• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: BİRLİKTE YAŞAMA OLGUSU BAĞLAMINDA: TÜRK –KÜRT

2.3. Türkiye’de Birlikte Yaşama Kültürünü Oluşturan Pekiştireçler

2.3.3. Dinin Farklılıkları Bir Arada Tutma İşlevi

Tarih boyunca insanları bir arada tutan ortak değerler vardır. Bu ortak değerler dil, kültür, tarihsel geçmiş ve aile olduğu gibi din de olabilmektedir. Bu anlamda farklı etnik kökene ve kültüre sahip insanların barış içinde yaşamasını sağlayan değerlerin başında dinin birleştirme özelliğinin geldiği görülmektedir. İslâm dinin birlikte yaşamaya dair temel perspektifi farklılıkların barış içerisinde yaşayabilmesini sağlamaktır. İslâm dini kendi değerleri içerisinde birlikte yaşama olgusunu insanların

haysiyetlerini dikkate alacak şekilde düzenlemiştir. İslâm dini birlikte yaşamada adalet, sevgi, saygı ve temel insani değerleri göz önünde bulundurarak bir sosyal yapı inşa etmeye çalışmıştır (Güneş, 2018: 843). Bu anlamda İslâm’da birlikte yaşama olgusunun ilk prototiplerine değinmek konuyu daha anlaşılır kılacaktır.

Müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret ettiklerinde Yahudilerle birlikte yaşamaya başlamışlardı. Müslümanlar ve Yahudiler arasında Medine sözleşmesi imzalanmış, iki tarafın kendine ait gelenekleri, yaşam tarzları ve inanışları hukuki anlamda garanti altına alınmıştı. Gayrimüslimler cizye ve haraç vergisi vermeleri karşılığında dini inançlarını özgürce yaşamaları sağlanmış ve ibadet yerleri koruma altına alınmıştı. Ayrıca gayrimüslimlere can, mal, mülkiyet hakkı ve seyahat özgürlüğü sağlanmıştır. Bu anlamda Medine Vesikası farklı inançlara sahip insanlarla birlikte yaşama tecrübesinin oluşmasında önemli bir örneklik teşkil etmektedir. Yine aynı şekilde Endülüs’ün İslamiyet’in hâkimiyetine girmesiyle Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler ufak sıkıntılar dışında çok büyük sorunlarla karşılaşmadan birlikte yaşamışlardı (Atçeken, 2009). Bu anlamda İslamiyet farklı inançlara karşı hoşgörü anlayışını geliştirmiş ve kültürel değerlerine dokunmadan birlikte barış içinde yaşamasını olanaklı hale getirmiştir.

İslamiyet’in farklılıklarla birlikte yaşamaya dair hoşgörüsü geleneksel olarak Osmanlı devletinde de varlığını sürmüştür. İstanbul fethedildiğinde burada farklı inançlara sahip birçok millet yaşamaktaydı. Osmanlı yönetimi bu farklı milletlerin inançlarına dokumamış ve dini ibadetlerini yerine getirmesine karışmamıştır. Dahası ibadet yerlerini koruma altına almıştır. İstanbul’da halen farklı inançlara ait mabetlerin ve ibadet yerlerinin varlığını sürdürmesi İslamiyet’te farklı inançlara sahip milletlerin birlikte yaşadığını göstermesi açısından önemli bir örneklik teşkil etmektedir.

Günümüz Türkiye’sine bakıldığında farklı inançtan gelen insanların birlikte yaşadığı görülmektedir. Türkiye’de farklı etnik yapıları bir arada tutan en önemli kurumların başında din kurumu gelmektedir. Dinin doğal yapısına müdahale etmek toplumda tek taraflı bir din anlayışının gelişmesine neden olabilmektedir. Ayrıca tarihsel olarak insanların geleneksel yapılarıyla iç içe geçmiş olan dini değerler

