• Sonuç bulunamadı

Taşköprizade'nin Eş-Şakaiku'n-Nu'maniye fî ´Ulemai'd-Devleti'l-Osmaniyye adlı eserinde adı geçen muhaddislerin incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Taşköprizade'nin Eş-Şakaiku'n-Nu'maniye fî ´Ulemai'd-Devleti'l-Osmaniyye adlı eserinde adı geçen muhaddislerin incelenmesi"

Copied!
152
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GİRİŞ

Kur’an’dan sonra ikinci otorite sayılan Sünnet, ortaya çıkışından günümüze kadar önemini muhafaza etmiştir. Hazreti Muhammed hayatta iken yazılıp ezberlenen hadisler, vefatından sonra zaman içerisinde belli bir literatür oluşturmaya başlamıştır. İslam’ın ana kaynaklarından olan Kur’an’dan sonra gelen hadis, ilk iki üç asırda tüm İslamî ilimlerin nüvesi olacak özelliklere kavuşmuştur.

Özellikle h.III. asırda hadis ilmi için yoğun mesailer harcanmış ve bu çağ Altın Çağ olarak nitelendirilmişti.1 Bu çağda, J. Schacht’ın “İslam’ın medeni dünyaya devrettiği en önemli mirası” olarak nitelendirdiği hadislerin sahih olanlarını tespit etmek için başvurulan eleştirel metodlar, gerçek bir İslam filolojisini, bir metin tenkidi metodolojisini, hermenötik’ini ortaya koymuştu. 2

IV.asır ve sonraki yıllarda İslam ülkelerinde siyasi ve sosyal bir takım değişmeler meydana gelmiş, farklı siyasi görüşler hüküm sürmüştür. VI.asırda hadiste duraklama ya da zirvede bir süre kalma sürecinde Moğol istilası İslam diyarlarının üzerinden geçmişti.3 Ebu Zehv’in işaret ettiği ve çoğunluğun onayladığı 656/1258 tarihiyle gerileme devri başlamış ve Osmanlı Devleti’ni içine alarak yakın tarihimize kadar devam etmiştir.4 Asırları içine alan bu zaman diliminde ilk asırlardaki dolu dizgin çalışmalar iyice aktivitesini kaybetmiş ve belli bir zaman sonra da eski kitapların şerh ve talikleri ile nadiren müstakil kitaplar yazılır olmuştur. Kendisini Selçuklu’nun vârisi olarak addeden Osmanlı’da hadis çalışmalarının durumu nasıldır? Osmanlı döneminde de bu gerileme aynen devam etmiş midir? Bu tür sorulara verilebilecek muhtemel cevaplar biyografik kaynaklarda saklıdır. Mevzuâtü’l-Ulûm adlı eseriyle Osmanlı ilim geleneğine ışık tutan Taşköprîzade, bu biyografik kaynaklardan en önemlilerinden birinin müellifidir. Dârülhadislerin yoğun olarak tesis edildiği ve Osmanlı ilim geleneğinin zirvesine eriştiği XVI. asırda kaleme alınan eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye,

1 Ali Osman Koçkuzu, Hadis İlimleri ve Hadis Tarihi, 295

2 Halil İnalcık, “Hermenötik, Oryantalizm, Türkoloji”, Doğu Batı, Makalaler I , 41-42 3 Ali Osman Koçkuzu, a.g.e., 327

(2)

yalnızca hadis alanındaki âlimler için değil diğer ilim dallarındaki âlimler hakkında da önemli bilgiler ihtivâ etmektedir.

Osmanlı, fetihlerle temellendirdiği devletini ilimle taçlandırmak istemiş ve ilim için gerekli tüm koşulları oluşturmaya gayret etmiştir. Orhan Gâzi’den itibaren medreseler kurulmaya başlanmış ve asrın değerli alimleri buralarda istihdam edilmiştir.

M.XVI. asrın başlarına kadar ilk dönem Osmanlı ulemasının Selçuklu Devleti’nde olduğu gibi1, bazen yüksek ihtisas için farklı coğrafyalara açıldığı kaydedilmektedir. Eş-Şakâiku’n-Nu´mâniyye’ye göre Osmanlı uleması hadis, tefsir, fıkıh gibi dini ilimler öğrenimi için Hicaz, Bağdat, Halep, Şam ve Kahire’nin bulunduğu, bugünkü adlarıyla Irak, Suriye, ve Mısır’ı tercih ediyorlardı. Özellikle m.XV. asırda bazı âlimlerin Osmanlı ve Memlüklerin pâyitahtları arasında mekik dokuduğunu görmekteyiz. Osmanlı ve Memlük sultanları meşhur âlimleri kendi pâyitahtlarına celbetmek için büyük çaba sarfetmişlerdir.

İstanbul’un fethiyle birlikte İstanbul, giderek dünyanın ilim merkezi haline gelmeye başlamıştır. İstanbul’a yalnızca Memlük sınırları içinden değil, Horasan ve Semerkant gibi ilim merkezlerinden de âlimler gelmeye başlamıştı. Ünlü matematikçi Ali Kuşçu’yu İstanbul’a celbeden Sultan Mehmet II (m.1451-1481), aynı zamanda zamanın ünlü mutasavvıfı Molla Câmî’yi de İstanbul’a getirtmek istemiştir. XV. yüzyılın ikinci yarısında başlayan bu ilmî canlılık m.XVI. asırda zirvesine erişmişti. Yılmaz Öztuna, bu tarihlerde Osmanlı’nın “kesin şekilde, İslam dünyasının en üstün eğitim veren müessesesine sahip olduğunu” kaydeder.2

A. ÇALIŞMA HAKKINDA GENEL BİLGİLER

1.Konu ve Önemi:

Osmanlı tarih literatüründe biyografik eserlerin özel bir yeri vardır. Bu konu ile ilgili ilk çalışmalar, Osmanlı’nın kuruluş döneminde değil, Klasik döneminde başlamıştır. İlk eser olarak kabul edilen ve 945/1538 tarihinde kaleme alınan Sehi Bey’in Heşt Bihişt’inden beş sene sonra onun gibi şairleri bir araya getiren tezkireleri Aşık Çelebi ve Latifî yazmış ve biyografik çalışmalar devam edegelmiştir3. eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye fî Ulemai’d-Devleti’l

1İlk asırlarlarda hadis tedvin çalışmalarıyla birlikte ortaya çıkan ilim seyahatleri Selçuklu devrinde yaygın bir

şekilde devam etti. Devrin muhaddislerinden meşhur Hatip Bağdâdi, bu sebeble pek çok ilmi merkezini dolaşmıştır. Bkz. Nuri Topaloğlu, Selçuklu Devri Muhaddisleri, 96

2 Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, VIII, 92 3 Ömer Faruk Akün, “Sehi Bey”, İA, X, 318

(3)

Osmâniye ise 965/1558 tarihinde imla edilmeye başlanmıştır. Bundan sonra yeni bir şekil alan biyografik kaynaklar ise, genişletilmiş tercümelerle ve zeyillerle bir zincirin halkaları gibi günümüze kadar gelmiştir.

Osmanlılarda, Babürlülerde olduğu gibi otobiyografi geleneğinin izlerini sürmek zordur. Babürlülerin kurucusu Babür’ün otobiyografisi olan Babürname ve yine diğer Babürlü sultanların otobiyografilerini Hümayunnâme ve Cihangirnâme gibi eserlere Osmanlı’nın klasik döneminde rastlamak zordur. Babürlülerdeki otobiyografilerde dönemin alimlerine de yer verilmiştir. Osmanlı klasik çağında ise ancak biyografik kaynaklarla yetinmek durumundayız. Bu alanda ise şaheserlerden birisi olarak eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye karşımızda durmaktadır.

Osmanlı dönemi ve yakın tarihimizde çeşitli alanlarda biyografik eserler verilmiştir. Mesela Devhatü’l-Meşâyih1 gibi sadece şeyhülislamları konu edinen eserler olduğu gibi hattatları, musikîşinasları, sadrazamları hatta başdefterdarları ve maliye nazırlarının terâcim-i ahvâllerterâcim-interâcim-i konu eden eserler de yazılmıştır.2 Ancak muhaddislerin konu edildiği müstakil

eserler meydana getirilmemiştir. Bu durumun o devrin “âlim” anlayışından kaynaklandığını düşünebiliriz. Çünkü Osmanlı’da alim denilince tefsir, hadis gibi tüm şer’i ilimlerin usulüne ve furu’una vakıf kimse algılanıyordu. Bunun için ayrıca sınıflandırmaya tabi tutulmamış; ulemâ ve şeyhler aynı kitaplarda işlenmiştir. Ancak Osmanlı klasik döneminde hadis ilmi ile ilgili yapılan çalışmaların ne düzeyde olduğu hakkında bir fikir sahibi olabilmek için, devrin muhaddislerin tespiti ve eserlerinin değerlendirilmesi zorunludur. Bu şekilde eser üzerinden değerlendirmeler çok az sayıdadır.

Osmanlı’daki hadis çalışmalarının nasıl bir seyir takip ettiği hakkında fikir sahibi olabilmek için muhaddislerin tespiti ve eserlerinin hadisçi gözüyle değerlendirilip mevcut olana neler ilave ettiği araştırılmalıdır. Böylece tespit edilen alimlerin eserleri üzerinden yapılacak değerlendirmeler bundan sonraki çalışmalarla şekillenecektir.

Çalışmamızla alakalı olarak Osmanlı devletinde yaşamış muhaddislerin tespiti ile ilgili yakın tarihimizde yapılan Selahattin Yıldırım’ın Osmanlı Dönemi Anadolu Muhaddisleri (hicrîVII-IX.Asır) adlı doktora tezi bulunmaktadır. Tez süresince faydalandığımız eserdeki muhaddislere ek olarak biz çalışmamızda Firuzabadi (ö.817/1416) ve yetmişten fazla muhaddisten hadis dinleyen Molla Şerif Abbasi(ö.963/1556)’nin de

1 Müstakimzade Süleyman Sadettin (ö.1202/1788)tarafından kaleme alınmıştır.

(4)

aralarında olduğu otuz dört muhaddis eklemiş durumdayız. Biz bu çalışmamızla bundan sonra yapılacak hadis çalışmalarına zemin oluşturmak istedik.

Bu arada hadis ilmi konusunda alanı çok iyi tanıyıp tahlil eden, bahsedilen alandaki eksikliği sağlıklı bir şekilde yorumlayan, ileri görüşlülüğü ile bize önderlik yapan Prof. Dr. Ali Osman Koçkuzu hocamızın düşünce ve tespitlerinin önemini zikretmek yerinde olacaktır.

