• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devri Konyası'nda modern eğitim-öğretim (1869-1919)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Osmanlı Devri Konyası'nda modern eğitim-öğretim (1869-1919)"

Copied!
327
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GİRİŞ

I. ARAŞTIRMANIN AMACI VE KAPSAMI

Osmanlı Devleti’nde XVII. ve XVIII. yüzyıllarda daha çok askerî alanlarla sınırlı kalan yenilik çalışmalarından kısmi başarılar sağlanmış olsa da toplumsal kalkınmanın ve modern bir devlet yaratmanın ancak eğitimle mümkün olacağı anlaşılmıştır. Tanzimat yöneticileri bu nedenle yeni bir eğitim sistemi vücuda getirerek cehaletle savaşmayı ve gelişmenin önündeki engelleri kaldırmayı amaçlamışlardı.

Osmanlı Devleti’nde eğitim reformu çalışmaları Tanzimat Dönemi’nde başlamakla birlikte bunun taşraya yayılması ancak 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin yayınlanmasından sonra mümkün oldu. Bu araştırma nizamname hükümlerine bağlı olarak Konya’da başlatılan modern eğitim çalışmalarını 1919 yılına kadar olan süreçte incelemeyi amaçlamaktadır. Araştırmada söz konusu edilen mekan, vilâyet merkezi olan Konya şehridir. Bu çerçevede Konya’nın modern anlamda siyasî, ekonomik ve sosyo-kültürel canlılığın yaşandığı bir şehre dönüşme süreci araştırılmıştır. Şehrin bu dönüşümünde eğitimin katkısının ne derece etkili olduğu olgusu da araştırmanın önemli noktalarından birini oluşturmaktadır. Öte yandan Konya’da bulunan gayrimüslimlerin ve yabancı devletlerin açmış oldukları eğitim kurumlarının niteliği ve bu kurumların Müslüman okullarını etkileme düzeyi de incelenmesi gereken konulardandır.

Konya, Osmanlı Dönemi’nde yüksek öğretim kurumuna sahip tek Anadolu şehridir. Bu kurum Darülfünun’un bir şubesi olarak 1908 yılında açılan Hukuk Mektebi’dir. Bu okulun hangi gerekçeyle Konya’da açıldığı, kurumun özellikleri ve öğrencilerinin niteliği açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bununla birlikte üzerinde durulması gereken bir başka husus İstanbul’da ancak 1914 yılında alınan bir kararla açılabilen ilk modern medresenin, Konya’da 1910 yılında kurulmuş ve çağdaş anlamdaki İstanbul medresesine model oluşturmuş olmasıdır. Ulemadan ve halktan kişilerin gayretleriyle devletten yardım almaksızın meydana getirilen Islah-ı Medâris tüm yönleriyle Caner Arabacı tarafından incelenmiştir.

Araştırma 1869-1919 yılları ile sınırlandırılmıştır. Çünkü 1920’den sonra biri İstanbul’da Maarif Nezâreti diğeri Ankara’da Maarif Vekâleti olmak üzere eğitimde iki başlı bir yönetim söz konusu olmuştur. Ancak konu bütünlüğünün bozulmaması için mevcut okulların Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar devam eden eğitim-öğretim etkinlikleri hakkında da bilgiler verilmiştir.

(2)

II. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

Araştırmanın konusunu oluşturan dönemde Konya’daki eğitim-öğretim etkinliklerini ilgilendiren bilgiler Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi ve Konya Maarif Arşivi’nde bulunan kataloglar, dosyalar ve defterler taranarak tespit edildi. Bulunan belgelerin transkripsiyonları yapılarak ilgili başlıklar altında tasnif edildi. Daha sonra dönemin Konya basınının mevcut gazete ve dergi nüshaları incelenerek buralarda konu hakkında çıkmış haberler ve yazılar belirlendi. Bunun yanında Cumhuriyet Dönemi Konya basını da büyük oranda tarandı. Belirli dönemlerde hükûmetin, Maarif Nezâreti’nin, Meşihat makamı ve Konya Vilayeti’nin çıkarmış oldukları salnamelerden konu ile ilgili bilgiler alınarak kaydedildi. Eğitim modernleşmesinin kanun, nizamname ve talimatname metinlerinin bazıları eski harflerle yayınlanmıştı. Bunların nüshalarının bulunduğu Ankara’da Millî Kütüphane, İstanbul’da Beyazıt ve İSAM kütüphanelerinde araştırma yapılarak bu metinlere ulaşıldı. Aynı zamanda bunların birçoğunun yayınlandığı Düstûr ve Kanunlarımız koleksiyonları da tarandı. Araştırmanın konusunu kapsayan telif eserler, makaleler ve tezler de incelenerek çalışmanın kaynakları toplanmış ve tasnif edilmiş oldu.

Çalışmada araştırılan okulların yerinin tam olarak belirlenebilmesi için bu kurumların tapu kayıtlarına ulaşılması gerekmekteydi. Bu amaçla Konya Tapu ve Kadastro Bölge Müdürlüğü’nde bulunan mahalle kadastro paftaları ve dosyalar incelendi. Buradan elde edilen bilgiler ışığında saha araştırması yapılarak okulların bazılarının yerleri tespit edilebilmiştir. Bununla birlikte belgelerde okulların yeri tarif edilirken çoğu zaman etrafında bulunan evlerin sahiplerinin, resmî binaların ve mahallerin adları kullanılmıştır. Dolayısıyla sadece eğitim-öğretim hakkında bilgi veren eserler değil eski Konya ile ilgili yazılmış birçok kaynağa müracaat edilmiştir. Alaaddin Tepesi, Hükûmet Konağı gibi günümüzde de mevcut olan yer ve resmî kurum adlarına göre verilen okul binası adresleri bunlara göre tahmini olarak tespit edilmiştir.

Araştırmada belirli başlıklar altında toplanan bilgiler sadece aktarılmakla kalmamış aynı zamanda değerlendirme süzgecinden geçirilerek metin içerisinde eleştirilme yönüne gidilmiştir. Nitekim bazı konularda kâtiplerin dikkatsizliğinden ya da özensizliğinden doğan yanlış bilgi aktarımları olduğu görülmektedir ki bunlar ilgili diğer belgelerle karşılaştırılarak ortaya konmuştur.

Çalışmada bilgilerin aktarımında daha kolay anlaşılması için tablolar kullanılarak verilen bilgiler aşağı kısımda değerlendirilmiş ve açıklanmaya çalışılmıştır.

(3)

III. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI

Araştırmanın en önemli kaynakları Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Dâhiliye

Nezâreti, İradeler, Maarif Nezâreti, Şûrâ-yı Devlet ve Yıldız kataloglarında bulunan belgeler

ile Muktezâ, Ayniyât ve Kilise defterleridir. Bunlardan Maarif Nezâreti belgeleri, çeşitli kalemlere ait dosyalar içerisinde tasnif edilmiş durumdadır. Ancak yaklaşık 3.000 dosya içerisinde milyonlarca belgeden ibaret olan bu tasnif henüz özetleri çıkarılıp araştırmacıların hizmetine sunulmuş değildir. Sadece 2008 yılı içerisinde özetleri bitirilerek katalogları yapılmış olan Maarif Nezâreti Mektûbî Kalemi Dosyaları (MF.MKT), kolaylıkla incelenebilmektedir. Bunun dışında olan dosyalar araştırıcıya günde iki dosya sınırı ile verilmekte olduğundan bu çalışmada ancak 300 civarında dosya taranabilmiştir. İncelenen dosyaların seçiminde öncelik, konuyu yakından ilgilendirdiği düşünülen kalemlere verilmiştir. Bunların da az dosyaya sahip olan Tedrisat-ı Hususiye (MF. HUS) (21 dosya), Mekâtib-i

Gayr-i müslime (MF. MGM) (10 dosya), Heyet-i Teftişiye (MF. HTF) (10 dosya) ve İstatistik (MF. İST) (60 dosya) gibi kalemlere ait olanların tamamı taranmış, Tedrisat-ı Aliye (MF. ALY) (174 dosya) ve Tedrisat-ı İbtidâiye (728 dosya) gibi belgesi çok olan kalemlerin

dosyalarının içerisinden araştırma konusunun aydınlatılmaya muhtaç görünen tarihlerini kapsayanlar seçilmiştir.

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi kataloglarının tamamı taranmasına rağmen konu ile ilgili çok fazla belgeye rastlanmamıştır. Bulunanlar da I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında nakledilmesi tasarlanan okullar ile Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin bazı okullara yardımını ilgilendiren belgeleri ihtiva etmektedir.

Konya’daki Osmanlı ve Cumhuriyet’in ilk dönemi okullarının imtihan cetvelleri, ruhsatname kayıtları, öğrenci ve öğretmenlerin künye bilgileri, öğretmenlerin sicil kayıtlarının yer aldığı defterler koleksiyonu Konya Bölge Yazma Eserler Müdürlüğü Kütüphanesi’ne Konya Maarif Arşivi’nden nakledilerek dijital ortama aktarılmıştır. Konya Maarif Müdürlüğü Arşivi’ne ait bu defterler son zamanlara kadar İsmet Paşa İlköğretim Müdürlüğü bodrumunda elverişsiz koşullarda muhafaza edilmeye çalışılırken, Bölge Yazma Eserler Müdürü Bekir Şahin’in özel gayretleri ile bu kurum bünyesinde koruma altına alınmıştır. Caner Arabacı tarafından doktora çalışması sırasında genel bir tasnifi yapılmış olan bu defterlerden araştırma için son derece önemli veriler sağlanmıştır.

Osmanlı Dönemi Konya gazeteleri Anadolu, Hakem, Maşrık-ı İrfân, Şems, Türk Sözü ile Konya Vilayet Gazetesi; yeni açılan okullar, öğretmenlerin ve idarecilerin tayin-azil işleri,

(4)

okulların tertip ettikleri konferanslar, şehirdeki okulların eğitim-öğretim durumları, düzenlenen yardım kampanyaları gibi birçok konuda bilgiler vermektedirler. Bu yönüyle yerel basın modern eğitim-öğretim olgusunun şehirde algılanış biçimini, olumlu-olumsuz tepkileri de ortaya koymuş bulunmaktadır.

Araştırmanın bir diğer kaynağını Tapu ve Kadastro Bölge Müdürlüğü kayıtları oluşturmuştur. Konya’da 1926 yılında başlayan kadastral çalışmalar sırasında hazırlanan mahalle kadastro paftalarından anlaşıldığına göre 1930 yılına kadar devam eden çalışmada şehrin bütün parselleri “hane” “tarla”, “mektep”, “tekke”, “dükkân” gibi isimlerle paftalara yazılmıştır. Bu paftalarda ada ve parsel numaraları verilmiş, mülkün alanı, kime ait olduğu ve bazılarının da mahallesi ve sokağı belirtilmiştir. Bu paftalardan “mektep” olarak gösterilen yerlerin ada ve parsel numaraları alınarak fen dosyalarından yerin sonraki safahatı hakkında bilgilere ulaşılmaya çalışılmıştır. Günümüzde parselin ne halde bulunduğunu belirlemek için şimdi kullanılmakta olan paftalar ile 1926 yılı paftaları karşılaştırılmış ve ipucu olabilecek sokak isimlerinin araştırılması neticesinde bazı parsellerin bugünkü durumları tespit edilebilmiştir. Bu, araştırmanın kadastro kısmı için geçerlidir. 1926 kadastro paftalarından ada ve parsel numaraları belirlenen yerlerin kadastro bölümünden tapu kütük numaraları da alınarak parsel dosyalarının bulunduğu tapu kısmında ilk kayıtlara ulaşılmaya çalışılmıştır. Bu kısımda bazı okullar hakkında çok değerli bilgiler veren eski dosyalara ulaşılmıştır.

