• Sonuç bulunamadı

Üç kuşak arasındaki değer değişimi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Üç kuşak arasındaki değer değişimi"

Copied!
134
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ SAĞLIK BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ

ÜÇ KUġAK

ARASINDAKĠ DEĞER DEĞĠġĠMĠ

Bülent Kaya

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

SOSYAL HĠZMET ANABĠLĠM DALI

DanıĢman

Prof. Dr. Aliye Mavili AKTAġ

(2)
(3)

ÖNSÖZ

Bu araĢtırmaya baĢlamadan önce “değer sistemine” iliĢkin aklımda bir takım sorular vardı;

Modern dünyada değerler kayması hangi yanaydı? Varsa; bu süreçten hangi kuĢak daha çok etkileniyordu?

Buna bağlı olarak üç kuĢağın tutum ve davranıĢ yönetimini öğrenebilecek miydim?

Bende merak uyandıran bu sorularla yola çıktım. Ġlk aĢamada kuramsal bilgileri toplama için bilim adamının eserlerini okudum. Hepsinin amaçları genelde ortaktı: “daha iyi bir aile”, “daha iyi bir toplum”, “daha iyi kurumlar”, “daha iyi bir birey”, “daha iyi bir eğitim” hedefliyorlardı. Buradan, hepsine “emekleri” için teĢekkür etmek istiyorum. Çünkü onların bu araĢtırmaya katkıları çok büyük oldu.

Bu araĢtırmayı yapmamda benimle görüĢmeyi kabul eden üç kuĢağın temsilcilerinin de katkıları çok oldu. Hepsi de; Atabek‟in “değerler sistemine” iliĢkin hazırlamıĢ olduğu sorulara, çok güzel cevaplar verdi. PaylaĢımları için hepsine teĢekkür ediyorum.

“Bilgi paylaĢtıkça zenginleĢir ve değiĢim katar.” Bu araĢtırmanın ortaya çıkmasında; profesyonel yardımlarıyla bana rehberlik eden, desteğini esirgemeyen ve düĢünceleri ile zenginlik katan danıĢmanım Prof. Dr. Aliye Mavili AKTAġ‟a, her zaman olduğu gibi emeğiyle bana destek olan ve araĢtırmama zenginlik katan sevgili meslektaĢım Hasan Hüseyin TEKĠN‟e ve zaman zaman yazılarımı okuyan ve benimle düĢüncelerini paylaĢan eĢim Aycan KAYA‟ya teĢekkür etmek istiyorum.

Bülent KAYA Konya - 2013

(4)

ĠÇĠNDEKĠLER Sayfa ONAY SAYFASI ... i ÖNSÖZ ... ii SĠMGELER VE KISALTMALAR ... v ÇĠZELGELER LĠSTESĠ ... vi 1. GĠRĠġ ... 1

1.1. Türk Ailesi ve Toplumsal DeğiĢimi ... 4

1.1.1. Aile ve Tüketim ... 7

1.1.2. Ailenin Fonksiyonları ve KüreselleĢme ... 9

1.1.3. Aile Sorunları ve KüreselleĢme ... 11

1.2. Aile DeğiĢimi ve Kültür ... 13

1.2.1. Kültürün Bireycilik ve Toplulukçuluk Boyutu ... 16

1.2.2. Kültürün Kadınsılık-Erkeksilik Boyutu ... 17

1.2.3 Kültürün Güç Aralığı Boyutu ... 17

1.2.4. Kültürün Belirsizlikten Kaçınma Boyutu ... 18

1.3. KuĢaklar Arası ĠletiĢim ve Kültürel Farklılıklar ... 19

1.3.1 Ergenlerin Psiko-Sosyal GeliĢimi Acısından Ailenin Rolü ... 19

1.3.2. Değer DeğiĢmeleri Sonucu Değer ÇatıĢmaları ... 22

1.4. Değerler ... 25 1.4.1. Değer Kavramı ... 25 1.4.2. Değerler DeğiĢimi ... 27 1.4.3. Değerler ve Tutumlar ... 28 1.5. Değerlerimiz ... 30 1.5.1. KiĢilik Değerleri ... 30 1.5.2. ĠĢlev Değerleri ... 40

1.5.3. Ait Olma Değerleri ... 47

1.5.4. Saygınlık Değerleri ... 55

1.5.5. Statü değerleri ... 61

2. GEREÇ VE YÖNTEM ... 68

(5)

2.2. AraĢtırmanın Yapıldığı Yer ve Özellikleri ... 68

2.3. AraĢtırmanın Evreni ... 68

2.4. Örnek Büyüklüğünün Belirlenmesi ... 68

2.5. Örnek Seçimi ... 68

2.6. Veri Toplama Tekniği ve Araçları ... 69

2.6.1. Anket Formu (EK-A) ... 69

2.7. Ön Uygulama ... 70

2.8. Verilerin Toplanması ... 70

2.9. Verilerin Analizi ... 71

2.10. AraĢtırmanın Amacı ve Önemi ... 72

2.11. AraĢtırmanın Sınırlılıkları ... 72

2.12. AraĢtırmanın Soruları ... 72

2.13. AraĢtırmanın Varsayımları ... 73

3. BULGULAR ... 74

3.2. KuĢağa Göre BeĢ Temel Değere Ait Bulgular ... 78

3.3. Öğrenim Durumuna Göre BeĢ Temel Değere Ait Bulgular ... 88

4. TARTIġMA ... 95

4.1. AraĢtırmaya Katılan Üç KuĢağa Ait Sosyo-Demografik Bulguların TartıĢılması ... 95

4.2. KuĢağa Göre BeĢ Temel Değere Ait Bulguların TartıĢılması ... 96

4.3. Öğrenim Durumuna Göre BeĢ Temel Değere Ait Bulgular TartıĢılması ... 103

5. SONUÇ VE ÖNERĠLER ... 107

6. ÖZET... 114

7. SUMMARY ... 115

8. KAYNAKLAR ... 116

9. EKLER ... 121

9.1. (EK-A) Anket Formu ... 121

9.2. (EK-B) Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Etik Kurul Onayı ... 126

(6)

SĠMGELER VE KISALTMALAR

ATE : Açık Toplum Enstitüsü

ABD : Amerika BirleĢik Devletleri

SED : Sosyo-ekonomik düzey

(7)

ÇĠZELGELER LĠSTESĠ

Sayfa

3.1.1. Sosyo demografik özelliklere ait frekans dağılımı ... 75

3.1.2. Ekonomiye bağlı sosyo demografik özelliklere ait frekans dağılımı ... 77

3.2.1. Genç kız, anne ve anneannelerin yaratıcılık değerleri tablosu ... 78

3.2.2. Genç kız, anne ve anneannelerin sorumluluk değerleri tablosu ... 79

3.2.3. Genç kız, anne ve anneannelerin dayanıĢma değerleri tablosu ... 79

3.2.4. Genç kız, anne ve anneannelerin hak etme değerleri tablosu ... 80

3.2.5. Genç kız, anne ve anneannelerin özgüven değerleri tablosu ... 81

3.2.6. Genç kız, anne ve anneannelerin yararlılık değerleri tablosu ... 81

3.2.7. Genç kız, anne ve anneannelerin grup çalıĢması değerleri tablosu ... 82

3.2.8. Genç kız, anne ve anneannelerin verimlilik değerleri tablosu ... 82

3.2.9. Genç kız, anne ve anneannelerin hedef değerleri tablosu ... 83

3.2.10. Genç kız, anne ve anneannelerin aile değerleri tablosu ... 84

3.2.11. Genç kız, anne ve anneannelerin kurum değerleri tablosu ... 84

3.2.12. Genç kız, anne ve anneannelerin köken değerleri tablosu ... 85

3.2.13. Genç kız, anne ve anneannelerin kültür değerleri tablosu ... 86

3.2.14. Genç kız, anne ve anneannelerin geçmiĢ değerleri tablosu... 86

3.2.15. Genç kız, anne ve anneannelerin etiket değerleri tablosu ... 87

3.2.16. Koruma genç kız, anne ve anneannelerin “değer” değerleri tablosu ... 88

3.3.1. Öğrenim durumuna iliĢkin genç kız, anne ve anneannelerin sorumluluk değerleri tablosu ... 89

3.3.2. Genç kız, anne ve anneannelerin verimlilik değerleri tablosu ... 89

3.3.3. Genç kız, anne ve anneannelerin öğrenim düzeylerine göre hedef değerleri tablosu ... 90

3.3.4. Genç kız, anne ve anneannelerin aile değerleri tablosu ... 91

3.3.5. Genç kız, anne ve anneannelerin kurum değerleri tablosu ... 91

3.3.6. Genç kız, anne ve anneannelerin köken değerleri tablosu ... 92

3.3.7. Genç kız, anne ve anneannelerin geçmiĢ Değerleritablosu ... 93

3.3.8. Genç kız, anne ve anneannelerin öğrenim düzeylerine göre etiket değerleri tablosu ... 93

(8)

1. GĠRĠġ

Ġnsanlığın tarihi kadar eski bir kurum olan aile, toplumsal yapımızın temel taĢlarındandır. Toplumsal, ekonomik, siyasi ve tarihi olaylardan etkilenerek değiĢime uğramıĢ olsa bile, önemini ve yerini hala muhafaza eden bir kurumdur.

. Günümüzde aile iliĢkilerinde ve yapısında önemli değiĢiklikler olmakta özellikle büyük Ģehirlerde boĢanma oranlarında çarpıcı bir artıĢ eğilimi görünmektedir. Ancak boĢanma oranlarındaki bu artıĢ geliĢmiĢ Avrupa ve Amerika‟daki artıĢla kıyaslanamayacak düzeydedir. Avrupa ülkelerinin pek çoğunda her üç evlilikten biri boĢanma ile neticelenmektedir. Ülkemizde son beĢ yıldaki artıĢ ise binde beĢ gibi bir oran olsada bizi endiĢelendirmeye yetmiĢtir. Çünkü Türk toplumunun temel yapı taĢı olan aile kurumu hala önemli bir sosyal destek unsuru olmaya devam etmektedir. Aile ile ilgili yaĢanan önemli değiĢikliklerden birisi yetiĢen yeni nesil üzerindeki kontrol gücünün zayıflamasıdır. Bu zayıflamada ailenin ekonomik ve sosyal destek gücünün azalmasının da etkisi vardır. Evin geçimini tek baĢına sağlayan baba tüketim harcamalarının çeĢitlenmesi nedeniyle diğer aile üyelerinin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Ekonomik olarak para kazanabilen kadın ve genç yetiĢkin hatta çocuklar aile kararlarına katılımda bulunmakta kendi geleceği ile ilgili söz sahibi olmak istemektedir. Medyada yer alan çok sayıda kadın programları da kadınların aileleriyle ilgili değerlerini değiĢime uğratmaktadır (AktaĢ 2007).