2.Metot ve kaynaklar:

Çalışmamızda önce eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’yi tamamen taradık. Eserde müellifin “…Hadiste alimdi…hadiste geniş bir bilgiye sahipti…Hadiste yed-i tûlâ sahibiydi…Hadis okudu…Hadisten icazetli idi.” gibi ifadelerle nitelendirdiği alimleri, Darülhadis müderrislerini ve hadis eseri olanları incelememizin konusu yaptık. Taşköprîzade eserinde direkt olarak alimleri “muhaddistir, fakihtir, mutasavvıftır …”şeklinde tek bir guruba dahil etmemiş; her alimin ilmi kişiliğini çok yönlü olarak işlemiştir. Taşköprîzade’nin bazı alimlerin hadisçiliğine değinmediği halde başka kaynaklarda muhaddisliği ile zikredilen Şah Kasım(949/1542), Bâli Halife(ö.960/1522), Molla Mâşi(909/1506) gibi alimleri de konumuza dahil ettik

Çalışmamızda eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’in orijinalliğini korumaya çalışarak Taşköprîzade’nin izlediği yolu tercih ettik. Buna göre biz de muhaddisleri on tabakada inceledik. Her tabaka ile ilgili kısa bilgiler verdikten sonra muhaddislerin hayatlarını ele aldık. Bilindiği gibi pek çok alimin adı, lakabı, nisbesi veya şöhret bulduğu ismi kaynaklarda farklı farklı geçmektedir. Biz de Taşköprîzade’nin zikrettiği şekilde aynen aldık. ..Alim, amil, fazıl,…diye devam eden; alimin nesebi, meşhur ismi veya nisbesinin yer aldığı cümleyi ismin hemen altında belirgin bir şekilde kaydettik. Bu cümleleleri eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’i tercüme edip ilaveler yapan Mehmed Mecdî, eserinde esas almış ve ulemayı burada geçen adı ile zikretmiştir.

Kaynak olarak birinci derecede Mehmed Mecdî Efendi’nin Hadâiku’ş-Şakâik adlı eserinden faydalandık. Eser sadece çeviri olarak kalmamış; manzum ve mensur ilavelerle zenginleştirmiştir. eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’in tercümesi sayılan Hoca Sadettin Efendi’nin eseri olan Tâcü’t-Terâvih de tarafımızdan incelenmiş, müellifin farklı yorumları verilmeye çalışılmıştır.

Mehmed Süreyya tarafından kaleme alınan ve otuz yıla yakın bir zaman üzerine emek verilen Sicill-i Osmanî’den alimlerin vefat tarihi ve genel bilgiler konusunda

(5)

faydalandık. Çok muhtasar olarak biyografik bilgiler verdiği eserini, çeşitli literatür ve gazete haberleri yanında mezar kitabelerini de kullanmıştır. Vefat tarihi konusunda Eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye ve Mecdî ile bazı tarihlerde çelişen Sicill-i Osmani’nin, verdiği farklı tarihlere de işaret ettik. Hangi tarihin daha isabetli olduğu konusunda eldeki mevcut bilgileri değerlendirdik. Bazı tarihlerin tercihi konusunda yeterli delil olmadığından konumuzla da direkt alakalı olmadığı için ayrıca araştırma içine girmedik.

Biyografik olarak telif edilmiş eserlerden Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı Müellifleri adlı eserinden, biyografik bilgilerde ve telif edilen eserlerin tespitinde faydalandık. Bunların yanı sıra, Osmanlı Tarihi, Tevârih-i Osman gibi tarihi kitaplardan, tasavvuf tarihi, tarikatlar gibi tasavvufi eserlerden, Latifi, Kınalızade gibi tezkirelerden faydalandık.

Osmanlı Devleti’nin en önemli biyografik eserlerinden olan eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’yi kaleme alan Taşköprîzade, bizlere o zamanla ilgili pek çok ipucu vermektedir. Ulemayı işlerken elinden geldiği kadar doğum yeri, nesebi, görevde bulunduğu medreseleri, aldığı maaşları ve vefat tarihlerini vermeye özen göstermiştir. Bunlardan medreseleri ve ücretleri zikretmesi, söz konusu alimin ilmî payesi hakkında fikir vermesi bakımından önemlidir. Bu sebeple muhaddislerin tanıtımına geçmeden önce Osmanlı’daki eğitim müesseseleri olan medreseler ve özellikle darülhadisler hakkında zemini oluşturacak bilgiler vermek yararlı olacaktır.

B.OSMANLI MEDRESELERİNDE HADİS ÖĞRETİMİ

1. Osmanlı Medreselerinde Kullanılan Bazı Terimler

Bu bölümde çalışmamızın konusunu oluşturan eş-Şakâiku’n-Nu´mâniyye’de geçen ve medreselerde en çok kullanılan terimleri ele alacağız.

Taşköprîzade ele aldığı alimlerin çoğunluğunu “molla” sıfatıyla takdim eder. Molla; monla, munla ve mulla biçiminde de görülen kelimenin Arapça’daki “efendi, sahip” manasındaki “mevlâ” kelimesinden geldiği kabul edilmektedir. Ahmed Yaşar Ocak’ın da işaret ettiği gibi1 Arapça’da “efendimiz” anlamındaki “mevlânâ”nın değişikliğe

uğramasından ortaya çıktığı düşünülen ve daha eski bir kullanım olduğu sanılan monla (munla) kelimesindeki “n” harfi zamanla “l”ye dönüşmüştür. Osmanlı’da Molla unvanı genellikle müderrislikten sonraki mevleviyet pâyesi denilen dereceye ulaşan büyük alimlerle

(6)

Süleymâniye müderrislerinden mansıp alarak 300 akçelik kadılık mesleğine geçen, 300 akçeden yukarıı mevleviyete tayin edilen birinci sınıf kadılara verilirdi.1 Yani üst düzey kadıların, mesleklerinde en üst seviyeye ulaştıklarında aldıkları bir unvan idi.2 Daha sonra zadegândan (asalet sahibi) olanlarla ilmî ve içtimâi mevkiî yüksek olanlar için kullanılır olmuştur.3 Taşköprîzade bu tabiri kadılık özelliği taşımayan pek çok alim için kullandığına göre ilmî ve içtimâi seviyesi yüksek olanlar için kullanmış olduğu açıkça görülmektedir.

Eş-Şakâiku’n-Nu´mâniyye incelendiğinde ele alınan âlimlerin her birinin ömürlerinde ya müderris, mu´id, müftü, kazasker, şeyhülislam ya da kadı oldukları görülecektir. Âlimlerin yaşadıkları asırda ilim çevrelerindeki konumlarını, ilmi şahsiyetlerini öğrenmek için Osmanlı’da bu unvanların neyi ifade ettiğini kısaca hatırlatmak yerinde olacaktır.

Müderris: Medrese veya camide talebeye ders okutan hocaya denirdi. Müderris olmak için medrese veya camide okutulan derslerden icazet almış olmak şarttı.4

Darü’l-hadis müderrisliği en yüksek müderrislik olarak kabul edilmiştir. Yılmaz Öztuna, bazı tarihçilerin medreselerin derecelerini bilmediklerini ve bu sebeple müderris kavramında yanılgıya düştüklerini belirtir. Medrese müderrislerinin yedi derecesi olduğunu; İbtida-i hâric müderrisi bugünkü ortaokul öğretmenine karşılık gelirken Darulhadis müderrisinin ordinaryus profesör olduğunda şüphe olmadığını belirtir.5 Gerçekten de Darulhadis müderrisliği en yüksek müderrislik kabul edilerek müderrisine yüz akçe yevmiye tahsis olunmuştu.6 Osmanlı’da hadis alanında yeni eserler nadiren göze çarpsa da hadis eğitiminin darülhadislerle kurumsallaştırılması ve medrese hiyerarşisinde darülhadis müderrislerine en yüksek maaşın tahsis edilmesi hadis eğitimine ne denli önem verildiğinin bir göstergesidir. Şerh ve haşiyelerin de hadis ilminin tekâmülünde önemli rolü olduğu yadsınamaz.

Mu’id: Mu’idler müderris yardımcıları idi. Dersi müzakere ile tekrar ederlerdi. En başarılı danişmedlerden seçilen mu’idler hem dersi tekrar anlatmak hem de talebelerin nizam ve intizamları ile ilgilenirlerdi. Her medresede mu’id kadrosu vardı.7 İ.Hakkı

1 Hamid Algar, “Molla”, DİA, XXX, 238

2 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ(1300-1600), 178

3 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, 549 4 Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, I, 43

5 Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, VIII, 90 6 İ.Hakkı Uzunçarşılı , Osmanlı Tarihi, II, 587 7 Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, I, 49

(7)

Uzunçarşılı, Sahn-ı Seman medresesinde mu’id olanların Tetimme medresesindeki suhtelere1 de ders vermelerinden2 dolayı mu’idleri şimdiki doçentlere benzetmiştir.3

Danişmend:Farsça “alim” anlamına gelen danişmend kelimesi yüksek dereceli medreselerin talebeleri için kullanılırdı.4 Danişmendlerin Sahn medreselerinde bir odaya sahip olabilmeleri için uzun bir öğrenim hayatı içinde birçok imtihandan geçmeleri gerekirdi. Bundan dolayı içlerinde bir hayli eser sahibi alimler vardı. Danişmendlerin en liyakatlisi mu’id olurdu.

Kadı: Osmanlı devletinde kaza (hakimlik, savcılık) işleriyle meşgul olan kadı sınıfının dereceleri kanunnamelerle belirlenmişti. Medreseyi bitirenler mülâzemetten sonra en aşağı seviyedeki bir kadılığa tayin olurlardı. Kadılık yolunu seçenler istedikleri zaman müderris veya müftülüğe geçebilirlerdi.5 Kadılığın en yüksek derecesi Bursa, Edirne, ve İstanbul gibi Osmanlı’nın merkez şehirlerinin kadılıkları olan taht kadılığı idi. Bu tarihlerde Sahn-ı Seman medreseleri müderrislerinden arzu edenler taht kadılığına tayin edilirlerdi. Taht kadılığından bir derece aşağı olarak 300 akçeden başlayan ve mevleviyet denilen kadılıklar geliyordu. Sahn medresesindeki hariç ve dahil müderrisleri isterlerse üç yüz akçelik kadılığa tayin oluyorlardı. 150 akçelikler sancak kadılıkları idi. Kadılığa birden fazla kişi müracaat ederse aralarında imtihan yapılırdı. Kadıların hizmet süreleri derecelerine göre farklılık arzediyordu. Süresi dolan kadı mâzul sayılarak yerine sıra bekleyenlerin en kıdemlisi tayin edilirdi.Kadıların büyük amirleri bulundukları yere göre Rumeli ve Anadolu Kazaskerleri idi.