Osmanlı eğitim sistemini belirleyen, açılan okulların işleyişini düzenleyen kanun, nizamname, talimatname ve ders programları metinlerinin bir kısmı günümüz harflerine çevrilerek yayınlanmıştır. Ancak bu yayın sadece belirli metinleri ihtiva ettiğinden ve çevirmeden kaynaklanan yanlışlıklar olabileceği düşünüldüğünden bunların orijinal nüshalarına müracaat edilmiştir.

Araştırmanın önemli kaynaklarından birisi de salnamelerdir. Vilayetlerden gelen bilgilerin yayınlandığı Devlet Salnameleri ve Maarif Nezâreti Salnameleri XIX. yüzyıl sonları ve XX. yüzyıl başlarında mevcut okullar, öğretmen-öğrenci sayıları ve şehirdeki eğitim yöneticileri gibi birçok istatistiki verinin yer aldığı kaynaklardır. Özellikle vilayetin sıklıkla yayınlamış olduğu Konya Salnameleri başka kaynaklarda yer almayan eğitimle ilgili orijinal bilgileri ihtiva etmektedir. Vilayetin ilk salnamesi H.1285 sonuncusu ise H.1332 tarihinde hazırlanmıştır. Bu kaynaklar bazı dönemlerde ara vermeksizin her yıl yayınlanmış olduklarından okulların açılış ve kapanış tarihleri, öğretmen ve idarecilerin tayin ve azilleri ile ilgili bilgileri takip etmek mümkün olmuştur.

(5)

BİRİNCİ BÖLÜM

OSMANLI TEMEL EĞİTİM KURUMLARINDA GELİŞMELER VE KONYA’DA MODERN TEMEL EĞİTİM

1.1. OSMANLI TEMEL EĞİTİM KURUMLARINDA GELİŞMELER

Osmanlı temel eğitim sistemini oluşturan üç tip kurum söz konusudur. Bunlardan ilki klasik eğitim kurumları olan sıbyân mektepleridir. İslam devletlerinden miras alınan bu mektepler, gerek eğitim anlayışı gerekse binalarının mimari özellikleri bakımından geliştirildiler. XIX. yüzyıla gelinceye değin çocuklara temel eğitimin verildiği rakipsiz kurumlar olarak kalan sıbyân mektepleri, bu yüzyılda çağın ihtiyaçlarına cevap veremediklerinden ıslah edilmeleri yoluna gidildi. Tanzimat Dönemi’nde tasarlanan eğitim reformu çalışmalarına bağlı olarak bir yandan sıbyan mektepleri ıslah edilmeye çalışıldı öte yandan yeni temel eğitim kurumları olan iptidai mekteplerinin temelleri atılmaya başlandı. Bunlar, gelişen eğitim anlayışının ortaya koyduğu prensipler çerçevesinde ilerlemelerini sürdürdüler. XX. yüzyıl başlarında Osmanlı temel eğitim sistemine bir kurum daha katıldı ki bunlar okul öncesi eğitimin verildiği ana mektepleriydi.

1.1.1. Klasik Temel Eğitim Kurumları: Sıbyân Mektepleri 1.1.1.1. Modernleşme Dönemi’ne Kadar Sıbyân Mektepleri

Geleneksel Osmanlı eğitiminde çocuklara ilk eğitim-öğretimin verildiği temel kurumlar, varlıklarını Cumhuriyet Devri’ne kadar koruyan sıbyân mektepleriydi. Sıbyân mektepleri, mahalle aralarında çoğu zaman bir cami ya da mescit yanında taş veya ahşaptan yaptırılan binalarda eğitim verirlerdi. Bu nedenle bu kurumlara “mahalle mektebi”, “taş

mektep” denildiği de olurdu1. Bunun yanı sıra bazı vakfiyelerde geçen, “dârü’t-ta‘lîm”, “dârü’l-ilm”, “muallimhâne”, “mektebhâne” gibi adlar da bu kurumları nitelemek için kullanılırdı2. Sıbyân mekteplerinin bazıları hükümdarlar, devlet adamları ya da varlıklı hayırsever kişiler tarafından vakıf yoluyla yaptırıldı. Bunların giderleri de bu vakıfların gelirlerinin toplandığı vakıf sandıklarından verilirdi. Sıbyân mekteplerinin bir kısmı ise halk tarafından elbirliği ile inşa edilir ve okulun başta öğretmenin ücreti olmak üzere ısınma, onarım gibi genel giderleri mahalleli tarafından karşılanırdı3.

1 Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, C. I-II, İstanbul 1977, s. 83. Sıbyân Mektepleri konusunda yazılmış

hatırat, deneme ve hikayelerin toplandığı şu esere bk; Bir Eğitim Tasavvuru Olarak Mahalle/Sıbyân Mektepleri, (Haz. İsmail Kara-Ali Birinci), İstanbul 2005.

2 Faik Reşit Unat, Türk Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara 1964, s. 6. 3 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi(Başlangıçtan 1999’a), İstanbul 1999, s. 72.

(6)

Mektep binaları, çoğunlukla tek odalı ve kare veya dörtgen planlı olarak yapılırdı. Bazen, dershane olarak kullanılan odanın yanında, okulun öğretmeni ve kalfasına ayrılmış bir küçük oda bulunurdu. Binanın bir yönü sokağa bakar, diğer tarafı çok defa küçük bir bahçeye açılırdı. Burada, çeşme, tuvalet ve depo gibi hizmet mekânları bulunurdu. Cami veya mescit yanında yapılan okulların öğrencileri bu kurumların bahçelerini de kullanabilmekteydiler. Osmanlı sıbyân mekteplerinde dershaneler genellikle rutubetten korunmak amacıyla zeminden bir kaç basamak yükseltilerek inşa edilirdi. XV. yüzyıldan itibaren, yapılan bir çok okulun dershanesinin ikinci katta yer aldığı ve dershanenin alt kısmında çeşme ve tuvalet bulunduğu görülmektedir4. Böylece dershanenin güneş ışığından daha fazla yararlanması, sokak gürültüsünden uzak tutulması ve havadar olması amaçlanmaktaydı5. Dershane zemini taş, tuğla veya tahta döşeli olur, bunun üstüne hasır ya da kilim serilir, çocuklar bunların üzerine konulan şiltelere otururlardı. Dershane kapısının önünde ayakkabılar çıkarılır, içeriye çorapla ya da yalınayak girilirdi6. Bir sıbyân mektebindeki dershanenin değişmeyen objeleri; üzerinde kitap okumaya elverişli rahleler ile çocukların girip çıktıklarını ve dışarıda kimsenin olup olmadığını anlamaya yarayan geldi-gitti tahtası idi. Bunların yanında bazı dershanelerde öğrencilerin su içmeleri için su dolu bir küp ve kışın dershaneyi ısıtmak için kullanılan bir de ocak bulunabiliyordu.

Sıbyân mekteplerinde öğrencilerin okula başlama yaşı ve okulların öğretim süresi ile ilgili ortak bir kural yoktu. Öğrenciler, zorunlu olmayan bu okullara ortalama beş-altı yaşlarında başlarlar ve üç-dört yıl kadar öğrenimlerine devam ederlerdi. Sıbyân mektepleri, genellikle kız ve erkek çocukların beraber öğrenim gördükleri karma eğitim kurumlarıydı. Fakat dershane içerisinde çoğu zaman bunlar ayrı ayrı kısımlarda otururlardı. Bunun yanı sıra bazı mahallelerde yalnız kız öğrenciler için ve çok defa öğretmenlik yapan kadının evinde olmak üzere açılan okullar olduğu7 gibi, II. Bâyezid’in yaptırmış olduğu külliyenin vakfiyesinden anlaşıldığı üzere sadece yetim ve fakir erkek çocukların kabul edildiği sıbyân mektepleri de bulunmaktaydı8. Vakıf yoluyla yaptırılan okullarda sosyal dayanışmaya önem verildiği, okullara kabul edilecek öğrencilerden öncelikle yetim ve fakir olanların tercih edildiği görülmektedir. Bu tür okullarda öğrencilerden para alınmazdı. Üstelik bazı okullarda,

4 A. Zeynep Ahunbay, “Mektep (mimari)”, DİA., C. XXIX, s. 7-8.

5 Özgönül Aksoy, Osmanlı Devri İstanbul Sıbyân Mektepleri Üzerine Bir İnceleme, İstanbul 1968, s. 153. 6 Reşad Ekrem Koçu, “Sıbyân Mektepleri”, Hayat Tarih Mecmuası, S. 2, (Mart 1966), s. 27.

7 Unat, aynı eser, s. 6. 8 Ergin, aynı eser, s. 83.

(7)

vakıf kurucusunun vakfiyesinde belirttiği şekilde öğrencilere nakdi yardımlar yapılmakta; imarethânede pişen yemekten karınları doyurulmakta, kıyafet ihtiyaçları sağlanmakta idi9.

Okullara öğrenci kabulünün belirli bir zamanı yoktu. Veliler senenin her hangi bir günü çocuklarını okula başlatabilirlerdi. Okula başlama, “bed‘-i besmele cemiyeti” ya da halk arasında “âmin alayı” denilen bir törenle olurdu. Ailenin ekonomik durumuna göre âmin alayı farklı şekillerde düzenlenebiliyordu. Bayram havasında geçen bu törenler, okula yeni başlayacak çocuğun okula ısındırılması ve ailelerin çocuklarını okutma hususunda heveslendirilmesi bakımından önemliydi10.

Sıbyân mekteplerinin temel amacı, öğrencilere doğru bir şekilde Kur’an okumasını öğretmekti. Bunun yanında bazı dinî bilgilerin kazandırılması ve “kara cümle” denilen basit dört işlemin öğretilmesi de amaçlanmaktaydı. Okuma öğretimi “usûl-i teheccî” denilen geleneksel bir yöntemle yapılmaktaydı. Bu yönteme göre okulun öğretmeni, harfleri “cim

üstün ce, cim esre ci, cim ötre cü” şeklinde seslendirerek, öğrencilere uzun uzun hecelettirirdi.

Daha sonra bu heceler de birbirine bitiştirilerek kelimelerin okutturulması sağlanırdı11. Böylece öğrenci aşama aşama ilerleyerek Kur’an’ı, Arapça olarak okurdu. Bu arada öğrencilere bazı namaz sûreleri ve dualar ezberletilir, dinî konularla ve dört işlemle ilgili bilgiler verilirdi.

