• Sonuç bulunamadı

ONUNCU TABAKA

MOLLA SA’Yİ (Ö:930/1524) 2 Alim, amil, Molla Sa’y

Taşköprîzade Molla Sa’yi adıyla maruf olduğunu başka adının bilinmediğini kaydeder. Ancak Mecdî, Eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’in başka nüshalarında Molla Sa’yi’nin namının Mustafa olduğu; Silsilesi altıncı dereceden Şeyh Sa’di Şirâzi’ye dayanmakta olduğunu kaydeder. Taşköprîzade, bu bilgilere daha sonra ulaştığını ve eserine ilhak edilmesi için kaydettiğini bildirmiştir.3 Kınalızade, Sehi Bey ve Latifi’nin tezkirelerinde de Molla Sa’yi ismiyle anılmaktadır. Mecdî; Mevlana Seyfi olarak tanıtmıştır.4 Diğer kaynaklarda, Dülgerzade olarak geçmektedir.5 Ancak Dülgerzade, Molla Sa’yi’nin Üsküp’te beraber olduğu bir başka zatın adıdır. Mezkur zat muhtemelen Üsküp’e gidip orada bir mescid yaptıran Dülgerzade Mehmed Efendi’dir.6

İstanbul’lu7 olan Molla Sa’yi, Meşhur Molla Hamdi’nin kız kardeşinin oğludur.8 Asrın alimlerinden ilim öğrendikten sonra tüm ilimlerde yüksek mevkilere ulaştı. Özellikle Arap ve Fars ilimleri, hadis ve tefsirde üstün maharet gösterdi. Mecdî: “Mevlana Seyfi kendinin sa’yi berekatta ilm-i Hadis ve tefsirde üstâd-ı esâtize olup bu iki fenn-i merğûbede serfirâz ve nâm-dâr oldu.” şeklinde kaydederek kendi gayretiyle hadis ve tefsirde ilerleyerek üstadların üstadı olduğunu belirtir.

II.Bayezid’in iltifatına mahzar olup ders vermek üzere Harem-i Hümayun’a dahil oldu.9

Gençliğinde marangozların kendisi ile övündüğü Dülgerzade hoca Şems oğlu Mehmed Çelebi ile ilişkisi olup ticaret için10 Üsküp’e gitti. O sırada Sultan Bayezid Molla Sa’yi’ye ait hoşuna giden bir gazelini okuyunca gazelin sahibinin kendisine getirilmesini

1 Mecdî, a.g.e., 511

2 Taşköprîzade, a.g.e, 525-526; Mecdî, a.g.e., 512-513 3 Mecdî, a.g.e., 512

4 Mecdî, a.g.e., aynı yer. 5 Mehmed Süreyya, a.g.e., 1500 6 Mehmed Süreyya, a.g.e., 994

7 Mecdî, a.g.e., aynı yer.; Mehmed Süreyya, aynı yer. 8Mustafa İsen, Sehi Bey Tezkiresi- Heşt-Behişt,155 9 Mehmed Süreyya, aynı yer.

istedi. Üsküp’te buldukları Molla Sayi’ye ferman bildirince “Bana mansıb gerekmez” diyerek Dügerzade’nin sohbetini terk etmedi. 1

Çok beğenilen gazelden ilk iki beyti şu şekilde geçmektedir: Sûretin nakşını yazınca gönül nâmesine

Kanlar ağlattı gözüm kirpiğim hâmesine Şeref-i şemste yazıldığıçün hatt-ı rûhun Nüsha-i mihr ü muhabbet dediler namesine

Sultan Selim Han Tahta geçtiği zaman kendisine rağbet gösterdi ve sarayda bulunan iç oğlanlara hocalık yaptı.2 930/1524 tarihinde vefat etti. 3

Fazıl, muhaddis, müfessir, üç dilde şair idi.4 Beliğ Farsça, Arapça ve Türkçe şiirleri ve yine aynı dillerde yazılmış risaleleri vardır.

