• Sonuç bulunamadı

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e seçkinler yapısı ve seçkinci dönüşüm

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e seçkinler yapısı ve seçkinci dönüşüm"

Copied!
147
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANA BİLİM DALI

SOSYOLOJİ BİLİM DALI

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E

SEÇKİNLER YAPISI VE SEÇKİNCİ DÖNÜŞÜM

Danışman

Doç. Dr. Mustafa AYDIN

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan

Adem KAHRİMAN

(2)
(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Adem KAHRİMAN

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

Adem KAHRİMAN tarafından hazırlanan “OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E SEÇKİNLER YAPISI VE SEÇKİNCİ DÖNÜŞÜM başlıklı bu çalışma 19/11/2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Doç.Dr. Mustafa AYDIN Başkan İmza Prof.Dr. Abdullah TOPÇUOĞLU Üye İmza

(5)

ÖNSÖZ

Bu çalışma, Osmanlı Devleti’nden günümüz Cumhuriyet Türkiye’sine kadar devlet-toplum ilişkisini, bunun kurumsal ve politik ilişkiler sürecini, seçkinler paralelinde izlemeye dönük mütevazı bir değerlendirmedir. Çalışma sırasında elde ettiğim tecrübe, akademik hayatım için önemli bir yer teşkil etmektedir. Sosyal yapılar canlıdır ve değişir-dönüşür ilkesinden hareketle, toplumsal dinamiklerin temelinde yatan seçkinler yapısı gerçeğini, sosyal yapı analizleri yaparak bilimsel bir çerçevede inceleme gayretine girdik.

Çalışma boyunca beni yalnız bırakmayan ve tezimin her aşamasında fikir pratiği yaptığım canım ağabeylerim Murat ve Kamil’e, sevgili kardeşlerim Serkan Yaman, Eyyüb Özcan, Raşit Çolak ve Ertan Gül’e, teknik anlamda yol ve yöntem oluşturmamda desteklerini esirgemeyen hocalarım, Mahmut H. Akın ve Mehmet Ali Aydemir’e, kaynak taramamda hep yanımda olan değerli dostlarım Mustafa Süha Öztürk, İsmail Yılmaz ve Çağlar Antürk’e, sonsuz teşekkür ederim. Ayrıca Selçuk Üniversitesi Sosyoloji bölümündeki diğer hocalarıma da eğitimim süresince sosyolojik bakış açıları ve akademik kimlikleri ile bana örnek oldukları için sonsuz saygılar sunarım. Beni her daim teşvik eden canım anneme ve sevgili Nurşen’e, özellikle tüm çalışmalarımda benden hiçbir konuda yardımlarını esirgemeyen, bana bir cümlesi ile engin ufuklar sunan, çok sevgili ve son derece saygıdeğer hocam, Doç. Dr. Mustafa Aydın’a sonsuz ve içten bir teşekkürü borç biliyorum.

Adem KAHRİMAN KONYA – 2009

(6)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Adem KAHRİMAN Numarası: 064205001008 Ana Bilim /

Bilim Dalı Sosyoloji

Ö

ğr

enc

ini

n

Danışmanı Doç. Dr. Mustafa AYDIN

Tezin Adı Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Seçkinler Yapısı ve Seçkinci Dönüşüm

ÖZET

Bu tezde, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Seçkinler Yapısı ve Seçkinci Dönüşüm konusu işlenmiştir. Bu çalışma, genel olarak seçkinler ve seçkinciliği açıklayarak, Türkiye’deki siyasal, sosyal ve ekonomik alanlardaki değişimi, Türkiye’deki seçkin sınıfların uzun tarihsel arka planını da dikkate alarak değerlendirmeye çalışmaktadır. Bunun içinde öncelikle Osmanlı’nın kuruluş, yükseliş dönemlerini ve sonrasında, Osmanlı’da başlayan modernleşme süreciyle seçkinlerin devlet ile olan ilişkisini irdelemektedir. Ayrıca tarihsel bir süreklilik içinde Osmanlı son döneminden başlayarak Cumhuriyet ile varlığını devam ettiren seçkinlerin, seçkinci bir yapıya dönüşmeleriyle toplumsal ve siyasal alanda oynadıkları rollere ilişkin geniş değerlendirmeler de içermektedir. Daha sonra günümüz Türkiye'sinde siyasal, sosyal ve ekonomik alanda önemli konumlara yükselen yeni seçkinlerin sosyolojik ve siyasal kökenleri üzerinde durulmaktadır. Teorik olarak hazırladığımız tezimizde, kaynak taraması ve teorik anlatım yöntemi kullanılmıştır. Kitaplar, makaleler, tezler, dergiler, yapılan araştırmalar, gazete yazıları ve internet siteleri ile kullanılan kaynaklar çerçevesinde Türkiye’deki seçkinci yapının tarihsel gelişimi konusunda düşünsel bir çerçeve oluşturulmaya çalışılmıştır.

(7)

Genel olarak bu çalışma Türkiye'de siyasal iktidarın nasıl şekillendiği, ürettiği politikaların arka planındaki sınıfsal kaygıların, seçkinci çatışmaların ve seçkinci yapıdaki çıkarların ne derece belirleyici olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran kadronun amacı, en azından dönemin aydınları tarafından dile getirildiği şekliyle sınıfsız ve imtiyazsız toplumsal yapı oluşturarak bir devlet kurmaktı; ancak bu seçkinci yapının siyasal ve toplumsal olarak uyguladığı politikalar, korporatist bir toplum tasarımını mümkün kılmayacak kadar seçkinciliğe dönüştü. Bu tez tam da bu seçkinciliğin somutlaştığı noktada değişen, dönüşen aktörleri ve kurumları, tarihsel bağlam içinde ele alan bir çalışma niteliği taşımaktadır.

Anahtar Kavramlar: Seçkinler, Seçkincilik, Cumhuriyet, İktidar, Değişim, Dönüşüm, Sosyal Sınıf, Siyasal Seçkinler, Sivil Bürokratik Seçkinler, Devletçi Seçkinler, Askeri Seçkinler, Modernleşme.

(8)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Adem KAHRİMAN Numarası: 064205001008 Ana Bilim /

Bilim Dalı Sosyoloji

Ö

ğr

enc

ini

n

Danışmanı Doç. Dr. Mustafa AYDIN

Tezin İngilizce Adı Sutructure of the Elite and elite alternation from The Otoman to Repuclic was made Thesis subject

SUMMARY

In this post graduate thesis Sutructure of the Elite and elite alternation from The Otoman to Repuclic was studied. This study, by explaining elite and being elitist tries to evaluate alternation in political social and economical fields within considering long historical background of the elite in Turkey. For this reason it deals with Ottoman’s construction, rising and after that the relation of the elite with state. It also ıncludes a large evaluation about transformation of the elite beginning from the last period of Otoman Empire to republic and social and political roles they take. After that it points out sociological and political origins of the new elite which have promoted to important posts in political, social and economical fields. In our theoretically prepared thesis source research and theoretic method is usedIn the thesis an ideal frame about the historical development was tried to form under the frame of books essays, thesis, made researchs, paper writings and websites.

Generally the thesis tries to state how political government was structured in Turkey, how produced class anxieties were defining in the elitist struggleand benefits of the elit structure. The aim of the staff constructed Turkish Republic was to

(9)

establish a state by classless society at least according to the speech of intellectuals of the period however political and social policies that this structure applied have become elite that disables corporatist society. The thesis takes the qualificaiton that studies actors and institutes which elitism has made concrete from historical perspective.

Key Words: The Elite, Elitism, Republic, Government, Alternation, Transformation, Social Class, Political Elite, Civil Bureaucratic Elite, State Elite, Military Elite, Modernization.

(10)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI... ii

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... iii

ÖNSÖZ ...iv ÖZET ...v SUMMARY ... vii İÇİNDEKİLER ...ix GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM GENEL OLARAK SEÇKİNLER VE SEÇKİNCİLİK 1.1. Genel Olarak Seçkinler ... 3

1.2. Seçkinler Kavramının Karmaşıklığı ... 12

1.3. Sosyolojik Olarak Seçkinlerin Tanımı... 14

1.4. Seçkinler ve Seçkincilik... 15

İKİNCİ BÖLÜM OSMANLI'DAN CUMHURİYET'E SEÇKİNLER YAPISI 2.1. Osmanlı’nın Toplumsal ve Siyasal Tarihine Bir Bakış ... 18

2.2. Osmanlı Seçkinler Yapısı... 20

2.3. Osmanlı Kuruluş Dönemi Seçkinler Yapısının Tarihsel Gelişimi ... 25

2.4. Osmanlı Yükseliş Dönemi Seçkinler Yapısı... 27

2.5. Batılılaşma Sürecinde Seçkinler Yapısının Dönüşümü ... 28

2.5.1. Tanzimant Fermanı ve Tanzimat Dönemi... 28

2.5.2. Jön Türkler... 31

(11)

2.5.4. I.Meşrutiyet ... 37

2.5.5. II. Meşrutiyet ... 40

2.6. Osmanlı’nın Son Döneminde Seçkinler Dönüşümüne Modernleşmenin Etkisi.... 46

2.7. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Modernleşen Bürokrasi ve Seçkinler... 52

2.8. Ara Dönem Bürokratik Yapısında Seçkinler ... 61

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM CUMHURİYET DÖNEMİ SEÇKİNCİ YAPILANMA 3.1. Cumhuriyet Dönemi Seçkinlerden Seçkincilere ... 64

3.2. Cumhuriyet Dönemi Siyasal Gelişmeler ve Modern Bürokrasi... 71

3.3. Yeni Cumhuriyet Türkiye’sinde Siyasal Seçkinci Yapılanma... 71

3.4. Türkiye Cumhuriyeti’nde Siyasal Seçkinlerin Dönüşümü ... 75

3.5. Yeni Cumhuriyet Türkiye’sinde Bürokratik Seçkinci Yapılanma ... 77

3.6. Türkiye'de Bürokrasi ve Siyaset Arasındaki İlişkinin Kökeni... 80

3.7. Cumhuriyet Dönemi Seçkinci Yapılanma İle Dönüşen Türk Kamu Yönetimi... 83

3.8. Tek Parti Yönetimi ve Devletçi Seçkinci Yapılanma... 86

3.9. Çok Partili Dönem ve Demokrat Parti... 90

3.10. Askeri Seçkinci Yapılanmanın Siyasete Müdalalesi ... 96

3.11. Sivil Bürokrat ve Askeri Seçkinlerin Siyasal Yapıyı Dönüştürmeleri ... 107

3.12. Turgut Özal ve Yeni Siyasal Seçkinler ... 114

3.13. Türkiye'de Seçkinciliğin Arka Planı ve Toplumsal Yaşama Etkileri...117

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ...121

KAYNAKÇA ...125

(12)
(13)

GİRİŞ

Sosyal düzenin açılımlarından olan siyasetin en önemli aktörlerinden biri niteliğini taşıyan seçkinler yapısının, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Türk siyasal yaşamı içindeki rolünün ne olduğu, seçkinler yapısının ne gibi dönüşümler yaşadığı ve bunun toplumsal yapıya nasıl yansıdığı sosyolojik olarak ele alınmaktadır.

