• Sonuç bulunamadı

KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ"

Copied!
145
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

NİSAN - HAZİRAN 2018 SAYI 80

KÜRESEL

İKLİM DEĞİŞİMİ

Prof. Dr. Veysel Eroğlu Mehmet Özhaseki Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Tayfun Kındap

Prof. Dr. Ömer Lütfi Şen Prof. Dr. H. Nüzhet Dalfes Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar Prof. Dr. Özlem Özçevik Prof. Dr. Levent Şaylan Prof. Dr. Kasım Koçak Dr. Öğr. Üyesi Barış Çaldağ Dr. Öğr. Üyesi Melis Oğuz Dr. Öğr. Üyesi Şafak Hengirmen Tercan Dr. Nuran Talu Dr. Ali Ümran Kömüşçü Dr. Bülent Sönmez Dr. İnci Tekeli Arş. Gör. Ayşe Akbulut Y. Müh. Atila Alpöge Selçuk Özdil Nafiz Güder

(2)
(3)

NİSAN-HAZİRAN 2018 | SAYI 80

...

Küresel Isınma ve İklim Değişikliği Prof. Dr. Veysel Eroğlu

Uluslararası Çalışmaların ve Sözleşmelerin Türkiye’nin İklim Değişikliği ve Şehircilik Politikalarına Yansımaları

Mehmet Özhaseki

Son Meteorolojik Olaylar ve İklim Değişikliği

Prof. Dr. Ömer Lütfi Şen, Prof. Dr. Tayfun Kındap, Prof. Dr. Mehmet Karaca İnsan Kökenli İklim Değişikliğinin Bilimi: Tarihsel Bir Bakış Prof. Dr. H. Nüzhet Dalfes

Geleceğimizi Biçimlendirmekte Olan Bir Süreç: Değişimden Dönüşüme Y. Müh. Atila Alpöge

Türkiye’nin Gözünden İklim Müzakerelerinin İçyüzü Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar

İklim Mücadelesinde Herkese Söz Hakkı Dr. Nuran Talu

İklimler Değişirken… İklim Değişikliği Şimdi ve Burada…

Selçuk Özdil

İklim Değişikliği ile Mücadelede Kentsel Dönüşüm ve ‘Yeşil Sertifikasyon Sistemleri’

Prof. Dr. Özlem Özçevik, Dr. Öğr. Üyesi Melis Oğuz, Arş. Gör. Ayşe Akbulut Doğa Koruma Perspektifinden İklim Değişikliği

Nafiz Güder

İklim Değişikliği İçin Sivil Diyalog Fırat’ta Tekneler Güneş Enerjisi İle Çalışıyor Dr. Öğr. Üyesi Şafak Hengirmen Tercan, Adnan Akyazıcı

İklim Değişikliğinin Tarıma Etkileri Dr. Bülent Sönmez, Dr. İnci Tekeli İklim Değişimi, Tarım ve Riskler

Prof. Dr. Levent Şaylan, Dr. Öğr. Üyesi Barış Çaldağ Tarımsal Üretimde İklim Değişimi Etkileri Özden Güngör

Kaos Teorisi: Belirsizlik Hava ve İklimin Doğasında Var Prof. Dr. Kasım Koçak

Küresel İklim Değişikliği Ahmet Köse

Dünya Meteoroloji Günü ve “İklim Değişikliği”

Prof. Dr. Ömer Lütfi Şen, Fatih Erol, Dr. Ali Ümran Kömüşçü İkinci Ulusal Antarktik Bilimsel Seferi Başarıyla Sonlandı

İklim Dostları V. İstanbul Karbon Zirvesi İçin İTÜ'de Bir Araya Geldi Borusan EnBW Enerji İklim Değişikliği İçin Yenilenebilir Enerji Üretimi Mehmet Acarla

İTÜ'den Haberler Genç Başarı Teknokent Dosyası İTÜ Vakfından Haberler Yayınlar

6 9 13 17 21 25 28 31 34

44 50 56

64 68 72 90 92 94 96 120 124 133 137 143 60 40

İmtiyaz Sahibi:

İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca Yayın Kurulu:

Prof. Dr. Sinan Mert Şener (Başkan) Prof. Dr. Şebnem Burnaz

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Karaca Yrd. Doç. Dr. Gülsen Uçarkuş Birol Çetinkaya

Şule Gökçe Enginarlar Kenan Mete

Hatice Yazıcı Şahinli Yazı İşleri Müdürü /Editör:

Hatice Yazıcı Şahinli Yayın Koordinatörü:

Kenan Mete Grafik Uygulama:

Murat Beşiktaş Gizem Çinik Katkıda Bulunanlar:

Prof. Dr. Gülname Turan Gizem Çağrı Varlı, Osman Keskin Münevver Çakırtaş, Bartu Akın, Ersan Göktaş, Melike Kuş

Fotoğraf: Engin Yıldırım, Onur Girit Yönetim Yeri:

İTÜ Vakfı Merkezi

İTÜ Maçka Yerleşkesi 80394 Teşvikiye / İSTANBUL

Tel: 0212 291 34 75 – 230 73 71 Faks: 0212 231 46 33

Baskı:

Saner Basım Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti.

Maltepe Mah. Litrosyolu Sok.

2. Matbaacılar Sitesi No:2/4 2BC3/4 Zeytinburnu - İstanbul

Tel: 0212 674 10 51-52-53 Yayın Türü:

Yaygın, Süreli

E-posta: basin@ituvakif.org.tr www.ituvakif.org.tr

Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar yazarlarının görüşünü yansıtmaktadır. Dergiyi ve Yayın Kurulunu bağlayıcı nitelik taşımaz.

İTÜ Vakıf Dergisinde yayımlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak belirtilmek koşulu ile alıntı yapılabilir.

Görsel kullanımı: shutterstock

VAKFI DERGİSİ

(4)

OTAM, İstanbul Teknik Üniversitesi Otomotiv ekibinin yarım asırı aşan tecrübesi ve kendi profesyonel kadrosunun bilgi ve enerjisi ile araç ve güç aktarma organları, titreşim ve akustik, dayanım ve ömür testleri alanlarında mühendislik çözümleri sunmaktadır.

Taşıt ve Motor Performans / Emisyon faaliyetleri kapsamında; İTÜ Otomotiv Taşıt Test ve Motor Test Laboratuvarlarında içten yanmalı motorların geliştirilmesi, kalibrasyon, güç-performans testleri, kirleticilerin ölçüm ve analizleri, yakıt ve yağ performans test ve geliştirme projeleri alanlarında hizmet vermektedir.

Güç aktarma organları ve motor testlerinin yanı sıra araç performans seviyesi, yakıt tüketimi, yağ ve katkı testleri gerçekleştirilebilmekte, ölçüm sonuçlarına göre analiz ve geliştirme projeleri hayata geçirilebilmektedir.

Titreşim ve Akustik faaliyetleri kapsamında; İTÜ Otomotiv Yarı Anekoik Oda ve Şasi Dinamometresinde standart testler, projeler ve ölçümlerin yanında firmaların titreşim ve akustik alanında ihtiyaç duyduğu özel çözümleri karşılayacak yönde Ar-Ge çalışmaları gerçekleştirilebilmektedir.

Dayanım / Ömür faaliyetleri kapsamında; İTÜ Otomotiv Hidromekanik Test Laboratuvarında standart testler, projeler ve ölçümlerin yanında firmaların parça, araç, sistem dayanımı ve ömrü ile ilgili ihtiyaç duyduğu özel çözümleri karşılayacak yönde Ar-Ge çalışmaları gerçekleştirilebilmektedir.

OTAM, deneyimli kadrosu ve teknik altyapısı ile homologasyon danışmanlığı ile de otomotiv sanayiine hizmet vermektedir.

OTAM çalışmaları; otomotiv kuruluşlarına projelendirme, test ve onay konuları ile ilgili çözüm ve dokümantasyon sağlamakla ilgili danışmanlık faaliyetlerini içermektedir.

OTAM kuruluşundan bu yana sanayi ve kamu kuruluşları ile birlikte 100’den fazla Ar-Ge projesini başarıyla tamamlamıştır.

(5)

Değerli Okurlar,

Nüfus artışı, sanayileşme ve buna bağlı ekonomik gelişmelerin bir sonu- cu olarak, gezegenimizin özellikle son iki yüzyıl içinde uğradığı değişim nedeniyle, bugün küresel çevre sorunu ‘iklim değişimi’ gerçeği ile karşı karşıyayız.

Kaynakların aşırı tüketimi ve çevresel kirliliğin, ekosistemleri gezegen kapasitesinin sınırına getirdiği ve yıkıcı sonuçlara doğru ilerlemekte ol- duğumuz gerçeği, bilim insanları tarafından her gün farklı boyutlarıyla gündeme taşınıyor.

Binlerce bilim insanının çalışmalarıyla oluşturulan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporlarının, iklim değişikliğinin nedenleri, yarat- tığı etkiler ve yapılması gerekenler konusunda söyledikleri tüm dünyada belirleyici önem taşıyor. Son IPCC raporuna göre, içinde yaşadığımız Ak- deniz Havzası bu değişimden en fazla etkilenecek, en kırılgan bölgelerin başında geliyor.

Tüm toplumları çözüm üretmeye zorlayan bu süreci yavaşlatmak veya etkilerini azaltmak üzere, hükümetlerarası girişimler ve diğer oluşumlarla anlamlı çabalar içine girilmiş olsa da bireysel farkındalıklar ve sivil örgüt- lenmeler bu tehlikeye karşı dirençli bir yaşam biçimi oluşturulmasında büyük önem taşıyor.

Bu sayımızda, mevcut sosyo-ekonomik eğilimler ve doğal kaynakların kullanım biçimi değiştirilmediği takdirde, yakın gelecekte çevre ve insan için geri döndürülemez sonuçlara yol açacak iklim değişimine, değişimin Türkiye’ye etkilerine, bu bağlamda yürütülmekte olan uyum ve önleme çalışmalarına dikkat çekmek istedik. Konu ile ilgili bakan ve bürokratlar, çok sayıda akademisyen, uzman ve fikir insanları yazıları ile dosyamıza katkıda bulundular.

