• Sonuç bulunamadı

B. KAPSAM VE YÖNTEM

VI. Çalışmanın Niteliği

1.5. Fatih Paşa Mahallesi

1.5.2. Zorunlu Göç ve Yansımaları/Sosyo-kültürel ve Ekonomik Zorluklar

Çalışmamı yürüttüğüm bu mahalleler, uzun dönemler boyunca yaşanan siyasi hadiseler nedeniyle “olağanüstü hal” lerin yaşandığı köylerden göç edip aynı şartların egemen olduğu mekânlarda yaşamlarını sürdüren bu insanlar, yaşadıkları ağır trajedilerle adeta baş başa kalmışlardır. Gerek geçmişte ve gerekse bu gün içinde bulundukları olumsuz koşullar değişmeden varlığını sürdürmektedir. Bunun ortaya çıkarılması adına yapılan çalışmalar da ağır baskılar altında kalmışlardır. İnsan hakları ve kimi yardım kuruluşlarının çalışmaları dışında akademik düzeyde sağlıklı çalışmalar yapılabilmiş değildir.263

Türkiye 20.yüzyılın başında ciddi bir ulusal ve uluslararası göç olgusuyla karşılaşmıştır. Sanayileşme ve tarımda makineleşme, büyük kentlerdeki sağlık ve eğitim ve sosyal imkânların fazlalığı köyden kente göçü beraberinde getirmiştir. Bu süreç klasik sosyolojik kavramlar olan “itici” ve “çekici” faktörler olarak değerlendirilebilinirken, 90’lı yıllarda bu iki faktörden bağımsız olarak Türkiye yeni bir göç çeşidiyle daha tanışmış oldu. “Ülke içinde yerinden edilme” olarak tanımlanan bu göç çeşidi, bu şekil göçün yaşadığı diğer bütün ülke ve bölgelerde olduğu gibi birçok zorluğu barındırmaktadır. Bu zorluğun temelinde bu durumun beraberinde getirmiş olduğu travmatik olaylar yatmaktadır. Her göç süreci birçok sorunu beraberinde getirse de, bu tarz bir göç sürecinin yaratacağı psikolojik sorunlar diğerleriyle karşılaştırılamaz bir boyuttadır.264

Bilindiği gibi 1990-1995 yılları, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde büyük trajedilerin yaşandığı yıllardır. Köylerin zorunlu olarak boşaltılmasının ardından daha önce hiç tanımadıkları, bilmedikleri, kültürel olarak yabancısı oldukları yeni mekânlara göç etmek zorunda kalan bu insanların yaşadıkları trajedi, yalnızca ekonomik yoksunlukların beraberinde getirdiği zorluklar değildi. Bundan daha ağır olanı ise hiç bilmedikleri bu yeni mekânlarda yaşadıkları kişilik bunalımları idi.

263

Çağlayan, Özar, Tepe Doğan, Ne Değişti? Kürt Kadınlarının Zorunlu Göç Deneyimi, s.18. 264

Ayhan Kaya, Türkiye’de İç Göçler Bütünleşmemi Geri Dönüş mü?, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2009, s.4.

137

Çok kısa süreler içinde köylerini boşaltmak zorunda olan bu insanlar, olağan göç sürecindeki gibi, gidecekleri yerlere ve bu yerlerdeki yeni yaşam biçimine hazırlanmaları mümkün olmamıştır. Bu durum, can güvenliği için göç edenler içinde geçerlidir. Zorunlu göçe katılanlar, temel geçim kaynağı olan topraklarını ve hayvanlarını çok ucuza satmışlardır. Kuru tarım ve hayvancılıktan başka hiçbir becerisi olmayan erkekler, seyyar satıcılık, inşaat ameleliği ya da hamallık yapmaktadırlar. Mersin’de ve Van’da da yapılan araştırmalarda da yaklaşık olarak aynı sonuçlara ulaşılmıştır.