Kazasker:Bu makam ilk defa Sultan I.Murad zamanında ortaya çıkmıştır. Kazaskerler bu tarihlerde ilmiye sınıfının yani müderris ve kadıların en büyük makamı idi. Fatih Sultan Mehmed‘in son zamanlarında Rumeli ve Anadolu Kazaskeri olmak üzere iki kısma ayrılmıştır.6

Şeyhulislam: M.XVII. asır sonlarına kadar kullanılan müftü unvanı, bu tarihten sonra yerini şeyhulislama bırakmıştır. Osmanlı’nın ilk dönemlerinde en yüksek ilmiye derecesi kazaskerlik iken, Fatih Sultan Mehmed zamanında hazırlanan kanunnameyle müftü,

1 Tetimme Medreselerindeki talebeyi, sahn medreselerindeki danişmendlerden ayırmak için bunlara suhte

(softa ) adı verilmiştir. Suhteler ya mensup oldukları medreselerinin mu’idlerinden yada sahn talebesi olan danişmendlerden ders alırlardı. İ.Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 584-5

2 Cahit Baltacı, XV-XVI.Asırlarda Osmanlı Medreseleri, 33 3 İ.Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 584

4 Cahit Baltacı, a.g.e., 32 5 Cahit Baltacı, a.g.e., 56

(8)

ulemanın reisi yani müderrislerin arasında en yüksek derecesiyle yerini aldı. Hatta müftüler ile Sultan hocalarının da vezirlerden üst makamda oturması kanunla sabitti. XVI. asrın başlarına kadar Şeyhülislamların mevkileri pek önem arz etmezdi. Kazaskerlere nazaran maaşları oldukça cüz’i idi. II.Bayezid meşhur medresesini inşa ettiğinde zamanın şeyhulislamı Zenbilli Ali Cemali Efendi’ye hürmeten bu medreseyi ona tahsis etmişti. O tarihte müftüler sadece 100 akçe alırken mezkur medrese müderrisliği sebebiyle 50 akçe daha eklenmiş; Kanuni, Cemali Efendi’nin maaşını -müderrislik yevmiyesi hariç- 150 akçeye çıkarmış bu durum Ebussuud Efendi’ye kadar devam etmiştir. Ebussuud Efendi zamanında1 6000 akçeye kadar çıkmış ve bu tarihten başlayarak müftülük, kazaskerliğin üstünde en yüksek ilmiye makamı olmuştur.2 Şeyhulislamlar bir imtiyaz olarak eğer isterlerse bir müderrisin uzun yıllar gayretiyle ancak ulaşabileceği yüksek dereceli medreselere tayin edilebilirlerdi.3

Çalışmamızda geçen icazet, mülazemet terimlerinin de kısaca açıklanması yerinde olacaktır.

İcazetname: İcazet terimi önceleri “öğretimsiz verilen izin ve izin belgesi”anlamında kullanılırken medreselerin kuruluşundan sonra “belli bir öğretim disiplini içinde bilgi ve rivayet nakletme yetkisi tanıyan belge”anlamında kullanılmaya başlamıştır. Hadis, siyer, meğâzi kitaplarına verilen icazet örneği zamanla diğer ilim dallarındaki kitaplara da müellifleri veya ravileri tarafından uygulanmıştır.4

İcazetnameler her ilim dalı için verilmesi gereken İslam bilim geleneğinin belgeleridir.5 İcazetnamelere genellikle talebenin okuduğu dersler ve hocalar kaydedilir, sonra hocanın adı ve hocanın ilmi tahsil ettiği diğer hocaları geriye doğru bir silsile şeklinde yazılarak meşhur bir alime dayandırılırdı.6 Kullanıldıkları alana, kapsamına ve konularına göre icazetnameler çeşitli kısımlara ayrılırdı. Bunlardan hadis icazeti, ferâiz icazeti, Sahih-i Buhari icazeti gibi belli bir ilmin veya kitabın tahsilini tamamlayanlara verilene hususî

1 Ebussuud Efendi müftü iken meşhur tefsirini yazarak bir kısmını Sultan’a

takdim etmiş ve o tarihe kadar Bayezid Medresesi müderrisliği ile birlikte 200 akçe olan müftülük maaşı 300 akçe zammıyle 500’e çıkartılmış ve tefsirini tamamlayınca yevmiyesi 600 akçe olmuştu. İ.Hakkı Uzunçarşılı,

Osmanlı Tarihi, II, 590

2İ.Hakkı Uzunçarşılı a.g.e, 590 3İ.Hakkı Uzunçarşılı a.g.e.,588

4 Cemil Akpınar, “İcâzet”, DİA, XXI,394

5 Ahmet Yaşar Ocak, “Dini Bilimler ve Ulema”, Osmanlı Uygarlığı, I, 249 6 Cahit Baltacı, XV-XVI.Asırlarda Osmanlı Medreseleri, 34

(9)

icazetname denirken; bütün ilimleri bir alim veye bir medreseden tamamlayanlara verilene ise umûmî icazetname adı verilirdi.1

Osmanlı ilim geleneğinde kurum değil müderris önemliydi. Bir kimse istediği bir alanda uzmanlaşmak için o alandaki ünlü bir alimden icazet almak zorundaydı. Bunun için uzun ve yorucu yolculuklar yapılmış ve uzmanlığı ifade eden icazetnameler alınmıştır.2

Pek çok çalışmanın konusu olan Osmanlı devletindeki medrese ve teşkilatı hakkında genel bazda bilgi verdikten sonra Osmanlı klasik döneminde medreselerdeki eğitim ve öğretim üzerinde duracağız.

2.Osmanlı Medreselerinde Eğitim - Öğretim

Esas konumuzu teşkil eden muhaddislerin tanıtımına geçmeden önce Osmanlı’daki eğitim kurumları, öğretim durumu üzerinde durmak yerinde olacaktır. Taşköprîzade, mümkün olduğunca müderrislerin hangi medreselerde kaç akçe ile görevlendirildiklerini vermeye çalışmıştır. Bunun sebebi medreselerin belirli bir hiyerarşi içinde oluşu ve eğitim durumuna göre yevmiyenin değiştiği olmalıdır. Alimlerin o devirdeki ilmi gücünü kısmen ölçen medrese sistemi ve darulhadisler hakkında bilgi vermek çalışma süresince bazı verileri değerlendirmede bize ışık tutacaktır.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yaklaşık 32 yıl sonra Orhaniye Medresesi kurulmuş ve medreseler zamanla gelişerek sayıları artmıştır. Yıldırım Bayezid zamanında ilk teşkilatlanmanın ardından Fatih Sultan Mehmed zamanında Sahn-ı Seman medreseleriyle asıl ve yeni bir teşkilatlanma süreci yaşanmıştır.3 Bu teşkilatlanmayla medreseler pâye bakımından aşağıdan yukarıya doğru şu şekilde sıralanmıştır:

1-Müderrisi 20-25 akçe alan “Haşiye-i Tecrîd” medreseleri 2-Müderrisi 30 akçe alan “Miftah” medreseleri

3-Müderrisi 40 akçe alan “Telvih” medreseleri 4-Müderrisi 50 akçe alan “Hâriç” medreseleri

5-Müderrisi 50 akçe alan “Dâhil” medreseleri; Tetimme veya Musıla-i Sahn ve Sahn medreseleri4

6-Müderrisi 60 akçe alan “Altmışlı” medreseler

1 Cemil Akpınar, “İcâzet”, DİA, XXI,394

2Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ(1300-1600), 178 3 Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, 35-6

(10)

Kanûni Sultan Süleyman zamanında kurulan Süleymaniye Medreseleri ile birlikte Osmanlı medreseleri zirveye ulaşmışlardı. Bu dönemde Fatih Sultan Mehmed’in kurduğu medreselere Süleymaniye Darulhadis’i ile tıp medresesi de eklenmiş ve Altmışlı medreselerin sayısı çoğalmıştı.1 Darülhadis Medresesinin ilk müderrisine 100 akçe yevmiye tayin edilerek ve bu tarihten itibaren Darulhadis müderrisi en yüksek müderris kabul edilmiştir.2

Burada zikredilen medreseler ve tayin edilen akçeler, çalışmada konu edilecek alimlerin ilmi derecelerini ve yükselişlerini takip etme açısından önem taşımaktadır. İkinci bölümde her tabakanın başında Sultanın ismini zikrettikten sonra, kurulan önemli medrese ve darulhadisler verilecektir. Her sultanın saltanat döneminde medreselerin kuruluş ve gelişimi tarihi bir sıra ile daha rahat takip edilecektir. Bu sebeple ayrıca burada onlara değinmiyoruz.

Medreseler hakkında çalışmanın tahliline yardımcı olacak özet bilgi verdikten sonra medreselerde okutulan dersleri ve hadis ilmi ile ilgili temel eserleri ele almak istiyoruz.

3.Osmanlı Medreselerinde Hadis Öğretimi ve Okutulan Eserler

Osmanlı Medreselerindeki müfredat programları, bu konuda yapılmış bazı çalışmalarla netleştirilmeye çalışılmıştır. Müellifimiz Taşköprîzade’nin de aralarında bulunduğu bazı alimler biyografilerinden, icazetnamelerden vakfiye ve kanunnameler ele alınarak incelenmiştir. Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgiler bulunmakta ancak biz genel olarak hadis öğretimi ve derslerde okutulan eserler üzerinde duracağız.

Hadis ilmi, medreselerde talebelerin belli bir seviyeye geldiklerinde okudukları bir ders idi. Talebenin medrese eğitiminde okuduğu kitapların ilk sırasını sarf, nahiv ve mantık almakta bunları takiben; âdâb-ı bahs, vaz’, belâgat, kelam, hikmet, fıkıh, ferâiz, akaid ve usul-i fıkıh gelmekte en son olarak da hadis ve tefsir bulunmakta idi.3

Kevâkib-i Seb’a’ya göre4 talebe ilk derslerde Hadis usulu ile ilgili Elfiye’yi ezberler. Nuhbetu’l-Fiker’i Aliyyu’l-Kari’nin şerhi ile birlikte okur, ve en üst düzeye ulaşıldığında;

1 Cahit Baltacı, XV-XVI.Asırlarda Osmanlı Medreseleri, 49

2 İ.Hakkı Uzunçarşılı , Osmanlı Tarihi,II, 587; Ekmeleddin İhsanoğlu, a.g.e., 353 3 Ekmeleddin İhsanoğlu, “Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitim”, a.g.e.,357;

Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, 524

4 Müellifi bilinmeyen eser, 1155/1741 tarihinde telif edilmiştir. Eser Osmanlı medreselerindeki eğitimi ele alır.

İslam’ın tam olarak anlaşılmadığını ve bu sebeple ilimlerin mevzu, gâye ve faydasını, ilimlerin tertibini inceleyerek hazırladığı eserinin değişik ülkelere göndererek oluşmuş olan sû-izanı kaldırmak istemiştir. Bu

(11)

biri altı yüz bin ve diğeri üç yüz bin seçilmiş hadisten oluşan Buhari ve Müslim’in Sahih’lerini bir muhaddisten okuyup tashih ederlerdi. Talebe bu iki eseri tam olarak ezberleyip bunların yanında başka eserler de eklerse üst seviyeye çıkmış olurdu.1

Yüksek tahsilde okutulan usul-i hadis ve hadis ilmi ile tefsir başlı başına mühim bir ihtisas işi olduğundan muhaddis ve müfessir denilen müderrisler tarafından okutulurdu. Bu Müderrislerin ilmi seviyeleri daha yüksek olduğu için dereceleri diğerlerinden daha üstündü.2

Nazmu’l-Ulum’a göre3; hadis ilminde okutulan kitaplar Kütüb-i Sitte başta olmak üzere, Mesâbih, Meşârik, Mişkât ve Şerh-i Tîbî zikredilmekte, usûl-i hadisten Şerh-i Nuhbe anılmaktadır.4

Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Tertîb-i’Ulûm ‘da Osmanlı medreselerindeki okutulan ilmin ve medresenin önemi, okutulan dersler ile ilgili yazdığı manzum eserde hadis ile ilgili olarak ;

Asl-ı Hadis’ten Nuhbe görürsün İlm-i Hadis’e doğru yürürsün Bunlarla okut metn-i Meşârık İbn-i Melek’ten seyr et Mebârik5

Nebî Efendi-zade’nin Kaside fi’l-Kütübi’l-Meşhûre fi’l ‘Ulûm’unda yazdığı manzûmede bir öğrencinin bilgi ve görgüsünü geliştirmek için okuması gereken ilimler arasında hadisten şu şekilde bahsetmektedir.