MOLLA EMİNZADE (ö.968/1560)

Alim, fazıl, kamil Yahya Çelebi ibn Emin Nureddin. “Eminzade” adıyla insanlar arasında meşhurdur. 5

“Eminzade” ve “Emin Kösesi”6 diye meşhur olan Yahya Çelebi 892/1487 tarihinde İstanbul’da doğdu.7 Babası Nureddin Hamza Osmanlı emirlerindendi.8 Çocukluğunu Bursa çevresinde geçirip kamil olma isteği belirince ilimle meşgul oldu. Asrın kemal ve cemal sahibi; Molla Müeyyedzade Abdurrahman Efendi ve Molla Kemal Paşazade gibi alimlerden ders aldı. Ardından İstanbul Müftüsü Molla Fazıl Mevlana Ali Çelebi ibn Ahmed bin Muhammed’in hizmetine girdi ve büyük bir gayretle ilimle meşgul oldu. İstanbul’daki Sultan Bayezid Han Medresesinde Müftü Ali Çelebi’nin mu’idi oldu. Sonra sırasıyla Bursa Kasım Paşa Medresesi, İstanbul’da Vezir İbrahim Paşa Medresesi, Çorlu Medresesi, Edirne Darulhadis Medresesi, Sahn-ı seman medreselerinden biri, Bursa Muradiye medresesi, Ayasofya Medresesi ve tekrar Sahn-ı seman Medreselerinden birinde

1Kınalızade, Tezkiratü’ş,şüarâ, I, 47; Mustafa İsen, Sehi Bey Tezkiresi-Heşt-Behişt,155. Mustafa İsen, Latifî

Tezkiresi, 393; Mecdî, a.g.e.,513

2Mecdî, a.g.e., aynı yer; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmâni, 994 3 Mehmed Süreyya,aynı yer.

4 Mehmed Süreyya, a.g.e., 1500 5 Taşköprîzade, a.g.e., 530 6 Atai,18

7 Mehmed Süreyya, a.g.e, 1673. Burada Leyszade Yahya Efendi olarak geçmektedir.

müderrislik yaptı.1 Sonra Bağdat kadısı oldu, ancak görevini adil bir şekilde devam ettirirken azledildi. Emekli olarak kendisine 80 dirhem tayin edildi. Ardından İstanbul’da Sultan Süleyman’ın inşa ettirdiği Darulhadis Medresesini ona verdi. Günlük 100 dirhem tayin edildi. 964 yılında vefat etti.2

Mecdî, Taşköprîzade’den farklı olarak verdiği bilgilerde; son olarak görev yaptığı Süleymaniye Darulhadis Medresesinden de azledildiğini ve 967 senesinde vefat ettiğini belirtir3. Atai de 967 yılında iade (mu’idlik) satmak suçlamasıyla mezkur medreseden azledilip yerine İstanbul’dan azlolunan Mustafa Niksari getirildiğini kaydeder. Bu duruma oldukça fazla üzülen Eminzade’nin hastalanıp 968 yılında vefat ettiğini belirtir.4 Eminzade’nin doğum tarihini 892 olarak veren Mecdî, vefatı ile ilgili bir mısrada bulunan tarihten, 75 yıl yaşadiğini çıkarır ve ölüm tarihini 967 olarak kaydeder.

Eminzade ile ilgili bilgilerden onun vakar sahibi ilim ve edepde çok üstün olduğunu anlıyoruz. Tefsir, fıkıh usulü, hadis5, edebi ilimlerde ve arap kasidelerinde üstün bilgiye

sahip idi.

Beyzavi’nin Tefsiri’nin bazı bölümleri üzerine ve Vikayetü’d-diraye’nin bazı konuları üzerine risaleler yazmıştır. Hazinetü’l Beyân ve Sefînetü’l-İrfan fi Mühimmati’l-insan 6 adlı eseri mevcuttur.

Mecdî hadis ilmindeki yerine değinerek :“fenn-i Hadis-i Şerîf ve kasâid-i Arabîyyede husûsan ibn-i Farız kasidelerinde ihâta-i tâmme ile mümtâz-ı akrân ve serfirâz-ı ihvân idi. Ehâdîs-i Ahmediyye-i Muhammediyyeyi ta’andan salim zabt ile hıfz ve zabt edip ruvât-ı sikâtın an’anesi kemâyenbaği mahfûzu ve mazbûtu idi. Raviyân-ı râviye-i rivâyetin meşhûru olup ekâbir-i Muhaddisînden ibn-i Hacer’in aynı ve Aynî’nin tıpkı idi.”7 şeklinde kaydetmiştir. Buradan Eminzade’nin arap kasideleri, özellikle İbn-i Farız’ın kasidelerini tam olarak ihata ettiğini, hadisleri ta’ndan uzak senedleri ile hıfzettiğini, sika ravilerin gelenekleri ve ananeleri hakkındaki bilgileri mükemmel bir şekilde ezberlediğini zikrederek, İbn-i Hacer ve Aynî gibi olduğunu anlıyoruz. Ancak İbn Hacer ve Aynî derecesinde olduğunu kanıtlayan bir eserine rastlamadık.

