filistin’de Yahudilerin silahlı grupları olan Haganah, Stern (İsrail Özgürlük Savaşçıları) ve Irgun’un (Ulusal Askeri Örgüt) bağımsızlık çabaları için yapmış olduğu eylemler, yalnızca Arapları değil İngilizleri de hedef almıştır. İngilizlerin artan saldırılar karşısında sabrının tükenmeye başlaması, bölgedeki maliyetlerinin artması ve iç siyasette hükümete baskıların oluşması karşısında İngiltere konuyu Şubat 1947’de BM’ye taşımaya karar vermiş, Mayıs 1947’de ise saldırıların kökenini ve söz konusu durumun nedenini araştırmak üzere UNSCOP görevlendirilmiştir.36 Komisyon, “Azınlık ve Çoğunluk” adı altında hazırladığı raporları BM Genel Sekreterliği’ne teslim etmiştir. Söz konusu raporlardan Çoğunluk Planı’na göre Filistin; Arap Devleti, Yahudi Devleti ve Kudüs Bölgesi olmak üzere üçe ayrılmıştır. Ayrıca Arap ve Yahudi Devletleri arasındaki iki yıllık geçiş sürecinden sonra her iki devlette bağımsız olacak ve bu iki devlet arasında ekonomik birlik olacaktır. İran, Hindistan ve Yugoslavya tarafından hazırlanan Azınlık Raporu uyarınca ise BM’nin yürüteceği 3 yıllık uluslararası yönetimin ardından, Kudüs’ün başkent olduğu bağımsız Arap ve Yahudi Devletleri’nden oluşan bağımsız Filistin kurulacaktır.37 Söz konusu raporlardan Azınlık Raporu daha çok Araplar tarafından, çoğunluk raporu ise Yahudiler tarafından desteklenmiştir. Nihayetinde BM’de yapılan oylamalar sonucunda Çoğunluk Raporu kabul edilmiş, bölünme kararıyla birlikte Mayıs/1948’de İngiltere bölgeden çekildiğini ilan etmiştir.38 Çoğunluk Raporu’nun kabul edilmesinde ABD’nin ve özellikle de Başkan Harry Truman’ın Yahudi lobilerden gördüğü baskı, kendisini BM’deki küçük uydu devletleri üzerinde baskı kurmaya itmiştir. Ayrıca Çoğunluk Raporu’nu yalnızca ABD desteklememiş, Sovyetler Birliği de hem İngilizlerin Filistin’den çekilmesi hem de Filistin’e göç eden Yahudilerin önemli kısmının Sovyet yurdundan göç etmesi sebebiyle raporu

35 A.g.e., s. 58. 36 Best, vd., a.g.e., s. 134. 37

Yılmaz, Uluslararası… a.g.e., s. 49-50.

38

(23)

14 desteklemiştir.39 Türkiye ise taksim fikrine, bölgede istikrarsızlık doğuracağı endişesiyle karşı çıkarak bağımsız bir Filistin-Arap Devleti’ni desteklemiştir.40

İngiltere’nin bölgeden çekilmesinden hemen sonra Yahudi Ulusal Konseyi öncülüğünde 14 Mayıs 1948’de David Ben-Gurion başkanlığında kurulan hükümetle İsrail Devleti’nin bağımsızlığı resmen ilan edilmiş41 , söz konusu durum Theodor Herzl’in 1897 yılındaki Basel’de düzenlenen I. Siyonist Kongresi’ndeki devlet hayali gerçeğe dönüşmüştür.

1.4. Türkiye’nin İsrail’i Devlet Olarak Tanıması ve İlk Temaslar

Türkiye’nin İsrail’i tanımasından önce değinilmesi gereken noktalardan birisi, BM’nin Taksim Planı sırasında Türkiye’nin, Arap tarafında yer alarak bağımsız bir Filistin devleti kurulması yönünde tavır almasıdır. Bu nedenle Türkiye’nin İsrail meselesine dahil oluşunun ilk adımlarının bu şekilde başladığı söylenilebilir. Türkiye’de 1940’lı yıllarda iktidarda bulunan CHP hükümeti İsrail’i bir Sovyet uydusu olarak görmüş, komünizmin Ortadoğu’daki en stratejik yerlerden birini ele geçirdiği endişesiyle konuya yaklaşmıştır.42 1947-1949 arasında Türkiye’nin İsrail yönündeki tavırlarını net ortaya koyamadığı görülse de, ABD’nin 1947’den sonra İsrail’e yönelik olumlu tavırları Türkiye’nin de tutumunun değişmesine ve nitekim 28 Mart 1949 tarihinde Türkiye’nin, İsrail devletini tanıyan ilk Müslüman ülke olmasına sebebiyet vermiştir.43