Dosyamızın yazarları arasında; Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, çevre ve iklim değişimi alanında yaşanan problemler için ulusal düzeyde somut çözümler geliş- tirilmesi yönündeki çalışmaların yanında; uluslararası anlaşmalara imza atılarak, ülkemizin üzerine düşen görevi ve sorumlulukları yerine getirme- ye yönelik istekliliğini ortaya koyduğuna ve bu anlaşmaların gereklilikleri çerçevesinde çalışmalarını sürdüreceklerine dikkat çekiyorlar. İklim Deği- şikliği Başmüzakerecisi Mehmet Emin Birpınar, müzakere odalarındaki yoğun ve yüksek tansiyonlu diplomatik çabaları “Türkiye’nin Gözünden İklim Müzekerelerinin İçyüzü” başlıklı yazısında ilgi çekici, bilgilendirici şekilde yansıtıyor.

İklim ve atmosfer bilimleri dalında İTÜ’nün önde gelen akademisyenlerin- den Prof. Dr. Ömer Lütfi Şen, Prof. Dr. Tayfun Kındap ve Prof. Dr. Mehmet Karaca kavramsal olarak iklim ve iklim değişkenliği, güncel meteorolojik olayların yorumu, fosil yakıt kullanımı başta olmak üzere atmosfere etki eden unsurları ve iklim projeksiyonlarını değerlendiriyorlar.

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı uzmanları Dr. Bülent Sönmez, Dr.

İnci Tekeli, Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör, İTÜ’den Prof. Dr. Levent Şaylan ve Dr. Öğr.Üyesi Barış Çaldağ, iklim değişiminin tarıma etkileri konusuna odaklanıyorlar.

Prof. Dr. Nüzhet Dalfes, “İnsan Kökenli İklim Değişikliğinin Bilimi: Tarih- sel Bir Bakış” başlıklı yazısında, yerbilimciler için bu konunun aslında hiç de yeni olmadığını, ilk ‘kaygı tohumlarının’ 19. yüzyılda atıldığını be- lirterek sürecin 100 yılı aşkın bilim serüvenini teknik ayrıntılara girmeden hikaye ediyor; arka planda da gezegenimizin geleceği konusunda bi-

lim üretiminin genelde teknoloji, özelde de bilişim teknolojisi ile olan sinerjisini aktarıyor.

Dünyada çevre ve iklim konusundaki güncel gelişmeleri Ekogazete kanalında duyarlılıkla ve farkındalık oluşturan yazılarıyla aktaran Atila Alpöge, “Geleceğimizi Biçimlendirmekte Olan Bir Süreç: Değişimden Dönüşüme” başlıklı yazısında, moderniteyle sanayi devriminin ürünü olan bu sorunun çözümü için köklü bir “dönüşüm” sorunsalıyla karşı karşıya olduğumuza vurgu yapıyor; kaygılandırıcı sonuçlar ve umut verici uygulamalardan örneklere değiniyor.

ÇEDBİK Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Özdil, iklim değişimiyle mü- cadelede sürdürülebilir kentlerin önemi ve bilinçli kent yöneticilerinin sorumluluklarına dikkat çekerek, yüksek verimlilikte binalarda karbon salımlarını sıfırlamayı hedefleyen çalışmaları aktarıyor.

Dr. Nuran Talu, Paris Anlaşması ile ilgili değerlendirmelerde buluna- rak, bugün ve gelecek nesillerin yaşam kalitesini tehdit eden iklim değişimi ile mücadelenin mutlaka kooperatif bir çalışma dinamiğine ihtiyaç duyduğunu belirtiyor, bu mücadelede bugüne kadar olmadı- ğı ölçüde motivasyonu güçlendiren devlet dışı aktörlerin oluşturduğu platformların çalışmalarından örnekler sunuyor.

Prof. Dr. Özlem Özçevik, Dr. Öğr. Üyesi Melis Oğuz ve Arş.Gör. Ayşe Akbulut’un hazırladığı yazı, Türkiye’de kentsel dönüşüm hareketleri ile tartışılagelen sürdürülebilir gelişme problemine akıllı, inovatif, güncel- lenebilir ve izlenebilir bir çözüm önerisi olan yeşil bina ve yerleşim sertifikasyon sistemlerinin, küresel iklim değişikliği ile mücadelede ortak hareket edebilecek bir çözüm aracı olduğunu ortaya koyuyor.

İTÜ Gaziantep Mezunlar Derneği’nin liderlik yaptığı “İklim Değişikli- ği İçin Sivil Diyalog” projesini ve bu kapsamda hayata geçirilen ça- lışmaları Dr. Öğr.Üyesi Şafak Hengirmen Tercan ve Adnan Akyazıcı dergimize aktardılar. Nafiz Güder ise “Doğa Koruma Perspektifinden İklim Değişikliği” başlıklı yazısında, iklim değişikliği ile mücadelede WWF- Türkiye’nin çalışmalarından bir kesit sunuyor.

İTÜ Meteoroloji Bölümünden Prof. Dr. Kasım Koçak’ın yazısında hava ve iklim tahmini kaotik bir bakış açısı ile ele alınıyor, küresel ısınmanın bu çerçeveye eklenmesi durumunda ortaya çıkması muhtemel du- rumlara dikkat çekiliyor. Meteoroloji Mühendisleri Odası 2. Başkanı Ahmet Köse ise iklim değişiminin etkilerine değiniyor, Meteoroloji Mü- hendisleri Odası’nın amaç ve çalışma alanları hakkında bilgi aktarıyor.

Prof. Dr. Ömer Lütfi Şen, Dr. Ali Ümran Kömüşçü ve Fatih Erol’un İTÜ’deki “Dünya Meteoroloji Günü”nde yaptıkları; İstanbul İçin İklim Değişimi Senaryoları, İstanbul İklim Değişimi Eylem Planı ve 2017 Kü- resel İklim Değerlendirmesi başlıklı sunumlarını da dosyamıza aldık.

İklim değişiminin etkilerine karşı duyarlı bir çalışma örneği olarak;

%100 yeşil enerji tedarik ettiğini belgeleyen ilk Türk enerji şirketi Bo- rusan EnBW Enerji Genel Müdürü Mehmet Acarla’dan gelen yazı, şirketin bu yöndeki çalışmalarını özetliyor.

İTÜ, İTÜ ARI Teknokent ve İTÜ Vakfından güncel haber ve gelişmeler de yine bu sayımızda...

Önümüzdeki sayıda kapak konusu olarak belirlediğimiz “Savunma Sanayi Teknolojileri” dosyamıza İTÜ’lülerin katkılarını bekliyoruz.

Saygılarımızla, Yayın Kurulu

(6)

D O S YA KÜRESEL

İKLİM

DEĞİŞİMİ

(7)

İ

klim değişikliğibugün dünyada karşılaştığı- mız küresel ölçekte en büyük meselelerden birisi olarak ifade edilmektedir. Bugün gelinen nokta itibariyle iklim değişikliği; fiziksel ve tabii çevre, şehir hayatı, kalkınma ve ekonomi, tek- noloji, insan hakları, tarım ve gıda, temiz su ve sağlık olmak üzere hayatımızın her safhasını et- kilemekte ve yönetimlerin bu konularda çözüm çabalarını artırmalarını mecburi kılmaktadır.

Atmosferdeki karbondioksit ve öteki sera gazı birikimlerinde sanayi inkılâbından son- ra başlayan hızlı büyüme temayülüne paralel olarak, küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında belirgin bir artış eğilimi gözlenmektedir.

Özellikle son yıllarda kendini göstermeye başlayan küresel ısınma ve buna bağlı değişen iklim şartları da buna eklendiğinde dünyadaki su kaynakları üzerindeki mevcut baskı daha da artmaktadır.

Kaynaklar ne kadar fazla olursa olsun planlı bir su yönetimi sergilenmediği sürece sı-

kıntı yaşanması kaçınılmazdır. Bu anlayışla su potansiyelimizden teknik ve ekonomik şartlar çerçevesinde en üst düzeyde faydalanmaya çalışmaktayız.

İçme, kullanma ve sanayi suyu temini, zirai sulama, taşkın zararlarından korunma ve hidroelektrik enerji üretimi konularında kaynakların dikkatli kullanımı ve sağlanacak denge muhtemel bir su sıkıntısı riskini asgari düzeye indirmektedir.

Su kaynaklarımızın son damlasına kadar değerlendirilmesi adına bütün kamu kurum ve kuruluşlarının koordinasyon içerisinde yürüttüğü titiz çalışmalar devam etmektedir.

Ancak kaynakların maksimum düzeyde kul- lanımı yalınızca kamunun alacağı tedbirlerle sağlanamayacaktır. Bunun için sivil toplum kuruluşlarının ve basının üzerine de büyük vazifeler düşmektedir.

Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen yıllık su miktarına göre ülke- miz su azlığı yaşayan bir ülke konumun- dadır. Dolayısıyla Türkiye’nin gelecek ne- sillerine sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi için kaynaklarını çok iyi koruyup, akılcı kul- lanılması gerekmektedir. Herkes bu şuurla hareket edip, suyu tasarruflu kullanmalı- dır. Suyun, tabiatta alternatifi olmayan tek kaynak olduğunu unutmamalı ve vatandaş olarak üzerimize düşen vazifeleri yerine getirmeliyiz.

Prof. Dr. Veysel Eroğlu

Orman ve Su İşleri Bakanı

Türkiye’nin, sera gazı emisyonlarının azaltılması konusunda 2012 sonrasına kadar herhangi bir sayısal azaltım yükümlülüğü olmadığı halde, bütün sektörlerde kapsamlı çalışmalar başlatılmış, enerji, ulaştırma, atık, tarım, ormancılık ve arazi kullanımı

sektörlerinde birçok azaltım politikası uygulamaya konmuş, gerekli mevzuat çalışmalarına hız verilmiş, bu çerçevede birçok birincil ve ikincil yasal düzenleme yürürlüğe girmiştir…

Küresel Isınma ve İklim Değişikliği

KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ

(8)

projesi ile 42 milyon vatandaşımıza içme suyu temin ettik.