Genellikle tek dershaneden ibaret olan sıbyân mektebinde günümüzdeki birleştirilmiş sınıflara benzer bir sistemle öğretim yapılmaktaydı. Buna göre öğretmen, sırayla aynı seviyede olan öğrencileri kendi rahlesi önüne çağırarak günlük derslerini dinler ve onlara bazı ödevler vererek gönderir, sonra yeni bir grubu yanına çağırırdı. Bu arada öğretmenin yardımcısı olan kalfa ise, diğer öğrencilerle ilgilenirdi. Eğitim sistemi ezber üzerine kurulu idi. Ancak bir ilk eğitim-öğretim kurumunun kazandırması gereken temel becerilerden biri olan ve öğrencilerin hayatları boyunca kullanacakları okuma yazmanın öğretimi, bu okulların amaçları içerisinde yer almamaktaydı. Gerçi bazı vakfiyelerde, bir hat öğretmeninin öğrencilere güzel yazı öğretmesi istendiğinden şeklen güzel yazı yazma öğretilirdi12. Aslında, vakıf olarak kurulan sıbyân mekteplerinin, vakfiyelerine uygun ve mecburi bir programı takip etmeleri bu okulların durağan bir hâl almasına ve kendilerini yenileyememelerine sebep oluğu söylenebilir13. Bunun dışında herhangi bir vakfa bağlı olmayan sıbyân mekteplerinin ders programlarının belirlenmesi, varsa okutulacak kitapların tespit edilmesi ve öğrenci seçilmesi

9Aynı eser, s. 87. 10Aynı eser, s. 91, 94. 11 Akyüz, aynı eser, s. 177. 12 Ergin, aynı eser, s. 86.

(8)

gibi hususlardaki yetki, okulun öğretmenindeydi. Çünkü, XIX. yüzyılda yapılan ıslah çalışmalarına kadar sıbyân mektepleri için devletçe düzenlenmiş herhangi bir yönetmelik ya da öğretim programı yoktu. Dolayısıyla bu okulların eğitim-öğretim açısından kalitesi, ders veren öğretmenin yetkinliği ile doğrudan ilgiliydi. Fatih Sultan Mehmed’in, böyle bir düşünceden olsa gerek Eyüp ve Ayasofya’da açtırdığı iki medresede; sıbyân mekteplerinde öğretmenlik yapacak olanlar için Arapça Sarf ve Nahiv, Edebiyat, Mantık, Mubahase ve Tedris Usulü, Kelâm ve Riyâziyyât derslerini koydurarak ve bu dersleri görmeyenleri öğretmenlik yapmaktan menettiği bilinmektedir14. Fakat bir süre sonra bu kural yumuşatıldı. Bu okullarda öğretmen olabilmek için medrese diplomasına sahip olmak yeterli görüldü. Hatta son dönemlerde cami imamları, müezzinler ya da okuyup yazabilen ağırbaşlı kimseler bile sıbyân mekteplerinde öğretmenlik yapabiliyordu. Bunlar eğitim ilkelerinden, öğretim metotlarından haberdar olmadıkları gibi kitaptan başka her hangi bir öğretim materyalini de bilmiyorlardı. Sıbyân mektepleri, kendilerini yenilemek, geliştirmek bir yana XV. yüzyıldaki eğitim-öğretim seviyesini bile koruyamamışlardı. Böyle bir durumda bu kurumları ıslah etmek mecburiyeti ortaya çıkmıştır.

1.1.1.2. Modernleşme Dönemi’nde Sıbyân Mekteplerini Islah Çalışmaları 1.1.1.2.1. II. Mahmud Dönemi Çalışmaları

Osmanlılarda ilk eğitim-öğretim alanındaki ıslahat girişiminin, II. Mahmud tarafından ilan edilen 1824 tarihli ferman ile başladığı kabul edilir15. Bu fermanda, kendisini Müslüman

olarak niteleyen herkesin önce dinî kuralları öğrenmesi, sonra geçimini sağlayacak bir işle meşgul olması gerekirken bazı ailelerin küçük çocuklarını herhangi bir eğitim almaksızın usta yanına çırak olarak verdikleri belirtilmekte idi. Eğitimdeki olumsuzluğun giderilmesi için her çocuğun çıraklığa verilmeden önce Kur’an talim etmek ve tecvit ile ilmihâl risaleleri okumak için belirli bir süre okula gönderilmesi istenmekte idi. Fermanda bunlara uyulmaması durumunda sorumlu olanlara bazı cezaların verileceği de belirtiliyordu. Ferman, öğretim hususunda herhangi bir yenilik getirmemiştir. Örneğin; yazının öğretimi ile ilgili bir yenilik söz konusu değildir. Ferman hükümlerinin sıbyân mekteplerine devamı mecbur tutması, ülke genelinde bir temel eğitim mecburiyeti getirdiği şeklinde de yorumlanmamalıdır. Çünkü,

14 Hasan Ali Koçer, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi (1773-1923), İstanbul 1991, s. 7.

15 Ferman sureti için bk; Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. XII, İstanbul 1309, s. 277-279; Mahmud

Cevâd, Maarif-i Umûmîye Nezâreti Tarihçe-i Teşkilât ve İcraatı, İstanbul 1338, s. 1-3; Unat, aynı eser, s. 38; Koçer, aynı eser, s. 35; Necdet Sakaoğlu, Osmanlı’dan Günümüze Eğitim Tarihi, İstanbul 2003, s. 59. Berkes bu fermanın bazı maarif tarihi yazarları tarafından ileri bir eğitim hamlesi şeklinde görülmesine karşıdır. Ona göre bu fermanda daha önceki benzerleri gibi çocuklara din bilgilerinin öğretilmesini amaçlamaktadır. Yoksa çocukları hayata hazırlayacak dünyevi bilgilerin verilmesi gibi bir yenilik söz konusu değildir. Bk; Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 2002, s. 180.

(9)

hükümler sadece İstanbul için geçerlidir16. Bununla birlikte mecburi temel eğitim sisteminin

kurulmasına yönelik devletin ilk adımı olarak kabul edilebilir17.

Temel eğitimi düzenlemek için II. Mahmud Dönemi’nde, yapılan bir diğer girişim; 1838 yılında Meclis-i Umûr-ı Nâfia tarafından bir ıslahat raporu hazırlanmasıdır. Dâr-ı Şûrâ-yı Bâbıâli ve Meclis-i Vâlâ-Şûrâ-yı Ahkâm-ı Adliye gibi yönetim organlarında tartışılan rapor, üzerinde bazı düzenlemeler yapılarak son şeklini aldı. Padişahın iradesi alınarak uygulanmasına izin verilen raporun önerileri, eğitim-öğretim alanında dikkate değer bazı yenilikler getirmekteydi18. Bu belgede sıbyân mekteplerinin iki dereceli olarak yeniden düzenlenmesi tavsiye edilmekteydi. Buna göre mahalle aralarında bulunan küçük sıbyân mektepleri eskiden olduğu gibi sadece Kur’an talimi ve bazı dinî bilgilerin öğretilmesiyle meşgul olacaklar, bu okulların üzerinde daha geniş bir öğretim programının uygulanacağı üst seviye okul olan “sınıf-ı sânî” mektepleri açılacaktı. Büyük “selâtîn” mekteplerinin binalarında açılması düşünülen bu okullarda Tuhfe-i Vehbi, Nuhbe-i Vehbi, Sübha-i Sıbyân gibi sözlükler ile Birgivî gibi Türkçe hazırlanmış ahlak risalelerinin okutulması önerildi. Raporda, sıbyân mekteplerinin ikinci derecesi olarak tasarlanan bu okullara bizzat II. Mahmud tarafından rüştiye adı verilmiştir.

Meclis-i Umûr-ı Nâfia raporunda, öğretmenlerin teftiş edilerek yetenekli olanların işleri başında bırakılması diğerlerin işlerine son verilmesi, fakir ve kimsesiz çocuklar için yatılı okullar açılması ve çocukların okula devamlarının mecbur tutulması gibi öneriler sunulmuştur.

Sıbyân mekteplerinin ıslahı yönünde II. Mahmud Dönemi’nde ortaya konan önerilerin birçoğu uygulama alanı bulamadı. Buna rağmen bu dönem, devletin eğitim-öğretim konusuna el atarak ihtiyaçları saptaması ve bu okullardaki ıslahat projesinin çerçevesini çizmesi bakımından önemlidir. Ayrıca bu dönemdeki çalışmalar ile halkın yeniliklere alıştırıldığı

16 Aziz Berker, Türkiyede İlk Öğretim, Ankara 1945, s. 3; Unat, Ferman’ın bir suretinin 6.4.1826 tarihli bir

kayıtla 204 numaralı Burdur Şeriye Sicilleri içerisinde bulunduğunu söyler ki; bu durum ferman hükümlerinin İstanbul için geçerli olmakla beraber, vilayetlere de duyurulduğunu göstermektedir. Unat, aynı eser, s. 39.

17 Avrupa’da devletin, vatandaşlarının eğitim-öğretimini üstlenmesi olgusu ilk kez Fransa’da İhtilal’den sonra

kabul edilen 1791 Anayasası’nda söz konusu edilmiştir. Buna bağlı olarak Fransa’da 1793 tarihinde “Ecole

Primaire” yani parasız ilkokullar açılmıştır. Sosyal pedagojiyi başlatan ve ilkokulların babası sayılan Pestalozzi

(1746-1827), bir toplum meydana getirmeyi amaçlayan yeni eğitimin ancak devlet tarafından gerçekleştirilebileceği görüşüyle önce Almanya’da sonra da bütün Avrupa’da eğitim meselesinin bir devlet ve vatan meselesi haline gelmesinde önemli bir rol oynamıştır. Pestalozzi’nin eğitim işini devlete bir ödev olarak yükleyen bu görüşü çağdaşı Fichte (1762-1814) ve Schleiermacher (1768-1834), daha sonra çağdaş sosyal pedagojinin kurucusu olan Paul Natorp (1854-1924) tarafından geliştirilecektir. Osman Kafadar, Türk Eğitim

Düşüncesinde Çağdaşlaşma, Ankara 1997, s. 37-38.

18 Meclis-i Umûr-ı Nâfia raporu, bu konuda yönetim birimleri arasında yapılan yazışmalar ve irade sureti için bk;

(10)

böylece Tanzimat Dönemi’nde yapılan geniş çaplı reform hareketleri için uygun bir havanın yaratıldığı söylenilebilir.

