• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: BİRLİKTE YAŞAMA OLGUSU BAĞLAMINDA: TÜRK –KÜRT

2.3. Türkiye’de Birlikte Yaşama Kültürünü Oluşturan Pekiştireçler

2.3.4. Anayasal Bir Vatandaşlık İnşa Etme

Günümüz dünyasında küreselleşmenin etkisiyle uluslaşma aşamasında oluşturulan vatandaşlık tanımının anlamını yetirmeye başlandığı görülebilmektedir. Ulus devletler parçalama kaygısını tekrardan yaşamamak için bütün insanları tek bir kimlik etrafında bir araya getirmek istemişlerdir. Bu bağlamda anayasal çerçevede düzenlediği vatandaşlık tanımı da söz konusu bu kaygıyla hazırlanmıştır. Çeşitli kültürlerin birlikte yaşadığı ulus devletlerde bütün kültürler hâkim kimlik etrafında bir vatandaşlık tanımına tabi tutulduğu söylenebilir. Bu anlayışla yapılan anayasal vatandaşlık tanımı toplumdaki bütün unsurları temsil etme özelliğinden yoksun kalabilmektedir. Çağımızda küreselleşme ve demokrasinin gelişmesiyle vatandaşlık olgusunun yeniden tanımlanması zorunlu bir gereklilik olarak görülmektedir. Bilginin, sermayenin ve emeğin küresel ölçekte bütün toplumlara ulaşması toplumların kurumsal yapılarında dönüşüme neden olmuştur. Küreselleşmenin uluslar üzerinde böyle etkiler bırakması ulusçuluk anlayışıyla hazırlanmış vatandaşlık tanımını yetersiz bırakabilmektedir (Özpolat, 2009: 144). Küreselleşme süreciyle birlikte çoğulcu yapıya dayalı bir vatandaşlık tanımının yapılması gündeme gelmektedir.

Sömürgecilik döneminde yaşanan tarihsel deneyim düşünürleri farklılıklar üzerinde yeniden düşünmelerini sağlamıştır. İnsanları cemaatlere ve ırksal niteliklere göre ayrıştırmak siyasal söylemde eşitsizlik yaratmaktadır. Bu bağlamda insanlara diline, dinine, ırkına, rengine ve cinsiyetine göre farklı yaklaşan siyasal söylemlerin karşısında yükselen eşitlikçi söylemler insanların vatandaşlık bağlamında yeniden değerlendirilmesini sağlamıştır (Yanık, 2011: 84). Bu etkiler eski siyasal yöntemlerin insanları bir arda tutma fonksiyonlarını yitirdiğini göstermektedir. Bu durum devletleri toplumda barış ve huzuru tekrardan sağlamak için anayasal olarak düzenlenmiş bütün farklılıkları kapsayan vatandaşlık tanımının yapılmasına itmiştir.

Cumhuriyetle birlikte kurucu unsurlar imparatorluktan kalan son bakiyeyi kurtarma çaresi olarak bütün etnik farklılıkları bir çatı altında tutan bir vatandaşlık tanımı betimlemişlerdir. Coşkun’a göre cumhuriyet dönemi anayasalarında vatandaşlık tanımı bir etnik kimlik referans alınarak yapılmıştır. Bir anlamda bütün farklı kimlikler Türk kimliği altında toplanmak istenmiştir. Her ne kadar da Türk kimliği bütün kesimleri ifade eden bir tanımlama olduğu belirtilse de Cumhuriyet döneminde yapılan Anayasalardaki vatandaşlık tanımlamaları bu durumu göstermemektedir. 1924 Anayasasında vatandaşlık tanımı şu şekilde yapılmıştır: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur.” 1961 ve 1982 Anayasalarında ise vatandaşlık tanımlaması şu şekilde yapılmıştır: “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” 1924 Anayasasında yapılan vatandaşlık tanımı 1961 ve 1982 Anayasalarındaki vatandaşlık tanımından daha olumlu bir yapıya sahip olmasına rağmen temelde üç Anayasada da vatandaşlık tanımı Türk kimliği üzerinde inşa edilmektedir. Bu durum ülkedeki farklı kimliklerin göz ardı edilmesine sebep olabilmektedir (Coşkun, 2009). Bu şekilde yapılan vatandaşlık tanımı çoğulcu yapının taleplerine cevap verememektedir.

