• Sonuç bulunamadı

ZEMAHŞERÎ’NİN TEFSİR YÖNTEMİ

B) ez-Zemahşerî’nin İlmi Kişiliği

I. BÖLÜM

1.1. ZEMAHŞERÎ’NİN TEFSİR YÖNTEMİ

Tefsir çok yönlü bir ilim dalı olduğundan bu ilimle uğraşanların birçok bilgiye sahip olması gerekmektedir. Bu sebeple müfessirlerin daha genel bir bilgi birikimine sahip oldukları görülür.114 Çok yönlü bilgi söz konusu olduğunda Zemahşerî’nin bu bilgiye sahip olduğu evleviyetle söylenebilir. Kelam,115 Tarih, Hadis, Fıkıh, Dil, Belagat, Lügat116 ve Usûl gibi birçok bilgide söz sahibi olduğunu eserleri bizlere göstermektedir. Bu saydığımız ilim dallarının neredeyse her birinde en az bir eseri bulunmaktadır.

Tefsir yapabilmenin farklı yön ve yöntemleri bulunmaktadır. Bu yön ve yöntemler genel olarak ayetlerden, rivayetlerden ve sebebi nüzulden yararlanmak olarak ifade

114 Cevdet Bey, bu ilimleri şu şekilde sıralar; “1. Lugat, 2. Nahi5/3. Sarf, 4. İştikak, 5.

Meânî, 6. Beyan, 7. Bedi’, 8. Kıraat, 9. Kelâm, 10. Fıkıh usulü, 11. Nüzul Sebebi, 12.

Nasih Mensûh, 13. Fıkıh, 14. Hadis, 15. İlm-i Ahval-i Beşer (İnsan Bilimleri.)”

Bergamalı Ahmed Cevdet Efendi, Tefsir Usulü ve Tarihi, Haz. Mustafa Özel, (İstanbul:

Kayıhan Yay, 2002), 39-42.

115 “el-Minhac dışında Kelamla ilgili başka eserine rastlanılmamıştır.” Öztürk-Mertoğlu,

“ez-Zemahşerî”, 44/329.

116 Öztürk-Mertoğlu, “ez-Zemahşerî”, 44/236.

27

edilmektedir. Çok yönlü bir bilgiye sahip olan müfessir, ayetleri açıklarken genel olarak bu ilkelere riayet ederek ayet, hadis ve rivayetlere dayanıyorsa rivayet tefsiri ortaya çıkmaktadır.117 Müfessir, rivayetleri değerlendirip ayet, dil, gramer, şiir ve deyim gibi bir takım bilgileri istişhad olarak gösterip kendisi bir yorum ortaya koyuyorsa, bu tefsir türüne de dirayet tefsiri denilmektedir.118 “el-Keşşâf” tefsirinde bu iki tefsir çeşidini de görmek mümkündür.

Zemahşerî Tefsiri’nde dirayetin ağırlığı bir gerçektir. Diğer müfessirlerde olduğu gibi ez-Zemahşerî’de kendisinden önceki kaynaklardan yararlanmış,119 ayet ve rivayetleri istişhad olarak göstermiştir. Bunların yanında kelimenin luğavi/dil yönünü ele alarak maksut mananın ifade edilebilmesi için şiir, deyim/atasözü ve gramer gibi yardımcı malzemeleri de bol bol kullandığı görülmüştür. Ayrıca ez-Zemahşerî, dirayet metoduna uygun bir şekilde yazdığı tefsirinde kaynaklardan sıkça yararlanmış ancak kaynak zikretme konusunda çok hassasiyet göstermemiştir. Zira hadis kaynaklarından sadece “Ṣaḥîḥ-i Müslim’in” adından bahsederken,120 tefsir kaynaklarından da bazı müfessirlerin adından söz etmiş olsa da eser olarak sadece جاجزلا ريسفت ىلع diyerek ez-Zeccâc’ın (ö. 311/923) eserinin adını vermiştir.121

Müfessirin tefsir etme metodu olarak karşımıza çıkan ifadelere kısaca değinecek olursak konuya daha fazla açıklık getirmiş oluruz.