1 Atai; Mecdî ve Eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye’e ek olarak, Eminzade’nin mezkur medreselere hangi müderrisin

yerine getirildiğini de tarih vererek açıklamıştır. Bu konu ile ilgili olarak bkz. Atai,18

2 Taşköprîzade, a.g.e., 531 3 Mecdî,a.g.e., 517 4 Ataî, 19

5 “ilm-i hadiste mahir…”..Atai, aynı yerler. 6 İsmail paşa, Esmâü’l-Müellfîn, II , 30 7 Mecdî,a.g.e., 517

ŞEYH BALî HALİFE (ö. 960/1522)

Arifbillah şeyh Bali Halife Sofyavî, Kasım Çelebi’nin halifelerindendir.1

Aslen Sofya’lı olan Şeyh Bali Halife, Halvetiye Tarikatının Şeyhlerinden Kasım Efendi’nin2 halifesidir. Kanuni Sultan Süleyman’la birlikte bazı seferlere katılır ve dua ederdi. 960/1553 tarihinde Sofya’da vefat etti. O zamanın kadılarından Abdurrahman Efendi, ona bir cami, türbe ve tekke inşa etti.3

Zahid ve alim bir zat idi. İbn Kemal’in “Kader” hakkındaki risalesine reddiye olarak bir risale yazıp Çivizade’ye göndermiştir.4

Taşköprîzade Bali Halife’nin hayatına oldukça kısa yer vermiştir. Hadisçiliği ve eserleri hakkındaki bilgileri Mecdî’den öğreniyoruz.5 Manzume-i varidat adlı beğenilen bir şiir kitabı ve Muhyiddin Arabî’nin Fususil-Hikem’i üzerine bir risalesi vardır.

Hadis üzerine “Risale fi şerhi’l-hadisi’l-Kutsi” veya Şerhu hadis “küntü kenzen mahfiyyen…”adlı bir risalesi bulunmaktadır.6 Müellif “Küntü kenzen mahfiyyen…” hadisini

tasavvufi manada Arapça olarak şerhetmiş sahihliği üzerine durmamıştır. Risale SK- Tırnovalı nr. 1864/2. risale, 81b-82a varak; Esad Efendi, nr. 3782/30; Fatih, nr.5381/15; Halet Efendi, nr. 121/4 ve Şehid Ali Paşa, nr. 2725/18 bölümlerinde bulunmaktadır.7

MERKEZ EFENDİZADE ŞEYH AHMED İBN ŞEYH MERKEZ (ö.963/1556) Alim, amil, Şeyh Ahmed ibn Şeyh Merkez8

Babası Şeyh Merkez Muslihiddin Efendi (ö.950/1543)’in büyük oğlu ve halifesidir.9 Annesi,Yavuz Sultan Selim’in kerimelerinden Şah Sultan’dır.10

1 Taşköprîzade, a.g.e., 539-40; Mecdî, a.g.e., 521-522

2Halveti tarikatı mürşidi Şeyh Kasım Çelebi, İstanbul Köylerinden Baba Nakkaş’ta medfundur.bk. B.Mehmed