Su varsa hayat var. Su yoksa zaten ha- yat yok, her şey sudan yaratıldı. Bunun için Türkiye’de suyu çok iyi yönetmek mecbu- riyetindeyiz.

Yenilenebilen bir tabii kaynak olan or- manlar, küresel iklim değişikliği ile müca- delede anahtar role sahiptir. Ülkemiz ağaç- landırma ve ormancılık alanında son 15 yılda büyük bir hamle gerçekleştirdi. Bütün dünyada orman alanları azalırken ülkemiz, orman varlığını alan ve servet olarak artı- ran nadir ülkelerden biri oldu. Son 15 yılda orman alanımızı 1,5 milyon hektar artırarak 20,8 milyon hektardan 22,3 milyon hektara ulaştırdık. 4 milyar 39 milyon fidanı toprak- İçme suyu temini konusundaki en büyük

sıkıntı şehirlerde yaşayan nüfusun hızlı artışı ve su kayıp kaçaklarının fazlalığıdır. Şehirlerde nüfus yoğunluğunun artması, su kaynakları üzerinde ciddi baskı yaratmaktadır. Bu sebeple Orman ve Su İşleri Bakanlığı olarak şehirlerimi- zin içme suyu meselelerini uzun vadeli olarak çözmek adına İçme Suyu Eylem Planını hayata geçirdik. Şehirlerimizin 2040, 2050 ve 2071 yıl- larını planladık.

İl merkezlerinde su temini için geliştirilen projelerde, kaynaktan şehre verilen suyun sağlıklı ve yeterli bir şebeke ile kullanıcıya iletil- mesinin, teknik ve ekonomik açıdan verimli ola- bilmesi için civar yerleşimlerin de ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde havza bazında çalışmala- ra başlanmış ve böylece su temin sistemlerin- de bütünlük sağlanması hedeflenmiştir.

İller bazında yakın orta ve uzak vadede su ihtiyacı tespit edilmiş ve su sıkıntısı çekeceği öngörülen şehirlerde acil eylem planları uygu- lanmaya başlanmıştır. Bu çalışmalar neticesin- de 81 il merkezinde mevcut olan ve gelecekte ihtiyaç duyulacak içme, kullanma ve sanayi suyu miktarları ayrı ayrı belirlenmiştir. Son 15 yılda işletmeye aldığımız 207 adet içme suyu

la buluşturduk. Bugün ülkemizin %28,6’sı ormanlarla kaplıdır. 2023 yılı sonuna kadar bu oranı %30’a çıkaracağız. Sulak alanlar, biyolojik çeşitliliğin en yüksek olduğu eko- sistemlerdir. Pek çok tür ve çeşitteki canlı- lar için uygun beslenme, üreme ve barınma ortamıdır. Su kaynaklarımızı ve sulak alan- larımızı akıllı yönetmek ve verimli kullan- mak mecburiyetindeyiz.

Sulak alanların havada büyük oranda bulunan sabit karbonun tutulma ve salınma- sı vasıtasıyla küresel iklim değişiminde çok önemli rolü vardır. Özellikle turbalık ve or-

Orman ve Su İşleri Bakanlığı

olarak şehirlerimizin içme suyu meselelerini uzun vadeli olarak çözmek adına İçme Suyu

Eylem Planını hayata geçirdik.

Şehirlerimizin 2040, 2050 ve 2071

yıllarını planladık.

(9)

ülkelerin düşük karbonla kalkınma stratejisi geliştirmelerini öngördüğü, gelişmiş ve ge- lişmekte olan ülkeler için ayrı ayrı azaltım yöntemlerinin tanımlandığı önemli bir an- laşma olarak kayda geçmiştir. Bu anlaşma ile önemli bir adım atılarak; ülkemiz, 2012 sonrasına ilişkin yeni iklim rejimi müzakere- lerinde ekonomik ve sosyal göstergeleri çer- çevesinde kurulacak sistemden daha fazla faydalanma şansını müzakere etme imkânı sağlamıştır.

Türkiye’nin, sera gazı emisyonlarının azaltılması konusunda 2012 sonrasına kadar herhangi bir sayısal azaltım yükümlülüğü ol- madığı halde, bütün sektörlerde kapsamlı manlık sulak alanlar karbon emicileri olarak

çok büyük öneme sahiptirler.

Bakanlık olarak sulak alanlarımızın ar- tırılmasına ve korunmasına büyük önem veriyoruz. Yaşanabilir bir dünya için sulak alanlarımızı tescil ederek koruyoruz. Yöne- tim planları yapıyoruz, plansız sulak alan bırakmıyoruz. Tescilli sulak alanlarımızın sa- yısını 67’ye, alan olarak da 8.133.320 deka- ra ulaştırdık. Manyas, Seyfe, Sultansazlığı, Beyşehir, Bafa ve Avlan gibi sulak alanları- mızı eski güzel günlerine kavuşturduk.

Çevreci bir akademisyen olarak, gelmiş geçmiş en çevreci hükümet olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim. 26 Ağustos 2009 tarihinde Kyoto Protokolü'ne resmen taraf olduk. Meksika’nın Cancun şehrinde 29 Kasım - 11 Aralık 2010 tarihlerinde düzen- lenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 16. Taraflar Kon- feransı’na ülkemizi temsilen bendenizin başkanlığında ilgili kurumların üst düzey uzmanlarından oluşan bir heyet ile katılım sağladık.

Konferans neticesinde “Cancun An- laşması” onaylanmıştır. Cancun Anlaşması 2012 sonrası düzenin oluşturulmasında ana çatının kurulduğu, yeni iklim fonlarının tanım- landığı, gelişmiş ve gelişmekte olan bütün

çalışmalar başlatılmış, enerji, ulaştırma, atık, tarım, ormancılık ve arazi kullanımı sektörle- rinde birçok azaltım politikası uygulamaya konmuş, gerekli mevzuat çalışmalarına hız verilmiş, bu çerçevede birçok birincil ve ikin- cil yasal düzenleme yürürlüğe girmiştir.

HES projeleri, enerji kaynakları içerisinde en az karbondioksit salınımı veren kaynaktır.

Son 15 yılda yeterli seviyede elektrik enerjisi üretim kapasitesinin oluşturulmasına, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesine, yenilene- bilir enerji kaynaklarına, üretim ve dağıtım tesislerinin özelleştirilmesine önem verdik.

Devreye aldığımız HES’ler sayesinde kar- bondioksit (CO2) salınımını engellemiş oluyo- ruz. HES’ler, yılda yaklaşık 1,9 milyar ağacın sağladığı temiz havaya eşdeğer bir katkıda bulunuyor.

AB müzakerelerinde “Çevre Faslı”, Tür- kiye’nin açılış kriterlerini yerine getirmesi üzerine, 21 Aralık 2009 tarihinde İsveç’in AB Dönem Başkanlığında müzakereye açılmıştır.

Atıksu arıtma tesis ve düzenli depolama tesis sayılarını 2002 yılına göre %80- 90 se- viyesinde artırdık.

Netice olarak bizlere emanet edilen bu vatanın daha yaşanabilir bir çevreye kavuşmasını sağlamak için birlikte gayret etmeliyiz.

Yenilenebilen bir tabii kaynak olan ormanlar, küresel iklim değişikliği ile mücadelede anahtar role sahiptir.

Son 15 yılda orman alanımızı 1,5 milyon hektar artırarak 20,8 milyon

hektardan 22,3 milyon hektara ulaştırdık. 4 milyar 39 milyon fidanı

toprakla buluşturduk. Bugün ülkemizin %28,6’sı ormanlarla kaplıdır. 2023 yılı sonuna kadar bu

oranı %30’a çıkaracağız.

(10)

bu havza kapsamında gerçekleşmesi ön- görülen iklim değişikliğine bağlı çevresel ve iklimsel değişimler ülkemizde de görülmeye başlanmıştır. Bölgede genel olarak sıcaklık- ların ortalama 2-3°C civarında artacağı, ya- ğışların ise önemli ölçüde azalacağı öngörül- mektedir. Bu bakımdan Bakanlık olarak iklim değişikliği başta olmak üzere çevreye ilişkin sorunların çözümüne yönelik olarak yoğun çalışmalarımız devam etmektedir.

Uluslararası saygın bilim kuruluşlarının da önemle vurguladığı gibi, iklim değişikliği problemine insan faaliyetleri sonucu atmos- fere salınan sera gazları sebep olmaktadır.

Küresel ısınmaya neden olan insan faaliyet-

G

ünümüzde iklim değişikliği başta olmak üzere çevre sorunları dünya gündeminde en üst sıralarda yerini korumaktadır. Gerek dünyanın farklı ülkele- rinde ve gerekse ülkemizin farklı kentlerinde yaşadığımız aşırı hava olayları, seller, kuraklık ve orman yangınlarıyla iklim değişikliği soru- nunun günlük yaşantıya olan etkilerinin gö- rülmeye başlanmış olması, bu konuda gerek ülkemizin ve gerekse uluslararası toplumun farkındalığını en üst düzeye taşımış durum- dadır.

AK Parti Hükümetleri döneminde çevre ve iklim değişikliği alanında yaşanan söz konusu problemler için ulusal düzeyde so- mut çözümlerin geliştirilmesi doğrultusunda çalışmalar gerçekleştirilmesi yanında, ulus- lararası alanda da önemli anlaşmalara imza atılmış ve ülkemizin çevre alanında üzerine düşen görevi ve sorumlulukları yerine getir- meye yönelik istekliliği ortaya konulmuştur.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Pane- li’nin (IPCC) Değerlendirme Raporlarında da belirtildiği gibi ülkemiz iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgeler arasında yer alan Akdeniz Havzasında yer almaktadır ve

lerinin özellikle şehirlerde yoğunlaştığı göze çarpmaktadır. Bu nedenle şehirler, iklim de- ğişikliğine ilişkin çalışmaların sonuç vermesi açısından hayati öneme sahiptir. Günümüz- de dünya nüfusu 7 milyar kişiye ulaşmıştır.

