• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: ARAŞTIRMANIN BULGULARI

4.6. Toplumsal Aidiyet

Aidiyet, bireyin kişisel seçimlerine dayanan bir duygu olmasına rağmen tek başına oluşacak bir olgu değildir. Yani aidiyet bireyin sadakat ve bağlılık duygusunu geliştirebileceği bir toplulukla özdeşleşme sonucunda meydana gelmektedir. Bu anlamda aidiyet bir grupla birlikte yaşanılan tecrübe sonucunda oluşmaktadır. Ayrıca aidiyet duygusu toplumdaki sosyal ve kültürel etkileşimlerin meydana getirdiği etkiye bağlı olarak güçlenip zayıflayabilir. Bu durumla birlikte aidiyetin kaynağını özelde grup ilişkilerinde genelde de toplum ilişkilerinde bulmak mümkündür. Aidiyet duygusunun oluşmasında toplumun bireye sağladığı imkânlar ve karşıladığı gereksinimler önemli bir yer tutmaktadır. Aynı zamanda toplum ile birey arasındaki ilişkiyi anlamak için bireyin topluma karşı beslediği aidiyet duygusu önemli olmaktadır (Alptekin, 2011). Bireyin içinde yaşadığı topluluk etkileşim alanı olarak işlev görmektedir. Dolayısıyla üyelerini belli eksenler çerçevesinde bir araya

getirmektedir. Toplumdaki bireyler arasında müşterek alanlar oluşturarak özel ilişki biçimlerinin meydana gelmesini sağlamaktadır. Ayrıca ürettiği ritüeller ve semboller aracığıyla bireyleri ortak değerler etrafında biraraya gelmesini sağlayarak aidiyet duygusunu yaratmaktadır (Aydemir, 2011: 76). Yani toplumsal alanda farklı yapılar arasında birlikte yaşama kültürünün yerleşmesini sağlamaktadır.

Aksan ve Alptekin’ninde ifade ettiği gibi insan yaşadığı kültürel yaşantılar ve hissettiği duygular neticesinde başakalarına ihtiyaç duymaktadır. Başkalarıyla birlikte olma ihtiyacı toplu yaşamın önünü açmaktadır. Başka bir ifadeyle bir bireyin topluluğa aidiyet kurma ihtiyacı, topluluk duygusundan kaynaklamktadır (Aktaran: Alptekin, 2011: 50). Birey toplumdan bağımsız yaşamayamaz. Bir toplumun ortaya koyduğu değerlere tabii olarak yaşamak zorundadır. Toplumun bir parçası olma gayreti içinde olan birey ilk olarak o topluma karşı aidiyet duygusunu geliştirmektedir. Birey içinde doğduğu toplumla olan ilişkisinin gidişatını bir takım faktörler belirlemektedir. Bu faktörlerden en önemlisi aidiyet duygusudur. Bu anlamda aidiyet bir ihtiyaç ve bireyin benliğinde meydana gelen bir duygu olmasının yanı sıra kimlik oluşumu sürecinde bilinç durumu ile ilişkilendirilmektedir. Birey bir topluluğa veya bir gruba katılmasıyla kendi benzerleriyle ortak bir kimlik altında bileşmekte ve ortak bir bilinçle hareket etmektedir. Bireyler bir toplumun parçaları olduklarının farkına vardıkça, birbirleri için önemli olduklalarını kavradıkça, birbirlerine karşı duydukları güven duyguları arttıkça aralarındaki aidiyet duygusuda güçlenmektedir (Alptekin, 2011: 15). Bir toplumda aidiyet duygusu kültür, akrabalık, ortak tarihsel geçmiş gibi değerler üzerinde kurulduğu gibi toprak, bayrak, vatan, ulus gibi daha somut değerler üzerinde de kurulmaktadır.