Tahir, a.g.e., I,42

3 Mehmed Süreyya, a.g.e., 357 4Mehmed Süreyya, aynı yer. 5Mecdî, a.g.e., 552

6 Katip Çelebi, Keşfu’z-zunun, II, 1040

7 Sadık Cihan, “Osmanlı Devrinde Türk Hadisçileri Tarafından Kırk Hadis Dışında Muayyen Sayıda Derlenen

Hadis Mecmuaları ve bir HadisÜzaerine Yazılan Risaleler”, CÜİİFD, sa.2, 168-169

8 Taşköprîzade, a.g.e., 549

9 Mahmud Celâleddin el-Hulvi, Lemezât-ı Hulviyye, 469 10 B.Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, I, 22

Babasının refakatında diğer alimlerden Arapça, hadis, tefsir okudu. Daha sonra tasavvufa yönelerek sûfî yoluna hasıl oldu. Tasavvufta önemli dereceler elde ederek vaaz ve tezkîr ile meşgul oldu.1 Babasının emri ile bir süre İstanbul’da sur dışında “Baba Nakkaş Tekkesi”nde şeyh olarak görev yaptı ve sonra tekrar memleketi Denizli’ye gitti. Orada evlendi ve babasının vefatı üzerine, İstanbul’a gelerek Koca Mustafa Paşa Asitânesi Halveti-Sünbülî postuna oturdu. Bu makamda iki yıl kaldı. Kendi isteğiyle bu makamdan feragat ederek memleketine döndü ve vefatına kadar orada irşatla meşgul oldu.2 İnsanlar onun feyzinden çokça istifade ederlerdi. 963/1556 senesinde Uşak’ta vefat etti.3

Bazı meseleler üzerine yazılmış risaleleri vardır.4 Kendisi alim ve fazıl olan Merkezzâde, Kamus adlı Arapça ünlü lûgati, Bâbûs adıyla türkçeye tercüme etmiştir.5 İsmetü’l-enbiyâ tuhfeti’l-asfiyâ adında bir eseri daha bulunmaktadır.6

ŞEYH İMAM KALENDERHANE (ö.953/1546) Şeyh Muhyiddin Mehmed,

Adı, Muhyiddin Mehmed olup “İmam Kalenderhane” adıyla meşhurdur.7

Asrın alimlerinden ilim öğrenerek yüksek mevkilere ulaştı. Sonra tasavvufla meşgul oldu ve Şeyh Habîb Karamâni(ö.902/1496), Şeyh ibnü’l-Vefa ve Seyyid Ahmed Buhari ile sohbette bulundu.

İstanbul’da Kalenderhane Camii İmamı ve Hatibi oldu. Vefat edene kadar bu görevine devam etti. 953/1546 senesinde vefat etti.

İmam Kalenderhane; arap ilimleri, tefsir, hadis, usul ve furuda alim idi. Daima ilim ve ibadetle meşgul olur, insanlardan uzak dururdu. Taşköprîzade Kalenderhane Medresesine devam ederken İmam Kalenderhane ile bir müddet beraber bulunduğunu belirtir. Kendisini bu süre zarfında, kitap ve sünnete bağlı, sahih akîdeli mübarek bir şeyh olarak tanıdığını ifade eder. Yaşını sorduğunda yüzden iki yıl eksik olduğunu söylediğini ve bundan sonra on yıl kadar yaşadığını açıklar.

1 Taşköprîzade, a.g.e., 549; Mecdî, a.g.e., 435 2 Mahmud El-Hulvî,a.g.e., 469

3 B.Mehmed Tahir, a.g.e, I,22 .Ölüm tarihi Lemezât’ta 970/1562 tarihinde Uşak Şehrinde vefat ettiği

kaydedilmiştir.

4 Taşköprîzade, a.g.e., 550 5 Mahmud El-Hulvî,a.g.e., 470

6 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, I, 22 7 Taşköprîzade, a.g.e., 551

TAŞKÖRÜLÜZADE İSAMUDDİN EBU’L-HAYR AHMED EFENDİ (ö.968/1561) Taşköprîzade eserinin son bölümünde kendi kaleminden hal tercümesini vermiştir.

Bu konu Taşköprîzade’nin hayatı ve ilmi şahsiyetini konu alan birinci bölümde verildiği için tekrar vermeyeceğiz. Kısaca şunu diyebiliriz ki; Taşköprîzade gerek aldığı eğitim ve icazetleri, gerekse okuttuğu dersler değerlendirildiğinde tam bir alim ve muhaddistir.

SONUÇ

Osmanlı Devleti, Selçuklu’ların Anadolu’da kurduğu eğitim müesseselerinin üzerine kurulmuş ve büyük bir ilmi mirasa sahip olmuşlardı. Osmanlılar ayrıca dönemin en ileri kültür ve ilim merkezlerinden olan Mısır, Suriye, Irak, İran ve Türkistan’daki ilim adamlarının faaliyetlerinden de istifade etmişlerdir. Osmanlılar İslam dünyasının kültür ve ilim mirasını koruyup zenginleştirerek ona yeni bir canlılık kazandırmışlardır. Böylece İslam medeniyetinin eski merkezlerinin yanı sıra Bursa, Edirne, İstanbul gibi şehirleri ilim merkezi haline getirmişlerdir. Bu şehirlerde Darülhadisler kurup en gözde alimleri buralara atamış, en yüksek ücreti vermişlerdir. Osmanlı Peygambere; dolayısıyla hadise saygı ve sevgisini bu şekilde ifade etmeye çalışmıştır.