Türkiye, Osmanlıdan günümüze kadar seçkinler paralelinde seçkin sınıfların, zümrelerin ya da grupların oldukça belirleyici olduğu, siyasal tarihinin aynı zamanda sosyal tarihini de oluşturduğu bir ülke özelliği taşımaktadır. Böyle olunca seçkin sınıflar ekseninden hareketle Türkiye'nin uzun tarihsel süreç içindeki siyasal, sosyal ve ekonomik düzenine ilişkin genel bir fikre ulaşmak mümkün hale gelmektedir. Bu tezde böyle bir iddiadan hareketle Türkiye'nin uzun soluklu tarihini ana hatlarıyla, seçkinler ekseninde bir değerlendirme çalışmasıdır.

Üç bölüm olarak tasarlanan tezin ilk bölümü, "Genel olarak Seçkinler ve Seçkincilik" başlığı altında, seçkin kavramını teorik bir zeminde tartışmaya dönüktür. Sosyoloji literatüründe seçkin kavramına ilişkin temel yaklaşımlar ve bu yaklaşımlarla ilgili tartışmalara kısa bir şekilde değinilmekte; seçkin kavramının karmaşıklığı, sosyolojik olarak seçkinlerin tanımı, seçkinlerin dolaşımı ve bir seçkinler türü olarak seçkincilik konuları alt başlıklar altında değerlendirilmeye çalışılmaktadır.

İkinci bölümde, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Seçkinler Yapısı”, tarihsel süreç içerisinde daha ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmektedir. Bu kısımda özellikle seçkinlerden veya seçkin sınıflardan hareketle bir değerlendirme yapmaktan ziyade daha çok Osmanlı tarihinde önemli dönüm noktalarını oluşturan süreçler ekseninde seçkinlerin nasıl bir durum içinde olduklarına ilişkin durumsal analiz yapılmaya çalışılmaktadır. Ayrıca seçkinlerin devlet ile olan ilişkisi, devletin seçkin sınıflara yaklaşımı gibi konular, ana temayı oluşturmaktadır.

Üçüncü bölümde ise “Cumhuriyet Dönemi Seçkinci Yapılanma”, başlığı altında Cumhuriyet Türkiye'sinde ki seçkinler üzerinde durulmaktadır. Bu bölümde, Osmanlıdan Miras olarak geçen bürokratik yapının ve siyasal felsefenin dönüşerek

(14)

yeniden yapılanması ve bu dönüşümle seçkinlerden seçkinci bir yapıya uzanan Cumhuriyet dönemi seçkinleri ayrı ayrı değerlendirilmektedir.

Bu seçkinci yapılanmanın Türkiye’de ki siyasal alan üzerindeki etkisi, seçkinlerin siyasi birer aktör olarak Türkiye'nin iç ve dış politikasında ki belirleyici durumları irdelenmeye çalışılmaktadır. İşte bu çalışma Türkiye’deki seçkinler yapısının dönüşümünü konu edinmektedir.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

GENEL OLARAK SEÇKİNLER VE SEÇKİNCİLİK

1.1. Genel Olarak Seçkinler

Toplum bireylerden oluşmaktadır. Bireylerin farklılıklarına rağmen bir arada yaşamaları zamanla kültürel zenginlik oluşturmakta ve bireylerden doğan farklılıklardan genel bir toplumsal yapı oluşmaktadır. Bu yapı, kuşkusuz tarihsel bir yapıdır. Tarihsel bir yapı olan toplum, dinamik bir mahiyet taşıdığı gibi sürekli değişen bir durum ortaya koymaktadır. Ancak bu süregelen değişim içerisinde bireylerin konumunu etkileyen, kaynağını değişik nedenlerden alan, değişim hızının yavaş ve uzun süreli olduğu bir tabakalaşma sistemi her toplumda mevcuttur. Siyasetin alt yapısını toplum oluşturur. Siyasal sistem toplumsal yapının bir parçası-dır. Savunma, ihtiyaçların temini gibi zorunluluklar insanları birlikte yaşamaya zorlar, bu birliktelik bir düzen getirir ki buna toplumsal yapı denir. Bunun kamu alanı olarak nitelenen kısmında düzenleyici olarak bir kurumsallaşma devreye girer ki buna siyasal iktidar denir. “Kimler yönetmelidir” sorusu yüz yıllardır siyasal felsefenin konusu olmuştur. Bu soru aynı zamanda siyaset biliminin ana konusudur. Klasik siyasal kuramlar her iki soruyu da yanıtlamaya çalışmışlardır. Günümüz siyasal bilimcileri de her iki soruyla ilgilenmektedir. “Kimler yönetiyor” sorusuna bu güne kadar verilen yanıtlarlar yetersiz kalmıştır. Seçkinlerin davranışlarını ve tutumlarını öngörebilmek için yapılan bilimsel çalışmalar yeni başlamış sayılabilir.

Sosyal hayatın en önemli yasalarından birisi şüphesiz bireyler arasında bir eşitsizlik ilkesinin hakim olması ve buna dayalı olarak da bir merkezileşmenin, bir tabakalı yapının oluşmasıdır. Sosyolojide buna statüleşme adı verilmektedir. Gerçekten de insanlar, biyolojik, psişik ve kültürel farklı konumlarda değişik güç düzeylerinde bulunmakta, karşılıklı etkileşimle herkes içinde bulunduğu güce göre farklı dereceler almaktadırlar. Toplumu meydana getiren aktörler en küçüğünden en büyüğüne kadar sosyal kişi, grup ve örgütler, ana gövdenin yatay ve dikey bölmelerinde altlı üstlü bir duruş meydana getirmektedirler. İşte statü, bu dikey ilişkiler düzeninin adıdır ve yapılanmanın en önemli öğelerinden birisidir. Esasen

(16)

sosyal yapı, eşitliğin bozulup kademeli bir konumun ortaya çıktığı, birilerinin merkezi hale geldiği sosyal olgular için kullanılan bir terimdir (Armağan, 1983: 10– 35).

Sosyolojide bir sosyal yapı içindeki bu ortak statüleri birleştiren bu sosyal basamaklara tabaka, bu oluşuma da tabakalaşma adı verilir. Toplumda bu basamaklar, pek çok insanı içine alan ortak özellikleri taşıyan kategori ve gruplar oluşturur. Siyasetin en temel esprisinin “yukarıda yöneten bir azınlık, aşağıda bir yönetilen çoğunluk” denklemi üzerine oturduğu göz önüne alınırsa seçkinler denen yönetici azınlığa giden bu yolda söz konusu edilen tabakalaşmanın önemi anlaşılmış olur. Bu bakımdan tabakalaşma üzerinde biraz durmakta yarar vardır. Gerçekten de toplu halde yaşayan insanlar sadece bir arada yanyana bulunmazlar, aynı zamanda altlı üstlü hiyerarşik bir yapı da oluştururlar, Yukarıya doğru daralan bir piramidin değişik basamaklarında yer alırlar (Aydın, 2006: 39–42). Toplumlarda sosyolojik olarak dünden bugüne fertlerin yerlerini belirleyen değişik ölçekler varolmuştur ki bunların en önemlileri: Soy, servet, meslek, eğitim/bilgi, din, yaş, cinsiyet, güçlülük ve güzellik vb. gibi biyolojik etkenlerdir. İyi dikkat edilince görülür ki bunlardan meslek, bilgi/eğitim, dini inanç gibi bir kısmı insanların iradi çabalarıyla sonradan kazandıkları statülerdir, ama buna karşılık soy ve biyolojik etkenler, “verilmiş” statülerdir, elde edilmeleri insanların çabalarına bağlı değildir. Meselâ buna göre zenci olmak verilmiş, ama bir aydın olmak kazanılmış bir statüdür (Duverger, 1995: 132–161). Söz konusu statünün meydana getirdiği en önemli olgu sosyal tabakalaşmadır. Tabakalaşma aynı statüyü birleştiren ortak katların bir ifadesidir. Meselâ bilginlik bir statüdür, ama bilgililerin oluşturduğu ortak yapıya “aydınlar” de-nir ki bu bir sosyal tabakadır. Sosyal tabakalaşmanın en önemli görünümleri ise zümreler, sınıflar ve kastlardır. Genel olarak zümre, belli inanış düşünüş, yaşayış gibi daha çok kültürel eğilimleri ifade eden, sırf ekonomiye dayalı olmayan, belirgin ortak bir bilinç taşımayan, yavaş da olsa değişime açık sosyal tabakalardır. Meselâ buna göre esnaf, aydınlar birer zümredirler. Kast ise ekonomik, dini farklı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan ama değişkenliği olmayan sosyal tabakalardır, Hindistan örneğinde olduğu gibi. Burada toplum, yukarıdan aşağıya doğru Brahman, Ksatria, Vaişya, Şudra, katlarından oluşmaktadır. Hatta bunun yanında en alt kattaki Şudra’ya

(17)

bile giremeyen dolayısıyla insan sayılmayan bir “Parya” da vardır. Ölüm ve sonrasında yeniden dünyaya gelmenin (reenkarnasyonun) dışında hiç kimse bir kasttan diğerine geçemez (Aydın, 2006: 43–46).

