• Sonuç bulunamadı

B. KAPSAM VE YÖNTEM

VI. Çalışmanın Niteliği

1.3. Hasırlı Mahallesi

1.3.2. Güvensizliğin Mekânları

Mahallede en temel problem uyuşturucunun yaygınlığı olarak ifade edilmektedir. Mülakat yaptığım görevlilerden birisi konuyu şöyle özetledi:“Burası patlamaya hazır bir mayın gibi. Diyarbakır’ın uyuşturucu trafiğinin en hızlı yaşandığı mahalle. Akşama doğru Bmw X6, Mercedesleri görmek mümkün. Uyuşturucu satıcıları çeteler haline gelmişler. Geçen çeteler arasında çıkan silahlı çatışmada bir kişi ölmüştü, birkaç kişi de yaralanmıştı. Suç oranı oldukça yüksek. Babalar geçimlerini uyuşturucu ile sağlıyorlar. İlk Okul düzeyindeki öğrenciler, problem oluşturmazken, Ortaokul öğrencileri problem olmaya başlıyorlar. Uyuşturucu yaşı on ikiye kadar düştü. Çünkü çocuk bu yaşlarda babasının yanına gidiyor, iş yapmaya. Babanın bunu sattığını ve para kazandığını görünce doğal olarak o da buna yöneliyor.”

Genel olarak bu durumun yaygın olduğu, gerek resmi, gerekse de yerel idare tarafından bunun bilindiği, ancak herhangi bir müdahale veya önlemin alınmadığı, en çok şikayet edilen konuların başında gelmektedir. Bu durumun kendi hayatlarını sürekli bir şekilde tehdit ettiğini, ancak çare olamamanın da beraberinde getirdiği bir hayal kırıklığını da sürekli vurguluyorlardı.

Uyuşturucunun mahallede yaygın oluşundan şikâyetle birlikte, bir başka ciddi şikâyet konusu da fuhuşun burada yaygın oluşu idi. Daha önce çamaşırhanede de dile getirilen fuhuş, bayanlar tarafından: “Xocam buralarda fuhuş yaygındır. Başka yerlerde kerxane (genelev) var. Burada ise evlerde yapılmaktadır.” biçimindeki ifadesi bu durumun vahametini göstermektedir. Bu durumun herkes tarafından bilindiğini, ancak herhangi bir müdahale, ya da önlem alınmadığını da ifade etmeleri, bu mekânların nasıl bir hayatı sürdürdüklerinin bilinmesi açısından önemlidir.

237

David Swartz, Kültür ve İktidar Pierre Bourdieu’nün Sosyolojisi, Elçin Gen (çev.), İletişim yayınları, İstanbul 2013, s.112.

116

Anlatılanlar fuhuşla sınırlı değildir şüphesiz, daha da vahim olanı, bu mahallede tecavüz olaylarının yaygınlığıdır. Kadınlardan birisinin şu anlatımı, durumun aciliyetini göstermektedir: “Geçen senelerde o evın kızi beş yaşındaydi, götırdiler tecavüz ettiler. Bu evın oğlıni götırıp o köti işi yaptilar ona. Kayınbaba gelınıne tecavüz etti. Nasıl yox, çox war. Burasi doli. Burada bir kız, dayisının oğli ona pislıx yapti, kız hamile kaldi, aile kızlarıni öldürdiler. Sahan söyliyem. Kızın abisi bir erkek çocığa yapmişti, bir sene aradan geçti, onlarda onın kardeşine yaptilar. Beş yaşındaki çocığa yaptilar. Hayfini aldilar. Abisi onlara yapmişti. Onlar da geldi bacısına yapmişti”

Bir başka kadın ise erken yaşta kız çocuklarının evlendirildiği ve bunun doğurduğu sorunları dile getirirken şunları söylüyordu: “Derdımızdır bunlar. Şu adamın durdıği evde, kızlarıni yaşli birine verdiler. Kız o zaman onbir oniki yaşlarındaydi. Adam kocaman adamdi. Anlaşamadilar ayrildilar. Kız şimdi kötü yola düşmüş. Bir gece kızlarıni öldırdiler. Gece kani böyle burdaaaan ta oraya kadar kan. Oni erebaya koymiştilar, nehre atmişlar. Yasi da bıraxmadilar. Oğli da tutuxlanmadi. Evde taşlarla öldırmiştiler.”