ideolojik aygıtların kullanım sahası haline gelebilmektedir. Bu şekilde ideolojik anlayışla gelişen din sorgulayabilen bireylerin yetişmesini engelleyebilmektedir. Oysa İslâm dini Müslümanlardan akıllarını kullanmalarını talep etmektedir. Bu anlamda düşünebilen ve sorgulayabilen insanlar toplumda meydana gelen sorunların ve ihtilafların çözülmesinde aktif rol alabilecek ve farklı inançlara sahip insanlarla barış içerisinde birlikte yaşamanın temellerini oluşturabileceklerdir. Fakat bu durum toplumsal alanda sorunların meydana gelmeyeceği anlamına gelmemektedir. Böyle bir durumla birlikte toplumda en az sorunların yaşanacağından da kuşku duyulmamaktadır (Taşçı, 2016: 5). Bu anlamda dini değerler toplumdaki farklı etnik yapıları bütünleştiren harç görevini yerine getirmektedir.

Türkiye’de etnik kimlikler dini değerlerini ön planda tutmaktadır. Bundan dolayı farklılıklar arasında meydana gelen birçok sıkıntıyı dini değerler giderebilmektedir. Her ne kadar da farklı anlayışlara sahip olsalar da dini değerler farklılıklar arasında müsamaha anlayışının gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Bu durum Türkiye’de farklı kültürler arasındaki duvarların kalkmasına sebep olmuş, kültürler arası etkileşimin oluşmasını sağlamıştır. Aynı zamanda dini değerler Türkiye’de farklılıklar arasında komşuluk ve evlilik ilişkilerinin kurulmasında önemli bir referans olmuştur. Başka bir ifadeyle din farklı etnik unsurlar arasında köprü görevini üstlenmiştir (Alacahan ve Duman, 2011: 238). Türkiye bağlamında ele alındığında dinin bugün olduğu gibi gelecekte de toplum üzerindeki etkisini sürdürmeye devam edeceği görülmektedir. Bu anlamda dinin özgürce gelişebileceği bir alan açmak Türkiye’de farklı unsurlar arasında kalıcı bir barışı sağlayabilecektir.

Yavuz’a göre Günümüzde ideolojik yaklaşımlar güç elde etmek için kendi kalıp yapılarına uymayan dini değerleri ve dinin zenginlik olarak değerlendirdiği birey, grup ve etnik çeşitlilikleri çatışmanın nedeni olarak gösterebilmektedir. Oysa din hiçbir zaman çatışmaya kaynaklık etmemiştir (Yavuz, 2009: 36). İslâm, din ve vicdan özgürlüğünü engellemeye çalışan herkesi, toplumsal barışı engelleyen unsurlar olarak görmektedir. Bu bakış açısıyla İslâm kendi coğrafyasında yaşayan gayrimüslimleri aşağılamayı, inançlarını engellemeyi kimseye hak olarak vermemektedir. Toplumda işleyen düzeni ve barışı bozmadıkları sürece kendi

inançlarını özgürce yaşamalarına olanak vermiştir (Okuyan, 2008: 170). Nitekim İslâm tarihi süreci incelendiğinde farklı inançların birlikte yaşaması bu durumu açıklamaktadır.

Dinler her ne kadar da farklılıklar arasında hoşgörü ve barışı tesis etmeye çalışsalar da bazen dinsel inançlar ve ayrılıklar çatışma sebebi olarak görülebilmektedir. Tarihsel süreçte farklı inanç sahipleri arasında çatışmaların yaşandığı bilinmektedir. Zira sadece geçmişte değil günümüzde de çatışmaların olduğu görülmektedir. Oysa İslâm’da farklılık ve çoğulcu yapı çatışma sebebi olarak görülmemektedir. Kuranda da ifade edildiği gibi insanlar sadece birbirini tanımaları için farklı kavim ve kabilelere ayrılmıştır. Dolayısıyla içinde yaşadığımız çatışma ortamında arınarak baktığımızda İslâm dini farlılıklarla birlikte barış içinde yaşamayı önermektedir (Gündüz, 2006). Tarih boyunca bütün semavi dinlerin uğraşı bu yönde olmuştur.