117 İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü (Ankara: TDV Yayınlar, 1988), 228.

118 Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 230.

119 Özek, “el-Keşşaf”, 25/329.

120 Kitap adı olarak sadece Ṣaḥîḥ-i Müslim’den söz etmektedir. Yoksa müellif olarak değil.

Zira birkaç muhaddisin adından da söz etmektedir.

121 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/188.

28

- Lügat; ez-Zemahşerî, tefsirinde ağırlıklı olarak dile yer vermiştir. Kendisi de bir dilci olduğundan bazı yerlerde hiçbir kaynaktan yararlanmadan kendi dilciliğini konuşturmuştur. Mesela Hamd kelimesini açıklarken luğavi manaya başvurmuş ancak kendisinden önceki kaynaklarda göremediğimiz “ناوخأٌ حدملاوٌ دمحلا”122 ifadesini kullanarak açıklama yapmış, kendisinden sonra gelen birçok müfessirin açıklamalarına da bu şekilde kaynaklık etmiştir.123 Tefsirini yaparken bazen kendisinden önceki dilcilerden de yararlandığı görülmektedir. Bu yararlanmanın yakın cümleler/kelimelerle olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Örneğin ez-Zemahşerî, Rahmân kelimesini dil açısından izah ederken “ركسوٌ بضغٌ نمٌ ،ناركسوٌ نابضغكٌ ،محرٌ نمٌ نلاعفٌ ِنمْحَّرلاو” gibi kelimelerle izah etmektedir.124 Aynı kelime “Taberî Tefsiri”nde dil yönüyle şöyle incelenmektedir: “ٌ امأو

ٌ،ناركسٌ:ركَسٌنموٌ،نابضَغٌ:بِضَغٌنمٌمهلوقكٌ،"نلاعف"ٌىلعٌ"لَعْفيٌلِعَف"ٌنمٌ...،محَرٌنمٌ،نلاعَفٌوهفٌ،"نمحرلا"

ناشطعٌ:شطَعٌنمو”125 Görüldüğü gibi neredeyse aynı kalıplar kullanılmıştır.

122 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/18.

123 Bakınız, Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl ve Hakāiku’t-Te’vîl, thk. Yûsut Ali Bedivî (Beyrut: Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1419/1998), 1/29 Ebû Abdillâh Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b.

Arafe el-Vergammî et-Tûnisî. Tefsîru İbn ʿArafe, thk. Hasanel-Münâî‘ (Tunus:

Merkezü’l-Buhûs, 1406/1986), 1/92; eş-Şirbini, ŞemSüddin Muhammed b. Ahmed el-Hatip, es-Siracü’l-Münir (Kahire: Mektebü Bolak, 1986), 1/8; Muhammed et-Tâhir b.

Muhammed b. Muhammed et-Tâhir et-Tûnisî İbn Âşûr, et-Taḥrîr ve’t-Tenvîr (Tunus:

ed-Dâru’t-Tunusiyye, 1404/1984), 1/155.

124 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/16.

125 Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî et-Taberî el-Bağdâdî, Câmiʿu’l-Beyân ʿan Teʾvîli Âyi’l-Ḳurʾân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî (Mısır: Dâru Hicr, 2001/1422), 1/24.

29

ez-Zemahşerî, bazen ez-Zeccâc’ın (ö. 311/923) adını vererek alıntı yaptığını açıkça dile getirmekten çekinmez. “ابضغٌئلتمملاٌوهٌ:نابضغلاٌيفٌجاجزلاٌلاقو”126 bu ibareyi ez-Zeccâc’ın Meâni’l-Kur’ân’ında şu şekilde görmekteyiz: “ٌ ابَضَغٌئلتْمُمْلاٌهانعمفٌ َنابْضغٌتْلُقٌاَذإٌكنأٌىرتٌلاأ”127 Her ikisi de böylece “ٌَناب ْضغ” kelimesinin “öfkeyle dolup taşan” manasına geldiğini ifade etmektedirler.