Çalışmamızda sonuca daha isabetli ulaşmak için konu ettiğimiz alimleri; Osmanlı toprakları dışından gelenler, hadiste icazetli olanlarla eser verenler, kadılık ve şeyhlik gibi

İnceleme konusu yaptığımız alimlerin Şakâiku’numaniye’de geçen alimlere göre oranı %6.3‘tür. Bunlardan yurt dışından gelenler %25.9 dolayındadır. Bu alimler içinde Osmanlı ilmî hayatına büyük katkılar sağlayan Sahih-i Buhari şârihi Şerif Abbasi, İbn Cezerî, Meşârik şârihleri İbn Melek ve Firuzâbâdî, Mesâbih şarihi Musannifek gibi muhaddisler bulunmaktadır. Bu alimler hadis ilminin Anadolu’da kökleşmesini sağlayarak pek çok öğrenci yetiştirmişlerdir.

Çalışmamızda yer verdiğimiz muhaddis alimlerin, %16’sı kadılık, %6.1’i tarikat şeyhliği yapmış, %9’u ise ilimle meşgul olduktan sonra tasavvufa meyletmişlerdir. %22’i darulhadis müderrisi, %16’sı hadiste icazetli ve %31’i hadis alanında eser vermiş alimlerdir.

Osmanlı Devleti Fetihlere önem kadar hatta daha fazlasını ilme vermiştir. Yurt dışından çeşitli sebeplerle gelenlere büyük hürmet göstermişler. Cazip imkanlar sunarak Osmanlı topraklarında kalmaları istenmiştir. Yavuz Sultan Selim huzurunda Şah Kasımdan hadis sohbeti dinlerdi. Bunlardan Arap İmam gibi bazıları Anadolu’yu vatan edinirken Şerif Abbasi veya Muhyiddin Mağuşi gibi Anadolu’nun kışlarına alışamaması gibi çeşitli sebeplerden dolayı memleketine dönmüşlerdi.

Osmanlı Sultanlarının çevre ülkelerle sadece askerî alanda değil ilmi ve kültürel alanda da yarıştıkları gözlemlenmektedir. Fatih Sultan Mehmed büyük bir imparatorluk kurduğu halde kendi topraklarında öteki ülkelerle karşılaştırılabilecek ulemanın olmayışına üzülürdü. Osmanlı kültürünün oluşumu süresince sultanlar, yurt dışından gelen alimlere kucak açmış, yurt dışına eğitim için gidecek olanlara da her türlü imkanı sağlamışlardır

Çalışmamızda hayatları ve eserlerini ele aldığımız alimler farklı alanlarda meşhur olmuşlardır. Mesela kabiliyetli bir doktor olan Hakim Şirvâni, nakşibendi tarikatı şeyhi Muhammed Pârsâ, ünlü şeyhülislam İbn Kemal Paşa, kıraat ilmiyle meşhur İbn Cezerî, vaizliği ile meşhur İmam Kalenderhane gibi alimler konumuza dahil olmuşlardır. Buradan alimlerin geniş bir ilim yelpazesine sahip olduklarını görüyoruz. Tek bir ilim dalında ihtisaslaşma yerine her ilimden belli bir pay almaları o devrin alim anlayışından kaynaklanmaktadır. Nitekim Taşköprîzâde göre ;“öğrenci bütün ilimleri okumalıdır. Çünkü bunlar biribirlerini tamamlayarak tek bir kelime oluştururlar. Yaşamını yalnız bir ilim dalına adayan kişi ilahi gerçeğin uzağına düşer”. Bunlarla birlikte Eş-Şakâiku’n-Nu´mâniyye’nin penceresinden genel olarak Osmanlı’da yapılan çalışmaların oranlarına bakmak faydalı olacaktır.