Yaşadıklarının kendilerinde yarattığı ağır travma ve bunu duyuramamanın çaresizliği içerisinde kadınlardan birisinin şu ifadeleri önemlidir: “Biz sana dertlerimizi anlatıyorız. Sen de bunları başkalarına duyur ki, acılarımız duyulsun. Biz birbirimizin dertlerini, duymamazlıktan görmemezlikten geliyorız. Paylaşmıyoruz o yüzden daha çox eziliyıx.”

Kendi içine hapsedilmiş hayatlar, hapsedilmiş mekânlar ve bu mekânların ürettiği sorun ve zorluklar, bunların varlık gerekçelerine dair Foucault’un varsayımlarını hatırlatmaktadır.

“Suça eğilimli olmanın ekonomik-siyasi yararlılığını kolaylıkla ortaya koyabiliriz: Öncelikle, ne kadar çok suça eğilimli insan olursa, o kadar çok suç olacaktır. Bu küçük iç tehlikenin sürekli varlığı, söz konusu denetim sisteminin kabul edilebilme koşullarından biridir. Ama hepsi bu değil. Suça eğimlilik ekonomik olarak da faydalıdır. Tamamen kazanç getiren ve kapitalist kar hanesine yazılan, suça eğilimlilerden geçen kaçakçılık miktarına bakın: Fahişelikte öyle; herkes bilmektedir

117

ki fahişelik Avrupa’nın bütün ülkelerinde, mesleği pezevenklik olarak adlandırılan ve hepsi de birer suça eğilimli olan kişilerin denetimindedir. Fahişelik halkın cinsel zevkinin masraflı hale gelmesini sağlamıştır ve fahişeliğin ekonomik sınırlarının çizilmesi cinsel zevk üzerindeki karı, bazı dolaşımlara doğru yöneltmeyi sağlamıştır. Silah kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı, kısacası şu veya bu nedenle doğrudan ve yasal toplum içinde gerçekleştirilemeyen bütün bir dizi kaçakçılık suça eğilimlilikten geçer ve suça eğilim de bu şekilde onları güvence altına alır. Böylece suça eğilimlilik temelinde çalışan bir dizi ekonomik ve siyasi kurumumuz vardır ve bu bağlamda profesyonel suça eğilimli üreten bu mahallelerin bir yararlılığı ve bir üretkenliği vardır.”238 Foucault’un bu yaklaşımı, kendi dönemi ve mekânı değil, sanki bu mahalleyi anlatıyor gibidir. Demek ki benzer sorunlar, mekân ve şahıslar değişse de aynı sonuçları doğurmaktadır.

Burada özenle işletilen yapı, suçluların özel olarak sanki belli mekânlarda toplanmalarının sağlanmasıydı. Buradaki gerçek hedef “spesifik bir suç alanı, nüfusun geri kalanından tecrit edilmesi gereken bir tabaka yaratmaktı. Bundan dolayı, bu tabaka eleştirel siyasi işlevinin büyük bölümünü kaybetti. Ve bu tabaka, tecrit edilmiş bu azınlık nüfusun geri kalanına korku salmak için, devrimci hareketleri, örneğin emekçi sendikalarını denetlemek ve baltalamak için iktidar tarafından kullanıldı. İktidar kendi siyasi hedeflerini dayatmak için bu tabaka içinden kiralık katiller, parayla tutulmuş katiller seçiyordu.”239 Evet, tam da böyle yapılmıştı. Toplumun geri kalanından adeta izole edilmişlerdi. Kendi içlerinde gettolar oluşturan bu yapılar, bütün kirli işlerin merkezileştiği mekânlardı. Son dönemde yaşanılan olaylar bu durumun birer göstergesi ve yaşam pratiğine dökülmesinin ifadesidir. Özellikle yaşanılan olaylar, merkez olarak kabul edilen ve araştırmamda en fazla dikkat çekmiş olduğum Hasırlı mahallesi, barındırdığı ekstrem yaşam biçimi ve sosyal durumuyla yine bir ekstrem hareket olan başka bir olayın temsilcisi haline dönüşmüştür.

