• Sonuç bulunamadı

Gazneli Devleti'nden Babürlüler Devleti'ne kadar bölgede kurulan hanedanlıklar: 1206-1526

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Gazneli Devleti'nden Babürlüler Devleti'ne kadar bölgede kurulan hanedanlıklar: 1206-1526"

Copied!
131
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI

GAZNELİ DEVLETİNDEN BABÜRLÜLER DEVLETİNE

KADAR BÖLGEDE KURULAN HANEDANLIKLAR

(1206-1526)

(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

HAZIRLAYAN: Mujiburahman TİMUR

094246011005

DANIŞMAN:

Prof. Dr. M. Bahaüddin VAROL

KONYA 2012

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

I

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı MUJİBURAHMAN TİMUR

Numarası 094246011005

Ana Bilim / Bilim Dalı İSLAM TARİHİ VE SANATLARI/ İSLAM TARİHİ Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tezin Adı: GAZNELİ DEVLETİNDEN BABÜRLÜ DEVLETİNE KADAR BÖLGEDE KURULAN HANEDANLIKLAR (1206-1526)

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin imzası (İmza)

(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

II

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı : MUJİBURAHMAN TİMUR Numarası 094246011005

Ana Bilim / Bilim Dalı İSLAM TARİHİ VE SANATLARI/İSLAM TARİHİ Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı PROF. DR. M. BAHAÜDDİN VAROL

Tezin Adı GAZNELİ DEVLETİNDEN BABÜRLÜ DEVLETİNE KADAR BÖLGEDE KURULAN HANEDANLIKLAR (1206-1526)

ÖZET

Bu çalışma güney Asya’nın en önemli ülkelerinden olan Hindistan’ın M.Ö. 327 yılından İskender’in seferinden itibaren M.S. 1526 yılına Lûdilerin son dönemine kadar kurulan devletleri ele aldık. Bu bölgede özellikle kuzeyden gelen kabilelerin nasıl bölgeye gelişi, nasıl hâkim oldukları, geliş amaçlarını ve yerli halkın üzerine etkilerini hakkında bilgi vermeye çalıştık. Türklerin Hindistan’a girişi ve yerleşmeleri Gazneli Devleti (976–1160) zamanında özellikle Gazneli Mahmut’un seferleri ile başlamaktadır. Hindistan’da Gazneli Devleti’nden sonra Gûrlular Devleti, hâkimiyeti ele almıştır. Ancak fazla sürmemiş Gûrlu Sultanı Müizzidin’in ölümünden sonra Gûr devletin parçalanmış, Hindistan’da vali olan Kutbüddin, kendi bağımsızlını ilan ederek Delhi Türk Sultanlığını kurmuştur. Delhi’de 1206’dan 1526’ya kadar 34 hükümdar ve altı hanedan saltanat sürmüştür: Kutbîler (1206–1266); Balabanlar (1266-1290) Halaçler (1290–1321); 3.Tuğluklar (1321–1413); 4. Seyyîdler (1414–1451); 5. Lûdîler (1451–1526). Delhi Sultanlığı, Hindistan tarihini çok etkilenmiş ve önemli sosyal, ekonomik, siyasi değişikliklere yol açmıştır. Ülkedeki yerli hanedanlıkları ortadan kaldırılarak Hindistan alt kıtasını merkezi idareye bağlamıştır.

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

III

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı MUJİBURAHMAN TİMUR Numarası 094246011005

Ana Bilim / Bilim Dalı İSLAM TARİHİ VE SANATLARI/İSLAM TARİHİ Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı PROF.DR. M. BAHAÜDDİN VAROL

Tezin İngilizce Adı GAZNELİ DEVLETİNDEN BABÜRLÜ DEVLETİNE KADAR BÖLGEDE KURULAN HANEDANLIKLAR (1206-1526)

SUMMARY

THE INDIAN DYNASTIES ESTABLISHED FROM THE GHAZNAWI’S UNTIL THE BABURIAN STATE (1206-1526)

In this study we have examined the states established in India which is one of the very important countries in Southern Asia from Alexander’s conquests (327 B.C) up to 1526 B.C. which is the late period of the Ludi’s. We have examined especially how the tribes from the northern regions arrived to this region and how they became dominant, what their initial goals were and its effects on indigenous people. Turks began to settle in India during the Ghaznavid State (976-1160) and especially by the time of Mahmud of Ghazna with his military campaigns. After them, the Gurlu state came to power. After the death of the Sultan Muizz al-deen the state became more fragmented and the governor of India Qutb al-deen, has set up its own state, the Turkish Sultanate in Delhi.

From 1206 to 1526, 34 kings and 6 dynasties have ruled over Delhi: Qutbi’s (1206-1266); Balaban’s (1266-1290) Halach (1290-1321); Tuğluks (1321-1413); Sayyids (1414-1451); Ludi’s (1451-1526). Sultanate of Delhi, has strongly influenced the history of India and has led to changes in important social, economic and political aspects. It has connected the Indian subcontinent to a central administration by eliminating the local dynasties.

(5)

1 İÇİNDEKİLER KISALTMALAR ... 3 ÖNSÖZ... 4 GİRİŞ ... 6 A- Araştırmanın Konusu ... 6 B- Kaynaklar ... 7 I. BÖLÜM BİLİNEN EN ESKİ TARİHTEN GÛRLULARIN SONUNA KADAR HİNDİSTAN 1-M.Ö. 327 YILINDAN GAZNELİLER’E KADAR HİNDİSTAN... 11

2- HİNDİSTAN’DA İSLÂM FETİHLERİNİN BAŞLAMASI ... 18

3- GAZNELİLER (331/963-582/1186)... 21

a- Gazneliler’in Devletleşme Süreci ... 21

b- Sebüktegin... 25

4- GAZNELİLER’İN BÖLGEYE GELİŞİ ... 28

5- SULTAN MAHMUD (389/998-421/1030) ... 28

a- Sultan Mahmud’un Hindistan Seferleri ... 29

b- Sultan Mahmud’un Vefatı ve Şahsiyeti ... 34

6- SULTAN MES’ÛD (421/ 1030 -432/1041) ... 39

a-Sultan Mes’ûd’un İdareyi Ele Alması... 39

b-Sultan Mes’ûd’un Hindistan Seferleri ... 42

7- GÛRLULAR... 45

II. BÖLÜM 1206- 1526 YILLARI ARASINDA DELHİ’DE KURULAN HANEDANLIKLAR 1- KUTBÎLER ( 602/1206-664/1266) ... 49

A- Kutbüddin Aybek ... 50

B- Sultan Şemsüddin İltutmuş ... 51

C- Sultan Rükneddin Fîrûz Şah... 56

D- Sultan Raziye... 57

E- Sultan Muizzüddin Behramşah... 60

F- Sultan Alâeddin Mes’ûd Şah ... 62

G- Sultan Nâsirüddin Mahmudşah ... 64

2- BALABANLAR ( 664/1266-689/1290) ... 68

(6)

2

B- Sultan Keykûbât... 71

3- KALAÇLAR ( HALAÇLAR 689/1290-721/1321) ... 74

A-Celâlüddin Fîrûz Şah ... 74

B-Sultan Alâeddin Muhammedşah... 76

C- Kalaç Devletinin Yıkılışı ... 80

D-Mübarekşah Kutbüddin... 81 E-Hüsrevşah... 82 4- TUĞLUK HANEDANI(721/1320-816/1413) ... 82 A-Gıyâsüddin Tuğluk ... 82 B-Muhammed Tuğluk... 84 C-Sultan Fîrûzşah ... 87

D-Sultan II. Tuğluk Han Gıyâsüddin ... 90

E-Ebûbekirşah... 90

F-Sultan Nâsirüddin Mahmudşah... 91

G- Timur’un Hindistan seferi... 91

5- SEYYİDÎLER (817/1414-855/1451) ... 95

A-Hızır Han... 95

B-Mübârekşah... 95

C-Sultan Muhammedşah ... 97

D-Sultan Alâeddin b. Muhammedşah ve Seyyidilerin Hanedanının Yıkılışı... 97

6- LÛDÎLER(855/1451-932/1526) ... 98

A-Sultan İskender Behlûl ... 99

B-Sultan İbrahim Lûdî ve Babür’ün Hindistan’ı Ele Geçirmesi... 100

III. BÖLÜM HANEDANLIKLARIN DEVLET TEŞKİLATI 1-SARAY TEŞKİLATI... 103 2-DEVLET TEŞKİLATI... 104 3-TAŞRA TEŞKİLATI ... 106 4-ASKERİ TEŞKİLAT ... 107 5-YARGI TEŞKİLATI ... 108 6- KÜLTÜR HAYATI ... 109 7-İLMÎ HAYAT………...115 SONUÇ ... 118 BİBLİYOGRAFYA ... 121 EKLER ... 126

(7)

3

KISALTMALAR

AÜDTCFD. :Atatürk Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi

Bkz. : Bakınız

Bsk. : Baskı

c. : Cilt

çev. : Çeviren

DİA. : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

h. : Hicri Hş. : Hicri şemsi Hz. : Hazret İst. : İstanbul M.Ö. : Milattan önce M.S. : Milattan Sonra T.T.K : Türk Tarih Kurumu Trc. : Tercüme ths. : Tarihsiz tsh. : Tashih yy. : Yayınları y.y. : Yüzyıl

(8)

4

ÖNSÖZ

Hint alt kıtası sahip olduğu ekonomik ve coğrafi zenginlikler nedeniyle tarih boyunca cazibe merkezi olmuştur. Milattan önceki yıllardan itibaren kaşifler ve tüccarlar bu topraklara akın ederek yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ele geçirmeye çalışmışlardır. Çok uzun ve karmaşık tarihi boyunca siyasî bakımdan Babürlüler ve İngiliz hâkimiyeti dönemleri hariç genellikle parçalanmış bir manzara gösteren bu geniş topraklar bugün Hindistan, Pakistan ve Bengladeş arasında paylaşılmış durumdadır. Bu bölüşmede tabii kaynaklar bakımından en zengin ve sanayi bakımından en gelişmiş bölgelerle nüfusun büyük kısmı (yaklaşık % 66) Hindistan Cumhuriyetindedir.

Bu bölge uzun tarihi boyunca değişik ırklardan çeşitli insanların istilâsına uğramış ve istilâcılar için âdeta bir çıkmaz sokak teşkil etmiştir. Hindistan'ın etnik yapısı çok karışıktır. Ülkenin en eski halklarından biri koyu renkli Dravidler ve Avustraloidler'dir (Veddalar). Daha sonra bu topraklara milâttan önce II. bin yılın ortalarında Hint-Ârî kökenli beyazlar, milâttan önce VI. yüzyılda Persler, milâttan önce IV. yüzyılda Yunanlılar'la Makedonlar, ardından Ak Hunlar, Moğollar ve Türkler gelmiştir. Değişik ırk, dil ve dinden insanların gelişi ve tamamının veya bir kısmının mevcut halkla karışarak buraya yerleşmesi Hindistan'da dil ve kültür bakımından büyük bir çeşitliliğe yol açmıştır. Ülkede konuşulan dillerin sayısı 1600 kadardır; fakat bunlar Dravid, Hint-Ârî, Austro-Asyatik ve Tibeto-Birman olmak üzere dört büyük dil ailesi halinde gruplandırılmaktadır.