Eş-Şakâiku’n-Nu´mâniyye’de telif eserler veya daha önce yazılmış eserlerin üzerine sonradan şerh veya haşiye şeklinde yazılan eserler analitik bir şekilde incelendiğinde bu dönemin ilmi hayatının özellikleri ortaya çıkmaktadır. Buna göre zikredilen dönemde Osmanlı alimlerine ait orijinal eserler yapılan tüm çalışmaların %13.7’sini teşkil etmektedir.1 Bunların da %25.7’sini akli ilimler, %25.7’sini edebiyat- tarih- ahlak, %22.8’ini tefsir, %14.2’sini fıkıh, %8.5’ini tasavvuf ve %2.8’ini akaid eserleri oluşturmaktadır.2 Hadis alanında orijinal bir esere rastlamıyoruz. Osmanlı öncesi dönemde telif edilmiş eserlere Osmanlı alimlerinin yazdıkları şerh, haşiye, talik veya tercümelerin ise %26.6’sını fıkıh, %20.8’ini akli ilimler, %15.8’ini kelam, %13.5’ini edebiyat-tarih-ahlak, %9.5’ini akaid, %8.5’ini tefsir, %2.7’sini tasavvuf ve %2.2’sini hadis konusundaki eserler meydana getirmektedir.3 Bu değerler Osmanlı kültür ve ilim hayatının ilk 250 yıllık dönemine tekabül etmekte ve Osmanlı alimlerinin ilgilerinin yoğunluk kazandığı konuları açık bir şekilde sergilemektedir.

Bu tablo karşısında hadis ilmine gereken değer verilmediği sonucunu çıkarmak bizi yanıltacaktır. Bir sonuca varmadan önce Osmanlı’daki ilmi yaşantıyı sadece yetişen alimlerin sayısına, verilen eserlere ve niteliklerine ya da kurulan medrese miktarına göre değerlendirmek meseleyi çok yönlü ele almamızı engelleyecektir. Ayrı bir araştırma konusu olabilecek bu meseleye kısaca değinip geçeceğiz.

Osmanlı Devleti’nde ulema, pratik hayatı doğrudan etkilemesi itibariyle üzerinde en fazla durulan ve dolaysıyla da o zamana kadar en çok işlenme fırsatı bulunan fıkıh ve kelam ilimleri üzerinde durmuştur. Bu ilimlerden fıkıh, devletin teşkilat kurumlarını düzenlemekte ve yönetimde kullanılırken; kelam, ideoloji üretmede en önemli araçtı. Bu iki ilim dalı Osmanlıların en gözde ilgi alanları idi. Ahmet Yaşar Ocak’a göre bu sebeplerden dolayı “Osmanlı medreselerinin temel eğitim programları, doğrudan doğruya insan sağlığı ile ilgili tıp ve günlük hayatla sıkı sıkıya alakalı hesap ve hendese ile kısmen astronomi bir kenara bırakılacak olursa, esas itibariyle fıkıh ve kelam ile hiç şüphesiz bu ikisini besleyen iki temel kaynak olan tefsir ve hadis ve belki kısmen ahlak bilimleri oluşturuyordu”.4

Dönemin ihtiyaçları göz önünde tutulduğunda fıkıh ve kelam ilmine ilginin artması doğal bir süreçti. Özellikle kadılar fetihlerle birlikte karşılaşılan yeni sorunlar için çözümler

1 M.Hulusi Lekesiz, “Ottoman Scientific Mentality: An Essay On İts Formation, Development And Decline”,

Science In Islamic Civilisation, 52

2 M.Hulusi Lekesiz,a.g.m., 50 3 M.Hulusi Lekesiz, a.g.m.,51

üretmeleri gerekiyordu. Yeni türeyen ya da ihraç edilen itikadi akımları durdurmak ve ortadan kaldırmak için alimlerin gayretleri gerekiyordu. Bu ve daha önce zikrettiğimiz birbirine çok yakın sebeplerden dolayı fıkıh ve kelam öne çıkmış durumdaydı. Ayrıca Osmanlı âlimlerinin devlet içinde belli bir mevkiye gelmeleri için bu alanlarda ya da bunlara paralel olan tefsir ve hadiste maharet göstermeleri gerekiyordu.1 Bu sebeple daha çok fıkıh, akaid, tefsir konularında eserler verildiğini görüyoruz.