Sınıf ise daha çok ekonomik nedenlere göre oluşmuş sosyal politik ve ekonomik yapılardır. Olgu olarak çok eskiyse de onu sosyal bilim literatüründe eksen bir kavram haline getiren Marx olmuştur. Tam bir tanım veremese de Marx’a göre sınıf, mülkiyet ekseninde doğan ve birbirleriyle çatışma halinde bulunan, üretilene sahip olma veya olamama esasına dayalı, sonuç olarak da bir sınıf bilinci taşıyan ikili sosyal yapılardır. Sınıfın zümreden farkı açık politik bir bilinç taşıması, kasttan farkı ise her şeye rağmen fertlerin bir sınıftan bir başka sınıfa geçebilmesidir. Marx’a göre bütün toplumlarda iki sınıf vardır ve bunlar gittikçe derinleşen bir kutuplaşmayla çatışmaya doğru giderler. Kapitalist toplumlarda bu sınıflar proletarya (işçi sınıfı) ve burjuva (zengin, komprador) sınıflarıdır. Bu çatışmada hâkim sınıf olan burjuva; hukuk, din, aile, gibi üst yapı adını verdiği bütün kurumları kullandığı gibi devleti de bu etkinliği için kullanır. Şüphesiz bu analiz ekonomik güç ile siyaset arasında bir ilişki kurma bakımından anlamlıdır. Ancak siyasal güç her haliyle ekonomik güce indirgenemez, dolayısıyla bu ilişkinin tersi de düşünülebilir (Kışlalı, 1999: 267–278). Marksizm'in tüm sosyal statüyü sınıf olgusuna indirgeme eğilimine karşılık Weber bunların farklı şeyler olduğunu belirtir ve basit bir ölçek de verir: Sınıf, paramızın nereden geldiğine; statü, ise bu gelen paranın nereye gittiğine bağlıdır (Weber, 1986: 101). Bir de statü, örgüt gerektirmezken sınıf, siyasal bir örgütlenmeyi gerektirir. Bizim burada sınıfla ilgilenmemizin nedeni de siyasetle olan bağlantısıdır. Bu bağlantının da seçkinlerin siyasete olan etkileri ile bağlantısı önemlidir. Ne var ki sınıf kavramı onun üzerinde duran Marksist teori de dâhil ciddi belirsizliklere sahiptir. Mesela köylülerin; beyaz yakalıların, memurların vb. nerede bulundukları hep tartışılagelmiştir. Ancak Marksizm’in açıkça gösterebildiği şey, onun siyasal ile olan ilişkisidir: Genelde sınıf bilinci ve üst yapının bir ifadesi olan ideoloji, siyasal muhtevalıdır ve hâkim sınıfın iktidarını işaretler. Ama partiler, hükümet, bürokrasi, vb. bazı durumlarda sınıfla bağlantılı olsalar bile, doğrudan sınıfsal değildirler. Kaldı ki kapital ve emek arasında doğan hizmet sektörü,

(18)

teknokratik yapılar klasik sınıf yapısını büyük çapta değişikliğe uğrattığı gibi siyasetle olan bağlantılarında da yeni konumlar ortaya çıkarmıştır.

Siyaset sosyolojisi açısından statüleşmenin en genel ifadesi, yukarıda bir “yönetenlerin” aşağıda ise çoğunlukta olan bir “yönetilenlerin” bulunmuş olmasıdır. Kendi aralarında da derecelere sahip bulunan, yani “yönetim” ile ilişkileri farklı olan “yönetilenler” toplumsal bir olgudur. Seçkinler yönetenler olarak değerlendirileceklerdir. Yöneten azınlık-yönetilen çoğunluk denklemi de “seçkin” kuramların en önemli tartışma noktasını oluşturacaktır. Aslında seçkinler farklı an-lamlarda kullanılmaktadır: İktidar seçkinleri, Yönetici seçkinler, statü seçkinleri vb. gibi. Önünde tanımlayıcı bir deyim kullanılmadığı zaman İktidar Seçkinleri, Siyasal Seçkin olarak anlaşılmalıdır (Runciman, 1986, 136).

Gerçekten de, “seçkinler kuramı” modern siyaset sosyolojisinin önemli sorunlarından birisidir ve konu üzerinde pek çok düşünür görüş ileri sürmüştür. Bunların en tanınmışları Gaetano Mosca, Vilfredo Pareto, C. W. Mills, Roberto Michels ve George Sorel’dir. Şüphesiz bu düşünürlerin söylediklerinde ortak noktalar vardır; seçkinlerin mahiyeti, işlevi ve işlerliği ve hatta adlandırılmasında benzerlikler söz konusudur. Mesela aynı olguya Mosca “yönetici sınıf” derken, Pareto “yönetici seçkinler”, Michels “Oligarşi” adını vermektedir. Yine tüm siyasal sistemlerin sonuç itibariyle bir grup yönetimi (oligarşi) niteliği taşıdığını savunmakla demokrasinin de en özgün eleştiricileri olarak gözükmektedirler (Runciman, 1986: 49–50). Her şeye rağmen değişken bir seçkinler anlayışıyla da, Marksizm’in istikrarlı sınıf olgusuna açık olmasa bile bir polemik oluşturmaktadırlar.

Seçkinci kuramcılar, ortak yönlerine rağmen farklı çizgilere de değinmektedirler. Bu bakımdan çok kısa da olsa Seçkin Kuramcılara, Mosca, Pareto, Michels, Wright Mills, Pluralistler ve Marksistlerin seçkinler anlayışlarını incelemekte yarar görüyorum. Amacımız bu düşünürlerin düşüncelerini enine boyuna yansıtmak degil. Biz bu düşünürlerin kuramlarında “seçkin” kavramına hangi nitelikleri yüklediklerini tezimiz açısından açıklayıcı anlam taşıması adına inceleyerek, daha sınırlı bir girişimde bulunacagız.

(19)

Mosca 1939 yılında ingilizceye çevrilen ana yapıtında seçkinlerle ilgili yöneten ve yönetilen ilişkisini açıklarken, şöyle yazıyordu: Tüm siyasal organizmalarda bulunabilecek değişmez gerçekler ve eğilimler arasında biri o kadar açıktır ki, en gelişi güzel bir bakışla bile bu gerçek hemen görülebilir. Tüm toplumlarda çok az gelişmiş ve uygarlığın şafağına ancak ulaşabilmiş toplumlardan, en çok gelişmiş ve en güçlü toplumlara kadar iki sınıf insan ortaya çıkar: “Yöneten sınıf” ve “yönetilen sınıf. Daha az sayıda üyesi olan ilk sınıf tüm siyasal işlevleri yerine getirir, iktidarı tekeline alır ve iktidarın getirdiği üstünlüklerden yararlanır, ikicisi, daha kalabalık olan sınıf ise, ilk sınıf tarafından bazen az çok hukuki, bazen az çok keyfi ve sert bir biçimde yönetilir ve denetlenir ve öncekine en azından, görünürde varlığını sürdürmek için gerekli maddesel olanakları ve siyasal organizmanın yaşamı için zorunlu olan araçları sağlar (Mosca, 1939: 50). Mosca seçkin deyimini kullanmamasına karşın seçkin ve kitle ayrımını ilk defa sistemleştiren siyasal bilimci sayılır. O1uşturduğu kuram ve ana yapıtının başlığı “Yönetici Sınıf” adını taşır. Mosca “Yönetici Sınıf” karşılığında, bazen “Siyasal Sınıf” deyimini de kullanmaktadir (Mosca, 1939: 53; Kapani, 1978: 86).

Mosca, toplumun dogasi hakkmda iki temel önerme sunmaktadır: ilk önermesi tek bir düşünceyle hareket eden örgütlenmiş. Bir azınlığın, örgütlenmemiş bir çoğunluğu egemenliği altına almasının kaçınılmaz olduğudur. İkincisi ise, degişik zamanlarda ve degişik yerlerdeki yönetici sınıflar arasındaki ayrılıkları gösterebilmek için geliştirmiştir. Bu “siyasal formül” olarak adlandırılır; yönetici sınıfların toplum üzerindeki iktidarlarini haklı göstermek için ileri sürdükleri degişik ideolojiler ve değerleri içerir. Siyasal bilim bu degişik ve çeşitli yönetici sınıfların ve formüllerin incelenmesinden başka bir şey degildir. Mosca’ya göre yönetici azınlığa dahil olan kişiler genellikle bazı üstün yeteneklere sahip olan ya da görünüşte sahip oldukları bazı yetenekleri dolayısıyla toplumda saygınlık ve etkinlik kazanmış kişilerdir (Zannoni, 1978: 7–13). Seçkin ve seçkinler sözcüğü akla hemen Pareto adını getirir. Gerçekten de bu deyimi siyasal bilimlere ilk sokan, seçkinlerle ilgili ilk tam ve organik bir kuram oluşturan da O’dur. Pareto’nun insan anlayışı temel olarak eşitsizlik ilkesine dayanır (Zannoni, 1978: 16).

(20)

Pareto'nun bu söylediklerinden seçkinlerin içinde yer almak için üstün yete-neğin gerekli olduğu; fakat bunun yönetici seçkinlerin bir parçası olmak için yetmediği sonucunu çıkarabiliriz. Pareto yönetici ve yönetici olmayan seçkini iki “değişken”e göre ayırmaktadır. Yönetici seçkindeki değişiklik, güç dengesindeki değişiklikten ve bu iki seçkin türü arasındaki denge yapısının değişmesinden doğmaktadır (Pareto, 2005: 2–9). Kısaca açıklarsak eğer, Pareto’nun kuramında toplumda en başarılı olanlar seçkinleri oluştururlar. En başarılı bilim adamlarından tutunda en başarılı siyasetçilere bunların hepsi seçkinler grubu içinde yer alırlar. Her toplum kesiminin en başarılıları kendi içlerinde bir yapı oluştururlar. Bu aristokrat yapı içinde en büyük çelişki, seçkin azınlık ile seçkin olmayan çoğunluk arasındadır. Pareto’ya göre üstün özellik taşıyan kişilerdir. Ama onların nesilleri aynı üstün nitelikleri taşımayabilirler. Aile ve soyun yanı sıra varlıklı, akıllı, yetenekli ve sağlam ahlaklı olmakta seçkinlik ölçütleri arasında yer alır. (Pareto, 2005: 7–17).

