• Sonuç bulunamadı

Birlikte yaşama kültürü bağlamında kültürlerarası etkileşimler: Konya örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Birlikte yaşama kültürü bağlamında kültürlerarası etkileşimler: Konya örneği"

Copied!
156
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI SOSYOLOJİ BİLİM DALI

BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜ BAĞLAMINDA KÜLTÜRLERARASI ETKİLEŞİMLER: KONYA ÖRNEĞİ

Erhat YALÇIN

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Dr. Özlem ALTUNSU SÖNMEZ

(2)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Bilimsel Etik Sayfası

Öğre

n

cin

in

Adı Soyadı Erhat YALÇIN

Numarası 164205001012

Ana Bilim / Bilim Dalı Sosyoloji/Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Dr. Öğr.Üyesi Özlem ALTUNSU SÖNMEZ Tezin Adı Birlikte Yaşama Kültürü Bağlamında

Kültürlerarası Etkileşimler: Konya Örneği

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(3)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

Öğre

n

cin

in

Adı Soyadı Erhat YALÇIN Numarası 164205001012 Ana Bilim/Bilim

dalı Sosyoloji/Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Dr. Öğr. Üyesi Özlem ALTUNSU SÖNMEZ Tezin Adı Birlikte Yaşama Kültürü Bağlamında Kültürlerarası Etkileşimler: Konya Örneği

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan BİRLİKTE YAŞAMA

KÜLTÜRÜ BAĞLAMINDA KÜLTÜRLERARASI ETKİLEŞİMLER:

KONYA ÖRNEĞİ başlıklı bu çalışma 28. 06. 2019 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

(4)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğre

n

cin

in

Adı Soyadı Erhat YALÇIN

Numarası 164205001012

Ana Bilim / Bilim Dalı Sosyoloji/Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Dr. Öğr.Üyesi Özlem ALTUNSU SÖNMEZ Tezin Adı Birlikte Yaşama Kültürü Bağlamında

Kültürlerarası Etkileşimler: Konya Örneği

ÖZET

Bu çalışmada birlikte yaşama kültürü ve kültürlerarası meydana gelen etkileşimler kavramsal ve kuramsal çerçevede tartışılmaktadır. Farklı etnik unsurların toplumsal alanda nasıl bir işlev gördükleri üzerinde durulmaktadır. Genelde dünya toplumlarında özelde de Türkiye toplumunda farklı etnik unsurların birlikte yaşadığı görülmektedir. Bu noktada Türkiye’de uzun yıllar boyunca birlikte yaşayan Türk-Kürt unsurlarının geçmişten günümüze kadar birlikte yaşama serüveni ele alınmaktadır. Bu iki unsurun birlikte yaşama sürecinde karşılıklı olarak iç içe geçip geçmedikleri, karşılıklı iki kültür arasında etkileşimin meydana gelip gelmediği sorunsalı incelenmeye çalışılmaktadır. Bu çalışma Türk-Kürt unsurlarının tarihsel birlikteliğinden yola çıkarak asıl olarak günümüzdeki karşılıklı ilişkileri ortaya çıkarması açısından önem arz etmektedir. Bu çerçevede nitel araştırmanın sağladığı sınırlılıklar dâhilinde Konya’da birlikte yaşayan iki kesimle derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Hem kavramsal ve kuramsal çerçevede hem de sahada elde edilen veriler ışığında birlikte yaşamanın imkânları ortaya konulmaya çalışılmaktadır.

Anahtar Kavramlar: Kültür, Kültürleşme, Kültürlerarası İletişim, Küreselleşme, Kültürel çeşitlilik, Toplumsal Farklılıklar, Birlikte Yaşama.

(5)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğre

n

cin

in

Adı Soyadı Erhat YALÇIN

Numarası 164205001012

Ana Bilim / Bilim Dalı Sosyoloji/Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Dr. Öğr.Üyesi Özlem ALTUNSU SÖNMEZ Tezin İngilizce Adı Intercultural Effects in The Context of Culture of

Living Together: Konya Sample

ABSTRACT

In this study, the culture of living together and cross-cultural interactions have been discussed in a conceptual and theoretical framework. It is emphasized how different ethnic elements function in the social field. It is seen that too many ethnic groups have been living together generally all over the world and specially in Turkey. At this point, the experiences of Turkish and Kurdish ethnical groups which lived together from past to present is handled. In the living together process of both ethnical groups, some problematics, includes being engage both cultural structures, possible interactions coming out between these ethnical groups, have been discussed. This study is fundemantally significant in terms of revealing today’s correlations of cultural interactions which depending on historical background. Within the boundaries of qualitative research, interviewes have been carried out between both groups living together in Konya depply. Finally, it has been tried to evalute the potentials of living together on the basis of datas produced as conceptual, theoretical and practical.

Keywords: Culture, Culturalization, Intercultural Communication, Globalization, Cultural Diversity, Social Differences, Living Together.

(6)

ÖNSÖZ

Her çalışma emek ve sabır gerektiren bir süreçtir. Bu zorlu süreçte yardımlarını esirgemeyen ve yol gösteren kıymetli tez danışmanım Dr. Özlem ALTUNSU SÖNMEZ’e teşekkür ederim. Ayrıca lisans hayatımdan bu yana desteklerini her daim gördüğüm değerli hocam Dr. Gamze AKSAN’a minnettarım. Hem tez sürecinde hem de onun öncesinde, her zaman yanımda olan, fikirleriyle öncülük eden ve tezin başlangıcından son aşamasına kadar desteklerini esirgemeyen Arş. Gör. Nuh AKÇAKAYA’ya teşekkür etmeyi borç bilirim. Aynı zamanda kapılarını her zaman açan, muhabbetlerine dahil eden Arş. Gör. İlhami AYDIN’a ve Arş. Gör. M. Fatih BAĞRIYANIK’a şükranlarımı sunarım. İlaveten, Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ndeki bütün hocalarıma teşekkür ederim.

Tezin düzenlemesinde katkı sağlayan ve dualarını esirgemeyen pek kıymetli arkadaşlarım Ferhat GÜLZEL, Yusuf ÇAKMAK, M. Cafer EZER, Hanzel ZEREY, Veysel BEŞİRİK ve Bayram ORAL’a teşekkür ederim.

Ve son olarak da herkesten daha çok destek veren, hayatımın her anında yanımda bulunan dayılarım Erol YAŞAR ve Erdal YAŞAR başta olmak üzere yengemlerim Cemile YAŞAR’a, Fatma YAŞAR’a ve anneanneme sonsuz teşekkür ederim.

(7)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI... ii

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... iii

ÖZET ... iv

ABSTRACT ... v

ÖNSÖZ ... vi

GİRİŞ ... 1

1.BÖLÜM: BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜNE DAİR KAVRAMSAL VE KURAMSAL TARTIŞMALAR ... 4

1.1. BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜ BAĞLAMINDA KÜLTÜRLERARASI ETKİLEŞİME DAİR KAVRAMLAR ... 4

1.1.1. Kültür ... 4

1.1.2. Kültürleşme ... 6

1.1.3. Kültürlerarası İletişim ... 9

1.1.4. Küreselleşme ve Kültürel Çeşitlilik ... 11

1.1.5. Birlikte Yaşama Zorunluluğu ve Kültürel Konumlanışlar ... 14

1.1.6. Farklılıklar Bağlamında “Biz” ve “Öteki”nin İnşa Süreci ... 16

1.1.7. Kimlik ve Tanınma ... 19

1.2. BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜNE DAİR YAKLAŞIMLAR... 20

2. BÖLÜM: BİRLİKTE YAŞAMA OLGUSU BAĞLAMINDA: TÜRK –KÜRT UNSULARININ TARİHSEL GEÇMİŞİ ... 28

2.1. Osmanlı’da Birlikte Yaşama Anlayışı ... 28

2.1.1. Osmanlı’da Birlikte Yaşama Kültüründe Türk-Kürt Unsurlarının Ortak Geçmişi ... 30

2.1.2. İmparatorluktan Ulusa Kürtler ... 33

2.2. Türkiye’de birlikte yaşama kültürü ... 36

2.2.1. Günümüz Türkiye’sinde Öteki Kavramı ve Birlikte Yaşamak ... 37

2.2.2. Türkiye’de Çoğunluk ve Azınlık Kimlik Anlayışı ... 39

(8)

2.3. Türkiye’de Birlikte Yaşama Kültürünü Oluşturan Pekiştireçler ... 45

2.3.1. Farklılıklara Karşı Hoşgörü ile Yaklaşmak ... 46

2.3.2. Eğitim Sisteminin Toplumsal Barışa Hizmet Etmesi ... 48

2.3.3. Dinin Farklılıkları Bir Arada Tutma İşlevi ... 50

2.3.4. Anayasal Bir Vatandaşlık İnşa Etme ... 53

3.BÖLÜM: ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ ... 57

3.1. Araştırmanın Amacı ve Önemi ... 57

3.2. Araştırmanın Yöntemi ... 58

3.3. Araştırmanın Veri Toplama Yöntemi ... 60

3.4. Araştırma Evreni ... 61

3.5. Araştırma Örneklemi ... 63

3.6. Araştırma Verilerinin Analizi ... 66

4. BÖLÜM: ARAŞTIRMANIN BULGULARI ... 68

4.1. Toplumsal Bütünleşme ... 68

4.2. Kültürel Etkileşim ... 82

4.3. Kültürel Haklar ... 87

4.4. Etnik Kimlikler Arası Sosyal Güven ... 99

4.5. Toplumsal Algı ... 109

4.6. Toplumsal Aidiyet ... 118

SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER ... 129

EK: KATILIMCILARIN LİSTESİ ... 139

KAYNAKÇA ... 140

İnternet Kaynakları ... 147

(9)

GİRİŞ

Birlikte yaşama konusu birçok sosyal etkiyi bünyesinde barındıran bir konudur. Bundan dolayı birlikte yaşama olgusu farklı kültürler arasında meydana gelen kültürel etkileşimlerden tutun toplumsal alanda oluşan sorunlara kadar birçok şeyi kapsamaktadır. Bu sebeple birlikte yaşama kültürü etraflıca ele alınarak birlikte yaşamanın mümkünatı açıklanmaya çalışılmaktadır.

