• Sonuç bulunamadı

1.4. Değerler

1.5.3. Ait Olma Değerleri

Bizim “kim olduğumuzu” ait olduğumuz aile, doğduğumuz ya da yaĢadığımız Ģehir belirler. Okuduğumuz okul, içinde bulunduğumuz arkadaĢ grubu, tuttuğumuz futbol takımı da bizim kim olduğumuzu tanımlar. Bizim kimliğimizi oluĢturan, ait olduğumuz yerdir.

Aile gibi hepimizin aidiyet ve anlam bulduğu en temel birlikteliğimiz de değiĢim ve çatıĢma ortamından nasibini alıyor; Ģiddet, boĢanma, değerler yitiminin getirdiği, ben ve biz gerçekliği, birlikteliği ararken ikileme ve paradoksa dönüĢebilir (AktaĢ 2013). Bununla birlikte aidiyetlik duygusu ile bağlantığımız diğer değerlerimizde olumsuz yönde etkilenebilir. Kurumlar, geçmiĢimiz, kökenimiz ve kültürümüz gibi ait olduğumuz değerlerde bu etkilenmelerden nasibini alıyor. Bunlara kısaca baĢlıklar halinde değinecek olursak;

Aile

Aile, kolaylıkla kavranabilen küçük bir toplum olarak, büyüyen çocuk için çevre ve topluma doğru uzanan bir köprü görevini yapar ve bu nedenle de, özellikle önemli bir sosyal deneme alanıdır. Aile içindeki yaĢantı da, diğer kiĢilerle olan çeĢitli ve karĢılıklı iliĢkilerle belirlenir. Böylece çocuk, erken çağlarda, farklı alıĢkanlıkları, yetenekleri, düĢünceleri olan çeĢitli yaĢlarda ve değiĢik cinsiyetteki kiĢilerle birlikte yaĢamaya alıĢır. Çocuğun çevresini akrabalar, komĢular, ev halkı ve oyun arkadaĢları sarar. Çocuk, çok erken çağlarda birçok ilkel tecrübeler kazanır. Çocuğun, topluma uymasındaki değiĢmez dayanak, asıl görevi yükümlenmesi gereken “aile” dir (Wechselberg 1993).

Harvard Üniversitesi halk sağlığı bölümünden Dr. Thomas Glass üç bin kiĢiyi, on yıl boyunca takip ettiği araĢtırmasında, güçlü sosyal bağlara sahip olan insanların çok daha sağlıklı yaĢadıklarını bilimsel olarak kanıtlamıĢtır. Bu kiĢiler sadece ruhen mutlu ve huzurlu hayatlar sürmekle kalmamıĢ, fiziksel olarak da çok daha sağlıklı bir hayat sürdürmüĢlerdir. Aynı amaçla yapılan birçok araĢtırma, ortaya benzer sonuçlar çıkarmıĢtır: Bir grup tarafından kabul edilmek insana sağlık vermektedir. Kendilerini bir aileye, bir gruba ait hisseden kiĢilerin yaraları çabuk, hastalıkları daha hızlı geçiyor ve yaĢlılıkları daha sağlıklı sürüyor. (Aksoy 2012).

Ne kadar sıkı aidiyet bağları kurarsak kuralım, kendimizi en iyi hissettiğimiz grubun içinde bile farklı bir birey olarak farklılaĢmak, kendi özgünlüğümüzü yaĢamak isteriz. Bir yandan grubun bir parçası olmak; ama aynı zamanda da “farklı” olmak isteriz. Farklı olma ihtiyacımız, ait olma ihtiyacından sonra gelir. Ait olma ihtiyacımızı tatmin ettiğimiz zaman farklı olmanın peĢine düĢeriz. Aidiyet duygumuzun tatmin olduğu ve kendimizi güvende hissettiğimiz noktada, ait olduğumuz yerde nasıl farklılaĢacağımızı düĢünmeye baĢlarız (Aksoy 2012).