Seçkinlerin nitelik olarak zayıflamaları yada sayıca azalmaları, seçkinlerin yerini başka seçkinlerin alması için ortam hazırlar. Eğer seçkinler, toplumun alt tabakalarından ortaya çıkan en başarılıları aralarına alabilirlerse seçkinlerin dolaşımı gerçekleşmiş olur. (Bottomore,1990:51-55). Özellikle yönetici seçkinlerin yönetici seçkin niteliği taşıyan ve alttan gelen seçkinlere hayat hakkı tanımaması, tüm yolları ve kapıları kapatması sonucu iktidar kavgası sertleşir ve seçkinlerin toptan değişimi olayı ile karşılaşılır. Bu durum Pareto’ya göre devrimdir. (Bottomore,1990:86-89). Pareto’nun kuramı çoğu bilim adamı tarafından hayranlıkla incelendi. Metron ve Parsons’un kuramlarının çıkış basamaklarıdır seçkinlerin dolaşımı. Sosyal yapının analiz edilmesinde ve seçkinlerin yer değiştirmesinde kültürün ve içinde yaşanılan toplumun etkisi de göz ardı edilmemeli.

Ostrogovsky ve Michels’in seçkin anlayışı, Mosca ve Pareto’dan seçkin sözcüğünün kapsadığı alan bakımından ayrılır. Mosca ve Pareto’da seçkin sözcüğünün alanı bütün toplum olduğu halde, Ostrogovsky ve Michels karmaşık örgütlerde seçkinlerin oluşması ve nitelikleri ile ilgilenirler. Mosca ve Paıeto’nun tersine, Michels seçkin-seçkin olmayan ayranının ölçütünü bazı kişiliksel üstünlüklere bağlamaz. Seçkin olmada belirleyici etken, kişilerin örgütlerde ellerinde tuttukları yerler ve o mevkide bulunmanın sağladığı iktidarın kullanımıdır. İktidar kullanımı

(21)

mevkiyle doğrudan doğruya ilgilidir. Michels’e göre, seçkinlerin tanıtıcı özelliği salt büyük örgütlerin az sayıda insan tarafından yönetilmesi değil, bu yönetici azınlığın zaman içinde değişmemesidir (Turhan, 1991: 29–36). Michels'in liderliğin oligarşik niteliğine ilişkin bu gözlemleri “Oligarşinin Demir Yasası” diye anılır. Michels siyasal partilerdeki oligarşi eğilimini esas olarak üç nedene bağlamaktadır: Teknik etken, yığınların kendilerini doğrudan doğruya yönetmelerini olanaksızlaştırır, çünkü tüm büyük örgütler kaçınılmaz olarak teknik uzmanlaşmayı ve uzman liderliği gerekli kılar. Entellektüel etkenler olarak Michels büyük ve karmaşık bir örgütte uzmanlaşmış, yönettikleri yığınlardan daha yüksek bir kültür düzeyine erişmiş ve bu nedenle yönetilenler için “kolay kolay vazgeçilemiyecek” niteliklere bürünmüş kişiler olduklarını belirtir. Bu çevresel niteliklere ek olarak, Michels yığınların güçlü ve istikrarlı liderlik gereksinmesinden sözetmektedir. Bu psikolojik gereksinme, liderlerin yığınlar gözünde yüceltilmelerini ve "üstün insan" olduklarına inanılması sonucunu doğurur. Liderlerin böyle algılanmaları ise onların örgütteki iktidarlarını güçlendirir (Özbudun, 1977: 8–9).

Wright Mills’in seçkin anlayışı hem dağınık hem de karışıktır; Mills'in seçkin kavramının iki "değişken"e bağlı olduğu söylenebilir: Toplumda egemen kurumları elde bulundurmak ve toplumun üst katmanlarından birine üye olmak. Her endüstrileşmiş toplumda üç egemen kurum vardır: Askeri, ticari ve siyasi. Bu kurumlardaki hiyerarşinin en üst kesimlerinde bulunan gruplara Mills, “İktidar Seçkinleri” adını verir (Mills, 1974: 2–12). İktidar seçkinlerini egemen sınıf oluşturmamakla birlikte, çıkarları, toplumsal kökenleri ve dünya görüşleri açısından aralarında sıkı bir bağ ve dayanışma olan kişilerden oluşur. Toplumda tüm iktidar gitgide bu üçlü azınlık elinde toplanmakla ve yığınların siyasal kararlara katılmaları olanaksızlaşmaya başlamaktadır (Turhan, 1991: 35). Çağdaş seçkin kavramları içinde pluralistlerin seçkin anlayışı siyasal bilimde hayli yankı uyandırmıştır. Pluralistler seçkinler sorunuyla çok yakından ilgilidirler. Gerçekte pluralizm, belirli bir demokrasi kuramıdır. Demokrasi, azınlığın değil, çoğunluğun yönetimini gerektirir. Bu nedenden de pluralizmin seçkinler kuramıyla bağdaşması olanaksız gibi görünmektedir. Ancak çoğunluk yönetimini, “halkın doğrudan doğruya yönetimi”

(22)

biçiminde değil, çoğunluğun kendisini yönetecek seçkinleri seçmesi olarak ele alırsak o zaman seçkinlerin varlığı demokrasi ile bağdaşabilir.

Lasswell yıllarca önce yönetimin her zaman bir azınlığın elinde olduğunu; temel sorunun ise liderleri uygulamalarından dolayı sorumlu tutabilmeye bağlı olduğunu belirtmişti (Lasswell, 1965; 3–19). Joseph Schumpeter demokrasinin açık bir yarışma sonucunda halkın güvenini kazanan siyasal kadronun toplumu yönetmesini öngören bir yöntem olduğunu söylemektedir. Raymond Aron’a göre, iki ideal tip toplum ayırt edilebilir: Seçkinlerin tek bir grup olarak birleştiği ve çeşitli seçkin gruplarının birbirleriyle az veya çok açık bir yarışma içinde bulunduğu toplumlar (Aron, 1973: 133).

Robert Dahl, pluralist seçkin anlayışını siyasal güç kaynaklarının eşitsiz dağılımına dayandırmaktadır. Dağıtılmış eşitsizlikler sistemi, şimdiye kadar yapmış olduğumuz seçkin-seçkin olmayan ayrımını yıkmaktadır. Hiç kimse kaynakların tümüne sahip olamayacağından, bir grubun da tüm iktidarı tekeline alması söz konusu olamaz. Toplumda tek bir seçkin değil, çeşitli kaynaklara dayanan ve birbiriyle yarışma içinde çok sayıda seçkinler bulunur. Bu çok sayıdaki seçkinlerden her birinin nitelendirilmesi, özel bir siyasal kaynağa daha fazla sahip olması açısından sistemin koşuludur. Sartori demokrasiyi açık, birbirleriyle yarışan azınlıkları sürekli olarak yaratan ve bu azınlıkların, seçmenlerin gelecek seçimlerde nasıl tepki gösterecekleri tahminleri ile yönlendirildiği bir sistem olarak tanımlamaktadır (Sartori, 1978: 79). Şimdiye kadar geliştirilmiş toplum kuramları içinde en kapsayıcı olanı Marx’ın kuramı da seçkin sorunuyla yakından ilgilidir. Marksizmde seçkin kavramını anlamak için bu kuramdaki sınıf kuramından söz etmek gerekir. Biz burada Marx’ın sınıf kavramına yalnızca seçkin kavramını ilgilendirdiği ölçüde değineceğiz. Karl Marx da toplumu Üretim araçlarına sahip olanlar ve üretim araçlarına sahip olmayan işçi sınıfı olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Marx’a göre, tarihin tüm aşamalarında görülen toplum tiplerinde, bir sınıf ötekine göre daha üstündür. Marx bu sınıfa egemen sınıf diyor. Kapitalist toplumda bu sınıf burjuvazidir. Burjuvazi üretim araçlarının sahibi olarak önce ekonomik bakımdan topluma egemendir. Ekonomik üstünlük ise siyasal üstünlüğü sağlar. Marx’a göre siyasal iktidar her zaman egemen sınıfın elinde olmuştur. Uygar toplumun özeti,

(23)

Marx ve Engels’e göre, yalnızca egemen sınıfların devleti olan ve her zaman ezilen sınıfı bağımlılık içinde tutmaya yarayan bir devlettir. Marx'ın sınıf kavramı temel olarak ekonomiktir. Sınıf, gruplarının üretim araçlarıyla olan mülkiyet ilişkilerine göre tanımlanmıştır. Nispeten gelişmiş bir iş bölümü sınıfların var olması için gereklidir. Marx esas olarak iki sınıfın olduğunu söylemektedir. Bu iki sınıf, üretim araçlarının sahibi olan bir azınlık ile üretim aracı sahibi olmayan halkın çoğunluğundan oluşur (Kışlalı, 1999: 69–74). Bu azınlık ile çoğunluk arasındaki ilişki azınlığın bu durumunu çoğunluğu sömürmek için kullanması biçiminde ortaya çıkar. Sonuç olarak, sınıf olgusunun ortaya çıkabilmesi bakımından zorunlu olan artı-ürünün oluşturulabilmesi için toplumda nispeten gelişmiş bir iş bölümünün gerektiğini söyler. Sınıf tümüyle ekonomik bir kavram olduğu halde seçkin, siyasal bir kavramdır. Ekonomiyle siyaset arasında ilişkinin kurulması çözülmesi güç sorunlar yaratmaktadır. Marx ekonomik ve siyasal iktidar arasındaki ilişkiye çok az değinmiştir. Marx’da en çok dikkat edilmesi gereken sorunlardan biri, siyasetin ekonomiye bağımlı tutulmasıdır. Marx’ın yazılarında aradaki ilişki açık değildir. Ekonomik iktidarı, siyasal iktidara ve üretim araçlarına sahip olan azınlığı yönetici sınıfa, dönüştüren etmen devlettir. Marx’a göre devlet ekonomik yapının ortaya çıkardığı sınıf ilişkilerinin siyasal görünümünden başka bir şey değildir. Devlet aracılığıyla, ekonomik iktidar siyasal iktidar olmakta ve azınlığın çoğunluk üzerindeki ekonomik sömürüsü, siyasal üstünlüğünü sağlamasına dönüşmektedir. Öyleyse, Marksist düşüncede siyasal seçkinlerin devlet kurumu aracılığıyla siyasal iktidarı kullanan üretim araçları sahibi sınıf olarak tanımlayabiliriz (Zannoni, 1978: 15).

