• Sonuç bulunamadı

Sadullah Paşa and his mansion by the sea

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sadullah Paşa and his mansion by the sea"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TP SSro\$V

6 - 4 7

SADULLAH PAŞA AND HIS MANSION BY THE SEA

Sadullah P asa ve Yalısı

M U R A T B E L G E Photos A R A G Ü L E R

Boğaz'ela bugüne kadar kalmış yalıların

en zarifi Ç engölköy'deki Sadullah Paşa yalısı. Sağlam, özlü, hatta biraz da

babayani bir şıklığı vardır

18

. yüzyıldan kalma bu binanın.

One o f the most esthetically pleasing and fu n ction a l seaside mansions along the

Bosphorous standing still fo rm the 18th century is the

(2)

B

yapı. Bütün klasik yalılar gibi balkonsuzdur.

İkinci katın çıkıntısı, "zarif1 olması için çalışılmamış eliböğründelerden destek alır.

Ö rneğin Y en ik öy'd ek i, daha sonra yapılm ış ve "dekoratif1 öğelerle (kuleler, balkonlar vb.) süslen­ miş havai yalılarla karşılaştırıldığında, sağlam, özlü, biraz da babayani bir şıklığı vardır Sadullah Paşa yalısının. Hemen yanındaki koca çınar gibi, bize, zaman uzunluğuna, ana zamana dayanmanın, hem de soylu bir b iç im d e dayanm anın mümkün old u ğu n a dair bir hikâye anlatır.Reşat Ekrem K oçu 'n u n y a y ım la d ığ ı, 18.

yüzyıldan kalma Bostancıbaşı defterlerinde İstanbul'un bütün y a lıla rın ın döküm ü vardır. Burada, d o ğ a l olarak, 19- yüzyılın devlet adamı Sadullah Paşa'nm adına rastlamayız. Ama yalı o zaman da vardı, ilk sahip­ lerin d en biri ola n b ir saray hizmetkârının yalıyı Koca Yusuf Paşa'ya sattığını, 18. y ü z y ıl kayıtlarında bina sahibi olarak Paşa'nm karısı Hanife hanımın görün dü ğünü b iliy o ru z. K oçu 'n u n bulduğu d e fte rd e "Sadr-ı Esbak Y u su f Paşazade'nin yalısı, müstecir-i sâni e fe n d i" kaydı, Y u su f Paşa'nm oğlu H am di Paşa'yı anlatıyor olsa gerek. Pek çok Osmanlı paşazadesi gibi serve­ tine hâkim olmasını bilemeyen H am di Paşa borca g irer v e

sonunda yalıyı Ayaş müftüsünün oğlu Esat Muhlis Paşa'ya satar.

Esat Muhlis Paşa sıradan bir d e vle t adamı ve sıradan bir şairdir. Oğlu Sadullah Paşa her iki alan­ da da babasını aşar. Ona ilk önemli devlet görevini veren V. Murad'dı. Hatta, bu işi konuşmak için özel kayığıyla saraya getirtmişti. Murad'ın saltanatı kısa sürdü ve yerine geçen Abdülhamit ağabeyinin yakın çevresinde bulunmuş herkese şüpheyle baktığı için, Sadullah Paşa'yı şerefli bir biçimde İstanbul'dan uzaklaştırdı. Önce Filibe'de bir iş yaratarak bunu incelemeye gönderdikten sonra Berlin'e sefir tayin etti.

1877-78 Osmanlı-Rus Harbi bozgunla ve Osmanlılar için ağır hükümler içeren Ayastefanos anlaşmasıyla sonuçlanmıştı. Rusların böylece biraz fazla avantaj

S

ets called "eliböğründe" in Turkish ("h a n d on the waist"). Like most "yali"s, there are large central rooms on both floors (the upstairs room is oval in shape and domed) and fo u r separate rooms at the corners all connected with this central space. The interior decoration, particuyarly the stylistic paint o f the walls and the ceiling is splendid.

Contrary to widespread belief, polygamy was rare and frowned upon by people o f self-respect. However, it was not unusual to have members o f three gen­ erations living under the same roof. Especially in a

"yah", one had to be prepared f o r visiting relatives o r friends. In those days, when transportation was quite slow and difficult, visi­ tors usu ally cam e to stay overnight.