KüreselleĢme, toplumun eski değer iliĢkilerine yeni boyutlar eklemlemiĢtir. Namus ve ahlak anlayıĢı, güven ve himaye kültürü, sadakat ve ihanet, gizlilik ve mahremiyet, sevgi ve hoĢgörü, saygı ve korku, özgürlük ve teslimiyetçilik, özerklik ve bağımlılık küresel değerlerin rüzgarına kapılıp ya eski anlamlarını yitirmiĢ ya çözülüp içi boĢaltılmıĢ ya da yeni anlamlarla yeniden tanımlanmaya baĢlamıĢtır (AktaĢ 2010).

Türk aile yapısında özellikle de son yıllardaki bu değiĢimler “değer aĢınmasına ” veya bir baĢka ifadeyle “değer yitimine” uğradığı sık sık dile getirilmektedir. Her ne Ģekilde ifade edilirse edilsin, değer yargılarının değiĢtiği, günümüzde bir gerçektir. Özellikle de tüketim değerlerindeki değiĢime bağlı olarak insanlarımızda, yerel ve ulusal kimlikleriyle kazandıkları özellikler aĢınma sürecine bağlı olarak yerini küreselleĢmenin getirdiği yeni kimliklere bırakmıĢtır.

(9)

Yukarıda ifade edilen “değer” kavramı sosyolojik tanımından biraz farklı kullanılmakta ve normatif bir özellik kazanmaktadır. Gerçekten, bu kullanımda “değer” iyi ya da kötü gibi yargıların dıĢında bir kavram olarak anlaĢılmaktadır. Zira, “toplumumuz değerlerini kaybediyor” denilirken, her Ģeyden önce bir yakınma, bir endiĢe söz konusudur. Söylenmek istenen, toplumun adeta bir ahlâk çöküntü içine girdiğidir. Değerlerdeki bu aĢınmanın sık sık dile getirilen göstergelerinden bazıları ise Ģöyle sıralanabilir (Atabek 2009):

 Yaygın bir bencillik ve kiĢisel çıkarın diğer amaçların önüne geçmesi,  Maddiyatın ve maddi baĢarının aĢırı önem kazanması,

 Maddiyatın artan önemine paralel olarak, bu amaca ulaĢmada her yolun mubah görülmesi,

 Yolsuzluk, rüĢvet gibi davranıĢların bile ayıplanır olmaktan çıkması, adeta “Beceriklilik” ve “iĢbilirlik” olarak görülmesi,

 Toplumun temel kurumlarına duyulan güvenin azalması,

 Bireylerin birbirine güvenmemesi, yaygın bir toplumsal güvensizlik (Atabek 2009).

Bu göstergelere bir çok Ģey eklemek mümkündür. Ancak yargılama ve normatif yaklaĢımlardan mümkün olduğunca uzak kalınmalıdır. Yani; değiĢmele bir kötüye gidiĢin göstergeleri olarak algılanmakta ve o yüzden de toplumun gidiĢi açısından, kuĢku, endiĢe, hatta korku ile izlenmektedir. Bu korkular, endiĢelenmeler ve yakınmalar çok eskiden gelen bir taĢtıĢmalardır. KuĢaklar arasında değer farklılıkları sürekli olarak yaĢanmaktadır.

Hofstede (1980)‟nin “ Kültürün sonuçları” adındaki kitabında ortaya koyduğu bu kavramlar, kültürteki değer farklılaĢmalarını en iyi açıklayan boyut olarak değerlendirmiĢ ve sonrasında kültürler-arası çalıĢmalarda önem kazanmıĢtır. Hofstede bu iki kavramı Ģöyle tanımlamıĢtır:

“Bireycilik bireyler arasındaki bağların gevşek olduğu, herkesin sadece kendine veya çekirdek ailesine bakmak zorunda olduğu kültürler için geçerlidir.”

(10)

Derken toplulukçuluğu da Ģöyle açıklamıĢtır:

“Toplulukçuluk, insanların doğuştan itibaren güçlü ve sıkı gruplara bağlı olduğu ve bağlılığın yaşam boyunca, sorgulanmayan bir sadakat karşılığında var olduğu toplumlarda vardır” ( KağıtçıbaĢı 2006).

Diğer tanımlarda Triandis ve ark. (1990) kiĢinin baĢkalarıyla olan iliĢkilerini bireyci–toplulukçu bağlamında Ģu Ģekilde özetlemiĢlerdir: Bireyci kültürlerde, bireyler iç gruplardan duygusal olarak kopukturlar; ayrıĢıklık ve özerklik gereksinimi büyüktür. Onlar için kiĢisel amaçlar, grup amaçlarından önce gelir, davranıĢlar yarar-zarar analizi çercevesinde incelenir ve baĢkalarıyla çatıĢma olağandır. Toplulukçu kültürlerde ise, kiĢinin benliği içgrup terimleriyle tanımlanır. Bireyler için grup amaçları bireysel amaçların önüne çıkar ve kiĢinin davranıĢları iç grubun istekleri ve normları doğrultusunda belirlenir. ÇatıĢma hoĢ görülmez, grup içi uyum önem taĢır ( KağıtçıbaĢı 2006).

Toplulukçu kültürel özelliklere bağlı olarak yaĢayan Türk toplumunda, dayanıĢma, paylaĢma, toplumsal sorumluluk gibi insan hakları felsefi değerlerin yerini rekabet ve kazanma, kiĢisel hedeflere ve arzulara ulaĢma bağımsız olma çabaları gibi bireyci toplulukların özellikleri ön plana çıkmaya baĢlamıĢtır. Bu durum aile içi anlaĢmazlık ve çatıĢmaları neden olmaktadır.

Toplumun çeĢitli kurumları aynı zamanda Ģimdiki zamanla değiĢen, dönüĢen değerlerin taĢıyıcılarıdır. Bu araĢtırmada bireyin sosyalleĢmesi ve içinde yaĢayacağı toplumun bir parçası olmasında en etkili kurum olan aile kurumundaki bağlılık, dayanıĢma ve toplumsal sorumluluk gibi değerlerin yerine toplumsal değiĢimin etkisine bağlı olarak bireyci kültürün değerlerinin etkisinin olup olmadığına iliĢkin bir inceleme yapmaktır. Amaç, mevcut verilerin elverdiği ölçülerde toplumsal değiĢime bağlı olarak yaĢanan aile değerlerindeki değiĢmelerin yönü hakkında bir fikir ortaya koyabilmektir.

Çocuk yetiĢtirmek, en az üç farklı kuĢağın etkileĢim ve iletiĢimini içeren dinamik bir süreçtir. Aile, içinde yaĢadığı kültürü yetiĢtirdiği kuĢağa aktaran bir yapıdır. Kültürün geçiĢi, yaĢam pratiği içinde iliĢki dinamikleri ile olmaktadır. ĠliĢki

(11)

dinamikleri, aynı ortamda yaĢayan insanların hem birbirlerinden, hem de koĢullardan etkilenmeleriyle oluĢur. Anne ve babalar çocuklarını yetiĢtirmede iki temel etki altındadır: “Ġçinde yetiĢtiği aile geleneği” ve “Çocuğunun geleceği ile ilgili kaygılar”. Hem geleneklere bağlılık hem de çağdaĢ yaĢama uyum, anne – babalar için bir ikilem oluĢturur.

Bu değiĢimlerin ele alınıĢ biçimi; kuĢaklar arasında nasıl bir etkileĢim olduğu, anneanne, kızı ve torunu arasındaki sosyal bağlar, sosyal iliĢkilerin dönüĢümü ve değerlerin sürekliği konusunda karĢılaĢtırmalar yaparak bir sonuca aktarımı arasındaki karĢılaĢtırmalı olarak incelenecektir. Bu inceleme yapılırken aile dayanıĢmasına etki eden beĢ değer (kiĢilik değerleri, iĢlev değerleri, ait olma değerleri, saygınlık değerleri, statü değerleri) göz önünde bulundurulacaktır.

1.1. Türk Ailesi ve Toplumsal DeğiĢimi

Aile kuĢkusuz toplumun en küçük, fakat belki de en büyük temel birimidir. Buna rağmen ailenin kesin bir evrensel tanımını yapmak, sosyolojik, coğrafi ve ekonomik geliĢmeler ve farklılıklar göz önüne alındığında pek mümkün görünmemektedir. Öncelikle aile topluluğu, yalnızca insana özgü bir toplumsal kurum değildir. Ailenin temelini oluĢturan biyolojik ve temel unsurlar, yani cinsel güdüler ile üreme ve çocuk yetiĢtirme iĢlevleri diğer türlerde de söz konusudur. Bunun yanı sıra, biyolojik etkilerin benzer olmasına karĢılık, aile çeĢitleri ve buna bağlı olarak evlenme biçimleri, aile üyelerinin görevleri, akrabalık kuralları, bir kültürden diğerine, hatta aynı toplumun tabakaları arasında farkllık gösterebilmektedir. Her toplum, aile ile ilgili örf ve adetleri kendi kültürel yarısı doğrultusunda normlaĢtırmıĢ, hatta kurumsallaĢtırmıĢtır (Tolan 1985).

ÇeĢitli aile tanımları arasında üzerinde en çok görüĢ birliğine varılan “yapısal fonksiyonel yaklaĢımı” belirli aile biçimlerinin belirli görevleri yerine getirdiğini, belirli görevlerin aile içi iliĢkileri, rol ve statüleri yaratarak aile yapısını Ģekillendirdiği ve bu yapının, içinde yer aldığı daha geniĢ sisteme (toplum) fonksiyonel olarak bağlı olduğunu göstermeye çalıĢır. Bu sosyolojik yaklaĢım, ailenin diğer toplumsal kurum ve alt sistemler ve toplumsal yapı ile iliĢkilerini

(12)

Teknolojik ve ekonomik kökenli baĢ döndürücü bir değiĢmenin egemen olduğu bir ortamda herhangi bir toplumsal kurumun bu değiĢmeden etkilenmemesi düĢünülemez. Örneğin aile, özellikle sanayi devriminden sonra en temel iĢlevi olan toplumsal yeniden üretimi, yani sosyalleĢtirme ve eğitim iĢlevi olan toplumsal yeniden üretimi, yani sosyalleĢtime ve eğitim iĢlevini giderek okulu terk etmiĢti. ġimdilerde yeni iletiĢim biçimleri olan televizyon ve bilgisayarlı iletiĢim, insanlık müzesine konulacak bir toplumsal kurum gibi, okulu da geride bırakıyor; daha henüz tanımını yapamadığımız, adını bilmediğimiz yeni sistem ve gereçler teknolojik ufukta görüntüden somuta dönüĢüyor. Televizyon, bilgisayar gibi modern teknolojinin araç ve gereçleri günlük yaĢamımızı, hatta mahremiyetimize kadar girmiĢken, sanayi ötesi toplumun mekan ve zaman kavramları yeni anlam ve boyutlar alırken, çeliĢen öğelerle örülmüĢ değerler sistemi kuĢaklar arasındaki iletiĢimi neredeyse olanaksız kılarken, aile yapısının durağan kalması beklenemez. Ailenin türü ve nitelikler, ailede otorite yapısı ve karar mekanizmaları, eĢlerin rolleri, çocuk ebeveyn iliĢkileri, evli kadının ekonomik ve toplumsal iĢlevleri de “EĢyanın doğasına” uygun olarak geleneksel toplumdakinden farklılaĢacaktır (Tolan 1991).