Bir toplumda farklılıların birlikte yaşayabilmesi için aidiyet duygusunun gelişmesi gerekmektedir. Bu temada altında Konya’da birlikte yaşayan Türklerin ve Kürtlerin topluma karşı duydukları aidiyet duyguları ölçülmeye çalışılmaktadır. Bu anlamda ilk olarak sadece Kürt görüşmecilere Konyaya ait hissediyor musunuz? Şeklinde bir soru yöneltilmiştir. Akabinde her iki kesime aynı imkânlar altında başka bir ülkede yaşayabileceğinizi bilseniz oraya göç eder miydiniz? Sorusu sorulmuştur. Böylelikle Kürt kesiminin özelde Konya’ya genelde de Türkiye’ye karşı aidiyet

duyguları ölçülmüştür. Ayrıca Türk kesiminin Türkiye’ye karşı aidiyet düzeyleri ölçülerek Türkler ve Kürtler arasında karşılaştırmalı bir analiz yapılmıştır. Bu sorulara yönelik olarak cevap veren Hakan B. Konya’nın kendine özgü içine kapanık bir özelliğinin olduğunu vurgulayarak Konya’ya ait hissetmediğini ifade etmiştir.

“Kendimi Konya'ya ait hissetmiyorum. Yani bu benimle alakalı bir şey değil. Konya’nın köylüsü bile Konya’nın Merkezine geldiği zaman kendini Konya’ya ait hissetmiyor. Konya'nın kendine has bir kültürü var, daha kapalı bir şehirdir. Uzun senelerdir buradayım bunu bir türlü tarif edemiyorum. Yani çocuklarında, hanımımda bunu çok net hissediyor. Yani kötü insanlar anlamında söylemiyorum. Kendi içlerinde aslında yoğun ilişkileri var. Ama dışarıdan gelenleri kendi içlerine almıyorlar. Tanpınar’ın beş şehir diye bir kitabı var ya orada Konya'yı tanıtıyor. Konya diyor ya sizi içine alır sarar sarmalar onda kaybolursunuz ya da ebediyen Konya’ya yabancı kalırsınız. Herhalde ben ikinci gruptayım durum onu gösteriyor” (Hakan B, 43, Lisans, Kürt).

İkinci soruya yönelik olarak konuşan Hakan B. Türkiye’de ailesinin yaşadığını ve Türkiye’yi vatanı olarak gördüğünü belirterek başka ülkede yaşamak istemediğini ifade etmiştir.

“İstemem. Başka bir taraftan Karacaoğlan'ın bir şeyi var ya derki: “şehirleri var bizim şehirlere benzemez. Dilleri var bizim dile benzemez.” ben çok istemem. Ama hani gidip görmek orada çok kısa süreliğine yaşamak isterim. Yani oranın geleneğini görebilmek adına isterim. Yani farklı bir ülkede yaşayan insanlar ne yapıyor, ne ediyor, nasıl hareket ediyorlar onları görmek isterim. Ama çok uzun süre gideyim de orada yaşayayım diye bir şeyim yok. Ailem, akrabam hepsi buradalar yani burası benim vatanım bunlar benim için önemli şeylerdir” (Hakan B, 43, Lisans, Kürt).

Aidiyet konusunda konuşan başka bir görüşmeci Selami E. Konya’da akrabalık ilişlerinin olmadığını ve Konya’nın kendine özgü içine kapanık yapısından dolayı ait hissetmediğini söylemiştir.

“Ne yazık ki Konya’ya kendimi ait hissetmiyorum. Benim içinde büyüdüm şartlar, akrabalık ilişkilerini Konya'da göremediğim için hasretliğini çekiyorum. Çokta rencide etmek istemiyorum. Ama ne yazık ki bağnaz bir kültür yapısı var. Genelde bu Konya’ya has bir şey değil muhafazakâr toplumların yüzde doksanı böyledir. Bizim orada Bahçesaray diye bir yer var orası da çok kendi içine kapanıktır. Memlekettekiler bana sorunca Konya nasıl bir yer diye ben de şöyle cevap veriyorum: bizim Bahçesaray’ın Türkçe versiyonudur. Yani bu anlamda kendimi hiç ait hissetmedim. Belki benim içinde büyüdüğüm şartlardan da kaynaklanıyor olabilir” (Selami E, 46, Lise, Kürt).

