• Sonuç bulunamadı

Saygınlık Değerleri

1.4. Değerler

1.5.4. Saygınlık Değerleri

Ġnsanlar kendilerini değersiz hissettiklerinde, kandırılmayı, ezilmeyi, baĢkaları tarafından aĢağılanmayı beklerler. Bu da onlara birer kurban haline gelme yolunu açar. Sürekli en kötüsünü bekledikleri için, bu insanlar genellikle de en kötü durumları kendilerine çeker ve genellikle de baĢarılı olurlar. Kendilerini savunmak için bir güvensizlik duvarının arkasına saklanır, korkunç yalnızlık duygularıyla baĢ baĢa kalırlar. Böylece diğer insanlardan uzaklaĢarak kayıtsız hale gelir, baĢkalarına da kendilerine davrandıkları gibi davranırlar. Onlar için net bir Ģekilde görmek, duymak, ya da düĢünmek zorlaĢtığından, baĢkalarına saygı göstermez ve genellikle onları ezerler. Böyle insanlar etraflarına bir duvar örüp içine saklanır, sonra da bunu yaptıklarını yadsıyarak kendilerini savunmaya çalıĢırlar (Satir 2001).

Ġnsanın kendisiyle dıĢ dünya arasında iliĢki kurduğu bu yöneliĢler, onun karakterinin çekirdeğini oluĢturmaktadır; karakter, kendine-mal-etme ve sosyalleĢme süreci içerisinde insan enerjisinin belli bir yöne çevrildiği (bir dereceye kadar sürekli) bir kalıp olarak tanımlanabilir. Ruhsal enerjinin bu Ģekilde belli bir yöne çevrilmiĢ olmasının çok önemli bir biyolojik fonksiyonu vardır. Ġnsanın hareketleri doğuĢtan gelen içgüdüsel kalıplar tarafından yönetilmediği için, eğer insan her harekete geçiĢte, her adım atıĢta düĢünüp taĢınarak bir karar vermek zorunda olsaydı, hayat gerçekten de güvensiz, tehlikeli bir hal alırdı. Oysa birçok hareketin bilinçli bir kararı sağlamıĢ olduğundan çok daha hızlı bir Ģekilde gerçekleĢmesi gerekir. Üstelik eğer bütün davranıĢlar bilinçli bir karadan sonra gelmiĢ olsalardı, hareketlerin gerektiği Ģekilde yapılmasını engelleyecek bir çok tutarsızlık çıkardı ortaya (Fromm 1994).

Saygınlık değerleri içinde yer alan değerler güven, kararlılık, dürüstlük, zarar, koruma gibi değerlerlere kısaca değinecek olursak;

Güven

Neredeyse tüm olumsuz duygusal tepkiler, sadece düĢük özgüvenin bir sonucu oldukları için zarar vericidirler. Zayıf kendilik imajı, önemsiz bir hatayı ya da bir

kusuru kiĢisel yenilginin güçlü bir iĢaretine dönüĢtürebilecek bir büyüteçtir (Burns 2012).

Ġçsel güç var oluĢun baskılarıyla yüzleĢmeyi ve aĢmayı sağlayan bir tür yaĢam açlığıdır. Bize belli bir yaĢama isteği verir, böylelikle insan düĢ kırıklıklarına, terk ediliĢlere, kayıplara, yoksunluklara karĢı destek bulur ve her Ģeye karĢın var oluĢunu düzenleyebilir. Bir gruba, bir birlikteliğe bağlı olmak hissi, ruhsal enerjinin geliĢimini kolaylaĢtırır. Çünkü bu çocukluktan itibaren, olaylarla yüz yüze gelindiğindeki davranıĢ ve tepki modellerini çoğaltır. Geleneksel olarak, anne ve babanın geniĢ aile ve komĢular tarafından çevrelenmiĢ olduğu toplumlarda, çocuklar yaĢam sınavlarına dirençlidirler. Öte yandan seçme özgürlüğü ve kendini gerçekleĢtirme sağlanamazsa (AktaĢ 2013) bağımlılık hissi kendini aĢırı zararlı olarak da ortaya koyar, çünkü bu his yabancılaĢtırıcı olabilir. Ruhsal güce iliĢkin olarak özgüveni nasıl yerleĢtirmeli? Bu, insani baĢarımızın ateĢleyicisidir. Kendilerine güveni olan kiĢiler arzularının büyük bölümünü gerçekleĢtirmeyi baĢarabilirler. Ne var ki bu güven, “güvenli” bir bağı erken zamanda kazanabilmeye bağlıdır (Çağatay 2008).