Bu işgallerin farklı amaçlar ile yapıldığını söyleyebiliriz. Hindistan’ın ilk işgalının İskender’den itibaren başladığı malumdur. Hindistan’ın sıcak havası ve aşması zor olan ırmakları İskender‘in askerlerini yormuş ve Makedon atlarının Hindistan fillerinden ürkmesi ile hiçbir yerde yenilmeyen İskender sonunda Hindistan’da ağır bir mağlubiyetle karşı karşıya kalmıştır. Diğer taraftan Hindistan’ın verimli arazileri bazı milletlerin dikkatini çekmiş kendilerine yurt edinmek amacıyla buraya gelmişlerdir. Milattan önceki yıllarda sürekli Çinlilerle mücadele etmek zorunda kalan Ak Hunlar ve Halaçlar, Orta Asya’dan Hindistan’a göç etmek zorunda kalmışlardır. Orta Asya’dan göç eden Ak Hunlar ve Halaçlar Hindistan’a yerleşmiş böylece uzun yıllar bu bölgeyi kendilerine yurt edinerek yaşamışlardır.

(9)

5 Ömer döneminde İslâm orduları Hindistan sınırlarına kadar gelmiştir. 93/710’da İslâm ordusunun Muhammed b. Kâsım öncülüğünde başlayan fetihleri Hindistan topraklarına girmeyi başarmıştır. Bu fetihler kalıcı etkileriyle asırlar sürmüş ve farklı devletler (Gazneliler, Gûrlular, Delhi sultanlığı, Timurlar, Babürlüler) kurulmuştur. Ortaçağın kanlı ordusu olan Moğollar’dan Hindistan da nasibini almıştır. Moğollar, Hindistan topraklarına girmişse de tamamen işgal edememişlerdir. Hindistan’a yalnız Orta Asya veya Arap ülkelerinden kavimler ve ordular akın etmemiştir. Hindistan’da Babür İmparatorluğu zayıf düşünce ilk Avrupalı tüccarlar ve casusların gelmesiyle daha sonra sömürgeci bir anlayışla ortaya çıkan İngiliz işgallerinde kalmıştır. İngilizler uzun seneler Hindistan’ın maddi ve manevi varlıkların sömürüştür. Ancak 1950’de bağımsızlığını almış ise de hala İngiliz etkisi ve kültürü hâkimdir.

Bu çalışmamızda Hindistan’ın en eski bilinen tarihini özet olarak M.Ö. III. y.y’dan M.S. XIII. y.y’a kadar kısaca ele alarak XIII. yy’dan XVI. y.y’a kadar geçen süreyi bir az daha geniş bir şekilde incelemeye çalıştık. Araştırmanın birinci bölümünde bilinen en eski Tarihten Gûrluların sonuna kadar Hindistan, ikinci bölümde 1206- 1526 Yılları arasında Delhi’de kurulan hanedanlıklar Kutbîler (1206-1266), Balabanlar (1266-1290), Kalaçlar (1290- 1321), Tuğluklar (1320-1413), Seyyîdiler (1414-1451), Lûdîler (1451-1526)] ve bu bölgede hâkimiyet kuracak Türk Hanedanlıklarnın siyasi tarihlerini ele aldık. Üçüncü bölümde ise bu hanedanlıkların devlet teşkilatı hakkında bilgi vermeye çalıştık.

Türkiye’de Hindistan’daki Türk devletleriyle ilgili çalışmaların çok az sayıda olduğunu söyleyebiliriz. Bu araştırmayı yapmaktaki temel amacımız küçük de olsa bölge hakkındaki bilgiye katkı sağlamak ve bu konuda yapılacak diğer çalışmalara ışık tutmaktır. Araştırmamızda temel kaynaklara ulaşmaya çalıştık. Hindistan’da orta çağda meydana gelen siyasî olayları elimizden geldiği kadar genişleterek ele almaya çalıştık.

Çalışma sırasında her türlü yardımı sağlayan ve fikirlerinden faydalandığım danışman hocam sayın Prof. Dr. M. Bahaüddin VAROL’ a teşekkürlerimi bir borç bilirim.

Mujiburahman TİMUR Konya-2012

(10)

6

GİRİŞ

A- Araştırmanın Konusu

Kuzeyden Hindistan’a ulaşan Türkler kültürel ve siyasi varlıklarını bölgede hâkim kılmışlardır. Bu hâkimiyet M.Ö. Hunlardan XI yy’a kadar geçici olsa bile Gazneliler’den bu bölgede hâkim olması ile birlikte kalıcı olmuş, bu seferler XIX. yy. başlarına kadar birinci derecede etkili olmuştur. Ancak bu dönemi bütünüyle bir çalışmanın sınırları içerisinde değerlendirmek mümkün değildir. Hindistan’ın en eski bilinen tarihinden itibaren özet bir şekilde ve XIII. y.y’dan XVI. y.y’a kadar geçen süreyle geniş bir şekilde sınırlandırdık.

Asya’nın güneyinde yer alan yarımadadan birini teşkil eden Hindistan, zengin bir ticaret ülkesi olarak tanımlanmaktadır. Özellikle kuzey bölgelerinin en eski çağlardan bu yana pek çok önemli hadiseye sahne olduğu bilinmektedir. Bizim bu çalışmamızın hedefi de bu bölgede XIII.-XVI. y.y'da arasında Hanedanlıkların (Delhi Sultanlığı) ve bu bölgede uzun kalma sebeplerini incelemektedir. Bu hanedanlıkları siyasî, kültürel açılardan ele alacağız. Kuzeyden Hindistan’a istilalar ve seferler büyük İskender’den başlayıp Persler, Hunlar, Araplar, Gazneliler, Moğollar, Timurlular ve Babürlüler’e kadar devam etmektedir. Fakat en etkili ve kalıcı seferler Türk-İslâm seferleridir.

Delhi Türk Sultanlığı’nın hâkim olduğu coğrafyalarda önemli bir siyasi güç haline gelen Türk devletleri, bunun bir sonucu olarak hâkim oldukları sahaları idari, askeri, hukuki ve sosyo-ekonomik açılardan derinden etkilemişler ve Ortaçağ dünya tarihinde haklı bir yere sahip olmuşlardır. XI. yüzyıl başlarından XVI. y.y. başlarına kadar Hindistan coğrafyasında hüküm sürmüş bir Türk devletinin teşkilat yapısını İslâm dininin ve Türk-İslâm kültürünün Hindistan’da yayılmasını sağlayan ve Ortaçağ Hindistan coğrafyasına damgasını vuran Delhi Türk Sultanlığı büyük bir öneme haizdir. Çalışma, Delhi Türk Sultanlığı’nın devlet teşkilatı ve uygulamaları bakımından kendisinden önceki Türk-İslâm devletlerinin- ki özellikle Gazneliler, Selçuklular ve Gûrluların takipçisi oldukları tezini ortaya koymaktadır.

Yaptığımız araştırmada kaynaklar konusunda yaşadığımız bazı problemleri bölgedeki kütüphanelerden elde ettiğimiz bilgi ve belgelerle karşılamaya çalıştık. Konu ile ilgili olarak bölgenin genel ve yerel dillerine sahip olmamız bize avantaj sağladı.

(11)

7 Çalışmada Hindistan Tarihi süreçlerini genel olarak ele aldık. Konuya ilişkin veriler sunulurken çoğunlukla Hindistan’ın siyasi Tarihini inceledik. Diğer önemli bir sınırlılık, bu hususta yapılmış özgün çalışmaların eksikliğidir. Ayrıca konu ile ilgili orta çağda yazılan Farsça eserlere yayınlanmış uluslararası boyuttaki yayınlara ulaşmadaki güçlük ve bunların bir kısmının çevrilmesinde meydana gelebilecek zaman problemler diğer bir sınırlama konusudur. Veri toplarken, öncelikli olarak Akadimik düzeydeki bilgiler için yayınlanmış bilimsel kitap ve makalelere başvurduk.

B-Kaynaklar

Araştırdığımız konunun kapsamının oldukça geniş olması, kullandığımız kaynakların da geniş bir çerçeve içerisinde kalmasını zorunlu kılmıştır. Bu doğrultuda, tezimizin okura aktarımı hususunda Türkçe dilinde yazılmış, daha önce başka dillerde yazılıp sonradan Türkçeye çevirilmiş kaynaklara ve Farsça dilinde yazılmış temel kaynaklara başvurulmuştur.

Kullandığımız Türkçe kaynaklar arasında yer alan Yusuf Hikmet BAYUR’un Hindistan Tarihi (Ankara, 1987) adlı eseri, Hindistan hakkında en geniş bilgi veren Türkçe kaynaklarından birisidir. Üç cilt halinde yazılmış olan bu eser; Hindistan’ın en eski tarihinden, Hindistan Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar gelişen süreç hakkında bilgi vermektedir.

Bahsedeceğimiz diğer bir kaynak ise, Erdoğan Merçil’in Müslüman Türk Devletler Tarihi (T.T.K. Ankara1997)dir. Özellikle, Gazneliler hakkında verdiği bilgiler önemli bir yere sahiptir. Ayrıca yazarın ele aldığı; Gazneli Mahmud, (Kültür ve turizm bakanlığı, Ankara 1987) ve Gazneliler Devleti Tarihi, (TTK. Basımevi, Ankara, 1989) eserleri de sıkça başvurduğumuz kaynaklar arasında yer almaktadır.

İstifade ettiğimiz diğer bir kaynak ise, Haluk KORTEL’in yazdığı Delhi Türk Sultanlığında Teşkilat, (Ankara 2006) adlı eseridir. İlaveten, Neslihan DURAK’ın kaleme aldığı Hindistan’a Kuzeyden Yapılan Seferler, adlı eseri de, Hindistan’a yapılan seferleri genişçe ele alan önemli kaynaklardan birisidir.

Müracaat ettiğimiz önemli kaynaklar arasında yer alan Doğudan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, (İst,1998) isimli eser de, kullandığımız eserler arasında yadsınamayacak bir öneme sahiptir. Gerek İslâm Tarihi ve gerekse Türk Tarihi hakkında verdiği bilgiler, eserin öneminin anlaşılmasında kilit rol oynamaktadır.

