• Sonuç bulunamadı

3.1. Parasalcılığın Yükselişi ve Emek Piyasasının Dönüşümün Dinamikleri

3.1.1. Yunanistan

Yunanistan’da Keynesçi iktisat politikasından parasalcı iktisat politikasına geçiş, kapitalist dünyanın birçok ülkesine kıyasla daha geç gerçekleşmiştir. Bunun öncelikli nedeni, 1974 yılında yerli sanayi sermayesinin işçi sınıfı ile kurduğu ittifak sonucunda askeri diktatörlük rejimini sonlandırmasıyla birlikte iç pazara dönük sermaye birikimini ve korumacı bir iktisat politikasını teşvik etmesidir. Dolayısıyla Yunanistan, AB üyesi olduktan sonra dahi, yerli sanayi sermayesinin dönemsel ihtiyacına yanıt olarak Keynesçi politikaları sürdürmüş; 1980’li yılların başında,

Avrupa Birliği ile uyum ve Ortak Pazar hedefi kapsamında Yunanistan’a önerilen reformlar, Keynesçi iktisat politikasının öncelikleri çerçevesinde püskürtülmüştür.

Ancak 1980’lerin ortalarından itibaren Keynesçi iktisat politikasının sermaye birikimi açısından sınırlarına ulaşmış olması ve yerli sermayenin hem emek maliyetleri konusunda hem de pazar arayışında uluslararası standartları talep etmesi sonucunda parasalcı iktisat politikasına ve post-Fordist üretim tarzına geçişin işaretleri verilmeye başlanmıştır. Ancak işçi sınıfının özellikle Keynesçi dönemde artış gösteren örgütlenme kapasitesi ve mücadeleleri, Yunanistan’da parasalcı iktisat politikasına geçişi güçleştirmiş; bu dönemde AB’nin Ortak Pazar hedefine yönelik reformları üye ülkelere ‘dayattığı’ söylemi, işçi sınıfına karşı bir meşruiyet silahı olarak kullanılmıştır.

1990’lı ve 2000’li yıllarda iktidar PASOK ile ND arasında salınmış;

sermaye sınıfı liberalizasyona yönelik olarak gerçekleştirilen reformları yetersiz gördüğünden bir iktidar değişikliği talep ederken, işçi sınıfı da uygulanan reformları sonlandırma vaatlerine yanıt olarak iktidar seçiminde bulunmuştur. Bu süreçte işçi sınıfı açısından en önemli kayıp, sınıfın temsilcisi olan devrimci siyasal parti KKE’nin yanı sıra, reformist Synaspismos’un da siyasi arenada yer edinmesi ve bu partinin işçi sınıfının oy potansiyeline ve AB yanlısı uzlaşmacı politikalarla sınıf bilincine zarar vermiş olmasıdır.

Özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren PASOK ve ND’nin ideolojik duruşu arasındaki yüzeysel farklılık da ortadan kalkmış; ancak emek piyasası reformlarının uygulanması sürecinde biçimsel farklılık varlığını sürdürmüştür. Bu kapsamda PASOK’un söz konusu politikaları uygulama kapasitesi, işçi sınıfının PASOK’a dair olumlu önyargıları ve partinin sendikalarla iyi ilişkileri nedeniyle çok

daha fazla olmuştur. Sosyal diyalog kavramının PASOK tarafından etkin biçimde kullanılması yoluyla yürütülen korporatist politikalar da reform sürecini kolaylaştıran bir etki yaratmıştır. 2000’li yıllar ise, aşağıda değinilecek pek çok faktöre bağlı olarak, işçi sınıfının tüm kesimleriyle örgütlü bütünlük içinde direniş gösterdiği bir dönemi temsil etmiştir.

Keynesçi iktisat politikalarından parasalcı iktisat politikalarına geçişin öncüsü, ikinci bölümde değinildiği üzere, 1985 İstikrar Programı’dır. Finansal liberalizasyona ve uluslararası rekabete dair alınan önlemler bir yana, programın önemi, PASOK hükümetinin ikinci döneminde gerçekleşmiş olması dolayısıyla 1980’lerin başından itibaren uygulanmakta olan politikalara ‘sosyalist’ yaftası vuranlara bir yanıt niteliği taşıması ve PASOK dönemi iktisat politikalarının yerli sanayi sermayesinin taleplerine yanıt veren Keynesçi politikalar çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymasıdır.

İstikrar Programı’na en büyük destek, AB’nin ödemeler dengesi destek fonu tarafından sağlanmıştır53. Herhangi bir yapısal reform, özelleştirme yahut piyasa liberalizasyonu hedefi gütmeyen Program kapsamında “yurtiçi talebin azaltılması, (kamu harcamaları kısılarak) kamu sektörü borçlanma gereksiniminin azaltılması ve (drahminin % 15 değersizleştirilmesi biçiminde) uygulanan sıkı para politikası ile rekabetin sağlanması” kararlaştırılmıştır (Pagoulatos, 2000: 194–196). 1980–1985 döneminde kamu harcamalarındaki % 10’luk artış, 1985–1990 döneminde % 1 ile sınırlandırılmıştır (Close, 2002: 157).

