• Sonuç bulunamadı

B. KAPSAM VE YÖNTEM

VI. Çalışmanın Niteliği

1.4. Fiskaya Mahallesi

1.4.2. Neden Uyuşturucu

“Başımıza ne geldiyse Adidas ve Nike yüzünden geldi” Yaşanılan durum en

güzel yaşanılan kişi tarafından ifade edilir. Daha önce de benzer yaklaşımların sergilendiği ve nedenlerine dair benzer değerlendirmelerin yapıldığı bu mekânlar, içinde büyüdükleri şehrin modern imkanların sunduğu görünür olana bir türlü sahip olamamanın kendilerinde yarattığı ağır travma ve ona ulaşma adına her şeyin meşrulaştırıldığı bu modern dünyada, bütün bu olup bitenlerin nedenlerine dair bazı ipuçlarını vermektedir. On dokuz yaşlarında, liseyi terk etmiş, sokaklarda dolaşan bir gencin söyledikleri şu şekildeydi: “Ma xocam ben de zengin olmax istiyem. Benım de BMW arabam olsın. Ma niye benım ne eksigım war. Parayi buldıxtan sonra bıraxacağım zaten”. Umut’un bu söyledikleri haliyle bir kıyas yapmayı beraberinde getiriyordu. Zaman zaman, sınırın iki tarafı arasında karşılaştırma yapmak, şehrin geneli hakkında da bir bilgi sağlamaktadır. Bir taraftan, iyi eğitim gören, kaliteli beslenen, ayrı odaya sahip olan, marka giyen gençler; diğer taraftan yoksulluğun zirvesini yaşarken bunlara özenip başka yollardan ulaşmaya çalışanlar.

Mahallede yaşlı bir amcanın değerlendirmeleri bu konuyu daha da anlaşılır kılmaktadır: “Bunun altında yatan temel etken özenti, gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Televizyon seyrediyor, elindeki telefonla her şeye ulaşabiliyor. Zenginlerin hayatının kolaylığına şahit oluyor, “neden ben de aynısını yaşamayayım, o da insan ben de insanım, ben de yaşamak istiyorum” diyor. Ve bunun hamallıkla olmayacağını biliyor ve o yüzden uyuşturucuya başvuruyor. Bir satışla çok para kazanacağını ve yaşam standardının değişeceğini düşünüyor. Aslında bunun için Tv

253

128

ya da internete ihtiyacı yok, Ofis ya da Diclekent’e gittiğinde bunu görüyor ve o da aynısına sahip olmak istiyor.”

Bütün bu hayatlar ve yaşananlar, toplum içerisinde ezenle ezilenlerin durumunu ifade etmekteydi. Ve bu mahallede yaşayanlar ezilenlerin çocuklarıydılar, ezilmiştiler, özgürleşmenin kendilerini “Ezenler”e benzemekten geçtiğini düşünüyorlardı.

Sosyolojik olarak, “Ezilenlerin özgürleşme çabaları, çoğu zaman, kendilerini ezenler haline gelme eğilimindeler. Onların düşüncelerinin yapısı, onları biçimlendiren somut, varoluşsal durumun çelişkileriyle koşullandırılmıştır. Onların ideali insan olmaktır; fakat insan olmak, ezen olmaktır. Bu, onların insanlık modelidir. Bu olgu, ezilenlerin var olma tecrübelerinin belirli bir anında, ezenlere “meyletme” tavrını benimsemelerinden doğar. Bu koşullar altında, ezeni yeterince nesnelleştirerek “değerlendiremezler”, onu kendilerinin “dışında” keşfedemezler. Bu ille de ezilenlerin horlandıklarının farkında olmadıkları anlamına gelmez. Fakat kendilerini, ezilenler olarak algılayışları, içinde ezildikleri gerçekliğe gömülmüşlükleriyle örselenmiştir. Bu düzeyde, kendilerini, ezenlerin karşıtları olarak algılamaları henüz çelişkinin üstesinden gelme mücadelesine angaje olmaları demek değildir. Kutuplardan biri özgürleşmenin değil, karşı kutbuyla özdeşleşmenin özlemini çekmektedir.”254

Ezen ve ezenin hayat tarzı ezilenlere karşı konulmaz şekilde cazip gelir. Bu hayat tarzına sahip olmak onları kendilerinden geçiren bir özlem haline gelir. Ezilenler, yabancılaşmanın etkisiyle ne pahasına olursa olsun ezene benzemek, onu taklit etmek, onu izlemek ona benzemek isterler. Bu olgu özellikle, üst sınıfın “mümtaz” insanlarına denk olma özlemini duyan orta sınıf ezilenlerde hâkimdir. “Sömürgeleştirilmiş zihniyet”in olağanüstü yetkinlikteki bir analizini yapmış olan Albert Memmi, ezilenlerin kendilerini ezenlerden iğrendiğini, ama aynı zamanda da “tutkuyla” onlara benzemeye çalıştığını şöyle anlatır:

“Sömürgeci sürekli bir şekilde bir yığınla sömürgeleştirilmiş insanı katlettiği halde, işçilerine nasıl bakabilirdi? Sömürgeleştirilmiş olan, böylesi aşırı talepleri

254

129

yerine getirecek kadar nasıl kendini inkâr edebilirdi? Sömürgeciden nefret ettiği halde, ona aynı zamanda nasıl böylesine tutkuyla hayranlık duyabilirdi?” 255 Şüphesiz bu durumun en basit izahı, ezenle ezilen arasındaki benzeme çabası ve özentidir.