Bütün bu kuramlar üstüne denebilir ki bir toplumda seçkinler doğaldır ve bu olgu kaçınılmazdır. Sıradan bir sosyal faaliyetin başarılı biçimde yürütülebilmesi için gereklidir. Yüz yüze ilişkilerde bulunabilen grup ve örgütlerde bile bir yürütme biri-mi olur, mesele 300 personel çalıştıran bir özel eğitim kurumunda, 4 kişilik seçilbiri-miş bir yönetim kurulu bulunur. Bunların toplanıp karar vermeleri kolaydır. Kaldı ki bu beş kişinin düşünce potansiyeli, kendi çıkarlarına indirgememek kaydıyla kurum çalışanlarının potansiyeline yakındır. Basitçe ifade etmek gerekirse sorumlu kılmak ve denetlemek, hesap sormak ve hesap vermek işlemleri içinde herkesin yönetici

(24)

olmasından daha verimli bir sonuç elde edilebilir. Kaldı ki yüz yüze ilişki imkânı ol-mayan insan birlikteliklerinde seçkinler daha bir zorunluluk haline gelir. Demek ki burada sorun seçkinlerin varlığı değil, çoğunlukla ilişkisi, varlık sebebini kendisine indirgeyip indirgememesidir.

1.2. Seçkinler Kavramının Karmaşıklığı

Bir kavramı ya da olguyu açıklayarak kavramı yararlı ve kullanışlı yapan, içerdiği anlamlar ve açıkladığı öğelerdir. Bir kavramın karmaşık olmasının ilk nedeni, kavramı ifade eden sözcükle anlamı arasında açık ve kesin olmayan ilişkiden doğan kavramın bulanıklığıdır. İkincisi ise, kelimenin anlamıyla, anlamın içerdiği öğeler arasındaki ilişkinin iyi tanımlanamamasından ortaya çıkan kavramın belirsizliğidir. Bir kavram iki nedenden dolayi bulanık bir görünüm alır. Bunlar ayrı deyimlerin aynı anlamlarda, ya da aynı sözcüğün değişik anlamlarda kullanılmasıdır. “Seçkin kavramı” değişik yüzyıllarda, değişik kültürel ve entellektüel çevrelerde, degişik insanlar tarafından tümüyle farklı olguları veya aynı olguların çeşitli niteliklerini göstermek için kullanılmıştır (Zannoni, 1978: 4). Mosca. Pareto, Michels, Mills, Pluralistler ve Marksisder seçkinler deyimini birbirinden çok değişik anlamlarda kullanmışlardır. Bu kullanmalardaki farklılığı belirlemek için üç temel öğeye başvurulabilir: seçkin deyiminin anlamının alanı, seçkin-seçkin olmayan ayrımını sağlayan ölçütler ve seçkin iktidarının kaynakları. Seçkin sözcüğünün çeşitli anlaşılma biçimleri bu üç öğe açısından gözden geçirildiğinde birbirinden çok farklı anlamlar içerdiği görülmekledir. Bu nedenle seçkin kavramının çok “bulanık” oldugu söylenebilirse de, bizce anlamsız olarak da nitelendirilemez; çünkü seçkin kavramının çeşitli anlaşılma biçimlerinde benzerliklerin varolduğunu belirtmek gerekir. Bu benzerlikler, Zannoni'ye göre, şu biçimde özetlenebilir: Üstünlük (“seçkin bireyler” düşüncesi), sayı (“seçkin bireylerin” azlığı), seçkin-seçkin olmayan ayrımının ölçütleri (seçmenin kıstasları) ve seçkinlerin iktidarının kaynakları (azınlığın siyasal üstünlük durumunun kaynaklan). Seçkin kavramının çeşitli anlaşılış biçimleri yalnızca bu boyutların alt dizileridir (Zannoni, 1978: 20).

Bulanıklığın ikinci nedeni, ayrı kelimelerin aynı anlamlarda kullanılması ise daha karmaşıktır ve dil biliminde bu soruna eş anlamlılık denir. Siyasal bilim

(25)

literatüründe yönetici sınıf, siyasal sınıf, aristokrasi ve oligarşi seçkin deyimiyle eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Bir kavramın gerçekten eşanlamlı olabilmesi için iki koşulun gerçekleşmesi gerekir: İki değişik sözcüğün anlamlarındaki temel öğelerin aynı olması ve bu iki değişik sözcüğün kullanımının aynı olması. Seçkinle eşanlamlı kullanılan deyimler bu iki öğe açısından incelendiğinde eşanlamlı olmadıkları ortaya çıkar. Bu nedenle kullanacağımız deyimi seçerken dikkatli olmamız gerekir. Örneğin, oligarşi deyimi sözlük anlamı olarak azınlığın yönetimi demektir; fakat bu deyim bunun dışında kötü ahlaksal niteliklerle ilgili bir çağrışım da yapmaktadır. Bunun nedeni, Aristo’nun hükümet biçimleri sınıflandırmasında oligarşiyi, aristokrasinin bozulmuş bir biçimi olarak göstermesi ve Michels’in de bu deyimi demokrasinin karşıtı olarak kullanmasıdır. Böylece oligarşi deyimini iyi olmayan çağrışımlar kurmak istediğimiz zaman ve ancak o zaman kullanmalıyız (Aron, 2000: 364–366).

Seçkin deyiminin karmaşık bir kavram olmasının ikinci nedeni, kavramın anlamının kendi öğelerini açıklıkla belirlememesidir. Belirsizlik öncelikle, deyimin öğelerini ayırmak için kavramın anlamı yeterli niteliklerden yoksunsa doğar. Bir de kavramın nitelikleri, kenarda olan nesneleri kavramın öğeleri olarak kapsayıp kapsamamada yeter derecede açık olmadığı zaman ortaya çıkar. Eğer seçkin kavramı ilk nedenden dolayı belirsizse, önemli boyutlardan yoksunsa, seçkinleri bazı özel niteliklere sahip kendine özgü bir toplumsal grup olarak diğer gruplardan ayıramıyoruz demektir. İkinci nedenden dolayı belirsizlik varsa, seçkinleri diğer gruplardan ayıran belirli nitelikler hangi grubun seçkin sayılacağını belirlemiyor demektir (Swingewood, 1998: 321–329). Seçkin kavramının değişik anlamlarının bulunduğu ve bu değişik anlamların bazı ortak benzerliklerinin de (üstünlük, sayı, ayrımın ölçütleri ve iktidarın kaynakları) olduğunu seçkinler kuramcılarında yukarıda ifade etmiştik. Bu nedenle seçkin kavramının önemli boyutlardan yoksun olduğu söylenemez. Fakat benzerlikler yoluyla bir kavramın anlamının belirlenmesi o kavramın sınırlarını bulanıklaştınr. Seçkinlik, azınlık, seçkin-seçkin olmayan ayrımındaki ölçütler ve azınlığın siyasal üstünlüğünün kaynakları, seçkin kavramının önemli boyutlarıdır. Bu nitelikler seçkinleri diğer gruplardan ayırmak için son derece

(26)

yararlıdır; fakat bu niteliklerin hiçbirisi kenardaki öğelerin kavramın içine girip girmediğini gösterecek açıklıkta değildir (Zannoni, 1978: 21–25).

Seçkin kavramı hem bulanık hem de belirsiz bir kavram görünümündedir. Seçkin kavramının saptanmasında önemli olan bulanıklığın derecesidir. Seçkin kavramına verilen her değişik anlam, değişik biçimlerde de olsa; azınlık, üstünlük, seçkin-seçkin olmayan ayrımının ölçütleri ve seçkinlerin iktidarının kaynakları sorunlarıyla ilgilenmektedir.

1.3. Sosyolojik Olarak Seçkinlerin Tanımı

Çeşitli düşünürler, çeşitli çağlarda, çeşitli ideolojik çerçeveler içinde seçkinler sorunuyla ilgilenmişlerdir. Bu çeşitlilik belki de bir ölçüde, seçkinler kavramının nitelikleri üzerinde kavramsal anlamda bir ortak tanımın oluşmasını engellemiştir.

Seçkin kavramı toplumbilimler literatüründe, “Çoğunluk üzerinde azınlık yönetimini” tanımlamak için kullanılır. Seçkin sözcüğü Latince eligre'den gelmektedir. Eligre, “seçme” electa, “seçilmiş olan parça” demektir. İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Fransızca ve Almanca gibi birçok dilde Seçkin, “seçilmiş olan parça”, “en iyisi” anlamına gelmektedir. Siyasal bilimler literatüründe bu deyime birçok değişik özel anlam yüklenmiştir.