ÖzerkleĢme ve bireyselleĢmenin yalnızlaĢma ve kopuklaĢma anlamı taĢımadan yeniden tanımlanmaya ihtiyacı olduğunu söyleyen AkkaĢ, aileyi; özellikleri ve farklılıkları geliĢtirip koruyarak, bütünlüğün ve birlikteliğin sağlandığı ya da sağlama mücadelesi verilen çok değerli bir durum( AkkaĢ 2013) olarak ifade

Çocuklar, gençler ailenin aktardığı değerlere uygun davrandıkları sürece ilgi görürler, sevilirler. Ġnsanlar, çocukluktan baĢlayarak önce anne babanın, daha sonra birincil ve ikincil toplum kurumlarının değerlerine uydukça istediklerini yerine getirdikçe ilgi ve sevgi göreceklerini anlarlar, öğrenirler. Bebeklik çağından baĢlayan, çocukluk ve gençlik çağında etkisi belirginleĢen, koĢullu, olumlu pekiĢtirmelerle, boyun eğme, özdeĢleĢme, kabullenme süreçleriyle insanlar doğal ve toplumsal ortamla iliĢki, iletiĢim kurar. BaĢta anne-baba olmak üzere, insanın içinde bulunduğu, yaĢadığı, doğal ve toplumsal çevrede ortamda bulunan kiĢiler temel ve ikincil toplumsal kurumlardan, kuruluĢlardan gelen değerlerle ilgi, sevgi, güven, saygınlık, özerklik, özgürlük, yaratıcılık, üreticilik, gibi ruhsal ve toplumsal gereksinmelere doyum sağlar. Bu nedenle, insanlık tarihi boyunca kadının, erkeğin çocuğun ortak toplumsal değerleri bireysel ve toplumsal değerlere yansır (Köknel 2007).

Kurumlar

Toplumsal kurumlar, o toplumda yaĢayan bireylerin toplumsal ve gündelik yaĢamını ve eylemlerini düzenler. Toplumsal kurumlara örnek vermek gerekirse, eğitim, iĢ yaĢamı, evlilik, dini kurallar, hükümetler ve yasalar, pazar iliĢkileri ve ekonomi, vb. kiĢilerin yaĢamını doğrudan etkileyen kurumları sayabiliriz. Bütün bu kurumlar kendi etki alanları doğrultusunda toplumsal düzenin oluĢmasına ve bu düzenin devamlılığına katkı verirler. Günümüz toplumlarında bu kurumların kendi iĢlevleri açısından çok geliĢmiĢ, yerleĢmiĢ ve uzmanlaĢmıĢ olduklarını söyleyebiliriz (Zencirkıran 2012).

Bireyin söz konusu bu aĢamalardan da anlaĢılacağı üzere karĢılaĢtığı ilk toplumsal kurum ailedir. Birey ailede iyi-kötü, güzel-çirkin gibi sosyal normları, gelenek-görenekleri ve değer yargılarını bu kurumda öğrenir. Aileden sonra toplumsallaĢmanın diğer ortamları, mahalle, sokak, okul, kütüphane, kahvehane, sendika, spor kulüpler, siyasi partiler, dernekler, vakıflar vb. olarak sıralanabilir (ġirin 2005).

Toplumsal kurumların toplumların geliĢmesi ile farklılaĢmıĢ ve uzmanlaĢmıĢ iĢlevleri, bir yandan da toplumda geliĢen ve değiĢen gereksinimlere duyarlıdır. Toplumda yeni iĢlevlere gereksinim duydukça yeni kurumlarda ortaya çıkar. Bu anlamda kurumların toplumla etkileĢim içindeki dinamik yapısının göz önünde bulundurulması gereklidir. Kurumlar birbirleriyle ilintili olduğundan bir kurumdaki değiĢim diğer kurumlarda da değiĢime yol açar. Örneğin, toplumun yaĢadığı demografik ve kültürel dönüĢümle birlikte aile kurumunda dönüĢüm baĢlamıĢ ve aileden bireylere gelen ekonomik destek azalmıĢsa, o ülkede siyasetin refah ve ekonomi politikalarının yeniden yapılanması gerekir. Yeniden yapılanması ve politikalar üretilmesi gereken bir diğer kesimde yaĢlılardır. YaĢlılık insan yaĢamının zorlu bir dönemidir. Bu dönemde sosyal sermayeden yoksun olunduğunda, yaĢamın daha da zorlaĢtığı bir gerçek. YaĢlanmaktan kaynaklanan güç kaybı, çocuklarının ve akrabalarının sorumsuzluğu, sağlık problemleri ve bu durumun doğal bir sonucu olan yatağa bağımlılık onlarla daha yakından ilgilenmenin gerekli olduğunu göstermektedir. Hayatın akıĢı içerisinde yakınlarının kendilerine daha fazla zaman ayıramayacağı gerçeğini genellikle anlayıĢla karĢılayan yaĢlılar, kendi evlerinde alıĢtıkları ortamda yaĢamlarını tek baĢına da olsa tüm zorluklarıyla birlikte sürdürmeye çalıĢmaktadırlar. Küçük yerleĢim birimlerinde yaĢamını tek baĢına sürdüren yaĢlıların çevresindekiler tarafından gözetilmesi ve ihtiyaçlarının karĢılanması daha kolay olmakla birlikte, Ģehirlerde apartman dairesindeki evinde yalnız yaĢayan yaĢlı için yaĢam çok daha zorlaĢmaktadır. YaĢlılığın bütün sıkıntılarına bir de ekonomik yönden gelir temin etme zorunluluğu eklenince, yaĢlı için hayat adeta çekilmez olmaktadır. Bu durumda sosyal devletin yaĢlılar için hayatı kolaylaĢtırıcı hizmetlerinin yanında topluma da büyük sorumluluk düĢmektedir (Zencirkıran 2012).