1.1.1.2.2. Tanzimat Dönemi Çalışmaları

Tanzimat Dönemi’nde sıbyân mektepleri ile ilgili ıslahat çalışmaları Abdülmecid’in, 4 Muharrem 1261/13 Ocak 1845 tarihinde Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’ye gelerek okuttuğu hattı hümayun ile başlar19. Hükümdar bu hattı hümayunda, yapılan reformların yetersizliği üzerinde durarak bundan devlet ileri gelenlerini sorumlu tutmaktaydı ve yeni reformların başarısının memleketin her köşesinde cehaleti kaldırmak ve halkın terbiyesini artırmakla mümkün olacağını, bunun için de eğitim-öğretimin yaygınlaştırılmasının gerektiğini belirtmekteydi. Abdülmecit’in bu fermanının yönetim kademeleri üzerinde oldukça etkili olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, 21 Safer 1261/1 Mart 1845 tarihli kararı ile eğitim konularını görüşmek amacıyla Meclis-i Muvakkatin kurulmasını kararlaştırdı20. Adından da anlaşılacağı üzere geçici kaydıyla oluşturulan Maarif Meclis-i Muvakkati yaygın temel eğitim kurumları olan sıbyân mekteplerinin ıslahıyla ilgili bir layiha hazırladı ve eğitim işleriyle ilgilenmek üzere daimi bir meclisin kurulmasını önerdi. Meclis-i Muvakkat, genel reform programını ana hatlarıyla çizdikten sonra yerini Meclis-i Maarif-i Umumiye’ye bırakarak varlığına son verdi21. Meclis-i Maarif-i Umumiye, sıbyân

mekteplerinde sınıf ve sınav usulünün getirilmesi ve bu okulların öğretmenlerine okutacakları derslerle ilgili birer talimat verilmesi gibi hususları kabul etti22. Meclis ayrıca öngörülen ıslahat programını uygulamak, aksaklıkları bildirmek ve mahalle mekteplerine nezaret etmek için icra görevinin meclis üyelerinden birisine verilmesini ve buna yardımcı olmak üzere sıbyân mekteplerini gezerek alınan kararların uygulanıp uygulanmadığını teftiş edecek bir muavinin ve yazışmaların yürütülmesi için de bir kâtibin atanmasını tavsiye etti. Bu tavsiyelerin kabulüyle birlikte, reform çalışmalarını uygulama sahasına koyabileceği umuduyla 24 Zilkade 1262/13 Kasım 1846 tarihinde Mekâtib-i Umumiye Nezâreti kurularak meclis üyelerinden Esad Efendi bunun başına getirildi23. Nezâret, kadro atamaları da tamamlanarak çıkan bir irade ile göreve başladı (3 Muharrem 1263/22 Aralık 1846)24.

Tanzimat Dönemi’nde sıbyân mekteplerinin ıslahı amacıyla yapılan en önemli girişimlerden birisi, Meclis-i Maarif-i Umumiye tarafından 21 Rebiyülahir 1263/8 Nisan 1847

19Takvîm-i Vekayi, S. 280, (12 Muharrem 1261).

20 Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye kararı için bk; Berker, aynı eser, s. 15.

21 Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilâtında Reform, İstanbul 1993, s. 231. 22 Kodaman, aynı eser, s. 61.

23 BOA., İ.DH., 129/6634, lef 3. 24 BOA., İ.DH., 135/6923, lef 2.

(11)

tarihinde hazırlanan “Etfâlin Talîm ve Tedris ve Terbiyelerini Ne Vechile İcrâ Eylemeleri

Lâzım Geleceğine Dâir Sıbyân Mekâtibi Hâceleri Efendilere İtâ Olunacak Talîmât” adlı

metnin yayınlanmasıydı25. Sıbyân mektebi öğretmenleri için hazırlandığı söylenen bu talimatla temel eğitime bir sistem getirilmeye çalışıldığı görülmektedir.

Talimat, altı yaşını bitiren çocukların okula devamını mecburi kılmaktadır. Daha küçük yaşlarda olanların da velilerinin isteği doğrultusunda okula kabul edilmesine imkân tanır. Talimatta mecburi eğitim yaşına girdiği hâlde çocuklarını okula göndermeyenlerin cezalandırılacağı, bu gibi çocukları araştırmak üzere memurlar tayin olunacağı, hatta mahalle imam ve muhtarlarının da bu işten mesul tutulacakları üzerinde durulur. Yalnız, 7-13 yaşları arasında olup ailelerinin geçimini sağlamak için çalışmak zorunda olan çocukların “akaid-i

dîniye”lerini öğrenmek için sabahları bir saat okula gelmeleri yeterli görülür. Talimat,

okulların öğrenim süresini dört yıl olarak belirler. Bu süre sonunda yapılan bitirme sınavında başarılı olanlar okuldan mezun olacaklardır. Başarısız öğrenciler öğrenimlerine devam ederek her senenin sonunda yapılan imtihanlara girecekler, azami yedi yıl sonunda da başarılı olamayan olursa bunların devamı velilerinin isteğine bağlı olacaktır.

Talimatta sıbyân mektepleri için bir öğretim programı da öngörüldü. Buna göre, okula başlayan öğrenciye, Elifbâ dersinde grup grup harfler tanıtılacak ve sessiz-sesli harfler bitiştirilerek heceleme öğretilecekti. Bundan sonra “supara” denilen Kur’an cüzleri, Amme cüzünden başlayarak okutturulacaktı. Cüzlerin bitirilmesinden sonra -bastırılıp okullara dağıtılacağı söylenen- Türkçe Lûgat içinde bulunan önce üç sonra daha fazla harften oluşan kelimeler yazdırılacak aynı şekilde Ahlak dersi içinde de Türkçe kısa ahlak risaleleri okutulup yazdırılacaktı. Öğretim programı içerisinde sülüs ve nesih yazılarından başlamak üzere Yazı dersi, dinî bilgilerin verileceği İlmihâl dersi, usulünce Kur’an okumak için Türkçe Tecvit dersi ve yeteneği olan istekli öğrenciler için Hıfz-ı Kur’an dersinin verilmesi tasarlandı. Görüldüğü gibi Türkçe okuyup yazma etkinlikleri, öğretim programının esasını meydana getirmekteydi. Zaten bu husus talimatın en dikkate değer yönünü oluşturmaktaydı. Modern bir temel eğitimin vazgeçilmez öğesi, çocuklara ana dillerinde okuma yazma becerisi kazandırmaktır. Öğrencilerin yazıya alıştırılması bol tekrar yapmayı gerektirdiğinden talimatta, bu iş için Arabistan’da kullanıldığı söylenen üzerinde yazı yazıp silmeye uygun birer taş levhanın her okula gerekli sayıda gönderileceği bildirilmekteydi26. Bunun yanı sıra

25 Berker, aynı eser, 28-33.

26 Talimatta, taş levhalarla ilgili “öteden beri Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere ve sair havali-i

Arabistanda olageldiği misillû” ibaresinin, bu yeniliğe karşı çıkması muhtemel taassup çevrelerinin itirazlarını

(12)

kâğıt üzerine yazı yazmak için her öğrenci, içinde iki kamış kalem bulunan bir mürekkep hokkasını yanında bulunduracaktı. Talimatın öğretime getirmeyi tasarladığı bu yeniliklerin yanında sınıf sistemini öngörmemiş olması önemli bir eksiklik olarak kaldı. Dersler yine eskiden olduğu gibi münferiden öğretim esasına göre işlenecek, bu etkinlikte de kalfa öğretmene yardım edecekti. Bir yenilik olarak talimatta, sıbyân mektebi öğretim kadrosuna öğretmen ve kalfanın yanına imkân bulunduğu takdirde bir de yazı hocasının ekleneceği belirtilmiştir.

Okulların varlıklarını devam ettirmeleri için ihtiyaç duydukları gelirler hususunda talimat herhangi bir yenilik getirmemekteydi. Öğretmenler, geçimlerini sağlamak, okulun çeşitli giderlerini karşılamak için öğrencilerden ailelerinin ekonomik durumlarına göre bir ile 12 kuruş arasında değişen miktarlarda bir aylık ücreti, haftalara bölerek toplayacaklardı. Öğretmenler bundan farklı olarak hangi adla olursa olsun para kabul etmeyecekler ve fakir çocuklardan para almayacaklardı. Devlet, ileride bu öğretmenlere bir miktar maaş vermeyi vaat ediyordu. Okulların ve öğretmenlerin teftiş edileceği de talimatta belirtilen diğer bir husustu. Bu teftiş vazifesi için “muîn-i mekâtib” adıyla müfettişlikler kurulmuştu. Bunlar, öğretmenlere yol gösterecekler, yeni uygulamaları öğreteceklerdi.

Talimatname, sıbyân mektebi öğretmenlerine, dershanede disiplini sağlamak için uygulayacakları cezalarda da bazı kurallar getirmekteydi. Buna göre İslam’da yeri olmadığı için falaka kaldırılacak, öğrenciye ağır bedeni cezalar verilmeyecek, kötü sözler söylenmeyecekti. Öğretmen tembel ve suçlu öğrencinin minderini yanından uzaklaştıracak, ona dargın bir çehre ile bakacak veya kulağını incitmeyecek şekilde çekecek ya da yaban asması, yasemin çubuğu gibi yumuşak şeylerle hafifçe dövecekti. Bunların yanı sıra öğrencinin ayakta durdurulması ve derslerin öğrenciye kalfa tarafından bir çok kez tekrar ettirilmesi gibi cezalar da uygulanabilecekti. Çalışkan, edepli öğrencilerin bir ödül olarak minderleri öğretmenin minderine yaklaştırılacak ve bunlar öğretmen tarafından güzel sözlerle övüleceklerdi.

Sıbyân mekteplerinde bir eğitim-öğretim sistemi kurma çalışmalarının 1847 Talimatı, ilk somut belgesidir. Talimat, merkezinde Türkçe okuma-yazma etkinliklerinin yer aldığı bir ders programını okullara sokmakta; programda yer alan derslerin nasıl öğretileceği, okulların öğretim süresi ve devam durumu, okullara alınacak öğrencilerde aranacak nitelikler, disiplin kullanılmamıştır (Atuf, Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, Ankara 1930, s. 101; Berker, aynı eser, s. 34; Sakaoğlu, aynı eser, s. 75). Talimatta buna benzer bir başka uygulama karma öğretim yapan sıbyân mektepleri öğretmenlerine yapılan tavsiyede de görülmektedir. Öğretmenden dershane içerisinde kız ve erkek öğrencileri ayrı ayrı oturtması ve “etfâl-i zükûr etfâl-i inâs ile aşuru sohbet ve ülfet ve ihtilât ettirilmemesi” istenmektedir.

(13)

konuları, okul personelinin gelir durumu ve bunların teftişi gibi hususları karara bağlamaktaydı. Talimat uzun bir hazırlık dönemi sonunda meydana getirildi ve metinde bazı konularda ayrıntılara kadar inildi. Buna rağmen talimatta sıbyân mekteplerinde kimlerin öğretmenlik yapacağı, okulların çoğaltılması için hangi tedbirlerin alınacağı gibi hususlar birer eksiklik olarak kendilerini göstermektedir. Bu hususlarda yapılacak girişimin büyük bir bütçeyi gerektirmesi, talimatı hazırlayanlar tarafından dikkate alınmış bir keyfiyet olmalıdır.