Aynı zamanda düşük ücret politikası yeni bir kapitalist gelişme stratejisi olarak görülmüş; böylelikle düşük seviyeli ihracat ve ucuz kitle turizminin teşvik

53 İki taksitte ödenmek üzere 1,750 milyon ECU (Avrupa Para Birimi) tutarında destek verilmesi kararlaştırılmıştır.

edilebileceği düşünülmüştür (Petras, 1992: 113). Dolayısıyla ücret artışlarının durdurulması en öncelikli politika önlemlerinden biri olarak kabul edilmiş; 1986–

1987 döneminde reel ücretlerde % 12 düzeyinde bir düşüş gözlenmiştir (Close, 2002:

157). Ücretler üzerindeki baskının artırılması konusunda sermaye sahiplerinin ve devletin pozisyonunu güçlendirmek amacıyla tam istihdam politikası sonlandırılarak yedek işgücü ordusu genişletilmiş; 1984 yılından itibaren şehirlerdeki işsizliği iki katına çıkaran politikalarla “insanların daha az para için daha çok çalışması”

hedeflenmiştir (Petras, 1992: 113–114)54.

Keynesçi iktisat politikasından parasalcı rekabetçi iktisat politikasına geçişin başlıca gerekliliği olan düşük ücret politikasının uygulanabilmesi için emeğin ücret dışı konularda da güçsüzleştirilmesi zorunlu görülmüştür. Bu amaçla sermayenin emeği işten çıkarmada tazminattan muaf olması, grevleri sonlandıracak grev-karşıtı uygulamaların serbest bırakılması ve grevlerin yasadışı ilan edilmesi yönünde girişimlerde bulunulmuştur (Petras, 1992: 114). Sermayeye verilen imtiyazlar, emek-karşıtı duruşun ayna tersi niteliğindedir (Petras, 1992: 122).

İstikrar Programı’nın uygulandığı 1985–1987 döneminde birim emek maliyetinin azalan oranlarda arttığı (OECD, 1985–2009a), saat başı asgari ücretin dolar cinsinden alım gücü paritesinin ise azaldığı gözlenmektedir (OECD, 1985–

2009b). İstikrar Programı’nın yayınlanmasının ardından ücretlerde ve alım gücünde yaşanan düşüşe ve işçilerin ücret dışı haklarının sınırlandırılmasına bir tepki olarak, sendikalılık oranı bazı sektörlerde % 100 seviyesine ulaşmıştır. Özellikle kamuya ait işletmelerde grevler gerçekleşmiş; greve katılan işçi ve grevde geçen toplam saat

54 Burada çalışmayla ilgili bir Yunan atasözünü belirtmek yararlı olabilir: “Η πολλή δουλειά τρώει τον αφέντη.” : “Çok fazla iş patronu yer!” Bu söz, bölümün ilerleyen kısımlarında işçi sınıfının örgütlü direnişi ve kapsamlı grev eylemleri karşısında devleti, gerçekleştirmeyi hedeflediği emek piyasası reformlarından vazgeçirmeye uğraşan sermaye üzerinden örneklendirilecektir.

sayısında önemli artış olmuştur. 1984 yılında 268 olan grev sayısı 1985 yılında İstikrar Programı’nın yayınlanmasıyla 497’ye yükselmiş; 1986 ve 1987 yıllarında ise sırasıyla 257 ve 288 olarak gözlenmiştir. Grevde geçen toplam saat ise 1984 yılında yaklaşık 9 milyon 800 bin iken, 1987 yılında yaklaşık 21 milyon 800 bin düzeyindedir (Ionnaou, 1999: 9). 1984–1993 döneminde Yunanistan’da grevde geçen işgünü sayısı, OECD ülkelerine kıyasla oldukça yüksektir (Close, 2002: 176–

177). Özellikle 1987 ve 1990 yıllarında grevci sayılarında önemli artışlar gözlenmektedir.

Şekil I – Yunanistan’da Grev Eylemleri, 1981–1990

0 500 1000 1500 2000 2500

1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 (Bin)

Grev Sayısı Grevci Sayısı

Kaynak: Çalışma Bakanlığı, aktaran Ionnaou, 1999: 9.

İstikrar Programı’yla başlatılan dönüşüm, Avrupa Birliği’nde baş gösteren ortak finans piyasası ve sermaye liberalizasyonu girişimleriyle hız kazanmıştır. “Faiz oranları negatif yahut piyasa değerlerinin altında olur ve ulusal finans sisteminin yeterince rekabetçi ve etkin olmamasına neden olursa, sermaye üzerindeki kontroller kaldırıldığında yatırımların ülke dışına kaçacağı ve ödemeler dengesinin çökeceği”

ifade edilmiş; ulusal piyasaların eşit derecede “etkin ve rekabetçi” olması gerektiği prensibi vurgulanmıştır (Pagoulatos, 2000: 195).