Bu benzeme çabasının en tipik göstergelerinden birisi de çamaşırhanenin koordinatörünün şu ifadeleriydi:“Buradaki genç kızlar, mahalledeyken ailelerinin istediği doğrultuda giyinirler. Başlarında yazmaları ve etek giyerler. Ama başka bir semte gidecekleri zaman –Ofis, Diclekent yani Sur’un öte tarafına- beden dibinde bir yerlerde kıyafetlerini değiştirip, pantolon kısa kollu tişört giyerek- ve son model makyaj yaparak çıkarlar”

Benim sokakları gezerken gördüğüm manzaralarda aynen bu doğrultudaydı. Şehrin iki yüzü arasına sıkışmış oldukları çok belliydi. Ne şehirleşebilmişlerdi ne de kendi bulundukları yaşam standardına uyabiliyorlardı. Bu, gençlerin yaşadığı ruh hali, başka toplumlarda da benzer içeriklere sahip olduğu yapılan çalışmalarda gösterilmektedir. Bunlarda birisi de Memmi’nin kitabındaki şu yaklaşımlardır.

Memmi’ye göre; Sömürgeleştirilenin ilk teşebbüsü, derisini değiştirerek durumunu değiştirmektir. Elinin altında, çok yakında, cazip bir model vardır: sömürgeci. Sömürgeci onun kusurlarının hiçbirine sahip değildir, her tür hakkı vardır, her tür mala mülke sahip olur ve prestiji yüksektir. Sonuçta o, kıyaslamanın öteki terimidir; sömürge insanını ezen ve kulluk durumunda tutan bir taraftır. Sömürge insanının ilk isteği, bu muhteşem modelin dengi olmak ve onun içinde yok olana dek ona benzemektir.

Aslında sömürgeciye hayranlığı ön koşul olarak gören bu adımla, sömürgeciliğin onaylandığı sonucu çıkarılabilir. Ama apaçık bir diyalektikle, sömürge insanı tam da kaderiyle uyum sağladığı anda kendisini büyük bir kararlılıkla reddeder. Yani sömürge durumunu başka bir şekilde reddeder. Benliğin reddi ve ötekine yönelik sevgi, tüm asimilasyon adayları arasında yaygındır. Üstelik bu kurtuluş girişiminin iki bileşeni birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Sömürgeci sevgisinin altında, utançtan kendinden nefret etmeye uzanan karmaşık duygular yer alır.

255

130

Modele boyun eğişteki bu aşırılık zaten çok şey anlatmaktadır. Sarışın bir kadın, ister aptal ister başka bir şey olsun, tüm kumrallara üstün görünür. Sömürgecinin ürettiği bir ürün güvenle kabul edilir. Alışkanlıkları, giysileri, yiyecekleri, mimarisi uygun olmasa bile neredeyse bire bir taklit edilir. Karma evlilik, en cüretkârlarda görülen bu atılımın en aşırı ifadesidir.256

Bununla birlikte, böyle olumsuz bir yan içermese de sömürgecinin değerlerine yönelik bu tutku nöbeti bu kadar şüphe uyandırmazdı. Sömürge insanı sömürgecinin değerleriyle kendisini zenginleştirmeye çalışmakla kalmaz; olmayı umut ettiği şey adına, aklını kendisini yoksullaştırmaya, gerçek benliğinden koparmaya takar. Daha önce belirttiğimiz bir özelliği başka bir biçimde karşımızda buluruz sömürge insanının ezilmesi, sömürgecinin değerleri arasında yer alır. Sömürge insanı bu değerleri benimser benimsemez, kendi mahkûmiyetini de aynı şekilde benimsemiş olur. Kendisini kurtarmak için –en azından o böyle olduğuna inanır- kendini yok etmeyi kabul eder. Bu olgu, bir zencideki zenci-düşmanlığına ya da bir Yahudideki anti-semitizme benzer. Siyah kadınlar umarsızca saçlarını düzleştirmeye – gene de kıvırcıklaşır hemen- ve biraz daha beyaz olması için ciltlerine işkence yapmaya çalışır. Birçok Yahudi, elinden gelse, ruhlarını –telafi edilemez ölçüde kötü olduğu söylenen ruhlarını- paramparça ederdi. Sömürge insanına, müziğinin kedilerin miyavlaması gibi olduğunu, resminin şekerli şurup olduğunu söylediler. Sömürge insanı, müziğinin bayağı olduğunu, resminin iğrenç olduğunu tekrarlar. Bu müzik gene de onu etkiliyorsa, soğuk ve karmaşık bulduğu Batı’nın incelikli terennümlerinden daha fazla heyecanlandırıyorsa, bu ahenkli ve hafifçe mest edici renklerin bileşimi gözlerine bayram ettiriyorsa, bunlar, isteği hilafına olur. Kendisine kızar, yabancıların gözünden saklanır ya da tiksintisini öyle güçlü ifade eder ki karşısındakine komik gelir. Burjuvazinin kadınları Avrupa’dan gelen sıradan bir mücevheri, kendi geleneklerinin en saf mücevherine tercih ederler. Yüzlerce yıllık zanaatkârlığın ürünlerine yalnızca turistler ilgi gösterir. Vurgulanması gereken nokta, ister siyah, ister Yahudi, ister sömürge insanı olsun, beyaz adama, Yahudi olmayana, sömürgeciye benzeme zorunluluğudur. Birçok insanın yoksul akrabalarını saklamaya çalışması gibi, asimilasyonun pençelerine takılmış sömürge

256

131

insanı da geçmişini, geleneklerini, sonuçta yüz kızartıcı hale gelmiş olan tüm kökenini saklar.257 Özellikle de gençlerde görülen bu davranışın altında temel nedenleri bu yukarıda saymakta olduklarımızla birlikte elbette ki başka unsurların varlığı da inkar edilemez.