Toplumsal değiĢme sürecinde yaĢananlardan en hızlı etkilenen kurumlardan birisi olan aile kurumu, özellikle 1990 yıllardan sonra hızlı bir Ģüreci yaĢamıĢtır. Bu süreçte küreselleĢme, kentleĢme, teknoloji ve uygulanan ekonomik politikalar gibi pek çok unsur etken olmuĢtur.

Türk ailesinin 1990‟lı yıllardan beri belli baĢlı değiĢme eğilimleri aĢağıdaki gibi özetlenebilir (Bilgin 1991):

1. Aile yapısı “geçiĢ ailesi” nitelikleri kazanmaktadır. Aile modernleĢme sürecinin sorunlarını yaĢayan toplumsal yapıda, bireylerin kimlik ve toplumsal bütünleĢmelerini üreten bir fonksiyona sahiptir. Bu fonksiyonlar modernleĢmeyi motive edecek bir kiĢilik yapısını da besleyici neticeler doğurabilir.

2. Büyük kentlerde aileler küçülme eğilimi göstermektedir. Çocuk sayısında belirgin azalma ve geç evlenmeler bu süreci desteklemektedir.

(13)

3. Aile kendi kendisine yeten üretim birimi olmaktan çıkıp, iktisadi bakımdan dayanıĢma ve tüketim ünitesi niteliği kazanmaktadır.

4. Aileler, toplumsal değiĢme açık değer yapısını benimsemektedirler. DeğiĢme sürecinde beklenti düzeylerinin yükselmesi bu anlayıĢı yerleĢtirmektedir. Kentlerin gecekondu bölgelerinde, alt sosyo-ekonomik düzey ailelerinde bu durumun çeliĢkili yanları ortaya çıkmıĢtır. Aileden beklenti kaynaklarına yönelmeye de neden olmaktadır.

5. Aileler eğitimi, toplumsal hareketlilik yolu olarak görmektedir. Bu durum ailelerin eğitim seviyesini yükselttiği gibi, eğitim kurumununda geliĢmesini zorlayıcı baskı yaratmaktadır. Bu hareketlilikte Avrupa müktesebatının da zorlayıcı etkisi göz ardı edilmemelidir.

6. KentleĢme ve sanayileĢme düzeyinin yükselmesi, kent ailelerin kırsal kesimdeki ailelerin sayıca fazlalığı teĢvik etmektedir. Bu durumun sosyal ve ekonomik politikalarda desteklenmesi beklenmektedir.

7. Ailenin karĢılaĢtığı sorunlar büyük ölçüde, kalkınmanın sosyal problemleriyle ilgilidir. Bu sorunların aile yapısını çözücü olumsuz etkileri, kalkınma/sanayileĢme çabaları devam ettikçe varlığını sürdürebilir.

8 Ailelerin yapısını destekleyici sosyal politikaların ve sosyal yardımların pek çok sorunun aĢılmasında önemli olduğu açıktır.

9. Ailelerin Ģehir mekânında, ĢehirleĢme sürecine katılması, toplumsal kurumların bu yönde değiĢmesiyle mümkündür. Bunun sağlanmasında karĢılaĢılacak modern sosyal hizmetlerin kentlerin gecekondu bölgelerinde ve alt sosyo- ekonomik bölgelerinde gerçekleĢtirilmesi gerekmektedir.

10. Türk ailesi, sosyal sorunların ağırlığıyla, gerek medeni kanunda gerekse sosyal yaĢamda kadın ve erkeğin paylaĢma ve sorumluluk alanlarını eĢitleme eğilimi içerisindedir. Bu sorunların, çok fazla ağırlaĢmaması ise, aile yapısını çözücü yönde (boĢanma ve ayrılmalar... vb.) etki yapabilir.

11. Aile kurumunu destekleyici politikalarda kadına yönelik pozitif ayrımcılığın tercih edilmesi, bölgeler arasındaki geliĢme, farklılıkları çerçevesinde yönlendirilme eğilimindedir ( Haydi kızlar okula... vb.). Ancak bu politikaların yasal ve ekonomik düzenlemelerin sosyal ve kültürel değiĢme ve geliĢme ile uzun erimli çalıĢmalarla desteklenmesi beklenmektedir.

(14)

12. Toplumsal ekonomik geliĢme hangi düzeyde olursa olsun, aile kurumu göz ardı dilebilecek bir sosyal kurum değildir. Toplumsal yapının temel taĢlarından olan aileye yönelik sosyal politikaların ve kurumsal hizmetlerin, kapsayıcı ve bütünleĢmiĢ olma zorunluluğu gündemdedir.

Türk aile yapısındaki değiĢmeler ve içinde bulunduğu durum ile ilgili bilgiler yukarıda ifade edilmiĢtir. KüreselleĢme, izlenen ekonomik politikalar ve sosyal sorunlara bağlı olarak aile üyelerinin tüketim harcamalarında ve alıĢkanlıklarında değiĢmelere maruz kalmıĢtır (Bilgin 1991).

1.1.1. Aile ve Tüketim

Kapitalizme yerel düzeyde karĢı çıkmak önemli olmakla birlikte yeterli değildir. Her Ģeyden önce emperyalizm aĢamasını tüm dünyaya yaymıĢ, ülkelerin siyasi sınırlarını anlamsızlaĢtırmıĢ olan kapitalizmin dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleĢtirdiği üretim yöntemlerinin yol açtığı toplumsal-ekolojik-siyasi yıkım, göçler, çevresel felaketler, çatıĢma ve savaĢlar tüm dünyayı etkilemektedir (Çalık 2012).

W.Wackergel‟in „insan gezegenin kendini yeniden onarabilmesi için gerekli olan doğal sistemlerin üretebileceğinden % 30 daha fazla tüketiyor‟ tespitinden bu yana bu oran her geçen dakika adım adım artmaktadır. Kapitalizmin gezegeni dolayısıyla insanlığın geleceğini tehdit eden bu üretim anlayıĢına karĢı koymanın yanında doğayla barıĢık bir üretim ve tüketim anlayıĢını da geliĢtirmek zorundadır. Ġnsanların kendi gereksinimlerini kendilerinin belirleyebileceği bir bilginin-kültürün örgütlenmesi gerekiyor. Çünkü “Kapitalizmin „biriktir biriktir‟ hırsının bugün için getirdiği; medya, reklam sektörü, kültür emperyalizmi, teknolojik geliĢim ve dünkü metanın bugün eskimesi ile peĢinden gelen tüketim çılgınlığı...” öyle bir noktaya geldi ki, artık insanlar neyi, nasıl, ne zaman tüketeceklerine, neyin gereksinim olup olmadığına karar veremez durumdalar

Bu (yönlendirilmiĢ) tüketim çılgınlığı her gelir düzeyine yönelik mal ve hizmet üretimiyle yaygınlaĢtırılırken;

(15)

 Gelir dağılımındaki eĢitsizlikler derinleĢmekte.

 Kullanım ömrü dolmamıĢ (fakat „modası geçmiĢ‟) malların yarattığı kirlilik artmakta,

 Üzerinde gelecek kuĢakların da hakkı olan kaynaklar „daha çok kar‟ için yok edilmektedir. (Çalık 2012)

Modern zamanda insan tüketmek için vardır. Avcılık ve toplayıcılık döneminde insanlar sadece ihtiyaca yönelik tüketim yaparken, zaman ilerlemiĢ âdemoğlu artık yalnızca karnını doyurmak ve vahĢi hayvanlardan korunmakla yetinmemiĢtir. Artık „„zevk‟‟ ve „„zevk veren Ģeyler‟‟ ön plana çıkmaya baĢlamıĢtır. Kısaca ortaya çıktığı ilk zamanlardan bu yana tüketim olgusu modern toplum hayatında daha önemli bir yer tutar hale gelmiĢtir. Nesneler insanları ele geçirdi. Artık onlar bize değil biz onlara bağımlı durumdayız. Bolluk içindeki insanlar artık tüm zamanlarda olduğu gibi baĢka insanlar tarafından değil, daha çok nesneler tarafından kuĢatılmıĢ durumda. Nesneler çağını yaĢıyoruz: Nesnelerin ritmine ve onların hiç kesintisiz ardarda geliĢlerine göre yaĢıyoruz. GeçmiĢ uygarlıkların tümünde dayanıklı nesneler, araçlar veya binalar kuĢaklarca insandan daha uzun yaĢamıĢken, bugün onların doğmasını, geliĢmesini ve ölmesini izleyen bizleriz (Baudrillard 1997).

Günümüzde ise insanların tek tatil günü olan pazar gününü de tüketime ayırdıklarını görülmektedir. Ortalama bir aile ele alındığında bu günde birlikte vakit geçirmek yerine hepsi dört bir yana dağılırlar ve tüketim Ģölenlerine hızlıca baĢlarlar. Herkes bireysel faaliyetlerde bulunur. Aile ya da arkadaĢ ziyaretleri yerine bu mekânları tercih ederler ve giderek yalnızlaĢırlar. KentleĢmeyle birlikte insanın çevresine yabancılaĢması, ulaĢım ve maddi olanakların yetersizliği gibi faktörler de sosyal iliĢkilerin azalmasında rol oynar (Ulusoy 2012).

Son zamanlarda sanatsal faaliyetler de alıĢveriĢ merkezlerine taĢındığı görülmektedir. Sinema, tiyatro ve konser salonları, sergiler ve diğer aktiviteleri toplu bir halde bulmak mümkün hale geldi. Neden? Mekânlar arası mesafeyi kısaltmak ve sonuç olarak modern zamanın en büyük hazinesi „„zaman‟‟dan tasarruf etmek için mi yoksa insanları tüketim alanına gönüllü mahkumlar haline getirmek için mi? Sanatsal

(16)

büyü bozuldu. Bir filmi izlerken artık fazlaca haz duymuyoruz. Ya da tablolar bizi eskisi kadar etkilemiyor. Çünkü hepsi bir öncekinin taklidi, bir sonrakininse aslı niteliğinde. Büyük patronlarda bunu fark etmiĢ olacaklar ki yeni arayıĢlar içine girdiler. Nostaljik temaları allayıp pullayarak insanlara sunmaya baĢladılar. Eski kıyafetlere yeni yorumlar getirildi. Eski filmlerin çağdaĢ uyarlamaları yapıldı ve bunun gibi birçok örnek verilebilir. 21. yüzyılda yeni sanat eserlerini ortaya çıkmıyor. Sanatçılar yeni bir tablo yapmak yerine kompozisyonlar yapmayı ya da fotoğraf çekmeyi tercih ediyorlar (Ulusoy 2012).