Küresel çapta bu nüfusun %50’si şehirler- de yaşamaktadır. 2025 yılında bu oranın % 65’e ulaşacağı tahmin edilmektedir. Şehirler dünyadaki enerji tüketiminin ve küresel sera gazı emisyonlarının %75-%80’ininden so- rumludur. Dolayısıyla çevreye ilişkin çalışma- ları ve özellikle iklim değişikliği ile mücadele çalışmalarını şehirler üzerine yoğunlaştırmak günümüzde elzem hale gelmiştir. Son yıllar- da gerçekleştirilen uluslararası çalışmalar-

Uluslararası Çalışmaların ve Sözleşmelerin

Türkiye’nin İklim

Değişikliği ve Şehircilik Politikalarına Yansımaları

Mehmet Özhaseki

Çevre ve Şehircilik Bakanı

Dünyanın ortalama sıcaklığını 2 santigrat dereceden çok artmasının önlenmesinin hedeflendiği ve sera gazı emisyonlarının azaltılması için küresel çapta çok güçlü çabalara ihtiyaç olduğu bir dönemde sürdürülebilir çözümlerin katkısı ve gerekliliği ortadadır.

Bütün devletler için olduğu kadar ülkemiz için de karbonsuz bir

dünyaya nasıl bir uyum sağlanacağı hususu ülkelerin gelecekteki

ekonomik rekabet edebilirliğini ve vatandaşları için oluşturacağı

refahı belirleyecektir. Bu aynı zamanda gelecek kuşaklara karşı da

sorumluluğumuzdur…

(11)

çözümünde ön planda tutulması gerekti- ğinin altının çizildiği ve ülkemizin de katılım ve katkı sağladığı uluslararası çalışmalardır.

Özellikle iklim değişikliği konusundaki ça- lışmalarımız ise üyesi olduğumuz Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde çalışmaları de- vam eden Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli (IPCC), Viyana Sözleşmesi, Montreal Protokolü, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği da iklim değişikliği konusunun kentlerle bir

arada ele alınması gerektiğinin vurgulandığı göze çarpmaktadır. 25-27 Eylül 2015 tarihleri arasında düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde kabul edilen 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefle- ri kapsamında yer alan sürdürülebilir yerleş- melere, iklime, enerji, sağlık, denizler, sağlıklı suya erişim ve gıda güvenliğine ilişkin hedef- ler bir arada ele alındığında; aslında iklim değişikliği konusunun diğer hedefleri kesen, ortak bir alan olduğu açıkça görülmektedir.

Çünkü iklim değişikliği nedeniyle yaşanan olumsuzluklar insanların 2030 hedefleri kap- samında ulaşılmak istenilen iyi durumuna erişmesinde gecikmelerin ve sorunların ya- şanmasına neden olacak niteliktedir. Benzer biçimde kentlerin özellikle iklim değişikliği başta olmak üzere, sorunlarına çözüm yol- larının ele alındığı ve ülkemizin de yine Ba- kanlığım koordinasyonunda katılım sağladığı 17-20 Ekim 2016 tarihleri arasında Ekva- tor’un Kito şehrinde gerçekleştirilen BM HA- BİTAT-III Konferansı sonucunda kabul edilen

“Kito Deklerasyonu ve Yeni Kent Gündemi”

ele alınması gereken diğer önemli bir ulusla- rarası dokümandır. Bu belgede 2030 Sürdü- rülebilir Kalkınma Gündemi ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ile uyumlu bir biçimde kentlerde demografik, çevresel, ekonomik, mekânsal ve sosyal eğilimlerin, fırsat ve güç- lüklerin önemle ele alınması gerektiğinin ifa- de edildiği görülmektedir.

Görüldüğü gibi her iki doküman da ye- relin ve kentlerin öneminin vurgulandığı, ik- lim değişimi ve diğer çevresel problemlerin

Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS), Kyoto Pro- tokolü ve Paris İklim Anlaşması kapsamın- da yürütülmektedir. Söz konusu uluslararası sözleşmelerin müzakerelerinde ülkelerin eşit söz hakkı bulunmakta ve toplantılara Bakan- lığım koordinasyonunda katılım sağlanarak;

ülkemizin âli menfaatleri savunulmaktadır. Bu toplantılardaki tutumumuz ve ülkemizin iklim değişikliği politikası, ülkemizdeki farklı ba- kanlıklardan ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan 19 üyeli İklim Değişikliği ve Hava Yö- netimi Koordinasyon Kurulu tarafından tespit edilmektedir.

Uluslararası sözleşmeler özelinde konu ele alındığında malumunuz olduğu üzere, özellikle ozon tabakasını incelten maddelerin azaltılmasına ilişkin 1985 yılında kabul edilen Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viya- na Sözleşmesi ve sözleşmeyi takiben, ozon tabakasını incelten maddelerin kullanımının ve üretiminin kontrol altına alınmasını sağla- mak üzere, 1987 yılında kabul edilen Ozon Tabakasını İncelten Maddelere Dair Montreal Protokolü, çevre konusunda oluşturulmuş en başarılı çok taraflı anlaşmalar olarak kabul

1987 yılında kabul edilen Ozon Tabakasını İncelten Maddelere Dair Montreal Protokolü, çevre konusunda oluşturulmuş en başarılı çok taraflı anlaşmalar olarak kabul edilmektedir. 197 ülkenin taraf olduğu Montreal

Protokolü, BMİDÇS’nin oluşturulmasına iyi bir örnek

sağlaması bakımından da önemli bir dönüm noktası

teşkil etmiştir.

Bakan Özhaseki Fas'ta...

(12)

kesmeden devam edecektir. Bu çalışmalar, aynı zamanda küresel iklim değişikliği çalış- malarına da önemli katkılar sağlamaktadır.

Ülkemizin iklim değişikliğiyle mücadele alanında yol haritası niteliğindeki Ulusal İk- lim Değişikliği Strateji Belgesi Başbakanlık Yüksek Planlama Kurulu tarafından onayla- narak 3 Mayıs 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Ulusal İklim Değişikliği Strate- edilmektedir. 197 ülkenin taraf olduğu Mont-

real Protokolü, BMİDÇS’nin oluşturulmasına iyi bir örnek sağlaması bakımından da önem- li bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Ülkemizin 1991 yılında taraf olduğu Montreal Protokolü ile ilgili ulusal ve uluslararası çalışmaların iz- lenmesi Bakanlığım koordinasyonunda ger- çekleştirilmektedir. Ülkemiz de ozon tabaka- sının korunması için taraf ülkelerin çabalarına ortak olmuş ve ilgili tüm sektörlerin katkıları ile başarılı çalışmalara imza atmıştır. Türkiye, ozon tabakasını incelten maddeleri kontrol altına alan Montreal Protokolü’nün uygulan- masında yürüttüğü başarılı çalışmalar sonu- cunda Avrupa ve Orta Asya Bölgesel Ozon Ağı tarafından her 2 yılda bir verilen Ozon Tabakasını Koruma Onur Madalyasına 2012, 2014 ve 2016 yıllarında layık görülmüştür.

Bakanlığım ozon tabakasını incelten madde- lerin azaltılmasına yönelik çalışmalarına hız

jisinin uygulamaya konulması amacıyla sera gazı emisyonu kontrolü ve iklim değişikliğine uyum konusunda 2011-2023 yıllarına yöne- lik stratejik ilkeleri ve hedefleri içeren İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı (İDEP) hazır- lanmış ve 2011 yılının Temmuz ayında uy- gulamaya konulmuştur. Türkiye uluslararası düzeyde de iklim değişikliği alanında somut katkılar vermeye devam etmektedir. BMİ- DÇS’ye sunduğu ulusal katkısı ile sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar %21’e varan oranda artıştan azaltmayı taahhüt etmiştir. Bu rakam, 2030 yılına kadar Türkiye’nin enerji üretimi, sanayi, tarım, atık, binalar, ulaştırma ve ormancılık sektörlerinde gerçekleştirmeyi hedeflediği politikaların emisyon azaltım etki- sini ortaya koymaktadır. Bu hedefi başardığı- mızda, Türkiye 2030 yılında 246 milyon ton;

2012-2030 yılları arasında toplam 18 yılda 1 milyar 900 milyon tondan fazla sera gazı emisyonu önlenmiş olacaktır.

Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade et- tikleri gibi; ülkemizin iklim değişikliği alanında yürütmekte olduğu müzakerelerde ortak fa- kat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreli ka- pasiteler prensibi içerisinde ve özel koşulları doğrultusunda; iklim değişikliğine uyum ka- pasitesinin artırılmasında finansman kaynak- larından yararlanılmasına ek olarak, teknoloji ve kapasite geliştirme desteklerinin sağlan- ması önem taşımaktadır. Bu hususların Paris İklim Anlaşması'nın Meclise getirilmesi için ön koşul olarak ortaya konulmasının temel sebe- bi budur. Çünkü bu sayede iklim değişikliği alanında ülkemizde kapasite artışı gerçek- leştirilebileceği gibi, ülkemiz bu alandaki son teknolojiden faydalanabilecek ve en önemlisi de bütün bunları gerçekleştirebilmek için ye- terli maddi olanaklara da sahip olabilecektir.

Paris İklim Anlaşması dikkatle ele alındı- ğında görülebilecek bir diğer husus, özellikle 2030 BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ile uyum içerisinde; kentlerden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliği ile mücadele edilmesine yönelik tedbirler üzerinde durulmasıdır. Paris İklim Türkiye küresel iklim

değişikliği ile mücadelede yerini alarak; Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİDÇS) 2004 yılında, Kyoto Protokolü’ne ise 2009 yılında taraf olmuştur.