Bu çerçevede yapılan araştırmaların soncunda elde edilen istatistiksel değerlere bakıldığında terör nedeniyle göç eden bu insanlar, tarım ve hayvancılık dışında herhangi mesleki bir becerileri bulunmadığı için, bedensel kuvvete dayalı işçilik (hamallık, inşaat işçiliği vb.) türü alanların dışında çalışma alanlarını bulamamışlardır.265

Şehir içinde yalnızlıkları, onların aynı mahallelerde toplanmalarına neden olmuş ve ‘dayanışma ve etnik aidiyet hissi veren kimlik söylemi’ bu gurup üzerinde etkin olmuştur. Kentlere gelen binlerce insanın en temel problemi, yaşayacak kadar aş bulabilmek ve asgari ihtiyaçlarını karşılayabilmek olmuştur. Kentin gereklerine uygun donanım eksikliğisahip olunan bütün sermayenin gelmiş oldukları yerde kalması iş olanaklarını yetersiz kılmıştır. Bu ise, yoksulluğu derinleştirmiştir. Yaşadıkları köylerinde vasıflı olan bu insanlar, kent merkezlerinde vasıfsız bir pozisyona itilmişlerdir. Göç mağdurları, ağırlıklı olarak ucuz iş gücüne dayalı geçici işlerde güvencesiz çalışmak zorunda kalmışlardır. Ebeveynlerinin işsizliğine koşut, yoksulluğun çaresizliği içinde çocuklar da işgücü piyasası içine girmek zorunda kalmışlardır.

Kentlerde yoksullaşmanın, işsizliğin, sokaklarda bu kadar fazla çocuk bulunmasının, bölge illerindeki kadın intiharlarının, madde kullanımının, fuhuşun ve

265

Yelda Sevim, Terör Nedeniyle Göç: Ekonomik Tutum ve Davranışlar Açısından Bir Değerlendirme, Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları 2004, s.121.

138

kentlerdeki birçok sosyal problemin bir biçimde yerinden etme siyasetinin sonuçları olduğunu söylemek mümkündür.266

Zorunlu göç, tarımsal üretici niteliği taşıyan pek çok insanı kentlerde yoksul tüketiciler konumuna getirdi. Zorunlu göçün mekânsal olarak yatay bir yer değiştirmenin yanı sıra, dikey ve aşağıya doğru bir yer değiştirmeye de yol açtığını söylemek mümkün. Bu yüzden, yerinden edilmenin yaşandığı andan itibaren, söz konusu aileler için bir sosyal dışlanma süreci başlamıştır.267 Zorunlu göçe tabi tutulan ailelerin, yerlerinden edilmekten doğan maddi zararlarının giderilmemesi, sosyal yardımın kısıtlı olması ve geleneksel geçim kaynaklarından kopmaları sonucu kentlerde geçimini sağlayamaz hale gelmeleri, sosyal dışlanma sürecini daha ileri boyutlara taşımıştır.268

Nitelikli eleman olmadıkları için, çoğunlukla yetişkin erkekler inşaatlarda vasıfsız işçi olarak çalışmak veya pazarcılık/işportacılık yapmak; erkek çocuklar sokakta meyve-sebze satmak; küçük kız ve erkek çocukları da sokaklarda mendil ve su gibi malzemeler satmak zorunda kalmışlardır. Genç kız ve kadınların çocuk bakıcılığı ve temizlik gibi ev işlerinde çalışmaları269 bu çocukların eğitimsiz kalmalarının da bir nedenidir. Özellikle kız çocuklarının ilkokuldan sonra okula gönderil(emedi)memeleri, başta kadınlarda olmak üzere, göçe tabi tutulan bu insanların çoğunluğunda yaşadığı kültür şokuyla birlikte eğitimsizliğin de beraberinde getirdiği sorunlarla mücadele etmek zorunda bırakılmışlardır.270

Zorunlu göçün Diyarbakır’a, özellikle çalıştığım mahallelere yansıması ile ilgili de bazı değerlendirmelerde bulunmak, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Göçün yoğun olarak yaşandığı 1990’lı yılların ilk yarısından itibaren özellikle Diyarbakır Suriçi gibi tarihi mekânlar ile Bağlar ilçesi kısa zaman içerisinde büyük insan akınına uğradı ve bunun sonucunda insan yaşamına elverişli olmayan yeni çarpık kentleşme olgusu ortaya çıktı. Bu durum; sadece bir görüntü sorunu

266

Betül Altuntaş, Türkiye’de 1980’li ve 1990’lı Yıllarda Yaşanan Zorunlu Göç ve Toplumsal

Sonuçları, Toplum ve Kuram, kitap dizisi, sayı 1- Mayıs 2009, s.106.