Hem dahî İlm-i Hadis içre Buhari-yi Şerif Oku hem İbn-i Melek ile Mesâbîh-i münîf

Bundan sonraki bölümde medreselerde hadis alanında okutulan ve eş-Şakâiku’n-Nu´mâniyye’de en çok bahsedilen temel eserler ele alınıp çalışmanın ikinci bölümünde adları geçtiği zaman tekrar edilmeyecektir.

Nuhbetü’l-Fiker: Hâfız İbn Hacer el-Askalani(ö.852/1448)’ye aid olan eser, geliştirilmiş ve değiştirilmiş hali ile İbn Salah’ın Ulûmu’l-Hadis’ adlı eserinin ihtisarıdır. Kendisi de bunu belirterek Ulûmu’l-Hadis’i kısalttığını, faydalı bilgiler ekleyip hadis ilmine eser, Osmanlı’daki ilmi çalışmalarda kullanılan önemli bir belgedir. Bkz. Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde

İlim, 70

1 Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, 74 2 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, 525

3 Nebî Efendi-zade’nin Kaside fi’l-Kütübi’l-Meşhûre fi’l ‘Ulûm adlı eseridir. Cevat İzgi,a.g.e.,78 4 Cevat İzgi, a.g.e, 78

(12)

yeni başlayanlar için zor bölümleri açıklayarak yeni bir şekil verdiğini belirtir.1Osmanlı uleması tarafından büyük rağbet gören eser medreselerde yıllarca okutulmuş, üzerine şerh, tercüme haşiyeler yazılmıştır.

El-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye :Ahmed b. Ali, Hatîb Bağdâdi(ö.463/1071)’nin hadis usûlü konularını bölümler halinde her birini bir başlık altında senedleri de zikrederek telif ettiği değerli bir eserdir.2 İlk babda Kur’an-ı Kerim ile sünnetin hükümlerinin denkliği üzerinde durmuştur. Sünnetin kitab karşısındaki durumu, haberlerin çeşitleri, haber-i vahidlerin incelenmesi, râvi, rivâyet, cerh-ta’dil gibi konular üzerinde durduktan sonra delillerin birbiri ile tearuz ettiği konulara değinip tercih yaparak eserini tamamlamıştır.3

Mesâbihu’s-Sünne: Ebû Muhammed Hüseyn b. Mes’ud Ferra el-Beğavî(ö.516/1122)tarafından kaleme alınmıştır. Güvenilir hadis kitaplarından derlenen hadisler, önce konularına göre sonra da kendi arasında sahih ve hasen diye iki kısma ayrılmıştır. Beğavi’nin hadis imamlarına itimad edildiği ve uzatmaktan sakındığı için senedleri hazfettiği eser 4931 hadis ihtiva etmektedir.4 Mesâbih’le birlikte hadis metinlerini

ihtiva eden eserlerde senedleri terk etme geleneği başlamıştır.5 Bu eser, Kütüb-i Sitte ve Darimi’nin Sünen’ine dayanmakta olup üzerine şerh ve talik çalışmaları yapılmıştır. Bunların en meşhuru Tebrizi (ö.737/1336) ’nin Mişkatu’l-Mesâbih’idir.6 Eser Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur.

Meşâriku’l-Envâr: Radıyyüddin Ebu’l-Fedâil Hasan b. Muhammed es-Sagânî(ö.650/1252) tarafından telif edilen eser, sahih hadislerden meydana gelmiş olup 1050’si Buhari ve Müslim’in ittifakla rivayet ettikleri hadislerdir. Toplam hadis sayısı 2246 tane olan eserdeki diğer hadisler Buhari ve Müslim’in münferid rivayetleri ya da başka kaynaklardan alınan hadislerdir.7 Meşârik, değişik bir metotla hadisleri sıralamıştır. Her hadis, ilk ravi sahabi ismiyle verilmiş ve her hadis kaynağı verildikten sonra zikredilmiştir. Sadece Osmanlı’da değil, tüm İslam aleminde çok tutulan eser üzerine şerhler ve haşiyeler yazılmıştır.8 Bunlara çalışmamızda ele aldığımız Firuzabâdi, Kemal Paşazade, Atûfi’yi örnek olarak verebiliriz.

1 İ.Lütfi Çakan, Hadis Edebiyatı,201-2 2 Mücteba Uğur, a.g.e, 135

3 İ.Lütfi Çakan,a.g.e., 194-5

4 İ.Lütfi Çakan, Hadis Edebiyatı, 118 5 İ.Lütfi Çakan, a.g.e., 195

6 İ.Lütfi Çakan, a.g.e.,118

7 Katip Çelebi, Keşf-el-Zunûn, II,1688

(13)

Mebariku’l-Ezhâr: İbn Melek(ö.797/1394)’in hadis alanında kaleme aldığı meşarik şerhi olan Mebârikü’l-Ezhâr fî Meşârikü’l-envâr’dır. Yukarıda bahsi geçen Hasan b. Muhammed es-Sağani (ö.650/1252)’nin eseri Meşâriku’l-Envâr üzerine yazılmış pek çok şerhin en meşhur ve makbul olanıdır. Buhâri ve Müslim’deki hadislerin senedleri ve tekrarları çıkarılmak sûretiyle oluşturulan eser, 2250 kadar hadis ihtiva etmektedir. Hadis izahları özlü bir şekilde yapılmış, fıkhî hükümlerin açıklamasına daha fazla yer verilmiştir.1 İbn Melek, eseri şerh ederken latif nükteler de katmıştır.2 Bu eser çok tutulan bir eser olduğu için yazmasına pek çok yerde rastlamak mümkündür.

Giriş bölümünde çalışmanın temelini oluşturacak bilgiler vermeye özen gösterdik. Birinci bölümde müellifimiz Taşköprîzade’yi ve eseri eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’yi ele alarak çalışmamızı sürdüreceğiz.

1 Mustafa Baktır, “İbn Melek”, DİA, XX, 175 2 Taşköprîzade, a.g.e., 45

(14)

BİRİNCİ BÖLÜM

TAŞKÖPRîZADE İSAMUDDİN EBU’L-HAYR AHMED EFENDİ (ö.968/1561)’İN HAYATI, İLMİ ŞAHSİYETİ, ESERLERİ VE EŞ-ŞAKÂİKU’N-NU’MÂNİYYE Fİ

(15)

TAŞKÖPRîZADE İSAMUDDİN EBU’L-HAYR AHMED EFENDİ (ö.968/1561)’İN HAYATI VE EŞ-ŞAKÂİKU’N-NU’MÂNİYYE ADLI ESERİ

A. TAŞKÖRÜLÜZADE İSAMUDDİN EBU’L-HAYR AHMED EFENDİ (ö.968/1561)

Eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’nin müellifi Taşköprîzade ile ilgili bilgileri eserinin sonunda verdiği tercüme-i halden alıyoruz.

Bursa’da doğduğu halde ata ve dedeleri Kastamonu’nun Taşköprü ilçesine nisbetle meşhur olduklarından1 Taşköprîzade diye meşhur olan müellifimizin asıl adı Ebü’l-Hayr ‘İsâmüddin Ahmed b. Mustafa b. Kasım b. Halil b. Hacı Safâ ‘dır. Babası adını Ahmed olarak vermiş olup künyesi Ebu’l-Hayr ve lakabı da İsamuddin’dir.2

Taşköprîzade kendi doğumu ile ilgili babasının gördüğü bir rüyadan bahseder. Babası Bursa’dan Ankara’ya giderken bir gece gördüğü rüyasında güzel yüzlü bir şeyhin kendisini bir oğulla müjdelediğini ve adının Ahmed olacağını söyler.

Taşköprîzade, 901/1495’de Bursa’da dünyaya geldi. Vazifesinden dolayı Ankara’da bulunan babası, bir müddet sonra onu ve kendisinden iki yaş büyük abisi Muhammed’i yanına alarak onlara Kur’an dersi verdi. Sonra ailece Bursa’ya döndüklerinde burada Kur’an-ı Kerim’i hatmetti ve babasından Arapça dersi aldı. Daha sonra tekrar İstanbul’a geldiklerinde babası onu Kadızade’nin talebesi Alaeddin Yetim’e teslim etti.

Taşköprîzade bundan sonra kendisi ile ilgili olarak hangi ilimleri hangi alimden aldığını ayrıntısıyla açıklar. Aldığı ilimlere ek olarak; sarf ilminde Molla Yetim Alâeddin Ali el-Aydınî(ö. 920/1514)’den el-Maksûd, et-Tasrîfu’l-İzzî ve Merâhu’l-Ervâh’ı, nahiv’de el-‘Avâmilu’l-Mi’e, el-Misbâh ve el-Kafiye’yi Kardeşi Nizamuddin ile birlikte ezberledi. El-Vâfiye fî Şerhi’l-Kâfiye’yi “merfû’ât” konusuna kadar okudu ve o sıralarda Bursa’ya gelip

1Taşköprîzade, Ahmed Efendi’nin ailesi, Cengiz Hanı’ın garba yaptığı akınlar sırasında İran üzerinden

Anadolu’ya göç ederek Kastamonu’ya yerleşmiştir. İlk defa Taşköprî nisbesini Hayreddin b. Kasım b. Hacı Safa,bu şehirdeki Muzafferiye Medresesine müderris olduktan sonra almıştır. Taşköprîzade, unvanı bu sülalenin nisbesi olmuştur.bkz. Mecdî, a.g.e.,139.