Türkiye’den başka bir ülkede yaşamayacağını ifade eden Selami E. Türkiye’de doğup büyüdüğünü bu yüzden kültürel olarak bu topraklara ait olduğunu belirtmektedir.

“Yok, hayır göç etmezdim. Çünkü ben buraya aitim. Kültürüm buraya aittir. Burada doğdum. Burada büyüdüm. Konya-Van arası 1300 kilometredir. Yani uçakla iki saatte gidebiliyorsun yakın olmasına rağmen ben Van’ımı bile özlüyorum. Ülkemi seviyorum. Ben kesinlikle gitmem. Yani orada yeni bir kültürle yapamam. Hele bu devlet ecnebi bir devletse hiç gitmem” (Selami E, 46, Lise, Kürt).

Toplumsal aidiyet noktasında iki soruyu birleştirerek cevap veren Zehra İ. birçok Avrupa ülkesini gezdiğini ve bu rağmen kendisini yurtdışında yabancı hissettiğini ifade ederek kültürel olarak Türkiye’ye ait olduğunu belirtmektedir. Ayrıca yukarıda Konya’ya ait hissetmediklerini beyan eden görüşmecilerin aksine Konya’yı çok sevdiğini söylemektedir.

“Türkiye'den gitmek istemem. Herhalde yurdumu, memleketimi, şehrimi çok seviyorum. 2014 yılında Avrupa gezisi yaptık. 5 Avrupa ülkesini gezdik. Türkiye'ye geldiğim zaman dünyalar benim oldu. Yani dışarısı bana çok yabancı geliyor. En güzel yer benim için ilk önce Konya geliyor. Yani Türkiye'de ne kadar farklı yerlerde yaşayan sevdiklerim varsa hepsi benim için

güzel yerlerdir. Türkiye'de yaşamayı tercih ederim. Beni buraya bağlayan Toprak, örf, adet, kültür, kendi anne ve babamın yaşadığı yer olmasıdır. Bu anlamda burayı seviyorum” (Zehra İ, 45, ilkokul, Kürt).

Bu tema altında görüşülen Kürt görüşmeciler Konya’nın toplum yapısının içine kapanık bir özelliğinin olduğunu söyleyerek dışarıdan gelen yabancıları içlerine almadıklarını vurgulamaktadırlar. Ayrıca Konya’da akrabalık ilişkilerinin zayıf olduğunu belirtmektedirler. Öne sürülen bu nedenlerden dolayı Konya’ya ait hissetmedikleri görülmektedir. Aksine aynı görüşmecilere Türkiye’nin dışında başka bir ülkede yaşamak ister misiniz? Sorusu sorulduğunda gezme amaçlı gidip görmek istediklerini belirterek devamlı kalmak istemediklerini ifade etmişlerdir. Bu isteklerinin arkasındaki neden Türkiye’ye örf, adet ve gelenek olarak bağlı olmaları yatmaktadır. Ayrıca aidiyet duygusunda tarihsel bağlar, ailesel ilişkiler ve vatan kavramının önemli olduğu görülmektedir. Yani Konya’ya karşı aidiyet duymadıkları halde Türkiye’ye karşı aidiyet duydukları görülmektedir. Bu noktadan sonra Türk görüşmeciler Türkiye hakkındaki aidiyet duygularını ifade etmişlerdir. Görüşmeci Fatih Y. kültürel olarak Türkiye’ye bağlı olduğunu dile getirerek bu anlamda yurt dışında yaşamak istemediğini söylemektedir. Bir taraftan da yurt dışında sağlanan iyi maddi imkânlardan dolayı gidip yaşamak istediğini belirtmektedir.