İsrail, kurulmasından 11 dakika sonra ABD, 17 Mayıs’ta ise Sovyetler Birliği tarafından tanınmış; Arap ülkeleri bu durumun karşısında yer alarak İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte Ürdün, Mısır, Irak, Lübnan ve Suriye orduları İsrail’e karşı saldırıya geçerek I. Arap-İsrail savaşını resmen başlatmışlardır. Savaşın sonunda Araplar yenilgiye uğramışlar ve İsrail Filistin’deki topraklarını önemli ölçüde artırmıştır.44 Savaştan sonra yaklaşık 750.000 Filistinli, Filistin topraklarını terk etmek zorunda kaldığı için İsrail, Filistin

39

Ayşe Tekdal Fildiş, “Birleşmiş Milletler’in Taksim Kararı ve İsrail Devleti’nin Yaratılışı”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:14 Sayı:1, 2014, s.344.

40 Ömer Kürkçüoğlu, Çağrı Erhan, “Filistin Sorunu”, Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası: Kurtuluş

Savaşı’ndan Bugüne Kadar Olgular, Belgeler, Yorumlar 1919-1980, İstanbul: İletişim Yayınları, 2013, s. 637.

41

İsrail’in bağımsızlık bildirgesinin tam metni için bkz.: http://www.mfa.gov.il/mfa/foreignpolicy/peace/guide/pages/declaration%20of%20establishment%20of%20state %20of%20israel.aspx, (Erişim Tarihi: 04.06.2018).

42

Ömer Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Orta Doğusu’na Karşı Politikası (1945-1970), Ankara: Barış Kitap, 2010, s. 33.

43

Süha Bölükbaşı “Türkiye ve İsrail: Mesafeli Yakınlıktan Stratejik Ortaklığa”, Şaban H. Çalış, İhsan D. Dağı ve Ramazan Gözen (ed.), Türkiye’nin Dış Politika Gündemi, Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, İstanbul: Liberte Yayınları, 2001, s. 243.

44

(24)

15 topraklarındaki payını %55’ten %75 seviyesine çıkarmıştır. 45 Filistinliler, söz konusu hezimeti “nakba” (talihsizlik) olarak nitelendirmişlerdir.46

Savaştan sonra BM Genel Kurulu toplantısında Filistin sorunun çözümüne yönelik 194(III) No’lu karar alınmıştır. Söz konusu kurulda 15 maddeden oluşan bu kararlardan bir tanesi de üç üyesi bulunan bir “Filistin Uzlaştırma Komisyonu” kurulması ile ilgilidir. Arap ülkeleri böyle bir komisyonun oluşmasını istememesine rağmen komisyona Türkiye, ABD ve Fransa seçilmiştir. Türkiye’yi komisyonda Ulus Gazetesi Başyazarı Hüseyin Cahid Yalçın temsil etmiştir.47 Türkiye bu komisyonda yer alarak Arap ülkelerinin aksi yönünde bir tavır sergilemiştir.48 Söz konusu durumun nedeninin ise Türkiye’nin Truman Doktrini ve Marshall Yardımları kapsamında Batı yanlısı politika izlemesinden kaynaklandığı düşünülmektedir.49

Türkiye, İsrail'i tanımasından sonra diplomatik ilişkilere girmekte acele etmemiş, söz konusu ilişkilerin oluşması için yaklaşık 9 ay gibi bir süre geçmiştir. Diplomatik ilişkiler ilk kez 2-9 Mart 1950'de Türkiye ve İsrail’de ilk maslahatgüzarların atanmasıyla başlamış, akabinde 4 Temmuz 1950 tarihinde Türkiye ile İsrail arasında “Ticaret ve Ödeme Antlaşması” imzalanarak Türkiye ile İsrail arasında siyasi ilişkilerin ilk somut adımı atılmış50, 5 Şubat 1951’de ise Türkiye ile İsrail arasında “Hava Ulaştırma Anlaşması” ve ardından İsrail ile Türkiye arasında posta anlaşması imzalanmıştır. 51