On the other hand, the separation o f rooms according to different- functions had not been realized yet. So we can picture a "yah" life where one room is allocated to each nuclear family, and this room becomes the livin g room, dining room and bedroom at dif­ ferent times o f the day. There are

"divan"s (beds used as a couch during the day) along the walls on which people sit and chat and watch the view. When it is time to eat, the fo od is brought on large cop p e r o r brass trays a n d is placed on the flo o r or on a small stool. The fam ily gathers around this tray-table to eat. At night, the bedding is taken out o f the built-in cupboards an layed out on the floor. Every room has these huge built-in cupboards and a washroom, the flo o r o f which is covered with tin. The separate families live in these rooms in this fashion and on certain occasions the whole fam ily

gathers together in the central hall.

Even in the luxurious and spacious Dolm abahçe Palace there is no dining-room.

Sadullah Paşa "yah" is much older than Sadullah Paşa himself. Judging from early records, it must have been built around the 1770s, which makes it one o f the oldest buildings on the Bosphorous. In same docu­ ments from the end o f the 18th century it is registered as the property o f Hanife Hamm, wife o f Yusuf Paşa. Yusuf Paşa served as governor, as "sadrazam "

Trajik bir yaşamı olan

Sadullah Paşa'nm

Çengelköy 'deki yalısı

ikiyüz yıldır ayakta.

Bu binada klasik yalı

mimarisinin,

Osmanlı konutunun

estetiğini görürüz.

Somut, pratik bir işlevi

olan, aynı zamanda

kendisi de sanat eseri

bir yapı.

30

(3)
(4)

Bu dönem de, Paşa'nın biraz eğlenceli, biraz da acıklı bir hikâyesi vardır. Prusya Sarayında bir resepsiyonda, bütün diplomatlar Rusları tebrik ediyor, zaferlerinden ötürü. Sadullah Paşa, süngüsü düşük bir kenarda duruyor. Kraliçe Victoria'nın kızı ve Alman veliaht Friedrich-Wilhelm'in karısı Prenses Sophia onun bu halinden hüzünleniyor ve havayı değiştirmek için Paşa'yı dansa davet ediyor. Niyet iyi ama, bilgi eksik. Çünkü Osmanlı Paşa'sına göre dans çengilere, köçeklere özgü, adi bir şeydir ve kendini bilen adamın yapacağı iş değildir. Böylece, Sophia'nın girişimi sonuçsuz kalır.

Sadullah Paşa'yı uzaktan sevm eyi tercih eden Abdülhamid, Berlin, sonra da

V iyan a'ya sefir tayin ed er onu. Tarih 1883'tür. 1891'de Sadullah Paşa Viyana'da inti­ har eder.

N eden? N e d e n i sorm adan önce, Paşa'nın kişiliğinin bir başka yan ına bakalım : Şairliğine. Burada, p o litik k a y g ıla rın ötesin d e, Abdülhamid'in niçin ondan hoşlanmayacağını da hemen g ö reb iliriz. Sadullah Paşa, Sultan'ın yakınlık duymasına imkân olmayan maddeci ve p o z itiv is t fik irle ri Türk şiirin d e ilk d ile g etiren kişiydi. Y a p tığ ı Lamartine ç e virilerin in yanısıra, "19. Asır" adındaki uzun felsefi

şiirinde ampirik bilimlerin gelişmesini, insan aklının ve maddi ilerlemenin övgüsünü yapıyordu.

Bu kuru ve öğretsel şiir, şiir olarak ilginç değildir. Am a iç e riğ i, T ü rk iy e'n in en te lek tü el tarihi çerçevesin de ilginçtir. Ne de olsa bir Osmanlı olarak, Paşa, son kertede, lâu maddî ilerlem eyi İslâm'ın doğrulanması gibi görür. Ama bu yarım- maddecilik bile, zamanın muhafazakâr Osmanlı maneviyatçılığı için fazlasıyla radikaldir.

Beşir Fuad, Sadullah Paşa'nın çağdaşıydı ve birbir­ lerini tanıdıkları anlaşılıyor. Beşir Fuad da 1887'de damarlarını keserek intihar etmiş ve son anına kadar duygularını yazmıştı. Kimbilir, felsefî mad­ decilik zamanın Osmanlı aydını için belki de fazla ağır bir yüktü.

Sadullah Paşa, Viyana'daki sefarette, düğmesini çevirdiği havagazıyla yavaş yavaş ölürken, karısı

statesman and a m inor poet. Sadullah Paşa excelled his father on both levels. He served the state under several capacities, and was given an important office in the Palace during the short reign o f M u ra t V. Abdülhamid was suspicious o f all political figures in the entaurage o f his elder brother.