(12)

8 Dönemle ilişkili olan süreli yayınlar arasında ansiklopedik eserler de bulunmaktadır. Bu eserlerden Türkiye Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nin (Kırgızistan, Hindistan, Gaznelî Mahmud, Dekken, Kabil, Hinduizm, Sebüktegin, Gucerat, Sind, Pencap, Belucistan, Semerkant, Gûrlular, Mâlvâ, Belh, Herat ve Budizm) konularıyla ilgili maddeleri, konumuzla ilgili makale ve incelemelerin yayımlanması açısından büyük bir önem arz etmekle birlikte biz yalnız mekân isimlerini açıklamaya kavuşması için kullandık. Faydalandığımız diğer bir ansiklopedik eser de Delhi Türk Sultanlığı hakkında geniş bilgiler veren Türkler ansiklopedisidir.

İstifade ettiğimiz temel kaynaklar ise Farsça dilinde yazılmış eserlerdir. Bu eserlerden Ebu Said Abdülhayy bin Dahhak bin Mahmud Gerdizî Gaznevî’nin kaleme aldığı “Tarîh-î Gerdizî” olarak da bilinen Zeynü’l-Ahbâr adlı eser, Abdülreşit bin Sultan Mes’ûd Gaznnevinin sultanlığı döneminde hayat bulmuştur. 441- 444/1049- 1052 yıllarında Gazne’de telif edilmiştir. Eser içerik olarak, dünyanın var oluşundan, müellifin zamanına kadar olan dünya tarihiyle ilgili bilgiler içermektedir.1

625/1228 yılında Hindistan’a gelen Ebu Emir Minhaç Sırac Muhammed Cüzcânî tarafından Farsça olarak ele alınan Tabakât-ı Nâsirî adlı eser, Delhi Türk Sultanlığı ve Hindistan tarihi hakkında geniş bilgilere yer vermektedir. Yazarı tarafından 658/1260 yılında bitirilip Sultan Nâsirüddin Mahmud’a sunulmuştur. Bu yüzden Tabakât-i Nâsirî diye adlandırılmıştır. Tabakât-i Nâsirî 23 bölümden oluşmakla birlikte, genel bir İslâm tarihi vasfını taşımaktadır. Çalışmamızda pek çok kez yer verdiğimiz eser, Abdulhay Habibi tarafından (hş 1328 yılında Kabil)’de neşredilmiştir.2

İstifade ettiğimiz temel kaynaklardan birisi de Târih-î Yemînî ismini taşıyan eserdir. Fasih Arapça ile yazılmış olması sebebiyle, Arap edebiyatı metinleri arasında sayılan, Utbî Tarihi’nin yazarı Ebû Nasr Muhammed el-Cebbâr Utbî tarafından yazılmıştır. Yazar, 1035/1625’de vefat etmiştir. Kitabında Sebüktigin ve Sultan Mahmud saltanatını 515/1021 tarihine kadar işlemiştir. Bu kitap Sultan Mahmud’un Yemînü’d-Devle olan lakabı nedeniyle Tarih-i Yemînî olarak da bilinir. Târih-î Yemînî, Sâmânîlerin son dönemlerinden Sultan Mahmud zamanına kadar geçen zaman içerisindeki olayları kapsamaktadır. Eserde Samanîlerin yanı sıra, Sistân emirleri, Âl-i

1 Gerdîzî, Ebu Said, Abdulhay b. Zehak b. Mahmud, Zeynü’l-Ahbâr, h. 443. Tsh, Abdulhay Habibi, hş.

1363.

(13)

9 Ziyar, Simcurîler, Hâniler, Âl-i Ferigun, Gûrîler ve Gürcistan padişahlarına yer verilmiştir. Eser, nazım ve nesir hususunda önemli bir şahsiyet olarak bilinen Ebû’ş-Şeref Nasıh b. Zafer b. Sa’d Münşî Curfadekânî tarafından (603/1206 yılında) Farsçaya çevrilmiştir.3

Çalışmamızda İslâm tarihi konularında faydalandığımız önemli eserlerden birisi de Abdülmelik İsemî (1311-1350) tarafından altı ay gibi kısa bir zamanda yazılan ve Firdevsî’nin Şehnamesine benzer şeklinde yazılması sebebiyle Şehnâme-i Hindistan adıyla bilinen Fütûhü’s-Selâtin isimli eserdir. Farsça olarak kaleme alınan eser, sağlam bir kronolojiye dayanır.4

Gazneliler ile ilgili bölümlerde faydalandığımız, Mecmau’l-Ensâb adlı eser ise Muhammed b. Ali Şebankare-i tarafından (732/1332) yılında dilinde yazılmıştır. Ayrıca, Gûrlular Sultanı Muhammed b. Sam döneminden başlayarak Delhi Türk Sultanlığını tahlil eden Tarih-i Mübârek Şâhî ise Yahya b. Ahmet es-Sihrindi tarafından Farsça dilinde (838/1434) yılında yazılmıştır. Seyyîdiler’in Sultanı Mübârek Şâh’a sunulması sebebiyle Tarihi Mübârek Şâhî ismini almıştır. Özellikle o dönemde cereyan eden savaşların, yerlerinin ve tarihlerinin doğru bir şekilde nakledilmesi açısından önemli bir eserdir.5

Gazneliler dönemiyle Gûrlular ve Delhi Sultanlığını dönemlerini tahlil eden bir önemli eser de Delhi Türk sarayında çeşitli görevlerde bulunan Nizamiddin Ahmet tarafından yazılan Tabakât-ı Ekberî kitabıdır. Genelde Hindistan Tarihi hakkında, özelde ise Hindistan Türk Tarihi hakkında başvurulabilecek en önemli eserlerdendir. Eserin birinci cildinde Gaznelilerden başlayan dönemin Gûrlular ve Delhi Sultanlığına dönemine uzanan devirler ele alınmıştır.6

Tarîh-î Firişte /Gülşen-i İbrahim adlı eser ise, (1552-1623) yılları arasında Hindistan’da yaşamış önemli bir tarihçi olan Muhammed Kâsım Firişte tarafından yazılmıştır. Hindistan topraklarına İslâm’ın giriş dönemlerinden başlayıp, Gazneliler, Gûrlular, Delhi Türk Sultanlığı, Babürlüler ve diğer Hindistan’da yaşayan Türk

3 Cûrfedakânî, Ebul Şeref Nasih b. Zafer, Tercüme-yi Târîh-î Yemînî, Tahran, hş 1345. 4 Abülmelik İsemi, Fütûhü’s-Selâtin, nşr, Ağa Mihdi Hüsayin, Agar college, Agra 1938.

5 Sihrindi, Yahyah b. Ahmet, b. Abdullah, Tarihi Mübarek Şâhî, h. 838 Kalkutta, nşr Hidayet Hüseyin,

Misşen yy. Kalkütta,1931.

(14)

10 kavimlerinin tarihlerinden bahseder.7

Çalışmamızda istifade ettiğimiz diğer bir önemli kaynak ise Müntehabu’t-Tevârih Hindistan'da Babürlü Sultanı Ekber Şah (1556-1605) döneminde yaşayan Abdulkadir Bedayunî (1540-1615) tarafından yazılmıştır. Müntehabu’t-Tevârih, (h. 999-1004) yılları arasında yazılmış ve üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Gazneliler ve Delhi Türk Sultanlığını, ikinci bölümde Ekber Şah dönemini özel olarak ele almıştır. Üçüncü bölümde ise şâirler ve âlimleri aktarmıştır.8 Biz birinci bölümünden

ki çalışmamızla ilgili bilgi vermektedir istifade ettik.

Tarihi olayları anlatmaktaki namı ile bilinen, Gazneliler döneminden başlayarak, Gûrlular, Delhi Türk Sultanlığı ve Babürlüler Sultanı Avreng Zeb zamanına kadar dönemi ele alan Hulâsatü’t-Tevârih adlı eserimiz ise (M 1918) yılında Zafer Hasan tarafından Delhi’de neşredilmiştir. Hindistan Umumi Tarihi özelliğini taşıyan Farsça bir eserdir.

Temel kaynaklar arasında son olarak ele alacağımız eser ise Türk Tâzân-i Hind adlı eserdir. Mirza Nesrullah Han Fidai tarafından (h. 1286) yılında Hindistan’da dört cilt halinde yazılan eser, en geniş ve en detaylı şekilde Hindistan tarihi hakkında bilgi vermektedir. Hz. Ömer dönemindeki Köprü savaşından başlayarak, Gazneliler, Gûrlular, Delhi Sultanlığı ve Babürlülerin siyasi tarihini ele alan eser, temel kaynaklar arasında önemli bir yere sahiptir.9

7 Muhammad Kâsım Firişte, Tarihi Firişte, çev, Munşi Naval Kişur, c. I. Delhi, 1905. 8 Abdülkadir Bedayunî, Müntehabu’t‐Tevârih, Munşi Naval Kişur Delhi, 1868. 9 Mirza Nesrullah Han Fidai, Türk Tazan-i Hind, c. I. Bombay, 1892.

(15)

11

I. BÖLÜM

BİLİNEN EN ESKİ TARİHTEN GÛRLULARIN SONUNA

KADAR HİNDİSTAN

Bu bölümde özet bir şekilde Hindistan’ın millat öncsi tarihnde hangi devlet ve kabileler hâkimiyet sürmüş ve kezeyden göç eden kabilelerin Hindistan’a geliş sebepleri, Hindistan’da nasıl bir hükümet kurmalarını ele alacağız. İslâm’ın doğuşuyla Hindistan yeni bir harekete karşı karşıya kalmıştır. Emevilerin döneminde Muhammed b. Kâsım’ın seferleri ardından Hindistan sınırlarının yakınında kurulan Gazneli Devletinin önemli ve kalıcı etkili seferlerini anlatmaya çalışacağız. Gaznelilerin yıkılmasından sonra yerini alan Gûrlular bölgede nasıl bir politika izlemişlerdir onu açıklamaya gayret ederiz.

1-M.Ö. 327 YILINDAN GAZNELİLER’E KADAR HİNDİSTAN

Hindistan’ın eski tarihi karanlık içerisinde kalmıştır ve bu konudaki kaynakları son derece yetersiz ve eksiktir. Bahsi geçen bu eski tarihi dönemde, tarihçiler ve tarihi olayları yazan olmamıştır. Tarihçiler bu devreyi Hint kutsal kitaplarından “Manu” ve “Veda”lardan anlamaya çalışmıştır. Bu belgeler ise hem çok eksik, hem de baştan aşağı hurafelerle doludur. Buna ilaveten yalnızca dinler, kanunlar ve ahlak hakkında bilgi vermektedir. Hintliler de dini, felsefi tartışmalara ve efsanevi hikâyelere önem vermişlerdir. Büyük İskender’e kadar olan Hindistan tarihi hakkında işe yarayan bir belge bulunamamıştır. Tahmin edilebilir ki, Hindistan’da en eski zamanlardan beri birbirine rakip pek çok devlet olmuştur. Fakat bu devletlerin hiçbirinin tarihi bilinmemektedir. Bunlar içerisinde ilk bilinen Manu memleketidir. Bu da Manu’da yazılmıştır.