Sıbyân mekteplerini ıslah edeceği umuduyla hazırlanan 1847 Talimatnamesi birkaç husus dışında uygulanamadı. Bunun en önemli sebebi talimatı uygulayacak bir eğitim sisteminin kurulamamış olmasıdır27. Nitekim Mekâtib-i Umumiye Nezâreti kısıtlı bütçesi ve personeli ile bu işin altından kalkacak bir durumda değildi. Üstelik Nezâret yapılan bir düzenleme ile müdürlüğe dönüştürülmüş ve sıbyân mekteplerini denetlemesi için oluşturulan muînliklerde 18 Muharrem 1264/26 Aralık 1847 tarihinde kaldırıldı28. Bundan sonra sıbyân mekteplerinin uzun bir süre kendi hâlinde bırakıldığı görülmektedir.

Maarif Nezâreti’nin 1857 tarihinde kurulması ile sıbyân mekteplerinin durumu yeniden ele alındı. Bu okullarda bir düzenlemeye girişilmesi ise 1862 yılını bulacaktır. Meclis-i Maarif-i Muhtelit, Maarif Nezâreti ve Meclis-i Ahkâm-ı Adliye arasında bir dizi yazışmaya konu olan sıbyân mektepleri ile ilgili düzenleme girişimi nihayet Şevval 1279/ Mart-Nisan 1863 tarihinde çıkan bir irade ile kesinlik kazandı29. Bu iradeye göre, İstanbul’da

on iki semtte birer sıbyân mektebi tespit edilecek ve bu okulların çevresinde bulunan ikişer okul daha bunlara ilave edilerek toplam 36 okulda yeni usul uygulanmaya başlanacaktı. Bunun için bu okullara, her öğrenci için birer taş levha ve taş kalem ile birer divit parasız dağıtılacaktı. Ayrıca okul öğretmenlerine fakir öğrencilerden haftalık almamak şartıyla yüz kuruş maaş bağlanacaktı. Sıbyân mektepleri için düşünülen bu düzenleme, 1846 yılında Meclis-i Muvakkat’ın aldığı ve 1847 Talimatının uygulamaya çalıştığı kararların, gerçekçi ve pratik hâle getirilmiş şeklinden başka bir şey değildir30. Öncekilerin başarısızlığa uğraması karşısında bu defaki ıslahat girişimi daha mütevazı tutulmuştur.

İstanbul’da yeni usulün uygulamaya konulduğu bu örnek okullar, rüştiye mekteplerine bir çok öğrenci yetiştirdiler. Başarıları sebebiyle bu okulların öğretmen ve öğrencilerine çeşitli ödüller verildiği de görülmektedir ki bu durum yapılan düzenlemelerin amacına ulaştığı

27 Cahit Yalçın Bilim, Tanzimat Devri’nde Türk Eğitiminde Çağdaşlaşma (1839-1876), Eskişehir 1984, s. 37. 28 Akyıldız, aynı eser, s. 236.

29 Mahmud Cevâd, aynı eser, s. 79-80, Tezkireler ve irade metni için bk; Berker, aynı eser, s. 39-42. 30 Kodaman, aynı eser, s. 62.

(14)

şeklinde de yorumlanabilir31. Pilot bölge olarak seçilen İstanbul’daki bu olumlu gelişmeler

neticesinde ülke genelindeki sıbyân mekteplerinde yeni usulün uygulanmaya başlandığı görülmektedir. Nitekim Vali Mithat Paşa, Niş ve buna bağlı bazı kazalarda bulunan okullarda yeni usulü uygulatmış ve bu işte oldukça başarılı olunmuştur32.

Islah edilen sıbyân mekteplerindeki gözle görülür başarılar, Tanzimatçıları yeni düzenlemeler yapmak konusunda teşvik etti. Nitekim, Meclis-i Maarif-i Umumiye dört sınıf üzerinden eğitim yapan sıbyân mekteplerinde belirli bir kayıt zamanının olmamasının düzensizliğe sebep olduğunu ileri sürerek bundan sonra senede iki defa “Rûz-ı Hızır” ve

“Rûz-ı Kasım” zamanlarında okullara öğrenci kabul edileceğini ilan etti33. Bir başka düzenleme ile eğitim-öğretim sistemine ilk kez yıl sonu tatili kavramı getirildi. Buna göre öğretmen ve öğrencilerin dinlenmesi için okullar, 10 Temmuz-1 Ağustos arasında tatil edilmiştir34.

Sıbyân mekteplerinin ıslahı hususunda 1864 yılında kurulan “Mekâtib-i Sıbyân-ı

Müslime Komisyonu” bu okullar için 1868 yılında on maddeden oluşan bir nizamname

layihası hazırladı. Nizamname’nin dördüncü maddesine göre bir yenilik olarak sıbyân mektepleri programına “Malûmât-ı nâfia risâlesi talîmi”, “Türkî muhtasar coğrafya risâlesi

talîmi” ile dört işlemi öğretmek için “Amâl-i erbaa” ve “İmlâ” derslerinin konulması

öngörülmekteydi35. Abdülaziz’in bir iradesi ile bu nizamname hükümlerinin İstanbul’daki

öğretmenler tarafından uygulanması istendi. Buna bağlı olarak İstanbul’daki mevcut sıbyân mektepleri öğretmenleri, programa yeni konulan bu dört dersten sınava tâbi tutuldular. Ancak yapılan sınav sonunda, bunlar arasında istenen nitelikte öğretmenler bulunmadığı görüldü. Bunun üzerine ıslahat projesinin başarıya ulaşması için gerekli olan öğretmen kadrosunu yetiştirmek amacıyla, İstanbul’da bir Darülmuallimin-i Sıbyân açılmasına karar verildi. Öğretim süresi iki yıl olarak düzenlenen bu okul, 15 Kasım 1868 tarihinde hizmete açıldı36.

Görüldüğü gibi Darülmuallimin-i Sıbyân, sıbyân mektepleri üzerinde yapılan düzenleme girişimlerine bağlı olarak oluşturulmuş bir kurum idi. Sıbyân mekteplerini ıslah çalışmalarının başladığı ilk yıllarda, öğretmen yetiştirme meselesinin ele alınmayıp, bunun oldukça geç bir tarihe bırakılması, Tanzimatçıların modern eğitim-öğretimin kurulması yönündeki

31 Bilim, aynı eser, s. 38-39.

32Takvîm-i Vekayi, S. 694, (15 Zilkade 1279).

33Takvîm-i Vekayi, S. 772, (30 Cemaziyelevvel 1281); Berker, aynı eser, s. 50; Bilim, aynı eser, s. 39 (Berker’in

eserinde Takvîm-i Vekayi’nin sayısı 773, Bilim’in eserinde ise 713 olarak yanlış verilmiştir). Rûz-ı Hızır, Hıdrellez günü yerinde kullanılan bir tabirdir. Miladi takvimde 6 Mayıs’a karşılık gelmektedir. Rûz-ı Kasım, miladi takvime göre 9 Kasım günüdür.

34 Bilim, aynı eser, s. 39.

35 Berker, aynı eser, s. 59-60; Kodaman, aynı eser, s. 62.

(15)

çalışmalarındaki sistemsizliği ortaya koyan en çarpıcı örneklerden birisidir37. Bu tarihe kadar

eğitim-öğretim reformu bir bütün olarak düşünülmemiş farklı alanlarda birbirinden kopuk düzenlemeler halinde dar bir çevrede uygulanmaya çalışılmıştır. Tanzimatçılar, bundan sonra eğitim-öğretimi ülke geneline yayarak, merkezî bir sistem kurma çabası içerisinde olmuşlardır.

Tanzimat Dönemi’nde temel eğitim alanında yapılan düzenlemelerden şüphesiz en önemlisi 24 Cemaziyelevvel 1286/1 Eylül 1869 tarihinde yürürlüğe giren “Maârif-i Umûmîye

Nizamnâmesi” dir38. Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin sıbyân mektepleri ile ilgili temel hükümleri şunlardır:

1) Her mahalle ve köyde, icabına göre iki mahalle veya iki köyde birer sıbyân mektebi bulunacak, ahalisi karışık olan mahalle ya da köylerde biri İslâm diğeri gayrimüslim iki okul meydana getirilecektir (madde; 3).

2) Sıbyân mekteplerinin başta inşa, tamir ve öğretmen maaşı olmak üzere her türlü masrafı ait olduğu toplum tarafından karşılanacaktır (madde; 4).

3) Bu okullarda görev alacak öğretmenlerin seçimi ve atanması, yapılacak bir nizamnameye göre olacaktır (madde; 5).

4) Sıbyân mekteplerinin öğretim süresi dört yıldır. Ders programı iki grup olarak düzenlenmektedir. Birinci grup dersler şunlardır; “Usûl-i cedîde vechile Elifbâ, Kur’ân-ı

Kerîm, Tecvîd, Ahlâka Müteallik Resâil, İlm-i Hâl, Yazı Ta‘lîmi, Muhtasar Fenn-i Hesâb”. Bu

ders listesinin yanında, gayrimüslim vatandaşların çocuklarına din kurallarının, kendi ruhani reislerinin marifetiyle öğretileceği belirtilmekteydi. İkinci grup dersler; “Muhtasar Tarih-i

Osmanî, Muhtasar Coğrafya, Ma‘lûmât-ı Nâfi‘ayı Câmi‘ Risâle”dir. Bu derslerin,

gayrimüslimlere kendi lisanlarında okutturulacağına değinilmekteydi. Ayrıca Kur’an’ı ezberlemek isteyen öğrencilerin bir süre daha okulda öğrenim görebilecekleri de vurgulanmıştır (madde; 6).

5) Bu derslerin değiştirilebilmesi için, mahallî maarif meclisinin, Maarif Nezâreti’nden izin alması ve bu iznin Meclis-i Kebîr-i Maarif tarafından onaylanması gerekmektedir (madde; 7).

37 Tanzimatçıların eğitim reformu çalışmalarını sınırlayan en önemli faktör, taassup çevrelerinden gelebileceği

düşünülen tepkiler olmuştur. Dolayısıyla bu şartlar altında reformların, akılcı bir plan takip etmeksizin daha az tepki çekecek alanlara kaydırıldığı görülmektedir.

38 “Maarif-i Umumiye Nizamnamesi”, (kısaltma; Maarif Nizamnamesi) Düstûr, I.Tertib, C. II, s. 184-219.

Nizamnamenin bir sureti; BOA., Y.E.E. 112/6’dır. Metnin günümüz harflerine çevrim yazısı; Millî Eğitimle İlgili

(16)

6) Dinî bayramların olduğu günler ile padişahın cülus yıldönümündeki günler haricinde okullar açık tutulacaktır. Okullarda öğretmenler hazır bulunarak sabah ve öğleden sonra ders okutacaklardır. Mahalle ve köylerdeki tahsil çağındaki çocukların okula gitmeleri mecburidir (madde; 8).

7) Sıbyân mekteplerine devam mecburiyeti erkekler için 7-11, kızlar için 6-10 yaşları arasıdır (madde; 9).

8) İhtiyar meclisleri, mahalle ve köylerde tahsil çağına gelmiş çocukları tespit edip, bunların ve velilerinin isimlerini bir deftere yazacaklar daha sonra defteri mühürleyerek okul öğretmenine teslim edeceklerdir (madde; 10).