“Gurbet anlamında bakacak olursan gitmem. Ama maddi anlamda bakacaksan giderim. Hani bizim şartlarımızla başka ülkenin şartları farklı olabiliyor. Onların imkânları daha iyi olabiliyor. O zaman göç ederim. Ailemi de götürürüm. Ama diğer şekilde gitmek istemem. Beni burada tutan akrabalık bağlarımız var, eş dostlarımız var. Alıştığım bir kültür, yaşadığım yer bunlar benim için önemlidir. Başka bir kültüre gittiğim zaman oranın kültürüne empoze olmak zorundasın, oranın şartlarına uymak zorundasın. Burada bir düzenimiz var. Dolayısıyla bu anlamda göç etmek istemem. Ama ben burada rahat değilsem o taraf daha iyi durumlar sağlıyorsa giderim” (Fatih Y, 40, Lise, Türk).

Kültürel olarak bu coğrafyaya bağlı olduğunu ifade eden başka bir görüşmeci Abdullah H. bu topraklarda doğup büyüdüğünü dolayısıyla başka bir ülkeye göç etmek istemediğini aktarmıştır.

“Gitmem. Bizim halkımız, bizim toprağımız her şeyimiz burada ben gidip ne yapayım. Anadolu'da doğmuşum. Büyümüşüm. Buradaki halkı biliyorum. Ne yapacağımı kiminle tanışacağımı biliyorum. Burada en azından karşına hiç tanımadığın bir insan çıkar, tanışırsın hal hatır sorarsın. O senin hal hatırını sorar. Yurt dışında bunu yapamazsın. Burada tanıştığın biri sana çay ısmarlar sohbet edersin. Avrupa'da kim bunu yapabilir? Yani bizde bir ikram kültürü var. Örf, adet, kültür, bayrak beni buraya bağlıyor” (Abdullah H, 58, Lisans, Türk).

Bu aşamaya kadar görüşülen Türk görüşmecilerin aksine Türkiye’den gitmek istediğini belirten Süleyman G. Türkiye’de adaletsizliğin var olduğunu belirterek inançsal yönde insanlar üzerinde mahalle baskısının olduğunu söylemektedir.

“Hemen şuan bir fırsatım olsa Türkiye Cumhuriyetinden gitmeyi düşünüyorum. Çünkü Türkiye'de bence haksızlık var, adaletsizlik var, mahalle baskısı var, cehalet var, vurdumduymazlık var, nemelazımcılık var. Bunların içerisinde adaletsizlik en baştan geliyor. Her konuda hakkımız yeniliyor. Çalışma saatlerinde dünyada en başta çekiyoruz 45-47 saatle ve mahalle baskısı çok var. Sağcısı-solcusu ateisti-Müslümanı şeklinde ayrım çok. Mesela dünyanın 15 dakika boyunca ayakta alkışladığı bir piyanisti bile dışlıyoruz. Yani Fazıl Say neden dolayı inancından dolayı sonradan özür diliyoruz. Ama bu tür şeyler noktasında cahil toplum olduk. Bu sebeplerden dolayı fırsatım olsa şuan hemen Türkiye'den gönüllü gitmek isterim. Yani vatan, millet, toprak artık yeter ya 40 yaşına kadar ben Türkiye'de bir huzur bulmadım. Son kalan ömrümü de belki Mahalle baskısı olmadan çalıştığım zaman hakkımı alacağımı düşündüğüm bir işle uğraşırım. Kimse kimsenin dinine, inancına, grubuna karışmadığı bir yere gitmek istiyorum” (Süleyman G, 37, İlkokul, Türk).