Sosyal bir varlık olarak insan kendi yapısına uygun bir kültür yaratıp ona göre yaşamını sürdürmektedir. Bu noktada insan diğer canlı türlerinden ayrılmaktadır. İnsan kültürü meydana getirirken başkalarına ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla insan tek başına bir kültürü meydana getiremez. Kültürün meydana gelmesi için insanların birlikte yaşaması gerekmektedir. Ayrıca tabiatın gereği insanlar birbirine bağımlıdır. Bu anlamda insanlar birlikte yaşamak zorundadır. Çetinkaya’ya göre birlikte yaşama olgusu, insanların ortak noktalar çerçevesinde bir araya gelmeleridir. Başka ifadeyle birlikte yaşama, Toplumdaki farklılıkların kendilerini öteki veya diğerlerinden soyutlayarak değil, ortak değerler temelinde anlaşmaya varmalarıdır. Bu anlamda birlikte yaşama olgusu farklılıktan ziyade ortak değerler üzerinde kendi varlığını kurmaktadır (Çetinkaya, 2012: 150). Kamusal alanda insanlar birlikte yaşama olgusu çerçevesinde kendi değerlerini temsil edecek kolektif kültür kalıplarını ancak öteki denilen farklılıklarla etkileşimde bulunularak birlikte oluşturabilmektedir. Bu anlamda farklılıkların birlikte yaşama konusu sosyal bilimlerde üzerinde durulan en önemli konulardan bir olmaktadır.

Bu çalışmada Türklerin ve Kürtlerin birlikte yaşama konusu anlatılmaya çalışılmıştır. İlk bölümünde birlikte yaşama olgusu ve kültürlerarası etkileşime dair kavramlar açıklanmaktadır. Çeşitli nedenlerle aynı mekânda yaşayan farklı etnik kültürlerin karşılıklı etkileşime geçmesi sonucunda meydana gelen kültürleşme süreci üzerinde durulmaktadır. Küreselleşmenin dönüştürücü etkileri anlatılarak, bu etkiler sonucunda kültürlerin karşılıklı olarak etkileşime nasıl geçtiği ortaya konulmaktadır. Kültürel etkileşim neticesinde toplumsal alanda kültürel çeşitlilik meydana gelmiştir. Kültürel çeşitlilikle birlikte biz kavramının karşısında ötekinin

(10)

inşa süreci oluşmaya başlamıştır. Bu anlamda toplumda birlikte yaşanılan ötekilerin nasıl bir işlev gördükleri açıklanmaya çalışılmaktadır. Ayrıca toplumsal olarak meydana gelen kültürel çeşitliliğin nasıl karşılanması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Bu aşamadan sonra kuramsal çerçeve dâhilinde etnik farklılıkların birlikte yaşamasını sağlamak için üretilen teoriler anlatılmaktadır.

Çalışmanın ikinci bölümünde Türklerin ve Kürtlerin tarihsel olarak birlikte yaşama süreçleri anlatılmıştır. İlk olarak Osmanlı döneminde birlikte yaşama anlayışı üzerinde durulmuştur. Osmanlı devleti bünyesinde barındırdığı bütün etnik, kültürel, dinsel farklılıkları kendi toplum yapısına uygun bir sistemle yöneterek birlikte barış içinde yaşamasını sağlamıştı. Bu anlamda bütün farklılıklar kendilerine ait kültürel değerlerini geliştirme hakkına sahip olmuşlardı. Aynı zamanda bütün farklılıklar Osmanlı yönetimine tabi olmak şartıyla yerel bazda kendi kendilerini yönetme hakkına sahiplerdi. Bu aşamadan sonra Kürtlerin Osmanlı yönetimine geçiş süreci anlatılmaktadır. Bu geçişle beraber Türkler ve Kürtler günümüze kadar birlikte yaşamışlardır.

Osmanlının yıkılmasıyla kurulan Türkiye devletiyle birlikte çokkültürlü bir politika terk edilmiş homojen toplum yapısını temsil eden ulus-devlet politikası uygulamaya konulmuştur. Bu anlamda toplumsal alanda yönetimle farklı kültürler arasında meydana gelen ilişkiler açıklanmaya çalışılmaktadır. Aynı zamanda uygulanan uygulamalar sonucunda oluşan sorunlara değinerek azınlıkların kimlik arama süreçleri değerlendirilecektir. Son olarak da Türkiye toplumunda birlikte yaşayan farklılıkları bir arada tutan hoşgörü anlayışı, eğitim sisteminin toplumsal barışa hizmet etmesi, dinin farklılıkları bir arada tutma işlevi ve yeni bir anayasal vatandaşlık inşa etme gibi toplumsal boyutlar ele alınmıştır.

Araştırmada genel olarak birlikte yaşama olgusu ve farklı kültürler arasında meydana gelen etkileşimler üzerinde durulmaktadır. Bu anlamda Konya’da birlikte yaşayan Türkler ve Kürtler arasında karşılıklı olarak etkileşim olmuş mu? Karşılıklı evlilikler yoluyla iç içe geçişler meydana gelmiş mi? İki kesimin birbirlerine karşı algıları nasıl? Toplumsal alanda iki kültür arasındaki güven düzeyi nasıl bir seviyede? Toplumsal aidiyet düzeyleri nasıl? Gibi sorular bu çalışmanın amacını

(11)

ortaya koymaktadır. Bu soruların temel mahiyetini anlamak için görüşmecilere alt sorular sorulmuş, böylelikle kültürleşme bağlamında toplumsal bütünleşmenin oluşup oluşmadığı araştırılmıştır.

Üçüncü bölümde araştırmada kullanılan yöntem bölümü açıklanmıştır. Bu çalışmada farklı etnik yapıların birlikte yaşama bağlamında karşılıklı etkileşimleri konu olarak seçildiği için derinlemesine bir araştırmayı gerekli kılmıştır. Bu anlamda sosyal bilimlerde kullanılan iki yöntem biçiminden nitel araştırma yönteminden yararlanılmıştır. Araştırma alanında görüşmecilerden birlikte yaşama kültürüne dair bütünlüklü veriler alınmaya dikkat edilmiştir. Çalışmaya kolaylık sağlaması açısından kartopu örneklenme tekniğinden yararlanılmıştır. Ayrıca mekânın insan üzerindeki etkisi dikkate alındığından araştırmanın evreni (Konya) hakkında bilgiler sunulmuştur. Araştırmada görüşülen görüşmecilerden elde edilen veriler betimsel analiz çerçevesinde açıklanmaya çalışılmıştır.

Araştırmanın dördüncü bölümü sahada elde edilen verilerin analiz edildiği bölüm olarak dizayn edilmiştir. Sahada elde edilen veriler kavramsal ve kuramsal çerçeveden yola çıkılarak değerlendirilmektedir. Araştırma esnasında görüşmecilerden toplanan veriler ışığında farklı etnik ve kültürel yapılar arasında meydana gelen etkileşimler ve birlikte yaşama mümkünatı açıklanmaya çalışılmaktadır. Ayrıca aynı mekânda yaşayan iki kesimin birbirlerine dair algıları araştırılmaya değer görülmekte, araştırma sürecinde faklı meslek grubundan oluşan iki kesimden görüşmecilerle derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmektedir. Son olarak da sahada elde edilen veriler betimlenerek sonuç ve değerlendirmeler yapılmaktadır.

(12)

1.BÖLÜM: BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜNE DAİR KAVRAMSAL VE KURAMSAL TARTIŞMALAR

1.1. BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜ BAĞLAMINDA KÜLTÜRLERARASI ETKİLEŞİME DAİR KAVRAMLAR

1.1.1. Kültür

Kültür kavramı gündelik olarak sıkça kullanılan bir kavram olmasına rağmen hangi anlamda kullanıldığı çoğu zaman muğlaklık taşımaktadır. Kültür hangi bağlamda kimin tarafından kullanılacağına bağlı olarak çok farklı anlamlarda kullanılmaktadır (Kartarı, 2014: 28). Aydın’ında ifade ettiği gibi kültür, gündelik hayatta, incelik-kibarlık, eğitimi, bilgili olmak, sanat işleri ve medeniyet gibi kavramları karşılmak için kullanılır. Bu nedenle kültürün tam tanımı üzerinde bir fikir birliğine varılmamıştır. Bu anlamda denilebilinir ki kültür insan tarafından üretilen, öğrenerek başkasına aktarılabilen, değişen ve değiştiren, ideali işaretleyen anlam haritalarıdır (Aydın, 2013: 258). Bu anlamda farklı kültürlerde ve farklı coğrafyalarda yaşayan bireyler gündelik hayatlarında önüne çıkan engelleri aşmak için kendilerine günlük olarak yardımda bulunabilecek kültürel değerler oluşturup yaşamını idame ettirmektedirler. Her coğrafyanın insana sunduklarının farklı oluşu, her bireyin beslendiği hayat tarzı ve ideolojik anlaşyış kültürlerin farklı olmasını sağlamaktadır.

Kültür gelenekler aracığıyla yaşatılan, görenek ve adetler üreten, toplumsal sürekliliği sağlayan geçmişten insana kalan mirastır. Ancak her gelenek, geçmiş kültürel değerler yorunlanarak, güncelle bağlandırılarak ve gelecek zamanda göz önünde bulundurularak düzenleyip yaşatılır. Bu sebeble kültür, kolektif düşünme, örgütlenme ve birlikte yaşamanın yolu haline gelir. Bu anlamıyla kültür, bireyler tarafında keşfedilen bir gerçeklik ve aynı zamanda etnik kültürleri tanımlayan bir temsil olduğu söylenebilir. Kültür, doğal olarak her toplumsal yapı tarafından oluşturulur, fiilen her toplumsal yapıda mevcuttur ve sürekli kendini yenilemektedir (Kartarı, 2014: 29). Kültürün kendini sürekli yenileme özelliğinden dolayı farklı kültürlerle girdiği etkileşim sayesinde karşılıklı alışverişte bulunarak yeni kültürel pratiklerin meydana gelmesini sağlamaktadır.