267

S.Gülfer Ihlamur-Öner, N. Aslı Şirin Öner (der.), Küreselleşme Çağında Göç, Kavramlar, Tartşmalar, İletişim yayınları, İstanbul 2012, s.237.

268

Ihlamur, Öner, Öner, Küreselleşme Çağında Göç, s.242. 269

Ihlamur Öner, Öner, Küreselleşme Çağında Göç, s. 247. 270

139

olmaktan ziyade, Suriçi’nde tarihi dokunun bozulması, Bağlar gibi semtlerde ise binaların yıkılma riski, altyapının eksikliği, binalarının ve çevrelerinin birer sosyal yaşam alanı olarak sağlıksızlığı gibi nedenlerle beraberinde pek çok kalıcı yeni sorunları da taşımıştır.271

Yeni kentsel yoksulluk ile göçmenlik arasındaki ilişki, mekân boyutunda daha kolay ve açık biçimde gözlemlenebilmektedir. Zaten göç, ‘mekânsal yoğunlaşma’ özelliği ile dikkat çeken yeni kentsel yoksulluk olgusunu bu özelliği ortaya çıkaran en önemli dinamiklerden biridir. Hatta göç olgusunun yeni kentsel yoksulluğun mekânsal olarak yoğunlaşmasının kurucusu olduğu söylenebilir. Şöyle ki, kente yeni gelenlerin kent yaşamına başlangıç yaptıkları yerler genellikle, işçiler, işçi sınıfının bir parçası olan işsizler, yoksullaşan ve sermaye biriktirme olanağında yoksun bırakılmış orta sınıfların iç içe yaşadığı yoksul mahallelerdir. Kendileri de ağırlıklı olarak geçim sıkıntısı nedeniyle göç kararı almış bu insanların yerleşmek üzere bu yerleri seçmesinin akılcı ve bilinçli bir karar olduğu yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Söz konusu araştırmalar dikkat çekici biçimde, kentin yoksul bölgelerindeki fırsat /olanak eksikliği ya da yetersizliğinin, yoksul kır ve kent göçmenlerini bu bölgelere çektiğini göstermektedir.272

Devlet istatistik Enstitüsü’nün yaptığı araştırmaların sonuçlarını vermek konunun anlaşılması açısından yardımcı olacaktır. “2000 yıllarına ait resmi kayıtlara göre, 580 bin nüfusu olan Diyarbakır kent merkezinde işsizlik %30, ilçe merkezlerinde ise %43 oranındadır. Kent merkezindeki işsiz sayısının 150 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Sivil toplum kuruluşları, işsizlik oranı konusunda daha karamsar. Onlara göre, oran %78. Eğer Diyarbakır nüfusunun bugün yaklaşık 1,5 milyon olduğu düşünülürse bu verilerin daha sağlıklı olduğu ifade edilebilir. Yine resmi verilere göre sokakta çalışan çocuk sayısı 3.302. Diyarbakır Belediyesi tarafından yapılan araştırmaya göre, suça karışan çocukların %54’ü sonradan gelip yerleşen ailelere mensup. Güneydoğu Anadolu Bölgesini 1980’lerin başından bu yana etkileyen kronik şiddet ve gerilim istihdamı da olumsuz yönde etkilemeye devam etmektedir. 1980-2000 yılları arasında 12 veya daha yukarı yaştaki toplam