Toplumsal yapının belli baĢlı unsurları olan toplumsal kurumlar ve kurumların belirlediği toplumsal iliĢkiler bireylerin toplumsallaĢma süreçlerinden geçerler. Toplumda mevcut maddi ve manevi kültür ise, bu süreçler sayesinde kuĢaktan kuĢağa, yaĢlıdan gence aktarılır ve toplumdaki bireyler arasında paylaĢılır. Toplumun yeni üyelerinin kültürün öğelerini öğrenip içselleĢtirmesi, toplumsal yapıyı tanıması ve kurumların iĢlevlerini öğrenmesi bireyin toplumsallaĢma sürecidir. Bu süreç kültürü yeniden üretip sürekli kılarken, toplumsal yaĢam oluĢur.

Örgütlü yaĢam sayesinde toplumsal iliĢkiler düzenli ve tahmin edilebilir olurlar (Zencirkıran 2012).

Köken

Ġnsan‟ın insan olarak doğması, doğal yuvasından çıkmaya, doğal bağlarını koparmaya baĢlaması demektir.. Oysa bu koparma eylemi korkutucudur; insan, doğal köklerini yitirdiğinde nerede olacaktır, kim olacaktır? Yapayalnız, yuvasız, köksüz kalacaktır; bu durumun yarattığı kopukluğu ve çaresizliği kaldıramaz insan. Çıldırır. Ġnsan doğal kökleri ancak, yeni, insanca kökler edindiği ölçüde koparabilir ve ancak bunları bulduktan sonradır ki bu dünyada yeniden rahat edebilir. Öyleyse insanda doğal bağları koparmama, doğadan, anneden, kandan ve topraktan koparılmaya karĢı savaĢarak direnme yolunda çok derin bir istek bulunması ĢaĢırtıcı mıdır? (Fromm 1990).

AyrılmıĢlığın ayırdın da olan insan, öteki insanlarla yeni bağlar kurmaya gereksinme duyar; bizzat akıl sağlığı buna bağlıdır. Ġnsan, dünyayla güçlü duygusal bağlar kurmaksızın, mutlak yanıtlanmıĢlığın ve yitikliğin acısını çekecektir. Ama insan, farklı ve kavranabilir yollarla, kendisi ile baĢkalarını arasında bağlantı kurabilir. BaĢkalarını sevebilir, bu ise bağımsızlık ve üretkenliğin var olmasını gerektirir ya da eğer özgürlük duygusu geliĢmemiĢse, ortak- yaĢamsal olarak- bir baĢka deyiĢle, onların bir parçası olarak veya onları kendisinin bir parçası yaparak- baĢkaları ile kendisi arasında bağlantı kurabilir. KiĢi, bu ortak-yaĢamsal iliĢkide, ya baĢkalarını denetlemek (sadistlik) ya da onlar tarafından denetlenmek (mazoĢistlik) için uğraĢır. Gerek sevgi, gerekse ortak- yaĢam yolunu seçemezse, sorunu yalnız kendisiyle iliĢki kurarak (özseverlik) çözebilir; o zaman kiĢinin kendisi dünya haline gelir ve kendisi “Sevmek”le dünyayı sevmiĢ olur (Fromm 1993).

Algının etkilendiği en önemli özellik kiĢiliktir. KiĢilik özellikleri; duygu, düĢünce ve davranıĢı etkilemekle kalmaz, iletiĢim halinde olan her faktörle etkileĢime geçerek bağlantı sağlar. Etkiler ve etkilenir. Anlık tepkilerde, hayatı genel anlamda algılayıĢta, değerler listesindeki sıralamada, ötekini kavrayıĢ ve değerlendirmesinde, aile ve sosyal iliĢkilerde kiĢilik özellikleri belirleyicidir.

Örneğin A tipi ve B tipi kiĢilik özelliklerinde çok belirgin kiĢilik farklılıkları onların algı düzeylerinin farklılığından köken alır ( Yahyaoğlu 2013).

