• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: BİRLİKTE YAŞAMA OLGUSU BAĞLAMINDA: TÜRK –KÜRT

2.2. Türkiye’de birlikte yaşama kültürü

2.2.3. Avrupa Birliği Uyum Sürecinde Kürt Sorunu

Avrupa Birliği bağlamında Kürt sorununun ele alınması Türkiye’nin Batı ile bütünleşme süreci ile başlamıştır. Türkiye’nin batı ile bütünleşme girişimlerinin önündeki engel İnsan hakları alanında yaşanan ihlaller ve Kürt sorunudur. Bu anlamda Türkiye’nin batı ile bütünleşmesinin işlerlik kazanması Kürt sorununun çözülmesi ile gerçekleşebilir (Ekinci, 1999: 74). Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik başvurusunu yaptığı 1987 yılından bu yana Birliğe katılmasındaki önemli engel biri de siyasi çoğulculuğun işleyen mekanizmalarını engelleyen oluşumların varlığıdır. Türkiye’nin AB’ye resmi adaylığı 1999 yılında Helsinki Zirvesinde onaylandı. Bunula birlikte 17 Aralık 2004’te tam üyelik müzakerelerinin yapılmasına karar verildi. Bu üyelik süreci bağlamında Türkiye’de demokrasi, insan hakları, çoğulcu siyasi yapı ve Kürt sorunu gibi konular müzakere edildi. 1990’lı yıllara doğru yaklaşırken Türkiye’nin Kürt sorunuyla yüzleşmesi, Avrupa Birliği ile oluşan yoğun bir ilişki sonucunda gündeme geldiği söylenebilir. 1999 yılında yapılan seçimlerle birlikte DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz’ın Avrupa Birliği yolunun Diyarbakır’dan geçtiğini ifade etmesi Avrupa Birliği üyelik süreciyle Kürt sorununun birbiriyle bağlantılı olduğunu göstermektedir (Şahin, 2005). Ancak Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmasında tek engelin Kürt sorunu olduğu da söylenemez.

Şahin’e göre (2005) Türkiye’de Kürt sorununun sosyolojik bir gerçek olduğunun ifade edilmesi Avrupa Birliği sürecinin bir dayatması olarak görülmemelidir. Toplumsal alanda Kürt siyasetinin taleplerinin yoğun bir şekilde dillendirmesi, siyasi alanda kendine ifade alanı bulan İslâmi kesimin devlet kurumlarını bu yönde adım atmaya zorlamasının Kürt sorununun gündeme gelmesinde büyük etkisi olduğu görülmektedir. Bir taraftan da çokkültürlülük etkileşimlerinin Avrupa devletlerinde bir değer haline gelmesi Türkiye’de Kürt sorunun ele alma biçimlerine yeni açılımlar kazandırmıştır. Türkiye bu açılım

süreçlerinin gelişmesiyle birlikte Kürt sorununa yeni bir perspektifle yaklaşma yolunda adımlar atmaya başlamıştır.

Türkiye’nin 1999’da Helsinki Zirvesinde Avrupa Birliğine aday olması Kürt sorununda önemli gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Türkiye bu adaylık sürecinden sonra tam üye olabilmek için mevzuatını Kopenhag Siyasi Kriterlerine göre düzenleme sürecine gitmiştir. KSK aday ülkelere belirli yükümlülükler getirmektedir. Bu yükümlülükler kabaca şu şekildedir; Demokrasi alanını geliştirmek, hukukun üstünlüğü sağlamak, insan haklarına işlevsellik kazandırmak, azınlıkların tanıması ve korumasını sağlamaktır. Aynı zamanda bu mevzuatları kabul etmenin yeterli olmadığını günlük yaşantıda bunların uygulamaya konulması gerektiği AB tarafından vurgulamaktadır. AB kriterleri çerçevesinde yerine getirilmesi beklenilen Kürt talepleri genel olarak siyasi, sosyal ve ekonomik talepler şeklinde belirlenmektedir. Bu talepler çerçevesinde bölge haklının desteğine sahip siyasi parti, baro, sivil toplum kuruluşları, esnaf dernekleri, sendikalar vesaire gibi kurumların serbestçe kurulmasını sağlamak ve böylece bu kurumlara işlevsellik sağlayarak baskı döneminin meydana getirdiği demokrasi aksaklıklarının ortadan kaldırılması öncelikli hedeflerin başında gelmektedir (Şahin, 2005). Türkiye ortaya konan bu talep çerçevesinde programlar hazırlamıştır.

Bu taleplere ilaveten siyasi affın çıkarılması, Kürtçe radyo-TV yayınlarının yapılmasını sağlamak, Kürtlerin kültür ve tarihlerini araştırmak üzere araştırma merkezlerinin kurulmasını sağlamak, Anadilde eğitim yapmaya olanaklar sağlamak ve bu noktada Kürdoloji enstitülerinin kurulmasının önünü açmak gibi kriterlerin öne çıktığı görülmektedir. Ayrıca ırk esasına dayalı olarak yapılan ve bu yönde izlenimler veren hükümlerin ayrıştırılması ve buna bağlı olarak coğrafi birlik esasına dayalı ortak kader birliği çerçevesinde bir anayasal vatandaşlık kavramının geliştirilmesi, siyasi partilerin meclise girmesine engel olan seçim barajının ortadan kaldırılması, çoğulcu siyasi katılımı engelleyen prosedürlerin değiştirilmesi ve geri kalmış bölgelerin ekonomik olarak kalkındırılmasını sağlamak Kürt sorunun çözümünde ortaya konan ilk taleplerdir (Şahin, 2005). AB Türkiye’nin birliğe tam üyeliğinin gerçekleşmesi için ülkede yaşayan başka Kürtler olmak üzere diğer

azınlıkları kapsayacak şekilde ortaya koyduğu taleplerin yerine getirmesini şart koşmaktadır.