Osmanlı’daki ilmi çalışmaların fıkıh, kelam ve tefsir üzerinde yoğunlaşması önemli bir noktadır. Ancak gözardı edemeyeceğimiz akıllara gelen önemli konulardan biri de şudur: Gerek hukuk alanında gerek kelam ve tefsirde telif edilen her eserde hadisin rolü büyüktür. Bir alim, hadis ilmini ihmal edip mükemmel bir eser ortaya koyamaz. Aynı şekilde bir alim, mükemmel bir müfessir, fakih veya filozof olmasa bile çok iyi bir muhaddis olabilir. Ancak iyi bir hadis ilmine sahip olmayan biri mükemmel müfessir yada fakih olamaz. Bu sebeple Osmanlı alimleri, kendilerini Kur’an-ı Kerim ve hadis ilmi ile donattıktan sonra farklı alanlarda muteber eserler vermişlerdir. Mesela Molla Lütfi felsefe alanında telif ettiği Hâşiye alâ Şerhi’l-Mevâkıf’ta müstefîd akıl ve sezgiden bahsederken hadisçiliğini de kullanarak sezginin son mertebesini “:Kulum nafile ibadetlerle bana öyle yaklaşır ki sonunda onu severim. Onu sevdiğim zaman işiten kulağı…”diye devam eden kutsî hadisteki mertebenin olduğunu vurgular. Ancak bu düşüncenin zıddını destekleyecek örnekler bulmak da mümkündür. Felsefik bir eser, ayet ve hadislerle şekillenirken buna muhalif olarak hadisle ilgili yazılan eserlerde mevzu rivayetler kullanıldığı görülmektedir. Mesala muhaddisliği sebebiyle çalışmamıza konu ettiğimiz İbn Kemal Paşa Şerhu Ehâdis el-Erbaîn adlı eserinde İbn Teymiyye, Âlûsî ve Leknevî’nin mevzu kabul ettiği bir rivayeti hadis olarak ele almaktadır. Genel olarak eserlerin ilmî nitelikleri, hadis ilmine katkıları geniş ve uzmanlık isteyen bir konudur.

Çalışmamız sonucunda Osmanlı Devleti’nde hadis çalışmalarının nasıl bir seyir takip ettiği hakkında bir fikir sunabilmek oldukça güçtür. Sadece hadis değil tüm dini ilimlerin gelişim süreçleri, Osmanlı alimlerinin bu ilimlere katkısı ile ilgili bir değerlendirme yapmak da o denli zordur. Günümüz tarihçilerinin ittifakla kabul ettikleri2 bu durum ancak, Osmanlı Devleti’nde hangi alimlerin yetiştiği, hangi eserleri kaleme aldıkları, ne gibi fikirler geliştirdikleri ve dini ilimlere ne gibi katkılar sağladıkları konusunda monografik çalışmalar

1 Ahmet Yaşar Ocak, a.g.m., 255

2 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ(1300-1600) , 181; Ahmet Yaşar Ocak, “Dini bilimler ve

hazırlandıkça ortaya çıkacaktır. Ne yazık ki diğer ilim dallarında olduğu gibi hadis alanında da müstakil çalışmalardan maalesef mahrumuz.

Yukarıda bahsi geçtiği üzere Osmanlı’da orijinal eserler tahminin çok altında seyretmiş; genellikle şerh, haşiye, talik risalelere itibar edilmiş ve eski eserler değişik yönleriyle bu çalışmalarla değerlendirilmiştir. Bahsedilen dönemde orijinal olarak yazılmış bir eserin günümüze kadar ulaşamama ihtimali üzerinde de durulmuştur. Ancak Ali Osman Koçkuzu’nun da belirttiği gibi “böyle eserler, şahıslar, devirler olsa idi mutlaka civardakiler ondan etkilenir; eserlerine nakiller yaparlar ve ilmi çalışmalar kaybolup gitmezdi”.1

Orijinal eserlerin çok az, hatta olmayışını Ahmet Yaşar Ocak, Gazali sonrası alimlerin orijinal eserler vermediklerini ve eski alimlerin izinden giderek dini ilimlerde geleneksel bir sayfa açtıklarını; Osmanlı ulemasının da dini ilimleri bu alimlerden miras aldıklarını kaydeder.2 Halil İnalcık, Peygambere en yakın kaynak olarak nitelendirilen Sahabe’nin ve ondan sonra gelen Tabi’un’un en güvenilir delillerin sözcüsü sayıldığından ve yakın