Aynı olay karĢısında üç farklı kiĢinin üç farklı tepki göstermesinin temelinde de kiĢilik yatmaktadır. Aynı çevrede yetiĢse, aynı eğitimi alsa ve aynı kültürel ortamdan gelse de insanlar arasında bir takım yaklaĢım farklılıklarının olduğu görülür. KiĢilik parmak izi gibi kiĢiye özeldir ve insanların çevreyle iliĢkilerini etkileyen, iç dünyasına ve davranıĢlarına yön veren önemli bir etkendir (Durna 2005).

Kültür

Toplumsal değerler toplumun üyelerince paylaĢılmıĢ ölçütler ya da hükümler olarak toplumsal yaĢamın sürdürülmesinde önemlidir. Değerler sosyalleĢme sürecinde üyeler arası etkileĢimle aktarılırlar. SosyalleĢme sürecinde kuĢaklararası etkileĢim, toplumsal kültürün sürdürülebilmesi için önemlidir. YaĢlıların birikimleri ve geleneksel kültür unsurları hızlı sosyal değiĢme nedeniyle kaybolma riski altındadır. YaĢlılar birikimlerini genç kuĢaklara aktararak kültürel birikimlerin ve değerlerin kaybolmasına engel olabilirler. Bu çalıĢmada toplumsal değerlerin ne olduğu, sosyalleĢme sürecinde aktarımı ve değiĢiminde kuĢaklar arası iliĢkilerin ve bu süreç içinde yaĢlıların önemi üstünde durulmuĢtur (Canatan 2008).

Toplumların yüzyıllar süren birikimle ortaya koydukları toplumsal değerler, onların kültür ürünleridir. Toplumsal değerler, toplumların kimliklerinin iĢaretidir, parmak izi gibidir ve insan davranıĢlarının temellerini oluĢturur. Parsons‟a göre kültürel sistem her toplumda kendi kültürel özgünlüğünü sağlayan çekirdek değerleri ve ilgili normları içerir. Bu nedenle kültürel sistemin olusuyla ilgili özellikleri gelenek ve değerlerin tortulaĢmasına, yani toplumun mirasına yansır. Değerler, toplumsal normlar veya davranıĢ kuralları aracılığıyla ifade edilirler. Örneğin, çocuklardan yaĢlı anne ve babalarına bakmaları kötü muamele yapmamaları onları ihmal etmemeleri beklenir. Parsons değerlerin toplumda iç bütünlük ve düzeni sağlamadaki rolünü vurgular (Layder 2006).

Bireylerin yaĢamlarında ve çevrede olup bitene anlam verme yolunun belirleyicisi olan değerler, toplumsal beklentilerin içerikleri olarak aileden baĢlayıp giderek geniĢleyen çevrede bireye neyi nasıl yapması gerektiğini bildiren ve belirleyen hükümlerdir. Değerlerin öğrenilmesi rollerin öğrenilmesi olan bir sosyal öğrenmedir (Güngör 1993).

Son yıllarda yaĢlılığın (ve ihtiyarlığın) yalnızca biyolojik bir süreçten ibaret olmadığı, sosyal ve kültürel değerlerin yaĢlılık üzerine etkilerinin olduğunu gösteren çalıĢmaların sayısında artıĢ olmuĢtur. Her insanda yaĢlanmakla ölmek arasında süren mücadelede, toplumsal ve kültürel etmenler önemli rol oynarlar. Yani „yaĢlılık‟ ve „ihtiyarlık‟ toplumsal bir çevrede sosyal iliĢkilerle yoğrularak yaĢanır ve inĢa edilir. Fakat bu toplumsal ve kültürel etmenlerin etkileĢimi yaĢlanmanın biyolojik gidiĢatı üzerine de etkilidir. YaĢlılığı günlük yaĢam aktivitelerinin ve iliĢkilerinin azaltılması olarak algılayan bireylerin, sosyal bütünlüklerinin yanında biyolojik yapılarının da bundan etkilendiği gözlemlenmektedir. “ĠliĢki azaltımı” kuramı olarak literatürde yer bulan bu kuramda ileri yaĢlarda yaĢlıların giderek yaĢamdan, günlük aktivitelerden ve toplumsal iliĢkilerden kendilerini çektiklerini ve bu davranıĢların „normal‟ olarak algılandığı vurgulanmıĢtır. Bu görüĢü benimseyen toplumlardaki yaĢlılarda baĢta ruhsal ve sosyal problemler olmak üzere pek çok sağlık sorunları oluĢmaktadır. (Beğer ve Yavuzer 2012)