Türkiye; iklim değişikliği ile mücadelede tarihi dönüm noktası olan Paris İklim Anlaşmasına ise 22 Nisan 2016’da imza atmıştır.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) üyesi olan Türkiye, gelişmiş ülkelerle birlikte, 1992 yılında gerçekleştirilen Rio Konferansı’nın sonucu kabul edilen önemli uluslararası belgelerden biri

olan BMİDÇS’nin hem Ek-I hem de Ek-II listelerinde yer almıştır. BMİDÇS’nin amacını ve genel

prensiplerini desteklemekle birlikte, konumundan dolayı BMİDÇS’ye taraf olmayan Türkiye, bu konumunu değiştirmek üzere uzun süre mücadele vermiş; 2001 yılında Fas’ın Marakeş kentinde düzenlenen 7. Taraflar Konferansı sonucunda

“Türkiye’nin isminin Ek- II’den silineceği ve özel şartları tanınarak diğer EK-I ülkelerinden farklı bir konumda Ek-I’de yer alacağı” yönünde karar alınmasının ardından 24

Mayıs 2004 tarihinde BMİDÇS’ye, 26 Ağustos 2009 tarihinde ise Kyoto Protokolü’ne taraf olmuştur.

BMİDÇS Ek-I Tarafı olarak Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele etmek için politika geliştirmek ve uygulamak ile, mevcut sera gazı emisyonlarını ve emisyonlarla ilgili verileri BMİDÇS’ye bildirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Diğer taraftan Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nün Birinci (2008-2012) ve İkinci (2013-2020) Yükümlülük Döneminde sera gazı emisyon azaltım taahhüdü bulunmamaktadır.

Türkiye, ozon tabakasını incelten maddeleri kontrol altına

alan Montreal Protokolü’nün uygulanmasında yürüttüğü başarılı

çalışmalar sonucunda Avrupa ve Orta Asya Bölgesel Ozon Ağı tarafından her 2 yılda bir verilen Ozon Tabakasını Koruma Onur Madalyasına 2012, 2014 ve 2016

yıllarında layık görülmüştür.

(13)

le ve çevre koruma kapsamında ele alına- rak, daha temiz şehirler oluşturulmasını ve daha az doğal kaynak tüketen yeşil şehirler ve yenilenebilir enerji, eko-verimlilik, temiz üretim teknolojileri, akıllı şebekeler gibi uy- gulamalarla desteklenen akıllı şehirler imar edilmesini sağlamaktır.

Özellikle iklim değişikliği konusunda Pa- ris İklim Anlaşmasının ortaya konulduğu bu süreçte, düşük karbonlu rekabet gücünü mümkün kılacak olan bütün sektörel yakla- şımlar, ülkelerin kalkınmalarında önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye de bu doğrultuda uluslararası çalışmala- rı yakından takip etmektedir. Ülkemizde gerçekleştirilen faaliyetlerinin daha düşük karbonlu ve sürdürülebilir hale getirilmesi amacıyla üzerimize düşen sorumluluğun bilinci içerisinde çalışmalarımızı yürütmeye, politikalar tespit etmeye ve geleceğe yöne- Anlaşmasında iklim eylemine ilişkin isteklili-

ğin kentlerin de içinde olduğu paydaşlarca artırılmasının önemine ilişkin vurgu yapılmak- tadır. Bu kapsamda kentlerin de iklim deği- şikliğinin ele alınması ve iklim değişikliğine müdahale edilmesindeki önemli rollerinin altı çizilmiştir. Kentlerin bu konuda daha bütün- leşik yaklaşımlar geliştirmeleri ve sistematik davranmaları gerektiğine ilişkin bir vurgu söz konusudur.

Ülkemizin iklim değişikliğine uyum ka- pasitesinin geliştirilmesine yönelik yuka- rıda ifade edilen çalışmalar yanında, bu çalışmaların hayata geçirilmesini kolaylaş- tıracak yasal zemin de bir taraftan gelişti- rilmektedir. Şehirlerimizde Bakanlık olarak gerçekleştirdiğimiz bütün çalışmalarımızda temel hedefimiz; enerji, yapılaşma, arazi planlaması, atık yönetimi ile halk sağlığı gibi konuların iklim değişikliği ile mücade-

lik projeler geliştirmeye devam edeceğiz.

Bütün bunları gerçekleştirirken ülke olarak BMİDÇS, Paris Anlaşması ve 2030 Sür- dürülebilir Kalkınma Hedefleri, Yeni Kent Gündemi ve tarafı olduğumuz uluslararası anlaşmaların gereklilikleri çerçevesinde ça- lışmalarımızı sürdüreceğiz.

Dünyanın ortalama sıcaklığını 2 santig- rat dereceden çok artmasının önlenmesinin hedeflendiği ve sera gazı emisyonlarının azaltılması için küresel çapta çok güçlü çabalara ihtiyaç olduğu bir dönemde sür- dürülebilir çözümlerin katkısı ve gerekliliği ortadadır. Bütün devletler için olduğu kadar ülkemiz için de karbonsuz bir dünyaya nasıl bir uyum sağlanacağı hususu ülkelerin ge- lecekteki ekonomik rekabet edebilirliğini ve vatandaşları için oluşturacağı refahı belirle- yecektir. Bu aynı zamanda gelecek kuşak- lara karşı da sorumluluğumuzdur.

Ulusal İklim Değişikliği Stratejisinin uygulamaya konulması amacıyla

sera gazı emisyonu kontrolü ve iklim değişikliğine uyum konusunda

2011-2023 yıllarına yönelik stratejik ilkeleri ve hedefleri içeren İklim

Değişikliği Ulusal Eylem Planı (İDEP) hazırlanmış ve 2011 yılının

Temmuz ayında uygulamaya konulmuştur. Türkiye uluslararası

düzeyde de iklim değişikliği alanında somut katkılar vermeye

devam etmektedir. BMİDÇS’ye sunduğu ulusal katkısı ile sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar %21’e varan oranda artıştan

azaltmayı taahhüt etmiştir.

(14)

2

017 ‘Biblical’ felaketler yılı olarak ni- telendi. Harvey kasırgası 2000 yıllık yağışı ile Teksas’ın Houston kenti ile çevresini sular altında bıraktı. Maria kasır- gası Porto Riko’da deyim yerindeyse taş üstünde taş bırakmadı. Üç gün boyunca kesintisiz esen 250 km/saat üzeri rüzgar- ları ile Irma kasırgası Karayipler’de büyük yıkıma yol açtı. 2017 yılında kasırga, yan- gın, hortum, kuraklık ve dolu hadiseleri gibi doğal afetlerin Amerika Birleşik Dev- letleri’ne maliyeti 300 milyar doları aştı1. Diğer ülkelerde de doğal felaketler yaşan- dı. Güneydoğu Asya ülkelerinde tayfun, sel ve taşkın, Güney Afrika Cumhuriyeti, Somali, Kenya ve Brezilya’da şiddetli ku- raklık, Çin, Sierra Leone ve Kolombiya’da

heyelan, Afganistan’da çığ ve Şili ile Por- tekiz’de yangın hadiseleri binlerce insanın ölümüne ve milyonlarca insanın olumsuz etkilenmesine neden oldu. Ülkemiz de bu tip hadiselerden nasibini aldı. Örne- ğin, 27 Temmuz 2017 tarihinde İstanbul’u etkileyen dolu hadisesi 250 milyon dolar civarında bir zarara yol açtı2.

Dünya Meteoroloji Teşkilatı 2017’nin en sıcak üç yıldan birisi olduğunu du- yurdu3. 2016 en sıcak yıl olarak kayıtlara geçmişti (Şekil 1). Son üç yıldaki rekor ısınma yaklaşık on yıllık bir duraksamanın ardından küresel sıcaklıklardaki uzun dö- nemli artışın devam ettiğini gözler önüne serdi. Buzulların erimesi, kar örtüsünün daralması, deniz su seviyesinin yüksel-

Son Meteorolojik Olaylar ve İklim Değişikliği

Son yıllarda sayıları gittikçe artan sayıda çalışma iklim değişikliğinin yıkıcı meteorolojik hadiselerin gücünü artırdığına işaret etmektedir. Gelecekle ilgili projeksiyonlar da iklim

değişikliğinin bu tip hadiseleri daha da güçlendireceğini

öngörmektedir. Örneğin, İstanbul için yapılan bir çalışma, kötümser senaryoya göre aşırı yağışlı günlerdeki yağışın yüzyılın sonuna kadar %60 artacağını öngörmektedir…

Prof. Dr. Ömer Lütfi Şen Prof. Dr. Tayfun Kındap Prof. Dr. Mehmet Karaca

İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü

(15)

değişkendir, arkasında çok hafıza yoktur.

Atmosferin hafızası en fazla iki haftadır, bu nedenle hava durumu tahminleri iki hafta- yı geçemez. İklimde hafıza uzundur. Kü- resel iklim en nihayetinde güneşten gelen enerjiye bağlıdır. O da çok değişmediği için onlarca, hatta yüzlerce yıllık benze- timler yapılabilir. Ama bu benzetimlerde herhangi bir yılın önemi yoktur. Uzun yıllar mesi gibi küresel ısınma kaynaklı diğer

göstergeler de uzun dönemli trendlerine devam ettiler.

Hidrometeorolojik kayıtlar, son yıllar- da afetlerin sayısında ve gücünde bir artışın olduğuna işaret etmekte. Aynı za- manda küresel ısınma ve buna bağlı iklim değişikliği de devam etmekte. Bütün bu olayları nasıl anlamak lazım? Acaba do- ğal afetlerdeki artış küresel ısınma ile iliş- kili olarak mı gelişmekte yoksa doğal bir döngünün mü sonucu? Küresel ısınma ile ilişkili ise, gelecekte bizi neler bekliyor?

Geçtiğimiz kış, ülkemizin de araların- da olduğu bazı orta enlem ülkelerinde oldukça ılık yaşandı. Bununla beraber ABD’nin doğusu ve Avrupa’da rekor dü- zeyde soğuklar kaydedildi. ABD’deki so- ğuklar bir iklim değişikliği inkarcısı olan ABD başkanı Trump’ın “şu küresel ısınma olsa da biraz işimize yarasa” şeklindeki alaycı mesajlarına bile konu oldu4. Peki bir taraftan küresel ısınma gerçeği apaçık ortadayken orta enlemlerde etkili soğuk- ların yaşanması nasıl açıklanabilir?