271

Ihlamur Öner, Öner, Küreselleşme Çağında Göç, s.244. 272

Kaygalak, Yeni Kentsel Yoksulluk Göç ve Yoksulluğun Mekânsal Yoğunlaşması,

140

nüfus içerisinde istihdam edilenlerin oranı %64’ten %53’e düşerken, aynı dönemde istihdam edilen erkeklerin oranı %81’den %66’ya, kadınların ise %47’den %39’a düşmüştür. Bu veriler işsizliğin almış olduğu kronik hali gösterme açısından önemlidir.”273 Bu veriler neticesinde şunu söylemek mümkündür; zorunlu göç işsizliğin artışında ciddi bir etken olmakla birlikte beraberinde bir çok toplumsal sorunlara da sebebiyet vermiştir.

Diyarbakır Belediyesi tarafında 17 Haziran 2006 tarihinde yayınlanan Zorunlu Güç Raporunda ifade edildiği gibi yoğun göç Diyarbakır’ın altyapısındaki sorunlar büyük oranda giderilmekle birlikte, mevcut alt yapı hala zorunlu göç ile üçe katlanan kent nüfusunun ihtiyaçlarına cevap verebilecek durumda değildir. Kentsel nüfus stokunun nüfus artışına yanıt verememesi durumunda ortaya çıkan barınma sorununa getirilen bireysel çözümlerin sonucunda gecekondulaşma artmıştır. Diyarbakır’da bulunan 10.000 gecekondu da 80.000 kişi yaşamaktadır. Bu gecekonduların büyük bir kısmı sit alanı içerisinde olduğu için kentin tarihi mirasını da ciddi anlamda olumsuz etkilemektedir. Gecekondularda yaşayan nüfusun çoğunluğu kamu ve yerel yönetim kurumlarını ve işleyişini bilmemekte, kent yaşamının üzerinde kurulu olduğu formel/kurumsal ilişkileri sürdürememekte ve eğitim, sağlık, spor ve kültür gibi değişik alanlardaki kentsel hizmet ve olanaklardan faydalanamamaktadır. Bu insanların daha önce yaşadıkları kırsal ilişkilerden çok farklı bir alana işaret eden kentsel hayat ile bütünleşmeleri çok önemli bir sorun oluşturmaktadır. Raporda ayrıca enformel sektörün gelişmesiyle kadın ve çocukların emeklerinin sömürülmesinde de ciddi bir artışın yaşandığı ifade edilmektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi; Kötü koşullarda çalışmak zorunda kalan bu iki kesim sosyal güvenceleri olmadan ve çok düşük gelirlerle çalıştırılmakta ve emekleri sömürülmektedir.274

Hem kendileri hem de göç ettikleri alanlar birebir bu durumdan etkilenmiş ve etkilerinin hala devam ettiğini anlamak çok zor olmasa gerek. Ailenin gelenek ve görenekleri anlamında ciddi bir aşınmanın olduğu bu süreç, yeni ama sancılı bir nesli

273

Devlet İstatistik Enstitüsü(2002).2000 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal Ve Ekonomik Nitelikleri, Ankara, DİE Yayınları, s.52.

274

141

de beraberinde getirmektedir.275 Radikalizm bu sokaklarda ciddi anlamda bir karşılık bulmaktadır. “xocam valla bunlarla baş edemiyıx. Çalışmilar, serseri gibi ortalıxta dolaşilar. Sürekli bir yerlere taxıliler, Esrar satilar. Kur’an buradan taşınmax istiyem. Çocıxlarım için istiyem. Bu sokaklar kötidır. Her an korxiyıx.” ifadeleri, buradaki yaşama dair bir fikir vermektedir.