Hindistan’ın en eski yerleşim merkezi Sind10 ve Pencap11 olmuştur, buralarda

10 Hindistan alt kıtasında tarihi bir bölge ve günümüzde bir eyalet, Pakistan’ın güneydoğusunda indus

nehri çevresinde yayılan Sind bölgesi batı kesimleri dağlık, orta kesimleri İndus çevresindeki alüvyonlu ovalar, doğuda kumlu çöller ( büyük bir kısmı Hindistan sınırları içerisinde) olmak üzere üç farklı coğrafi üniteden oluşur. Azmi Özcan, “Sind” DİA, ist. 2009. c. XXXVII. s. 242.

(16)

12 yapılan kazılardan çıkan taş, bakır ve tuncun beraber kullandığı bir devire aittir. Bu kazılardan çıkan malzemeler Kalkolitik ve Brakisefal medeniyetine aittir.

M.Ö. 500. Yıllarda ise Gence ovasında kurulan en önemli devletler olan Kosala, Magada ve Anga krallıkları mevcuttu. Ancak bu devletler birbirine rakip olmuşlar ve her zaman savaşmışlardır. Ayrıca bu zamanda Hindistan’da Budizm dini ortaya çıkmıştır. Buda dininin ortaya çıkışı sırasında Hindistan’da rakip olan devletlerin birleşmesini sağlayarak, Hindistan’ın milli dini haline gelmiştir.12

Hindistan tarihi aslında İskender’den sonra yazılmaya başlamış, gerek İskender’in seferi, gerekse kuzeyden giden başka güçlerin seferlerinin meydana gelmesi doğrultusunda yabancı ve yerli âlimler bu siyasi ve kültürel olayları yazmışlardır.

İskender: İran’ı aldıktan sonra Hindistan tarafına yönelmiştir. M.Ö. 330 yılında

Herat13 şehrini almasının ardından Belucistan14 ve Kabil15 yoluyla kuzeye çıkmıştır.

Hindu Kuş dağlarını aşarak çetin savaşlardan sonra, Belh16 ve Semerkand17’ı ele geçirir.

İskender’in Horasan18 ve Türkistan seferleri üç yıl sürmüştür. İskender Türkistan’da

bulunduğu sırada Türkistan halkından birçok atlı ve okçuyu kendi ordusuna katıp Hindu kuş dağının güneyine geçmiştir. Kabil ve Lağman’da askerlerini bir kaç ay dinlendirdikten sonra, 40 bini savaşçı olmak üzere, 120 bin kişilik bir orduyla Hindistan topraklarına ayak basmıştır. İskender, İndus nehrinin ötesindeki memleketlerle ilişkiler kurmuştur. Özellikle Taksila hükümdarı ile görüşmeleri önemlidir. Taksila hükümdarı

11 Günümüzde büyük kısmı Pakistan’da küçük bir kısmı Hindistan’da kalan bölge, içinden geçen İndus

nehriyle onun dört kolundan dolayı beş su ( pençâb) anlamında gelmektedir. Azmi Özcan, “Pencap”

DİA, ist, 2007. c. XXXIV. s. 224.

12 Y. Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, Ankara, 1987, c.I, s. 22.

13 Afganistan’ın batısında bulunan Herirut ırmağının kenarında kurulmuştur. Çok eski ve önemli bir

şehirdir. Recep Uslu, “Herat”, DİA, Ankara, 1998, c. XVII. s. 215.

14 Pakistan’ın dört eyaletinden biri ve İran’da bir bölge 347.190 km bir alana sahip olan Pakistan’ın

batısında, yer almaktadır. Batıda İran kuzey ve kuzeybatıda Afganistan doğuda Pencap ve Sind güneyde ise Umman denizi M. Naeem Qureshi, “Belucistan” DİA, İst, 1992, c. V. s. 427.

15Afganistan’ın başşehri Kabil nehrinin kıyısında ve hindukuş dağlarının güneyinden Hindistan’a giden

yol üzerinde kurulmuş olup m.ö 1500 yıllarından itibaren varlığı bilinmektedir. Ahmet Kavas, DİA,

“Kabil” İst 2001. c. XXIV. s. 28.

16 Afganistan’ın kuzeyinde bir şehir, Amuderya’nın güneyindeki Dehas ırmağı üzerinde ve kuh-i baba

dağının eteğinde kurulmuştur. Tahsın Yazıcı, “ Belh” DİA, İst, 1992, c. V. s. 410.

17 Semerkant: Özbekistan’da bir tarihi şehir olup şehir veya yerleşim birimi anlamına gelmektedir. Bugün

Özbekistan’ın orta kısmında yer almaktadır. Bu şehrin kuruluş tarihi ise çok eskiye ( M.Ö 535) dayanmaktadır. Osman Aydınlı, “Semerkant”, DİA, İst, 2009, c. XXXVI. s. 481.

18 Horasan, İran’ın kuzeydoğusunda yer alan çok geniş bir coğrafi bölgenin adıdır. Günümüze bölgenin

toprakları üç parçaya ayrılmış olup Merv, Nesa ve Serahs yöresi Türkmenistan, Belh ve Herat yöresi Afganistan, kalan kısmı da İran sınır içerisinde bulunmaktadır. Osman Çetin, “Horasan”, DİA, XVIII, s. 234

(17)

13 Amfi, kendi topraklarını genişletmek için İskender ile anlaşarak kendi ülkesine davet edip çok hediyelerle karşılamıştır.

İskender ve Amfi birlikte Poros ülkesine yürümüştür. Çünkü Poros, Amfi’nin eskiden beri en güçlü rakiplerinden olmuştur. Poros büyük bir orduyla İskender ordusunu Celum nehrinin kıyılarında karşılamıştır. İskender ordusu ırmağı geçmiş ve burada çetin bir savaş olmuştur. Bu savaşta Poros yaralanmış ve İskender’e teslim olmak zorunda kalmıştır. İskender de onu affetmiş ve kendi ülkesine geri hükümdar olarak tayin etmiştir. Poros, İskender ile birlikte güney doğuya ilerleyerek pek çok şehri ele geçirmiştir. Ancak İskender daha fazla ileri gidememiştir. Çünkü Makedonyalılar savaşlardan bıkmıştır. Zorluk üstüne zorluk tehlike üstüne tehlike ile askerler iyice yorulmuştur, askerler bir araya gelip İskender’in arkasından gitmeyeceklerine yemin etmişlerdir. İskender ne kadar askerlerini ikna etmeye çalıştıysa da kararlarından vazgeçmemişlerdir. İskender askerlerinin savaşa gönülleri olmadığını anlayınca Hindistan topraklarından geri çekilmek zorunda kalmış.19

İskender Hindistan’ı terk etikten sonra yerli hükümdarlar eskisi gibi bağımsız hale gelmişlerdir. M.Ö. 322 yılında bu bölgede kurulan devletlerden birisi Morya da devletidir. Büyük İskender öldükten sonra Kabil ovasına kadar olan topraklar Morya hükümdarlığına bağlanmıştır. Morya hükümdarı Çandragupta, hemen hemen bütün Hindistan düzlüğüne, ya doğrudan doğruya veyahut onun üstünlüğünü kabul eden yerli krallar yolu ile egemen olmuş olan tarihi ilk hükümdardır. Çandragupta’nın ölümünden sonra torunu Asoka M.Ö. 269-226 yıllarında hüküm sürmüştür.20 Mahanadi ve Godavari

ırmakları arasında Hindistan’ın doğu kıyısını kaplayan Kalinga devletine karşı savaşmıştır ve bütün ülkeyi ele geçirmiştir. Asoka devleti kuzeyde Hindukuş ve Himalaya dağlarına kadar genişlemiştir. Asoka’dan sonra devlet torunlarının arasında paylaşılmıştır. M. Ö. 185 yıllarına kadar Magada ülkesine egemen kalmış olan Morya hanedanının son hükümdarının, Puşyamitra adlı bir general tarafından öldürülmesi ile Morya devleti ortadan kaldırılmıştır.

Puşyamitra, kendi hanedanının ismini taşıyan Sunga devletini kurmuştur. O sırada ona komşu olan, daha önce güneyde kurulmuş olan Kalinga ve onun güneyinde yer alan Andra devleti bulunmaktaydı. Morya devleti yıkıldıktan sonra üç parçaya

19 Droysen, Büyük İskender, çev, Bekir Sıtkı, Ankara 2ooo.c. III. S. 181. 20 E. B. Havell, The History of Aryan Rule in İndia, Londra, 1968, s. 89.

(18)

14 bölünmüştür. Onlardan biri Sunga devletidir ki M.Ö. 185 yılında kurulmuş ve Pusyamitra ile on hükümdar tahta oturmuş, M.Ö. 73 yılında yıkılmıştır. Andra devleti, adını Dekken’ın21 doğusunda ve Krişna ırmakları arasında oturan Dravit ulusundan

almıştır. Andra hükümdarı Gotamiputra, Sakalardan Bengal Körfezine dökülen Godavarı ırmağından başlayıp batıya giden ve Berar, Mâlvâ22, Katyavar ve Gucerat’ı23

kapsayan geniş bir devlet kurmuştur. Neticede Andra devleti 225 yılında sona ermiştir.24 Sakalar: Orta Asya’da M.Ö. ikinci yüz yılın ilk yıllarında pek çok olaylar

yaşanmış ve bu olaylar neticesinde birçok oymaklar yerlerinden göçmek zorunda kalmıştır. Hunlar, Yüeçileri kuzey Çin tarafından Seyhun’a doğru ve Yüeçiler de Sakaları oralardan güney Horasana sürmüşlerdir.25 Hindu kuş’un kuzeyinde kalan

Yunanları yenerek Belh bölgesine egemen olmuşlardır. Daha sonra Herat ve Kabil şehirlerini ele geçirip buraları kendilerine yurt edinmeye başlamışlardır. Sakalar, Sistan, Sind ve Pencap’a yavaş yavaş ilerleyerek oradaki Yunan devletlerini ortadan kaldırmış ve bölgede bir Saka imparatorluğu kurmuştur. Bazı tarihçilere göre, Sakaların devleti 150 yıl kadar ayakta kalabilmiştir, ama yeterli kaynak olmamasından dolayı bu konu tartışmalı olarak dikkatleri üzerine çekmiştir.26

Kuşanlar: M.Ö. 220 de Çin imparatorluğu kurulunca Doğu Türkistan’da

yaşayan Hindu Kuş’un güneyine sürülmüş olan Türk oymaklarından biri de Kuşan (Yüeçi) oymağı idi. Bunlar yüz yıllardır Kuça ile Kansu arasında yaşarlardı. Kuşanlar Horasan topraklarını Makedonyalıların elinden alıp bir imparatorluk kurmuşlardır. Yönetimin başına I.Kadfezes gelmiştir ve bu hükümdarın sülalesi iki yüz yıldan fazla saltanat sürmüştür. I.Kadfezes M.Ö. 30-10 M.S. yılları arasında saltanat sürmüştür. Halefi Kadafez ise (M.S. 10- 40) Pencab’dan Cumna’ya kadar olan toprakları ele geçirmiştir. II Kadfezes (M.S. 40- 70) da kendi topraklarını genişletmek ve devletini

21Güney Hindistan’da bir bölge kuzey Hindistan dan vindhya ve satpuras sıradağları ile ayrılan ve

güneyde Tungabhadra nehrine kadar uzanır. K. A. Nizami, “Dekken”, “DİA” İst, 1994, c.IX. S. 112.