Buralar tanımlanırken bazen “istisna” bazen “öteki” ifadelerini kullandım. Ama tanımlama o kadar çeşitli olabiliyor. Biraz daha yakından baktığımda buraların

238

Foucault, Özne ve İktidar, s.154-155. 239

118

birer “kamp” alanı gibi değerlendirileceğini gördüm. Çünkü “aynı” insanların toplandığı mekânlar. Ve bu mekânlar üzerinde biraz daha düşünmeyi gerektiriyor. Kamp kavramını ve burada işleyen sistemi en iyi şekilde açıklayan Agamben “Kamp”ı şöyle tanımlamaktadır: Kamp normal hukuksal düzenin dışına yerleştirilen bir toprak parçasıdır; fakat öyle dışarıda bir yerde değildir. Dışarıda tutulan anlamına gelen “istisna” teriminin etimolojik anlamını düşündüğümüzde, kampa alınarak dışarıda tutulan şey tam da dışlanmak suretiyle içleniyor. Ancak burada öncelikle hukuksal düzenin içine çekilen şey, tam da istisna durumunun kendisidir. İstisnai durum, “iradi” olduğu sürece, kural ile istisnanın birbirinden ayrılmaz hale geldiği yeni bir hukuksal-siyasal paradigma kurmuş olduğunu söyleyen Agamben Kamp’ı, istisna durumun- ki egemen iktidarın temeli bu durumun belirlenmesidir- kural olarak gerçekleştirildiği/yürütüldüğü yer olarak tanımlar. Burada artık egemen, kendi iktidarını tanımlayan yasaklamanın içsel yapısını dışarı vurmak suretiyle, istisna üzerindeki hükümranlığının sonucu olarak bu durumu bizzat kendisi yaratıyor. İşte bundan dolayı, dikkatle bakacak olursak, kampta hukuksal sorun ile olgusal sorun tamamen birbirinden ayrılmaz hale geliyor. Dolayısıyla da, kampta olup bitenlerin yasal olup olmadığı yolundaki bütün sorular anlamsızdır. Kamp, bu iki terimin birbirinden ayrılmaz hale geldiği hukuk-gerçek melezi bir yerdir.

Devamında Hannah Arendt’in şu gözlemine yer verir: “Totaliter yönetimi destekleyen ve sağduyunun kabul etmeyi ısrarla reddettiği ilke kamp alanlarında tamamen ortaya çıkıyor; bu ilke “her şey mümkün” ilkesidir. Kamplarda gerçekten de her şeyin mümkün olmasının tek nedeni, kampların bizim kastettiğimiz anlamıyla – sadece hukukun tamamen askıya alındığı bir yer değil, aynı zamanda da gerçek ile hukukun tamamen iç içe geçtiği- bir istisna mekânı olmasıdır. Eğer kampların –ki kampların görevi tam da istisna mekânı yaratmaktır-bu kendilerine özel hukuksal- siyasal yapıları anlaşılmazsa, bu durumda oralarda cereyan etmiş olan inanılmaz şeyler tamamen anlaşılmaz şeyler olarak kalacaktır. Kampa giren herkes, dışarı ile içeri, istisna ile kural, yasal ile yasal olmayan arasındaki bir belirsizlik mıntıkasına girmiş oluyordu; burada öznel hak ve hukuksal koru(n)ma kavramları bütün anlamlarını yitiriyordu.240

240

119

Bu aktarımdan sonra Agamben, Kamp’ın, gerçek ile hukuku, kural ile uygulamayı, istisna ile kuralı birbirinden ayırmanın asla mümkün olmadığı; ama buna rağmen, bu ikisini sürekli birbirinden ayıran bir mekân olduğunu söyler. Eğer bu doğru ise, yani eğer kampın özü istisna durumunun somutlaştırılmasına ve ardından da, çıplak hayat ile hukuk kuralının bir belirsizlik eşiğine girdiği bir mekânın yaratılmasına dayanıyorsa, o zaman şunu kabul etmek zorunda olduğumuzu dile getirir: İçinde işlenen suçlar ne kadar farklı olursa olsun, adı ne olursa olsun ve nerede olursa olsun böyle bir yapının inşa edildiği her yerde bir kampla karşı karşıyayız demektir.241 Formel anlamda ve adına kamp denmemiş olsa bile, sosyal yaşam ve kültürel yapı tam da bu mekânların birer kamp gibi işlev gördüğüne şahit olmaktayız.