1.5. Türkiye’nin Bağdat Paktı’na Üyeliği ve Süveyş Krizi

Bağdat Paktı; ABD’nin, Sovyetler Birliği’ni “çevreleme politikasının” bir ürünü olarak meydana gelen bir düzen olarak kendisini göstermektedir. O dönemde ABD Dışişleri Bakanı Dulles, Orta Doğu’da güvenli bir zemin tesis etme amacıyla bir rapor yayımlamıştır. Raporun akabinde Türkiye’nin de Sovyet komünizminin karşısında yer aldığını gösteren tavrı, Türkiye’yi söz konusu politikanın içine çekmiş ve Irak ile beraber Şubat 1955’te ortak bir bildiri yayınlayarak bölgenin istikrarını sağlamak amacıyla iş birliği yapılacağı

45 Yüksel Kaştan, “Orta Doğu’da Arap- İsrail Mücadeleleri ve Türkiye”, 38.ICANAS, Ankara, 2007, s.1803. 46 Ayşe Tekdal Fildiş, “Filistin- İsrail Sorununun Göz Ardı Edilen Tarafı: İsrail’in Filistinli Vatandaşları”,

Filistin Araştırmaları Dergisi, Sayı:1, 2017, s.82.

47

“Türkiye İsrail İlişkileri”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 2011, s. 32.

48

Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 30.

49 Hasan Yılmaz, “Adnan Menderes Dönemi Türkiye-Orta Doğu İlişkileri”, Birey ve Toplum, Cilt:6 Sayı:12,

2016, s.212.

50

Ömer Kürkçüoğlu, Çağrı Erhan, “Filistin Sorunu”, Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası.. a.g.e., s. 647.

51

(25)

16 açıklanmıştır.52 Burada Türkiye’nin Orta Doğu’da Batı ile birlikte hareket etmesinin başlıca nedenlerinden biri, Türkiye’nin Şubat/1952’de NATO üyeliğinde kendisini göstermektedir. 53

Pakta dâhil olmak için, bir devletin uluslararası arenada diğer devletler tarafından tanınması şart olarak ortaya çıkmış, İsrail ise Irak tarafından tanınmadığı için pakta katılamamış ve İsrail bu durumu paktın kendisine yönelik kasıtlı bir şekilde oluşturulduğu şeklinde yorumlamıştır. Pakt’a izleyen süreçte “bölgedeki güvenlik ve barışa katkıda bulunması dahlinde başka ülkelerinde antlaşmaya katılabilecekleri” hükmü uyarınca İran, İngiltere ve Pakistan dâhil olmuştur.54 Pakt her ne kadar Sovyet tehdidine karşı yapılan bir oluşum gibi görünse de, Mısır, Suudi Arabistan, Suriye gibi Arap devletleri tarafından bir Batı oluşumu olarak anlaşılması, söz konusu devletlerin Sovyetler Birliği ile olan ilişkilerini geliştirmiştir. Ayrıca Pakt, amacına uygun olmayan sonuçlar doğurarak bölge devletlerini birleştirmekten ziyade parçalayıcı bir özellik göstermiş ve Irak’ın pakttaki mevcudiyeti 1958 yılında yapılan Irak Darbesi55 neticesinde sona ermiştir. Irak’ın Pakttan ayrılması sonucunda Paktın merkezi Bağdat’tan Ankara’ya taşınmış ve ismi CENTO olarak değiştirilmiştir. 56

1950’li yılların ikinci yarısında ortaya çıkan sorunlardan birisi de Süveyş Kanalı’nın Mısır tarafından millileştirilmesi ve akabinde ortaya çıkan II. Arap-İsrail savaşıdır. Mısır lideri Nasır 1956 yılında yaptığı konuşma neticesinde Süveyş kanalını millileştirdiğini ve üzerindeki her türlü tasarrufun artık Mısır’da olduğu açıklamış, akabinde kanalı kullanan İngiltere, Fransa gibi devletlerin yoğun bir biçimde tepkisiyle karşı karşıya kalmıştır.57