Günümüz sosyal ve siyasal bilimlerinde önemli bir kavram olan “seçkin kavramı”, İngilizce Oxford sözlüğüne göre, toplumsal ve siyasal literatürde yaygın bir şekilde kullanımı ondokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren başlar; Amerika ve İngiltere’de ise Pareto’nun metinleri sayesinde 1930’larda başlar (Bottomore, 1990: 8). Siyasal bilimlerde yönetici seçkinler, mevcut rejimi ve bu rejimin işleyişinde anahtar bir öğe olarak üzerinde durulmakta. Sosyal bilimlerde ise seçkinler, iktisadın, kültürün, siyasetin kısacası diğer tüm toplumsal kurumların şekillenmesinde, bu kurumların işleyişinde başat öğelerden biri olarak varlığı kabul edilmektedir.

Bottomore ise seçkin tanımını şöyle yapıyor: Mosca’nın deyimi olan “siyasal sınıfı”, siyasal liderlik savaşımına doğrudan doğruya katılan, siyasal iktidar ve etki sahibi tüm gruplar için kullanmıştır. Siyasal sınıf içinde, toplumda belirli bir zamanda siyasal iktidarı edimsel olarak kullanan kişileri içeren daha küçük bir grubu, siyasal

(27)

seçkinleri, ise ayırmıştır. Böylece siyasal seçkinin sınırlarını belirlemek nispeten kolaylaşmıştır: Siyasal seçkinler, hükümet üyelerini, devlet yönetiminin doruklarındaki kişileri, askeri liderleri bazı durumlarda kral ailesinin ve aristokrasinin üyelerini ve güçlü ekonomik girişimlerin liderlerini kapsar. Siyasal sınıfın sınırlarını çizmek bu denli kolay değildir. Siyasal sınıf, şüphesiz, siyasal seçkinleri kapsar; fakat iktidardan düşen siyasal partilerin liderlerini ve işadamları gruplarıyla, siyasette etkin olan entelektüelleri olduğu gibi yeni toplumsal çıkarların temsilcilerini (örneğin, işçi sendikaları liderlerini) de kapsayabilir. Siyasal sınıf bu nedenden dolayı, birbirleriyle işbirliği, yarışma veya çekişme içinde bulunabilecek olan değişik gruplardan oluşur (Turhan, 1991: 40–41). Sosyal bilimlerin ve Siyaset biliminin konusu olan seçkinlerin, tanımlanmasında ki zorluklar kuramcı düşünürlerin bu kavrama yükledikleri anlamlarla açıklanmaya çalışıldı. Her bir seçkin kuramcısı tarafından farklı şekillerde anlamlandırılan bu kavram, temelde iktidar, yöneten ve yönetilen arasındaki meşruiyeti ile ortak paydada buluşuyor.

1.4. Seçkinler ve Seçkincilik

Seçkinler hemen her toplumda varolan toplumsal bir olgu iken seçkincilikte bunun bir türedisi veya seçkinlerin seçkin konumlarını tarihsellikten ziyade verili bir hak olarak telakki etmelerinin neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Konumlarını verili olarak kabul eden ve bunu en doğal hak olarak telakki eden seçkinler bu konumlarını kurumaya dönük bir ideolojik-politik düzen oluşturmaya çalışırlar. Kendilerinin yerine geçmesi muhtemel toplumsal kesimleri engeller, kendi seçkincilik konumlarını daha sonraki kuşaklarına devredebilecek mekanizmaları kurarlar.

Genel olarak seçkinler başlıklı ilk bölümde seçkinlerden seçkin kuramlardan bahsettik. Seçkinler yapısı, toplumlarda genel olarak kaçınılmaz bir olguyu anlatır. Bilgi ve tecrübeleri ile örgütlenmiş ve kurumsallaşmış halleriyle toplumsal dö-nüşümde önemli role sahip bir sosyal kesimi ifade ediyor. Seçkincilik ise genelde seçkinler yapısının aşırı boyutlara götürülmüş ve özel olarak altı çizilmiş bir biçimidir. Bir başka deyişle seçkincilik, “ortaya” bir siyasal olgu olmaktan çok, ideolojik bir oluşumdur ve her ideoloji gibi tarafsız değildir, toplumun bir kesitini

(28)

ifade eder. Esasen kelime yapısıyla seçkincilik, Batı dillerindeki elitizmin karşılığıdır ve bu bağlamda devletçilik, laikçilik, güvenlikçilik, siyasetçilik gibi özel bir vurguyu ifade eder Genel olarak seçkincilik, kendisini toplumsal değişim ve dönüşümün dışında sayan, siyasal sistemi tekelinde, toplumu vesayetinde gören bir seçkinler ya-pısıdır. Buna göre seçkinci türde ki seçkinler, yukarıda bir yerde durmakta ve her şeyi gözetlemekte, her an yanılmaya namzet, bilgisiz cahil halk katlarına yol göstermek, yanlışlarına müdahale etmek üzere beklemektedirler. Toplumu denetleme ve dizayn etmeyi en temel hakları olarak görmektedirler. Seçkincilik, modern ulus yapılarının genel bir özelliğidir denebilir. Çünkü burada siyasal seçkinler, farklı unsurlardan bir ulus oluşturmak, onu yeniden inşa etmek, bütün kurum ve kuruluşlarını (eğitimden ekonomiye, aileden dine kadar) dizayn etme yetkisinde görmektedir. Ancak bunun derecesi toplumlara göre değişik düzeylerde olmaktadır. Modern ulus yapılarında bu seçkinci yapı aslında, kendine özgülüklerde yeniden oluşmuş bir zümrenin, kişisel olmanın ötesinde grupça iktidar olma ve bunu sürekli kılma güdüsüne dayanmaktadır. Burada önemli sorun da meşruiyet alanında kendini göstermektedir. Yani genelin üstünde bu siyasi nüfuzun halk tarafından kabul edilebilir bir gerekçesi olması gerekmektedir. Batı dışı toplumlarda bu da genellikle “Çağdaşlaştırıcılık”la ve “Modernleştiricilik”le özetlenebilir. Sade bir ifadeyle, “mutlak seçkinler meşrudur, çünkü sıradan insanların bilemeyeceği, yapamayacağı çağdaşlaştırma gibi önemli bir görevi yerine getirmektedir”. Tabii ki topluma müdahalenin en önemli gerekçelerinin başında da ona yan çizen unsurlar ve gelişmelerin bulunduğu sayıltısıdır. Hâlbuki bu anlayışta, tutunulan çağdaş değerler “orada” bir yerlerde, buna karşılık toplumsal gerçekler “burada bir yerde” kalmaktadır (Aydın, 2006: 54–55).

Seçkinci yapılar, bir halk-seçkin ikilemi üstüne kuruldukları ve bir gerilim yaşadıkları için sağlıklı bir çağdaşlaşma gerçekleşmemekte, çağdaş toplumların temel özellikleri sayılan sosyal ve öncelikle siyasal değerler, norm ve kurumlar bir türlü yerlerine oturmamaktadır. Çünkü seçkincilik sosyal ve siyasal yapıya müdahale etmekte, tüm kurumların dayandığı sosyal süreç bir türlü kurulamamakta, halk tarafından içselleştirilememektedir. Seçkinci yapılarda her şeyin görünen ve görünmeyen iki kesiti vardır. Karar veren ve değişen seçkinlerin gerisinde duran ve

(29)

“istikrar sağlayıcı” olan bir ikinci yapı vardır. Yine bir görünen hukuk vardır, bir de görünmeyen hukuk vardır. Seçkincilikte mevcut yasaların içi gerektiğinde yeniden doldurulur, cezalar kişilere yer ve zamana, ihtiyaca göre ayarlanır. Seçkinciliğin koruduğu çoğu zaman devletin yüksek menfaatleridir. Seçkinci yapılarda doğal olarak atananlar seçilenlerin üzerindedir. Çünkü devletin asıl sahibi onlardır, ötekiler gelip geçicidirler ve her an yanlış yapabilirler; halk ile içice olmaları, onları temsil etmeleri, bu muhtemel yanlışlığın alt yapısını oluşturur. Çünkü halk yönetilmek için vardır, görüşü alınmak için değil (Aydın, 2004: 151). Yine buna bağlı olarak devlet yapısındaki üst bürokratik birimler, önemli mevkilerde görev yapacak kişilerin atanmaları halka ve onu temsil eden meclise bırakılmaz Belli görevlerin, açık bürokratik kuralların ötesinde belli yerlerden gelmesi gerektiği kabul edilir. Seçkinci yapının bir diğer önemli özelliği ise, kendini vurgulayacak, işlevselliğini gösterecek noktaların altını çizmiş olmasıdır ki bunların başında güvenlik sistemi gelmektedir (Aydın, 2006: 56). İnsanlar tüm zamanlardan daha fazla modern dönemlerde toplumları kendi isteklerine göre biçimlendirme olanağını elde etmiştir. Bu durum beraberinde egemen insanların hırslarının daha da pekişmesine ve acımasızlaşmasına neden olmaktadır. Özellikle 20. yüzyılda hemen hemen tüm toplumlarda dile getirilen sınıfsız toplum fikri sadece bir mitten öteye geçmedi; sınıfsız toplum fikrini somutlaştırmaya çalışan tüm iktidarlar ya mevcut sınıfı daha da seçkinleştirdiler veya yeni sınıfların ortaya çıkmasına neden oldular. Demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar sadece soyut düzeyde kaldı (Bottomore, 1987: 88–95).

Bottomore'nin belirttiği gibi; (1990:110–111) “birçok gelişmekte olan ülkede bağımsızlık hareketini başarıyla yönetmiş tek bir partinin kendisini egemen seçkinler olarak kabul ettirmiş olduğunu ve iktidarın, gerek geçmiş eylemleriyle, gerekse de gelecekte modern bir ulus oluşturma vaadiyle meşrulaştırdığını görmek hiç de şaşırtıcı değildir”. Gelenek ve modernizm arasında kalmış bu toplumların, modernleştirme misyonuyla hareket eden aydınları, bürokratları gibi seçkinler sınıfı bu misyon dolayısıyla seçkinci bir tutum içine girmişlerdir.