22 Orta Hindistan’da bir bölge, güneyden Vindhya dağlarına dayanan ve denizden yüksekliği 500-600 m.

Arasında değişen volkanik bir plato olan, Mâlvâ günümüzde Hindistan’ın medya prades eyaleti sınırları içinde bulunmaktadır. IQTIDAR Husain SIDDIQUI, “Mâlvâ”, DİA, Ankara 2003. c. XXVII s. 547.

23 Hindistan cumhuriyetini oluşturan yirmi bir eyaletinden biridir. Hindistan’ın kuzeybatısında yer alan

Gucerat güneyde ve batıda Umman denizine açılmaktadır, kuzeybatısında Pakistan, kuzeyinde Racastan, doğusunda Medya Pradeş ve güneydoğusunda Maharastra eyaletleri bulunmaktadır. K. A. Nizami, “Gucerat”, DİA, İst 1996. c. XIV. s 173.

24 Y. Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, c. I. s. 63.

25 Rene Geruse, Emparaturi sehraneverdan, çev, Abdul Hüseyin Meykede, Tahran hş. 1379. s. 33. 26 Y. Hikmet Bayur, Hindistan tarihi, Ankara, 1987. c. I, s. 65.

(19)

15 daha da güçlendirmek için seferleri hiç durdurmadan devam ettirmiştir. Dördüncü ve Kuşan devletinin en büyük hükümdarı olan Kanişka (M.S. 70- 102), Soğd’dan Benares’e kadar büyük bir imparatorluk kurmuştur. Önce naklettiğimiz gibi Hindistan’da Budizm yerli halkı bir çatı altına toplamış ve rakip devletleri bir araya getirmiştir. Yani Hindistan’da saltanatın temel taşı din meselesi olmuştur. Kuşani hükümdarları Budizm’e karşı çok savaşlar yapmışlardır ama Kanişka onların tam tersine Budizm dinini kabul ederek Budizm’e, çok hizmet etmiştir. Paralarına bile Buda adını yazdırarak Kabil, Belh, Kendahar, Keşmir ve Pencab’da çok sayıda tapınak yaptırmıştır.27

Gupta Devleti: Bu devletin kurucusu Çandragupta’dır. Hükümdarlığı uzun

sürmemiştir, 335 yılında vefat etmiştir ve onun yerine veliahd olarak tayin edilen oğlu Samudragupta tahta geçmiştir. Bu hükümdar devletini büyütmeye ve daha güçlü olmaya karar vererek, Gence ovasının bütününü ele geçirmiş, çok uzun seferlere çıkarak ve devletinin sınırlarını Bengal körfezinden Delhi-Agra bölgesine ve Himalaya dağlarından Narmada ırmağı kıyılarına kadar genişletmiştir. Samudragupta M. 375 yılında öldükten sonra yerine II. Çandragupta gelmiştir ve tıpkı babası gibi Sakaları ortadan kaldırıp Bengal körfezinden Arabistan denizine kadar bütün kuzeyi Hindistan’a bağlamıştır. II. Çandragupta’nın M. 413 yılında ölümünden sonra Kumaragupta devlet başına gelip M. 40 yılı aşkın hükümdarlıkta kalarak babasından kalan toprakları korumuştur. Devletin başı Skandagupta geldikten sonra devlet zayıf düşmüştür ve Ak Hunlar tarafından ortadan kaldırılmıştır.28

Ak Hunlar: Hazar Denizi ile Hindistan toprakları arasında kurulan ve M. 142

yıl süren bir Türk imparatorluğudur. V. yüzyılda kuzey Hindistan’da Kuşanların yerini alan Ak Hunlar, Büyük Hun imparatorluğunun M. 216 yılında yıkılmasından sonra Hunlar’ın bir kısmının Avrupa topraklarına diğer bir kısmının ise İran ve Kuzey Hindistan’a yerleşmeleri üzerine bu toprakları yurt edinmişler. Avrupa’da Attila ( M. 445- 453) Avrupa Hun imparatorluğunu kurarken kuzey Hindistan’a gelen Hunlar ise, Ahşunvarı tarafından Ak Hunlar Devleti (M. 420-470) kurulmuştur. Ahşunvar, ilk önce komşu devletlerin tehlikesinden emin olmak için bir süre ilişkilerini dostluk içinde

27 E. B. Havell, The History of Aryan Rule in İndia, Londra, 1968, s. 142; Rene Geruse, Emparaturi sehrâneverdân, çev, Abdul Hüseyin Meykede, Tahran hş. 1379. s. 78.

(20)

16 geçirmeyi düşünmüş ve Sâsâni hükümdarının kızı ile evlenmiştir.29 Batılılar Ak Hunlara

Eftalit, Çinliler Huta, Hintler, Huna, Araplar ise Haytal şeklinde isim vermişlerdir. Bu gün Afganistan’ı Hint kıtasına bağlayan ve önemli olaylara sahne olan Gazne şehrinden hareket ederek Pencab bölgesinden daha ileri gidip Bengal körfezinden Sind ırmağına kadar uzanan bu geniş topraklara hâkim olmuştur. Gupta halkı ne kadar ki bu hareketlere karşı durmuş ise de Ahşunvarın ölümünden sonra yerine geçen torunu Toraman (M. 470-502) kısa bir zamanda bölgeyi istila etmiştir. Böylece Ak Hunlar Hindistan’da hâkim olmuştur. Ak Hunlar Hindistan’ı istila ile meşgulken, Sâsâniler hükümdarı I. Fîrûz Horasan topraklarına saldırmıştır ama bu savaş Ak Hunların lehine olmuştur. Herat ve Merv yeniden Ak Hunlar topraklarına katılmıştır.30

Bu savaşta I.Fîrûz esir düşüp bir anlaşmayla serbest bırakılmıştır. Ama bu yenilgiyi hazmedemeyip M.479 yılında anlaşmayı bozarak tekrar Ak Hunlara saldırmıştır. Bu savaş beş sene sürmüştür ve sonunda I. Fîrûz esir düşüp öldürülmüştür. Sâsâni hükümeti vergiye bağlanmıştır. I. Fîrûz’un oğlu Kubad, babasının intikamını almak için Ak Hunlara ne kadar savaş açtıysa da Mazdek ayaklanması sebebiyle hapise girmiş ve M. 496 yılında hapishaneden kaçarak Ak Hunlara sığınmak zorunda kalmıştır. Ak Hunlar I. Fîrûz’u 30 bin asker ile İran’a göndermiştir. Mazdek idam edilerek Kubad tekrar hükümetin başına getirilmiştir. İran sarayında bundan sonra Ak Hunların sözleri geçerli olmuştur ve Kubad da vefakârlığını göstermiştir.31

Toraman’dan sonra onun oğlu Mihirakula (M. 502-530) Hindistan’ın Attila’sı olmuştur. Pencab’daki Sakala’yı kendine başkent seçmiş ve Budizm’e karşı savaş açmıştır. Budist yazarlar onu dinlerinin korkunç düşmanı olarak görmüştür.32 M. 528

yılında Yasodarman racası birçok Hintlilerle birleşerek Mihrikula’yı bozguna uğratmış, Mihrikula Keşmir’e kaçmıştır. Kaynaklara göre Mihrikula, 1600 Buda tapınağını ve 900 Budist âlimini öldürmüştür.33 Tabii ki bu rakamlar abartılı olabilir çünkü o dönemde bu

kadar tapınak Hindistan için o döneme göre çok fazladır. Her Hintlinin evinin köşesinde bir put vardır ama bu bir tapınak anlamına gelmez. Ayrıca biz Hindistan tarihinin milattan öncesinden bahsederken oradaki devletlerin bazıları Budizm’e karşı nice

29 M. Orhan Bayrak, Türk İmparatorluk Tarihi, İst, 2006, 3. bsk. s.76.

30 Rene Grousset, Bozkır İmparatorluğu, çev, M. Reşat Uzman, ist 1999, 4. Bsk, s. 82. 31 M. Orhan Bayrak, Türk İmparatorluk Tarihi, s. 77.

32 Rene Grousset, Bozkır İmparatorluğu, s. 85. 33 M. Orhan Bayrak, Türk İmparatorluk Tarihi, s. 78.

(21)

17 savaşlar yapmıştır, yani Budizm özgürce hareket edememiştir, hatta Budistler Çin’e kaçmıştır ve Budizm’i orada yaymaya çalışmışlardır. Budizm’le ilgili ayrıntılı bilgi için üçüncü bölümde açıklamalar yapılacaktır.

Harşa Devleti: Delhi’nin 150 km kuzeyinde ve Hindularca kutsal sayılan

Tanesar kentinde Prabhakara- Vardana adlı bir raca tarafından kurulmuş ve bu Hükümdar Ak Hunlar ve Gucalar ile çok savaşlar yapıp başarılar elde etmiştir. Hükümdar M. 606 yılında bir savaşta büyük oğlu ile ölmüş ve yerine küçük oğlu Harşa geçmiştir. İlk yıllarında kız kardeşi ile beraber ülkeyi yönetmiştir. Daha sonra Harşa orduyu düzenli hale getirip 5000 fil, 20.000 veya 50.000 yaya asker toplayarak Pencab ve Sindi hariç bütün kuzey Hindistan’ı ele geçirmiştir. Harşa M. 620 yılında Dekken devletinin üzerine yürümüştür ama II. Pulakesin Narmada ırmağının geçitlerini sağlam bir şekilde savunup Harşa’ya izin vermemiştir. Harşa M. 647 yılında ölünce büyük devleti de çökmeye başlamıştır.34

Dekken’de kurulan devletler: Çavlukya devletini M. 550 yılında Pulakkesin

adındaki bir başbuğ kurmuş ve bölgenin en güçlü ve üstün hükümdarı olmak iddiasında bulunmuştur. Aslında Dekken devletini en güçlü yapan M. 608 yılında tahta çıkan II. Pulakesin’dir. Ama çok geçmeden I. Vikramditya zamanında Gucerat’a egemen olan Çavlukyakarın bir kolu tarafından yok edilmiştir. Taştrakuta hanedanı Gucerata’da kurulmuştur ve en ünlü hükümdarları III. Govinda (M. 793-815) ve Amogavarşa (M. 815- 877) dır. Rastrakutaların Dekken’in üstün devletinin başında bulundukları devirde Araplar Sind’e yerleşmişler ve Hindistan’daki toprakları fethederek İslâm topraklarına katmışlardır.