Söz konusu krizin çözümü için I. ve II. Londra Konferansları yapılarak kanalın kullanımının uluslararası statüde devam etmesini istenilmiş, Mısır ise bunu kanal üzerindeki hiçbir hakkından vazgeçmeyeceğini ifade ederek reddetmiştir 58 Diplomatik yolların tükendiğini gören İngiltere ve Fransa, çözümün askeri yolla olabileceğini düşünerek, öncü kuvvet olarak İsrail üzerinden, daha sonra da Kıbrıs’ta bulunan İngiliz ve Fransız birlikleri vasıtasıyla Mısır’a karşı saldırıya geçmişlerdir.

52

Yılmaz, Uluslararası... a.g.e., s. 94-96.

53

Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 50.

54

Yılmaz, Uluslararası... a.g.e., s. 98.

55

1958 Irak Darbesi’nin Türkiye’nin iç politikalarına yansımaları için ayrıntılı olarak bkz: Onur Çelebi, “14 Temmuz 1958 Irak Darbesi’nin Türk İç Politikasına Yansıması”, Turkish Studies, Cilt:12 Sayı:31, 2017, s.41-60.

56 Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 100. 57 A.g.e.., s. 108. 58 A.g.e.., s. 110.

(26)

17 II. Arap-İsrail Savaşı olarak nitelendirilen bu savaşı sonlandıran ülke ise Sovyetler Birliği’dir. Sovyetler Birliği sert bir tutum takınarak, ABD’den müttefiklerine savaşı sona erdirmesini istemiş, İngiliz ve Fransız birliklerinin derhal çekilmemesi halinde söz konusu durumun III. Dünya Savaşı’na kadar gidebileceği uyarısında bulunmuştur. ABD ise bahse konu uyarıyı göz önünde bulundurarak İngiltere, Fransa ve İsrail’den birliklerini geri çekmelerini istemiş ve birliklerin geri çekilmesi neticesinde bölgeye BM kuvvetleri yerleştirilmiştir.59

Süveyş krizinin Türkiye’yi ilgilendiren durumu, Mısır’ın Türkiye’yi İsrail’in müttefiki olarak görmesinde yatmaktadır. Nitekim Türkiye o dönemde gerek Batı, gerekse Arapların düşmanlığını kazanmamak adına bir denge politikasıyla tedbirli olmaya çalışmış, buna paralel olarak o dönemde Tel-Aviv’de bulunan temsilcisini geri çağırmış ve krizin BM hükümlerine uygun olarak çözümlenmeden temsilcisini İsrail’e geri göndermeyeceğini açıklamıştır.60 İsrail ile olan diplomatik seviye 1980 yılına kadar maslahatgüzar seviyesinde devam etmiş ancak 1980’de İsrail’in Kudüs’ü başkent olarak ilan etmesine karşılık Türkiye diplomatik anlamda seviyeyi ikinci kâtip düzeyine düşürmüştür.61

Süveyş Krizi küresel açıdan; ABD’nin Orta Doğu’da, İngiltere ve Fransa’nın üstlendiği rolü devralmasını doğurmuştur. Dönemin ABD Başkanı Eisenhower yayınladığı “Eisenhower Doktrini”62 ile Orta Doğu’da oluşacak bir Sovyet tehdidine karşılık olarak ABD’nin bölgenin istikrarına karşı her türlü adımı atacağını belirtmiştir. 63 ABD, her ne kadar krizde arabulucu yönünde davranıp Mısır’ın gözünde olumlu bir hava yaratmış olsa da, Arap devletlerinin İngiltere ve Fransa’ya karşı olan tutumlarının bu seferde ABD’ye karşı olumsuz yönde oluştuğu görülebilir. Türkiye ise bu durumu memnuniyetle karşılamış ve Orta Doğu’da gelişmekte olan Sovyet tehdidine karşı ABD tarafında yer almıştır.