Turner; modern toplumsal değişim örüntülerinin bir başka boyutuna dikkat çeker. Ona göre göç, geleneksel aileyi, siyasal ve toplumsal ilişkileri aşındırır ve bozar. Bu durumu bir kaç açıdan ele alan Turner, ilk olarak erkek işçilerin geleneksel kır kültüründen kopup göç etmesi ve göçmen işçilerin coğrafi ve toplumsal hareketlilik deneyimleri aracılığıyla radikalleştiklerini, ikinci olarak göç dalgalarıyla yeni bir toplum biçiminin ortaya çıkmış olduğunu söylemektedir.276 Toplum bilim incelemelerinde ayrı göçlerin birbiriyle çelişen özellikler taşıdığı da saptanmıştır. Göç deneyiminin bir sonucu olarak göç edenlerin radikalleşmesi, göçün nedenlerine ve türüne bağlı olacaktır. Eğer göç yaşam standardını iyileştirme özlemiyle, geleneksel yaşam kalıplarının değişmesiyle ortaya çıkıyorsa, göçmenler ekseriyetle yenilikçi ve radikal bir topluluk oluştururlar. Göçmen toplulukları azınlık grupları olarak toplumsal dışlanmaya uğradıklarında, eşitlikçi katılımı talep eden yurttaşlık hakları adına mücadele edilmesi için güçlü baskılar çıkabilir ortaya. Geleneksel değer ve kurumları korumak isteyebilecek muhafazakâr göç biçimlerine sıkça rastlansa da, göç, toplumsal değişmenin radikalizm potansiyeli taşıyan bir öğedir. Fiilen göçle kurulan (Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve Hong Kong toplumları gibi) toplumlar, tipik modern toplumlardır; çünkü kültürel çoğulculuk bireylere gösterilen muameledeki yerleşik tutumu, seçiciliği, özgüllüğü aşındırır çoğunlukla. Feodal geçmişleri olmayan ve göç dalgasıyla biçimlenen toplumlar, halkın eşitlikçiliğe bağlanma eğilimi gösterdiği toplumlardır; kişiler arası eşitlikçiliği teşvik eden popüler kültürün varlığı, kişiler arası ilişkilerdeki yerleşik hiyerarşileri ve dışlayıcılığı azaltır. Ama yerel toplumların varlığı, böylesi toplumların ilericilik boyutunu sınırlayabilir, bu toplumlarda ırklar arası çatışma ırkçı ve tepkisel bir toplumsal iklimin ortaya çıkmasına neden olur. Yerleşmecilerin oluşturduğu

275

Lain Chambers, Göç, Kültür, Kimlik, İsmail Türkmen, Mehmet Beşikçi (çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s.36.

276

142

kapitalizm, çoğunlukla, sınıfsal ve ırksal tahakkümün şiddetini arttırabileceği, ama bu şiddetlenmenin modern denetim araçlarının benimsenmesiyle maskelenebileceği bir sömürge durumu yaratır. Savaş, sınıf çatışmaları ya da göç nedeniyle geleneksel hiyerarşilerinde bir dönüşüm geçirmeden sanayileşmeyi başaran toplumlar, eşitlikçi bir kültürden yoksun sanayi toplumları haline gelir.277

Radikalizmi kadınlarda davranış anlamında değil belki ama duygu anlamında her an hissetmek mümkündür. Kadınlarla diyaloglarda bu açıkça görülmektedir. Çünkü yurtlarındayken mutlu yaşayan bu insanlar, hiçbir şeylerini almadan can havliyle üzerindeki elbiselerle terk etmek zorunda kalmışlardı. Geride bir yaşam bırakmışlardı. Mutlu bir yaşam, kimseye muhtaç olmadan yaşadıkları, huzur dolu bir yaşamdan bahsederken göçün yarattığı öfkeyi de her an dile getiriyorlardı:“Ama Allah hakkımızı koruculara bırakmasın, korucular bizim köyümüzü yaktılar.”278 Uzun uzun olup bitenleri anlatırken sanki kıyamet sahnelerinden bahsediyorlardı. Yaşadıkları dehşeti bütün duygularıyla belli etmekten kendilerini alıkoyamıyorlardı.