Bazen de neredeyse aynen alıntı yaptığı görülür. Örneğin hamd/دمحلا kelimesini izah ederken “مذلاٌهضيقنٌدمحلا”128 ifadesini kullanır. Bu ifade küçük bir farkla Kitabu’l-Ayn ve es-Sa‘lebî (ö. 427/1036) de şu şekilde geçmektedir: “ٌ مَّذلاٌضيقنٌ:ُدْمَحلا”129 ez-Zemahşerî, cümlenin haberini bir cümle olarak kullanırken es-Sa‘lebî 130 müfret haber olarak kullanmaktadır.

Tespit edilebildiği kadarıyla ez-Zemahşerî, tefsirinde gramer, belagat, deyim–

atasözleri, şiir ve dil olarak başta ez-Zeccâc (ö. 311/923), es-Sa‘lebî (ö. 427/1036) olmak üzere birçok kaynaktan yararlanmıştır. Bunların arasında et-Taberî, (ö. 310/922) es-Semerkandî (öl. 373/983), Mekkî b. Ebi Talip(ö. 437/1046) ve el-Mâverdî(ö. 450/1058) gibi otoriteler de bulunmaktadır.

126 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/16.

127 Ebû İshâk İbrâhîm b. es-Serî b. Sehl ez-Zeccâc el-Bağdâdî, Meʿâni’l-Ḳurʾân ve İʿrâbüh, thk. Abdulcelil Abduhu Çelebi (Beyrut: Alemü’l-Kutub, 1408/1988), 1/43.

128 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/19.

129 Ebû Abdirrahmân el-Halîl b. Ahmed b. Amr b. Temîm el-Ferâhîdî, Kitâbü’l-ʿAyn, thk.

Medî el-Mahzumî-İbrahim es-Sâmurâî (Beyrût: Dâr ve Mektebetu'l-Hilâl, 1431), 3/188.

130 İbn Ebî Hâtim, 11/9; Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm es-Sa’lebî en-Nîsâbûrî, el-Keşf ve’l-Beyân fî Tefsîri’l-Ḳurʾân, thk. Ebû Muhammed b. ‘şûr (Beyrut:

Dâru İhyâi’t-Turasi’l-Arabî, 1. Baskı, 1422/2002), 1/108.

30

Bütün bunların yanında mezhebi ilkelere de bağlı kalmıştır. Zira mutezile akidesinin temel ilkelerini oluşturan “İnsan kendi arzusuyla fiillerini yapar, bu nedenle kaza ve kadere bağlı değildir; böyle olsaydı insanın mesuliyeti anlamsız kalırdı” ilkesi çerçevesinde “her kim, isyan ve küfür gibi çirkinlikleri Allah’ın dilemesi ve istemesiyle ilişkilendirirse başta yüce Allah olmak üzere kitaplarını ve peygamberlerini toptan inkar etmiş/yalanlamış olur.”131 şeklindeki açıklamasını ez-Zemahşerî, çok önemli görmektedir. Bu nedenle zaman zaman rahatsız edici bir eleştirel dile sahip olmaktadır. Bu ilke gereği Mücebbire diye bir mezhebe (ki çoğu şarihlere göre bu Ehl-i Sünnet mezhebidir)132 yönelik eleştirileri tartışma sınırlarını da aşan bir üslupla dile getirmektedir. Örneğin; “ٌانْكَرْشَأٌامٌُ َّاللٌََّءاشٌْوَلٌاوُكَرْشَأٌ َنيِذَّلاٌُلوُقَيَس

ٌْمُكَدْنِعٌ ْلَهٌ ْلُقٌانَسْأَبٌاوُقاذٌىَّتَحٌْمِهِلْبَقٌ ْنِمٌ َنيِذَّلاٌ َبَّذَكٌَكِلذَكٌٍءْيَشٌ ْنِمٌانْمَّرَحٌلاَوٌانُؤابآٌلاَو