1958 yılına gelindiğinde yaşanan iki Arap-İsrail savaşından sonra David Ben-Gurion, İsrail’in çevredeki Arap devletlere karşı olarak bir güvenlik stratejisi oluşturma amacıyla çevredeki “Arap olmayan” devletler ile ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini ifade etmiş, bu politika ise İsrail’in Orta Doğu’daki dış politikasının temel unsurunu oluşturmuştur. Nitekim o dönemde Arap devletlerinin Sovyetler Birliği ile ilişkilerinin gelişmesi ve Şubat 1958’de 59 A.g.e., s. 111-114. 60 Bölükbaşı, a.g.e., s. 246. 61

Damla Şahin, “2002 Sonrası Türkiye-İsrail İlişkileri: Gerilim Ve İşbirliği”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2016.

62

Eisenhower Doktrini ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Yılmaz, Uluslararası... a.g.e., s. 117-119.

63

(27)

18 Mısır ve Suriye’nin Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) adı altında birleşmesi, İsrail’in duyduğu endişelerin artmasına neden olmuştur.64 İsrail bu politikasının ürünü olarak, Etiyopya ve İran ile 1958 yılının başlarında ağırlıklı olarak güvenlik konularını içeren bir iş birliği anlaşması imzalamıştır. Irak’ın o dönemde Bağdat Paktı’ndan ayrılması ve Suriye’de Sovyet etkisinin artmasıyla Ben-Gurion; İsrail’in Türkiye gibi güçlü bir devletin de paktta olması gerektiğini düşünerek, Ağustos/1958 tarihinde Türkiye’yi pakta davet etmiştir. Bu davet Türkiye tarafından kabul edilmiştir.65 Türkiye’nin ise pakta katılmasının temelde üç nedeni bulunmakta olup bunlar; Suriye-Sovyetler Birliği yakınlaşması, Irak’ın Bağdat Paktı’ndan ayrılması ve neticesinde Türkiye’nin güney sınırında oluşan güvenlik tehdidi, son olarak ise ABD’nin Türkiye’nin paktta yer almasını istemesidir.66 Ayrıca Pakt, Türkiye-İsrail arasında “Trident” adı verilen istihbarat ağını kurmuştur.67 Ancak Pakt’ın 1960 Askeri Darbesi ile ekinliğini yitirmiştir.68

1950’li yılların Türkiye-İsrail ilişkileri açısından başka bir önemi ise iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin filizlenmeye başlamasıdır. İsrail’in yeni kurulan bir devlet olması 1950’li yılların ilk yarısında Türkiye lehinde bir durum oluşturmuş, İsrail’in o dönemde henüz daha tarımsal anlamda atılımlarını yapmamış olması nedeniyle pamuk, kuru meyve, kırmızı et vb. birçok tarımsal ve hayvancılık anlamda birçok ürün Türkiye’den ithal edilmiştir. İsrail’in tarım politikasında doğru adımlar atması ile beraber İsrail ve Türkiye arasındaki dış ticaret hacmi 1950’lilerin ortalarından sonra Türkiye aleyhinde seyretmeye başlamıştır.69

1.6. 1967 ve 1973 Arap- İsrail Savaşları ve Türkiye’nin Yaklaşımı

Savaştan önce bölgenin durumuna bakılacak olursa, Arap ülkelerinin askeri anlamda İsrail’e göre daha güçlü olduğu bilinmektedir. Zira İsrail, müttefik konumunda olduğu İngiltere ve Fransa’nın bölgeden çekilmesi ve ABD’nin Orta Doğu’da daha fazla entegre olması ile o dönemde ilişkilerini ABD ile geliştirmek zorunda kalmış, fakat ABD’nin Vietnam sorunundan dolayı İsrail’in yanında olabilmesi de bir o kadar güçleşmiştir. ABD Vietnam sorunu ile uğraşırken Sovyetler Birliği’nin ise Arap ülkelerini silahlandırması devam

64

Oran, a.g.e., s. 647.

65

Ali Balcı, Türkiye Dış Politikası: İlkeler, Aktörler, Uygulamalar, İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2013, s. 98.

66

Oran, a.g.e., s. 647.

67

Çağrı Erhan, “Türkiye-İsrail ilişkilerinde bildik yanılgılar”, Türkiye, 10.02.2009,

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-cagri-erhan/400651.aspx, (Erişim Tarihi: 15.09.2018).