(16)

Molla Hüsrev Medresesinde müderris olan amcası Kıvâmüddin Kasım b. Halîl (ö.919/1513)’den aynı kitabı “merfû’at” konusundan “mecrûrât” konusuna kadar gördü. Bu sırada kardeşi Muhammed müzmin bir hastalığa yakalanınca ondan iyileşinceye kadar beraber okudukları derslere ara vermesini istedi. Taşköprîzade kardeşinin isteği üzere mezkur dersleri bırakıp bu arada amcasından sarfta el-Hârûniyye’yi, nahivde İbn Malik’in el-Elfiyye’sini okuyup ezberledi. Kardeşi Muhammed Nizamuddin 914/1508 ‘de ölünce yine amcasından Dav’ul-Misbâh’ı okuduktan sonra bu eseri istinsah ve tashih etti. Mantıkta Esîruddin el-Ebheri’nin (ö.663/1265)İsagoci’sini Hüsameddin el-Kâtî’nin şerhiyle birlikte okudu. Bu arada Kutbuddin er-Razi’nin Şerhu’ş-Şemsiyye’sini de okudu. Amasya’da Hüseyniye Medresesinde babasından Şerhu’ş-Şemsiyye’yi es-Seyyid eş-Şerif’in buna yaptığı haşiyelerle birlikte, et-Taftazani’nin Şerhu’l-Akaid’ini Hayali’nin buna yaptığı haşiyelerle birlikte, Mevlanazade’nin Şerhu Hidâyeti’l-Hikme’sini Hocazade’nin buna yaptığı Şerhlerle birlikte Mes’ud er-Rûmi’nin Şerhu Adâbi’l-bahs’ini, el-İsfehâni’nin Şerhu’t-Tavâlî’ini, es-Seyyid eş-Şerif’in buna yaptığı haşiyelerle birlikte, es-Seyyid Şerif’in Şerhu’l-Matâlî’nin bazı konularını tahkik ve itkanla(iyice araştırıp) okudu.

Babası bu ilimleri tahsil ettikten sonra kendisine:“Babalık hakkım sana helaldir. Bundan sonra kendi yönünü kendin tayin et” diyerek kendinde olan ilimler ile onu donattığını artık başka ilimler için kendi başına gayret göstermesi gerektiğini belirtmiştir.

Taşköprîzade ilmî yolculuğuna devam edip; Abdi Çelebi adıyla meşhur olan dayısı Abdülaziz b.es-Seyyid Yusuf b. Hüseyin el-Hüseyni (ö:931/1525)‘den Seyyid Şerif’in Havaşî Şerhi’t-Tecrîd’ini başından “vucûb” ve “imkan” konusuna kadar araştırarak okudu. Muhyiddin Muhammed b. Ali b. Yusuf Balı b. Şemsüddin el-Fenâri’den (ö.929/1523) Seyyid Şerif’in Şerhu’l-Miftâh’ını “ahvâlu’l-müsned’den “fasl ve vasl” konusuna kadar, Muhyiddin Seydî Muhammed el-Kocevî’den (ö.931/1525)Seyyid Şerif’in Şerhu’l-Mevâkıf’ını “ilâhiyat” konusunun başından “nübüvvet” konusuna kadar tahkik ve itkanla, Keşşâf’tan Nebe sûresi tefsirini, Mirim Çelebi adıyla meşhur olan Bedreddin Mahmud b. Muhammed b. Kadızade er-Rumi (ö.931/1525)‘den Ali Kuşcu’nun el-Fethiyye fî’l-Hey’e’sini okudu. Taşköprîzade bu kitabı okurken Mirim Çelebi de bu kitap üzerine şerh yazmakta olduğunu haber verir.1 Şeyh Muhammed et-Tûnusî el Mağûşî’den Sahih-i Buhari

(17)

ile eş-Şifâ bi-Ta’rîfî Hukuki’l-Mustafâ’1dan birkaç bölüm ve ayrıca yine bu zattan cedel ve hilaf ilimlerini okudu. Onunla aklî ve Arabî ilimlerde muhasebede bulunurdu.

Muhammed Tunûsî Mağûşî kendisine hadis, tefsir ve diğer ilimleri okutabileceğine dair yazılı icazet verdi. Taşköprîzade’nin hadiste icazet veren Maguşi’nin sened zincirini de zikreder. O devrin muhaddisleri hakkında bize bilgi vermesi açısından önemlidir. Buna göre hocası Tunûsî Mağûşî hadiste, Veliyyüllah Şihâbeddîn Ahmed el Bekkiyyü el-Mağribi’den; O da hocası Hâfizu’l-Meşrikîn Emîrul-Mü’minîn Şihâbeddin Ahmed bin Hacer el-Askalânî’den icazet almıştır. Aynı zamanda Taşköprîzade’nin babası da hadis ve tefsirde ona icazet vermişti. Babasının icazeti; babası Hayreddin Halil(ö.879/1475)den; O, Molla Yegân, Molla Fenâri ve Cemâleddin Aksarâyi aracılığla Şeyh Ekmelüddîn’e; ayrıca Mevlâna Hâcezade ve Mevlâna Fahreddin Acemi kanalıyla Mevlâna Sadedin Taftazâni’ye; aynı şekilde Mevlâna Kocevî Seyyidî Mehmed ve Hasan Çelebi vasıtasıyla İbn-i Hacer’in talebelerine ulaşmaktadır. Dolayısıyla Taşköprîzade tüm bu alimlerden icazetli ve aynı İlmî geleneğin takipçisi olmuştur.2

Taşköprîzade ilk defa 931/1525’de günlük 25 akçe maaş ile Dimetoka’da Oruç Paşa Medresesinde müderris oldu. Burada Arap dili ve edebiyatı ve ferâiz üzerine dersler verdi. 933/1527’de terfi ederek İstanbul’daki Hacı Hasan Medresesine tayin edildi. Burada hadisten Mesâbih’i başından sonuna kadar iki defa okuttu. Babasının ölümünün ardından 936/1530’daÜsküb İshak Paşa Medresine tayin olundu. Burada hadisten Mesâbihu’s-Sünne ve Meşâriku’l-Envâr’ı başından sonuna kadar okuttu. 942/1536 tarihinde tekrar İstanbul’a dönerek Kalenderhane Medresesinde müderris oldu ve Mesâbîh’i başından Kitâbu’l-Buyû’a kadar okuttu. 944/1537’de yine İstanbul’da Vezir Mustafa Paşa Medresesinde müderris oldu. Burada Mesâbîh’i, Kitabu’l-Buyû’dan sonuna kadar okuttu. 945/1539 tarihinde Edirne Üç Şerefeli Medreselerin birine tayin edildi. Burada Sahih-i Buhari’yi okutmaya başladı ve dokuz ciltten birinci cildi okuttu. 946/1539’da Sahn-ı Seman Medresesi müderrisliğine yükseldi.3 Burada Sahih-i Buhari’nin tamamını iki defa okuttu. 951/1544 tarihine kadar burada müderrislik yaptıktan sonra Edirne’de Sultan Beyazid Medresesinde müderris oldu. Müderrisliği süresince Sahih-i Buhari’nin üçte birini okuttu. 952/1545‘de Bursa kadısı olarak tayin edildi. Fakat iki yıl sonra kadılık görevinden azledilerek tekrar 954/1547’de

1 eş-Şifâ bi-Ta’rîfî Hukuki’l-Mustafâ’adlı eser Kadı İyaz (544/1149)’ın hadise dair yazdığı muteber bir eserdir.

TUYATOK/I

2Taşköprîzade, a.g.e., 555-556

3 Selahattin Yıldırım çalışmasında Sah-ı Seman Medresesindeki görevini zikretmemiştir. Bkz.Osmanlı Dönemi

(18)

Sahn-ı Seman müderrisliğine geri döndü. Burada Sahih-i Buhari’yi sonuna kadar okuttu. 958/1551’de İstanbul kadısı oldu. Burada gözleri görmez olunca birkaç yıl görev yapabildi. 961/1554 tarihinde görevini bıraktı. Bunu müteakip 7 yıl içinde, aralarında söz konusu eserimiz eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’in de bulunduğu pek çok nadide eser yazdırtmıştır.1 30 Recep 968/1561 tarihinde vefat etti. Aşık Paşa mahallesindeki Seyyid Velayet Türbesi civarındaki tekkesine defnedildi. Halveti tarikatına mensuptu. Sülüs, nesih ve ta’lik yazmakta mahir bir hattattı.2 Şiire de meraklı olan Taşköprîzade; tefsir, usul, kelam edebî ilimler ve özellikle terâcim-i ahvâl alanlarında otuzdan fazla eser vermiştir. Fakat sağlığında çoğunu temize çekememiş ve günümüze ulaşamamışlardır.3

Taşköprîzade, biri dayısının kızı olmak üzere iki kere evlenmiş; dayısının kızından, biri kız olmak üzere üç çocuğu olmuştu. Kendisinden sonra ilim sahasında ün yapan tek çocuğu ise, Kemâleddin Mehmed Efendi’dir.4

2.ESERLERİ:

Bu güne kadar bizlere ulaşan eserlerden bazıları şunlardır:

1.Nevâdiru’l-ahbâr fî menâkibi’l-ahyâr

Eser üç fasıl üzerinde tertib olunmuş bir hal tercümesi kitabıdır. Birinci fasılda sahabe ve abidlerden, ikinci fasılda ictihad sahiplerinden, üçüncü fasılda da hükemâ, müneccim ve tabiblerden bahsetmektedir. Müellif bu eserini; Ebû Muhammed’in Siyeru’s-Sahabe,5 İbn-i Hallikan’ın Vefâyâtü’l-Ayân ve Şehristâni’nin Tarihü’l-Hükemâ’sından kısaltmak sûretiyle meydana getirmiştir.6

2.Letâifu’n-Nebî me’a Ashâbihî

Eserin bir nüshası İstanbul Bayezid Kütüphanesi Veliyyüddin Efendi kısmındaki 556 numarada bulunmaktadır. Güzel nesih hatla yazılmış eserin kapağında “Hadis-i Erbein Cema’ahu’l-Fâdıl Taşköprî bizâtihi”yazısından nüshanın bizzat Taşköprîzade’in kendi yazısı olduğu anlaşılmaktadır. Eser 17 varak olup hemen sonunda Şaka Risalesi eklenmiştir.

1 Taşköprîzade, a.g.e.,5 52-560

2 M.M.Aktepe,”Taşköprîzade, a.g.e.,”, İA,XII/1,43 3Abdülkadir Özcan, Mecdî,a.g.e.mukaddime, XI 4 M.M.Aktepe,a.g.m., 44

5 Selahattin Yıldırım çalışmasına eklediği ve aynı yerden yaptığı alıntıda Ebu Muhammed’i ve eseri Siyeru’s-Sahabe zikretmemiştir.bkz.Yıldırım a.g.e., 141

(19)

İkinci nüsha İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Şehit Ali Paşa kısmında 2767 numarada kayıtlı ta’lik yazı ile yazılı birinci risaledir. Eserin ismi burada “Hadis-i Erbein Letaifu’n-Nebi Sallalahu Aleyhi ve Sellem me’a Eshabihi’l-Mukerrem” olarak kaydedilmiştir. Eser matbu olarak Sadık Cihan tarafından yayınlanmıştır.1

Adı geçen risale mizah konusunda kırk hadisi ve bunların kısa şerhlerini ihtiva etmektedir. Hadisler birer birer ele alındıktan sonra gerekli görülen izahlar müellif tarafından yapılmış ve eserin sonunda da konu ile alakalı genel bir açıklama yapılmıştır.