Esmer‟in 2002 yılında gerçekleĢtirdiği “Avrupa ve Türkiye Değerler AraĢtırması” baĢlıklı TÜBĠTAK Projesine göre Türkiye‟de insanların değiĢimin kaynaklı bir travma yaĢadığını söylemek mümkündür. Esmer, Türk insanını Ģöyle tanımlar: Ülkenin geleceği hakkında kötümser, oy verme dıĢında siyasal katılım düzeyi düĢük, sivil örgütlere katılım düzeyi son dere düĢük, siyasal kurumlara fazla güveni olmayan, YurttaĢlar olarak birbirlerine hemen hiç güvenmeyen, değiĢik olana, marjinale, aykırıya fazla hoĢgörüsü olmayan, çoğunluğu kendisini ortanın sağında görmektedir (Esmer 2002).

Bahçede mavi gözlü çocuklar kendi aralarında oynarken kahverengi gözlü çocuklar bir kenarda mutsuz, sakin sessiz onları izlermiĢ. Kahverengi gözlü çocuk, mavi renkli gözlü çocuk kendisine, “Kahverengi gözlü!” dedi diye onunla kavga etmiĢ. Kavga nedeni olarak, “Bana küfür etti,” demiĢ. Bununla ilgili olarak araĢtırma sonuçları Ģöyle değerlendirilmiĢ: “Akıllı, dürüst, güzel, zeki, yardımsever, iyi kalpli öğrenciler sadece 15 dakika içinde iğrenç, kaba, saldırgan, ırkçı, nefret dolu çocuklara dönüĢüyor” (Köknel 2007).

Kararlılık

“Ġlke” niz varsa hedefleriniz vardır, ne yapacağınızı bilirsiniz. “Kararlı” iseniz iradeniz ve cesaretiniz vardır, nasıl yapacağınızı bilirsiniz. “ÇalıĢkan” iseniz karar verdiklerinizi yapar, hedefinize ulaĢırsınız. BaĢarının anahtar kavramları bunlardır (Atabek 2008).

Atabek, sorumluluk eğitimi ve karar verebilme eğitimini verebilmesi için yetiĢkinlerde üç önemli özellik arar:

1. Sonuçları ölçerek doğru karar verme, 2. Verdiği kararın sorumluluğunu alabilme,

3. Sonuçta kendi payını nesnel (objektif) görebilme.

Bu üç özellik de özdenetim, özeleĢtiri, özerk olma demektir. Eğer bugün içinde yaĢadığımız toplumda yetiĢkinlerimizin davranıĢlarını beğenmiyorsak, yaptıkları yanlıĢ buluyor ve neden düzeltemediklerini anlayamıyorsa ki buraya nasıl geldiğimize bakmamız gerekiyor (Atabek 2007).

Bir yön (ilerleme) düĢünü olmaksızın ahlaktan söz etmek boĢ ve değersizdir. Bu ahlakı basitçe belli bir toplumun kurallarına ve onun sürekliliği için gereken Ģeylere indirger. Öte yandan gerçekleĢtirilebilir en derin insanlık değerleri için ciddi bir araĢtırma olmaksızın ilerlemeden söz etmek de, sığ ve sahte gösteriĢtir. Bilgisayarlar ve otomatik makineler olabilir, ama eğer onlar bize yalnızca daha iri ve gösteriĢli Dünya Fuarları, daha çok trafik sıkıĢıklığı, daha çok aĢırı-kalabalık kentler, daha çok saçmalıklar ve gereksiz bolluk veriyorlarsa ve aynı zamanda halkın büyük bir bölümünü es geçip onları umutsuz yoksulluk içinde bırakıyorlarsa, yararları nedir (Selsam 1995).

Kendi duygularını, düĢüncelerini tanımak, hangi evrelerden geçtiğini kavramak, yaĢamındaki destekleri ve köstekleri görebilmek, özdeğerlerini oluĢturmak, güçlü ve zayıf yanlarını sınamıĢ olmak, “Kendini tanımak” için çok önemli iĢaret fenerlerdir. Bütün bunları göremeden ya da görmezden gelerek, kendisiyle yüzleĢmeden “Kendini tanıdığını sanmak” insanların en büyük

yanılgısıdır. Çoğu insanın kendine acı veren Ģeylerden kaçarak, sadece haz alacağı Ģeylerde buluĢma isteği bu yanılgının en büyük nedenidir. (Atabek 2004).