68

Hasan Yılmaz, “Adnan Menderes…”, a.g.”

69

(28)

19 etmiştir.70 Suriye tarafından o dönemde İsrail’e karşı “terörist” saldırılar gerçekleştirilmiş ve İsrail bu duruma karşılık olarak Suriye’ye ikazlarda bulunmuştur. Akabinde, BAC Başkanı Nasır’ın, Mayıs/1967’de Akabe Körfezi’ni İsrail gemilerinin geçişine kapattığını açıklaması üzerine bölgedeki ipler iyiden iyiye gerilmiştir. Araplar, İsrail’e karşı savaş başlatan taraf olmak istememiş, savaşı İsrail’in başlatmasını ve İsrail’in Siyonizm emelleri peşinde koşan bir devlet olduğunu tüm dünyaya göstermek istemiştir.71

Savaş, Arap devletlerinin isteği doğrultuda 5 Haziran 1967 tarihinde İsrail uçaklarının Mısır havalimanına yaptığı ani baskınla başlamıştır. İsrail bu saldırılarla Mısır’ın hava kuvvetlerinin önemli bir bölümünü baştan yok etmiş, aynı zamanda Ürdün ve Suriye’ye yönelik yapmış olduğu saldırılar ile söz konusu devletlerinde hava gücünü tahrip etmiştir. Hava desteğinden yoksun olan Arap ülkeleri ile karadan yapılan savaş ise çok uzun sürmemiş, İsrail savaşı altı günde kazanmış, 10 Haziran 1967 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes çağrısına uyarak savaşı sonlandırmışlardır.72 Söz konusu savaş sonra erdiğinde İsrail mevcut topraklarını 4 katına çıkarmış olarak savaştan ayrılmıştır.

Türkiye’de 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında yönetimde bulunan AP hükümeti daha çok Arap yönlü bir dış politika izleyerek, İsrail’in işgal ettiği topraklardan geri çekilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca, ABD yönetimine İsrail’e yapılacak herhangi bir sevkiyat için Türkiye’deki İncirlik Üssü’nü kullanamayacağı belirtilmiştir.73 Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ise yaptığı açıklamalarda; İsrail’in işgal yoluyla elde ettiği toprakların hukuki olmadığını ifade etmiştir.74 Savaşta İsrail; Doğu Kudüs’ü işgal etmiş, savaştan sonra toplanan BM Genel Kurul toplantısında ise Türkiye, Kudüs’ün statüsünün değiştirilmemesini öngören her iki tasarının sunucuları arasında yer almıştır.75 Bu durum ise Arap devletleri tarafından memnuniyetle karşılanmış, savaş sonrasında petrol arzının yüksek bölümünü kontrol altında tutan Araplar; ABD, İngiltere ve Fransa’ya petrol ihracatında ambargo uygulanması kararlaştırmış, fakat Türkiye’ye yönelik bu tip bir girişimin gerçekleşmeyeceği ifade edilmiştir. 76 70 Kürkçüoğlu, A.g.e., s. 150. 71 A.g.e., s. 154. 72

Yılmaz, Uluslararası…. a.g.e., s.169.

73

Bölükbaşı, a.g.e.., s. 250.

74

Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1991, s. 273.

75

Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 166.

76

(29)

20 Türkiye’nin Batı ile olan ilişkileri, 1960’ların ortalarından itibaren Batı’nın Kıbrıs meselesinde Türkiye’yi desteklemedeki başarısızlığı ve Türkiye’nin Arap dünyası ile ilerleyen ekonomik ve ticari anlamdaki ilişkilerinde etkisiyle birlikte zayıflamaya başlamıştır. 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında Türkiye’nin izlediği dış politika, Arap ülkeleri ile yürütülen ekonomik ilişkileri geliştirmiştir.77 Zira o dönemde iktidarda bulunan AP’nin iç politikada muhafazakâr kesimin de oylarını almak istemesi Arap devletlerine yakınlaşmanın başka bir nedenidir.