“22 yıldır burada yaşıyoruz. Devlet her gün gelip köyümüzü basıyor korucu olmamız için bizi zorluyordu. Bazı komşu köyler korucu oldular ama bizim köy kesinlikle kabul etmedi. Bizim köyden dağa giden gençlerin sayısı da fazla idi. İki gün sonra hepimiz köyü terk etmek zorunda kaldık. Çünkü asker gelip köyü yakacaklardı. Etraftaki bazı köyleri yakmaya başlamışlardı. Biz de sadece üzerimizdeki kıyafetlerimizle köyü terk ettik. Hiçbir şeyimizi alamadık. Gerçekten sadece üzerimizdeki kıyafetlerle kaçtık can korkusuyla. Köyde durumumuz iyiydi. Hayvanımız arazimiz vardı. Bol bol geçimimizi sağlıyorduk. Şehre geldik. Burada (Hasırlı Mah.) bir evde tam beş aile uzun bir süre beraber yaşamak zorunda kaldık.”

Bir başkası: “Her gün baskın oluyordu bizi köyün meydanında topluyorlardı. Karda kışta saatlerce karın üstünde kalıyorduk. Bizi meydanda toplayıp köyü arayacaklarını söylüyorlardı. Köyde hiçbir şey, hiç kimse yoktu.”

277

Turner, Eşitlik, s.24-25. 278

Koruculuk Sistemi için geniş değerlendirme için Bkz. Mehmet Seyman Önder, Devlet ve Pkk

İkileminde Korucular, İletişim yayınları, İstanbul 2015. ;İnan Keser, Göç ve Zor, Diyarbakır Örneği Göç ve Zorunlu Göç, Ütopya yayınları, Ankara 2011, s.112-114.

143

Biz köyden çıktığımızda yedi kişilikti ailemiz. Tek gözlü bir oda da kaldık. Taşındık buraya geldik. İki kat yatağımız vardı o da bez mezden yapılmıştı. Pikapla taşındık eski bir dolabımız da vardı. Biz geldiğimizde kaldığımız tek gözlü oda da benim dedemindi. O oda küçücüktü. Bir halı ve küçük bir yolluk sermiştik. Yedi nüfus o oda da yaşadık. Üç odaydı üç aile kalıyorduk. Eşim lokantada bulaşık yıkardı. Dünyanın derdini çok çektik. Kaynanamlar köyde kaldılar. Bir iki sene kadar. Hayvanları falan. Başta köyün tamamını boşaltmadılar. Yaşlılar falan orda kaldı başta onlara bir şey demediler ama daha sonra onları da göçe zorladılar. Onlar göç edince onlarda yanımıza geldiler. Tek gözlü oda da dokuz kişi kalıyorduk.” Buna benzer onlarca hikâyeyi dinlemek mümkündür. Her bir hikâye dramlarla acılarla, çaresizliklerle doludur.”

Göçün bireyler üzerindeki etkisini inceleyen Akhtar, şu aktarımlarda bulunuyor: “İster bir ülkeden diğerine, ister bir bölgeden başka bir bölgeye göç edilsin, göç etmek her zaman bir “kültür şokuna” neden olur. Ardından gelen kaygı, yeni gelenin psişik organizasyonunun dengesini tehdit eder. Sorun yaratacak bir diğer tehdit ise göçün doğasından kaynaklanan kayıpların yasıdır. Kültür şokunun ve yasın birlikte var olması, bireyin kimliğinde ciddi bir sarsıntıya yol açar. Psişik çözülme durumu ortaya çıkar ve Kimlik sürekliliğinin bozulduğu hissi gittikçe artar. Yeni gelen kişi, sanki kendi olağan doğal ortamından çıkmış gibi, benlik kimliği için gerekli olan çevresel desteği artık elde edemez… Bireyin kimliğine yönelik tehditlerin şiddeti, eşlik eden yasın şiddetiyle paralellik gösterir. Bu nedenle, yeni gelen kişinin kimlik sürekliliğindeki kırılmanın şiddeti, eskiden ona rahatlık veren sürekliliği sağlayan sevgi nesnelerinin (terk edilmiş kültürün) kaybedilmesine duyulan özlemi arttırır. Diğer yandan, kaybedilen sevgi nesnelerine karşı duyulan özlem arttıkça, kimliğe yönelik tehditler daha acı ve üzüntü verici olur.”279

Geriye dönüp baktıklarında köylerine duydukları özlemlerini ifade ederken gözlerindeki ışıltıyı görmek mümkün. Hayriye hanım:“He walla köyde mutlıydıx, kendimiz çalışıp kendimiz yiyidıx. Hayvanlarımız wardi, onlari otlatmaya gididıx.