Taşköprîzade’nin belirttiğine göre kendisini böyle bir eser yazmaya iten şey, kendi tabiatındaki mizah ve şakalaşma tutkunluğudur. Hatta çok büyük gayretine rağmen ne büyüklüğünde, ne de olgunluğunda bu huyundan kurtulamadığını ifade etmektedir. Hem kendini tatmin etmek, hem de kırk hadis derlemelerine katkıda bulunmak gayesiyle konuyla ilgili hadisleri derlemeye teşebbüs etmiştir.2

3. Miftâhu’s-saâde ve misbâhü’z-ziyâde

Pek çok ilim ve fen mevzûları üzerine yazılmış bir eserdir. O. Rescher tarafından Almanca’ya tercüme edilmiş; oğlu Kemâleddin Mehmed Tarafından, Mevzû’âtu’l-Ulûm adı altında bazı ilaveler yapılarak Türkçe’ye tercüme edilmiştir.3

4.Risâletün müte’allikatün bi-Sahih-i Buhari ve şerhihi li’l-Fâdıl el-Kirmânî

Risale, Kirmâni’nin Sahih-i Buhari Şerhi’nde geçen birkaç sözü üzerine düşülen haşiyelerden ibarettir. 4

5. Risale fi’l’ilm âdabu’l-bahs

Sohbet ve münazara adâbına dair bir eserdir.

6.Haşiye ‘ala haşiye es-Seyyid Şerif ala Şerhi’t-Tecrid :

Kelamla ilgili bir eserdir. Taşköprîzade’nin bu eserlerinden başka; 7. Şerhu’l-ahlak el-azûdiye

8. Risaletu fi’l-Ferâiz

9. Şerhu Mukaddimeti’s-salat

1 Sadık Cihan, Taşköpri-zade Ahmed Efendi’nin “Letaifu’un-Nebi” isimli Kırk Hadisi, AÜİİFD, sa:4, 41-75 2.Selahattin Yıldırım ,a.g.e.,142

3 M.M.Aktepe,a.g.m, 43 4 Selahattin Yıldırım,a.g.e, 141

(20)

10.Miftâhu’l-İ’rab;el Muallim fi’ilmu’l-Kelam .

Bunlardan başka çeşitli konuları kapsayan risaleleri mevcuttur.1 11. eş-Şakâiku’n-Numâniye fî Devleti’l-Osmâniye,

Taşköprîzade’nin en önemli eserlerinden biridir.

(21)

B.EŞ-ŞAKÂİKU’N-NU’MÂNİYYE Fİ ULEMA’İ’D-DEVLETİ’L-OSMANİYE’NİN TANITIMI

1.EŞ-ŞAKÂİKU’N-NU’MÂNİYYE Fİ ULEMA’İ’D-DEVLETİ’L-OSMANİYE

Taşköprîzade’nin en ünlü eseridir. Eser, “Osmanlı Uleması İçindeki Şakayık Çiçekleri” anlamına gelen adını, muhtevasındaki çok seçkin alim ve şeyhlerin bulunmasından dolayı almıştır.1 Edirneli Sehî Bey(ö.955/1548)’in Heş Bihişt adlı tezkiresi istisna edilirse eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye Osmanlı Devleti’nin ilk hal tercümesi kitabıdır.2 Müellif bu eserini Osman Gâzi’den Kanuni Sultan Süleyman devrinin 927-974/1520-1566 sonlarına kadar Osmanlı devletinde yaşamış olan alim ve şeyhlerin hayat hikayeleri, tedris, telif, talim, terbiye ve irşad faaliyetlerine dair yazılmış bir eserdir. Her Sultanın saltanat süresi bir tabaka olarak sınıflandırmaya tâbi tutulup on tabakaya ayrılarak 521 kadar alim ve şeyhin hayatları incelenmiştir. Taşköprîzade bu eseri ile Osmanlı edebiyatında tabakatçılığı başlatmış ve gerek zamanında, gerekse son yıllara kadar pek çok kişinin hayranlığını kazanmıştır.3

Müellifimiz 63 yaşlarında bulunduğu bir sırada mezkur eseri kaleme almıştı. Aslında 29 sene önce 936/1530’da Üsküp’te İshak Paşa Medrese’sinde müderris iken böyle bir konuyu daha geniş bir devre içinde alfabetik bir tertiple ele almıştı. Nevâdiru’l-Ahbar adını verdiği eserinde, sahabe devrinden itibaren fıkıh, tefsir, hadis, hikmet, tıp ve benzeri sahalarda faaliyet gösteren zevatı ele almıştı. eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’i yazarken bu sahadaki tecrübesiyle daha kısa bir dönemi işlemekte ancak pek çok ciddi güçlükle karşı karşıya bulunmaktaydı. Hicri 961/1554 tarihinde gözlerine ârız olan bir hastalık görmesini engellemişti. Devam eden bu hale rağmen Taşköprîzade, vaktiyle yazmaya başladığı birçok eseri yeniden ele aldı ve ezberindeki bilgilerden istifadeyle tamamladı.4 Hafızası ile birlikte

1Abdülkadir Özcan, Mecdî, a.g.e.,mukaddime, XII.Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Uygarlığı, I, 243

2 Cevat İzgi,Osmanlı Medreselerinde ilim ,97; Ö.Faruk Akün , “Sehi bey” İA., X, 316-320; Bekir Kütükoğlu,

Vekayinüvis Makaleler,211

3Abdülkadir Özcan, Mecdî, a.g.e., mukaddime, XII

(22)

kaynak olarak, -büyük ihtimalle- Tarîk ve Kazasker Ruznâmçe defterlerinden de yararlanmış olabilir.1

Taşköprîzade, 965/1558 senesinde imla ettirmeye başladığı eserinin telif etme sebebini şu şekilde açıklar: “Osmanlı Türklerinin yaşadığı topraklarda yetişen alim ve şeyhlerin hayatlarına ait bilgiler ve menkıbeler maalesef henüz toplanmamıştır. Oysa müellif ve tarihçiler, diğer İslam ülkelerindeki alimlerin ve ileri gelen zevatın menkıbelerini tedvin etmişlerdir.” Kendisini tanıdığından beri alimlerin menkıbelerini ve haberlerini öğrenmeye meraklı olan ve bu hususta ilgili bilgiler okuyarak hafızasında toplayan müellifimiz, bu büyük zevatın isim ve eserlerinin unutulmaya başlanması karşısında ilgisiz kalamamış, aynı endişeyi duyan bir dostunun arzusu üzerine harekete geçerek elimizdeki eseri imla etmiştir.2 Müellifimizin yaşadığı h.X asır, Arap edebiyatının bu çeşit eserler bakımından zengin olduğu bir zamandı. Nureddin Ali Şafi (ö.900 /1494), dört fıkıh mezhebine mensup kadıları, tarihi bir tertip içinde işliyordu. Büyük alim Sehavi (ö.902/1495) biyografik büyük eseri ed-Dav’u’l-Lâmi’i yanında el Kevkebu’l-Muzî ve Esmau’r-Rical gibi eserler kaleme alınmıştı.3

eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye adlı eser yazıldığı günden beri itibar görmüş üzerine pek çok çalışma yapılmıştır. Bunlardan en önemli çeviri ve zeyiller hakkında bilgi vermemiz eseri daha yakından tanımamıza yardımcı olacaktır.

2. EŞ-ŞAKÂİKU’N-NU’MÂNİYYE ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR

Eser yazılmasının üzerinden fazla geçmeden büyük bir kabul gördü. İstanbul ve dünya kütüphanelerinde 150’ye yakın nüshasının bulunması bu rağbetin bir göstergesidir.4 Bu ilgide tahsil alanında olduğu kadar edebi mahfillerde de tutulmasının payı büyüktür. Fakat Arapça olarak yazılması ancak bu dili iyi bilenlerce istifade edilmesini sağlıyordu. Herkes aynı oranda istifade edemediği için ihtiyaç üzerine teliften çok kısa bir süre sonra Türkçe’ye tercüme edilmeye başlandı. Öğrencilerinden Aşık Çelebi, (ö.979/1572) eseri Türkçe’ye tercüme ederek hocası Taşköprîzade’ye takdim etti.

Bu önemli eser, günümüzde pek çok araştırmaya kaynaklık etmektedir. Osmanlı dönemi Anadolu medreseleri, müderrisler, biyografik eserler üzerine yapılan çalışmaların ana menba’ıdır.

1 Abdülkadir Özcan, aynı yer. 2Abdülkadir Özcan, aynı yer.

3 Ahmed Suphi Furat, eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye, mukaddime, VI 4Abdülkadir Özcan, Mecdî, a.g.e., mukaddime, XII

(23)

a.ÇEVİRİLERİ

• Hadâiku’r-Reyhan:Muhtesibzade Belgratlı Mehmed Hâkî.

Hâkî adı kaynaklarda geçmez; ancak kendi eserinin sonunda bildirdiğine göre Belgrat doğumlu olan Hâkî, 968/1560 tarihinde İstanbul’a gelmiş ve Taşköprîzade ile görüşmüş; ondan izin alarak eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’i tercüme etmiştir. Hâkî, eseri kısaltarak Türkçe’ye tercüme ettikten sonra bu çeviriyi olgunlaştırmış ve 972/1564’de yeniden kaleme almıştır. Bunun için eserin ilk adı Mecmau’l-Eşraf iken daha sonra Hadâiku’r-Reyhan olmuştur.1

• Hakâiku’l-Beyân fî Tercemeti Şakâiku’n-Nû’man:

Eser, eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’in tercümesidir. Ancak müellifin adı nüshada geçmez. Önsözde belirttiğine göre müellif eklemeler yapmıştır. Bunun için hem çeviri hem de zeyl özelliği taşımaktadır. 340 sayfa olan eser Birgili Mahmud Çelebi’ye kadar gelmektedir.2

• Hadâiku’ş-Şakâik:Edirneli Mehmed Mecdî, (ö.999/1590)

Edirne’de dünyaya gelen Mecdî, öğrenimini tamamladıktan sonra kadılık yapmış ve İstanbul’da vefat etmiştir.3

Tercüme ve telif olarak pek çok eseri bulunan Mehmed Mecdî Efendi, aynı zamanda Divançe’nin sahibi değerli bir şairdir. Ancak gerçekten adını eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’in tercümesi olarak yazdığı Hadâiku’ş-Şakâik ile duyurmuştur. Gerçekten de Mecdî, eseri sadece Türkçeye çevirmekle kalmamış; o zamana kadar yapılan zeyillerden ve şuara tezkirelerinden de faydalanarak ilaveler yapmış, eseri genişletip zenginleştirmiştir. Eserini 995/1587 tarihinde tamamlamış ve Sultan III.Murad’a takdim etmiştir. Kendisi “tercümeye çok önce başladığını kadılık mesleğinin meşgaleleri yüzünden bitiremediğini hatta bazen iki harfi bir araya getirecek gücünün olmadığını” belirtir.