Bu aşamaya kadar Süleyman G. dışındaki Türk görüşmeciler örf adet, gelenek olarak Türkiye’ye bağlı olduklarını söylemişlerdir. Ayrıca burada doğup büyüdüklerini, bu anlamda tarihsel bağlarının olduğunu, akrabalarının çoğunun burada yaşadıklarını belirtmişlerdir. Aidiyet duyusunu ortaya koyan bayrak, vatan gibi değerlere bağlı olduklarını ifade etmişlerdir. Toplumsal aidiyet duygusunun iki kesimde de yüksek seviyede olduğu görülmektedir. Bu aşamadan sonra görüşmecilere Türkiyelilik söylemi bir üst kimlik olabilir mi? Soru sorulmuştur. Böyle bir sorunun sorulmasındaki temel amaç Türkiyelilik söyleminin bütün farklılıkları bir arada tutan aidiyet duygusunu sağlayıp sağlamadığı araştırılmıştır. Bu konuda görüşmeci Veysel Ç. Türkiyelilik söyleminde Türk unsurunun ön plana çıktığını ifade ederek farklılıkları ayrıştırdığını söylemektedir. Bu yüzden Türkiyelilik söyleminin üst kimlik olamayacağını açıklamaktadır.

“Ben düşünmüyorum. Bir faydası yok çünkü ne olabilir ki sonuçta Türk ismi var. Osmanlı daha mantıklı Türkiyeli dedin mi ben kendim kendime yediremem zaten Sanki Türk’müş gibi görünüyor. Farklılıklar ayrıştırılıyor. Sanki burada Türkler daha çok öne çıkıyor. Kürtleri yok saymak gibi bir şey oluyor. Osmanlı'da öyle bir düşünce olmaz. Osmanlı'da herkes iç içe Türk’ü de var Kürt’ü de var. Kürdistan denilmiyor, Türkistan denilmiyor. Osmanlı deniliyor. Herkes içinde yaşayabiliyor. Kimin ne olduğu söylenmiyor. Hangi ırkın öne çıktığı söylenmiyor” (Veysel Ç, 29, Lisan, Kürt).

Türkiyelilik söyleminin son zamanlarda kullanılmaya başladığını belirten Yasin C. Türkiye’de birçok farklı etnik yapının yaşadığını ve Türkiyelilik söyleminin bu farklılıkları kapsamadığını ifade etmektedir. Ayrıca İslam kimliği bağlamında yapılacak bir üst kimlik tanımlamasının ancak insanları bir arada tutabileceğini söylemektedir.

“Olabilir ama tam olarak da öyle değil. Kesinlikle tam olarak da olmuyor. Tabii ki bu söylem son zamanlarda kullanılıyor. İlk önce biz Türk’üz söylemi geliyor. Arkasında iki cümle olarak biz Türkiyeliyiz geliyor. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti içinde farklı etnik gruplar var. Aslında Türkiye'de bir tane etnik grup problemdir. Hitapların arkasında Kürt’üyle, Türk’üyle,

Çerkez’iyle şeklinde cümle devam edip gider. Ama işin gerçeğinde Kürt'le problem vardır. Kürtlükle problem vardır. Hiçbir zaman bu söylemler kucaklayıcı olmadığından dolayı insanlar iki arada bir derede kalmışlardır. Burada yapılacak tek bir şey var. İslam kimliği altında ümmet bilincini geliştirmektir. Başka kavramların toplumu bir arada tutacağını ve bir arada yaşamayı sağlayacağını düşünmüyorum” (Yasin C, 48, lisan, Kürt).

Türkiyelilik söyleminin bir üst kimlik olamayacağını ifade eden başka bir görüşmeci Osman G. Veysel Ç’nin (Kürt) yaptığı açıklamaya benzer bir açıklamada bulunarak Türkiyelilik söyleminde bir ırkın ön plana çıktığını vurgulamaktadır.

“Hayır, Türkiyelilik neticede bir ırkın ismiyle adlandırılmış bir kimliktir. Bu da bana göre diğer ırkları yok saymaktır. Birinci adımdan itibaren diğer ırkları, diğer soyları ve toplulukları yok sayma anlamına gelir. Anadolulu denildiği zaman mantıklı olabilir. Tabii buralarda bir ırkın ismi yok. Irksal bir isim ile başlayan bir kültür o ırkı temsil ettiği için diğer ırkların tasfiyesi söz konusu olur” (Osman G, 56, İlkokul, Kürt).