Çoğulcu toplumun ihtiyaçlarını dikkate almadan yapılan vatandaşlık tanımlamaları birçok alanda sorunları beraberinde getirmektedir. Coşkun’a göre bu anlamda yapılan vatandaşlık betimlemesi toplumdaki farklı etnik gruplara mensup insanların kendilerini kurumsal ve kamusal alanlarda ifade etmelerini zorlaştırmıştır. Kapsayıcı bir nitelik taşıması yerine toplumsal çeşitlilikleri dışlayan özelliğiyle

vatandaşlık tanımlaması toplumsal istikrarın oluşmasını engelleyebilmektedir. Toplumdaki farklılıkların barış içerisinde birlikte yaşamasını sağlamak için yeni bir vatandaşlık tanımının yapılması bir gereklilik halini almaktadır (Coşkun, 2009). Bütün toplumu kapsayacak yeni bir anayasal vatandaşlık tanımını yapmak Türkiye’deki sorunların çözümüne katkı sağlayabilecektir. Türkiye’deki mevcut vatandaşlık tanımı etnik- kültürel bir kimliğe dayanmaktadır. Bu anlamda Türkiye’de Kürt, Alevi, Gayrimüslimler vesaire toplulukların yaşadığı sorunların temelinde mevcut anayasal sistemin kimlik taleplerine cevap üretememesinden kaynaklanmaktadır (Coşkun, 2012). Bu durumla birlikte Cumhuriyetle başlayan günümüze kadar gelen çoğu sorunların temelinde etnik bağdaşıma dayalı bir vatandaşlık tanımının olduğu söylenebilir.

Türkiye’de vatandaşlık tanımının gelişim sürecine ve işlevine baktıktan sonra toplumsal barışı ve birlikte yaşama kültürünü tesis etmek için yeniden yapılacak vatandaşlık tanımı nasıl olmalıdır? Sorusuna yönelmek gerekmektedir. Yeniden yapılacak vatandaşlık tanımı ortak kültürel değerlere dayandırılması gerekmektedir. Vatandaşlık tanımının bu şekilde yapılması Türkiye’de demokrasinin gelişmesini ve çoğulcu bir toplumsal yapının oluşmasını sağlayabilecektir. Türkiye toplumunu bir arada tutan dilin, dinin ve orta kültürün gerçek anlamda toplumsal birlikteliği bir noktaya kadar sağlayabildiği hesaba katılırsa yeni bir anayasal vatandaşlık tanımının yapılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Dünya ülkeleri tarafından sorumlu vatandaşlık, aktif vatandaşlık, etkili vatandaşlık ve Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi tarafından kullanılan Demokratik vatandaşlık şeklinde tanımlamaların olduğu görülmektedir (Özpolat, 2009). Türkiye’de vatandaşlık tanımının demokratik vatandaşlık şeklinde yapılması barış ve huzurun tesis edilmesini sağlayabilir. Oysa günümüzde gündeme gelen yeni anayasa tartışmalarında anayasal vatandaşlık tanımlaması üzerinde durulmaktadır. Anayasal vatandaşlık tanımlaması daha çok birey ile devlet arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi bağlamında işlev görebilir. Ancak anayasal vatandaşlığın bireyler, gruplar ve kültürel farklılıklar arasındaki ilişkilerin düzenlemesinde eksik kaldığı söylenebilir. Oysa toplumsal bütünlük içerisinde barış ortamını sağlamak için sadece

birey ile devlet arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi yetmemekte aynı zamanda toplumsal alanda birlikte yaşayan insanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi de gerekmektedir.

Özpolat’a göre makul vatandaşlık tanımlaması demokratik vatandaşlıktır. Demokratik vatandaşlık barışın kurulmasını hedefler. Bireyler arasında sevgi ve hoşgörüyü tesis ederek küresel ölçekte birlikte var olmayı sağlamaktadır. Demokratik vatandaşlık bireyin kendisiyle, ailesiyle, ulusuyla ve diğer unsurlarla barış içinde olmaya çalışmasını sağlamaktadır. Demokratik vatandaşlık eşitlik ilkesine dayanır. Kanun önünde ırk, renk, din, dil ve cinsiyet ayrımı yapmadan herkesin eşit haklara sahip olmasını hedeflemektedir. Farklılıkların bir bütünlük içinde yaşamasını amaçlayan demokrasi, hedeflerini demokratik vatandaşlık üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu anlamda demokrasi insanları üstün tutan bir değer felsefesini oluşturmak suretiyle gruplar arasında tehdit algısını azaltarak hoşgörü ve diyalog çerçevesinde birlikte yaşama kültürünü tesis etmektedir (Özpolat, 2009). İfade edilen işlevleriyle birlikte demokratik vatandaşlık bireyin aktif bir şekilde yönetime katılmasını sağlayarak şeffaf ve denetlenebilir bir yönetimi tesis etmektedir. Bu durum devlet ile insanlar arasındaki güven duygusunu geliştirmekte ve kültürel çeşitliliklerin huzur içinde birlikte yaşamasını olanaklı kılmaktadır.

3.BÖLÜM: ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ

Bu bölümde araştırmanın amacı, önemi, araştırma esnasında kullanılan yöntem ve uygulamaya dair bilgiler yer almaktadır. Bunun yanı sıra araştırmada kullanılan yaklaşım ve yöntemin betimlemesi yapılarak bu yöntemin seçilme nedenleri açıklanmaktadır. Ayrıca çalışmanın evreni ve seçilen örneklem modeli hakkında bilgilere yer verilmektedir. Akabinde veri toplama tekniği ve bu tekniğin seçilme nedeni ortaya konulmaktadır. Son olarak da araştırma alanından elde edilen verilerin çözümlenişinde kullanılan analiz yöntemi açıklanmaktadır.