ٌ َنوُعِبَّتَتٌ ْنِإٌانَلٌُهوُجِرْخُتَفٌٍمْلِعٌ ْنِمٌ

ٌُتْنَأٌ ْنِإَوٌ َّنَّظلاٌَّلاِإ

ٌَنوُصُر ْخَتٌَّلاِإٌْم ” “Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık. Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: Sizin (iddialarınızı ispat edecek) bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”133 Bu ayette ifade edilenleri ez-Zemahşerî, müşriklerin yaptıkları şirk ve benzeri kötülükleri Allah’ın (cc) takdiri olarak görmelerine atıfta bulunarak Mücebbire’nin görüşüyle aynı kabul edip şöyle eleştirir: “ٌنأ .هتدارإوٌ اللٌَّ ةئيشمبٌ ،اللٌَّ لحأٌ امٌ مهميرحتوٌ ،مهئابآٌ كرشوٌ مهكرش” “Yani onların ve atalarının şirki, Allah’ın helal saydığını haram saymaları Allah’ın dileme ve istemesiyledir.” Bu şekilde ayetin tefsirini yaptıktan sonra benzetmeye geçerek:ٌ بهذمكٌ ،كلذٌ نمٌ ءيشٌ نكيٌ ملٌ هتئيشمٌ لاولو هنيعبٌ ةربجملا “(Yani) Allah dilememiş olsaydı böyle şeyler olmayacaktı, işte bu tamda

131 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/73.

132ٌ.ٌ.ٌ..ةنسلاٌلهأٌمهبٌديريٌ»اللٌَّمهازخأٌةربجملاٌبهذمكو«ٌهلوقٌez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/596-630.

133 Kur’ân-ı Kerîm Meâli. çev. Halil Altuntaş - Muzaffer Şahin. (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlari, 3. Baskı, 2009), el-En’âm 6/148.

31

Mücebbire'nin mezhebinin aynısıdır.”134 demektedir. Bu eleştirel dilin zaman zaman hakaret diline dönüştüğüne de rastlamak mümkündür. “ٌَناَكٌاَمَوٌِضْرَ ْلْاٌيِفٌ َنيِزِجْعُمٌاوُنوُكَيٌْمَلٌَكِئَلوُأ

ٌ َنوُعيِطَتْسَيٌ اوُناَكٌ اَمٌ ُباَذَعْلاٌ ُمُهَلٌ ُفَعاَضُيٌ َءاَيِلْوَأٌ ْنِمٌ ِ َّاللٌَّ ِنوُدٌ ْنِمٌ ْمُهَل

ٌَنوُرِصْبُيٌ اوُناَكٌ اَمَوٌ َعْمَّسلا ” “Onlar

yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacak değillerdir; onların Allah'tan başka (yardım isteyecekleri) dostları da yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) ne görebiliyorlar ne de (gerçeklere) kulak veriyorlardı.”135 Bu ayetin izahı içerisinde “ٌاَم

ٌَعْمَّسلاٌ َنوُعيِطَتْسَيٌاوُناَك/onlar (gerçeklere) kulak veremiyorlardı” ifadesini, “ٌمه ماصتٌطرفلٌمهنأٌدارأ

ٌهيلعٌرثعٌاذإٌبثوتيٌةربجملاٌضعبٌلعلوٌعمسلاٌنوعيطتسيٌلاٌمهنأكٌ،هلٌمهتهاركوٌقحلاٌعامتساٌنع

ٌىلعٌهبٌعوعويف

لدعلاٌ لهأ” “Yüce Allah, bununla “onların aşırı hakkı duymazdan gelmelerini ve hakkı istememelerini” kastetmektedir. “sanki onlar işitemiyorlar” diye,” belki bazı Mücebbire mansupları bunun farkına varıp çelme takabilir ve Ehl-i Adl’a (köpekler gibi) havlayabilir”136 şeklinde tefsirini devam ettirerek ağır ifadeler kullanmaktadır. Bunun dışında “Kur’ân mahlûktur”137 görüşünün ve “Allah’ın zatı ne bu dünyada ne de ahirette görülemeyeceği” inancı, Mutezile akidesinin temel esaslarından birini oluşturmaktadır. Bu nedenle ez-Zemahşerî’nin düşünsel temel ilkelerini de bu akideler oluşturmaktadır.138 Bütün bunlar, tefsirin dirayet boyutu olarak karşımıza çıkmaktadır.