(13)

Kültürün keşfedilmesi sadece bir şeyin bulunması değildir. Kültür, insan gereksinimleri ile ilintili bir kavramdır. Doğada mevcut olan çözüm yolu insan grupları tarafından keşfedilmektedir. Aynı zamanda bu keşif süreci o grubun yaratıcılığını ortaya koymaktadır. Yani insan grupları ihtiyaçlarına çözüm bulmaya çalışırken kendi kültürel değerlerinde bulunan yaratıcılığı ortaya koymaktadır. Aksi taktirde doğadaki mevcut çözümler bütün insan grupları tarafından keşfedilebilirdi. Böylelikle bütün insanların tek bir kültürü olurdu. Doğada bulunan bu mevcut çözümler başka kültürler tarafından değiştirilip geliştirilerek başka sorunların çözümünde ve başka ihtiyaçların giderilmeside kullanılmaktadır (Kartarı, 2014: 29). Dolaysıyla her grup yaslandığı değerler ve öğrendiği yollar çerçevesinde mevcut olan çözümleri ürettiği için diğer gruplarla kültürel anlamda farklılaşmaktadır.

Greverus’a göre kültür kendi değerlerini seçer, normlarını oluşturur, idealler tasarlar ve bunları da kurumlar içerisinde somutlaştırır. Aynı zamanda her kültür kendi karşıtını içeren bir durumu temsil etmektedir. Kendi varlığını öteki denilen farklı kültürle meşrulaştırır. Böylelikle kendi sınırlarını çizer ve kendini diğerlerinden ayırır. Bir bireyin kendi kültürünü tanıtması ancak başka kültürlerin referans alınmasıyla mümkün olabilmektedir. Başka bir ifadeyle “ben”i tanmlayabilmek için “başka”sına ihtiyaç duyulmaktadır (Aktaran: Kartarı, 2014: 30). Böylece birey kendine ait kültürün kodlarını tanıttırırken kendinden farklı olan üzerinden var etmesi farklı kültürel fırkaların doğmasına sebeb olmuştur.

Hall’e göre insan yaşamının bütün yönleri kültür tarafından etkilenmektedir. Bu yönüyle kültür insanın aktarıcısıdır. Bu bireyin kendi duygularını belli etme başta olmak üzere, kendini ifade etme, düşünce tarzını ortaya koyma, sorunların nasıl çözüldüğünün, ekonomi ve yönetim sistemlerinin nasıl düzenlendiğinin, bütün bunların nasıl birarada tutulduğunun kültürle ilintili olduğu anlamına gelmektedir (Kartarı, 2014: 33). Bu amlanda kültür insanlara hayatlarını yönlendermesinde ve anlamladırıp açıklamasında yardımcı olmaktadır.

(14)

1.1.2. Kültürleşme

Kültür kavramından türetilen kültürleşme daha çok antropologlarca kullanılan bir kavramdır. Toplumun kendine özgü içsel oluşum ve değişmeleri aydınlatmada kullanılan kültürleme kavramına ek olarak kullanılan önemli bir kavramdır. Kültürleşme karşılıklı olarak farklı iki kültürün bir araya gelmesi ve etkileşime girmesi sonucunda iki kültürden de az çok bir değişimin meydana gelmesidir (Aydın, 2013: 263-264). Aydın’ın ifadesiyle kültürleşme işteş bir fiildir. Söz konusu bu durumda iki kültürün karşılıklı olarak etkileşimi söz konusudur. Bu kültürler yerli, yabancı ya da belirgin farklılıkları bulunan alt kültürlerdir. Bu kültürler etkileşimde bulunarak belli bir zaman sonra dereceleri farklı olmasına rağmen bir değişime uğramaktadırlar. Eski dönemlerde kültürleşme dostluklar, komşuluklar, savaşlar, göçler veya uzun süreli geziler sonucunda oluşmaktaydı. Dönemsel olarak gezilere çıkan gezginler, diplomatlar, aydınlar ve tüccarlar ziyarette bulundukları yerlere kendi kültürel değerlerini taşımışlardır. Tekrar dönüşte gezilen yerlerde yazılı veya sözlü olarak iletişime girdikleri kültürlerden aktarımlarda bulunmaktaydılar. Şimdilerde ise bu kültürlerarası etkileşim yazılı ve görsel kitle iletişim araçları vasıtasıyla gerçekleşmektedir (Aydın, 2013: 263-264). Kültürleşmeyi meydana getiren bu yolların yanı sıra günümüzde bu etkileşimi etkileyen en önemli kavramlardan biri de çeşitli nedenlerle meydana gelen göçlerdir. Göçler yoluyla bir yerden başka bir yere taşınan kültürler karşı karşıya gelerek etkileşimde bulunmuşlardır. Göçün karşılıklı etkileşime neden oluşu aşağıda daha detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

Farklı bir ifadeyle kültürleşme kavramı, farklı kültürel değerlere sahip iki farklı yapının karşılaşmasıyla, birinin ya da hepsinin kültürel ve sosyo-psikolojik olarak değişimini ifade etmektedir (Furat ve Kahvecioğlu Ağbaba, 2019: 159). Berry’ye göre kültürleşme, iki veya daha fazla grupsal yapı arasında uzun bir zaman dilimi boyunca, bizatihi yüzyüze gerçekleşen etkileşim sonucunda ikili bir süreç olarak değerlendirmektedir. Ona göre kültürleşme sonucunda grupsal ve bireysel değişimler meydana gelmektedir. Grup düzeyinde bu süreç sosyal yapıların, kurumların ve kültürel pratiklerin değişimini içermektedir. Bireysel düzeyde meydana gelen süreç ise, kişinin davranışlarının ve yeteneklerinin gelişmesine sebep

(15)

olmaktadır. Aynı zamanda Berry’ye göre hem grupsal alanda hem de bireysel bazda meydana gelen bu değişimler uzun zaman almaktadır. Hatta bu değişimler nesiller sonrasında meydana geldiğini belirtmektedir (Aktaran: Furat ve Kahvecioğlu Ağbaba, 2019: 159). Bu anlamda birlikte aynı mekanı paylaşan kültürel yapılar her ne kadar da kendi değer yapılarını korumaya çalışsalarda farkında olarak ya da olmayarak bir ekileşim meydana gelmekte ve bunun sonucunda kültürel anlamda iki taraftanda bir değişme meydana gelmektedir.

Berry ve arkadaşlarına göre çokkültürlü toplumlarda göç eden grup, çoğunluk grubu ve diğer bireylerle ilişki kurarken kültürleşme davranışlarını belirleyen iki ana doğruyu göz önünde bulundurmuştur. Bu doğrulardan ilki, göç eden grubun kendi kültürünün devamlılığını isteyip istemediğidir. Şayet kendi kültürünün devamlılığı istediğinde ve bu yönde ileriye doğru bir adım atıldığında grup bireyleri ve grup bütünü kendi kültürel değerlerini ve sahip oldukları kimliklerini korumaya çalışırlar. Bu doğrulardan ikincisi, göç eden grubun diğer gruplarla iletişime geçme isteğinin olup olmadığıyla ilgilidir. Eğer diğer gruplarla veya çoğunluk grupla iletişim tercih edilirse toplumun kalanıyla iyi ilişkilerin korunması esas alınır ve bu yönde çalışmalar başlatılır (Aktaran: Furat ve Kahvecioğlu Ağbaba, 2019: 159-160). Göç eden grubun ikinci yolu seçmesi farklı kültürler arasında kültürleşmenin bir boyutu olan bütünleşmenin meydana gelmesini sağlamaktadır.

Berry’nin kültürleşme modelindeki etnik kültürlerin kültürleşme sürecinde kullandıkları ve izledikleri stratejiler önemli mahiyet taşımaktadır. Kültürleşme, hem topluluk bazında hem de birey bazında çeşitli yollarda yaşanabilmektedir. Yukarıda da bahsedildiği gibi grup ya da sosyo-kültürel düzeydeki stratejiler iki eksenin birleşmesinden ortaya çıkmaktadır. İlki, etnokültürlerin kendine kalan miras kültürü ve kimliği sürdürmesine yönelik taleplerdir. İkincisi diğer etnik kültürlerle ilişki kurmak istemesine yönelik taleplerdir. Söz konusu taleplerle birlikte etnik kültürler arasında meydana gelen kültürleşme sürecinde bireyler dört temel stratejiyi izlemektedirler. Birincisi, bireylerin kendi kültürlerini ve kimliklerini devam ettirmek istemedikleri bunula birlikte diğer kültürlerle iletişime istekli olduklarında asimilasyon stratejisi kullanılmaktadır. İkincisi, bireyler kendi kültür ve kimliklerini

(16)

sürdürme ve koruma yanlısı olup diğer kültürlerle etkileşime geçmek istemedikleri durumlarda ayrılma stratejisi kullanılmaktır. Üçüncüsü, bireyler hem kültürel kimliklerini koruma ve geliştirme yanlısı olup hem de diğer kültürlerle iltişime geçmeyi tercih ettiklerinde bütünleşme stratejisi gündeme gelmektedir. Dördüncüsü ise, bireylerin kendi kültürel değerlerini ve kimliklerini sürdürme düzeylerinin düşük olduğu ve diğer kültürlerle etkileşime az önem verildiği marjinalleşme durumu ifade etmektedir (Aktaran: Göregenli ve Karakuş, 2014: 103). Bu stratejiler noktasında Furat ve Kahvecioğlu Ağbaba bütünleşme stratejisi ile asimilasyon stratejisinin farklı durumlara işaret ettiğini ve farklı davranış ve tutumları içerdiğini belirtmişlerdir. Onlara göre bu ayrım yapılmadığında kültürleşmenin kavramlaşmasında karmaşıklar meydana gelmektedir (Furat ve Kahvecioğlu Ağbaba, 2019: 160). Asimilasyon etnokültürlerin kendi kültürel kimliklerini terk etme düşüncesi üzerinde kurulsada toplumda başat kültür tarafında altkültürlerin kültürel pratiklerinin ortadan kaldrılarak toplumla bütünleşmesini sağlamaktadır. Oysaki bütünleşme stratejisi etnik kültürlerin değerlerini yaşatarak doğal süreç içerisinde kültürleşme bağlamında karşılıklı etkileşimi anlatmaktadır.