Çalışmamız esnasında ikinci kaynak olarak sürekli başvurduğumuz ve faydalandığımız mezkur eserin rivayetlerle, ek bilgilerle, şiirlerle süslenip genişletildiğini, edebi bir şekle sokulduğunu gördük. Mecdî de haklı olarak eserin başka tercümelerle kıyaslanmamasını, onun diğerlerinden üstün olduğunu belirtir.4

1 Agah Sırrı Levend,Türk Edebiyatı Tarihi, I, 354 2 Agah Sırrı Levend,a.g.e., 355

3 Agah Sırrı Levend,a.g.e., 355

(24)

• El-Hadâik: Amasyalı İbrahim b. Ahmed

Yazarın adı eski kaynaklarda geçmez. Ancak eserinde bildirdiğine göre öğrenimini bitirdikten sonra Amasya kadısı olmuş ve eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’i bu görevde iken aynen tercüme etmiştir. Eserin yazma nüshası Millet Kütüphanesi Emiri tarih no:727’de mevcuttur.1

b. ZEYİLLERİ

• Tetimmetü’ş--Şakâikı’n-Nu’mâniyye(Arapça):Aşık Çelebi (ö.979/1572)

Eserde 42 kişinin biyografisi yer almaktadır. Eserin bir yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi Fatih, no:4413’de bulunmaktadır.2

• El-ıkdü’l-Manzûm fi Zikri Efâdıli’r-Rûm:(Arapça) Ali b. Bali (ö. 992/1574)

Taşköprîzade’nin bıraktığı yerden başlayarak III.Murat’ın zamanına dek yetişen alimleri konu edinmiştir.3 Bu Arapça eserde, 967-982/1560-1574 yılları arasında yaşayan seksen bir alimin hayat hikayeleri yer almaktadır. Hepsi çağdaşı olan bu şahıslar hakkında verdiği bilgiler birinci elden kaynak niteliğindedir. Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında pek çok yazması bulunan eser Nev’izade Ataî tarafından takdir edilmiş ve kaynak olarak kullanılmıştır.4 Eser basılmış olup O.Rescher tarafından da Almanca’ya çevrilmiştir.

• Hadâiku’l-Hakâik fi Tekmileti’ş-Şakâik:Nev’i-zade Atâi(ö.1045/1635)

Atai, Mecdî’nin çevirisini ve kendisinden önce yapılan ekleri göz önünde bulundurarak eserini hazırlamış, padişahları tabakalara ayırarak Taşköprîzade’nin bıraktığı yerden başlamış, Kanuni, II.Selim, III.Murat, III.Mehmed, I. Ahmed, I.Mustafa, II.Osman, IV.Murat zamanına, 1044/1634 tarihine kadar yetişenleri almıştır.5 Eser basılmıştır.

• Uşşakîzade Zeyli:Uşşakîzade Seyyid İbrahim Hasib(ö.1136/1723)

Uşşakizade, Atai’nin zeylinin zeylidir. Yazar eserini beş tabakaya ayırmış, IV.Murad, İbrahim, IV.Mehmed, II.Süleyman, II.Ahmed, zamanlarında yetişen alimleri, şeyhleri, kadı ve vezirleri ele alarak 1106/1694’e kadar gelmiştir. Süleymaniye Ktp., Es’ad Efendi (no:2438)deki nüshada 1106/1694 yılından sonraki olaylar ve ölüm tarihleri yer almaktadır. Bundan dolayı yazarın sonradan çalışmalarını devam ettirerek 1124/1712 tarihine kadar

1 Agah Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, I, 355 2 Agah Sırrı Levend, Aynı yer.

3Agah Sırrı Levend, a.g.e.,356

4 Abdülkadir Özcan, “Ali Çelebi”, DİA, II, 385 5 Agah Sırrı Levend, a.g.e., 356

(25)

geldiği anlaşılmaktadır. Bu nüshanın bazı sayfaları sonradan doldurulmak üzere boş bırakılmış olduğundan bizzat müellifin kendi kaleme aldığı anlaşılmaktadır.1

• Vakâyıu’l-Füzalâ: Şeyhi Mehmed.(ö.1145/1732)

Şeyh, Emir Buhari dergahının şeyhi Simkeşzade Şeyh Hasan Feyzi’nin oğludur. Medrese öğretimini bitirip mülazım olduktan sonra babasının ölümü üzerine müderrisliği bırakıp babasının yerine şeyh olmuştur.

Vakayiu’l-Fuzalâ, Atayî’nin zeylinin zeylidir. Şeyhi, Uşşakizade’nin eserini görmüş, zayıf bulduğu için, eserini Atayî’nin kaldığı yerden başlayarak devam etmiştir.2 Eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye zeyilleri içerisinde en hacimlisi budur. Eser Topkapı, İstanbulÜniversitesi Ktp., Beyazid Ktp., Millet Kütüphanesi gibi çeşitli kütüphanelerde mevcuttur.3

• Tekmiletü’ş-Şakâik fi Ahvâli’l-Hakâik: Fındıklılı İsmet(ö.1322/1904) İstanbul’un Fındıklı semtinde doğan İsmet Efendi, II.Abdulhamit’in kitapçılığında bulunmuştur.

Tekmiletü’ş-Şakâik, Şeyhi’nin zeylinin zeylidir. İsmet Efendi, Şeyhi’nin bıraktığı 1143/1730’dan başlayarak, 1314/1896 tarihine kadar gelmiştir. Sekiz cild hazırlanan eser, Fındıklı’da çıkan bir yangında yanmıştır. Ancak İsmet Efendi iki cildini tekrar yazıp II.Abdulhamid’e sunmuştur. Bu iki cilt eser Yıldız Sarayı’ndan gelen evraklar ve kitaplar arasında bulunmuştur. Şu anda Üniversite Kütüphanesinde mevcuttur. 4

1 Agah Sırrı Levend, a.g.e., 357 2 Agah Sırrı Levend,a.g.e., 360

3 Bekir Kütükoğlu, Vekayinüvis Makaleler, 210 4 Agah Sırrı Levend,a.g.e., 36

(26)

İKİNCİ BÖLÜM

(27)

İKİNCİ BÖLÜM

EŞ-ŞAKÂİKU’N-NU’MÂNİYYE’DE ADI GEÇEN MUHADDİSLER

Osmanlı Devleti’nde yaşayan muhaddislerin tanıtımına geçmeden önce Osmanlı Devleti’nin siyasi, sosyal ve kültürel durumu hakkında kısaca bilgi vermek yerinde olacaktır. Yaşadıkları zamanı iyi tahlil etmemiz, muhaddislere bakışımızda bize ışık tutacaktır.

Osmanlı devleti Anadolu Selçuklu Devleti’nin saltanat değişikliği suretiyle bir devamı gibidir.1 Bu konuda Fuad Köprülü’nün sözleri dikkate değerdir: “Türk tarihi devamlılık ve bütünlük gösterir. Bir Türk hanedânının yıkılıp bir diğerinin onun yerini alması bir bakıma satıhta kalan bir olaydır. Türk Devleti devam eder, yalnız hânedân değişikliği vuku bulur.”2 Bu ifadelerin de pekiştireceği üzere Osmanlılar, Selçuklulardan aldıkları sosyal, siyasal, kültürel mirasları geliştirerek kullanmaya devam etmişlerdir.

Selçuklu Sultanı Keykubad’ın Gazan Han tarafından yakalanmasına kadar da Osmanlılar Selçuklulara itaat etmişlerdi.3 Bundan sonra hakimiyeti ele alan Osman Bey, fiilen Osmanlı Devleti’ni kurmuştur4. Osman Gâzi devrinde devlet fiilen kurulmuş ancak teşkilatlanmamıştı. Osmanlı Beyliği’nden itibaren baktığımızda Ertuğrul Gâzi’nin 50 ve oğlu Osman gazi’nin 43 yıl süren hakimiyetleri döneminde eğitim müesseseleri çok azdı ve büyük ihtimalle de ilk basamaktan ibaretti.5 Orhan Gâzi zamanında sultanlık haline gelen6 Osmanlı Devleti’nde ilk medrese, yine Orhan Gâzi zamanında İznik’te kuruldu.7 Zaman içerisinde başka medreselerin de kurulmasına devam edildi. Ancak ilk dönemlerde Osmanlı alimlerinin özellikle İran, Mısır, Suriye ve Orta Asya’ya giderek yurt dışında ihtisas yapmalarının en bariz sebebi zikredilen ülkelerdeki medreselerin Anadolu medreselerinden ilmi açıdan daha üstün olmasıydı.8 Bu akış daha sonra tersine dönecektir.

1 Lütfi Paşa, Tevârih-i Al-i Osman,77

2 Ahmet Gül, Osmanlı Medreselerinde Eğitim-Öğretim ve Bunlar Arasında Darulhadislerin Yeri, 19 3 Lütfi Paşa, Tevârih-i Al-i Osman,77

4 Halil İnalcık, Osmanlı Devleti’nin doğuşu, 44 5 Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, VIII, 92 6 Halil inalcık, Osmanlı Devleti’nin doğuşu, 44

7 Cahid Baltacı, XV-XVI.Asırlarda Osmanlı Medreseleri, 15 8 İsmanil Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, 520

(28)

Osman Gâzi’nin, gazâ ruhu ve farklı politikasıyla1 kurduğu devlet yönetiminde fetihlere azami önem verildi. İmparatorluğun her döneminde fetih ve genişleme fikri vardı. Ancak Osmanlı’da fetihlere önem verildiği kadar hatta daha ilme çok önem verilmiştir. Büyük Osmanlı tarihçisi Halil İnalcık: “Eskiden daha çok ahilerin önde geldiği sanılıyordu. Fakat tahrir defterlerindeki vakıf kayıtları gösterdi ki fakılar2 daha ağır basmaktadır…Vakıfların kanıtladığı gibi, daha Osman Gâzi zamanında İslam hukukunu bilen kişilerle devlet kuran Bey arasında sıkı ilişkiler kurulmuştur. Beyliği teşkilatlandırma, sosyal hayatı düzenleme bakımından bu fakılar ve ahiler son derece önemli rol oynamışlardır. Din adamlarının ilk dönemlerde devletin örgütlenmesi ve beylere danışmanlık yapmış olmaları, ilk vezirlerin de onların aralarından seçilmiş olması olayını açıklar” 3 sözleri ile duruma açıklık getirmektedir. Öğrenilecek ilimler içinde en ulu ve

büyük olanın din ilimleri olduğu; dolayısıyla ilk bunların öğrenilmesi gerektiği düşüncesi mevcuttu.4

İlk dönemlerde bahsedilen ve Halil İnalcık’ın Osman döneminin en meşhuru5 olarak işaret ettiği Dursun Fakih de muhaddisler arasında olup çalışmamızda yer almıştır. Hiç şüphesiz Osmanlı uleması arasında muhaddislerin de önemli bir yeri vardır. Bu çalışmamızda Osmanlı Klasik Çağında yaşamış olup Taşköprîzade tarafından zikredilen hadis alimlerine yer verilecektir. Bu dönemde yaşamış hadis âlimlerinin genel tablosuna bakmak yalnızca Osmanlı ilim tarihi açısından değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun oluşum sürecini anlamamız açısından da önem taşımaktadır.

Çalışmamızın konusunu teşkil eden Eş-Şakâiku’n-Nu´mâniyye’deki Osman Gâzi ve Kanuni Süleyman Devri arasındaki alimlerin sayısı ve muhaddis olarak belirlenenler aşağıdaki tabloda6 verilmiştir. Bu tabloyu yorumlarken devletin kuruluşundaki mecburi siyasi yoğunluk ve fetihler, sultanların saltanat süreleri dikkate alınarak yorumlandığında daha gerçekçi sonuçlara ulaşılacaktır.