(30)

İKİNCİ BÖLÜM

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E SEÇKİNLER YAPISI

2.1. Osmanlı’nın Toplumsal ve Siyasal Tarihine Bir Bakış

Tarihçiler ve toplumbilimciler, Osmanlı devletinin gerek siyasal gerekse toplumsal sisteminin batı feodal sisteminden temelde ayrıldığı görüşündedir. Bu görüş tüm Ortadoğu toplumları için de geçerlidir. Osmanlı devlet sistemi patrimonyalizm veya patrimoyalizmin bir türü olarak düşünülebilinir. Osmanlı kuruluş dönemine baktığımızda kuruluşun toplumsal ve siyasal alt yapının temelleri açıklanabilir.

Osmanlının kuruluşunda Osman Beyin kayın pederi Şeyh Edebali’nin dinsel formasyonunun kurulan yeni devletin sosyal ve siyasal karakterine etkisi tartışılmaz ve bu kültürel arka plan Osmanlıda kültürel olarak uzunca bir dönem çok etkin bir nitelik taşımaktadır.(Timur, 1994: 25–28). Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey cesur, lider tabiatlı bir kişilikti ama âlim değildi. Ama iki büyük danışmanı vardı. Biri o günün en büyük fıkıh bilgini Dursun Fakih, diğeri mutasavvıf Şeyh Edebali idi. Osman bey Dursun Fakih’in ilminden, Şeyh Edebali’nin irfanından faydalandı. Osmanlı devletinin kurulduğu temel: Oğlum Orhan, bizim davamız kuru bir cihangirlik davası değildir. Tebana adaletle hükmet. Şeriattan ayrılma. İlim ve hilm koru. İla-yı kelimetullah uğrunda cihat et (Köse, 1983: 15).

Tüm bunlar Osmanlı da medreseleri Osmanlının düşünce merkezi ve beyni haline getirdi. Medrese ilm-i muhtariyete sahipti. Osmanlı devletinde birçok vezir ve baş vezir idam edildiği halde ulemadan tek bir kişi bile idam edilmemiştir. Ulemaya verilen en büyük ceza sürgün idi. Osmanlı’nın, devletin bekasını sadece kılıcın ucunda görmediği açıktır. Yönetimi ilmiye, seyfiye ve kalemiye gibi sınıflara ayırarak, sağlam iş bölümü gerçekleştirmiştir. Medreselerin önderliğinde, köylü köy odalarında, esnaf ve sanatkâr, ahi evlerinde ve loncalarda, bütün halk tekke, zaviye ve dergâhlarda İslami ölçüler içinde eğitilmiş, dini, ilmi ve askeri üniteler halinde teşkilatlandırılmıştı (Köse, 1983: 25–26). Bu sosyal yapının temellerinin siyasal yapının oluşmasında ne kadar etkili olduğunu ifade ediyor.

(31)

Bu süreç zamanla Osmanlı Devletinde dönüştü. Yapıcı ve kurucu bir nitelik taşıyan din ve ulema, Osmanlının son dönemlerinde etkililiğini ve saflığını yitirdi. Devletle işbirliği yapan ilmiyenin yüksek tabakası doğru ya da yanlış reformları İslami açıdan meşrulaştıran ve dolgun maaşlar alan, genellikle düşük rütbeli ve devlet desteğinden yoksun olan orta tabaka ise cemaatle ve onun yüksek emeller peşinde koşan liderleri olan eşrafla işbirliği yapma eğilimine girdi.

Osmanlı Devlet yönrtim sistemde en üst yerde padişah bulunmaktadır. Padişahın görevi, toplumu İslamın emredici kurallarına göre yönetmek, değişik toplumsal grupların düzen içinde beraber yaşamalarını sağlamaktı. Kuvvetlerin ayrılmadığı bütün güçlerin padişahta toplandığı bu sistemde din ve devlet birimini tamamlıyordu. Toplumsal düzenin ilahi kökenli olmasına bağlı olarak “İslam”, Osmanlı devlet idaresinin özünü oluşturuyordu. Osmanlı siyasal yapısı, Heper’in de belirttiği gibi (1977: 124), sürekli olarak patrimonyal özellik taşımıştır. Osmanlı siyasal yapısının patrimonyal özelliğinin günümüz Türkiye’sinde de çok önemli etkileri vardır. Örneğin günümüzde karşılaşılan birçok sorunun kökeni daha önceki dönemlere dayanmaktadır. Ayrıca bugünkü siyasal kültürümüzün temel nitelikleri daha önceki olaylara ve deneyimlere dayanmaktadır. Bu nedenle Türk siyasal seçkinlerinin Osmanlı yönetici gruplardan ayrılıp ayrılmadığı, eğer ayrılıyorsa ne ölçüde ayrıldığı sorusunun çok önemli olduğuna ve bunu anlayabilmek için de Türkiye’nin geçmişine bakmak gerekiyor.

İnalcık Osmanlı yöneticisinin mutlak iktidarını açıklarken, “Osmanlı yöneticileri, ilk kez bu kuramsal mutlakiyetçiliği iktidarı kendilerinde toplayacak biçimde bir idare biçimi kurarak gerçeğe aktardılar. Yönetim işlevlerini sarayda eğitilen kölelere (kul) vererek ulemayı da hizmetlerine almakla fethettikleri topraklardaki aristokratların her türünü gözle görülecek bir biçimde ortadan kaldırabilmeyi başardılar. Sultan’ın köleleri yürütme iktidarıyla ve Ulemada, tüm hukuksal ve mali sorunları da içermek üzere, kanunların uygulanmasıyla görevlendirildi. İdarenin bu iki dalı da birbirinden bağımsız olmak üzere merkezi hükümete bağlandı. Sultanca atanmış bulunan yerel yargıca (kadı) valinin komutlar verme yetkisi yoktu. Eğer bu dallar arasında uyuşmazlık çıkarsa, doğrudan merkezi hükümete başvurulurdu. Aynı yargıçlar hem şeriatı hem de doğrudan sultanca

(32)

çıkarılan mevzuatı ve ikincil kanunları uygulanırdı. Diğer yandan şeriatı ilgilendiren konularda düşüncelerin biçimlendirilmesinde en yüksek otoriteye sahip olan şeyhülislamın hükümete veya hukukun uygulanmasına doğrudan karışma hakkı yoktu. Bir kez, Şeyhülislam Ali Cemali hükümete gelip şeriata aykırı olduğunu düşündüğü I. Sultan Selim'in (1512–1520) bir kararını protesto ettiğinde Sultan kendisini devlet işlerine karışmakla suçlamıştı (Turhan,1991: 85–86).

Şerif Mardin’in sözleriyle “Osmanlı İmparatorluğu, feodal lordlardan daha çok, merkezce denetlenen bir ordu ve patrimonyal bir bürokrasi kurmada başarılı olmuştu;

fakat Osmanlı toplumu bu çerçeve içinde kolayca denetlenemiyordu” (Mardin, 1975: 9). İmparatorluğun kurulmasından önceki soylular, dini tarikatlar ve

çeşitli dini gruplar bu çerçeveyi zorlayan unsurlardı. Bu tür bir siyasal yapıda doğal olarak iktidarı kullananlar birinci sınıf vatandaş sayılmış ve ticaretle uğraşanlara bu denli değer verilmemiştir. Devletin ekonomi üzerinde egemenlik kurabilmesi de bu tür bir siyasal yapının ürünü sayılabilir.

Geleneksel Osmanlı bürokrasisi, üyelerinin seçimi ve yetiştirilmeleri açısından batı örneklerinden büyük ölçüde ayrılmakta, çok daha devletle özdeşleşmiş bir görünüm göstermektedir. Osmanlı seçkinleri devletin yetiştirdiği Devşirmeler ile yönetimde söz sahibi olmuşlar ve siyasal olarak bürokratik yapılanmanın temel taşı niteliğini taşımışlardır. Bu konuyu Osmanlı Seçkinler Yapısı başlıklı bölümde açıklamaya çalışalım.

2.2. Osmanlı Seçkinler Yapısı

Osmanlı İmparatorluğu’nda Mardin’e göre seçkinleri üç ana başlık altında inceleyebiliriz. Askeri seçkinler (Yeniçeriler), İlmi ve Hukuki seçkinleri ifade eden Ulema (İlmiye Sınıfı) ve padişahla temasta olan idareciler organizasyonu. Şerif Mardin bu üç seçkin grubun arasından ulemanın yani ilmiye sınıfının Osmanlının son döneminde batılılaşma çabalarının kurumsal bir görünüme büründüğünü Tanzimat dönemi boyunca ne gibi etki ve rollerin olduğunu seçkin kuramlarla ifade etmenin sadece şekli olacağını ifade etmiştir (Mardin, 1992: 263–268). Çağdaş batı tarihinin siyasal bünyelerini oluşturan birimler, kökenleri bakımından ya siyasal ya da ırkla

(33)

ilgili iken Doğu tarihinde siyasal bünyenin temeli genel olarak ideolojiktir (Mardin, 1993: 70). Bu açıklamayla Türk moderlenmesinde gerçekleşen olayların bağlı olduğu olgular tarihsel bir gelişim çerçevesinde ideolojik niteliğini öncellemesede gerçekte çok önemli bir faktördür.

Tüm bunların ışığında Osmanlı da seçkinci yapıyı ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e seçkinci yapının dönüşümünü temelde, Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethederek ardından sadrazamlık makamına Türk asıllı Çandarlı Halil paşanın yerine, devşirme Zaganos Paşayı getirmesinde bulabiliriz. Bu şekilde Osmanlı’da her alanda olduğu gibi Osmanlı seçkinler yapısında da yeni bir dönem başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğunda Devşirme Sisteminin, yöneten-yönetilen ilişkisi açısından ve iktidarı yönlendirenler olarak değerlendirilmesi son derece önemlidir. Yakın geçmişe gelinceye değin, Türk toplumunun tarihsel değişimi içinde en etkili en uzun ömürlü seçkin grubunu, kuşkusuz bir bürokrat seçkinler grubu oluşturuyordu. Yüzyıllar boyu yaşayan, sınırları çok geniş bir imparatorluğun, yetkileri ne ölçüde sultanda toplanmış olursa olsun, çok güçlü bir bürokrasi oluşturması kaçınılmazdı. Devlet örgütüne egemen olan bürokrat seçkinler, Osmanlı dönemindeki önemli değişimlerde oynadıkları rolü, Cumhuriyet Türkiye’sinde de uzun süre sürdürdüler (Çaylak, 1998: 21–98).