Kültürleşme, göç sonucunda karşı karşıya gelen hem orijinal iki kültürü hemde göç sonrasında değişen iki grubun kültürüyle birlikte iki kültür arasındaki etkileşimi içermektedir. Kültürleşme olgusu incelenirken göç edilen coğrafyanın vatandaşlarının ve devlet kurumlarının kültürel çoğulcuğu kabul edip etmedikleri, farklı kültürel yapılara nasıl yaklaştıkları önemli bir nitelik taşımaktadır (Furat ve Kahvecioğlu Ağbaba, 2019: 160). Berry ve Kalin’a göre eğer toplumda farklı kültürleri kabul etme yönünde bir yaklaşım varsa bütünleşme meydana gelir. Eğer bir toplumda farklı kültürleri reddetme yönünde bir eğilim varsa asimilasyon, ayrımcılık ve marjinalleşme yaklaşımı meydana gelmektedir (Aktaran: Furat ve Kahvecioğlu Ağbaba, 2019: 160). Toplumsal alanda farklılıklarla birlikte bir yaşama düzeni oluşturmaya çalışırken kültürleşme sürecinde bütünleşme stratejisiyle hareket etmek her kesimin kabulleneceği kolektif bir kültürün meydana gelmesini sağlayabilir.

Berry’ye göre insanlar çeşitli nedenlerden dolayı her geçen gün daha çok göç deneyimini yaşar hale gelmiş, bu durumla birlikte farklı etnik kökenden insanlar bir arda barındıran çok uluslu devletlerin sayısında artışlar gözlenmiştir (Aktaran: Hasta

(17)

ve Saygın, 2018: 312-313). Berry ve diğerlerine göre göç alan çok uluslu ülkeler farklı etnik kültürlere sahip insanların bir arada yaşamalarını kolaylaştırmak için farklı yöntemler kullanmaları gerekmektedir. Onlara göre insanlar bir taraftan beraber yaşamayı ve birbirlerine uyum sağlamayı öğrenirken diğer taraftanda kültürleşme süreci gerçekleşmektedir (Aktaran: Hasta ve Saygın, 2018: 312-313). Bu kültürleşme sürecinde kültürel pratiklerin değişimi bazen gözle görülebilirken bazende farkında olmadan bireylerde ve etnik kültürlerde uzun zaman diliminde değişikler meydana gelebilmektedir.

1.1.3. Kültürlerarası İletişim

Kültür ve iletişim terimlerinin ilişkisi sonucunda meydana gelen “kültürlerarası iletişim” farklı kültüre mensup bireyler arasında meydana gelen etkileşim ve anlam aktarımları, yabancı kişilerin ve kültürlerin algılanması, açıklanması ve gözetilmesi gibi konuları inceleyen bir bilim dalıdır (Kartarı, 2014: 49-50). Dolaysıyla kültürlerarasında etkileşimi inceleyebilemek için karşı karşıya gelen iki kültürel yapının değer kodlarını iyi analiz etmekle mümkün olabilmektedir.

Kültürlerarası tartışmalar antropoloji, etnoloji, halk bilimi ve etnogrofi alanlarında sürdürülmektedir. Kültüre etnografik olarak bakıldığında bütün kültürlerin”çokkültürlü” olduğu ve kültürün kendini farklı gruplar arasında meydana gelen etkileşimlerle yeniden ürettiği, sonuçta üyelerinin duygu, düşünce ve davranışlarını şekilledirdiği gözlenmektedir. Aynı kültür gruplarının farklı kültür gruplarıyla karşılaşması sonucunda farklı etkileşim sürecinin meydana geldiği ve bu etkileşim sürecinden farklı etkilenildiği görülmektedir. Bu nedenle aynı coğrafyada farklı kültürlerin yaşaması ya da aynı komşulara sahip kültürler arasındaki farklılıkların bulunması doğal olarak karşılanmalıdır. Her kültür başka kültürlerle etkileşime girmesiyle bir değişim meydana gelmektedir. Bu anlamda kültürlerarasılık farklı kültür grupları ve farklı kültüre sahip bireyler arasında meydana gelen etkileşileşim sonucunda oluşmaktadır. Bu anlamda kültürlerarasılık nitelik olarak çokkültürlülük kavramından farklılaşmaktadır. Çokkültürlülük farklı kültürlerin birarada bulunmasıyla ilgili bir durumu ifade ederken kültürlerarasılık, farklı kültürlerin karşılaşması durumunda meydana gelen etkileşimi ifade etmektedir

(18)

(Kartarı, 2014: 51). Çokültürlülük politikasında farklı kültürler arasında etkileşim ortamı yaratma söz konusu değildir. Çokkültürlü toplumlar farklı etnik yapıların kültürel değerlerine dokunmadan ya da farklı kültürlerin birbirlerine karışmadan birlikte yaşamasını sağlamaktadır. Oysa kültürlerarasılık, kültürler arasında etkileşimi sağlayarak iki tarafıda temsil eden yeni bir kültürün oluşmasını sağlayabilmektedir.

Ayını ülkenin sınırları içerisinde yaşayan kültür gruplarıyla kurulan iletişim de kültürlerarası özellik taşımaktadır. Kültürlerarası iletişimde genellemeler yapmak için toplumsal alanda hakim kültür temel alınmakta, ülkede yaşayan alt kültürlerde “ulusal kültürler” olarak değerlendirilmekte ve iletişime katılan karşı taraf olarak ele alınmaktadır. Bölgesel, etnik ve diğer grup kültürlerinin iletişim davranışlarını irdelemek için etnografik araştırmalar olmadan kültürler arasında meydana gelen etkileşimi anlamak zorlaşmaktadır. Kültürlerarası iletişim, günlük yaşamın çeşitli alanlarında evlilik, aile, ticari ve resmi kuruluşlar gibi kurumlada bulunan farklı kültürlere mensup insanlar arasındaki etkileşim sorunuyla ilgilenmektedir. Bu nedenle agılama, klişeleştirme, altkültürayon, enkültürasyon, kültürel değişme, göç ve kültürel kimlik gibi konular kültürlerarası etkileşimin alanı içerisine girmektedir. Bu anlamda çeşitlilikleri bünyesinde barındıran ülkemizde farklılıkları anlamanın ve farklılıklardan yararlanarak bütünşemeyi meydana getirmenin en iyi yolu kültürler arasında yaşanan etkileşimi anlamak ve bunu da etkin hale getirmektir (Kartarı, 2014: 55). Bu etkileşimi de anlamak için kültürel alanda çalışmaların yoğun bir şekilde yapılması gerekmektedir.

Kültürlerarası etkileşimde, karşılıklı olarak iletişime katılan bireyler kendi kimliklerini öne çıkarmadan, ortak noktalara dayalı yeni bir kimlik yaratmaları söz konusudur. Bu noktada iletişime giren bireyler açısından kültürel kimliğin ne kadar önemli olduğuna bağlı olarak kültürlerarası etkileşim kişilerarası etkileşimden ayrılmaktadır (Kartarı, 2014: 64). Kişilerarası ve kültürlerarası etkileşimi birbirinden ayırmak için Gudykunst ve Ting-Toomey ile Collier ve Thomas “kültürellik” ve “bireysellik” arasındaki farkı ortaya koymaktadır (Aktaran: Kartarı, 2014: 64). Bireysel kimliğin yeniden tanımlanmasıyla belirli ilişki ortamlarında birden çok etkileşim türü meydana gelebilmektedir. Birey kimliğinin çok yönlü olması

(19)

etkileşimin bireylerarası ya da kültürlerarası olarak farklı şekilde gerçekleşmesini sağlayabilmektedir. Farklı kültürel kimliklere sahip iki birey, kendi aralarındaki özel ilişki nedeniyle ortak noktalarına dayalı bir kimlik yaratmışlarsa, bireylerarası iletişim geri planda bırakılarak kültürlerarası etkileşim devreye girebilmektedir. Aynı zamanda kütürel kimliğin tamamıyla yetirilmediği durumlarda kültürel kimliğin iletişimdeki rolü bireysel kimliğin önüne geçebilmektedir. Farklı kültüre mensup bireyler arasında meydana gelen evliliklerde de iletişim sürecini etkileyen bireysel ve kültürel öğeler farklı durumlarda ortaya çıkmaktadır. Ortak arkadaş ve iş çevrelerinde bireysel kimlik belirleyici olduğu halde, erkek yada kadının ailesinin yoğun bulunduğu ortamlarda kültürel kimlik ön plana çıkarak iletişim sürecini yönlendirebilmektedir (Kartarı, 2014: 64-65). Nitekim evliliklerle birlikte taraflar arasında akrabalık bağı oluşmakta ve bununla birlikte bireysel ilişkiler ikinci planda bırakılarak grup ilişkileri ön plana çıkarılmaktadır. Bu durum kültürlerarası etkileşimlerin meydana gelmesini sağlamaktadır.