1967 savaşından sonra Yaser Arafat’ın başında olduğu El-Fetih78 örgütü İsrail’e karşı olan silahlı mücadeleyi savunmuş, bu fikrin oluşmasında Kuzey Vietnamlı gerillaların ABD karşısında aldığı başarılar ve 1962 yılında Cezayir’in Fransa ile mücadele ederek bağımsızlık kazanması etkili olmuştur. Akabinde El-Fetih örgütü 1967 yılında Batı Şeria üzerinden, İsrail’e yönelik terör eylemleri gerçekleştirmeye başlamıştır.79 İsrail’e yönelik söz konusu saldırılar 1968 yılında El- Fetih’in Ürdün’e sığınmasıyla Ürdün üzerinden yürütülmüş ve uçak kaçırma, bombalama gibi birçok eylem gerçekleştirilmiştir. Söz konusu eylemlerin başındaki örgüt ise George Habbash’ın olduğu ve Komünist-Marksist eğilimde olan Filistin Kurtuluşu İçin Halk Cephesi’dir.80

21 Ağustos 1969 tarihinden Kudüs’te bulunan ve Müslümanlar açısından oldukça önemli bir yere sahip olan El-Aksa Camii’nde, Avusturalyalı bir fundamentalist olan Denis Michael Rohan tarafından çıkarılan yangın İslam dünyasını ayağa kaldırmış ve Arap devletleri söz konusu durumu görüşmek amacıyla bir “İslam Zirvesi” yapılmasını istemişlerdir. 22-25 Eylül tarihleri arasında Fas’ın başkenti Rabat’ta Türkiye dâhil 25 ülkenin katıldığı zirvede, Kudüs’ün 1967’den önceki statüsünün geri verilmesi, İsrail’i tanıyan devletlerin İsrail ile olan diplomatik ilişkilerini kesmesi ve İsrail’in 1967 savaşlarında işgal ettiği topraklardan geri çekilmesinin istenildiği kararlar alınmıştır.81 Söz konusu toplantıda İKÖ’nün (2011’de İİT ismini almıştır) temelleri de atılmıştır. Zirvede ayrıca “İsrail’in ile diplomatik ile ilişkilerin kesilmesi” kararı alınmış fakat Türkiye bu kararı reddetmiştir.82

1970’li yılların başlarında Orta Doğu’da iki önemli durum ortaya çıkmıştır. Önemli iki durumdan ilki 1970’teki Ürdün İç Savaşı’dır. El-Fetih’in 1967 Savaşı’nda Ürdün’ü üs olarak

77

Karpat, a.g.e., s.212.

78

Hem El- Fetih Hem de FKÖ ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Yılmaz, Uluslararası….. a.g.e., s. 160-162.

79

Yılmaz, Uluslararası….. a.g.e., s. 184.

80

A.g.e., s. 185.

81

Karpat, a.g.e., s. 219.

Referanslar

Benzer Belgeler

Edirne il merkezinde 20-64 yaş arası popülasyonda uyku kalitesinin yorgunluk üzerine olan etkisinin değerlendirildiği çalışmamızda Pittsburg Uyku Kalitesi İndeksi alt

Bu kapsamda, web sitelerinin erişim, tasarım, dolaşım, çekiciliği, İlde yaşayanlara yönelik hizmetler, şeffaflık, turistlere yönelik hizmetler ve ilin tanıtımı,

Ancak bu çalışma, Avrupa Birliği sürecinde gerçekleştirilen demokratik reformların en önemli aktörü olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin reform

Anayasasında ülke dışındaki Şiilere destek olmayı devlet görevi olarak kabul eden Đran, kendisi gibi Şii olan Azerbaycan Türklerinin yanında değil de Hıristiyan

Şimdiki zamanın bu türü Obyéktip mölçer meylidiki addi ötken zaman xever şekli (Nesnel tahminli basit geçmiş zaman yüklem şekli) ile şeklen aynıdır (bk. Gulcalı

One of them is caused by zofenopril calcium, one of ACE inhibitors which was not reported before in literature, the other one by lisinopril and another is

Ebeveynlerin bilim insanına ait fiziksel özellikleri sorulduğunda dik saçlı, gözlüklü, önlüklü, mikroskopta inceleme yapan, deney düzeneği kurarak deney yapan,