• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: BİRLİKTE YAŞAMA OLGUSU BAĞLAMINDA: TÜRK –KÜRT

2.1. Osmanlı’da Birlikte Yaşama Anlayışı

2.1.2. İmparatorluktan Ulusa Kürtler

Osmanlı devleti yukarıda da ifade edildiği gibi birçok etnik unsura, mezhebe ve farklı dine ait milletleri bünyesinde barındırıyordu. Osmanlının gerileme ve çöküş dönemiyle birlikte gayrimüslimler Osmanlının içinde bulunduğu durumdan faydalanarak özerk devletler kurup bağımsızlığını ilan etmişlerdir. Dolayısıyla genel hatlarıyla Osmanlı günden güne toprak kaybetmiş ve son bakiye olarak Anadolu denilen sınırları itibarıyla bugünkü Türkiye toprakları kalmıştı. Bu durumla birlikte imparatorluk dönemi sona ermiş ulus-devlet dönemi başlamıştı.

Şahin’e göre ulus-devlet kurma aşamasında kurucu unsurlar Osmanlıdan kalan son bakiyeyi elinde tutabilmek için Osmanlı devletinden kalan farklılıkları tek bir çatı altında tutmak istemişlerdir. Bu anlamda Osmanlıdan miras olarak alınan farklı milletlere sahip tebaaların varlığı görmezden gelinmiş, bütün farlılıklar tek bir kültür altında birleştirilerek homojen toplum yapısına ait bir ulus devlet kurulmak istenmiştir (Şahin, 2005: 73). Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte Osmanlıdan devralınan bu farklılıklar modernleşmeyi besleyen zenginlikler olarak değil, tam tersine modernleşmeyi engelleyen karşıtlar olarak ele alınmıştı. Bu anlamda kurulacak yeni ulus devlet modernleşmenin ana teması üzerinden kurgulandığından kültürel çeşitliliklerin ortadan kaldırılması bir zaruret halini almıştı. Yeni ulus-devlet tek dil, tek kültür, tek ulus üzerinden kurgulanmıştır (H. Kaya, 2001: 119). Böyle bir durumun hâsıl olmasıyla imparatorlukta üst kimlik “Osmanlı” olarak seçilmişken ulus devlette üst kimlik “Türk” olarak seçilmiştir (Çelik, 2008: 326). Bu durumla birlikte diğer farklılıklar göz ardı edilmiş ve Osmanlı mirası reddedilerek çağdaş bir devlet kurma girişimine başlanmıştır.

Yukarıda imparatorluktan ulus devlete geçişte kurulacak yeni devletin hangi temel saç ayakları üzerinde kurulacağı genel anlamıyla cumhuriyetten sonra yaşananlar hakkında fikir vermektedir. Kurucu unsurların Türkiye topraklarını dış saldırılarından korumak için ilk icraatları Anadolu da yaşayan bütün farklılıkları din temellinde bir araya getirmekti. Türkler, Kürtler, Araplar, Çerkezler vesair bütün

farklılıklar bu çatı altında birleşip kurtuluş mücadelesi vererek Anadolu’yu kurtarmıştır. Bu anlamda kurucu unsurların ilk dönem vaatleri kurulacak yeni devlette farklılıkların kültürel özelliklerine dokunmadan birlikte yaşatmaktı. Bu anlayış Kürtlerin yaşadığı bölgelerde kendilerini yönetmelerine izin veriyordu. Sonraki dönemlerde kurucu unsular bu reel duruma sırt çevirmiş bütün farklı etnik grupları Türk kimliğinde birleştirmek istemişlerdir. Bu istekle beraber Kürt sorunu temel dayanaklarını cumhuriyetin kuruluşundaki bu uygulamalardan alarak günümüze kadar ulaşmıştır.