1 Halil İnalcık,a.g.e. 67

2 Fakı: fakih kelimesinin Türkçe söylenişidir. 3 Halil İnalcık, Osmanlı Devleti’nin doğuşu, 56 4 Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, 132 5Halil İnalcık, a.g.e. 56

6 Tablo ve tarihler için bkz.Cevat İzgi Osmanlı Medreselerinde İlim, I, 130; Halil İnalcık, , Osmanlı

(29)

TABAKALAR SULTANLAR SALTANAT YILLARI ALİM SAYISI MUHADDİSLER I.TABAKA Osman Gâzi devri 699-726/1336 7 alim 3 muhaddis 2.TABAKA Orhan Gâzi devri 726-760/1326-62 11 alim 2 muhaddis 3.TABAKA I.Murad devri 760-791/1362-89 7 alim 1 muhaddis 4.TABAKA I.Bayezid devri 791-810/1389-1402 31 alim 7 muhaddis 5.TABAKA Çelebi Mehmed devri 810-825/1413-1421 21 alim 3 muhaddis 6.TABAKA II.Murad devri 825-855/1421-51 40 alim 4 muhaddis 7.TABAKA II.Mehmed devri 855-880/1451-81 84 alim 9 muhaddis 8.TABAKA II.Bayezid devri 880-917/1481-12 100 alim 11 muhaddis 9.TABAKA I.Selim devri 917-926/1512-20 71 alim 18 muhaddis I0.TABAKA I.Süleyman devri 926-973/1520-66 143 alim 24 muhaddis

Eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’in indeksine göre Taşköprîzade’nin tercüme-i hali ile birlikte toplam 510 olan alim sayısı, Taşköprîzade’nin aralarda başlık atmadan Hüsameddin Şaşi gibi kısa bilgilerle verdiği alimlerle birlikte 521 olmaktadır.1 Bunlardan 371’i alim, 150’si şeyh olarak kaydedilmiştir.2 Tabloyu yorumlayan Cevat İzgi, Yıldırım Bayezid devrine kadar 8 civarında seyreden alim sayısının bu hükümdar döneminde birden dört katına çıkmasını, medreselerin kemiyetçe gelişmesine ve ilk teşkilatlanmanın bu zamanda olmasına bağlar.3

Muhaddisler hakkında bilgi vermeye geçmeden önce her tabakada yapılan ilmi faaliyetlere kısaca değineceğiz. Bilindiği üzere tüm İslam aleminde olduğu gibi Osmanlılarda eğitim ve öğretim genel olarak medreselere dayanmaktadır. Bu sebeple önemli gördüğümüz medreseleri zikredip medreselerin tabakalar arasında gösterdiği gelişimleri

1 Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde ilim, I, 130. 2 Abdülkadir Özcan, Mecdî, a.g.e., mukaddime, XII 3 Cevat İzgi, a.g.e., I, 131

(30)

üzerinde duracağız. Tabakalardaki alim sayısını eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’in indeksini dikkate alarak verdiğimizi belirterek muhaddislerin tanıtımına geçiyoruz.

BİRİNCİ TABAKA

OSMAN GAZİ DÖNEMİ: (698-726/1299-1326)

Bu tabakada Osmanlı Devleti’nde 698-726/1299-1326 tarihleri arasında Osmanlı Beyliği’ni yöneten Osman Gâzi devrindeki alimler ele alınmaktadır.

Osman Gâzi başlangıçta bir alp idi. Onu diğerlerinden seçkin kılan özellik, Babai – Vefâi tarikat halifesi olarak uc’a gelen şeyh Edebâli’nin ona gösterdiği yakınlık ve onun bereketi olmuştur. Çağdaş Bizans tarihçisi Pachymeres Osman Gâzi’yi bölgede Bizans topraklarına karşı akın yapanlar arasında en atılgan önder olarak tanıtmıştır.1

Uc2 toplumunda Osman Gâzi bir bölgeyi ele geçirdiğinde, o yeri nasıl örgütleyeceğini ahilerden ve fakihlerden sormaktadır. İlk Osmanlı Beyleri Osman ve Orhan tarafından ahiler ve fakihlere verilmiş pek çok vakıf köy ve çiftlik defterleri bize kadar ulaşmıştır. Bu dönemde vakıfların büyük kısmı fakihlere verilmiştir.

Lütfi Paşa Peygamberimizin her asrın başında dini ihya eden bir müceddid’in gelmesi ile ilgili hadisini eseri Tevârih-i âl-i Osman’da zikreder ve Osman Gâzi’yi yedinci yüzyılın müceddidi olarak takdim eder. Sebebini de: Osman Gâzi Bey olana kadar Moğolların her yerde Müslümanlara galip geldiklerini, puthaneler yapıp putlara taptıklarını ve Müslümanlara çeşitli konularda çok zarar verdiklerini belirtirek açıklar. Tüm bu zulümlerden Müslümanları Osman Gâzi kurtarmıştır. 3

Yılmaz Öztuna “...o tarihte küçük Osmanlı toprağında ilim adamı çok azdı ve diğer Anadolu beyliklerinden ilim adamı celbedilmeye çalışılıyordu. Sakarya boyundan Marmara’nın doğusuna doğru uzanan Osmanlı Beyliği, bir gazâ ve cihâd halindeydi.”4

Taşköprîzade bu tabakada, 7 alim ve şeyhe yer vermiştir. Biz hadis ilmi ile alakalı olarak 3 muhaddisin hayatını ele alacağız.1

1 Halil inalcık, a.g.e, 55

2 Uc: Türk Devletlerinde hudutlara, hudut boylarındaki vilayetlerle sancaklara verilen addır. Bkz. Mehmed

Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve terimleri Sözlüğü, III, 541

3 Lütfi Paşa, Tevârih-i âl-i Osman, 94

(31)

MOLLA EDEBALİ (ö.726/1326)

Osmanlı Devleti’nin kurucusu Sultan Osman Gâzi’nin kayınpederi olan Şeyh Edebâli, zahirî ve batınî bilgisiyle meşhur bir zat idi.2 Söğüt ve havalisinin en nüfuzlu Ahi reisi idi.3

Karaman’da doğdu ve ilk tahsilini memleketi Karaman’da yaptıktan sonra yüksek tahsil için Şam’a gitti. Hadis, tefsir ve usul ilimlerini okudu.4 Bütün bu ilimler üzerinde ve özellikle fıkıhta ihtisas yaptı.5

Sonra memleketine dönerek Osman Gâzi ile tanıştı ve onun hizmetine girdi. Osman Gâzi’nin yanında büyük kabul gördü. Osman Gâzi şer’i meselelerini ona sorar, saltanat işlerini yine ona danışırdı.6

Elvan Çelebi Menâkıbnamesinde; Şeyh Edebâli’nin, Baba İlyas’a bağlı Babaî dervişlerinin en saygılı kişilerinden ve Vefâiyye dervişlerinden biri olduğunu belirtir.7

699/1300 tarihinde, yani Osman Gâzi’nin sağlığında yazılmış olan Elvan Çelebi Menakıbnamesi Şeyh Edebâli’nin, Baba İlyas’ın halifelerinden biri olduğunu, dinsizleri ve inançsızları İslamiyete kazandırdığını, Hacı Bektaş’tan dünya saltanatına heves etmemeyi öğrendiğini kaydeder.8

Aşıkpaşazade eserinde Şeyh Edebâli’ye fazlasıyla yer vermiş ve özellikle hanedanla ilişkisini belirtmeye özen göstermiştir. Onun anlatımıyla Şeyh Edebâli; Osman Gâzi'nin şeyhi, mürşidi, ve İslam hukukunu ilgilendiren önemli sorunlarda da onun danışmanıydı.9

726/1326’da Osman Gâzi’den dört ay evvel vefat etti.

Şeyh Edebâli Ahi şeyhi olarak tanınmasına rağmen onun, Baba İlyas’ın halifelerinden olduğunun tespit edildiğini söyleyenler bulunmaktadır.10

Özet olarak denebilir ki Şeyh Edebâli; yüksek ilmi sebebiyle kendisine dinî ve dünyevî işler sorulan, müfessir, muhaddis, fakih, ermişlerden bir şahsiyetti.1

1 Taşköprîzade, a.g.e., 4-7

2Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, I, 16 3 İsmali Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, 560 4Taşköprîzade, a.g.e.,4; Mecdî, a.g.e., 20

5 Taşköprîzade, a.g.e., 4; Bursalı Mehmed Tahir,aynı yerler. 6Taşköprîzade, a.g.e., 4; Mecdî, a.g.e., 20

7Elvan Çelebi, Menakıbu’l-Kudsiyye Fi Menâsıbi’l-Ünsiyye, XLVI, Haz:İsmail Erünsal, Ahmet Yaşar Ocak 8 Halil İnalcık,Osmanlı Devletinin Doğuşu, 48

9 Halil İnalcık,a.g.e ,48

Referanslar

Benzer Belgeler

لاق هّنا هنع هللا ىضر سنا نع هللا همحر ّىطويّسلا ماملاا لاق مّلسو هيلع ىلاعت هللا ىّلص هللا لوسر لاق هب ّنميقي لاف ناطلس اهيف سيل ًادلب مكدحا لخد اذاف ضرلاا

Sekiz gezegenli olduğu için Güneş Sistemi'nin ikizi bulundu türünden yorumla- ra neden olsa da Kepler-90 isimli bu gezegen sisteminde- ki gezegenlerin hepsi yıldızına

Ce­ nazesi, büyük bir kalabalık tarafından izlendi ve haftalarca Türk gazeteleri kendisi için övücü yazılar yayınladılar. Yakup Kadri Karaosmanoğlu,

Benim doğrudan doğruya âmirim olan Yüzbaşı İzzet Bey, Çanakkale’deki düşman mezarlıklarının fotoğrafını çekmek için oraya gitmeye hazırlanmamı söyledi.. Ben

يهف ةديصقلا راكفأ كلذ لثمو ،ةيعيدب تانسحم وأ ضومغ اهيف سيل ةلسلس ةطيسب يهف ظافللأا ةيحور ةبرجت نع ربعت لا اهنأ لوقلا نكمملا نمف ،خيشلا حدم ىلإ فدهت ةدحاو ةركف يف بصنت

Dâbıt kavramı hakkında klasik dönemde iki farklı yaklaşıımın varlığından bahsedebil iriz. İbn Sübkî, İbn Nüceym, Makkarî, Kefevî ve Tehânevî gibi

Çok manalı kelimelerden biri “Vücudun kalp ve kan damarlarından oluşan sistem içinde durmadan hareket eden sıvı” temel anlamını anlatan kan kelimesi (ÖTİL V: 328)

Aynı dönemin diğer bir tarihçi ve ricâl âlimi Zehebî, Tezhîbü’t-Tehzîb gibi Mizzî’nin eseri üzerine kaleme aldığı çalışmalar başta olmak üzere, Si-