Çavlukya devleti yıkıldıktan sonra Hoysala devletinin hanedanı önem kazanmış ve hükümdarlığını ilan etmiş, XII. ve XIII. y. yılda Dekken’de güçlü devletlerden biri olmuş ve sınırlarını genişletmek için Çola, Pandya ve Cera ülkelerini ele geçirmiştir. Hoysala hükümdarı Bittga (M. 1111-1141) daha sonra Vişnuizm’e girmiş ve ünlü bir din adamı olmuştur. Hoysala devleti 1310 yılında Delhi Sultanı Alâeddin Kalaç tarafından yıkılmıştır.

Güney Dekken’de Krişna ırmağının güneyinde ve uzaklık dolayısıyla bu ülke uzun zaman din, sosyal durum ve saire nedeniyle Hindistan’ın başka bölgelerinden ayrı

(22)

18 yaşamıştır. Ayrıca bu bölgenin baharatı ve inci ve gökçel zümrüt gibi değerli taşları ünlüdür. Bu sebeple doğu ve batı ile ticaretleri hiç kesilmemiştir.

Güney Dekken’de kurulan devletlerden biri de Çola devletidir. Pallava ve Çavlukyalar arasında ki savaşlardan istifade ederek güç kazanmışlardır Çola devletinin krallarından, . Aditya (880- 907) Pallava yönetimine son vermiştir ve bölgede kendisi tek güçlü devlet haline gelmiştir. Racaraca (M. 985-1018) onun oğlu Pacendra, Coladeva (1018- 1035), onun oğlu Racadıraca ( M. 1035- 1051) sırayla tahta oturmuşlardır ama 1074 yılında Adıracendra’nın öldüğü zaman tahta oturacak hanedandan kimse olmamasından dolayı annesi Çola hanedanından ve kendisi Çavlukya komutanlarından biri idi. Ama saray büyükleri onu seçtiler böylece Çola hükümeti el değişirdi. Çola devletine 1310 yılında Alâeddin Kalaç tarafından resmen son verildi.35

2- HİNDİSTAN’DA İSLÂM FETİHLERİNİN BAŞLAMASI

Hindistan bölgesi milattan öncesinden itibaren işgal ve hareketlerden farklı, dini tebliğ ve yaymayı amaçlayan bir orduyla karşı karşıya gelmiştir. Müslümanlar, İran topraklarını fethederek Horasan’dan Sind’e doğru hareket etmişlerdir. Hindistan sınırlarına ilk defa Hz. Ömer döneminde yirmi hicretin üçüncü yılında İslâm orduları Hakem b. Amr komutasında ulaşmıştır. Hakem b. Amr’ı Hz. Ömer bir orduyla Mekran üzerine göndermiş ve Mekran’ın emiri Ratbil, Sind hükümdarından yardım istemiştir. Sind hükümdarı çok sayıda savaşçı asker göndermiş ise de çetin bir savaştan sonra Hintli ve Mekran askerleri yenilip kaçmışlardır. Bu savaşta bol miktarda ganimet elde eden Hakem, savaş müjdesini ve ganimetlerin beşte birini Sahhar el-Abd’i ile birlikte Hz. Ömer’e göndermiştir. Hz. Ömer, gelen Sahhar el- Abd’dan Mekran hakkında bilgi istemiş o da “Mekran dağlık, suyu az, meyvesi kötü, askerleri güçlü ve şerri çok hayrı azdır. Askerimiz az olursa mağlup olur çoksa aç kalır. Mekran’dan sonraki memleket Sind zeminidir. Yaşam orada daha zordur” demiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer, Hakem b. Amr’a bir mektup yazarak Mekran’dan daha ilerisine gitmesini izin vermemiştir.36

Böylece Hakem Halife’nin emrine uymuş ve Sind topraklarına girmemiştir. Hz.

35 Y. Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, c. I, s.105.

36 İbnü’l-Esir, el Kamil fit-Tarih, Beyrut, 1965. c. III. s. 46; İbn Kesir, el- Bidâye ve’n Nihâye, Beyrut,

(23)

19 Ömer’den sonra Emevîlerin dönemine kadar Hindistan’a İslâm ordularının fetihleri durdurulmuştur.

Müslümanlara ve Müslüman gemilerine Sind Racası Dahir düşmanca tavırları ayrıca Dahir, Mekran valisi Said b. Eslem’i öldürenleri koruması sebebiyle Ubeydullah b. Nebhan ve Budayl b. Tuhfe el-Beceli’yi Dahir'e karşı savaşa gönderilmiştir. Ancak ikisi de savaşlarda başarılı olamamış ve şehit düşmüşlerdir. Bunun üzerine Velid b. Abdulmelik zamanında Haccac Basra valisi iken Muhammed b. Kâsım’ı Sind bölgesini fethetmek üzere gönderilmiştir. Horasan’da Kuteybe b. Müslim fetihlerle meşgulken Hindistan bölgesinde ise Muhammed b. Kâsım 92/710 yılında fetihlerine başlamıştır.37

İlk Mekran ve Heyte’yi ele geçirdikten sonra Sind topraklarına girmiştir. Sind halkının durumunu bilmek için İslâm ordusundan şehre casuslar gönderilmiştir. İslâm ordusunun gelmelerini Dahir Sind hükümdarı haber alınca hemen Mekran üzerine yürümeyi düşünmüştür ama Sind’in ileri gelenleri “Bunlar Arap leşkerleridir, bunların kızgınlıkları, nefretleri ve düşmanlıkları din üzerindendir. Sabredip bu leşkerlerin üzerimizden defolmaları için tedbir almalı ve kendi ülkemizi bu beladan kurtarmalıyız” demişlerdir. Dahir, büyüklerin sözlerini kabul ederek hazinenin kapılarını açmıştır.

İslâm ordusunun üzerine gitmeyerek kendi kalesinde savunmayı tercih etmiştir. Bu sırada Muhammed b. Kâsım yolda bazı kaleleri ele geçirip Sadusan şehrine yetişmiştir. Bu şehirde çetin savaşlar olmuştur, iki savaşta Müslümanlar yenilmiş üçüncü savaşta ise Müslümanlar galip gelmiştir ve Hint ordusunun komutanı Müslümanlara gelerek Müslümanlığı tercih etmiştir. Bu şehirden sonra Muhammed b. Kâsım Çeneh şehrinin üzerine yürümüştür. Çeneh halkı İslâm ordusunun geldiğini duyunca hiç savaşmadan gelip İslâm ordusuna katılmışlar ve netice itibariyle bu şehir hiçbir savaş olmadan fethedilmiştir. Çeneh halkının toplu olarak İslâm dinini kabul ettiği de rivayet edilmektedir. Muhammed b. Kâsım ve ordusuna yemekler hazırlanıp ikram edilmiş ve Muhammed b. Kâsım da Çeneh halkına “Merzûk” adini vermiştir.38

Muhammed b. Kâsım, Urur şehrine yönelmiştir, çünkü Dahir bu şehre yerleşmişti. Bu şehir merkez olduğu için nüfus bakımından kalabalık ve savunma bakımından da güçlü idi. Şehri, Muhammed b. Kâsım tarafından muasıra edilmiştir. Dahir de direnmeye kararlı bir şekilde direnmiş Urur şehri on gün kuşatılmada

37 Hakkı Dursun Yıldız (Edt.), Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İst, 1986. c.II. s. 388. 38 Said Muhammed Masum, Tarihi-i Sind, Tsh, Ömer b. Muhammed, Bombay, 1938, s. 21-23.

(24)

20 kalmıştir. Bu on günde yedi kez çetin savaşlar olmuştur ama iki taraf da direnmeye devam etmiştir. Nihayet ramazan ayının onuncu günü 93/711 yılı Dahir süslü fillerle on bin zırhlı at ve otuz bin yaya ile meydana çıkmıştır. İki taraf da savaşa girmişler ve sabahtan akşama kadar savaş sürmüştür. İki taraf da sabırla ve kararlılıkla savaşmıştır. Çünkü biri vatanının yabancıların eline düşmemesi için, diğer taraf ise İslâm dinini yaymak ve Allah’ın emirlerini ve yasaklarını duyurmak için Allah yolunda şehit olmayı veya gazi olmayı hedeflemiştir. Müslümanlar düşman fillerini ateşle püskürtünce Dahir’in ordusu bozulmaya başlamıştır, filler bataklıkta batmışlar, Muhammed b. Kâsım’ın okçularının ok atması sunucunda Dahir yaralanmış ve onu şehrin Brahmanı bataklıkta gizlemiştir. Şehir kuşatılmıştır ve Brahman yakalanıp Muhammed b. Kâsım’a getirilmiştir, Dahir’i bulması istenmiştir ve kendisinin affedileceği verilmesi vaat edilmiştir. Böylece Dahir’i Brahman ele vermiştir ve Muhammed b. Kâsım da onun başını vurdurmuştur. Bu savaşta çok miktarda ganimet elde edilmiştir. İki yüz süvari yükü Haccac’a ganimet olarak gönderilmiştir.39

94/712 yılında Ahnef b. Kays, Urur şehrine vali olarak tayin edilmiştir ve Muhammed b. Kâsım Multan üzerine yürümüştür. Multan’ın ileri gelenleri hiçbir direniş göstermeden Muhammed b. Kâsım’a gelerek teslim olmuşlardır.40 Urur şehri ele

geçirildiği zaman esirlerin içinde Dahir’in iki kızı da vardı ve bu kızları Muhammed b. Kâsım Dârul- Hilafe’ye göndermiştir. Bir gece halife durumlarını sormak için çağırmış ve birinin halvette kalmasını istemiştir. Ama “kızlar biz buna layık değiliz bizi Muhammed b. Kâsım esir aldığında üç gün yanında tuttu” dediler. Halife bunu duyunca çok kızmış, Muhammed b. Kâsım’ın öldürmesini ve ölüsünü tulumun içinde Şam’a getirilmesini emretmiştir. Muhammed b. Kâsım’ın cenazesi gelince kızları çağırıp Muhammed b. Kâsım’ı onlara göstermiştir. Dahir’in kızı Suryadevi bunu görünce Halife Velid b. Melik’e dua edip şükranda bulunmuştur. Ardından Halife’ye: “Muhammed b. Kâsım, cesur, Şerefli ve vicdanlı birisi idi. Biz Muhammed b. Kâsım’a iftira attık çünkü babamızın intikamını almak bize düşerdi ve biz de ant içmiştik, babamızın intikamını hangi yolla olursa olsun alacağız demiştik, işte gördüğünüz gibi aldık”. Bu sözleri halife Velid duyunca biraz susmuş sonra da Dahir’in kızlarını atın kuyruğuna bağlayıp şehrin etrafında sürükletmiştir. Ölülerini de Dicle nehrine atmıştır.