1.1.4. Küreselleşme ve Kültürel Çeşitlilik

Küreselleşme, insanlar arasındaki iletişim ve etkileşimin evrensel bir biçim alma sürecidir. Küreselleşme, insanların sosyo-kültürel, ahlaksal, hukuksal, ekonomik, askeri vesaire açıdan küresel bir biçimde yapılandırılmasıdır. Günümüzde küreselleşme süreciyle birlikte kültürler karşı karşıya gelmekte, iletilmekte ve iç içe geçmektedir. Bu süreç ile birlikte insanın yalnızlaştığı, her şeyi sorgulamaya çalıştığı, ulusal sınırların ortadan kalktığı özellikle iletişim teknolojisinin geliştiği bir dönemde birlikte yaşama bağlamında küreselleşmenin ortaya çıkardığı etkiler önem taşımaktadır (Aygün, 2013: 20). Homojen bir toplum içinde hâkim bir kültürle birlikte yaşayan insan sadece bir pencereden hayatın işleyişine bakarak tek doğrunun kendi kültürüne ait olduğu düşüncesine varabilir. Oysa Aksan ve Alkın’ında ifade ettiği gibi sermayenin, bilginin ve emeğin dolaşımı bölgesel sınırları zayıflatarak dünyanın çeşitli ülkelerindeki insanların birbirleriyle daha fazla etkileşime geçmesini sağlamıştır (Aksan ve Alkın, 2014: 1). Küreselleşmeyle birlikte aynı gün içinde kilometrelerce uzaktaki insanlarla iletişim kurulmakta, günlük hayatın seyri içerisinde yapıp ettikleri, giyim-kuşamları gibi her şey bir anda öğrenilmektedir. Bu anlamda kültürler eksiklilerini diğer kültürlerle alışverişte bulunarak

(20)

giderebilmektedir. Bütün bu süreç küreselleşme macerasının doğurduğu etkileşimlerin sonucudur.

Küreselleşme günlük hayatta en sık kullandığımız kavramlardan bir tanesidir. Buna rağmen küreselleşmeyle betimlenmek istenilen durum bir muğlaklık taşımaktadır. Bir taraftan küreselleşmeyle kültürler aynılaşmakta ve bunun sonucunda global bir kültür ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan küreselleşmeyle birlikte kültürler sınırlarına çekilerek, kimliklerinin farkına vararak kendilerini ifade etme süreci olarak farklılaşmaktadır (Keyman ve Sarıbay, 1998: 9). Bu anlayışla birlikte küreselleşme aynı zamanda toplumlarda geçirimsiz kimlikler yaratarak bir kutuplaşmayı beraberinde getirmektedir. Yani küreselleşmenin bütünleştirici bir özelliği olduğu gibi farklılaştırıcı bir özelliği de vardır.

Küreselleşme olgusunun günümüzde yarattığı etkiler sonucunda kültürel etkileşimler yoğunluk kazanmaktadır. Bu yoğunluk homojen toplum yapısı ile heterojen toplum yapısı arasındaki anlaşmazlık seviyesini arttıran bir süreçtir. Bu süreç küreselleşmeyi, yaşanan göç olayları ve medyanın etkisiyle kültürel akışların sınırlarını aşarak her yere ulaşması sonucunda heterojen aşama olarak değerlendiren yaklaşımları ön plana çıkartmaktadır. Bu yaklaşımların önemli özelliği ise ana teması içinde bulunan kültürel-hibritlik olgusunun düzenleyici bir rol oynamasıdır. Kültürel-hibritlik bu düzenleyici rol çerçevesinde analiz yaparken “saf kültür” bulmanın imkânsızlığını ortaya koymaktadır. Bu anlamda kültürel-hibritlik farklılıkları bir zenginlik olarak gören bir değerlendirme aşamasıdır (Aslanoğlu, 1998: 273). Neticede dünya üzerinde yaşayan eski imparatorluklardan günümüzdeki ulus devletlerin kuruluş aşamalarına baktığımızda farklı ethnie’ler birlikte yaşamışlardır. Dolayısıyla farklı ethnie’ler zamanla birbirlerine karışmakta ve böylece melez dediğimiz ırklar meydana gelmektedir. Nitekim yapılan soy araştırmalarının sonuçlarına göre farklı ırkların aynı soydan gedikleri ve akraba toplulukları oldukları gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bu gerçeklik, kendi bünyesinde şüpheleri barındırmakla birlikte kültürel-hibritlik aşamasına da dayanak oluşturmaktadır. Son olarak Aslanoğlu’na göre (1998: 269) küreselleşme ile birlikte zaman ve mekân olgularının iç içe geçtiği bir süreçte saflıktan söz etmek imkânsızlaşmaktadır.

(21)

Küreselleşmenin meydana getirdiği en önemli olgulardan biri kültürel çeşitliliktir. Düşünebilen bir varlık olarak insanlar kendilerine göre kültür kalıplarını yaratıp ona göre yaşamlarını düzenlemektedirler. İnsanların doğası tabiatın gereği olarak birbirinden farklıdır. Dolayısıyla farklı gelenekten geldikleri, farklı olaylarla karşılaştıkları, farklı düşünüp hayal kurdukları ve farklı yeteneklere sahip oldukları için yarattıkları kültürlerde kaçınılmaz olarak çeşitlidir. Bu çeşitlilik bir tuhaflıktan çok insan varoluşunun bir gerçeğidir. Kültürel çeşitlilik aynı zamanda insan özgürlüğünün önemli bir parçasıdır. İnsanlar başka kültürlerle iletişime geçmezlerse kendi kültürleri içinde hapis kalırlar. Yaşamı algılamanın tek doğru yolu olarak kendi kültürlerini görürler ve onu mutlaklaştırma yoluna giderler. Oysa kültürel çeşitlilik insanın kendi kültürü içindeki çeşitliliğin farkına varmasını sağlamaktadır. İnsanlar bu çeşitlilikleri keşfettiğinde sonradan onu aramaya başlarlar. Bunun neticesinde kendi kültürlerinin homojen olmadığını ve farklı yorumlara açık olduğunu kavramaktadırlar. Böylece farklı kültürlere karşı adil davranmayı öğrenmektedirler. Bu durum kültürler arasında bir diyalogun oluşmasını sağlamaktadır (Parekh, 2002). Söz konusu diyalog kültürlerarası geçişleri sağlayarak kültürleri uzlaştırmaktadır. Maalouf’a göre (2002: 34) çeşitliliklerini kamusal alanda farklılıklarla birlikte yaşayanlar, bu uzlaşma temelinde kültürler arasında köprü görevini üstleneceklerdir. Aynı zamanda toplumdaki farklı kültürlerin birlikte yaşamasını bu diyalog temelinde sağlayacaklardır. Parekh’in de (2002: 212) ifade ettiği gibi insanlara mezkûr diyalog çerçevesinde sadece kendi kültürlerini koruma hakkını vermek kültürel çeşitliliği sağlayamaz. Toplumdaki geniş kültür sadece kendine uyan kültürlere saygı gösterip ödüllendiriyorsa diğer kültür mensupları kendi kültürlerini koruma yeteneğinden yoksun kalacaklar ve zamanla da kültürel çeşitlilik yok olup gidecektir.

Küçük kültürlerin toplumdaki hâkim ve ekonomik açıdan güçlü kültüre erişebilmesi için onlara eşit imkânları sağlanmak önemli bir mahiyet taşımaktadır. Bu imkânlar sağlandığında toplumda tekrardan ikincil bir kültürel çeşitlilik ortaya çıkar ve bu çeşitlilik siyaseten zararsız olabilir. Böyle imkânlar sağlandığında ortak geçmişe sahip kültürler barış ve huzur içinde birlikte yaşayabileceklerdir (Gellner, 2013: 211). Her ne kadar da kültürel çeşitlilik bir zenginlik olarak betimlense de aşırı çeşitlilik beraberinde gerilim potansiyelini taşımaktadır. Sosyal kaynaşma ve sosyal

(22)

sermaye arasındaki bulgular dikkate alındığında türdeşlik ve çeşitlilik arasında yeni bir dengenin oluşturulması gerekmektedir. Bu denge toplumsal farklılıkları korumakla toplumda birlikte yaşamayı sağlayan değerlerin teşvik edilmesinde önemli bir görev üstlenmektedir (Alacahan ve Duman, 2011: 227). Bu dengeyi sağlamak da devletin görevidir. Toplumu temsil eden devlet kurumlarının bütün çeşitliliklere eşit mesafede yaklaşması ve bütün toplumu kapsayacak bir ideolojik anlayışı geliştirmesi kültürler arasında bulunması gereken dengenin temelini oluşturabilecektir.

1.1.5. Birlikte Yaşama Zorunluluğu ve Kültürel Konumlanışlar

İnsan sosyal bir varlıktır. Biyolojik ve fiziki olarak diğer canlı türlerinden ayrılmaktadır. Doğumdan ölüme kadar yaşanan süreçte hep birbirine muhtaçtır. Tabiatın gereği olarak insan ve insan toplulukları birbirine bağımlı olarak yaşamak zorundadır. Günlük yaşamını idame etmek için kolektif değerler üzerine kurulu bir kültür kalıbı yaratıp, ortak iletişim kanalları üzerinden bir yaşama kültürünü oluşturmaktadır. Kahraman ve diğerleri (1999: 35-36) göre sosyolojik olarak insanlar ne çıkarları doğrultusunda ne de politik bir müdahale ile bir arada yaşarlar. Kolektif bağlar ve değerler düzlemine oturmuş bir yapı sayesinde bir araya gelme ihtiyacı ve zorunluluğunu hissederler. Toplumsal bir bütünlük içinde yaşamayı sağlayan kamusal hayatın kaynağı da bu zorunluluktur. Bu kamusal alan ne insan çıkarlarının sınırlarını çizdiği pazarla ne de tahakkümün belirlediği devletle özdeştir.