134 Haşiye de de belirtildiği gibi mücbbireden maksat Cebriye ve Ehl-i Sünnet mezhebidir.

ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/74.

135 Hûd 11/20.

136 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/371.

137 Kur’ân’ın mahlûk olduğunu direkt olarak ifade etmese de buna işaret etmektedir.

“Doğrusu yeni yetmelere ve onların kuranın hem kadim ve hemde mucize olduğunu iddia etmelerine şaşırmak gerek….” ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/664.

138 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/83.

32

Bu gibi aşırılıkların yer aldığı el-Keşşâf, Kur’an’ın mucizeliğini dil ve belagat yönünden en güzel bir şekilde ortaya koymaya çalışmış, kendisinden sonraki tefsircilerin birçoğunun da başucu kaynağı olmuştur.139 Sevenlerin ve eleştirenlerin de ondan müstağni kalamadıkları, çokça kaynak olarak gösterilmesinden anlaşılmaktadır. ez-Zemahşerî, Eh-i Sünnet’in yılmaz savunucusu olarak bilinen Fahrettin er-Razi (ö. 606/1209) gibi bir âlim tarafından zaman zaman eleştirilmiş olsa da yeri geldiğinde er-Razi, hayranlığını ifade etmekten de kendini alamamıştır. Buna örnek olarak bir ayetin tefsirinde er-Razi’nin söyledikleri gösterilebilir: “arşı yüklenen140 ve etrafındaki meleklerin iman etmesi şeklindeki ifade Keşşaf sahibinin açıkladığı faidedir. Zira ez-Zemahşerî bu ince nükteyi hakikaten çok iyi bulmuştur. O, Şöyle ifade etmektedir: Burada maksat Cenabı Allah’ın arş üzerinde hazır ve müşahit olmadığına bir tembihtir. Çünkü Yüce Allah orada hazır bir durumda olup müşahit olsaydı arşı taşıyan, arşın etrafındaki melekler Yüce Allah’ın zatını müşahede ve muayene etmiş olurlardı. Bu nedenle imanları gayba iman kabilinden olmaz ve övgüye de layık olmazlardı. Zira güneşin ısı ve ışığı ortadayken güneşe iman etmek övgüyü gerektirmeyen bir durumdur. Madem yüce Allah onların imanlarını övmüştür, bu da göstermektedir ki yüce Allah Arşa oturur değildir...141 Allah Teâlâ Keşşaf sahibine rahmet eylesin. Eğer kitabında bu nükteden başka nükteler bulunmasaydı, yine kendisine şeref ve övünç olarak bu yeterdi.”142

139 Fahrettin er-Razi, Kadı Beydavi, Ebu’l-Bereket en-Nesefi, Ebu’s-Suud gibi âlimler daha çok yararlanmışlardır.

140 el-Mü’min 40/7.

141 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/147.

142 Ebû Abdillâh Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî et-Taberîstânî, Mefâtîḥu’l-Ġayb, (Beyrut: Dâru İhyi’t-Turasi’l-Arabî, 1420/1999), 27/488.

33

Bu yönüyle ilgi çekici olduğu gibi rivayetleri kullanma, değerlendirme, eleştirme ve karşılaştırma gibi rivayetlere yaklaşma konusunda da dikkat çekicidir. Ayrıca kaynaklardan yararlanma konusu da ilgi çekici olmaktadır. Bu çalışmada bu rivayetler incelenmiş ve önce kaynakları olmak üzere rivayetin bütün yönleri sırasıyla ortaya koulmuştur.

1.2. ZEMAHŞERÎ TEFSİRİ’NİN RİVAYETLERİNİN KAYNAKLARI VE