Tüketimin had safhaya ulaĢtığı mekânlardan biri de muhakkak ki Mc Donalds ve benzeri fast food restoranlarıdır. Adından da anlaĢılacağı gibi buralarda her Ģey çabucak tüketilir. GeniĢ zamanlara tahammül yoktur. Daha geleneksel restoranlarda yapılan masa baĢı sohbetlerden ve paylaĢımlardan burada söz edilmez bile. Etnik yemeklerden ve farklı lezzetlerden eser yoktur. Her Ģey tek tipleĢtirilmiĢtir ve standartlaĢtırılmıĢtır; sandviç ekmeğinin boyutundan ketçapın miktarına kadar. ÇalıĢanlar bile robotlaĢmıĢ, otomatiğe bağlanmıĢçasına hızlı ve seri hareket ederler. Ġnsanın aklına ister istemez otomobil fabrikaları ve seri üretim bantları gelir. Burada hataya yer yoktur. Çünkü bu yiyecekleri tüketmek için sırada bekleyen binlerce aç insan vardır. Ayrıca bu mekânların dekorasyonları tüketimi destekleyici niteliktedir. ÇalıĢanlar bir örnek giyimli, Ģık ve kibardılar. Öyle ki size yardımcı bile oluyorlardı. ġelale, bahçe ve çiçek taklitleri de kendinizi doğada belki de insanların en huzur buldukları yerde- hissetmenizi sağlıyor, ortama güven duymanıza neden oluyor (Ritzer 1999).

1.1.2. Ailenin Fonksiyonları ve KüreselleĢme

KüreselleĢme olgusuyla birlikte yaĢanan geliĢmelere bağlı olarak aile kurumu büyük ölçüde değiĢimin etkisine girmiĢtir. Özellikle geliĢmekte olan ülkelerde, bu değiĢimin yarattığı büyük sarsıntılar aile kurumunu iĢlev, rol ve talepleri yerine getirmede büyük zorluklarla karĢı karĢıya bırakmıĢtır. Aile kurumunun kendisinden beklenen iĢlev, rol ve talepleri yerine getirememesi sonucunda, aile içi Ģiddet, kötü alıĢkanlıklar, boĢanmalar ve suç oranlarında belirgin bir artıĢ gözlenmektedir (Aile ve Sosyal AraĢtırmalar Genel Müdürlüğü 2011).

(17)

Aile fonksiyonları kısaca özetlenecek olursa:

• Aile ekonomik iĢ birliğinin ve iĢ bölümünün hüküm sürdüğü uygun ortamlardır.

• Aile, kadın ve erkek arasında toplumun onayladığı cinsel iliĢki ortamını oluĢturur.

• Yeni doğan çocuğun eğitim ve öğretimini geliĢtirmede aileye düĢen görevleri üstlenir.

• Aile, kültürel mirası aktarma sorumluluğu vardır.

Hızlı sanayileĢme ailenin birlikteliğini sağlayan güvenlik ve dayanıĢma duygusu, güvensizlik ve korkulara da dönüĢmüĢtür. Bu durum ailede yetiĢen genç kuĢakları da daha bireyselleĢmiĢ, zaman zaman bencilleĢmiĢ baĢına buyruk, baĢkaldırısıyla özerklik mücadelesi veren bir yapıya dönüĢtürmüĢtür. Bireyi kendi ayakları üzerinde özgür ve bağımsız tutmayı amaçlayan bu değer sistemi, genci yeteneklerini geliĢtirmeye yöneltmiĢ, aile kurgusu itaat ve himayeden uzaklaĢtırmıĢtır. Ailenin empoze ettiği itaat kültürünün töresel edimleri ve alıĢkanlıkları(el öpmek, büyüklere karĢı gelmemek… vb) yer değiĢtirmiĢ ve dönüĢtürülmüĢtür. Bilindiği gibi el öpmek eĢit olmayan bir kültürü (itaat) ortaya çıkardığı bir iliĢkinin ifadesidir. Bu durum itaate dayalı saygıdan, sevgiden çok minnet, borçluluk ve korku duygularının egemenliğinin varlığını düĢündürmektedir (AktaĢ 2009).

KüreselleĢme, toplumun, eski değer iliĢkilerine yeni boyutlar eklemlemiĢtir. Namus ve ahlak anlayıĢı güven ve himaye kültürü, sadakat ve ihanet, gizlilik ve mahremiyet, sevgi ve hoĢgörü, saygı ve korku, özgürlük ve teslimiyetçilik, özerklik ve bağımlılık küresel değerlerin rüzgârına kapılıp ya eski anlamlarını yitirmiĢ, ya çözülüp içi boĢaltılmıĢ ya da yeni anlamlarla yeniden tanımlamaya baĢlanmıĢtır. Bu tanımlamalarda özerklik, bağımsızlık rüzgârı özel olan muhabbeti ile aile içinde kadın, erkek ve çocukların birbirine ve birlikteliğe iliĢkin sorumluluklar yerine getirilemeden hak talep kârlığı furyasına katılmıĢtır. Bu durumun kritik uzantılarının toplumun böylesi değiĢim ve dönüĢüm dönemlerinde yaĢanması kaçınılmazdır. Bilgiye dayalı rekabet, verimlilik, toplam kalite, insan hakları ve demokrasi serbest

(18)

yaratmıĢtır. Yalnızlık ve kopukluk ailenin geleneksel değerlerinden uzaklaĢmıĢ bir birey yaratmıĢtır. Böylesi bireyselleĢmiĢ bireylerin kuracağı ailenin yaratacağı iliĢkilerde kuĢkusuz geleneksel aileden farklı olacaktır. Rekabet, aile içinde kadına ve erkeğe de aynen yansıyabilir ve yansımaktadır. Bu yeni dönemde geleneksel değerler (kadınlığı, erkekliği ve çocukluğu ile ilgili) kültürel ve toplumsal grup bağlılıklarını kritik ederek bireysel ve toplumsal verimliliğini ve performansını geliĢtirme ve buna uygun ödüllendirme beklediği bir yapıya dönüĢmüĢtür. Aile içinde kadınlığını, anneliğini, evlatlığını kendi sorumluluk ve emekleriyle geliĢtirmeye, yenilemeye çalıĢmaktadır. Bilgilenme ve emekle yeni bir bireysel kimlik oluĢturmaya yöneltmektedir. Bu kurgu içindeki bireylerin kuracakları ailelerde aile bağı ve değerleri mahkûmiyetler değil emek ve sorumlulukla geliĢtirilen bireysellikler sunabilir. (AktaĢ 2009).

1.1.3. Aile Sorunları ve KüreselleĢme

Türk toplumunun süratli bir değiĢme içinde bulunduğunu hepimiz biliyor ve söylüyoruz. Bu değiĢme teknolojik sahada olduğu kadar sosyal ve kültürel konularda da görülmektedir. Gerçekte teknolojik değiĢmeden daha önce ve özellikle göze çarpan Ģey insan münasebetlerindeki değiĢmedir, çünkü bunlar hepimizin günlük hayatını doğrudan doğruya ve önemli ölçüde ilgilendirmektedir(Güngör 1998). Bu etkilenme küreselleĢmeyle birlikte daha da ivme kazanmıĢtır.

KüreselleĢmenin aile hayatı üzerine etkisi de kültür üzerinedir. Aile, artık, pazar koĢulları içinde bir “tüketim” birimi olarak görülmektedir. Kitle iletiĢim araçları ile sürekli bir biçimde bombardıman altında olan aile için artık kendi kültürünü, değerlerini oluĢturmak ve bunları aktarmak neredeyse imkânsız hale gelmiĢtir. Çünkü küreselleĢmenin hedeflerinden biri olan kitle kültürünü yaratma ve tek tipleĢtirme süreci ailelere nasıl olmaları gerektiği, rol modelleri, davranıĢ hatta duygu biçimleri hakkında mesajlar vermektedir (Ġçağasıoğlu 2004).

Medya ve tüketim ekonomisinin pompaladığı pek çok ürün aile ekonomisinin tüketim alıĢkanlıklarını değiĢtirmiĢ; aile üyeleri böyle bir arenada bir arada geçirdikleri zamanları azaltmak zorunda kalmıĢlardır. Çünkü daha çok tüketmek ya da tüketim pazarının sundukları aile yaĢantısına aktarmak için, daha çok

(19)

çalıĢmak zorunda kalan erkek, ailesiyle daha az zaman geçirmeye baĢlamıĢtır. Eskiden evinde çocuklarının bakımı ve yetiĢtirilmesiyle ilgilenmek durumunda olan kadın da çalıĢmaya baĢlamıĢtır (AktaĢ 2005).

KüreselleĢmeyi savunanlar için önemli olan belirsizlik ve güvensizlik içinde olan bireydir. Ġnsan yalnız kalıyor, bocalıyor, insan hep bir endiĢe içinde gördüklerini elde edememe ve tüketim endiĢesiyle yaĢıyor. Bu aile kurumunu olumsuz yönde etkiliyor, değer yargısında değiĢmelere neden oluyor. Özellikle de eski Ģeylerin dıĢlanması birlikteliği zayıflatıyor. Bu durum küreselleĢme güç odaklarının iĢine yarıyor. Çünkü istedikleri edilgen insanlar ve toplumlardır. Bir de tüketen insanlar ve toplumlar. Güç odaklarının yaĢamlarını sürdürebilmeleri, daha da güçlü olabilmeleri için sömürünün sürmesi gerekir ki, bunun en kolay yolu tüketimin artmasıdır (ġeker 2006).

Ġnsan bir gruba, topluma, kültüre ait olduğunu hissettiğinde ve bildiğinde kendini daha güvenli hisseder. Günümüzde ait olma duygusu, çok hızlı toplumsal değiĢmeye ve değerlerin değiĢmesine bağlı olarak zayıflamıĢtır. Bireyler salt yaĢadıkları yere, iĢe değil; kendilerine, ailelerine, çevrelerine yabancılaĢtırılmaktadırlar. Çocuklar; “Benim ailem artık internet” diyebilmektedirler. Bu da insanları gerçek yaĢamdan kopardığı gibi bireyler arasındaki bağları zayıflatmaktadır.