Bu konuların anlaşılması için bazı kavramların yerli yerine oturması gerekir.

İklim nedir, hava durumu nedir? İklimin değişkenliği nedir, iklim değişikliği nedir?

İklim, en genel anlamda beklentiyi ifade eder. Beklenti hafızaya işaret eder. İki defa sizi evine davet edip yemekte balık ikram eden arkadaşınızın üçüncü dave- tinde yemekte balık ikram edeceği bek- lentisi gibi. Bu beklentiyle gidersiniz ama başka bir yemek ikram edilir. Umduğunuz başka, bulduğunuz başka. Bulduğunuz hava durumudur. Hava durumu oldukça

ortalaması önemlidir. İklim de zaten odur.

Güneşten gelen enerji değişmediği- ne göre küresel iklimin de değişmemesi gerektiği düşünülebilir. Ancak ortada bir gerçek var. Güneşten gelen enerji de- ğişmiyor ama küresel iklim değişiyor! Bu nasıl oluyor? Bunu bir analoji ile açıklaya- biliriz (Şekil 2). Sabit oranda suyun aktığı musluklu bir kap düşünelim. Musluk bir miktar kısılmış olsun. Bu durumda suyun çıkışı zorlaşacağı için su kabın içerisinde birikmeye başlar. Bu birikme çıkan mikta- rın giren miktara eşit olduğu duruma ka- dar devam edecektir. Bundan sonra kabın içerisindeki su seviyesi değişmeyecektir.

Bu durumda kabın içerisinde sürekli belli miktarda su bulunacaktır. Eğer biz muslu- ğu biraz daha kısarsak kaptaki su seviye- si tekrar yükselmeye başlayacak ve çıkan suyun giren suya eşit olduğu yeni bir den- gede duracaktır. Atmosferi böyle bir kaba benzetirsek, giren su güneşten gelen enerji, çıkan su yer-atmosfer sisteminden yayınlanan enerji ve musluk da atmosfer- deki sera gazları olacaktır. Sera gazlarının konsantrasyonu musluğun kısıklık seviye- sidir. Bu seviyeyle orantılı olarak yeryü- zünden uzaya enerji çıkışını zorlaştıran sera gazları bir miktar enerjinin, aynen kapta sürekli bulunan su gibi, atmosferin alt kısmında sürekli hapsolmasına neden olur. Sera gazları olmasaydı atmosferin alt kısmında bu enerji birikimi olmayacaktı ve dünyanın ortalama yüzey sıcaklığı -18

°C olacaktı. Bu birikim sayesinde dünya- nın yüzey sıcaklığı 16 °C civarına yüksel- miştir. Yeryüzünü daha yaşanılır kılan bu 34 derecelik artışı başta su buharı olmak üzere karbondioksit ve metan gibi sera gazlarına borçluyuz. Güneşten gelen enerjinin değişmemesine rağmen enerji çıkışını zorlaştıran sera gazı “musluğunu”

Şekil 1. Küresel ölçekte yıllık sıcaklıkların 1951-1980 ortalamasından sapmaları. Kırmızı çizgi yıllık verinin düzgünleştirilmiş eğrisini göstermektedir.

Şekil 2. Sera etkisinin musluklu bir kap analojisi ile gösterilmesi. Atmosferde enerji açısından musluk görevini sera gazları (su buharı, karbondioksit, metan, vs.) yapar. Mevcut seviyesi ile sera gazları atmosferin alt kısmında bir miktar enerjinin sürekli bulunmasını sağlar. Sera gazı miktarının artması, yani musluğun biraz daha kısılması, bu enerji miktarının ve dolayısıyla sıcaklığın artmasına yol açmaktadır.

Gelecek iklim değişikliği projeksiyonları, fosil yakıt kullanımı devam ettiği müddetçe,

günümüze kadar gözlenen iklim değişikliği trendlerinin devam

edeceğine işaret etmektedir.

Fosil yakıt kullanımı ekonomi ile sıkıca bağlıdır. Bu bağın

gelecekte izleyeceği rota (ekonomiyi karbondan arındırma

derecesi) büyük belirsizlikler

barındırmaktadır.

(16)

sera gazı salımını büyük ölçüde ya da bir miktar azaltmayı öngören senaryolar da vardır. İklim değişikliği projeksiyonları bu senaryolarda öngörülen emisyon salımla- rı sonucu atmosferde birikecek sera gazı miktarının yıllar itibariyle küresel iklim mo- dellerine tanıtılması ile elde edilir.

Modeller yardımıyla elde edilen iklim değişikliği projeksiyonları kötümser se- naryolar için büyük, iyimser senaryolar için küçük değişimler ortaya koyarlar ama küresel ölçekte mekânsal değişim deseni büyük oranda benzerdir. Ayrıca projeksi- biraz daha kısarak atmosferin alt tabaka-

sında hapsolan enerji miktarını, dolayı- sıyla yeryüzünün sıcaklığını, artırabiliriz.

Nitekim son 100-150 yıldır yaptığımız da budur.

Sanayileşme ile beraber fosil yakıt kullanımı arttı. Bugün milyonlarca insanın birkaç yüzyıl öncesinin kralları gibi yaşa- yabilmesi büyük oranda, fosil yakıt kulla- nımı sayesindedir. Ancak bu zenginleş- meye bir bedel de eşlik etmektedir.O da bir sera gazı olan karbondioksitin atmos- ferdeki konsantrasyonunun artışıdır. Fosil yakıt kullanımı arttıkça atmosfere karbon salımı artmakta, atmosferdeki karbondi- oksit konsantrasyonu yükselmekte, sera gazı “musluğu” kısılmakta, yere yakın ta- bakada daha fazla enerji birikmekte ve sıcaklık artmaktadır. Sıcaklık artışı buzul- ları eritmekte, kar örtüsünü daraltmakta ve deniz seviyesini yükseltmektedir. Aynı zamanda küresel hava sirkülasyonunu ve onun içerisinde yerleşik su döngüsünü et- kileyerek yağış dağılımında değişikliklere yol açmaktadır.

Gelecek iklim değişikliği projeksiyon- ları, fosil yakıt kullanımı devam ettiği müd- detçe, günümüze kadar gözlenen iklim değişikliği trendlerinin devam edeceğine işaret etmektedir. Fosil yakıt kullanımı eko- nomi ile sıkıca bağlıdır. Bu bağın gelecek- te izleyeceği rota (ekonomiyi karbondan arındırma derecesi) büyük belirsizlikler barındırmaktadır. Dolayısıyla gelecekte atmosfere ne kadar sera gazı salınacağı kesin olarak bilinmemektedir. Bu neden- le makul sınırlar içerisinde kalan çeşitli sera gazı salım senaryoları oluşturulmuş- tur. Bunlar arasında günümüze benzer yüksek salım içeren senaryolar da vardır,

yonlarda genel olarak zaman ilerledikçe değişimin büyüklüğü de artar. Bu şekilde elde edilen senaryo bazlı projeksiyonlara göre gelecekte sıcaklıkların dünyanın her tarafında artacağı ancak yukarı enlemler- de daha fazla artacağı öngörülmektedir (Şekil 3). Yağışların ise yine yukarı enlem- lerde artacağı ancak Muson bölgesi hariç tropikler altı bölgelerde azalacağı tahmin edilmektedir. Tropikler altı bölgede yer alan Akdeniz havzasında da yağışların azalması öngörülmektedir. Bu durumun Akdeniz havzasının su kaynaklarını olum- suz etkileyeceği ve ciddi sosyoekonomik sorunlara yol açacağı tahmin edilmek- tedir. “Arap Baharı” olarak nitelendirilen gelişmelerde hem bölgede hem de baş- ka ülkelerdeki tahıl alanlarında etkili olan kuraklıkların rolü olduğuna dair makaleler mevcuttur5. Türkiye de iklim değişikliğin- den olumsuz etkilenecek ülkeler arasında yer almaktadır. Sıcaklığın her yerde arta- cağı ancak artış miktarının iç kesimlere ve güneydoğuya doğru gidildikçe daha fazla olacağı, yağışların ise ülkemizin özellikle güney yarısında azalacağı öngörülmek- tedir. Sıcaklık artışının yaz mevsiminde daha fazla olacağı; bu nedenle sıcaklık artışı kaynaklı olumsuzlukların daha çok yaz mevsiminde yaşanacağı tahmin edil- mektedir. Özellikle şehirlerde kentleşme- den kaynaklı sıcaklık artışı ile küresel ısın- ma kaynaklı sıcaklık artışı beraberliğinin üzerine nemli sıcak hava dalgası gelmesi durumunda ölümcül sonuçlar ortaya çıka- bilecektir.

Öngörüler hem ülkemizde hem de başka ülkelerde şiddetli yağışların şid- detinin artacağına işaret etmektedir. Isı- nan bir atmosfer daha çok nem tutabilir.

Aynı zamanda daha hızlı hareket edebilir.

Böyle bir atmosferde su döngüsü hızlanır.

Konvektif yağışlar ve bu yağışlara nem temini güçlenir. ABD’nin Houston kentini vuran Harvey kasırgasının, bazı noktala-

Şekil 3. 1986-2005 dönemine göre 2046-2065 dönemi ısınma (soldaki) ve yağış değişimi (sağdaki) projeksiyonları. Projeksiyonlar RCP8.5 (kötümser) senaryo içindir.

Tropikler altı bölgede yer alan Akdeniz havzasında da yağışların

azalması öngörülmektedir. Bu durumun Akdeniz havzasının su kaynaklarını olumsuz etkileyeceği ve ciddi sosyoekonomik sorunlara

yol açacağı tahmin edilmektedir.

“Arap Baharı” olarak nitelendirilen gelişmelerde hem bölgede hem de başka ülkelerdeki tahıl alanlarında etkili olan kuraklıkların

rolü olduğuna dair makaleler

mevcuttur.

