• Sonuç bulunamadı

2.5. Batılılaşma Sürecinde Seçkinler Yapısının Dönüşümü

2.5.4. I.Meşrutiyet

Osmanlı İmparatorluğu’nu iyiden iyiye sömürge durumuna getirmeye kararlı bulunan Batılı devletlerin Meşrutiyetin ilânındaki rollerini küçümsemeden, bu olayda bürokrasinin modernleşen, siyasallaşan ve karşı seçkine dönüşen grupların eylemlerini de gözönüne almak gerekir. Genç Osmanlılar diye adlandırılan bu karşıt seçkin yapı, siyasal sistemin yapısında değişiklikler yapmak ve mutlak iktidarın meşruti iktidara dönüşmesi için anayasa, meclis, seçimler ve özgürlükler istemleriyle harekete geçmiştir. Genç Osmanlılar düşüncelerinin gerçekleşmesi için, fikirlerini paylaşan bir veliahtı iktidara getirmenin yeterli olacağını düşünüyorlardı. Devereux'un belirttiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda “krizler birbirini izledikçe liberaller İmparatorluğun, güvenliğinin hatalı devlet yapısının radikal bir biçimde yeniden değişmesiyle” sağlanacağına inandılar (Devreux, 1963: 28). Anlaşmalı bir biçimde iktidara geçen II. Abdülhamit sözünü tutarak 23 Aralık 1876’da ilk Türk Anayasasını İlân etti.

Yukarda da değindiğimiz gibi Osmanlı İmparatorluğu 600 yıldır mutlak bir otokrasi olarak yönetilmiştir. Yani, tüm iktidar hukukî olarak Sultanın elinde toplanmaktaydı. Gerçekte ise, Kanuni Sultan Süleyman'dan beri hiçbir Padişah devletin tüm işleriyle ilgilenmemişti. Babıâli ve saraydaki görevliler Padişahın yerine devletin işlerini görmekteydiler. Padişah tüm otoritenin kaynağını oluşturuyordu. Sultan neyi tasdik ederse o yasa sayılırdı. Onaylamadığı herşey ise yasaya aykırıydı. Sultanın tüm bu işlemleri yaparken yalnızca çok açık bir biçimde Şeriatı çiğnememesi gerekiyordu. Padişahın tebaasının ister Müslüman, ister Hristiyan olsun, isterse önemli bir devlet görevlisi veya basit bir köylü olsun tek bir görevi vardı: Tanrı’nın gölgesinde tüm emirlerine sorgu sual etmeden itaat etmek (Turhan, 1991: 97–101). Kanun-u Esasisinin ilanıyla tüm bu durum değişmiş ve imparatorluk bir gece içersinde meşruti monarşiye dönüşmüştür. Bu nedenden ötürü bu döneme tarihçiler ilk Meşrutiyet Devri adını vermişlerdir. 1293 Anayasasına göre, egemenlik hâlâ Sultanın kişiliğinde bulunmasına karşın bundan böyle kişilerin de bazı hakları ve sınırlı da olsa devlet yönetimine katılmaları hukuken kabul edilmiş oldu. Aslında, değişiklik daha çok görünüşledir. Osmanlı devleti yalnızca kuramda değişmişti, gerçekte durum hiç de böyle değildi.

1923 Kanun-u Esasisi “Meclis-i Umumî” adını taşıyan iki meclisli bir parlamento kurmuştur. Bunlardan “Heyet-i Ayan”ın üyeleri padişah tarafından ve ömür boyunca bu görevde kalmak üzere atanmaktaydılar. “Heyet-i Mebusan”ın üyeleri ise, iki dereceli seçimle halk tarafından seçilecekti. Bu anayasada padişah parlamentoyu toplantıya çağırıp dağıtmak, meclislerde görüşülecek yasa önerilerini önceden görüp onaylamak yetkilerine sahipti Meşrutiyetin ilânı üzerine, Mebuslar Meclisi’nin kurulması, bunun için de seçimlerin yapılması gerekiyordu. Hükümet 28 Ekim 1876 (10 Şevval 1293) tarihli geçici bir “Talimat” ile İstanbul ve civan için 1 Ocak 1877 (16 Zilhicce 1293) "Beyannâme"sini yayınladı. Ayan üyeleri padişahça atandığı için seçim sorunu milletvekilleriyle ilgiliydi. Taşradaki milletvekilleri “Talimat-ı Muvakkate”nin 2'nci maddesine göre vilayet, liva ve kazaların İdare Meclisleri üyelerince seçileceklerdi. Görüldüğü gibi taşrada idare meclislerinin üyeleri ikinci seçmen olarak kabul edilmiş ve milletvekillerini bunlar seçmiştir. İstanbul ve civarında ise ikinci seçmenler halk tarafından seçilmişlerdir. Daha sonra, bu ikinci seçmenler de milletvekillerini seçmişlerdir (Armağan, 1978: 153–157). Gerçekte ise, karışık seçim talimatı yalnızca valilerin elindeydi. İdare Meclisleri'nde hükümet memurları çoğunluktaydı ve dolayısıyla da hükümetin seçimler üzerinde büyük etkisi vardı. Genellikle, vilayetlerde valiler kendi adamlarını milletvekili olarak İstanbul'a yolladılar. Fakat genel bir seçim yapılsaydı bile yine aynı gruptan kişiler mebus seçilirlerdi. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk siyasal parti 1859 da kurulmuş olmasına karşın (Tunaya, 1952: 374 de 3 no.lu dipnotu) bu dönemde etkinliği olan hiçbir parti bulunmamaktaydı. Ayrıca bir seçim geleneği de yoktu (Ortaylı, 1974: 82).