279

Salman Akhtar, Göç ve Kimlik, , Kargaşa Sağaltım ve Dönüşüm, Müge Alkan, Serhat Uyanık, Ali Algın Köşkdere (çev.),Odağ yayınları, İzmir 2010, s.57.

144

Sütlerini etlerini yiyidıx. Benım çox tavuğım vardi, yumurtalarını bazen satidıx. Çox güzeldi hani burda ne war?”

Köylerine olan özlemlerini her defasında dile getirdikleri bu cümleler; ayrılmanın ‘ruhsal acısı’ ile yüzleşen göçmen, sıklıkla çareyi kayıp nesnelere aşırı yatırım yapmakta arar. Yine Akhtar’ın değerlendirmeleri aydınlatıcı niteliktedir;” İlk kez 1917’de “Yas ve Melankoli” makalesinde, Freud’un tanımladığı bu mekânizmalar göre göçmen geçmişini ülkü haline getirir. Sıklıkla bu, anılarda ülküleştirilmenin merkezinde insandan çok gelmiş oldukları yer vardır. Bu sürpriz değildir. Çocukluk ve ergenlik dönemi boyunca insanların dışındaki çevre, göreceli olarak daha yüksüz bir alan haline gelerek, insanlar arasındaki ilişkilerin inceliklerini ifade eden bir anlam kazanır ve görece ruhsallık özelinde derinlik kazanır. Bu ruh hali göçmenin geçmişte yaşamasını sürdüren bir mekanizma işlevi görür.. Beiser’in “zamanın baskınlığı” kavramlarını kullanacak olursak, göçmenin zaman bağı oluşturma yetisi bozulmuştur ve geçmiş zaman baskın olmaya çalışmaktadır. Göçmenin en güçlü duygulanımları, ana yurdundaki evlerin, sokakların, tepelerin bayırların anımsanmasında saklanmıştır. Göçmen de tek oyuncağı kalmış ve duygusal açıdan çökmüş çocuk gibi anılarına yapışır. Göçmen ne zaman vatanına özlem duysa kendisini, “keşke” oraları terk etmemiş olsaydı yaşamının çok daha güzel olacağına inandırır. Ya da daha sıklıkla, vatanındayken hiçbir sorunun olmadığına kendisini inandırmaya çalışır.280

Yukarıdaki ifadeler, kendi köylerinde iken geçimlerini sağlayıcı unsur olan hayvanları ile ilgili psiko-sosyal anlamda az bir mesafe mevcuttur. Sahip oldukları inek, tavuk kedi ve köpekleri hayatlarının bir parçası gibidirler. Bu hayvanlar; mitlerden gelen yansımaların alıcıları, dile getirilmemiş hislerin kişisel depoları, fallik gösterimciliğin taşıyıcıları, anne şefkatinin sağlayıcıları ve yaşam serüvenindeki kardeşçe arkadaşlığın nesneleri haline gelirler. Hayatlarında önemli bir yer işgal eden hayvanlarından ayrılıp, evcil hayvanlarla ve hayvanat bahçeleriyle sınırlanmış olduğu bir şehre yerleşirlerse bu insanlar, öznel deneyiminden, fark edilmesi güç ama çok önemli bir şeyi kaybeder. Burada daha genel bir kaybı vurgularken, göç sırasında bireyin geride bıraktığı kendi evcil hayvanları da gözden

280

145

kaçmamalıdır. Sonuçta oluşan çevresel süreksizlik, benliğin zamansal sürekliliği koruma yeteneğini azaltır ve yeni yerleşilen yerin yerlilerinin bilmediği bu acı fark edilmeden kalır. Koyunlarını ineklerini sürekli anmaları belki de bu acının ifadeye