Durkheim‟e göre travma sosyal bir gerçekliktir. Belli bir grubun tüm üyelerini etkiler. Etkilenen grubu sırasıyla aile, mahalle, Ģehir ve ülke biçiminde ele almak olasıdır. Bu biçimiyle grubun ortak değerlerini değiĢtiren ve etkileyen her türlü olay ve olgu travmatik olarak kabul edilmelidir. Bu anlamda kültürel travma, kültürü etkiler ve kültür katmanlarını direk olarak etkileme özelliği vardır. Hızlı ve aykırı bir sosyal geliĢme sonrasında kültür iki kutuplu hale gelir. Kültürün sembolleri geçmiĢte olduğundan çok farklı anlamlar kazanmaya baĢlar, geçerli değerler değerini yitirir, minik ve jestler bile geçmiĢte olduğundan daha farklılaĢır, inançlar inkâr edilir, idoller yok olur. Kültürel travma bu biçimiyle diğer travma türlerinden çok daha uzun süreli ve Ģiddetli olabilir. Ortak bilinç ve bilinçaltı aracılığıyla kalıtımsal olarak kuĢaklar boyunca etkisi sürer. Günümüzde Doğu Avrupa ve Balkanlarda bu türde bir travmanın izlerini görmek olasıdır (Çevik 2005).

GeçmiĢ

Her birimiz, soyumuzdan gelen farklı birikimlere sahibiz. Miraslarımız ne olursa olsun, bizi farklı kılan Ģey o mirasa karĢı tepkilerimiz ve onu nasıl kullandığımızda yatar. Dünyaya gelirken bizden önceki kuĢaklarda bulunan insanların sonsuz olasılıkları arasından seçilmiĢ eĢsiz bir değiĢkenler kümesi, bir dizi belli özellikler taĢırız (Satir 2001).

Güzel ahlak sahipleri örnek alarak, geleneğimizi, değerlerimizi yeniden gözden geçirip tazeleyerek, ahlâkımızı sürekli yeniden yorumlarla canlı kılarak yaĢayabiliriz. Çünkü, ahlâk hayatı bir mana hayatıdır; mana dediğimiz Ģeyde, sürekli değiĢen hayat karĢısında tazelenmek zorundadır. Eğer sahip olduğumuz değerleri ve onlarla birlikte yaĢadığımız manayı yenileme ve tazeleme gücümüz yoksa hayatımız kokuĢur. Ġstediğimiz kadar ona geçmiĢten devralmaya çalıĢtığımız, ama yeniden yorumlayamadığımız, yeniden can veremediğimiz, ihya edemediğimiz eskimiĢ, yıpranmıĢ kavramlarla, değerlerle destek olmaya çalıĢalım, hayat elimizden gider, hayatın manası elimizden gider. O manayı da maalesef bizim üzerimizdeki güçler bizim hayatımıza giydirirler, geçirirler, zerk ederler (Ġmam 2008).

Kültürlerin zaman dilimlerine verdikleri önem bakımından farklılıklar gösterdiğini ortaya koyan incelemeler Kluckhohn (1950) tarafından yapılmıĢtır. Bu incelemelerde zaman dilimlerine verilen önem “Ģimdiye yönelim”, “geçmiĢe yönelim” ve “Geleceğe yönelim” olarak isimlendirilmiĢtir. ġimdiye yönelimin ağırlık noktasını “ġimdi ve Ģu anı yaĢamak” oluĢturur ve geçmiĢe, geleneklere ve geleceğe önem vermemeyi içerir. GeçmiĢe yönelim, yaĢanan anda gelenekleri korumayı; bir baĢka deyiĢle geçmiĢten bu güne kadar taĢınmıĢ olan adet ve kurallara uygun biçimde yaĢamayı sürdürmeyi içerir. Geleceğe yönelim ise geleceğin geçmiĢ ve Ģimdiden çok daha iyi olacağına inanarak gelecekte arzu edilen Ģeyleri elde etmek amacıyla planlar yapmayı ve bu planları gerçekleĢtirmek üzere hareket etmeyi içerir.

GeçmiĢte yaĢama, günümüze ilgi duymama, yaĢlıyı çok kolaylıkla can sıkıcı bir kiĢi konumuna getirebilir. YaĢlandıkça çoğu kez ilgiler geçmiĢe uzanırlar. Gerçekten birçok yaĢlı geçmiĢe daha fazla ilgi duyar, geçmiĢ zamandaki olayları dinlemek ister (Emiroğlu 1995).