39 Said Muhammed Masum, Tarihi-i Sind, s. 25

40 Said Muhammed Masum, Tarihi-i Sind, s. 28; Mirza Muhammed Melik, Zinetü’z Zaman fit- Tarih-i

(25)

21 Muhammed b. Kâsım’ın da cenazesini Dımeşk mezarlığında toprağa verdirmiştir.41

Ancak Belâzurî ve İbnü’l-Esîr, Muhammed b. Kâsım’ı Velid b. Abdülmelik değil, Süleyman b. Abdülmelik’in öldürdüğü rivayet etmektedirler. Çünkü Irak valisi Haccâc b. Yûsuf ve Muhammed b. Kâsım, Velid’in büyük destekçilerindendı. Velid, Süleyman b. Abdülmelik’i veliahtliktan azletmesine ona desteklediği için kin duyduğu Haccâc ve ona yakın olanları kılıçtan geçirdi42.

Emevilerden özellikle Muhammed b. Kâsım öldürülmesinden sonra Araplar fetih hareketleri özellikle Hindistan bölgesinde yavaşlamıştır. Netice itibariyle Muhammed b. Kâsım’ın öldürülmesi Hindistan bölgesindeki İslâm ordusunun düzeninin bozulmasına ve İslâm ordusunun bu bölgede etkisini kaybetmeye başlamasına neden olmuştur. Gazneli devleti kuruluncaya kadar bölgede sıcak bir fetih hareketi olmamıştır.

3- GAZNELİLER (331/963-582/1186) a- Gazneliler’in Devletleşme Süreci

Sâmânî Devletinin ( 203/819-395/1005) en parlak devirlerinde büyük sayıda Türk gençlerini Maverâünnehir yoluyla İslâm dünyasına getirmekteydi. Bunların büyük bir kısmı Abbâsî devletinin muhtelif teşkilatlarına yerleştiriliyordu. Halifenin muhafızları bunlardan seçilirdi ve daha sonra yavaş yavaş bu muhafızlar sarayda etkilerini göstermeye başladı. Bunlardan bir kısmı ordu komutanı, sarayda Dîvân başkanı gibi yüksek konumlara geldiler. Abbâsî halifelerini seçme yetkisine sahip oldular. Sâmânî devleti de Türk kölelerinden ordularında ve saraylarında istihdam etmişlerdi. Bu kölelerden biri Alptegin dir ki ileride Hindistan, Afganistan ve İran topraklarına hâkimiyetini iki yüz yıldan fazla sürdüren bir Türk- İslâm devletini kurmuştur.43

Alptegin’in Sâmânî devletine nasıl geldiği bilinmemektedir. Şu kadar bilinir ki Sâmânî emiri Ahmet b. İsmail’e (294/907-300/914) satılmış ve Sâmânîlerin muhafız

41 Said Muhammed Masum, Tarihi-i Sind, s. 30; E. B. Havell, The History of Aryan Rule in İndia,

Londra, 1968, s. 252; Lt, Coloner Sir Wolseley, The Cambrige history of İndia, London, 1928, c.III. s. 7.

42 Belâzurî, Ahmed b. Yahya b. Câbir, Fütûhu’l-büldân, çev, Mustafa Fayda, Ankara, 1987, s. 641;

İbnü’l-Esîr, el Kâmil fit-Tarih, c. IV. s. 588.

(26)

22 ordusuna alınmıştır. Ahmet b. İsmail’in ölümünden sonra otuz yıl Emir Nasr b. Ahmet Sâmânî ( 301/914-331/943)’nin hizmet etmiştir. Alptegin, Nuh b. Nasr (331/943-343/954) zamanında hâcibül-hüccâblığa tayin edilmiştir. Nuh’un ölümünden sonra onun genç oğlu Abdülmelik b. Nuh üzerine nüfuzu artmıştır. Nasıl ki Abbâsî sarayında Türkler salahiyet sahibi olduysa, Sâmânî sarayında da artık söz sahibi olarak kendi varlıklarını göstermişlerdir. Ama Sâmânî sarayında bunları çekemeyen ve Alptegin’e muhalif olanların çabaların sonucunda Abdulmelik b. Nuh’un son zamanlarında Alptegin ile arası açılmıştır. Abdulmelik, Onu saygılı bir şekilde görevinden almasını ve kendisine Belh âmilliğini vermesini istemiştir. Ama Alptegin sarayda öyle bir kudret ve nüfuza sahipti ki Abdulmelik’in sözünü ret ederek “ben hâciblikten daha aşağı makama gelmem” demiştir. Bunun üzerine Abdulmelik, Alptegin’i kendi sarayında bir tehlike olarak görmeye başlamıştır. Alptegin’i mecbur kalarak Horasan sipehsâlarlığına tayin etmiştir.44

Alptegin’in Horasan sipehsâlarlığını kabul etmesinin sebebi de Sâmânîlerin en güçlü orduya sahip olmasıydı, yani Horasan sipehsâlarlığı demek Sâmânî devletinin tüm askeri gücüne sahip olmak demekti. Alptegin kendi adamı Bel’ami’yi vezirliğe getirmiştir. Bel’amî saraydaki tüm gelişmeleri Alptegin’e gönderirdi. Alptegin, zeki ve dindar birisi idi.45 Gerek siyasî gerekse askerî alanlarda tedbirli davranmasını bildirmiş.

Abdülmelik vefat edince Sâmânîlerin ileri gelenleri Abdülmelik’in yerine kimin gelmesi gerektiğini düşünüyorlardı ki Bel’ami, Alptegin’e mektup yazarak Alptegin’i durumdan haberdar etti. Alptegin mektuba cevap olarak şu ifadeyi yazmıştı: “kardeşten oğlun tahta oturması daha hayırlıdır ve makbuldür” diyerek kendi düşüncesini ortaya koymuştur. Ama bu isteği olmayıp mektup Buhara’ya varmadan Sâmânî ileri gelenleri Abdulmelik’in kardeşi Emir Mansur’u (350/961-365/976) tahta oturtmuştur46. Bu

olaydan Mansur haberdar olunca Alptegin ile arası açılmıştır.

Alptegin, Buhara’nın üzerine yürümeye karar alarak Nişapur’dan çıkmıştır. Ama Ceyhun ırmağını geçememiştir. Çünkü Alptegin’e karşı rakipleri Mansur’u tahrik etmişlerd ve “Alptegin’i öldürmeden sen Horasan’da hâkim olamazsın ve Horasanın zenginliklerinden asla faydalanamazsın ” sözleriyle Mansur’u ikna ederek on iki bin

44 Sayîd Ebu'l-Kâsım Furuzânî, Gazveviyan ez Peydaiş ta Furupaşi s. 49. 45 M. Zekaullah, Tarih-i Hindistan, Delhi, 1902. s. 190.

(27)

23 askeri hazırlayıp Alptegin’in karşısına göndermişlerdir. Çetin bir savaştan sonra Alptegin mağlup olup Toharistan’a çekilmiştir.47

Bu olaydan sonra Furuzânî şöyle açıklama yapmıştır: “Alptegin zeki ve savaş tekniğini bilen bir komutan olduğu için bu savaşa girmeden kendi komutasında olan yedi yüz askeri ile Sâmânîlerin on iki bin askeri karşısında dayanamazdı. Ayrıca ordunun içinde kendine karşı isyan rüzgârının esmesi sebebiyle ordusundan emin olmak için hassa askerlerinden hariç başka askerleri siz nereye gitmek isterseniz gidebilirsiniz diyerek serbest bırakmıştır. Onlar da senin atının toynağı nerede olsa bizim başımız ve canımız sana feda olsun demişlerdir. Alptegin vefakârlık gösterdikleri için onlara hediyeler vermiştir. Böylece Alptegin Belh şehrini almak ve orada ikamet etmek üzere hareket etmiştir”.

İlerleyen dönemde kısa bir süreliğine Belh’te ikamet etmiştir. Sâmânî ordusunun kendilerin takip edeceğini söyleyerek gafil olmamaları için ordusunu önceden uyarmıştır. Bir iki ay orada ikamet etikten sonra Hindistan’a doğru hareket etmeye hazırlanmıştır. Bu arada iftiracılar ve art niyetliler Emir Mansur’u “ Alptegin ihtiyar bir kurttur, onu öldürmedikçe kendisinden emin olamazsın onu yakalamaları ve önüne getirmeleri için arkasından iyi bir ordu göndermelisin” diye ikna ettiler. On altı bin kişilik bir ordu Alptegin’in ardından gönderilmiştir. Alptegin Hindistan’a gitmek için Hulm48 yolunu tercih etmiştir. Alptegin Hindistan’a gitmekten amacı daha ziyade

Belh’te Sâmânî ordusuyla karşılaşmak istememiştir, çünkü daha önce belirttiğimiz gibi Alptegin’in askerlerinin sayısı binden az bir sayıdadıydı. Ama Nizamülmülk’ün rivayetine göre iki bin iki yüz ve başka yerden yedi yüz kişi daha onun ordusuna katılmıştır. Bu yüzden Hulm geçidi savaşı stratejisi bakımından önemli bir arazi idi ve Alptegin de Sâmânî ordusunu bu tarafa çekmiştir.49 Aslında bu yeri savaşmak için

Alptegin ve komutanları çoktan seçmişlerdir. Sâmânî ordusu da onları takip ederek Hulm geçidine ulaşmış. Bir savaştan sonra Alptegin’in ordusu az olmasına rağmen galip gelmiştir ve Sâmânî safındakiler bu yenilgiyi duyunca emirler, Mansur’a “ bırak bu

47 Gerdîzî, Zeynü’l-Ahbâr, h. 443. tashih, Abdülhay Habibi, hş. 1363, s. 356;

48Hulm, bugünkü Belh ile Kunduz arasında, Afganistan'ın kuzeyinde, Mezar-i Şerif'in 60 km doğusunda

bir şehir. Zamanında İpek Yolu'nun duraklarından biri olup, Afganistan'ın ülke içi ekonomisi için önemli bir kent olan Hulm, koyun ve yün ticareti için bir merkez niteliği göstermektedir.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Hulm. (12. 06. 2011)

49 Sayîd Ebu'l-Kâsım Furuzânî, s.53; Nizamül-mülk, Siyasetnâme, çev, Sadık Yalsızuçanlar, İst. 2007, s.

(28)

24 yaşlı Türk nereye isterse gitsin” demişlerdir. Bu olaydan sonra Alptegin, Bamyan tarafına hareket edip orasını çetin bir savaştan sonra ele geçirmiştir. Oradan da Kabil’i ele geçirip Gazne’ye ulaşmıştır. Buranın Levik adında ki hükümdarını yenerek Alptegin kendi hükümdarlığını kurmuştur50. Bir süre sonra Alptegin (352/963) vefat

etmiştir. Artık bundan sonra Gazne yeni bir devlete ev sahipliği yapar ki bu devlet Hindistan’a İslâm'ı yayma konusunda çok önemli rol oynamıştır. ayrıca ilmi çalışmalarda da geri kalmamıştır. Gazne sarayında nice şairler ve tarihçiler yetişmiş ve sultanlar tarafından desteklenmiştir.