ĠletiĢim araçları, reklâm dünyası ve halkla iliĢkiler sektörü insanların kendi gibi olmasına izin vermiyor. Herkes aynı konuyu konuĢuyor, aynı tür elbiseler giyiyor, aynı biçimde eğleniyor. Tüm bunlar bizi aynı tür tüketici yapıyor. ArkadaĢlık, aile, sevgi, saygı iliĢkileri değiĢim gösterdi. Aile ziyaretleri azaldı, bayram ziyaretleri tatil fırsatlarına dönüĢtü. Artık aile yok, ben yok, biz varız. Peki biz kimiz? Biz aynı tüketim alıĢkanlığına sahip, aynı özellikte insanlarız. Tüm bunlar inanlara mutluluktan ziyade yeni sorunlar getirdi.

Aile bağlarının zayıflaması değiĢik sorunları da beraberinde getirdi. Aile parçalanması, kimlik, kiĢilik problemleri, sosyal destek ve soysal koruma sistemlerini zayıflaması, AIDS, madde kullanımı, depresyon, aile içi Ģiddet gibi. Bu

(20)

düzeyinden insanı etkilemekte. Evlilik sorunları, geçimsizlikler, boĢanmalar, ayrı yaĢamalar hızla artmaktadır.

Ailenin en önemli özelliklerinden birisi aile içi bütünlüğü sağlamak, korumak ve aileyi devam ettirmektir. Ancak bütün toplumlarda olduğu gibi ülkemizde de ailenin çeĢitli anlaĢmazlık ve çatıĢmaları vardır. Bunlar ana baĢlıklarıyla Ģu Ģekilde özetlenebilir (AktaĢ 2007):

• EĢ seçimiyle ilgili çatıĢma ve anlaĢmazlıklar,

• Aile içindeki rol dağılımı ve paylaĢımı ile ilgili çatıĢmalar, • KiĢi uyuĢmazlıklarından kaynaklanan çatıĢmalar,

• EĢlerin birbirleriyle ilgili beklentileri, • Akrabalarla iliĢkilerde yaĢanan çatıĢmalar, • Ekonomik sorunlar,

• Çocuk yetiĢtirmeyle ile ilgili anlaĢmazlıklar, • Sağlık koĢulları, kaza ve hastalıklar,

• ĠliĢki ve iletiĢim farklılıkları

• Aile içi Ģiddet (fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik) (AktaĢ 2007).

Günümüz Türk ailesi küresel sorunların kendi iç bünyemize yansımaları ve kendi iç bünyemizdeki sorunların yarattığı darboğazlarla (ekonomi, iĢsizlik, medya… vb) pek çok riskle karĢı karĢıyadır. Aile içi sorunların çatıĢmaya ve bütünlüğünü tehdit eden boyutlara ulaĢması genç neslimizin maddi ve moral geliĢimini tehdit etmektedir.

1.2.Aile DeğiĢimi ve Kültür

Aile toplumun ayrılmaz bir parçasıdır ve doğal olarak toplumun sosyal yapısına, değerlerine ve normlarına bağlıdır. Bu sosyal ve kültürel özellikle zaman içinde ve toplumdan topluma değiĢtiği için ailede de değiĢiklikler göze çarpar. Ailede çeĢitlilikle karĢılaĢan psikologlar, bu çeĢitliliği ya sosyolojik ve antropolojik çalıĢmaların bir konusu olarak algılamıĢlardır. Geçici durum algısı, modernleĢme kuramının temel varsayımına bağlıdır. Buna göre, dünyadaki çeĢitliliğin protipik Batı modelinde odaklaĢacağı ve dolayısıyla Batı modelinden farklı olan her modelin

(21)

zamanla bu modele benzeyecek Ģekilde değiĢeceğini savunulur. Yani, kültürlerarası bir aile kuramının yokluğunda, ilk olarak modernleĢme kuramının ortaya koyduğu, sosyal geliĢimle Batı modeline doğru tek yönlü bir değiĢim olacağı varsayımı, halen de varlığını sürdürmektedir. ModernleĢme kuramının sosyolojide popülerliğini yitirmesine ve ciddi eleĢtirilere maruz kalmasına karĢın, Batı modeline doğru tek yönlü bir değiĢim beklentisi psikologlara arasında sürmektedir (KağıtçıbaĢı 2006). Birey-aile ve toplum iliĢkilerini inceleyen KağıtçıbaĢı; dünyada kullanılan aile modellerinin karĢılaĢtırmasını yaparak yeni bir model geliĢtiriyor.

Ġlk modeldeki yaklaĢıma göre, tarım toplumlarında genellikle ataerkil değerlere dayalı, birey ve ailenin bütünselliğini oluĢturan bir karĢılıklı bağımlılık modeli vardır. Yani birey ve aile arasında karĢılıklı bağımlılık söz konusudur.

Bu modele iliĢkin olarak yapmıĢ olduğu “çocuğun değeri” araĢtırmasında, çocukların ekonomik ve psikolojik değerleri öne çıktı. Bunlardan birincisi, çocuğun küçükken ve büyüdüğünde ailesine maddi katkıda bulunmasını kapsıyordu. Ġkincisi ise, ana-babanın çocukta bulduğu sevgi, onunla duyduğu gurur, onun kendilerine arkadaĢlık etmesi gibi değerleri içeriyordu. AraĢtırmadan çıkan önemli bir bulgu az geliĢmiĢ ülkelerde, çocuğa atfedilen ekonomik değerin ve özellikle “yaĢlılık güvencesi” değerinin belirginliğidir. Örneğin, kadınlar için çocuğun “yaĢlılık güvencesi” olarak görülmesi, Endonezya‟daki iki alt örneklemde %93 ve %98, Filipinler‟de %89, Tayland ve Tayvan‟da %79 ve Türkiye‟de %77 oranında çocuk doğurma nedeni olarak belirtilmiĢtir. Bu değer, Almanya ve ABD‟de sadece %8 oranı ile diğer ülkelerdekine bir tezat oluĢturmaktadır. Kore (%54) ve Singapur (%51) gibi hızlı ekonomik geliĢme süreci yaĢayan ülkelerde görülen oranlar ise bu iki uç nokta arasında yer alıyordu. Söz konusu araĢtırmanın getirdiği sonuçların analizi bize orta ve üst gelir grubundaki ailelerde akrabaların birincil gruba ekonomik bağımlılıklarının pek önem arz etmesine rağmen aile fertleri arasındaki iliĢkilerde herhangi bir gevĢemenin meydana gelmediğini gösteriyor (Vergin 1991).

Ġkinci modelde ise; toplumlar endüstrileĢmenin etkisiyle değiĢmeye ve çağdaĢlaĢmaya baĢladıkları zaman bireyin aileden koptuğu bağımsızlık modeli ortaya çıkıyor. ÇağdaĢ kentsel endüstri toplumlarında birey, artık aileden bağımsızlaĢmıĢ

(22)

sosyalleĢme değerleri ve aile etkileĢimi, bağımsız, ayrıĢmıĢ, belirgin sınırları olan bir benlik geliĢimi doğurur. Birey ve aile düzeyindeki etkileĢimler, birbirinden ayrı, birbirleriyle örtüĢmeyen kiĢiler arasında cereyan eder. Çocuk yetiĢtirmede denetime daha az yer verilir ve karĢılıklı bağımlılık modelindeki yetkeci ana-baba davranıĢı, yerini serbest bırakan ana-baba davranıĢına bırakır. Bireyci ideolojiyle bağlantılı olarak özerklik önem kazanmıĢtır. KuĢaklararası maddi bağımlılığın en aza indiği sosyo-kültürel ve ekonomik bir bağlamda, bağımsızlığa ve kendine güvene değer verilir, çünkü artık, yaĢlılık güvencesi için çocuğun ana-babaya sadakat duyması ve bağımlı olması gerekmektedir. Bu tür bir sosyalleĢme hem kuĢaklararası hem kiĢilerarası bağımsızlığı doğurur. Yani, bu model, bağımsız, ayrıĢmıĢ benliğin iĢlevsel nedenlerini ortaya koymaktadır (KağıtçıbaĢı 2007).

Kendisinin ortaya koyduğu üçüncü modele duygusal bağlılık modeli adını veriyor. Bu modele göre birey ve aile, fiziksel olarak birbirlerinden bağımsızlaĢmıĢ, fakat birbirlerine duygusal bağlılık iliĢkisi olduğunu belirtiyor. KağıtçıbaĢı‟nın bu modele iliĢkin özellikleri kısa baĢlıklar halinde özetleyecek olursak:

• Duygusal alanda bağlılık görülürken, maddi alanda ailevi ve bireysel bağımsızlık söz konusudur.

• Bağlılık kültürüne (toplulukçuluk) sahip geliĢmiĢ ve kentleĢmiĢ bölgelerde daha yaygındır. Kültürel devamlılıkla beraber sosyal, yapısal ve ekonomik değiĢme ve geliĢme görülür.

• KuĢaklararası duygusal bağlılık, genç yetiĢkinlerin duygusal yatırımlarını hem ana-babaya hem çocuklarına yönetmelerine neden olur.

• KuĢaklararası karĢılıklı duygusal bağlılık devam ettiği için sosyalleĢme değerlerinde aileye/gruba bağlılık vurgulanır.

• Bu model özerkliği ve bağlanmayı birlikte getirir.

• Çocukların özerk olması aile için tehdit olmaktan çıkmıĢtır. Bu özellikle ilgili olarak Ġmamoğlu‟nun yapmıĢ olduğu bir araĢtırmada; Türkiye‟deki, kentli, yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki (SED) annelerin, çocukta bağımsızlığa ve kendine yeterliliğe önem verdiklerini, orta ve düĢük SED‟deki annelerin ise itaat ve sadakati ön plâna çıkardıklarını görmüĢtür. Buna paralel olarak, düĢük SED‟deki ana-babalar çocukların kendilerine minnettarlık duymalarını isterlerken, yüksek SED‟deki ana-babalar böyle bir istek belirtmemiĢlerdir.

(23)

• Bireysel ve grup (aile) bağlılığının bir arada varolduğu yine Ġmamoğlu‟nun yapmıĢ olduğu araĢtırmadan örnek vererek desteklemiĢ: çocuklarının kendilerine minnettarlık duymalarını istemeyen yüksek sosyo-ekonomik statüdeki ana-babalar da dahil olmak üzere bütün ana-babalar, çocuklarının onları sevmelerini ve onlara yakın olmalarını istediklerini belirtmiĢlerdir. Ana-babalar aynı zamanda çocukların büyüdükçe ana-babalarına karĢı daha saygılı olmalarını da istemiĢlerdir.

Bu verilerin ıĢığı altında, akrabalar arasında sıkı teması teĢvik eden ve aile değerlerini vurgulayan bir kültür ile modernleĢmesinin bağdaĢabilirliği konusunda bir hipotez ileri sürmek mümkündür.