İnsanlar toplumsal alanda birlikte yaşama kanunlarını oluşturmaktadırlar. Bu kanunlar çerçevesinde belirlediği bir ortak bilincin esaslarına göre hareket etmektedirler. İnsanın işleyen toplumsal hareketler içerisindeki yeri bellidir. Üstlendiği sorumlulukları hem kendisi için hem de birlikte yaşadığı ötekiler için yapmaktadır. Bu anlamda birlikte yaşama denilen şey “toplumsal sözleşme”nin dışına çıkılmasıyla bir gerilim ortaya çıkarmaktadır. Başka bir deyişle insan hem kendisinin hem de başkalarının çıkarlarını korumak zorundadır. Kahraman ve diğerlerinin (1999: 35) ifade ettiği gibi; hiç kimse çıkarlarının zarar görmesini istemediğinden insanlar birlikte yaşarlar. Sadece zarara uğramamak için değil aynı zamanda toplumsal mekânda çıkarlarını gerçekleştirmek için de birlikte yaşama

(23)

ihtiyacını hissederler. Bu da ancak farklı kültürlerin varlığıyla gerçekleşebilir. Politik alanda bu çıkarların yerini iktidar almıştır. İnsanları karşılıklı ilişkiler içinde yaşadığı çelişkiden kurtaran kültürel uzlaşmadır. Bu uzlaşmayı temsil eden de devlet kurumudur. Devlet dediğimiz şey de insanların karşılıklı olarak ortak değerler üzerinde inşa ettiği toplumsal sözleşmenin kurumsal halidir.

Birlikte yaşama bir zihniyet ürünüdür. Tabii haliyle salt hukuki, siyasi, iktisadi ve kuralsal norm ve formlarla sağlanabilecek bir olgu değildir. Bu zihniyetin insanlara kazandırılabilmesi gerekmektedir. İnsanların birlikte yaşama olgusuna sıcak bakabilmesi ve birlikte yaşamaya ikna edilebilmesi ancak akademik çalışmalarla mümkün olabilmektedir (Erdin ve Taslı, 2015: 15). Bu anlamda her ne kadar da yukarıda değinildiği gibi birlikte yaşama değerleri toplumsal sözleşme kavramı çerçevesinde toplanmışsa da belli bir süre sonra aşınmaya uğrayacaktır. Çünkü birlikte yaşama olgusu sadece salt rasyonel kurallara indirgenemez. İnsanların duygusal birer varlık olarak birbirlerini kabullenmesi gerekmektedir.

Birlikte yaşama olgusu, insanların belli ortak noktalar üzerinde bir araya gelmeleridir. Başka ifadeyle birlikte yaşama, toplumdaki farklılıkların kendini diğerinden soyutlayarak veya düşman görerek değil, ortak değerler zemininde bir arada bulunmalarıdır. Bu anlamıyla birlikte yaşama, farklılıktan ziyade ortak değerler üzerinde bir yapı inşa etmektedir (Çetinkaya, 2012: 150). Yaşadığımız küresel süreç toplumsal alandaki bütün sınırları ortadan kaldırmaktadır. Bir yanda insanlar birbirine benzerken diğer yandan da birbirinden farklılaşmaktadır. Buradaki temel gerçeklik benzerlik veya farklılaşma değildir. Dahası sormamız gereken soru, birlikte yaşama kültürü içinde bu farklılıklarla nasıl bir arada yaşayabiliriz olmadır. Maalouf’un (2002: 130) ifade ettiği gibi toplumlarında, tarih boyunca kendilerini oluşturan kimlikleri ve aidiyetleri üstelenmeleri gerekmektedir. Herkesin etrafındakiyle özdeşleşebilesi, yaşadığı ülkenin imajında kendini bulabilmesi, hatta dâhil olması için yüreklendirilmesi gerekmektedir. Çeşitliklerini üzerinde barındırdığını göstermek için çaba harcamalıdır. Toplum dediğimiz şey bütün farklılıkları yok etmeden ortak noktalar üzerinde birlikte yaşamanın tesis edilmesidir.

(24)

Birlikte yaşama kültüründe insanın asıl görevi toplumu birleştirmektir. Yani renkleri ve farklılıkları şeffaf bir fonda ortak bir düzende buluşturmaktır. Gerçek anlamda ikilikler toplumda bir varlık gösteremezler. Ancak toplum, bir ormanda ağaçların dalları gibi, gökkuşağının renkleri gibi birbirlerine karışmadan ayrı farklılıklar üzerinde birlikte yaşama kültürünü tesis edip bir düzen oluşturmaktadır. Aynı zamanda toplum bir değişime, çeşitlenmeye mahkûmdur. Toplumda var olan bireylerin farklı biyolojik, fiziksel, çeşitli ırka ve kültüre mensup olmaları birer zenginliktir (Ateş Özçiçek, 2017: 42-43). Birlikte yaşamanın temel mahiyeti bu farklılıklar üzerine kurulmuştur. Nitekim dünya üzerinde yaşayan toplumlara baktığımızda kendi siyasal sistemlerini bu farklılıklar üzerinde kurarak birlikte yaşama kültürünü tesis etmişlerdir.

1.1.6. Farklılıklar Bağlamında “Biz” ve “Öteki”nin İnşa Süreci

Toplum, insanların karşılıklı etkileşiminden oluşan bir yapıdır. Bu karşılıklı etkileşimin temelini biz ve ötekiler oluşturmaktadır. Biz ve ötekiler toplumsal alanda farklı kültürleri temsil eden kavramlardır. Biz ve ötekilerin kültürleri anlama ve algılama biçimleri farklılık göstermektedir. Kavramsal olarak biz ve ötekilerin ahlak anlayışları, normları ve yaşam biçimleri ayırt edici özelikler gösterebilmektedir (Perşembe, 2009: 236). Biz ve öteki kavramları çerçevesinde insan olmak hem orta türün hem de farklı kültürün üyesi olmaktır. Toplumsal alanda ilişkilerin sürmesi için biri diğerini gerektirir. Ortak bir türün üyesi olarak biz ve ötekiler bir yanda benzerlikler gösterirken diğer yanda da farklılıklar gösterirler. Toplumun farklı iki unsuru olarak benzerlikleri ve farlılıkları hem önemlidir hem de birbiriyle ilişkilidir (Parekh, 2002: 159). Birlikte yaşama kültürü çerçevesinde yaşanabilir bir toplum yaratabilmek için biz ve ötekilerin birbirlerinin varlığını kabul etmeleri gerekmektedir.

Schanpper göre ötekilik kavramı toplumsal olarak iki şekilde kendini gösterir. Birincisi, toplumsal alanda farklılaştırıcı yönüdür. İkincisi ise insanların birlikte yaşamasını savunan evrensellik ilkesidir. Birinci durumda benin kendi toplumu dışında yabancı hissettiği herkese kapanmasıdır veya en iyi durumda ötekini hoş görmekle beraber kendi kültürüne olan bağlılığıdır. İkinci durumda ise ötekinin farklı

(25)

bir kendi olduğunu dile getiren ve aynı zamanda benle aynı haklara sahip olduğunu vurgulayan özelliğidir (Aktaran: Aygün, 2013: 5). Bu durumda ötekiliğin birinci özelliği toplumsal alanda ayrıştırıcı bir işlev görürken, ikinci özelliği ise farklılıkları kendileri olarak görüp bu temel üzerinde bir yaşama kültürünü tesis etmektedir. Yaşanabilir bir toplum yaratmak için ötekiliğin ikinci işlevi olan bütün kültürleri kendi değerleri çerçevesinde olduğu gibi kabul etmek önemli bir rol oynayabilmektedir.

Günümüz toplumları politik çekişmelerden ve farklı toplumsal hareketlerden arındırılamayacağı kadar karmaşık bir yapıdadır. Bu anlamda her zaman demokratik alternatifler geliştirmek zorundadır. Çünkü toplumdaki farklılıklar bir kültürde eritilmeye çalışıldığında ya da çoğulcu bir demokraside farklılıklar göz ardı edilmeye başlandığında radikal bir şekilde “biz ve onlar” ayrımı gelişmektedir (Bilgin, 1999: 203). Demokratik alternatiflerin gelişmediği toplumlarda kurucu ulus kendine ait bir kimlik inşa eder. Birlikte yaşadığı farklılıklara da bu kimliği dayatmaya çalışır. Bu aşamada ötekinin başka olma özelliği inkâr edilip, modernleşme ve ilerleme adına bastırılmaktadır. Bir yandan öteki, gerçek ulus tanımının dışına itilerek görünmez kılınmış, diğer yandan da hâkim kimlik çerçevesinde ulusun neyi temsil etmediğini göstermesi açısından belirgin hale getirilmiştir (Yumul, 2001: 306). Ulus inşasında kurucu unsurların etnik kökenleriyle ilgili mitleri, tarihsel bellekleri ve kültürleri bir değere ve kutsallığa sahipken, ötekilerin hiçbir değeri yoktur. Bir taraftan üstün ethnie aydınlık yollarda yürürken öteki ethnie’ler karanlık yollarda yürümüştür (Smith, 2002: 77). Bu şekilde birlikte yaşayan farklılıklar her zaman bir ötekileştirme aracı olarak kullanılmıştır.

Toplumsal farklılıklar etki-tepki yasasına göre bir arada yaşamaktadırlar. Toplumda başat kültür tarafında yok edilmek istenilen öteki kültür, bu yasaya göre hareket ederek kendi varlığını korumaya çalışmaktadır. Dolayısıyla hâkim kültürle öteki kültür çatıştırılmaktadır. Bu da birlikte yaşamanın temel mahiyetinde bir bölünmüşlük meydana getirmektedir. Birlikte yaşama politikası farklılıkları belirgin bir şekilde önemsedikçe “biz” ve “onlar” karşıtlığı da devam etmektedir. Oysa başat kültür ile öteki kültür uzlaşarak birlikte yaşayabilir. Zaten uzlaşma kültürlerin

(26)

doğasında vardır (Aksoy, 2001: 46). Marshall’a göre toplumsal ilişkide ve birlikte yaşamada farlılıkların zihinsel yapısında siyahın ve beyazın özgün yapıları asla yok olmaz, oysa ötekilik yapısında siyah beyazın zıddıyla vardır. Hegel’in diyalektik hareketini de bu farklılıklar arasındaki çelişki açıklamaktadır. Başta çelişkili olarak uzlaşmaz görünen fikirler sonunda bir senteze varmaktadır (aktaran: Karslı, 2012: 55). Kültürel anlamda böyle bir sentezin meydana gelmesi için siyasi ve politik alanın kültürün uzlaşmacı yapısına müdahalede bulunmaması gerekmektedir.