9) Okul öğretmenleri ellerindeki defterde ismi yazılı olan çocuklardan okula gelmeyen olursa, durumu muhtara haber vereceklerdir. Çocuğun velisi muhtar tarafından ihtiyar meclisine götürülerek orada çocuğunu okula göndermesi hususunda uyarılacaktır (madde; 11).

10) Veli bir ayda üç kere uyarıldığı hâlde, yine çocuğunu okula göndermiyor ise ona ekonomik durumuna göre beş ile 100 kuruş arasında bir ceza kesilerek alınan para maarif sandığına aktarılacaktır. Bu cezaya rağmen veli tutumunda ısrar ederse çocuk zorla okula getirilecektir (madde; 12).

11) Tahsil çağında olup da okula devam zorunluluğu olmayan çocuklar şunlardır; a. Yetkililerce muayene ettirilip, vücutça ve ruhen okula devam edemeyecek derecede hasta olanlar,

b. Fakir bir kimsenin çocuğu olup, ailenin geçimini sağlamak zorunda olanlar, c. Ekin ve harman vakitlerinde çalışmak zorunda olan çiftçi çocukları,

d. Oturduğu yere yarım saat mesafeye kadar okul bulunmayan çocuklar,

e. Oturduğu yerde okul olmayan ya da varolan okula öğrenci fazlalığından dolayı kayıt yaptıramayanlar,

f. Evlerinde özel ders alan çocuklar.

Bu çocukların velilerinden de para cezası alınmayacaktır (madde; 13).

12) Sıbyân mektebini tamamlayan öğrenciler imtihansız olarak rüştiye mekteplerine kabul edilecektir (madde; 14).

13) Bir mahalle veya köyde aynı cemaate ait iki sıbyân mektebi varsa ve konumu bakımından bir mahzur da yoksa bunlardan birisi erkeklere diğeri kızlara ayrılacaktır. Böyle

(17)

olmayan yerlerde kızlar için bir okul yapılıncaya kadar kız-erkek aynı okula devam edecekler, fakat öğrenciler birbirleri ile karışık oturtulmayacaklardır (madde; 15).

14) Kız sıbyân mektebi öğretmenleri ve dikiş ustaları kadın olacaktır. Fakat yeterli sayıda ehliyetli öğretmen yetişinceye kadar bu okullarda iyi ahlak sahibi yaşlı erkek öğretmenler de görev yapabilirler (madde; 16).

15) Erkek sıbyân mektepleri için geçerli olan kurallar, kız sıbyân mektepleri için de aynen geçerli olacaktır (madde; 17).

16) Okullarda çocukların uygunsuz hareketlerinden veya tembelliklerinden dolayı dövülmesi ya da onlara kötü sözler söylenmesi yasak edilmiştir (madde; 130).

17) Maarif Müdürü unvanıyla bir kişinin emri altında olmak üzere her vilayette bir Maarif Meclisi oluşturulacaktır. Bu meclis bir başkan, iki muavin, dört muhakkik, dörtten on kişiye kadar aza, bir katip, bir muhasip ve bir sandık emininden meydana gelecektir (madde; 143). Meclisin müdür ve muavinleri vilayet merkezindeki okulları teftiş etmekle de mükelleftirler (madde; 147). Muhakkiklerde merkez vilayetteki okulları ve livalardaki müfettişleri teftiş edip, meclise rapor vereceklerdir (madde; 148). Müfettişlerin her biri sancak dahilinde bulunan okulları önce üç ayda bir ve okulların düzeni sağlandıktan sonra altı ayda bir teftiş edeceklerdir. Islah mecburiyeti olan okulları düzenlemeye çalışacaklar, altından kalkamadıkları meseleler için meclise müracaat edecekler ve her ay düzenleyecekleri “vukuat

jurnalleri”ni meclise göndereceklerdir (madde; 149).

18) Vilayet dahilinde bulunan öğretmenlerin mercii, muhakkikler ve müfettişlerdir. Bunlar bulunmadığı zaman sıbyân mektebi öğretmenleri hangisi yakında ise rüştiye ya da idadi öğretmenlerine müracaat edeceklerdir (madde; 151).

19) Sıbyân mektepleri için iki tip imtihan söz konusudur. Bunlardan birincisi, sınıf geçme imtihanıdır. Bu eğitim-öğretim yılı sonunda bir üst sınıfa geçecek öğrencileri tespit etmek için yapılır. Bu imtihanlar her mahalle veya köy ihtiyar meclisi huzurunda okulların öğretmenleri marifetiyle gerçekleştirilecektir (madde; 154). İkinci tip imtihanlar yine aynı şekilde yapılacak olan mezuniyet imtihanlarıdır. Bunda başarılı olanlara şehadetname verilerek rüştiye mekteplerine imtihansız kabul edilmeleri sağlanacaktır (madde; 155).

20) Okul öğretmenleri Osmanlı vatandaşı olacaklar ve Darülmuallimin-i Sıbyân mezunu olmayan ya da imtihanla şehadetname almaya hak kazandıklarını belgelemeyenler sıbyân mektebi öğretmenliğine tayin edilmeyeceklerdir (madde; 178). Sıbyân mektebi öğretmenlerinin kurallara aykırı davranışlarda bulunanları suçlarının derecesine göre resmî

(18)

suretle “tevbîh” ve “tekdîr” olunacaklar, suçlarını tekrarlamaları hâlinde işten çıkarılacaklardır (madde; 180).

Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin temel eğitimle ilgili hükümleri, ülke genelini şamil, merkezî bir eğitim-öğretim sistemi öngörmekteydi. Temel eğitim alanında yapılan önceki düzenlemelerin ilgi alanı İstanbul ile sınırlı iken bu nizamname, tüm yurtta tahsil çağına gelmiş olan -bazı özürlerinden dolayı muaf tutulanlar hariç- kız ve erkek her çocuğa temel eğitim zorunluluğu getirmekteydi39 . Bütün sıbyân mekteplerine yönelik olarak içerisinde dinî bilgiler veren derslerin yanında Tarih, Coğrafya, Hesap gibi derslerin de bulunduğu ortak bir ders programının hazırlanması, merkezî bir sistem kurulmak istendiğinin kanıtıdır.

Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde sıbyân mekteplerinin ülke geneline yaygınlaştırılması amacıyla her mahalle ve köye bu okullardan yapılacağının söylenmesi hedefin yüksek tutulduğunu göstermektedir. Ancak devlet, sıbyân mekteplerinin çoğaltılması için hiçbir ekonomik yükümlülüğün altına girmemekte; bu okulların inşa, tamir ve öğretmen maaşı gibi her türlü giderlerini mahalle ve köy halkına bırakmaktadır. Oysa yüzlerce yıl kendi hâline bırakılarak cahil kalmış bir toplumdan eğitim seferberliğine katılarak, yeni okullar açmasının beklenemeyeceği açıktır. Halk, mevcut olan okullara bile çocuklarını göndermekten imtina etmektedir.

Sıbyân mekteplerinde öğretmenlik yapma hakkının darülmuallimin mezunlarına verileceğinin belirtilmesi de gerçekçi bir yaklaşım değildir. Çünkü İstanbul’da bulunan ülkenin tek Darülmuallimin-i Sıbyân’ında senede ancak otuz civarında mezun verilmektedir. Memleketin öğretmen ihtiyacının karşılanması için bunun yetmeyeceği aşikardır. Fakat nizamnameye böyle bir şartın konması artık medreseli öğretmenlerden bir şey beklenilmediğini göstermektedir40.

Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin yayınlanmasından sonra sıbyân mektepleri için düşünülen ıslah çalışmalarının vakit kaybetmeksizin başlatıldığı görülmektedir. Öncelik bu okullarda okutulacak ders kitaplarının hazırlanmasına verildi. Bunun için bir yarışma düzenlenmesi ve kazanan kitapların bastırılarak okullara dağıtılması kararı alındı. Bu kitapların açık ve sade yazılması ve öğrencilerin ilgisini çekecek bir şekilde olması genel prensip olarak kabul edildi. Daha sonra hazırlanması öngörülen kitapların genel özellikleri ve müfredatı bir beyanname ile duyurularak, yarışmayı kazanacaklara para ödülleri verileceği

39 Kodaman, aynı eser, s. 63. 40Aynı eser, s. 64.

(19)

ilan edildi41. Sıbyân mekteplerinde okutturulması tasarlanan ders kitapları şunlardı: Elifbâ, Ahlâk, Fezâil-i Fiiliye, Kavâid-i Türkiye, Coğrafya, Tarih-i Osmânî, İnşâ, Edebiyât-ı Manzûme, Şevâzz-ı İmlâ, Malûmât-ı Nâfia, Meşk42. Sıbyân mekteplerinde okutturulmasına karar verilen bu kitapların bastırılıp bastırılmadığına dair bir bilgi olmamasına rağmen sonraki yıllarda yeni usulde hazırlanan bir çok kitabın Maarif Nezâreti tarafından bastırılarak bu tür öğretim yapan okullara dağıtıldığı bilinmektedir43.

Sıbyân mekteplerinin ıslah edilmesi için yapılan bir başka teşebbüs, Meclis-i Kebîr-i Maarif’in İlmiye ve İdare Daireleri üyelerinden seçilen dört kişiden oluşan “Islâh-ı Mekâtib

Komisyonu” adını taşıyan bir kurulun 1870 yılı içerisinde kurulması idi. Komisyon,

İstanbul’daki sıbyân mekteplerinin ıslahı için yaptığı çalışmaları kitap haline getirerek Maarif Nezâreti’ne sundu. Kitap, “Rehnümâ-yı Muâllimîn-i Sıbyân” adını taşımaktadır44. Eğitim-öğretim sistemine getirdiği modern bakış açısı ile son derece önemli olan Rehnümâ-yı

Muâllimîn adlı kitap üzerinde ileride durulacaktır. Islah-ı Mekâtib Komisyonu’nun

çerçevesini çizdiği modern temel eğitim programı sonraki yıllarda açılan numune mekteplerinde uygulanacak ve başarılı sonuçlar verecektir.

Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile sıbyân mekteplerinin masrafları halkın üzerine yükletilmekte ve bu okulların yaygınlaştırılması için de halkın yardım edeceği umulmaktaydı. Ancak reformlerın gerekliliği anlatılmadan bizatihi halkın temsilcileri eğitim seferberliğinde görevlendirilmeden bu, hiç de gerçekçi bir yol değildi. Bu nedenle Tanzimat Dönemi’nin sonlarına doğru sıbyân mekteplerinin yönetimi ve malî işlerinin yürütülmesi için pilot bölge olarak tespit edilen İstanbul’da halk tarafından seçilen kişilerden oluşturulacak “Tedris

Meclisleri ve şubeleri”nin kurulmasına karar verilerek bu konuda 7 Rebiyülevvel 1292/13

Nisan 1875 tarihinde bir talimat yayınlandı45. Talimat’a göre İstanbul’da oluşturulacak Tedris Meclisleri ve şubeleri, ilk olarak mahallerindeki sıbyân mekteplerinin fizikî durumları, burada görev yapan öğretmenlerin nitelikleri ve sayıları ile bu okulların gelir kaynakları hakkında toplayacakları bilgileri defterlere yazarak Maarif Nezâreti’ne göndermekle sorumlu tutuldular. Bu vasıtayla Nezâretin okullar hakkında istatistik bilgileri edinmeye çalıştığı görülmektedir. Bunun yanında talimat, Tedris Meclisleri ve şubelerini, sıbyân mektepleri üzerinde bir icra organı haline de getirmekteydi. Bunlar okullara nitelikli öğretmen temini, öğrenci devamlarının sağlanması, eğitim-öğretimin usulünce yapılıp yapılmadığının teftişi ve gerek

41 Berker, aynı eser, s. 82; Bilim, aynı eser, s. 41; Kodaman, aynı eser, s. 64. 42Düstûr, I. Tertib, C. II, s. 231-244; Millî Eğitimle İlgili Mevzuat, s. 204-210. 43 Berker, aynı eser, s. 85-86.