Buraya kadar görüşülen bütün Kürt görüşmecilerin aksine Türkiyelilik söyleminin bir üst kimlik olabileceğini ifade eden Hakan B. Türk denildiğinde sadece Türk ırkının kastedilmediğini, bütün etnik unsurları kapsadığını belirtmektedir. Bu anlamda Kürt olmanın Türkiyeli olmaya engel olmadığını açıklamaktadır.

“Türkiyelilik denildiğinde problem yok. Zaten Türkiye'nin kendine özgü bir şeyi var. Türkiyelilik güzel bir şeydir. Kürt olmak Türkiyeli olmama engel değil. Hatta Türk olmamı engellemiyor. Ben kendimi öyle tanımlıyorum. Türkiye, tek başına etnik olarak sadece Türklerin yaşadığı bir yer değildir. Yani Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda herhangi bir rahatsızlık insanların aklına gelmedi. Dediğim gibi yani Türk dediğin zaman sırf bir ırk kastedilmiyor” (Hakan B, 43, Lisans, Kürt).

Türkiyelilik üst kimliği noktasında fikirlerini beyan eden Kürt görüşmecilerin açıklamaları değerlendirdiğinde Hakan B. dışın genellikle Türkiyelilik söyleminin

üst kimlik olamayacağı ifade edilmektedir. Bunun en önemli sebebinin de Türkiye’de birçok etnik unsurun yaşadığı ve Türkiyelilik söyleminin bütün bu unsurları kapsamayacağı düşünülmektedir. Ayrıca Türkiyelilik söyleminde sadece bir ırkın ön plana çıktığı vurgulanmaktadır. Bu anlamda Kürt görüşmeciler üst kimlik olarak Osmanlılık ve Anadoluluk üst kimliğini örnek vererek buna benzer bütün farklılıkların ortak değerleri üzerinde kurulan bir kimliğin daha etkili olacağını ifade etmektedirler. Bu anlamda Gümüş’ünde (2009) ifade ettiği Osmanlı devleti toplumda yaşayan bütün farklılıklardan vergi toplamaktan başka kültürel değerlerine karışmamıştır. Bütün kültürel farklılıkların özgürce gelişmesine engel olmadan hâkimiyeti altında yaşamasını sağlamıştı. Dolayısıyla bu anlayış “Osmanlı” kavramının üst kimlik olarak bağlayıcı olmasını sağlamıştı. Osmanlının kurduğu bu düzen görüşmeciler tarafında da değinilmektedir. Burada Türkiyelilik kavramının üst kimlik olarak seçilip seçilmemesi bu çalışmanın dışında bir tartışmadır. Ancak üst kimlik olarak nasıl bir kavram seçilirse seçilsin kendi toplum yapısını dikkate alarak içeriğinin doldurulması gerektiği görülmektedir. Böylelikle bütün farklılıkları temsil eden bir üst kimlik kurgusu bütün farklılıkların topluma karşı aidiyet duygusunu geliştirebilmektedir. Farklılıkların birlikte yaşamasını kolaylaştırmaktadır. Bu aşamadan sonra Türk görüşmecilerin Türkiyelilik söyleminin üst kimlik olup olamayacağı hakkındaki görüşlerine yer verilecektir. Bu konuda görüşlerini beyan eden Abdullah H. Türkiyelilik söyleminin üst kimlik olarak günümüze kadar bir etkisini göstermediğini ifade etmektedir. Ayrıca Türkiye’nin çokkültürlü bir yapısı olduğunu söyleyerek yapılacak üst kimlik tanımlamasının herhangi bir ırka yönelik olarak yapılmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Abdullah H. toprağa dayalı bir tanımlamanın daha iyi olabileceğini ilave etmektedir.