Günümüz dünyası küresel bir köy haline gelmiştir. Birlikte yaşayan kültürler arasındaki sınırlar bir anda ortadan kalkmakta ve kültürler iç içe geçmektedir. Bu gerçeklik göz önüne alındığında sorulması gereken temel soru şu olmaktadır. Kültürel farklılıklar noktasında birey, toplum ve milletlerin yaklaşımları ne olmalıdır? Bu sorunun cevabı bütün gerçekliğiyle şu şekildedir. İnsan doğası karmaşık bir yapıdır. Artık insanları bağlı olduğu kültürle, dinle veya etnik yapıyla kategorize etmek mümkün değildir. Bu anlamıyla insanlar diğer canlı türlerinden ayrılmaktadır. Kaçınılmaz olarak yapmamız gereken artık ötekisini kendisi olarak kabul etmemizdir (Karaca, 2012: 233). Böyle bir yaklaşımda bulunarak toplumdaki ötekilerle beraber birlikte yaşamanın temelini oluşturmak daha sahici olmaktadır.

Sonuç olarak Karaca’ya göre (2012) kaçınılmaz olarak birlikte yaşadığımız ötekileri ayrıştırıcı birer unsur olarak görmemiz güven duygusunu zedelemektedir. Başka bir deyişle toplumdaki barış ve huzurun kurulmasına engel olmaktadır. Oysa toplumdaki beni tamamlayan ötekidir. Bu işleviyle ötekileri bir çatışma bahanesi olarak değil, bir zenginlik gerekçesi olarak ele almak daha gerçekçi bir yaklaşımın temelini oluşturacaktır. Diğer taraftan da küresel bilişim ve iletişimin hızla ilerlediği bu çağda her zaman ötekilerle karşılaşmak zorunlu bir gerçeklik halini almıştır. Bu anlamıyla ötekilerle hem soyut hem de somut alanlar üzerinde ortak bir zemin tesis etmiş oluruz. Böyle bir zemin üzerinde kutsiyet atfettiğimiz değerlerimizi ötekilerden saklayarak, kendi bölgesel alanlarına hapsederek ya da geleneksel tarzda etrafına duvarlar örerek korumamıza imkân bulunmamaktadır. Burada sergilememiz gereken davranış, farklılıkları toplumsal alanda bir zenginlik kaynağı olarak görüp, biz ve ötekilerin ortak değer parametreleri çerçevesinde yeniden birlikte yaşama kültürünü

(27)

oluşturmaktır. Böyle bir yaklaşımın gerçekleşmesi sosyal sorumluluk sahibi herkese büyük görevler yüklemektedir.

1.1.7. Kimlik ve Tanınma

Kimlik, bir insanın veya toplumun kendi benliklerine, özelliklerine, konumuna ve kökenine ilişkin bilinçli bir öz kavrayış olarak tanımlanan bir kavramdır. Bir bireyin kişisel kimliği olduğu gibi sosyal kimliği de vardır. Kişisel kimlik bir kişinin sahip olduğu fiziki, biyolojik özellikleri ve ahlaksal olarak sahip olduğu içgüdüleri sonucu oluşmuş bir kimliktir. Oysa sosyal kimlik ise bireyin toplumda diğer kişilerle girdiği iletişim sonucunda kazandığı bir kimliktir. Bireyin bu iki kimliğinin özünde tanınma sorunu vardır. Dolayısıyla hem kişisel kimlik hem de sosyal kimlik temel bir mantığa dayanmaktadır. Sosyal kimlik toplumsal alanda bireye çeşitli yönlerden hizmet etmektedir. Bir grup tarafından tanınmasını ve onaylanmasını sağlamaktadır. Kişisel kimlik toplumda özel bir grubu referans almaktadır. İki kimliğin temel mantığı aynı olduğu için birbirinden ayrı düşünmek imkânsızdır (Şimşek, 2002: 31). Gününüz toplumları küreselleşmenin etkisiyle çeşitlenmiş ve karmaşık hale gelmiştir. Bu kadar çeşitlilik içinde modern dönemde yalnızlaşan insan bir kimlik arayışına girmiştir. Bu kimlik arayışı bir tanınma talebidir.

Kimlik, bir bireyin veya etnik grubun çeşitlilik içeren bir toplumda farklılığını ortaya çıkarmak için kendisine referans olacak bir geçmiş yaratma uğraşıyla ilgilidir (Bilgin, 1999: 63). Birey veya etnik grup kendine böyle bir geçmişi referans alarak geçmişten bugüne farklı olduğunu kanıtlamaya çabalamaktadır. Kimlik, bu farklı olma arayışının bir kavramsal ifadesidir. Bu anlamıyla kimlik kimseyi kimseye benzemez yapan şeydir. İnsan doğası itibarıyla birbirinden farklıdır. Hayata attığı ilk adımla birlikte farklılaşmaktadır (Maalouf, 2002: 16). Dolayısıyla her insan içinde doğduğu ailedeki ve toplumdaki diğer tüm bireylerden farkını ortaya koymak için bir kimlik inşa etmektedir.

Taylor’a göre (1995) kimlik, kişinin tek başına kendisini yalıtarak içe kapanmasıyla oluşturduğu bir şey değildir. Kısmen açıktan açığa kısmen de içsel olarak başkalarıyla kurduğu diyalog sonunda var ettiği bir kavramdır. Sosyal kimlik dediğimizde tam anlamıyla bu diyalog sonunda oluşmuştur. Dolayısıyla böyle

(28)

oluşturulan kimlik tanınmaya da önemli bir anlam yüklemektedir. Sosyal kimlik doğası gereği her zaman topluma bağımlıydı. Fakat kimlikle ortaya konulan tanınma meselesi önceki toplumlarda bir sorun olarak ortaya çıkmamaktadır. Toplumsal tanınma herkesin kabul ettiği toplumsal kategorilere dayanması sonucunda sosyal kimlikte yerini buluyordu. Modern çağ öncesi toplumlarda insanlar kimlik ve tanınmadan bahsetmiyorlardı. Bunun sebebi ise soysal kimliklerinin olmaması veya gereksinim duymamaları değildi. Günün koşulları içerisinde konu edilmeyecek kadar önemsiz olduklarını düşünmeleriydi. Tanınma sorunu bugün ise evrensel olarak kabul gören bir kavramdır. Toplumsal alanda kimliğin diyalog yoluyla oluşması ve belli toplumsal kalıplara dayanmaması eşit tanınma talebini zorunlu kılmıştır. Bu anlamda çokkültürlü toplumlarda eşit tanınmama bir tür baskı oluşturmakta ve kişiye zarar verebilmektedir. Fakat burada eşit tanınma dediğimiz şey farklılıklar üzerinde kurulan bir ilişki değildir. Farklılıkların eşdeğer ortak temelde kabul edilmesidir. Yani toplumda bir kadın ile bir erkek eşitse farklı olmalarından değil, ortak olarak düşünebilen, sevebilen birer varlık olmalarındandır. Toplumsal alanda var olan kültürel çeşitlilikleri de farlılıklar temelinde değil, ortak değerler çerçevesinde tanımak daha gerçekçi bir yaklaşım olmaktadır.

Toplumsal alanda kültürel çeşitliliğin tanınması meselesi çağdaş eşitlikçi etkiler ve devlet müdahalelerinin gelişmesi sonucunda bir toplumsal adalet meselesi haline gelmiştir (Doytcheva, 2009: 24). Bu anlamıyla toplumsal alanda çeşitliklerle birlikte yeniden bir düzenin kurulması için bütün farklılıkları ortak değerde buluşturan toplumsal adalet sistemini kurmak bir zorunluluk halini almıştır. Fakat bu adalet sistemi Balı’nın da (2001: 211) ifade gibi sadece ortak değerlerler üzerinde kurulduğu için burada ortak olmayan her biri için önem taşıyan farklı değerleri göz ardı etmektedir. Dolayısıyla adalet anlayışı tek taraflı hale gelmekte ve tanınma sorununu yeniden beraberinde getirmektedir.

1.2. BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜNE DAİR YAKLAŞIMLAR

Birlikte yaşama kültüründe insanların bir arada yaşaması toplumsal anlamda beraberinde birçok sıkıntıyı da getirmiştir. Geleneksel toplumda bu sıkıtılar yüzeysel bir şekilde yaşanırken modern dönemlerde toplumların karmaşıklaşması ve farklı

(29)

kültürel yapıların çoğalması sıkıntıların yaşanma düzeyini yükseltmiştir. Bu anlamda insanların birlikte yaşayabilmesini sağlamak için birçok yaklaşım geliştirilmiştir. Bu başlık altında birlikte yaşama olgusuna dair söz söyleyen liberalci ve cemaatçi yaklaşımlar ele alınarak konuya açıklık getirilmektedir.