He appointed Sadullah Paşa as ambassador to Berlin. So the Paşa was honorably removed to a safe distance. W hile he was in B e rlin the R ussian- Ottoman War o f 1877-78 which ended disastrously f o r the Ottomans. The Ayastefanos Treaty was revised in Berlin a few months later. This Berlin Treaty red u ced some the advantages a c q u ire d by the Russians and allowed a little more breathing space to the a ilin g O ttom a n E m pire. Sadullah Paşa was one o f the representatives o f the Ottoman state in the negotia­ tion s o f the B e rlin Treaty (together with M ehm et A li Paşa a n d the Greek K a ra to d o ri Paşa, both o f whom, as is to be expected, ow ned "yah"s a lo n g the Bosphorus). While in Berlin, Sadullah Paşa had to be pre­ sent at a reception given in the Prussian Palace where he fe lt humiliated watching all diplomats congratulate the Russians f o r th e ir victory. Prin cess Sophia, Q ueen Victoria's daughter f e lt sorry and tried to help. However, it turned out she had chosen the wrong approch: She asked him to a dance. This was impossi­ ble f o r the Paşa in whose culture dancing was an ignoble activity and he had no idea how to dance. Abdülhamid did not want Sadullah Paşa to return to Istanbul. From B erlin he was sent to Vienna as ambassador in 1883 and in 1891 he committed sui­ cide.

Before inquiring into possible reasons, let us take a look at that other aspect o f the Paşa's personality: his poetry. Here we can immediately see another expla­

nation f o r Abdülhamid's dislike o f him. Sadullah Paşa was the first man in Ottoman history to express in poetry in materialistic and positivistic ideas, which were highly distasteful to the Sultan. Apart from his translation o f Lamartine's poetry, Sadullah

32

(5)

* v ’T M jr v .r s ^ i

«LU

Br-^hi

- 1

J !

(6)
(7)

Necibe Hanım da Çengelköy'deki yalıda onu bek­ liyordu. Genç evlenmişler, Abdulhamid'in kararıyla yıllarca ayrı yaşamışlardı. Beklenen koca yerine, kocanın beklenmeyen ölüm haberi gelince Necibe Hanım aklî dengesini kaybetti.

Bu habere inanmayı reddetti. Gençliklerinde bir gün Paşa onu pembe elbisesiyle görmüş ve pem­ benin yakıştığını söylemiş. Necibe Hanım, hele bu acıklı olaydan sonra hep pembe giymiş. Yalıdakiler ve komşular 1917'ye kadar evde ve bahçede bu pembeli silüetin süzülmesini seyretmişler. Paşa'nın aynı ölçüde sadık olmadığı anlaşılıyor.

Berlin'deki sefarette çalışan bir Alman hanımının onun metresi oluşu bilinir ve hattâ intiharının muhtemel sebepleri arasında sayılır,

iki oğlundan biri, Seyfullah Esin, babasının yolunu izleyerek diplomatik kariyere girdi. Onun karısı Emel Esin yalının tarihini incelemiş ve bu konuda çeşitli yazılar yayımlamıştır. Y alı şimdi onların kurduğu bir vakfın mülkiyetinde.

Öbür oğul belki de ailesine uğurlu gelmeyen bu yalıd a yaşam ak

istemedi. O ve karısı Münevver Ayaşlı, en yeten ekli Türk m i­ m arlarından Sedat Hakkı Eldem'in Bey­ lerb eyim d e yap tığı yalıya taşındılar. Se­ dat Hakkı, Osmanlı geleneğini sürdürme iddiasında bir mimar olm akla b irlik te, Yunan havalı sütun­

larıyla bu kagir yalı, pek Osmanlı havasında değil. Kocasının ölümünden sonra yalının sahibi olan Münevver Ayaşlı, güçlü kişiliği olan, çok görmüş, çok yaşamış, çok da yazmış bir hanımefendidir. Yaşayan son Türk monarşisti o olmalı. Kendileri bu sevdadan çoktan v a z g e ç e n Osm anlı hanedanı üyelerine hâlâ sadakat duyguları besliyor. Son derece sevimli bir hanım.

Düşüncelerinin muhafazakârlığına karşılık, yalısını kullanma tarzında hayli modern, belki de post- modern! Alt katını turistler için bir hediyelik eşya dükkânı haline g etird i v e B e y le rb e y i isk ele çevresinin küçük çapta bir turistik alışveriş merkezi olmasında öncü rolü oynadı.

Bu arada, Sadullah Paşa'nın yalısında da modern kapital egemen. Çünkü Esin ailesi, iyi bakılacağı düşüncesiyle olm alı (v e doğru bir düşünce), yalıyı, Kıbrıslı işadamı Asil Nadir'in eski eşi Ayşegül Nadir'e kiraladılar.