44 Mahmud Cevâd, aynı eser, s. 116; Berker, aynı eser, s. 86. 45 Talimatname metni için bk; Düstûr, I.Tertib, C. II, s. 432-438.

(20)

görülen okulların ıslahı ile öğretmenlerin disiplin durumları gibi yönetim ile ilgili işlerde görevlendirildiler. Ayrıca okulların malî yönetimi de Tedris Meclisleri ve şubelerine bırakıldı. Bunun için her şubede okul masraflarına kullanılmak üzere toplanacak paraların konulacağı birer sandık oluşturulmasına karar verildi. Bu sandıklarda, okula devam eden öğrencilerin velilerinin verecekleri ücretler, hayır sahibi zenginlerin bağışlayacakları paralar ve çocuklarını okula göndermeyenlerden alınacak ceza paraları ile Evkaf-ı Hümayun Nezâreti’nin Maarif Nezâreti’ne oradan Tedris Meclisleri aracılığıyla şubelere gönderilecek okullara ait olan vakıf varidatlarının toplanması ve muhafaza edilmesi öngörüldü. Okulların, öğretmen ve halife maaşı, müteferrika masrafları ile fakir öğrencilerin bir takım ihtiyaçları Tedris Meclisleri ve şubeleri marifetiyle bu sandıklardan karşılanması planlanmaktaydı. Talimatname ile, çocuklarını gönderdikleri okulların, kendi seçtikleri kurullarca yönetilmesinin ve denetlenmesinin halkın ilgisini çekeceği ve yardımlarını sağlayacağı umulmaktaydı. Fakat bu kapsamlı girişimin uygulamaya konulabilmesi iyi bir planlamaya ve temel eğitime aktarılacak geniş malî kaynaklara bağlı olduğu için kısa sürede gerçekleşememiştir. Talimatname ancak II. Abdülhamid Dönemi’nde uygulanabilmiştir46.

II. Mahmud Dönemi’nde başlayıp Tanzimat Dönemi’nin sonlarına kadar olan süreçte geleneksel eğitimi denetiminde bulunduran medrese ve ulemanın bu tekelini kırma çabaları, eğitim reformunun ana karakterini oluşturmaktaydı. Tanzimatçılar bunun için iki yol izlediler; ilk olarak geleneksel eğitim kurumları olan medrese ve sıbyân mektepleri dışında yeni eğitim kurumları meydana getirdiler. Tanzimat bürokrasisinin ihtiyaç duyduğu memur kadroları bu okullarda yetiştirildi. İkinci yol yukarıda uzun bir şekilde anlatılmış olan geleneksel eğitim kurumlarından sıbyân mekteplerini ıslah etmekti. Böylece devlet, doğrudan medrese ve ulemanın denetimindeki bir alana el atmış oluyordu. Fakat Tanzimat Dönemi’nin sonlarına kadar sıbyân mekteplerini ıslah teşebbüslerinde radikal bir yol izlenmeyip, mevcut kadrolara dokunmadan bu okullara bir çeki düzen verilmek istendiği görülmektedir. Bunun en önemli nedeni Tanzimatçıların, taassup çevrelerinden gelebilecek tepkileri önemsemeleriydi. Bu tepkilerin diğer alanlarda yapılan reformları da olumsuz etkileyebileceği hesaba katılmış olmalıdır. Nitekim Tanzimatçıların bu çekingen tavrı bu dönemde sıbyân mekteplerini ıslah etmek için meydana getirdikleri metinlere de yansımıştı. Öyle ki Tanzimatçılar muhtemel tepkilere karşı dikkatle hazırladıkları bu ıslah metinlerindeki bir çok hususu dahi uygulama alanına koyamadılar. Ancak Tanzimatçıların eğitim reformunun temel kurumları gördükleri rüştiyeler için yeterli kalitede sıbyân mektebi mezununa olan ihtiyaçları bu okulların ıslahını

(21)

elzem hâline getirdi. Çünkü sıbyân mektebinden yetersiz gelen öğrencilerin rüştiyelerin de kalitesini düşürdüğü ve bu okulların ilerlemesine engel olduğu görülmüş olmalıdır47. Bu sebeple olsa gerek 1863 yılında İstanbul’da belirlenen 36 sıbyân mektebinde yeni öğretim yöntemleri uygulanmaya başlandı. Bu projenin bazı olumlu sonuçlar verdiği bilinmektedir. Zira bu okulların yetiştirdiği başarılı öğrencilerin, rüştiye mektepleri eğitimine hazır hale geldikleri görülmüştü. Bunun üzerine bu örnek okullar yurt geneline yaygınlaştırılmaya çalışılmış ancak bundan beklenen başarı bir türlü sağlanamamıştır.

Tanzimatçılar, Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nden sonra temel eğitimde daha kapsamlı ıslahat teşebbüslerine girişdiler. Buna göre bir yandan sıbyân mekteplerini yavaş yavaş ve taassup çevrelerinin dikkatini çekmeden yeni yöntemleri uygular hale getirmek için ders programları, talimatnameler ve kitaplar hazırladılar diğer yandan ise ulema ve medrese çevrelerinin nüfuzundan uzak yeni temel eğitim kurumları olan örnek numune mektepleri meydana getirdiler48. Numune mektepleri, daha sonra iptidai mektepler olarak adlandırılacak olan modern okullarının ilk örneklerini teşkil etmişlerdi.

1.1.2. Modern Temel Eğitim Kurumları: İptidai Mektepleri

Osmanlılarda sıbyân mektepleri, Tanzimat Dönemi sonlarına kadar yegane temel eğitim kurumu olma özelliğini korudular. Ancak Tanzimatçılar sıbyân mekteplerinin ıslah edilmesindeki zorlukları gördüklerinden bu kurumların yerine “usûl-i cedîd” uygulanan yeni okullar meydana getirmeyi politikalarına daha uygun buldular. Bunun sonucu olarak modern temel eğitim kurumları olan iptidai mektepleri açılmıştır. İptidai mekteplerinin temsil ettiği modern temel eğitimin anlaşılması ancak usul-i cedit kavramının açıklanması ile mümkün olacaktır. Çünkü bu kavram, modern eğitim-öğretimin karşılığı olarak kullanılmaktaydı.

1.1.2.1. Temel Eğitimde Usul-i Cedit

Usul-i cedit, öğretmenlerin geleneksel öğretim yöntemlerini bırakıp yeni ve etkili öğretim yöntemlerini uygulamasını ve ders araç ve gereçleri konusunda yenileşmeyi ifade etmektedir49. Bunun yanında okulun bütün hizmet mekânları ile fizikî modernizasyonu, okulda hıfzıssıhha kurallarına riayet edilmesi yani öğrencilere sağlıklı bir çevre yaratılması ve okul yönetimi ile ilgili modern uygulamalar da usul-i ceditin getirdiği yenilikler arasında

47Nitekim daha geç tarihli bir belgede; yetersiz sıbyân mekteplerinin, rüştiyelerin gelişmesini önlediği

belirtilmektedir. Konya Valisi Ferid Paşa, Dâhiliye Nezâreti’ne göndermiş olduğu 14 Kânun-ı Sânî 1314 tarihli bu belgede Beyşehir Kazası’nda gayr-i muntazam iki sıbyân mektebinde talebelerin tedris yaptığı ve usul-i cedite üzere bir iptidainin açılmamasından dolayı mevcut rüştiye mektebinin terakkiden mahrum kaldığından bahsetmektedir. BOA., DH. TMIK. S., 23/43.

48 Kodaman, aynı eser, s. 67. 49 Akyüz, aynı eser, s. 180.

(22)

sayılabilir. Aslında bu kavram zamanla anlam genişlemesine uğramıştır veya daha doğru bir anlatımla Osmanlı eğitim-öğretimindeki modern gelişmelere bağlı olarak yapılan her ilerleme bu kavrama yüklenilen anlamı daha da genişletmiştir.

Temel eğitim alanında sıbyân mektepleri öğretmenleri için 1847 yılında hazırlanan talimatta ilk kez usul-i cedite dair bazı fikirler ortaya atılmışsa da bu yeni fikirlerin uygulanması 1863 yılını buldu. Kaynaklar bu tarihte İstanbul’da tespit edilen bazı okullarda yeni usul öğretimin uygulandığını belirtmektedirler. Ancak bu okullarda uygulandığı söylenen yeni usul öğretimden kastedilen şey, geleneksel eğitimden farklı olarak bazı yeni materyaller kullanarak öğrencilere Türkçe okuma-yazma becerileri kazandırılmasından ibaretti. Ancak bu bile eski okuma yöntemi olan heceleme usulü ile yapılmıştır.

Temel eğitimde usul-i cedit uygulamaları Maarif Nizamnamesi’nden sonra oluşturulan Islah-ı Mekâtib Komisyonu’nun çalışmaları ile ivme kazandı. Komisyonun hazırlayarak Maarif Nezâretine sunduğu “Rehnümâ-yı Muallimîn-i Sıbyân” adlı rapor, talimat ve program olarak yeni açılan numune mekteplerinde uygulandı. Bu komisyonun üyelerinden Selim Sabit Efendi’nin de aynı adı taşıyan bir kitabı bulunmaktaydı. Selim Sabit Efendi’ye, bu kitabın basımı için 1875 yılında Maarif Nezâreti tarafından ruhsat verildiğine bakılırsa komisyonun usulen toplandığı ve raporun da komisyon adına bu eğitimci tarafından hazırlandığı düşünülmektedir50.