Osmanlı Devşirme Sistemi ve Bu Sistemin Osmanlı Seçkinler Yapısında Önemi: Osmanlı Devletinin yönetim yapısını ellerinde bulunduran unsurlar hristiyan

azınlıkların çocuklarından oluşmaktaydı. Çocukluk yaşlarında ailelerinden alınanlar, bir süre Türk ailelerde bulundurulduktan sonra, bürokrasinin özel olarak kurduğu okullarda eğitiliyorlar, sonra da başarılarıyla orantılı olmak üzere devletin çeşitli kademelerine getiriliyorlardı. Bu kişilerin batılı örneklerinden daha büyük ölçüde sadık bir bürokrasi oluşturmalarının nedeni, toplumsal ve kültürel kökenlerinden tamamen koparılmaları ve varlıklarının tümüyle devletin varlığına bağlanmasıdır. Yetiştirilmeleri, çalışma koşulları bu bürokrasisinin devlet karşısında özerk bir aristokrasiye dönüşmesine olanak vermemiştir. Tüm bu güçsüzlüğüne karşın, bu bürokratlar Osmanlı devletini işleten seçkin kişilerdi. Gördükleri işlevler açısından da, diğer devletlerin bürokrasilerinde karşılaşılamayan genişlikte önemli görevlerle donatılmış bulunuyorlardı. Kısaca Devşirme Sistemini açıklayacak olursak;

(34)

Türk-İslâm devletlerinde görülen, savaş esirlerinden asker yetiştirme ve ordu kurma işini, Osmanlı Devleti’nde de görmekteyiz. Bu usul, Osmanlı Devleti’nde “Pencik” adını almıştır. Ancak Osmanlı’daki sistem diğer devletlerdekinden farklılıklar arz etmiştir. Zira Osmanlı pencik sisteminde esirler, Türk ailelerin yanında uzun zaman eğitime tâbi tutuluyordu. Bu sistem bir süre yaşadıktan sonra yerini, daha teşkilatlı ve köklü bir ordu kurma imkânı veren “Devşirme Sistemi”ne bırakmıştır (Uzunçarşılı, 1989a: 13–53). Devşirme: Saray hizmetleriyle Yeniçeri Ocağı'nda istihdam edilmek üzere toplanan Hıristiyan çocuklar hakkında kullanılan bir tabirdir. Bu hizmetler, daha evvel savaş esirlerine gördürülüyordu. Esirler, I. Murad zamanında kurulan “Yeniçeri Ocağı” denilen ocakta yetiştirildikleri gibi, sayıları fazla olduğu zamanlarda Türkçeyi ve Türk-İslam geleneklerini öğrenmek üzere Anadolu’daki ailelerin yanına da verilir, sonra alınarak muhtelif işlerde istihdam edilirdi. Osmanlı sınırlarının Balkanlar’a ulaşmasıyla birlikte, devletin artan asker ihtiyacını karşılamak için yeni imkânlar aranmıştır. Böylece, “Osmanlı topraklarında yaşayan gayr-i Müslimlerin” küçük yaşta olanlarının beşte biri alınmaya ve Acemi Ocağı’na kaydedilmeye başlanmasıyla, “Acemi Oğlanı” toplamak suretiyle “Devşirme” sistemi oluşmuştur. Devşirme Sistemi, Yeniçeri Ocağı’nın I. Murad zamanında kurulmasından başlayarak I. Çelebi Mehmed zamanında gelmiş, II. Murad zamanından itibaren de bir sistem olarak yürütülmüştür. Bu sistem, 17. asra kadar fonksiyonunu devam etmiştir.

Devşirme sistemi, sadece belli bölgelerde ihtiyaca binaen değişmekle birlikte belli zamanlarda ve hassasiyetle tatbik edilmiştir. Devlet bu sisteme büyük ehemmiyet vermiştir. Devşirmeler, padişah tarafından tayin edilen memurlar ve sancak beyi, sadrazam, kadı, beylerbeyi gibi önemli devlet erkânı ile Yeniçeri Ocağı’ndan ilgili kişilerden oluşan heyet tarafından toplanmıştır. Devşirmelerde devletin istifade edebileceği bir takım hususiyetler aranmıştır. Vazifeli devlet erkânı tarafından genellikle 8, 10 ve 15 yaş arasında bulunan Hıristiyan erkekler seçilmiştir. Bu iş gelişigüzel yapılmamış, tam aksine belirli nizamlar dâhilînde yürütülmüştür. Devşirilen bu çocuklar, büyük güvenlik tedbirleri içinde İstanbul’a getirilirdi. Çünkü bazı aileler, kendi çocuklarının da devlet merkezine giderek iyi bir eğitim görmesi ve devlet kademelerinde iktidar seçkini olarak yer almasını sağlamak gayesiyle,

(35)

devşirme kervanına sokmak için evrakları veya çocukları değiştirmek gibi yolsuzluklara başvurabiliyorlardı. Bu sebeple, devşirmelere büyük hassasiyet gösterilmiştir (Uzunçarşılı, 1989a: 54–101). Devşirmeler hiçbir zaman “köle” gibi kabul edilmemiştir. Devşirmelere yeniçeri olduktan sonra verilen “Kapıkulu” adı, padişahın büyük sıfatından kaynaklanmaktadır. Bazı Devşirme kökenli Osmanlı devlet seçkinleri, Köprülü Mehmed Paşa, Kırım fatihi Gedik Ahmed Paşa, Yemen fatihi Sinan Paşa, Şehid Ali Paşa, Sokullulu Mehmed Paşa devşirme olarak alınıp, Saray okulu olan “Enderun’da” yetiştirilerek devlet mekanizmasında istihdam edilen büyük devlet adamlarındandır (Uzunçarşılı, 1989b: 16–17). Osmanlılar, Türk-İslâm gelenek ve güzelliklerini, yine İslâm'ın sevgi ve hoşgörü denizi içinde, devşirme usulü ile alınan gayr-i Müslimlere öğreterek, onlara yepyeni bir dünya kazandırmışlardır. Büyük itina ile seçilen devşirmelerin bir kısmı Anadolu’ya çeşitli ailelerin yanına gönderilmiştir. Devşirmelerin yetiştirilmesini “Saray Okulu” denen “Enderun” yapmıştır. Enderun’a alınanlar daha ziyade, devlet mekanizmasına girebilecek zeki ve kabiliyetli devşirmelerdir. Bununla birlikte sarayda bulunan “Küçük Oda, Büyük Oda” gibi yerler, devşirmelerin ilk etapta eğitim gördükleri yerlerdir. Bu yerlerde ve Enderun’da devşirmelere, görgü kurallarından dini ve müspet ilimlere varıncaya kadar kendilerine lâzım olan her konuda eğitim ve öğretim verilmiştir. Buralardan yetişen devşirmeler, kaptan-ı derya, vezir, sancak beyi, vezir-i âzam gibi büyük devlet adamları olarak yetişmişlerdir. Bu durum ise, gayr-i müslimler için oldukça büyük bir imkân doğurmuş ve bu şekilde gayr-i müslimler, devlet yönetimine etkili olarak katılabilmişlerdir.

Devlet ise, çok önemli ve zengin bir millî potansiyeli teşkil eden bu insanlardan istifade etmiştir. Bununla birlikte “müslim-gayr-i müslim halk” ile “devlet-gayr-i müslim yakınlaşması, kaynaşması ve birlikteliği” sağlanarak; “devlet ve millet olarak içtimai bütünlük” elde edilmiştir. Bu nokta bize; “çok millet”li bir mozaiğe sahip olan Osmanlı Devleti’nin, bu yapısıyla uzun süre yaşayabilmesinin önemli bir sırrını da vermektedir (Pakalın, 1983: 31). Bu sistem vasıtasıyla Osmanlı Devleti, ezmeyerek ve unutmayarak gayri Müslimlerin devlet seçkini olmaları için imkân sunmuş ve onların dünya siyaset ve medeniyet tarihinde önemli bir rol oynamalarına geniş bir kapı açmıştır. Osmanlı Devleti, devşirme sistemini kendine

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu zaman zarfında kültür varlıklarından sorumlu olan Maarif Vekâleti ve Vakıflar Umum Müdürlüğü başta olmak üzere Belediye, İl Özel İdaresi,

İntihar Vak’alarının ‘Hikâyesi’: Müntehirin Mahremiyeti-nin Sınırları Bir  intihar  hikâyesini  resmî  evrak  ya  da  gazeteden  okurken   ma

İkinci Binyıl’da Orta Karadeniz Bölgesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul..

Tablodaki bu verilere göre, Çarşı Mahal- lesi, Usta Mahallesi, Haşariza Mahallesi, Korzul Mahallesi, Mamazimda Mahallesi ve Rebat-Hayteb (Gürcü) Mahallesi ve Er-

Adana Sanayi ve Ticaret Odası bünyesinde 1913 yılında bir ticaret borsası kurulması izni alındıktan sonra Adana Ticaret Borsası 6 Eylül 1913 tarihinde görkemli bir

Yerel yönetimlerin yetki alanını genişletmekten çok denetimi hususunu ön planda tutan bu maddede, mahalli idarelerin tanımı yapılarak mahalli idarelerin

“Antep’te Türk-Ermeni İlişkilerinin Bozulması ve 16 Kasım 1895 Antep İsyanı” başlıklı üçüncü bölümde; başta misyonerlik faaliyetleri olmak üzere çeşitli

(Geniş bilgi için bk. Bunlar daha çok Bulgaristan’da yaşamakta ve Slav lisanı kullanmaktadırlar. Bunun için Bulgarlar, bunlara Müslüman Bulgar demektedirler. Ancak