Böylece, ilk Türk felsefî maddecisinin ahfadının yalılarında, bugün de bir çeşit maddî ilerleme

hüküm sürüyor. •

Paşa is known f o r a longish philosophical poem called "The Nineteenth Century". In this poem be lauds the advance ot the e m p irica l sciences, the human intellect and material progress in general. The poem is not interesting as poetry. It is very dry and pedantic. But its intellectual content is interest­ ing especially within the Ottoman Cultural context. However even this half-hearted materialism was very radical f o r the conservative spiritualism o f Ottoman thinking. A contem porary and acqu aintan ce o f Sadullah Paşa was Beşir-Fuad, another materialist writer, who in 1887 also committed suicide. Having cut his veins he proceeded to record the experience o f his approaching death. Now, would it be forcing the p o in t to w onder whether adopting p h ilosophical m ateria lism was too m uch o f a stra in on the Ottoman intellectual? While Sadullah Paşa was gassing himself at the Ottoman Embassy in Vienna, his wife Necibe Ham m was waiting f o r him in the "yah" in Çengelköy. She was the daughter o f Vecihi Paşa, governor o f Ankara, and had married Sadullah

Paşa, whom she loved dearly, at an early age. She led the secluded life o f an Ottoman lady o f the tim e in the "yah", waiting f o r her hus­ band to come back. When news o f his death came, Necibe Hanım lost her men­ ta l b a la n ce. One day, when they were both quite young, Sadullah Paşa had seen her in a pink dress and told that pink was becoming her. So she always dressed in pink, especially after the Paşa's death. The people in the "yah" and some negi- hbours saw the sad spectacle o f this haunted lady in p in k u n til 1917, when she died at age eighty. Apparently, Sadullah Paşa was not equally constant. He had a mistress, a German lady working in the Embassy in Berlin. One o f their two sons Seyfullah Esin, followed his father in getting into the diplomatic career. His wife Emel Esin had studied and written about the Sadullah Paşa "yah". They are the present owners o f the building. These days modem capital is reigning over Sadullah Paşa's "yalı". Asil Nadir, a Turkish business tycoon fro m Cyprus, m arried a handsome young lady who had expensive hobbies such as collecting antiques. Now a merry divorcée, Ayşegül Nadir, rented the "yah" from the Esin family, and is still in residence there f o r a very low rent.So, there is still enlightenment and material progress in the "yah" o f the progeny o f the first Turkish material­

ist philosopher.

The ground flo o r o f the contemporary

Sadullah Paşa ''yalı" has now f o r some

years been turned into a gift-shop fo r

tourists

,

who swarm around the various

shops and drink their coca-cola

in the garden o f the "yah".

35

S K Y L IF E N İS A N A P R IL 1 9 9 3

Kişisel Arşivlerde Istanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Çocuk biraz kendini idrak etti mi hayatın bütün mahremiyetine vâkıf olur veya kadın biraz fingirdek oldu m u bütün mahalle istifadeye kalkar ve netice hüsrandır.. Mevzu

Es- ki eser depoları ekseriya bir tek memu- run hattâ bir bekçinin idaresine bırakıl- mış bir çok illerde ise, müze memuru kadrosu olmadığından, bu görev ekseri- ya

Basılmıyan yazılar

Nihayet imâr, is- kân ve mesken gibi, her biri birer dev mesele olan işlerle, müstakilen uğraşa- cak bir Vekâletin kurulmasını falihayır sayabiliriz.. Bu üç meselenin,

Velhasıl, gerek komitenin ziyaret programından anlaşılacağı, gerekse bu tetkiklere iştirâk etmiş Olan mimar- lar odası delegelerinin kısa raporlarında belirttikleri şu

Bir yapının, malzeme ihtiyaçlarının ancak % 10 veya 20 sini vererek, üst ta- rafı için, onu karaborsaya sevkedecek yerde, bir çok memleketlerin ikinci dün- ya harbinden

Mesken üzerine kredi açan yegâne malî müessesemiz, Emlâk Kre- di Bankası, kurulduğundan 1950 sene- sine kadar, (78) milyon lira kredi ver-.. mişken, 1950-1952 senesi yarısına

Yapı işlerinin umu- miyetle geri olduğu, en kısa yoldan kalkındırılması icap eden memleketimizde bu gibi resmî müesseselerin kon- trol işlerinden başka inşaata teşvik