(17)

şandı. Bu tip şiddetli soğukların oluşması polar bölgeden soğuk havanın dil şeklin- de aşağı enlemlere sarkması ile alakalıdır.

Polar bölgeyi çevreleyen şiddetli rüzgar- lar (Polar Vortex) orta enlemlerdeki sıcak havanın polar bölgeye sızmasını engelle- yerek bu bölgenin soğuk kalmasını sağlar.

Ancak bazı durumlarda bu ‘vortex’ zayıf- lar ve menderesler çizmeye başlar. Böy- lece orta enlemlerin sıcak havası polar bölgeye, polar bölgenin soğuk havası da orta enlemlere akar. Bu tip olaylar doğal süreçlerin bir parçasıdır. Geçtiğimiz kışı farklı kılan ise polar bölgenin daha önce görülmemiş şekilde ısınması ve bazı orta enlem bölgelerinin aşırı soğumasıydı (Şe- kil 4). Öyle ki kutup bölgesindeki bazı me- teoroloji istasyonları günlerce Londra’da- ki istasyonlardan daha yüksek sıcaklıklar kaydetti. Paradoksal bir şekilde bu du- rumun arkasında da küresel ısınmanın olduğuna dair deliller artmaktadır. Polar

‘vortex’ polar bölge ile orta enlemler ara- sındaki sıcaklık farkından oluşur. Sıcaklık farkı ne kadar fazla ise rüzgarlar o kadar güçlüdür ve iki bölge arasındaki etkileşim de o kadar azdır. Ancak küresel ısınma

polar bölgedeki deniz buzullarının erimesine yol açmakta; yüzeyin yansıtıcılığı azaldığı için de yüzey- de daha fazla enerji kalmasına se- bep olmaktadır. Gözlemler Arktik bölgenin orta enlemlere göre üç kat daha fazla ısındığını göstermekte- dir. Bu durum iki bölge arasındaki sıcaklık farkını azaltmakta ve polar

‘vortex’i zayıflatmaktadır. Genliği daha büyük menderesler oluşmak- ta ve kutup soğukları daha aşağı enlemlere kadar sarkabilmektedir.

Son yıllarda Arktik ısınma ile orta enlem şiddetli soğukları arasındaki bağlantıyı araştıran çok sayıda araştırma bu olguya işaret etmektedir7.

Küresel ısınma ve beraberinde ger- çekleşen iklim değişikliği artık şüphe gö- türmez bir gerçek. Gelecekle ilgili öngö- rülerimiz var ve bunlar eğilimler açısından şimdiye kadar gözlenenler ile de tutarlı.

Ancak modellerde bazı süreçlerin iyi ta- nımlanamaması ve yersel çözünürlüğün yeterli olmaması gibi nedenlerden ötürü projeksiyonlarda eksiklikler vardır, öngö- rülemeyenler vardır. Trendleri konusunda bilgi sahibi olduğumuz küresel ısınma za- man zaman karşımıza “Biblical” ölçekte sürprizler çıkarabilmektedir. Can ve mal kaybına yol açabilen sürprizler herhalde kimsenin hoşuna gitmez. Bu tip sürprizler ile karşılaşmak istemiyorsak küresel ısın- mayı durdurmalıyız. Sözü yaymaya gerek yok; bu problemin tek bir çözümü var:

Atmosfere sera gazları salımını azaltmak.

Uyum politikaları? Onlar da önemli ancak sadece semtompları bir nebze azaltabi- lirler…

Kaynakça

1. https://www.independent.co.uk/news/world/

americas/natural-disasters-us-damage-cost-mo- ney-2017-a8148771.html

2. http://t24.com.tr/haber/dolunun-faturasi-1-mil- yar-lira,418439

3. https://public.wmo.int/en/media/press-release/

wmo-confirms-2017-among-three-warmest-ye- ars-record

4. https://www.nytimes.com/2017/12/28/climate/

trump-tweet-global-warming.html

5. Kelley C P, Mohtadi S, Cane M A, Seager R and Kushnir Y 2015 Climate change in the Fertile Cres- cent and implications of the recent Syrian drought Proc. Natl. Acad. Sci. U.S.A.112(11) 3241–3246 6. https://www.iklim.istanbul/senaryolar/

7. Cohen J et al 2015 Recent Arctic amplification and extreme mid-latitude weatherNature Geos- ci.7 627-637

ra yıllık yağışını 6 günde bırakan, şiddetli yağış çok nadir bir olay olarak nitelendi. Yapılan çalışma- lar iklim değişikliğinin böyle bir durumun olma olasılığını üç kat ar- tırdığını göstermektedir. Önceden yeterli uzunlukta kayıt olmaması nedeniyle küresel ısınma ile şid- detli meteorolojik olaylar arasında- ki bağı istatistiksel olarak anlamlı bir oranda ortaya koymak mümkün olmuyordu. Ancak kayıtlar artık bu ilişkiyi araştırmaya imkan veren uzunluğa ve yoğunluğa ulaştı. Son yıllar- da sayıları gittikçe artan sayıda çalışma iklim değişikliğinin yıkıcı meteorolojik ha- diselerin gücünü artırdığına işaret etmek- tedir. Gelecekle ilgili projeksiyonlar da iklim değişikliğinin bu tip hadiseleri daha da güçlendireceğini öngörmektedir. Ör- neğin, İstanbul için yapılan bir çalışma6, kötümser senaryoya göre aşırı yağışlı günlerdeki yağışın yüzyılın sonuna kadar

%60 artacağını öngörmektedir.

İklimle ilgili bilmemiz gereken bir baş- ka kavram da onun değişkenliği. Aslında bu kavramın iklimin tanımıyla çelişen bir yanı var. İklim ortalama ise bu değişken- lik ne anlama geliyor? Aslında bu ifade iklimden sapmalara işaret etmektedir.

Örneğin, 2007 Türkiye için kurak bir yıl- dı. Neye göre kurak? Türkiye’nin iklimine göre. 2009 yağışlı bir yıldı. Neye göre yağışlı? Türkiye’nin iklimine göre. “Yıldan yıla değişkenlik” veya “doğal değişkenlik”

olarak ta bilinen bu sapmalar iklimin (veya değişmekte olan iklimin) etrafında ger- çekleşmeye devam etmektedir. Bazen bu sapmalar birkaç yıl sürebilmekte, ve bu nedenle iklim değişikliği ile karıştırılmak- tadır. Örneğin, küresel iklim 1998-2012 arası çok az ısınabildi. “Hiatus” olarak ad- landırılan bu dönem (bkz. Şekil 1) için kü- resel ısınmanın durduğu şeklinde yorum- lar yapılmaya başlandı. Ancak 2014’ten itibaren rekor düzeyde gerçekleşen sı- caklık artışları ile beraber ısınma trendinin devam ettiği anlaşıldı. Dolayısıyla geçti- ğimiz kış mevsiminin ülkemizde ılık geç- mesi büyük oranda doğal değişkenlik ile alakalıdır. Gelecek kış ya da daha sonraki kışlar soğuk geçebilir. Ancak küresel ısın- ma devam ettikçe bu tip ılık kışları daha fazla yaşayacağımızı söyleyebiliriz.

Bu kış ABD’nin doğusunda “Nor’eas- ter” ve Avrupa’da “Beast from the East”

olarak adlandırılan şiddetli soğuklar ya-

Şekil 4. 2018 yılı şubat ayı sıcaklığının 1980-2017 şubat ayı ortalama sıcaklığından farkı. Bu ayda Avrupa’da “Beastfromthe East” olarak adlandırılan şiddetli soğuklar yaşanmıştı.

Sıcaklık artışının yaz mevsiminde daha fazla olacağı; bu nedenle

sıcaklık artışı kaynaklı olumsuzlukların daha çok yaz mevsiminde yaşanacağı tahmin edilmektedir. Özellikle şehirlerde

kentleşmeden kaynaklı sıcaklık artışı ile küresel ısınma kaynaklı sıcaklık artışı beraberliğinin üzerine

nemli sıcak hava dalgası gelmesi durumunda ölümcül sonuçlar

ortaya çıkabilecektir.

(18)

İ

klim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin devletlerin onayına sunulduğu 1992 Rio Zirvesi, iklim değişikliği gündemi için bir milat oluşturmuştur. Haziran 1992’den baş-

layarak,“iklim”ve“küresel ısınma” sözcükle- rine medyada artan sıklıkla rastlanır oldu.

Kamuoyu ve onlara hitap etme derdindeki politikacılar giderek “endişeliler” ve “inkar- cılar” olarak kamplaşmaya başladılar. İn- san etkilerinin iklimi değiştirebileceği savı adeta ‘keşfediliyordu’.

Bu yazıda, yer bilimciler için bu konu- nun hiç de yeni olmadığını, ilk ‘kaygı to- humlarının’ 19. Yüzyıl’da atıldığını ve 100 yılı aşkın bir bilim serüveninin, ilk IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) raporunun ve giderek Rio Zirvesi’nde ser- gilenen iradenin temellerini oluşturduğu- nu, elden geldiğince teknik ayrıntılara gir- meden, hikaye etmeye çalışacağım. Arka planda da, gezegenimizin geleceği konu- sunda bilim üretiminin genelde teknoloji, özelde de bilişim teknolojisi ile olan sinerji- sine de değineceğim.

Hikayeye başlamadan bazı temel bilgi ve kavramları yerine oturtalım. İklimi, ge- zegenimizin üzerinde yer alan, atmosfer, okyanuslar (ve tabii bölgesel denizler), buz örtüleri, karasal sular ve canlılardan (= bi- yosfer) oluşan bir sistemin istatistiksel özel- likleri olarak tanımlıyoruz. Bu sisteme ‘Yer Sistemi’ diyoruz. Bu sistemin bileşenleri çok farklı zaman ölçeklerinde davranırlar:

örneğin, atmosfer günler ölçeğinde de- ğişirken, okyanuslardaki değişiklikler çok çok daha yavaş, yıllar, hatta onyıllar, yüzyıl- lar alır. Keza, kıtaları kaplayan buz örtüleri binlerce, onbinlerce yılda oluşur ve bozulur.