Ailede kararlar alınırken feodal iliĢkiler geçerli olmamalıdır. Tek bir kiĢi kararı almamalı, aile üyeleri ile eĢle ve çocuklarla birlikte alınmalıdır. Tabi ki bu “Tek otoritenin” erkek olması gerektiğini söylemeye bile gerek yok! Ama “Erkeğin” olmadığı aileler varsa, kadın da erkeğin bu uzlaĢmasız, ceberut, tepeden inmeci ve tartıĢmasız otoriter tavrını uygulamamalıdır (Kongar 2011).

Dürüstlük

Bugün ahlak yükümlülüğü ve dürüstlüğünün biçimi ve içeriğinin anlamı, birey için, onun baĢka bireyler, ırklar ve insanların zararına yaĢamında hiçbir doyum ya da zevk duyamamasıdır. Aynı zamanda bunun sonucu olarak, bu, baĢkaları, baĢka insanlar maddi ve manevi acı çektikleri sürece onun mutlu ve hoĢnut kalamaması demektir (Selsam 1995).

Selsam bu ülkü doğrultusunda yaĢamayı Ģu kriterlere bağlar:

1. BaĢkaları için olumlu olarak iyilik istemek, yani hiç kimsenin zararına olmamak;

2. Kendi acil kiĢisel çıkarlarına karĢıt olduğu zaman bile bu iyiliği pratikte belirtme arzusu;

3. Bu iyiliğe ihaneti ve her ne amaçla olursa olsun “Halkın düĢmanı” durumuna gelmeyi reddetme.

Doğruluk veya dürüstlük, ahlaklı olmanın bir sonucu olarak kazanılan Ģahsiyet vasfıdır. Burada ahlaklılık derken, insanın kuvvetli bir vicdan sahibi olmasını kastediyoruz. Vicdanlı insan, kendi içinde kendi davranıĢlarını idare ve kontrol eden bir mekanizma kurmuĢtur; bu mekanizma geliĢigüzel değil de, sistemli olduğu için, davranıĢlarda tutarlılık meydana gelir; aynı ahlak prensiplerini, her zaman ve her yerde uygularız. Doğruluk bu prensiplerden ĢaĢmamak demektir (Güngör 2008).

Bu tür aile bireylerinin değer duyguları, bireysel farklılıkların takdir edildiği, sevginin açıkça gösterildiği, öğrenim ve eğitim için hataların kullanıldığı, iletiĢimin net ve açık, kuralların esnek olduğu, sorumluluğun modellendiği ve dürüstlüğün önemli tutulduğu her türlü ortamda geliĢebilir; bunlar eğitici bir aile ortamında bulunan özelliklerdir (Satir 2001).

Zarar

Dünya tarihinde ilk kez geniĢ halk yığınlarınca daha iyi bir yaĢam için,

ahlaksal bir hak, ahlaksal insanlık kalite olarak istemde bulunuluyor. New York Harlem‟inde olsun ya da Missisippi‟de, Brezilya‟da ve Küba‟da, Afrika‟nın tümünde, Hindistan‟da ve güneydoğu Asya‟da olsun hak tanınmamıĢ halklar, modern bilim ve teknolojinin tüm insanlık için olanaklı kıldığı zenginliğe ortak olma hakkının isteminde bulunuyorlar. Ġnsanlar iyi Ģeylerin etkin olarak ve yüksek sesle isteminde bulunuyorlar. Tüm dünya da erkekler ve kadınlar doğaüstü ya da dünyevi biçimleriyle ahlaksal ikiyüzlülüğe son veriyorlar. Bir Ģeyin iyi olduğuna inanmak onu istemek ve elde etmek için çaba göstermektir. Abraham Lincoln‟un kölelik için dediği gibi: “Düşünebilirsiniz, hiç kimsenin kendisi için istemeyeceği herhangi iyi bir

şey düşünün.” ĠĢ hakkı, yaĢamın iyi Ģeylerini yaratma ve paylaĢma hakkı sayısız

milyonların ahlaksal zorunluluğu durumuna gelmiĢtir (Selsam 1995).

Tarihi geliĢim seyri boyunca etik disiplini çeĢitli yaklaĢımlar geliĢtirmiĢtir. Bunların tümünün tam anlamıyla fikir birliği içinde olduğu söylenemez. Hukuk, ödev, sorumluluk, erdem, mutluluk, ilkeler, eriĢilen sonuç, kavramları fikirleri etrafında Ģekillenen bir-çok etik sistemler oluĢturulmuĢtur. Bu yaklaĢımları irdelemeden önce insan evrensel ahlak deneyimi üzerinde durmak gerekir. Bu bakımdan karĢımıza iki kavram çıkar: Değer ve Ödev. Değerler tüm insanlar ve toplumlarca algılanır ve kavranır, çoğunlukla da belli topluma ve kültüre özgüdür. Değerler, ilkeler, normlar, yasalar, erdemler gibi ahlaki kavramların zeminini oluĢturur. Etiğin en önemli hedeflerinden biri değerlerin ve değer çatıĢmalarının entelektüel olarak analizini yapmak ve ödevleri tanımlayabilmektir. Ödevler her bir özgül durumda incelenen değerlerle ilgilidir ve değerleri etkiler (Ülman 2010).