“Yani aslında olması gerekiyor. Ama şuana kadar görmedim. Tahminime göre tam bir üst kimlik olamıyor. Herkes aslında ben Türkiyeliyim diyor. Ama ne kadar bağlayıcı oluyor onu bilemiyorum. Bunun bir ırk şeklinde tanımlanmaması gerekiyor. Çünkü Türkiye kadar mozaik bir devlet var mı? Bir sürü farklılıklar var. Herkes ben Türk'üm demiyor. Bu anlamda bağlayıcı olur mu onu bilemem. Ama toprağa dayalı bir tanımın iyi olacağını düşünüyorum” (Abdullah H, 58, Lisans, Türk).

Türkiyelilik söyleminin resmiyette geçerli olduğunu ancak toplumdaki bütün kültürleri temsil etmediğini ifade eden Süleyman G. bütün insanların devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olmasının yeterli olabileceğini söylemektedir.

Bence hayır. Bence insan olduktan sonra bitmiştir. Bağlayıcı kimlik insanlıktır. Kürt, Türk, Yahudi, Çerkez, Rus, İngiliz, Macar fark etmiyor. Bir kimliğin olmaması bence daha iyi olur. Yani herkes topluca istediği şekilde kardeşçe yaşasın. Osmanlı'da öyle değil miydi? Bütün kesimler birlikte yaşıyordu. Osmanlı'da her şey serbestti. Yani bir sürü renkten insan vardı. Sadece vergini verdiği zaman yaşayabiliyordu. Türkiyelilik bence resmi kimlik olarak ifade etse de kültür olarak bütün farklılıkları temsil etmiyor. Bence bu saçma bir şeydir. Devletin kurallarına uyulması bence yeterlidir. Bu kurallarında herkesi bağlayıcı bir şekilde yapılması lazım. Yani kısacası şöyle söylüyorum: Herkes vatandaşlık bağı ile bağlı olmalı bunun dışında herkes kendi kültüründe, dilinde, mezhebinde bağımsız olmalıdır. Bu anlamda Türkiyeliliğe gerek yoktur” (Süleyman G, 37, İlkokul, Türk).

Toplumsal alanda bütünleşme sağlandığında ve bütün kesime eşitçe yardım edildiğinde Türkiyelilik söyleminin üst kimlik olabileceğini ifade eden Nurettin Ç. aynı zamanda Türkiyelilik söyleminin içeriğinin doldurulması gerektiğini belirtmektedir.

“Türkiyelilik olabilir. Ama içini doldurmak gerekiyor. Yeter ki birlik beraberlik olsun. Devlete sadakatle bağlanalım. Herkes sorumluluğunun farkında olsun, herkes kendi arkadaşının hukukunu gözetsin. Kimse kimseye zarar vermesin. Bu şekilde olursa bir üst kimlik olabilir. Yani devlet bütün kesimleri eşit şekilde kucaklaması gerekiyor. Vatandaş devlete vergi veriyorsa ve çocuğunu askere gönderiyorsa devlet her vatandaşa eşit bir şekilde yardım etmelidir. Yani batıdaki birisine neyi veriyorsa aynı şekilde doğudaki birine de vermelidir. O zaman belki üst bağlayıcı bir şey olabilir” (Nurettin Ç, 59, Ön lisans, Türk). Türkiyelilik söyleminin üst kimlik olabileceğini ifade eden başka bir görüşmeci Ali D. Türkiyelilik kimliğinin Türkiye’de yaşayan bütün farklılıkları kapsayan bir

yapı olduğunu söylemektedir. Ayrıca Türkiye’de yaşayan unsurların Türkiyelilik kavramını kabul etmeleri gerektiğini belirtmektedir.

“Türkiye kimliği kısmen insanların bir arada yaşamasını sağlıyor. Ama gene de birileri çıkıp bir şey söyleyip ortalığı bulandırıyor. Bu seferde farklı