Selim Sabit Efendi tarafından sıbyân mektepleri öğretmenleri için yazılmış olan

Rehnümâ-yı Muallimîn adlı kitapta temel eğitimde usul-i ceditin ne olduğu açıklanmakta ve

öğretmenlere bazı tavsiyelerde bulunulmaktaydı51. Kitapta üzerinde durulan en önemli husus

“usûl-i talîmiye” denilen eğitim-öğretim yöntemlerinin modernleştirilmesi meselesi idi. Selim Sabit Efendi okullarda öğretmenlerin kullanmakta oldukları “infirâdî”, “ictimâî” ve “mütekabil” öğretim yöntemlerinin hiç birisinin kendi başlarına yeterli olmadığı görüşündeydi52. O, kitabında bu üç çeşit öğretim yönteminin faydalı taraflarını alarak meydana getirdiği ve bizzat kendisinin uygulayarak başarılı sonuçlar aldığı yeni bir öğretim yönteminin öğretmenler tarafından kullanılmasını tavsiye etmekteydi. Usul-i cedit adını verdiği bu yöntem, okullarda sınıf sisteminin getirilmesini öngörmekteydi. Öğrenciler yaşlarına-seviyelerine göre dört sınıfa ayrılarak, her sınıf sekizer kişiden oluşan şubelere

50 Berker, aynı eser, s. 86.

51 Selim Sâbit, Rehnümâ-yı Muallimîn, İstanbul (trs).

52 Usûl-i İnfirâdiye; Bu yöntem öğretmenin öğrencileri birer birer yanına çağırarak ayrı ayrı ders vermesinden

ibarettir. Usûl-i İctimâiyye; Öğretmenin dört sınıfa ayrılan öğrencilerle sınıf sınıf ders işlemesi esasına dayanır. Usûl-i Mütekabile; Bu yönteme göre öğrenciler yine dört sınıfa ayrılmaktadır. Bir üst sınıftan seçilen bir-iki öğrenci müzakereci tayin olunarak dersler müzakereciler vasıtasıyla işlenmekte, öğretmen ise okulun disiplinini sağlamakta ve sadece müzakerecilere ders anlatmaktadır. Selim Sâbit, aynı eser, s. 4-7.

(23)

bölünecekti. Öğretmen, her sınıftan bir sınıfbaşı ve her şubeden bir müzakereci seçecek, sınıfbaşıları disiplini sağlarken, müzakereciler de öğrencilerin derslerini hazırlamalarına yardım edeceklerdi. Bu arada öğretmen her şubeyi önüne alarak bizzat kendisi eğitim ve öğretim de bulunacaktı. Ancak öğretmen 1. sınıflar için günde bir, en çok iki ders, 2., 3., 4. sınıflarda ise günde iki en çok üç ders yapacak ve ders süresi birinci sınıflar için yarım saat, nihayet kırk beş dakika, diğerleri için ise kırk beş dakika kadar olacaktı. Öğrenciler geriye kalan zamanı müzakere ve teneffüsle geçireceklerdi53.

Selim Sabit Efendi’nin usul-i cediti, en önemli yeniliği okuma öğretimde getirmişti. Buna göre geleneksel okuma yöntemi olan ve kelimelerin uzun uzun hecelenerek okunmasını öngören “usûl-i teheccî” yerine harflerin seslerini, doğrudan okutulması esasına dayanan “usûl-i savtiye” denilen bir yöntem kullanılacaktı. Bu yöntemde harfler bitişenleri ile öğretildikten sonra kelimelerin okunuşuna geçilmekteydi. Selim Sabit Efendi bu aşamada öğrencilere bildiği, tanıdığı nesnelerin adlarının okutturulmasını tavsiye etmekteydi54. Bunun yanı sıra kitapta yazı öğretiminde de yeni bir sistem öngörülmekteydi. Buna göre çocuklar, ilk önce taş levhaya harfleri çizerek yazı çalışmalarına başlayacaklar, sonra kurşun kalemle kağıt üzerinde harflerin birleştirilmesi, bir-iki heceli kelimelerin yazımına geçecekler nihayet mürekkepli kalemle ezberden söylenen cümleleri yazabilecek bir seviyeye geleceklerdi55.

Rehnümâ-yı Muallimîn’de temel eğitimde verilmesi öngörülen dört senelik derslerin

bir listesi de verilmekteydi: 1. sınıflarda; “Elifbâ, Kur’ân, Ahlâk, Hesâb-ı Zihnî, Yazı”, 2. sınıflarda; “Kur’ân, İlm-i Hâl, Malûmât-ı İbtidâiye, Tadâd ve Terkîm, Hatt-ı Sülüs”, 3. sınıflarda; “Kur’ân, Tecvîd, Tarih-i Enbiyâ, Âmâl-i Erbaa, Hatt-ı Nesih”, 4. sınıflarda; “Kur’ân, Coğrafya, Tarih-i Osmânî, Sarf-ı Türkî ve Hatt-ı Rik’a”. Kitapta, Hesâb, Coğrafya, Tarih ve Lisân-ı Osmânî derslerinin nasıl öğretileceği ve hangi öğretim materyallerinin kullanılacağı gibi hususlardan da bahsedilmekteydi56.

Rehnümâ-yı Muallimîn’in çerçevesini çizdiği usul-i cedit ile okul idaresi, okullarda

öğretmenlik yapacakların nitelikleri, öğrenci kayıt kabulünün şartları, mükafat-ceza uygulamaları ve disipline dair konularda modern hükümler getirilmekte ve öğretmenlere tavsiyelerde bulunulmaktaydı57. 53 Aynı eser, s. 7-9. 54 Aynı eser, s. 10-19. 55 Aynı eser, s. 19-20. 56 Aynı eser, s. 10, 20-26. 57 Aynı eser, s. 26-40.

(24)

Selim Sabit Efendi’nin kitabında bahsettiği hususlar, yeni açılan birçok okulda uygulanmış ve başarılı sonuçlar alınmıştır. Bunun üzerine bir devlet politikası olarak usul-i cedit üzere eğitim-öğretim yapan okulların sayısı artırılacak ve bu okullara mekteb-i iptidai adı verilecektir. Mevcut sıbyân mekteplerinin bazıları da usul-i cedit uygulanarak ıslaha tabi tutulacak ve bunlar yavaş yavaş iptidailere çevrileceklerdir.

1.1.2.2. İptidai Mektepleri’nin Kuruluşu ve Yaygınlaştırılması

Tanzimatçılar sıbyân mekteplerinin ıslahında karşılaştıkları zorluklar üzerine, temel eğitimde politika değişikliğine giderek yeni usullerin kolayca uygulanabileceği okullar açmak istemekteydiler. Bu yeni politikaya uygun olarak meydana getirilen ilk okul 1873 yılında Nûr-ı Osmâniye Camii içinde bulunan kâgir mektebin tanzim edilerek “usûl-i cedîde-i tedrîsiyeye

mahal-i tecrübe” olması amacıyla açılan numune mektebi idi58. Numune mektebinin amacı usul-i cedit uygulanan okullarda kazanılan başarıları kamuoyuna göstermekti. Bu okul aynı zamanda öğretmen yetiştirmek için açılan Darülmuallimin-i Sıbyân öğrencilerinin yeni usulü tatbik etmek için kullanacakları bir staj yeri olarak da düşünülmekteydi59. Bu projede başarı sağlanması üzerine usul-i cedit üzere eğitim-öğretim yapan yeni tip okulların sayısı artırılmaya başlandı. İstanbul’da 1876 yılına kadar Nûr-ı Osmâniye mektebinden başka Simkeşhâne ve Saraçhâne mektepleri açıldı60. İstanbul’da bu okullar kısa sürede çoğaltıldı ve

sayıları 1880 yılı itibariyle üçü kızlara 16’sı erkeklere mahsus olmak üzere 19’u buldu61.

Taşrada usul-i cedit okullarının yaygınlaştırılması da aynı zamana rastlamaktaydı. Konya’da 1874 yılında yedi yeni okulun inşasına başlandı ve bunlardan “zükûra mahsûs olan” ikisi aynı yıl içerisinde bitirilerek “usûl-i cedîd üzere hüsn-i ta‘lîm ve tedrîse” başlattırıldı62. Bu okulların tamamı eksikleri tamamlanarak 1875 yılında eğitim-öğretime başladı63. Gemlik’te üçü erkeklere üçü kızlara mahsus altı numune mektebi açılarak bu okullarda, İstanbul Darülmuallimin-i Sıbyân ve Darülmuallimat şehadetnamelerini hâiz öğretmenler

58 Okulun öğretmenliğine atanan Darülmuallimin-i Sıbyan talebesinden Malatyalı Osman Efendi’ye dört yüz

kuruş, bevvâblığa atanan Mehmed Ağa’ya da yüz kuruş maaş tahsis edildiği görülmektedir (26 Cemeziyelevvel 1290/22 Temmuz 1873) . BOA., BEO. AYN.d., no: 1071, s. 212; Mahmud Cevâd, aynı eser, s. 134.

59 Ergin, aynı eser, s. 468. 60 Kodaman, aynı eser, s. 70. 61Devlet Salnâmesi H. 1298, s. 461.

62 Konya Salnâmesi H.1292, s. 88. Salnamede bu iki okulun “geçen sene küşâd edildiği”nin belirtilmesi,

okulların H. 1291 yılında yaptırıldığını göstermektedir ki bu tarih 1874 yılına isabet etmektedir. Bu okullar dörder dershaneli ve öğretmenli olarak açılan “Köprübaşı” ve “Kırâathâne” mektepleridir.

63 BOA., ŞD. 207/36 (23 Haziran 1291/5 Temmuz 1875). Diğer beş mektep; “Hacı Fettah”, “Akçeşme”,

Şekil

Tablo 1.  Temel Eğitim Kurumlarının Sayısal Görünümü
Tablo 2. 1892 Yılı Dersaâdet ve Kasabât İptidai Mektepleri Ders Programı 73
Tablo 3. 1892 Yılı Taşra Köy İptidai Mektepleri Ders Programı 74
Tablo 5. 1902 Yılı Şehir ve Kasaba İptidai Mektepleri Ders Programı 77
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

lerek her bir koroner arter iç in ayrı ayrı olmak üzere koroner y avaş akım olan damarda kontrast progres- yonu iç in gere kli olan TIMI f rame sayıs ı hesaplan-.

bulguların iskemi ile korelasyon göstermediğini sap- tamışlardır (13). Bu çalışma 12 hasta ile yapılmı ş ve hiçbir vakada koroner yavaş akım bildi rilmemiştir. Daha

( abiasyon sonrası İA VİF devam eden 8 hastanın.. Tezcan ve ark.: Yavaş Yol Abiasyonunun Başarısım Değerlendirmede Hızlı Atriyal Uyan Sırasmda Elde Edilen

Altın ve gümüş madenciliğinde arama, üretim ve rafinasyon faaliyetlerinde bulunan firmalar bir araya gelerek K ıymetli Metal Madencileri Derneği kurdu.. Dokuzu yabancı 14

Yava ş Şehir olmak için gürültü kirliliğini ve hızlı trafiği kesmek, yeşil alanları ve yaya bölgelerini artırmak, yerel üretim yapan çiftçilerle bu ürünleri satan

Hadimoğlu Konağında, üst kattaki iki başodanın güney duvarında, ahşap do- lapların üzerinde ve üst kattaki helânın doğu duvarında üç manzara resmi yer alır..

Devamlı salım sistemlerinin birkaç gün lokal, yüksek konsantrasyonlarda salımı amacıyla siste- min cepten uzaklaşhrılmaması için biyolojik olarak çözünebilir,

Bu vakada postpartum kanama sonrası yavaş şekilde gelişen ve yıllar sonra tanısı konulan Sheehan send- romu ve buna bağlı olarak gelişen empty sella sunul-