Hepimiz bazı Ģeyleri yapmak bazılarından da sakınmak gerektiğini biliriz. Belli biçimde hareket etmek ödev icabıdır. Ġnsan yaĢamında görev ve ödev en yaygın ve evrensel tanımlardandır. Dünya üzerinde, görev ödev anlamı içeren – meli, -malı gramer yapıları veya “ BaĢkasına zarar verme! ”, “Sözünü tut”, “Çalma!”, “Yalan söyleme” gibi emir kipi içermeyen dil yoktur. Benzer biçimde “Yasaklamalar” ve “Zorunluluklar” Ģeklinde davranıĢ kuralları olmayan toplum yoktur (Ülman 2010).

Kurallar ve özgürlük arasında dengenin iyi kurulması gerekmektedir. John Stuart Mill özgürlüğü üç Ģekilde; tanımlamıĢtır; a) vicdan hürriyeti, b) zevk, tercih ve çalıĢma hürriyeti ve c) dayanıĢma hürriyetinden oluĢur. Vicdan hürriyeti ferdin dilediği gibi düĢünmesi, inanması, ahlâklaĢması, fikrini söylemesi ve yaymasıdır. Zevk, tercih ve çalıĢma hürriyeti, diğerlerine zarar vermemek Ģartıyla, sıra dıĢı bile olsa, kiĢinin dilediği yaĢam tarzını seçmesidir. DayanıĢma hürriyeti ise, aynı amaca ulaĢmaya çalıĢanların, hileye baĢvurmaksızın iĢbirliği yapmalarını ifade etmektedir. Bu üç özgürlük türünün mevcut olmadığı yerde tam bir özgürlükten bahsetmek mümkün olmayacaktır (Demir 1997).

Koruma

Çoğumuz süreklilik, kesinlik ve koruma sağladığı için otoriteden memnunuz. Ama sözünü ettiğimiz derin ruhsal devrimin getireceklerini anlamak için, insanın otoriteden kurtulması gerekir, değil mi? Kendi özdeneyimime güvenmemem mümkün mü? (Krishnamurti 2009).

Otorite insanın kendisini tanımasına engel olduğunu söyleyen Krishnamurti, bundan kurtuluĢu da Ģu Ģekilde açıklıyor:

“Bir otoritenin, bir kılavuzun şemsiyesi altında geçici olarak güvence ve

esenlik hissine sahip olabilirsiniz ama bu, insanın içimde olduğu süreci anlamak demek değildir. Otoritenin kendisi, doğasından dolayı, tam farkındalığı önler ve eninde sonunda özgürlüğü yok eder; ancak özgürlükte yaratıcılık olabilir. Ancak kendini bilme sonucu yaratıcılık gerçekleşebilir.”

YaĢlı insanlar bu bakımın talep edebilecekleri bir haktan çok, her zaman esirgenecek ya da yetersiz kalabilecek bir merhamet olmasından korkarlar. Ya da kendileri ile ilgilenilmesinin önkoĢulları olarak kendi verebileceklerini ortaya koyabilirler: öğüt, eylem, iliĢki ya da para gibi. Böylesine kırılgan olan bu iliĢki, hepimizin yaĢamda üç kuĢak evresini geçirdiğimiz, geçireceğimiz hatırlansa daha sağlam olurdu: herkes yoluna yardıma muhtaç bir çocuk olarak baĢlar, sonra yaĢamın doğal iĢleriyle ilgilenir, en sonunda ise yine bunlarla vedalaĢarak gücünü kaybeder, tekrar yardıma muhtaç olur. Böylece sosyal etik bir talebi dile getirmek mümkün olur: herkes, çocukken fiziksel zaaflarını nasıl kötüye kullandırtmak istememiĢ ise, yetiĢkin olarak da yaĢlıların zaaflarını aynı doğallıkla kötüye kullanmamalıdır. Ġnsanın yaĢamının baĢında ve sonunda yardıma muhtaç olması, Ģöyle bir sosyal etik öneriyi de haklı kılar: yaĢamımızın baĢlangıcında bize gösterilen yardımı, yaĢlılara gösterdiğimiz yardım ile telafi etmeliyiz (Büken 2003).