Geleneksel toplumda yaşayan insanlar mekanik dayanışmaya dayalı olarak yaşadıklarından daha çok dini değerlerin oluşturduğu hiyerarşiye tabi olmuşlardır. Kültürler oluşan bu hiyerarşik yapı içerisinde kısmen bağımsız hareket edebilirlerken, toplumun geneli göz önüne alındığında siyasi ve dini olarak bir gruba atfedilen tanımlama sonucunda edinilmiş statü peşinen kabul edilmektedir. İnsanların sahip oldukları kültür ve kimlik aidiyetleri toplumsal bir cemaatin değerlerini referans almaktadır. Bu anlamda bireylerin hak talepleri söz konusu değildir. Birey hakları bağlı bulundukları cemaate dayanmaktadır (Taşkesen ve Yarcı, 2016: 188). Yani bireysel olarak fert tek başına bir haktan bahsedemez bağlı olduğu cemaatin sahip olduğu haklardan yararlanabilir.

Modern toplumlarda ise önümüze çıkan birlikte yaşama modelleri bireyi temel alarak hareket etmektedir. Liberal ve komüniteryan yaklaşımların ayrıştığı nokta bireyler arasındaki farklılıklara dayalı olarak modern toplumlarda bireyin konumuyla ilişkilidir. Liberal yaklaşımlar için birey ve birey odaklı haklar vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Komüniteryan yaklaşım ise bireyi önemli bulmakla birlikte bireyin bağlı olduğu kültürle birlikte değerlendirilmesini öngörür. Aynı zamanda komüniteryan yaklaşım bireye geleneksel yapının kurallarını sorgulama hakkını da vermektedir (Taşkesen ve Yarcı, 2016: 188). Liberal yaklaşıma göre toplumsal alanda birlikte barış içinde yaşamanın mümkün oluşu bireysel hakların verilmesiyle bağlantılıdır. Bu anlamda liberaller birey hakkını grup hakkından daha öncelikli olarak görmektedirler. Oysa komüniteryan yaklaşım ise bireyin bağlı olduğu grup haklarını önemsemektedir.

Liberal anlayışta insan haklarını bireysel ve komüniteryan bazında ele alan iki isim öne çıkmaktadır. Bu anlamda bireyin bağlı olduğu kültürden bağımsız bir şekilde ele alan Rawls ve bireyin bağlı olduğu kültürle yani grupla ele alan Walzer’dir. Rawls toplumda insanların birlikte yaşabilmesinin oluşum temelini

(30)

evrensel bir adalet anlayışının gelişmesine bağlamaktadır. Rawsl bu anlamda toplumdaki bireylerin haklarının sağlanması için Adalet Kuramı’nı geliştirmiştir. Rawls göre çoğulculuk, zihinsel yeteneklere sahip insanların aklını kullanarak faklı ama bir o kadar da aklın ilkelerine uygun iyi yaşama fikirlerini geliştirdiklerinden kaçınılmazdır. Aynı zamanda çoğulculuk, insanların yeteneklere sahip oldukları fakat bu yeteneklerini gerçekleştirmede başkalarına ihtiyaç duyduklarından arzu edilebilir bir şeydir. Rawls göre toplumun ana yapısını oluşturan sosyal, ekonomik ve politik kurumlar vatandaşların haklarını ve ellerindeki fırsatları derinden etkilediğinden bu alanlar adaletin temel konularıdır. Bu alanları belirleyen ilkeler akılcı bir şekilde elde edilmeli ve bir kez belirlendikten sonra değiştirilmemelidir (Parekh, 2002: 104-105). Yani Rawls bireyin içinde bulunduğu kültürel yapıyı dikkate almadan sosyal, ekonomik ve politik gibi alanlarda bireyin evrensel adalet önünde eşit olduğunu varsaymaktadır. Rawls Adalet Kuramını şu ana fikir üzerinde temellendirmektedir: Farklı kültüre ve inanca sahip insanlar içinde doğduğu toplumda daha önce belirlenmiş adalet kurallarına uymak zorundadır. Bütün insanları ortak bir “iyi” noktasında buluşturan evrensel adalet kurallarıdır. İnsanlar ancak herkesi kapsayan bu adalet ilkeleri çerçevesinde birlikte yaşabilirler.

Komüniteryenler Rawls’ın adalet kuramını oluşturan ilkelerin soyut ve gerçeklikten uzak oluşu üzerinden eleştirmektedirler. Onlara göre bu adalet ilkeleri Rawls’ın kendi hayali kurgusu çerçevesinden oluşturduğu ilkelerdir. Bu anlamda komüniteryenler Rawls’ın oluşturduğu Adalet Kuramının toplumun çoğulluk gerçeğine cevap veremeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Çünkü onlara göre farklı kültür ve ideolojilerin çatıştığı çoğulcu toplumlarda herkesin kabul edebileceği rasyonel ilkeleri bulmaya çalışmak bizatihi yanlıştır (Balı, 2001: 160). Komüniteryenler bir toplumda yaşayan bireylerin sosyal ödevlerle bağdaştırılması gerektiğini savunmaktadırlar. Komüniteryenler göre liberalizmde haklara yapılan vurgu tek yanlıdır. Birey kültürel değerlerden ve topluluk bağlarından soyutlanmıştır. Komüniteryenlere göre hâlbuki birey kişiliklerini, yeteneklerini ve hayattaki kazanımlarını ancak içinde yaşadığı topluluk içerisinde geliştirebilir. Bir anlamda onlara göre siyasal hayat bireyi değil, topluluğu baz alarak inşa edilmelidir (Balı, 2001: 170). Bu noktada komüniteryenler Rawls’ın ortaya koyduğu birey temelli

(31)

toplum düzenine karşı çıkmışlardır. Onlara göre birlikte yaşama kültürünü tesis etmek için toplulukların değerlerini göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Komüniteryan yaklaşımın önde gelen temsilcisi Walzer ise Rawls’ın ortaya koyduğu evrensel adaletten farklı olarak spesifik adalet teorisi’ni geliştirmiştir. Bu adalet teorisi farklı adalet tanımlarına ve kompleks eşitlik anlayışına dayanmaktadır. Kompleks eşitlik anlayışının özünde her bir toplumsal değer için farklı eşitlik anlayışının esas alınması gerektiği yatmaktadır. Walzer’in teorisi radikal bir şekilde yöreciliği temel almaktadır. Bu yüzden Walzer’in teorisi Rawls gibi liberallerin oluşturduğu soyut ve evrensel nitelikteki faydacı, hak-temelli dağıtıcı teorilere alternatif teşkil etmektedir. Walzer’e göre toplumdaki bireyler farklı kültürlerden, farklı değerlerden beslenen kişilerdir. Dolayısıyla çeşitli kültürlere sahip toplulukların bulunduğu toplumlarda adalet anlayışı farklılaşmaktadır. Bu bağlamda Walzer’e göre faklı anlayışların bulunduğu toplumlarda evrensel adalet anlayışından bahsedilemez. Walzer’e göre adalet insan toplumlarına ilişkin olarak vardır. Toplumlarda ise kültür, din, siyasal düzenler ve coğrafi şartlar tarafından belirlenen çok farklı yaşam biçimleri mevcuttur (Balı, 2001: 171-173). Başka bir ifadeyle Walzer Rawls’tan farklı olarak bireyin içinde bulunduğu toplulukla birlikte değerlendirmektedir. Çünkü birey içinde yaşadığı topluluğun değerlerinden ve kültüründen etkilenmiştir. Bu anlamda her topluluğun farklı değerleri bulunduğundan toplumdaki bireyleri evrensel değerlere dayalı adalet çerçevesinde bir arada tutmak imkânsızdır. Bu nokta Walzer Rawls’ın evrensel adalet tezine karşı karışık adalet kuramıyla bir toplum içinde farklı kültürlerin değerlerine uygun adalet kuralları belirleyip uygulamanın uygun olacağını düşünmektedir. Ancak bu şekilde farklı değerlere sahip bireyler bir toplumda birlikte yaşabilirler. Walzer özünde liberalci olmasına rağmen toplum içindeki grupların sosyal değerlerini önemsemiştir.

Liberal teorisyenlerden Kymlicka grup haklarının tanınmasıyla konuya yaklaşmaktadır. Kymlicka çokkültürlülük politikasına yüklediği görev kazanılmış siyasi hakları ve vatandaşlık haklarını koruyarak kültürel farklılıklara önemli bir yer açmaktadır. Kymlicka’ya göre demokratik bir toplumda bu politikalar “azınlık hakları” politikaları şeklinde yer alması gerekmektedir. Bu yönüyle Kymlicka göre

Referanslar

Benzer Belgeler

Geçici indüklenmiş moleküller (apolar molekül) ile iyonik bir maddenin iyonları arasında oluşan anlık çekim kuvvetlerine denir. Bu etkileşim çok zayıftır ve

Geçici indüklenmiş moleküller (apolar molekül) ile iyonik bir maddenin iyonları arasında oluşan anlık çekim kuvvetlerine denir. Bu etkileşim çok zayıftır ve

Mikroorganizmalar daha çok substrat yani enerji sağlamak için rekabet ederler.. Su, besin elementleri gelişme alanı için fazla

Toplum içinde, farklı kültür gruplarına belli başlı haklar ve statü veren çok kültürlü bir politika, farklı grupların hakim bir kültüre asimile olmak yerine,

Bu durumlarda, egzotik türlerin doğal ekosistemleri işgal etmesi rekabet, avcılık veya hastalık gibi doğrudan yollarla veya ekosistem süreçlerini değiştirerek

40JTFBUNPTGFSEFLJTVCVIBSŽ 0 JMFUFQLJNFZF HJSFSFL40Ð TÐMGÐSJLBTJU PMVõUVSVS 40 HB[Ž BTJU ZBóNVSMBSŽOŽO PMVõVNVOB OFEFO PMVS... 40HB[ŽOŽOV[VOTÐSFTPMVONBTŽ

Aristoteles, her ne kadar bu ilkeyi açık olarak “birden bir çıkar” şeklinde formüle etmiş olmasa da onun kullandığı bu ilke, kendi felsefesinde bir sebebin sahip

Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarından itibaren laik, sünni, Türk kimliğini benimsemiş ve ülkede yaşayan bütün kimlikleri bu kimliğe uzaklık veya yakınlık derecesine