1.2.1. Kültürün Bireycilik ve Toplulukçuluk Boyutu

Bireycilik/toplulukçuluk kavramları, kültürlerarası psikolojide 1980‟li yıllarda en çok tartıĢma ve araĢtırma konusu olan kavramlardır. Akademik çalıĢmalar sonucu elde edilen bulgular ve Doğuda, özellikle Uzak Doğu‟daki ekonomik atılımlar nedeniyle, bireycilik/toplulukçuluk konusuna artan bir ilgi olmuĢtur. (KağıtçıbaĢı 1991). Hofstede tarafından yapılan çalıĢmalar Batılı kültürlerin bireyci, Doğulu kültürlerin ise toplulukçu olduğuna yönelik bulgular sunmuĢtur. Bu bulgular, bireyci kültürlerdeki kiĢilerin bireysel davranıĢ gösterdikleri, toplulukçu kültürlerdeki kiĢilerin ise ortaklaĢa davranıĢ gösterdiğini iĢaret etmektedir. Bu kültür farklılıkları, o kültürlerin içinde yaĢayan bireylerin sadece davranıĢlarını değil bütün psikolojik süreçlerini etkilemektedir (Yıldız 1998).

Hofstede‟nin yaptığı çalıĢmalar sonucu Türk çalıĢanlarının bireycilik eğilimlerinin toplulukçu eğilimlere göre düĢük olduğu saptanmıĢtır. Bireyciliğe karĢıt bir konumda olan toplulukçu kültürlerde “biz” bilinci hâkimken, bireyci kültürlerde “ben” bilinci geliĢmiĢtir. Toplulukçu kültür, grubu ön planda tutarken, bireyci kültürler bireyi ön planda tutmaktadır. Hofstede‟in araĢtırmasında Batılı ülkelerin yüksek bireycilik puanlarına ulaĢtıkları, Doğulu ve Latin kökenli ülkelerin ise ortaklaĢa davranıĢçı eğilimler gösterdikleri görülmüĢtür (KağıtçıbaĢı 2001).

(24)

Bireyciliğin toplumsal normlarına iliĢkin verilen sonuçlarda; düĢük bireycilik eğilimine iliĢkin tanımlamaların Türk kültürü ile büyük ölçüde benzeĢtiği gözlenmiĢtir. ABD‟nin 91 puanla birinciliği aldığı bireycilik ölçeğinde Türkiye 37 puan almıĢtır. Dikkate değer bir diğer bulgu ise Yunanistan‟ın bireycilik ölçeğinde Türkiye‟ye paralel Ģekilde 35 puanla yer almasıdır.

1.2.2. Kültürün Kadınsılık-Erkeksilik Boyutu

ÇalıĢmada Türk toplumunda kadınsı değerlerin erkeksi değerlere göre hâkim olduğu saptanmıĢtır. Hofstede, erkeksi kültürün özelliklerini; atılganlık, para elde etme hırsı ve materyalist değerleri olarak ele almıĢtır. Erkeksi değerlere önem veren toplumlarda bireyler güç ve baĢarıyı ön planda tutmaktadırlar. Bu toplumlarda kadın ve erkek rolleri arasında kesin bir ayrım vardır. UyuĢmazlıkların tartıĢılarak çözümlenmesi yoluna gidilmektedir. Kadınsı değerlerin tercih edildiği toplumlarda ise, kiĢilerarası uyum ve anlaĢma çok önemli bir yere sahiptir. (Köksal 2007)

Bu kültürler insan iliĢkileri ve insana verilen önemin, yaĢamın genel niteliğinin ön plana alındığı kültürler olarak belirlenmiĢtir (Yıldız ve ErdoğmuĢ 1998). Bu nedenle, anlaĢmazlıklarda çatıĢmaya girmektense, örtbas etme yoluna gidilmektedir. Mutluluk ve kiĢilerarası huzur, baĢarı ve güç elde etmekten daha ön planda tutulmaktadır. Japonya, Avusturya, Venezüella, Ġsviçre ve Ġtalya erkeksi değerlerin benimsediği ülkelerin baĢında bulunmuĢtur. Danimarka, Hollanda, Norveç ve Ġsveç ise kadınsı değerlerin benimsendiği ülkelerin baĢında bulunmuĢtur. Türkiye otuzuncu sırayla (1= yüksek erkeksi değerler; 40 = yüksek kadınsı değerler) kadınsı değerlerin ağır bastığı bir kültür olarak tanımlanmıĢtır. Buradan Türk kültüründe kadınsı değerlerin (Ģefkat, merhamet, nezaket, çocukları çok sevmek, sadakat vb.) egemen olduğu söylenebilmektedir (Temel ve ark 2004).

1.2.3 Kültürün Güç Aralığı Boyutu

Kültürün boyutlarından bir diğerini oluĢturan değer ise toplumlarda kiĢilerarası güç iliĢkilerdeki güç mesafesine dayanan boyuttur. „Güç aralığı‟, toplumda güç dağılımındaki eĢitsizliğin nasıl algılandığı ile ilgilidir. Güç aralığı geniĢ olan kültürlerde, güç dağılımında ve buna bağlı olarak fırsat eĢitsizliğindeki

(25)

dengesizlik kabullenilmektedir. Bu kültürlerde unvan, statü, pozisyon gibi betimleyici öğelere de fazlasıyla önem verilerek ve saygı duyulmaktadır; iĢ yerlerinde iĢçi ile iĢveren arasındaki mesafe hissedilmekte ve korunmaktadır.

Güç aralığı dar olan kültürlerde ise güç sahibi kiĢilere yaklaĢmak ve onlarla yakınlaĢmak daha kolaydır. ĠĢyerlerinde önemli kararlar verileceği sırada, çalıĢanların fikri alınır ve karar sürecine dâhil edilmektedir. Fırsatlarda ve ödüllendirmede eĢitsizliğe daha az rastlanılmaktadır. Hofstede, dar güç aralığı yaĢanan toplumlara örnek olarak Avusturya, Ġsrail, Danimarka, Yeni Zelanda ve Ġrlanda‟yı göstermiĢtir. GeniĢ güç aralığının en çok yaĢandığı toplumların ise Malezya, Panama, Guatemala, Filipinler ve Venezuela olduğunu bulmuĢtur. Türkiye bu değerlendirmede onsekizinci sırayı almıĢtır. (1= en geniĢ güç aralığı; 40=en dar güç aralığı). Güç mesafesi yüksek toplumlarda, örgüt yapıları çok kademeleĢmiĢ hiyerarĢiler Ģeklinde bulunmaktadır. Özellikle Kamu kesiminde güç mesafesinden doğan bu yansıma çok açık Ģekilde görülmektedir (Dengiz 2008). Hofstede tarafından yapılan Toplumsal Değerler AraĢtırması‟nın bulgularına göre Türk insanları Ġngilizlere oranla üstlerine daha itaatkâr, güçlü ve nüfuzlu insanlardan daha fazla çekinen ve kendilerine ne yapacaklarının söylenmesinden daha az rahatsız olan bir yapı sergilemiĢtir.

1.2.4. Kültürün Belirsizlikten Kaçınma Boyutu

Türk toplumu, belirsizliğe oldukça müsamahasızdır. Bireyler karmaĢıklığın arttığı, enformasyonun açık olmadığı, değiĢimin ivmelenerek hızlandığı bir ortamda, kendilerini tehdit ve baskı altında hissetmekte ve geleceklerinin ne olacağı konusunda korku yaĢamaktadırlar (Dengiz 2008). Belirsizlikten kaçınmanın yüksek olduğu toplumlarda, bireyler belirsizlik karĢısında güvensizlik ve tehdit edilmiĢlik duygusuna kapılmaktadırlar. Bunu yaĢamamak için ise kurallar çerçevesinde hareket etmeyi tercih etmekte ve üstlerinin kendilerine yön göstermesini beklemektedirler. DeğiĢimin ve farklılığın hoĢ karĢılanmadığı bu kültürlerde, çalıĢma koĢullarında süreklilik ve oturmuĢluk arayıĢı söz konusudur. Belirsizlikten kaçınmanın az olduğu toplumlarda ise, yenilikler, farklılıklar ve değiĢiklikler anlayıĢla karĢılanır; belirsizlikler tehdit olarak algılanıp kaçınılmaz, aksine aĢılması gereken engeller

(26)

göze almakta ve üstünlük kullanmaktan kaçınmamaktadırlar. Belirsizlikten kaçınmanın en yüksek düzeyde yaĢandığı toplumlara örnek olarak Hofstede, Yunanistan, Portekiz, Guetamala, Uruguay ve Salvador‟u göstermiĢtir. Bunun en az yaĢandığı ülkeler arasında da Singapur, Danimarka, Hong Kong, Ġngiltere, Ġrlanda bulunmuĢtur. Türkiye bu boyutta onaltıncı sırada yer almıĢtır. (1= belirsizlikten en çok kaçınma; 40 = belirsizlikten en az kaçınma)

Yüksek güç mesafesiyle belirsizlikten kaçınma bir araya geldiğinde toplulukların otoriter yönetimlere kayması (hatta tek seçenekmiĢ gibi görmesi) artmaktadır. Türkiye‟de, belirsizliğe hoĢgörünün azaldığı dönemlerde (ekonomik kriz, siyasal kriz, terörün artması, yolsuzluk gibi) toplumun birbirlerine kenetlenerek (ortaklaĢa davranıĢ eğiliminin artması daha önce hiç ortak eylem yapmamıĢ esnaf kesiminin son ekonomik krizde bir araya gelip eylem yapması gibi) tepki verildiği gözlenmektedir. YaĢama karĢı tutumla da iliĢkili olan belirsizlikten kaçınma, değiĢime karĢı direnç, yarıĢma, problem çözme vb konularda kedini göstermektedir (Dengiz 2008).

1.3. KuĢaklar Arası ĠletiĢim ve Kültürel Farklılıklar

1.3.1 Ergenlerin Psiko-Sosyal GeliĢimi Acısından Ailenin Rolü

Aile kurumu, çocuğun alacağı kavramları seçerek vermekte, onları yorumlamakta ve sonucu değerlendirmektedir. Bu seçici ve değerlendirici süreç, çocukta kiĢisel ve sosyal davranıĢlarla ilgili değer duygusunun geliĢmesiyle sonuçlanmaktadır. Hiç kuĢkusuz çocuğun bulunduğu kültür çevresi içinde yer alan ve onu etkileyecek olan gelenek ve kurallarda vardır. Ancak yargıların oluĢtuğu, tercihlerin yapıldığı ya da en azından etkilendiği yer ailedir. KiĢiliğinin geliĢmesi, bir dizi tercihin geliĢtirilmesiyle olanaklıdır. Bu tercihler bireyin değerlerini temsil eder ve geniĢ ölçüde ailenin koĢullandırılmasının bir sonucudur (Yavuzer 1994).