Osmanlı Mebusan Meclisi ancak iki oturum toplanmıştı. İlk oturum 19 Mart 1877 günü toplanmış ve 28 Haziran 1877 de son bulmuştur. İkinci oturum ise 13 Aralık 1877 tarihinde açılmış ve 14 Şubat 1878’de Padişah tarafından kapatılmıştır. Bu her iki yıl için ayn ayrı yapılan seçimler aynı "Geçici Talimat" ile yapılmıştır (Armağan, 1978: 153-157). Bu dönemde milletvekilliği yapanları incelemek çok zordur. Bu konuda gerekli çalışmaların yapılmamış olması ve elde kullanılabilecek belgelerin çok az olması bugün anladığımız anlamda bir seçkin incelemesi yapmamıza engel olmaktadır.

1876 Anayasasının 65’inci maddesinde “Heyet-i Mebusan mikdar-ı âzası tebaa-i Osmaniyyeden her elli bir nüfus zükûrda bir nefer olmak itibariyle tertip olunur” demektedir. Buna karşın Talimat’ın sonuna eklenen Cetvel’den anlaşılacağı gibi 80 müslim ve 50’si gayri-müslim olmak üzere mebus sayısı 130 olarak saptanmıştır (Armağan, 1978: 157–158). 130 milletvekilinin âdil bir biçimde dağılımı için 113, 460 erkek nüfusa bir milletvekilinin seçilmesi gerekmekteydi. Bu ise çok az ilde gerçekleşebilmiştir. 113, 460 erkek nüfusa bir milletvekili formülüne göre, ilk oturumda 32 ilden 12'si daha çok, 10 ise daha az temsil edilmiştir. İkinci oturumda ise, 11’i fazla, 9’u ise az temsil edilmiştir (Devereux, 1963: 139). Ondokuzuncu yüzyıl Avrupa'da parlamentolar çağı olmuştur. Avrupa’daki parlamentolar bu dönemde siyasal katılmanın çoğalmasıyla bülikte sınıfsal bir görünüm de kazanmaya başlamıştır. Çok uluslu imparatorluklar da ise durum farklıydı. Bu tür imparatorlukların parlamentolarına etnik gruplar temsilcilerini göndermek için büyük bir uğraş vermekteydiler. Avrupa’da Avusturya-Macaristan monarşisinin durumu 19. yy.’da böyleydi.

İlk Osmanlı parlamentosuna baktığımızda en ilginç özellik olarak imparatorlukta egemen unsur olan Müslümanların yanında gayri Müslimlerin de hayli yüksek oranda temsil edildiği görülür. Bu durumun ilginç olmasının nedeni Avrupa’da olduğu halde, Avusturya-Macaristan monarşisinde bile Çek, Hırvat, Sloven, Slovak gibi azınlıkların haksızlık derecesinde düşük olmasına karşın tüm yönetsel iktidarın padişahta toplandığı iddalarının aksine Osmanlı İmparatorluğu'nda bunun tersinin olmasıdır (Ortaylı, 1978: 171–172). Osmanlı parlamentosunun sınıfsal bir nitelikten çok etnik bir görünümde olması onu çağdaş parlamentolardan ayıran en önemli yanıdır. Bu durum önemli bir çatışmaya ve ulusal isteklerin ileri sürülmesine neden olmamıştır. Çünkü o dönemde kitle hareketleri yoktu ve ulusçuluk akanları yeni yeni başlamaktaydı. Tartışmalar ve yapılan eleştiriler çoğunlukla yerel sorunlarla ilgiliydi. Ortaylının söylediği gibi “ilk Osmanlı Meclis-i Mebusanı azınlıkların en geniş şekilde temsil edildiği, fakat milliyetçilik sorununun da en az görüşüldüğü bir parlamento idi” (Ortaylı, 1978: 176).