Ekinci’ye göre Cumhuriyetten sonra komşu ülkelerdeki eski Osmanlı tebaası olan Boşnak, Azeri, Gürcü ve Çerkezler Anadolu’ya göç etmiş, büyük nüfus içinde dağılmış ve Türkleşmişlerdir. Kürtler ise Osmanlıda kazandığı konumlar neticesinde coğrafi bütünlüklerini, tarihsel özelliklerini ve kültürlerini koruyarak Türkleştirme politikalarına karşı çıkmışlardır. Farklı bir ifade ile vatandaş olmak için Türkleşme koşulunu kabul etmemişlerdir (Ekinci, 1999: 68). Bunun üzerine Türkleştirme politikaları uygulanmış ve 1961 Anayasasında bütün azınlıklarla birlikte Kürtler de Türk sayılmıştı. Özellikle Şark Islahat Planı çerçevesinde doğu bölgelerinde uygulanan adımlar bunu doğrular niteliktedir. Söz konusu plan kapsamında birkaç olaydan bahsetmek uygulanan politikaları açığa kavuşturacaktır. Plan çerçevesinde doğudan batıya zorunlu göçerler yaşanmış, Kürtler Türk bölgelerine yerleştirilirken Türkler de Kürt bölgelerine yerleştirilmiştir. İsim değiştirme kanunları çıkartılmış Kürt vatandaşlara Türkçe adlar verilmiştir. Aynı zamanda Türk kızların Kürt erkeklerle evlendirilmesi özendirilmiş, bununla beraber yeni doğan nesillerin anne dilinden etkilenmesi sağlanarak Türkçeye özendirilmesi sağlanmıştır.

Akar’a göre (2001: 18) bu uygulamalar sonucunda Kürt ayaklanmaları meydana gelmiştir. Özellikle şeyh Sait isyanı ile birlikte Kürtlerin Türkçe bilmediğinin ortaya çıkması uygulanan adımların hızlandırılmasında etkili olmuştur. Bu yönde “vatandaş Türkçe konuş” kampanyası başlatılmış Kürt bölgeleri dâhil bütün azınlıkları da kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmıştır. Bu kampanyanın uygulanmasıyla birlikte kimi belediyeler, kamusal alanda kendi dillerini konuşan azınlıklara çeşitli para cezaları uygulamıştır.

Akkum’a göre ulus-devlet fikrini savunan devlet yöneticileri devlet sistemini Fransa’dan almıştı. Bu anlamda toplumdaki farklı etnik unsurlar bu devlet sistemi nedeniyle görmezden gelinmiş ve “tek ulus tek devlet” anlayışını beraberinde getirmiştir. Oysa bunun yerine farklılıklar üzerine kurulan bir sistem oluşturulsaydı bugün çokkültürlü bir Türkiye’den bahsediyor olunabilirdi (Akkum, 2001: 40). Başka bir ifadeyle Cumhuriyetin kurucuları devlet sisteminde Fransa’yı örnek almak yerine Kanada’nın devlet sistemini örnek alsaydı bugün Türkiye çeşitlilikleriyle beraber daha refah yaşam standartlarını yakalayabilirdi. Özensel’in de belirttiği gibi Kanada kuruluşundan itibaren kültürel çeşitlilikler noktasında ayrılık anlayışını değil birliktelik anlayışını esas alarak kurulmuştur. Ayrıca Kanada’yı iyi bir model yapan özellik farklı iki milletin kurucu unsur olmasıdır. Her ne kadar da kuruluş aşamasında farklılıklardan kaynaklanan tartışmalar yaşanmış olsa da bunu en iyi çözen devletlerden birisi olarak görülmektedir (Özensel, 2012: 55). Bu anlamda Türkiye kendi yerel dinamiklerini dikkate alacak şekilde yeni bir yaşam modelini kurgulaması birlikte yaşama kültürünün yerleşmesinde önemli bir adım sağlayabilir.

Burada belirtmek gerekir ki Osmanlı devletinin son dönemlerinden günümüze kadar gelen Kürt sorununa ilişkin sıkıntılar devlet yönetimi ile Kürtler arasında kalmıştır. Bu sorunun halklar arasında olmaması birlikte yaşama kültürünü tesis etmede umut verici bir nitelik taşımaktadır. Bu noktada geçmişi yargılamak toplumsal barışın kurulmasına engel teşkil edebilir. Peki, toplumsal huzurun tesis edilmesinde neler yapılabilir? Sorusu önemli bir mahiyet taşımaktadır. Bu anlamda toplumsal alanda herkesin kendini özgürce ifade edebileceği istatistikler yapılabilir. Farklılıkların ne olduğu nelerin çözüm beklediği tespit edilebilir. Bu tespitler ışığında devlet sisteminin bütün kimlikleri kapsayacak şekilde düzenlenmesi Osmanlı devletinde olduğu gibi günümüz Türkiye’sinde de toplumsal uzlaşıyı sağlayabilecektir (Fırat, 2001: 94-95). Nitekim Türkiye toplumu bu uzlaşmayı sağlamada geçmişte yaşadığı deneyimleri referans alarak çeşitlilikleriyle birlikte toplumsal bir mutabakatı oluşturabilir.