Yavuzer, geliĢme evresinde, ergen ile ilgili olara Ģu ifadeyi kullanıyor; değiĢen ve geliĢen kiĢiliği içinde, çevrede yeni değerler aramaya, kiĢiliğinin olgunlaĢmasında rol oynayan, özdeĢleĢme, özerklik, sorumluluk kavramlarına yanıt

(27)

bulmaya çalıĢır. Bu kavramlar gence kiĢilik kazandırır; toplumla iliĢkilerini biçimlendirir; Toplumdaki yerini ve rolünü oluĢturur.

ÖzdeĢleĢme, gençlik çağına özgü ruhsal yapı içinde aile bireylerinden baĢlayarak çevredeki kiĢilere, düĢüncelere, kültüre doğru gittikçe geniĢleyen bir alanda, gencin istemli ya da istemsiz olarak benimsediği, özümlediği düĢünce, davranıĢ tutum ve eylemlerden oluĢan bir süreçtir. ÖzdeĢleĢmenin oluĢtuğu ortamın, toplumsal, ekonomik, kültürel özellikleri, bir yönden kiĢiliğini oluĢtururken, diğer yönden kiĢilikle tolum arasındaki tüm iliĢkilerin temeli olan özerklik ve sorumluluk kavramlarını biçimlendirir (Yavuzer 1993).

Ergenin önemli çabalarından biri de, toplumun onayladığı değerlere uygun varsayımlar geliĢtirebilmektir. Doğru ve yanlıĢ kavramlarının geliĢtirilmesinde bu kez kullanılan ölçüt, çocuğunkinden farklı ve yetiĢkin yaĢamın gereksinimlerine yöneliktir. Dolayısıyla, yetiĢkinliğe adım atmadan önce özyönetim mekanizmalarını yeterince geliĢtirmiĢ olması gerekir. Ne var ki, hızlı değiĢen çağdaĢ toplumda geçerli değerlere ulaĢabilmek pek de kolay olmaz ve baĢarıyla atlatılamayan kimlik bunalımı ergende, toplum içindeki rolüne iliĢkin bir ĢaĢkınlık yaratır (Gençtan 1993).

Bu dönemde anneler ve babalar veya yetiĢmesinde zaman zaman görev üstlenen babaanne, büyükbaba, anneanne çocukların eğitiminde, yetiĢmelerinde zaman zorluklar yaĢamaktadırlar. Çocuklarına sınır koymakta güçlük yaĢadıkları gibi yeteri kadarda zaman ayıramamaktadırlar. Bunlara bağlı olarak nesnelerle olan iliĢkileri sürekliliği azaltmakta, bu da gençlerin kalıcı değerlere sahip olmasını engellemektedir. (Gençtan 1993).

“DeğiĢen Toplumda Kimlik krizi ve Ergenlik” konulu konferansında Çuhadaroğlu, gençlerin nesnelerle olan bağlantılarını Ģöyle belirtmiĢtir (Atabek 2013):

“Toplumsal değişim, teknolojik gelişmeler, fazla uyaranla etkileşim, sosyal hareketlilik, kadınların çalışma yaşamına atılması nesne ilişkileri değişikliklerine yol açmaktadır. Nesne ilişkilerinde, “kalıcılık” yerini “gelip geçiciliğe” bırakmıştır.

(28)

diyebiliriz. Bu kültür gerçeklik duygusunu azaltmakta, insanlarda yabancılaşmaya yol açmaktadır.”

Bütün bunların ergene etkilerini ve oluĢan kimlik krizini Atabek Ģu Ģekilde belirlemiĢtir:

• Bağımsız iĢlevlerin(otonom) fazla kullanılması.

• Dilsel, motor, sanatsal becerilerde azalma riski doğması. • Suçluluk duygularını bastırılması.

• DavranıĢ bozukluklarının artması

• Dürtü kontrolünde ve iĢbirlikçi iĢlevlerde zorlanma olarak görülmektedir. Bunlara “süperego erozyonu” diyenlerde vardır.

• Engellenmeye karĢı tahammülsüz. • Ġdealleri kaybolmuĢ.

• ÖzdeĢim ve rol modeli bulamayan. • Nesne iliĢkileri sürekliliğini kuramayan.

• Günlük yaĢamdan zevk almayan, amaçsız, huzursuz birisi olmaktadır.

Atabek, hızla değiĢen değer yargılarından en çok etkilenen kesim gençler olduğunu ve tepkilerini Ģiddetle ifade ettiklerinin nedenlerini Ģu Ģekilde anlatıyor;

• Bütün değer yargıları hızla değiĢmekte, insanlar bu hızlı değiĢme ayak uydurmakta çok zorlanmaktadır. Çünkü neyin nereye nasıl gittiğini anlamakta güçlük çekmektedirler. O nedenle de, geçmiĢin bildikleri değerlerine daha çok sarılmakta bu değerlerdeki “değiĢmezliği” benimsemektedirler.

• Gençlik, geliĢme evresinin özelliği nedeniyle sabırsızdır. Önündeki yılları beklemeye değil, gerekirse zorla değiĢtirerek isteklerini gerçekleĢtirmeye yatkındır. Bu yaklaĢım, Ģiddeti; davranıĢın gerekli, hatta zorunlu bir özelliği olarak kabul ettirmelerine yol açmaktadır.

• Engelleme, insanda Ģiddetin kaynaklarından birisidir. Bir engeli aĢmanın yolu Ģiddet değil de, uzunca da olsa, Ģiddet dıĢı yöntemlerle daha kolay olacağını öğrenmeleri için eğitim ve deneyim gereklidir. Bu da eğitim ve deneyim kazanamamıĢ gençlerde eksik olduğu için böyle gençler Ģiddet yolunu yeğler.

(29)

• Yoksunluk da, Ģiddetin önemli kaynaklarından birisidir. Ġstediği Ģeylerden sürekli olarak yoksun kalan insanlar, baĢka bir çareleri kalmadığından Ģiddet kullanmayı bir yol olarak görürler.

• Temelinde engellenme ve yoksunluk bulunan “umutsuzluk”, Ģiddete baĢvurmanın bir nedeni olur. Ġnsanlar kendilerini baĢka türlü açıklamadan umutlarını kestiği zaman Ģiddete baĢvurmaya hazır duruma gelirler. Burada, doğru noktayı zamanında kestirebilmek çok güç.

• Toplumdaki Ģiddet modelleri de öğreticidir. Küçük çocuklar hem evlerinde ve çevrelerinde Ģiddet sahnelerini görüp yaĢadıkları zaman, hem de toplumda Ģiddet kullanmanın üstünlük sağladığını örnekleriyle gördükleri zaman, Ģiddet kullanmaya hazır bir duruma gelirler.

Bütün bu etkenlerin yanı sıra teknolojik geliĢmelere bağlı kalan gençler yalnızlık içinde kalıyor. Yenidünya düzeninin yaratmıĢ olduğu sanal dünyada anlam bulmaya çalıĢıyorlar veya özdeĢim kurmaya çalıĢıyorlar (Atabek 2010).

1.3.2. Değer DeğiĢmeleri Sonucu Değer ÇatıĢmaları

Cumhuriyet reformları, Türkiye‟de ilginç bir sosyal gerçek yaratmıĢtır: Yasalarının içeriği ve siyasal yapısı yönünden kağıt üzerinde ve davranıĢları büyük ölçüde geleneksel otoriter kültür değerleri içinde biçimlenmiĢ insanlar tarafından yönetilmektedir. Halkın sosyal yaĢamına anlam veren otoriter kültürdür. Ne var ki, çocuklar aile ortamında geleneksel değerlerle yetiĢtirilirken, okullarda çağdaĢ uygarlığın değerleri programlara konur; çağdaĢ değerleri öğretmesi beklenen öğretmen, çoğu kere, bu değerleri otoriter kültür yöntemleriyle öğretme çabası içindedir (Cüceloğlu 1993).

Bir anlamda iki düzeyli bir yaĢam düzeni yaratılmıĢtır. Resmi düzeyde, demokratik kılıfa bürünmüĢ göstermelik değerler göze çarpar; ne var ki programların uygulanması ve ülkenin yönetimi otoriter anlayıĢ içinde olur. Bu nedenle, göstermelik demokratik değerlerle, günlük yaĢamda uygulanan geleneksel değerler arasında bocalayan, hangi düzenin daha geçerli olduğunu bilmeyen kuĢaklar yetiĢir. (Cüceloğlu 1993). Bütün bunlar değerler karmaĢası yaratır.

(30)

KuĢaklar arası çatıĢma öncelikle ebeveynin içsel olarak yaĢadığı çatıĢmadır. Bu çatıĢma hem dile hem de davranıĢlara yansır. Ebeveynde ortaya çıkan duygu ve düĢünce çatıĢmaları evdeki genç kuĢak tarafından hissedilir, algılanır, fakat tam ve bilinçli olarak tanımlanamaz. Çocuklar anlayamadıkları bir tutarsızlık ve gerginlik yaĢarlar. Ġzinler, yasaklar, “evet”ler, “hayır”lar birbirine karıĢmaktadır. Tutarsız, çeliĢkili tavırlar, kararlar çocuğun ebeveyne ve kendine duyacağı güven açısından tehlikelidir. Tutarsızlığı gören genç, bunu dıĢa vurur, ifade eder. Ġfade etme yolu isyankâr, saldırgan, öfkeli, (yani çocukça) olacaktır. Anne- babalar (yetiĢkinler) bu durumla baĢ etmede hayli güçlük çekerler. Otorite kaygıları, özgürlük anlayıĢında farklılıklar, sınırların belirsizliği bu güçlükleri besler. Kültürel değiĢimin hızlı olduğu ülkemizde kuĢaklar arası çatıĢma çok daha karmaĢık bir iĢleyiĢ göstermektedir. Benimsenen değerler, hızla değiĢmektedir. DeğiĢim ne yönde olursa olsun sonuçlarından etkilenilir. YetiĢkin kuĢak değiĢen değerlerin tartıĢma ve değerlendirmesini yaparken çocukları iliĢkilere yansıyacak tutarsızlığa karĢı korumak zorundadır (Irmak Okulları 2012).

Tezcan, gençlik sosyolojisi ve antropolojisi araĢtırmalarında; bir doğal eğitim kurumu olarak aile, kuĢaklar çatıĢmasının en belirgin ve yoğun olduğu yer olduğunu ve özelliklede sanayileĢmiĢ ve kentsel yörelerde bu çatıĢmaların daha çok yaĢandığını belirtmiĢtir. Konu ile ilgili olarak Ģu tespitlere yer vermiĢtir (Irmak Okulları 2012).