AB tarafında belirlenen taleplerin yerine getirilmesi için Türkiye 24 Temmuz 2003 yılında Ulusal Programı yürürlüğe koymuştur. Bununla birlikte program dâhilinde uyum paketlerini çıkarmıştır. Türkiye’nin bu yönde attığı adımlar neticesinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türkiye üzerindeki denetimini sonlandırmıştır. 16-17 Aralık 2004 yılında Brüksel Zirvesi’nde Türkiye ile müzakere tarihi 3 Ekim 2005 olarak kararlaştırılmıştır. Bu müzakerede Türkiye için hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgesi yürürlüğe konulmuştur. Bu belgede kültürel azınlık kavramına göndermede bulunmaktadır. Bu anlamda oluşturduğu Irk Ayrımcılığı Direktifi politikası azınlık hakları için önemli bir mahiyet taşımaktadır. Oluşturulan bu politika azınlıkların toplumsal alandaki çalışma koşullarıyla birlikte ticaret alanındaki haklarına kadar birçok şeyi kapsamaktadır (Kurban, 2005; Şahin, 2005). Bunun neticesinde devletin azınlıklara karşı olan tutumunda yumuşamanın meydana geldiği görülebilir.

AB’nin azınlık kavramına getirdiği tanımlama Türk ve Kürt siyasi kesimleri arasında tartışmaya neden olmuştur. Kimin azınlık olduğu tartışmaları başlamıştır. Azınlıkların kendine özgü özellikleri olduğu, çoğunluğu oluşturan kesimle aynı haklara sahip olduğu ve bu yönde haklarının korunması anlamına geldiği genel kabul görse de bazı kesimler tarafından tepki ile karşılanmıştır. Türk kesimi azınlık olmanın özel statü doğuracağını varsayarken, Kürt kesimi tarafından azınlık tanımının küçültücü olduğu varsayılmıştır. Bununla birlikte Kürtlerin azınlık olmadığı asli unsurdan biri olarak sayılması gerektiği ve bunun da Anayasada güvenceye alınması gerektiği dile getirilmiştir. Ancak “asli unsur” kavramı da “azınlık” kavramı gibi tartışmalara yol açmıştır (Şahin, 2005). Bu gibi tartışmaların ortadan kalkması için azınlıkla ilgili konuların sadece Türk bürokrasisi ile AB arasında çözülmesi gereken bir konu olmaktan çok toplumsal alanda ortak bir mutabakat çerçevesinde ele alınması gerektiği görülmektedir. Kısacası azınlık konusunda toplumsal kesimlerin bilgilendirilmesi ve Türkiye halkının bu konuda ikna edilmesi konunun sağlıklı bir şekilde yürütülmesinde önemli bir rol oynayabilir.

2002 yılında yönetime gelen Adalet ve Kalkınma Partisi Avrupa Birliği üyelik süreçlerine önem vermiştir. AB’nin ortaya koyduğu kriterler bu dönemde de yerine getirilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda AK Parti Avrupa Birliği üyelik sürecinin önündeki engellerden birisi olan Kürt sorunuyla yakından ilgilenmiştir. 29 Temmuz 2009’da “Kürt Açılımı” süreci başlatılmıştır. AK Parti döneminde Kürt sorunun yüksek mevkideki kişilerce dillendirilmesi olayın önceki dönemlerde yaklaşıldığı gibi ele alınmadığını göstermektedir. Bu durum bir grubun yok sayılması yerine başka bir şekilde ele alınmasını sağlamıştır. Dahası bir kimlik sorunu olarak gündeme gelmiştir. Türkiye AB tam üyelik sürecinin tamamlanması için birçok alanda reformlar yapmıştır. Bu reformlar neticesinde Kürtlerin konumunda iyileştirmeler olduğu görülmektedir. Anayasal bakımından birçok değişikliler yapılmıştır. Söz konusu değişikliklerle birlikte Kürtçe yayın hakkı tanınmış, olağanüstü hal durumu kaldırılmış, siyasi alanda hüküm giyenlere af getirilmiş, Kürtçe dilinde eğitim ve öğretimin yapılması için üniversitelerde Kürdoloji bölümü açılmıştır (Köse, 2012). AK parti döneminde atılan bu adımlar yeni bir aşamayı beraberinde getirmiştir.

Bu gelişmeler sonucunda 2013 yılımda “Çözüm Süreci” başlatılmış fakat bir netice alınmadan 2015 yılında sona ermiştir. Sürecin bu duruma gelmesinde birçok neden vardır. Özellikle AB ile ilişkilerin sekteye uğraması hatta Türkiye’nin tam üye değil de, Müşterek Ortaklık olarak kabul edilmeye çalışılması nedenlerden bir tanesi sayılabilir. Diğeri ise içişlerinde yaşadığı ekonomik, siyasi istikrarsızlık gibi durumlar gösterilebilir. 2019 yılında gelinen noktada Türkiye’nin Avrupa ile ilişkileri göz önüne alındığında AB üyelik süreci ve buna bağlı olarak da Kürt sorunun çözümüne ilişkin istekler muğlaklığını korumaktadır.