Alptegin’in yerine oğlu Ebu İshak İbrahim geçmiştir. Daha önce Gazne’de hâkim olan Levikler durumdan istifade edip Gazne üzerine yürümüş ve İbrahim’i yenmiştir. İbrahim, ise Sâmânîlere sığınmıştır. Babası Alptegin Sâmânî devletine karşı ne kadar karşı çıktıysa da oğlu tam tersine Sâmânî devletine sığınıp ondan yardım istemiştir51. Bunun sebebi Gazne devleti yeni kurulmuş ve yeterli bir güce sahip

değildir, ayrıca Sâmânî devletinden başka bir İslâm devletiyle yakın ilişki içinde değildir. Sâmânî devletinden aldığı yardımdan bir sene sonra İbrahim ( 354/ 966) vefat etmiş. Oğlu olmadığı için Gazneli devletinin başına komutanlarından Bilge Tegin oturmuştur. Adil, dindar birisi idi, altı sene hükümdarlık yapmış, Gerdiz kalesini kuşattığı zaman savaşta öldürülmüştür. Yerine Böritegin geçmiştir ama fasit kabiliyetsiz birisi olduğu için fazla hükümdarlık yapamamıştır. Bir yandan Sebüktegin kendini Gazne tahtına layık görmüştür. Diğer yanda da Gazne Halkı Böritegin’i istememiştir ve Ebu Ali Enuk’u Gazne şehrine davet etmişlerdir. Bu durumda Sebüktegin orduyu hazırlamıştır. Çetin bir savaştan sonra Sebüktegin savaştan galip çıkmıştır.52

Bu olaydan sonra sarayın ileri gelenleri karar aldılar ki Böritegini tahtan alıp yerine cesareti ile bilinen savaş ve siyaseti bilen yetenekli ayrıca Alptegin’in yanında yetişen Sebüktegin’i seçmişlerdir. Sebüktegin, bugün Kırgızistan53 sınırları içinde kalan

Isık göl yakınlarında ki Barshan bölgesinde Türk boylarından olan Barshan kabilesine mensuptur. O dönemlerde kabileler birbirine saldırmışlar ve gençlerini köle olarak işletmişler veya satmışlardır. İşte bu saldırılardan birinde Sebüktegin Tusilar kabilesine

50 Nizamülmülk, Siyasetnâme, s. 151; Sayîd Ebu'l-Kâsım Furuzânî, s.53. 51 Sayîd Ebu'l-Kâsım Furuzânî, s. 69.

52 Cüzcânî, Tabakât-i Nâsırî, h.658, tashih, Abdulhey Habibi, hş, 1342. c.I. II. bsk. s. 227.

53 Orta Asya Türk cumhuriyetlerinden biri, Kuzeyden Kazakistan, batıdan Özbekistan, güneyden

Tacikistan, güneydoğu ve doğudan Çin'in Sincan-Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) ile çevrilidir. Resmi adı Kırgız Cumhuriyeti, Erdoğan Akkan, “Kırgızistan” DİA, c. XXV. s. 441.

(29)

25 esir düşmüş Sâmânî Emiri I.Nuh zamanında Buhara’ya getirilip satılmıştır (348/ 959) 54

b-Sebüktegin

Alptegin Sâmânî devletine komutan iken Sebüktegin’i satın almış ve kendisiyle Toharistan’a götürmüş, Horasan valisi olduğunda kendisini yine Horasan’a götürmüştür. Yani Sebüktegin, Alptegin’in yanında yetişmiş ve bütün nimetlerden istifade etmiştir. Alptegin’in ölümünden sonra kendisini Gazne tahtına layık görmüş ama Gazne eşrafının tepkisini almamak için müsait zamanı beklemiştir. Piri Tegin’in yeteneksizliğinden istifade ederek harekete geçmiştir.55

Sebüktegin tahta geçer geçmez Büst valisi Togan yanına gelerek yardım istemiştir. Çünkü uzun zamandan beri Baytuz ile çekişmeleri sürmektedir. Sebüktegin, Togan’a yardım edip Baytuz’u yenip Büst şehrini ona teslim etmiştir. Togan bu hizmetine karşılık ömrünün sonuna kadar ona itaat edeceğine ve fermanından asla çıkmayacağına dair söz vermiştir. Ama verdiği sözünde durmamış ve Sebüktegin de onun üzerine yürümek zorunda kalmıştır. Büst şehrini tamamen tasarruf etmiştir.

Sebüktegin ne kadar ki Sâmânî devletinin bir valisi olarak görünse de Alptegin bağımsız ve müstakil bir devlet kurmuştur ve kendi devletinin sınırlarını genişletmek, siyasi ve nizamı gücünü daha güçlendirmek için seferler düzenlemiştir. Kısa bir zamanda Toharistan, Zabulistan, Zemindaver, Gûr ve Belücistan’a kadar ilerlemiştir ve 367/977 yılında Hindistan’a yönelmiştir.56

Bu nedenle Alptegin her ne kadar Gazne devletinin kurucusu olsa da tarihçiler Sebüktegini Gazne devletinin kurucusu olarak kabul etmektedir. Çünkü Alptegin yalnız Gazne’de hükümdar olup bir vali sıfatında kalmıştır. Ne zaman ki Sebüktegin Gazne çevresini ve Hindistan Bölgesini kendi devletine katmış, o zaman bu vilayet bir devlet haline gelmiştir. Ayrıca Abbası devleti de Gazneli devletini tanımış bölgede bir otorite sahibi olmuştur.

Sebüktegin Gazneli tahtına oturduktan sonra 367/977 yılında Hindistan’a seferlerine başlamış. İlk olarak Multan ve çevresini fethetmiştir. Fethettiği yerlere camii yaparak İslâm dinini anlatmak için görevliler tayin etmiş. Lahor hükümdarı Caypâl adında bir Brahman idi ve Sebüktegin’in Hindistan’a hareketini haber alınca hemen

54 Erdoğan, Merçil, ,”Sebüktegin”, DİA, İsb. 2009, c. XXXVI. s. 262. 55 Nizamiddin Ahmet, Tabakât-i Ekberi, c. I, s. 6.

(30)

26 bütün ordusunu toplayıp Sind ırmağı kıyılarında Sebüktegin’e karşı hazırlık yapmış. İki ordunun yaptığı çetin savaşlardan sonra Caypal’ın ordusu yenilmiştir. Sebüktegin 100 bin dinar ve elli fil ganimet almıştır. Caypâl da cizyeye bağlanmıştır ve kendisi Gazne’ye geri dönmüş.57

Sebüktegin Sâmânî devletinden bağımsız bir devlet kurmuş olsa da yine Sâmânî devletini tehdit eden tehlikelere karşı seyirci kalmamıştır. Her türlü yardıma koşmuştur. 378 yılında Sâmânî generali Ebul Hasan Simcuri’nin vefatından sonra yerine geçen oğlu Ebu Ali Simcuri, Karahanlı Hükümdarı Satuk buğra ile Sâmânî devletini kaldırmak karşılığında Ebu Ali Simcuri’nin devletini tanıyacak şekilde anlaşmışlardır. Ama Satuk Buğra Maveraünnehir’i tasarruf edince Satuk Buğra sözünde durmamıştır. Bir müddet sonra Satuk buğra hastalanmış ve Buhara’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Sâmânî devleti yeniden Buhara’ya hâkim olmuştur. Bu sırada Ebu Ali kendi menfaati için tekrar kendini Sâmânî emirine affettirerek geri yerini alabilmiştir. Ama hep Sâmânî devletine karşı isyanı düşünmekteydi. Sâmânî devletinin bir başka nüfuzlu adamı Faik, Ebu Ali ile anlaşarak Sâmânî devletine karşı isyana kalkışmıştır. Bu sırada Emir Nuh’un Sebüktegin’den yardım almaktan başka çaresi yoktur. Sebüktegin Sâmânî sarayında nüfuzunu artırmak için bu zamanı beklemiştir. Sebüktegin, Ebu Ali ile savaşarak dağıtmayı başarmış. Emir Nuh da bu güzel yardımına karşılık ona Nâsirüddin lakabını vermiştir.58

Sâmânî Devleti yeniden Karahanlı tehlikesi ile karşı karşıya gelmiştir. Bu kez İlek Han Sebüktegin’e bir mektup göndermiş ve Sebüktegin’den birleşerek Sâmânî devletini ortadan kaldırıp topraklarını paylaşmasını istemiştir. Mektubun devamına da şu açıklamalar yazılmıştır: “Çünkü biz kâfirlerle mücadele etmek için gece gündüz bu yolda meşgulüz. İslâmi yaymak için maddi ve manevi varlığımızı bu yolda ortaya koymuş ve her türlü tehlikelere karşı sinemizi siper etmişsizdir. Sâmânî devleti ise orta yerde sakin ve rahat yaşıyor. Gece gündüzü musiki ve eğlence ile geçer ne İslâm’a hizmet ediyor ne de kendi sınırlarını koruyabiliyor. En iyisi bu vilayetin mallarını ondan boşaltıp İslâm yoluna harcamalıyız” ama Sebüktegin İlek Han mektubuna ret cevabı vermiştir. “Emir Nuh büyük bir padişahtır İslâm halkına çok hukuku vardır, bu yüzden

57 Mirza Nesrullah Han Fidai, Türk Tâzân-i Hind, c. I. Bombay, 1892, s. 44. 58 Sayîd Ebu'l-Kâsım Furuzânî, s. 83-84.

Referanslar

Benzer Belgeler

Öncelikle yapılması gereken iş, kamu görevlileri ve toplumun bütününde, kamu hizmetinin kamu yararı için ypıldığını ve bunun sağlanması için de kamu yönetiminde

Malazgirt Savaşından sonra Anadolu içlerine taarruz eden Anadolu Selçukluları, Büyük Selçuklu Devletini kuran Tuğrul ve Çağrı Bey’lerin amcası Arslan Yabgu’nun

Önceleri Enlil daha sonra Marduk bahar tanrısı olarak kabul edilmiştir.. Bu dönemde bu rolü Enlil’in oynadığı

Kredi yönetimi sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesinde Bankanızın sahip olduğu bilgi sistemlerinin ve iç denetim sistemlerinin başarılı olduğunu

Cerrahi konularda daha fazla bilgi edinmek isteyen bireyler için online eğitim modelinde hasta odaklı eğitim materyalleri kullanılmaktadır.. Eğitim materyallerinde önem

Emülsiyon kırınımı ile ekstraksiyon metodunun verimini etkileyen; numune miktarı, sürfaktant çeşidi ve konsantrasyonu, kullanılan sulu çözeltideki asit

Ayrıca hemşire, hatayı tanımlayan hata raporu hazırlamak, hekime ve kuruma hatayı rapor etmek açısından etik ve profesyonel sorumluluk taşır (Acaroğlu ve Aştı 1998,

Ziyade medden ilk bahseden Ġbn Cinnî (ö. Med harflerinden sonra hemze ya da idğamlı bir harf gelirse fazladan uzatma/tul olur der. 57 Mekkî de Ġbn Cinni’nin