• KuĢaklar çatıĢmasında değer değiĢimlerinin, toplumsal sorunlara yol açması. • Kültürün kabul ettiği değerleriyle insanların gerçek davranıĢları arasında bir boĢluk ve çatıĢmanın olması. Bu durumda olan insanlar, yüksek değerler, güçlü inançlar ve ifade edilmiĢ ideallere sahiptirler. Gençler, yaĢlıların sahip oldukları bu ideal değerlere davranıĢlarıyla uymadıkları ölçüde toplumsal sorunlar ortaya çıkmaktadır. Aslında bu ideal değerlere yetiĢkinler de davranıĢlarıyla çeĢitli nedenlerle uymayabilirler. Fakat bu uyamamazlık, gençlerde daha fazladır. Çünkü onlar yaĢlıların sahip olduğu değerleri beğenmemektedirler.

• Toplumsal değiĢmeler belli değerleri zayıflatmıĢtır. Bununla birlikte toplumsal değerler mutlak değildirler ve ulaĢılması zor Ģeylerdir. Hiçbir toplumda bireyler üyelerinin bütün davranıĢlarında belli bir değeri tamamen ve her zaman gerçekleĢtiremezler.

(31)

• Çoğulcu (Plüralist) toplumlarda alt kültürlerin farklı değerlere sahip oluĢudur ki bu da değer çatıĢmalarına yol açar. YetiĢkin kültüründen farklı değerlere, normlara ve rollere sahip bu alt kültür, değer çatıĢmalarına ve kuĢaklar çatıĢmalarına neden olmaktadır.

• GeçmiĢteki toplumların çoğu, ortak olarak paylaĢılan merkezi birtakım değerlere sahiptirler. Bugün ise düĢünce birliği bozulmakta, ortak ölçüler kaybolmaktadır. ĠĢte bu oluĢumda gençlerin de rolünü belirtmek gerekir. Onlarca genel toplumsal değerler genellikle olumsuz olarak takdir edilir.

• Günümüzdeki değerlerin dönüĢ çabukluğu, tarihte hiçbir dönemde bu kadar hızlı olmamıĢtır. Gelecek ise daha hızlı değer değiĢimlerine sahne olabilir. Hızlı toplumsal değiĢmelerin kuĢaklar çatıĢmasına norm çatıĢmaları yönünden yansıdığını belirtiyor.

• YerleĢmiĢ ve saygı duyulan normlar yaĢlı kuĢaklarca mutlak, gençlerce kabul edilmeyen normlar olarak görülür. YaĢlılar yenilikleri ihtiyatla, düĢmanlıkla ve itirazla karĢılarlar. Onları ahlâk dıĢı, gayri tabii, yıkıcı, acayip olarak görürler.

KuĢaklar arası çatıĢmanın olumsuz yönü aile içerisinde ve toplumda çeĢitli psikolojik ve sosyolojik sorunlara neden olmasıdır. Genç kuĢaklarla yaĢlı kuĢakların çatıĢması düzensiz ailelere ve ruh sağlığı bozuk bir gençliğin yetiĢmesine neden olmaktadır.

Gençler anne-babalarıyla en çok Ģu alanlarda çatıĢma yaĢamakta:

• Özgürlüğün kısıtlanması, (Eve geliĢ-gidiĢ saatlerinin belli olmaması, gece dıĢarı çıkma yasağı.)

• Genç‟in seçimlerine karıĢılması (ArkadaĢ seçimi, meslek ve eĢ seçimi, kılık-kıyafet ve yaĢam biçimi),

• Aile yaĢamının yürütülmesindeki beklentiler, • Siyasetle uğraĢma,

• Sağlığa ve beslenmemeye dikkat etmeme,

• Okul sorunları gibi konularda genç kuĢaklarla yetiĢkin kuĢaklar arasındaki çatıĢmalar.

(32)

1.4. Değerler

1.4.1. Değer Kavramı

Ġnsan iç içe geçmiĢ olan iki varoluĢ boyutunda birlikte yaĢar: birincisi gerçekler, ikincisi de anlam ve değerler. Tüm yaĢantılarımız iyi-kötü, doğru-yanlıĢ, güzel-çirkin, sevap günah gibi değerlendirme tarzları ile anlam kazanır. Duyular ve aklımızla gerçeklerle temas kurarız, kalbimiz ve duygularımızla da kendimiz ve tüm insanlık için anlamlı hedeflerin peĢine düĢeriz. BaĢkalarıyla ve çevreyle kurduğumuz iliĢkilerde değerleri keĢfeder ve değerler vasıtasıyla kendi varlığımızın ve kimliğimizin boyutlarını fark ederiz (Gündoğdu 2010).

Değer, davranıĢlarımıza yol gösteren, rehberlik eden inançlar ve kurallardır. Eylem ve davranıĢlarımızın yerindeliğini, etkililiğini, güzelliğini, ahlakiliğini belirlemeye hizmet eden ilke ve standartlardır. Bir davranıĢın veya amaç ve hedefin diğerinden daha üstün olduğuna, kabul ettiğimiz değerlerle karar veririz. Seçimlerimize iliĢkin olarak bizi sürekli tedirgin eden sorumluluğun bir kısmının omzumuzdan kalkması için, güvenebileceğimiz, bel bağlayabileceğimiz yol göstericilere ihtiyaç duyarız. Bireylerin sahip oldukları değerler, politik ya da dini ideolojilerinin tercihinde kriter rolü oynar. Bu bakımdan değerler bireylerin tüm düĢünce yapısının oluĢmasında etkilidir. Birey, değerlerinin etkisiyle oluĢturduğu düĢünce yapısı aracılığıyla dünyayı anlamaya, sosyal çevresindeki olayları anlamlandırmaya çalıĢır. Grupların seçtikleri değerler, kimliklerini tanımlama, kendilerini, etkinliklerini ve hedeflerini değerlendirme ve özellikle diğer grupları nasıl hedeflerini ve etkileĢim yargılarını değerlendirme için ölçütler oluĢtururlar (Hökelekli 2010).

Hançerlioğlu, felsefe sözlüğünde değer kavramını Ģu Ģekilde tanımlamıĢ ve değer kuramları üzerine bilgiler vermiĢtir:

Doğasal, toplumsal ve bilinçsel nesne ve olguların insanca önemini belirleyen niteliği olarak tanımlamıĢ. Değer kuramı olarak ise; Töresel değerler pek çok düĢünürlerce sıralanmıĢ, birbirlerine karĢı üstünlükleri gösterilmeye çalıĢılmıĢtır. Shheler, özet olarak, kiĢilikli insanın değerlerini Ģöyle sıralar: bütün davranıĢları

(33)

birbirleriyle tutarlı, kendinin olanı ayırt edip bununla davranabilecek kadar güçlü, kendini hayvansal bedeninden ayırarak o bedenden ayrı olarak davranabilecek kadar bağımsız, kendisiyle hesaplaĢabilecek kadar sorumlu olan insan kiĢilikli (Ģahsiyet) insandır. Diyalektik felsefe, konuĢma dillerindeki çeĢitli değer kavramlarını titizlikle birbirinden ayırır: töresel değer, kimyasal değer, psikolojik değer ve ekonomik değer özce birbirinden ayrı Ģeylerdir. Erdemlerinden ötürü değerli sayılan bir adamın değeri bir teneke zeytinyağının değerinden baĢka olduğu gibi. Değer bir kullanma iĢi değil, bir değiĢtirme iĢidir. Çünkü iki nesnenin değer bakımından eĢit oldukları söyleyebilmek için bunların kullanma değeri olarak farklı olmaları gerekir. Birbirini aynı olan iki nesnenin değiĢtirilmesi söz konusu olamayacağından ancak ve sadece kullanma bakımından farklı olan değerlerdir. Ki değiĢtirme bakımından eĢit olabilirler. Öyleyse bir kilo pirinçle 250 gram kahve birbirlerine karĢı ve fakat bir Ģeye eĢittirler. Bütün nesnelerde ortak olan bu üçüncü Ģey, o nesneleri meydana getiren insan emeğidir. Nesnelerin içine katıĢan bu emek, kiĢisel bir emek değil, ortalama sosyal emektir. Değerinin belirlenmesi bir piyasa, eĢit deyiĢle sosyal iliĢkiler söz konusudur (Hançerlioğlu 1993).

Hançerlioğlu‟nun değer kavramında üçüncü bir nokta olarak emek kavramını ortaya koyarak, bunun için sosyal iliĢkilerin olması gerektiğini belirtmiĢtir. Gerçektende emeğin ve sosyal iliĢkilerin olduğu değerleri Ģöyle sıralayabiliriz:

• Değer üretmek, değerli olmayı hissetmek ve hissettirmektir. • Değer üretmek, saygı duymaktır.

• Değer üretmek, fark etmektir. • Değer üretmek, kıymet bilmektir.

• Değer üretmek, iyi bir iletiĢimci olmaktır. • Değer üretmek, sevmek ve sevilmektir. • Değer üretmek, ferah bir nefes gibidir. • Değer üretmek, değerlidir.

• Değer üretmek, Genç olmaktır.

Şekil

Çizelge 1. Güvenilirlik Analizi

Referanslar

Benzer Belgeler

Sustainable Development Goals) erişilebilmesi için 2020 öncesinde Dünya Bankası tarafından yapılan bir hesap- lamaya göre 2030 yılına kadar 2,5 trilyon dolara ihtiyaç

Verilen Gönderme Emirleri Hesabı Tübitak Özel Hesaplarına İlişkin Gönderme Emirleri Hesabı BAP Özel Hesaplarına İlişkin Gönderme Emirleri Hesabı. Farabi

Türkiye 1996 Türkiye 2001 Türkiye 2008 Türkiye 2011 Arnavutluk Azerbaycan KKTC Kosova Fransa Hollanda İrlanda İtalya Malta İsveç Danimarka Norveç Britanya Bulgaristan Belarus

Hiçbir şekil ve surette ve her ne nam altında olursa olsun, her türlü gerçek ve/veya tüzel kişinin, gerek doğrudan gerek dolayısı ile ve bu sebeplerle uğrayabileceği

Türkiye, iklim değişikliğinden en çok etkilenen alanlardan biri olan Akdeniz Havzası’nda bulunan bir ülke olarak, Bir- leşmiş Milletler çatısı altında devam eden

Önce yandaki kelimeleri ardından cümleleri okuyalım, yazalım. Kaya Aykut Ayten

sürelere kadar ZP ölçümü yapılabileceğinden böylesi bir ilişkinin irdelenmesi mümkün olmuştur, fakat bu W/C oranları gerçek şartları yansıtmadığından dolayı

Kömür, petrol ve doğal gaz yerine güneş, rüzgâr, dalga gibi yenilenebilir alternatif enerji kaynaklarının kullanılması sera gazı salınımını azaltarak küresel