Yer sisteminin bileşenleri arasında at- mosferin özel bir yeri vardır. Atmosfer, yer- yüzünün üzerinde adeta bir battaniyedir;

yeryüzün ortalama sıcaklığı (14 ºC) ile Yer’in uzaydan ‘görünen’ sıcaklığı (-19ºC) arasın- daki 33ºC’lik fark, gezegenimizi yaşanabilir kılar. Bu farkın nedeni atmosferdeki bazı gazların (su buharı, karbon dioksit, metan, v.s.) oluşturduğu ‘sera etkisi’dir. Sera etkisi olmasaydı, gezegenin yüzeyinde hayat ev- rilemezdi! Ve çoğunluğun bildiğinin aksine, sorun sera etkisi değil, insan etkisiyle artan sera gazlarının getirdiği sera etkisindeki artıştır. Tabii, tüm canlıların su ile ilişkisini

‘gökten’, yani atmosferden kaynaklanan yağışlar belirler. Sonuç olarak, karalarda yaşayan canlılar için ‘iklimi’, atmosferle iliş- kiler belirler: coğrafya derslerinde iklimden bahsederken sıcaklık, yağış, rüzgar, v.s gündeme gelir.

Atmosferin yeryüzü sıcaklığına etkisi, yani sera etkisi hakkındaki düşünceler hiç de yeni değildir: 1824’de Fransız matema-

Prof. Dr. H. Nüzhet Dalfes

İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü

İnsan Kökenli İklim Değişikliğinin Bilimi:

Tarihsel Bir Bakış

Bilim, iklimi ve değişimlerini anlamak yönünde birçok konuda kesine yakın şeyler söyleyebilse de, bazı konularda ancak

belirsizlikleri azaltmayı başarabilmiştir. Bilimsel sürecin doğasının sürekli güncelleme üzerine kurulduğunu, her şey için her zaman kesin cevaplar sunamayabileceğini ‘ortalama yurttaşa’ anlatmak ciddi bir iletişim problemidir. Diğer yandan, 1980’lerde pek de belirgin olmayan uç iklim olayları artık belirginleşmeye başlamış;

mesele artık iklim değişikliğini önlemekten çıkmış, değişikliği ne kadar ve ne zaman yavaşlatabileceğiz sorusuna dönüşmüştür.

Gezegenimizde çıkar çatışmaları kolay kolay sonlanmayacağından,

insan türünü (ve maalesef diğer türleri de!) belirsiz ve nahoş bir

gelecek beklemektedir…

(19)

gözlemler de benzer kuramsal bir çerçeve- ye (jeofizik akışkanlar mekaniği) oturtulmaya başlıyor ve fiziksel oseanografi bilimi, mete- orolojinin ‘kardeş’i olarak gelişiyor. Meteoro- loji işlevsel bir görev üstleniyor: zamanda ve mekanda olabildiğince ayrıntılı hava tah- minleri elde etmek… Gezegenin her iki akış- kanını yöneten denklemler konusunda pek bir tartışma yoktu. Ama denklemleri bilmek başka iş, doğrusal olmayan bu denklemleri (sayısal olarak) çözmek başka bir işti! İşte bu nedenle, meteoroloji ve oseanografideki gelişmeler bilgisayarların ortaya çıkmasını beklemek zorunda kaldı.

1940’larda, önce elektromekanik, sonra elektronik programlanabilir ‘hesap makina- ları’, yani bilgisayarlar hızla gelişti.1950’de Amerikalı-Macar matematikçi (katkı verme- diği matematik fizik konusu bırakmayan, tam anlamıyla bir dahi!) John von Neu- mann, ilk elektronik bilgisayarı, ENIAC’ı kullanarak barotropikvortisite denklemini sayısal olarak çözdü ve böylece ilk sayısal hava tahminini gerçekleştirdi. Böylece Yer Sistemi’nin atmosfer bileşeninin sayısal si- mülasyonunun önü açılmış oldu.

1960’lar ve 1970’lerde iklimin bilimi iki koldan ilerledi. Bir yandan 3-boyutlu küre- sel atmosfer ve okyanus modelleri geliştiri- liyor ve gelişen bilgisayar ‘gücü’ zorlanarak daha yüksek çözünürlüklü, daha uzun si- mülasyonlar yapılıyor, diğer yandan, temel süreçleri daha iyi anlamak için düşeyde veya enlemde tek boyutlu ‘oyuncak mo- dellerle’ oynanıyordu. Düşeyde tek boyutlu modellerle yapılanların belki de en ünlüsü Manabe ve Strickler’in 1964 çalışmasıdır.

Bu iki bilim insanı, atmosferde ışınım ve konveksiyon süreçlerini ele alarak sera gazlarının etkilerini incelediler. Diğer ‘oyun- tikçi/fizikçi Joseph Fourier atmosferin bir

tür yalıtım etkisi yaptığını önermiştir. Daha sonra, Claude Pouillet (1827), Fourier’nin düşüncesini daha bir matematiksel zemi- ne taşımıştır. Bu çalışmaları John Tyndall’in 1859’da sera gazlarının ışınım özelliklerini ölçmesi izlemiştir. Atmosferde karbon di- oksit oranının iki misline çıkmasının geti- receği etkiyi nicel olarak ilk kestiren, çağ- daş fizikokimyanın kurucularından Nobel ödüllü İsveçli bilim insanı Svante August Arrhenius (Şekil 1) olmuştur. Buzul çağ- larını açıklayacak bir teoriyi geliştirirken, insan etkileriyle atmosferde oranı artan karbon dioksitin ikiye katlanması durumun- da yeryüzü sıcaklığının 4 derece, dörde katlanması durumda ise 8 derece artaca- ğını öngörmüştür. 1896’da Arrhenius’ün bulduğu sıcaklık değişimleri, 122 yıl sonra konuştuklarımızla aynı düzeydedir. Bu ara- da, ‘sera etkisi’ terimi ilk olarak, bir İsveçli meteorolog, Nils Gustav Ekholm tarafından 1901’de kullanılmıştır.

19. Yüzyıl'da ve 20. Yüzyıl'ın başların- da, atmosfer gözlemleri gezegen üzerinde yaygınlık kazanmaya başlıyor ve meteoroloji kuramsal tabanı olan bir fiziksel bilim olarak doğuyor. Benzer şekilde, okyanuslardaki

cak model’ türü ise sadece enlem boyutu- nu ele alan ‘enerji dengesi’ modelleriydi.

Sovyet bilim insanı Mikhail Budyko’nun başlattığı bu model ailesi, iklimin temel dengelerini ve özellikle oluşan buz örtüle- rinin oluşturduğu geri beslemeleri incele- mekte kullanıldı.

Her ne kadar Arrhenius 1896’da insan etkinlikleri sonucu atmosferde artan karbon dioksit etkisini dillendirmiş olsa da, bu artı- şın kanıtları 1950’lerde somutlaşmaya baş- ladı. 1955'te Hans Eduard Suess (meşhur jeolog Eduard Suess’un torunu) karbon-14 izotop analizleri sonucu, fosil yakıtlardan salınan karbon dioksitin, okyanus tarafın- dan hemen emilmediğini gösterdi. 1957'de Roger Revelle, okyanus kimyasının daha iyi anlaşılmasının sonucu okyanus yüzey taba- kasının karbon dioksit absorbe etme kapa- sitesinin sınırlı olduğunu ve karbon dioksit düzeylerinin artacağını öngördü.1960’a ge- lindiğinde, Charles Keeling Hawaii’de, Ma- una Loa Gözlemevi’nde, 1958’den itibaren

Şekil 1. Arrhenius’ün ünlü makalesinin ilk sayfası (Arrhenius, 1896’dan)

Şekil 2. Keeling’in ilk ölçümlerinin sonuçları (Keeling, 1960’dan)

Atmosferde karbon dioksit oranının iki misline çıkmasının getireceği etkiyi nicel olarak ilk kestiren, çağdaş fizikokimyanın

kurucularından Nobel ödüllü İsveçli bilim insanı Svante August

Arrhenius (Şekil 1) olmuştur.

Buzul çağlarını açıklayacak bir teoriyi geliştirirken, insan etkileriyle atmosferde oranı artan karbon dioksitin ikiye katlanması durumunda yeryüzü sıcaklığının

4 derece, dörde katlanması durumda ise 8 derece artacağını

öngörmüştür.

Referanslar

Benzer Belgeler

1971-2000 dönemi yağış parametresi için iklim modellerinin Türkiye üzerindeki trend analizleri sonuçları karşılaştırıldığında; BCM2.0 modelinde Türkiye’nin

Küresel Eylem Grubu, iklim değişikliğine karşı, Türkiye'nin Kyoto Protokolü'nü imzalaması, nükleer enerji.. planlar ından vazgeçmesi ve yenilenebilir enerji

• 1880-2012 döneminde, küresel olarak ortalama kara ve okyanus yüzey sıcaklığı verileri 0,85 ° C'lik bir ısınmayı gösteriyor.. • Kuzey Avrupa'da ısınmanın en fazla

Cancun'da devam eden iklim değişikliği müzakerelerinde uzun vadeli finansman konusundaki görüşmeler devam ederken, endüstrileşmiş ülkelerin oluşturulacak iklim

Demek ki belirli bir sera gazı konsantrasyonuna tekabül eden kararl ı ortalama sıcaklığını gözleyebilmek için yaklaşık 50 sene, buna bağlı diğer iklim

Bu nedenle doğrudan çevresel bir güvenlik sorunu olan küresel iklim değişikliği; geleneksel, ortak, insani ve ekolojik güvenlik yaklaşımları tarafından da çevresel

(4.15) kesin bir alt limittir çünkü daha küçük τ de˘gerleri kütle merkezi enerjisinin, çarpı¸sma sonucu olu¸sacak parçacıkların kütlesinden daha dü¸sük oldu˘gu

This section will discuss about the proposed methodology to implement a Hybrid Kernel based SVM (HKSVM) [1] and an Ensemble Hybrid Kernel based SVM (EHK-SVM) a