Sermaye yatırımlarının canlandırılması sürecinde yerli sermayeye teşvikler sağlanmış (Close, 2002: 158); SEV sermaye sınıfı örgütleri arasında önemli ve etkin bir konuma yükselmiş (Tsarouhas, 2006: 9); sendikaların üye sayısındaki azalışa rağmen, SEV’in üye sayısında artış meydana gelmiştir (Ioannou, 2007: 4). Ayrıca, 1950’li ve 1960’lı yıllarla paralellik gösteren bir biçimde ve AB’nin sermayenin özgür dolaşımı politikasıyla uyumlu olarak yabancı sermayeye de teşvikler sağlanmış; yabancı yatırımlar için yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir (Close, 2002: 158).

İstikrar Programı’nın işçi sınıfının özellikle ücrete dair haklarında yarattığı tahribatın sonucu olarak ortaya çıkan örgütlü direniş, 1987 yılında istikrar önlemlerinin askıya alınmasını sağlamıştır. Ancak PASOK’un bu popülist girişimi, işçi sınıfının gözünde zayıflamasına ve toplumsal meşruiyetini kaybetmesine engel olamamış; dahası, parasalcı iktisat politikasından bu geçici sapmalar sermaye sınıfının PASOK’a karşı ve ND’den yana tavır almasına neden olmuştur. 1989–1990 yıllarında, Türkiye’de 1970’lerin sonunda iktisat politikasının dönüşümü ile paralel olarak gerçekleşen siyasi istikrarsızlığı anımsatan bir dönem yaşanmıştır55.

Uzun ömürlü hükümetlerin kurulamadığı Haziran 1989 ve Kasım 1989 seçimlerinin önemi, sol partilerin oldukça yüksek oy oranlarına sahip olmasıdır56. Bu durum, özellikle KKE ve Synaspismos altında örgütlü işçi sınıfının, Avrupa Birliği’ne uyum ve bütünleşme amacıyla uygulanmaya başlanan liberalizasyon

55 Haziran 1989 tarihinde yapılan genel seçimlerde ND % 44,3, PASOK ise % 39,10 oranında oy almıştır. Bu durumda kurulan koalisyon hükümeti uzun ömürlü olmamış; seçimler Kasım 1989’da yinelenmiştir. Ancak bu seçimlerden de ND % 46,2, PASOK % 40,7 oyla çıkmış; yeni kurulan koalisyon hükümeti de Nisan 1990 tarihinde yapılan seçimlere kadar ayakta kalabilmiştir.

56 Haziran 1989 seçimlerinde Sol ve İlerleme Koalisyonu (Synaspismos – Συνασπισμός) % 13,1 oy oranı ile 28 sandalye kazanırken, KKE 22 sandalye elde etmiştir. Bunların yanı sıra, Yunan Solu (Ελληνική Αριστερά) 4 sandalye, Birleşik Demokratik Sol (EDA - Ενιαία Δημοκρατική Αριστερά) ise 1 sandalye ile mecliste temsil imkânı bulmuştur. Yani Haziran 1989 seçimlerinde meclisteki sol partilerin toplam sandalye sayısı 55’tir. Kasım 1989 seçimlerinde ise Synaspismos % 11 oy oranı ile mecliste 21 sandalye kazanmıştır.

politikalarından ve İstikrar Programı kapsamında işçi sınıfına karşı alınan önlemlere direnişinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Ancak, işçi sınıfının devrimci bir siyasal parti olan KKE ile reformist denebilecek politika önerilerinde bulunan Synaspismos arasındaki bölünmesi, nihayetinde işçi sınıfına zarar vermiş; 1989 seçimlerinde ND ve PASOK’un tek başına iktidar olmasına engel olmuş olsalar da ortak bir siyasal irade sergileyememişler; ilerleyen yıllarda da bu denli yüksek temsil oranlarına ulaşamamışlardır.

1990 yılında gerçekleşen seçimlerde57 ND’nin iktidara gelmesiyle, bir süre askıya alınan ekonomik liberalizasyon, piyasalaşma (marketisation) ve özelleştirme politikalarına kesin bağlılık ilan edilmiş ve yapısal uyum konusunda baskılarını artıran AB, işbirliği yapabileceği bir ortağa kavuşmuştur (Pagoulatos, 2003: 127).

Parasalcı rekabetçi iktisat politikaları 1990’da resmen uygulanmaya başlanmış;

ilerleyen dönemde de (iktidar değişikliklerinden bağımsız olarak) öz itibariyle aynen sürdürülürken, biçimsel birtakım farklılıklar içermiştir. Özellikle 1998 yılında Yunanistan döviz kuru mekanizmasına (Exchange Rate Mechanism) dâhil olduktan sonra, iki parti tarafından Avrupa Para Birliği hedeflerine yönelik benimsenen ekonomik strateji aynı olmuştur (Pagoulatos, 2003: 129). 1990’lı ve 2000’li yıllarda siyasal hayat, sınıf mücadelelerine ve hükümetlerin bu mücadeleleri geçici önlemlerle sindirme politikalarına sahne olmuştur.

1990’lı yıllarda Yunanistan’da iktisat politikasının rotasından ve yürütülen sınıf mücadelelerinden söz etmeden önce, ekonominin içinde bulunduğu durumu incelemek yerinde olacaktır. 1990 yılı itibariyle enflasyon % 20,4, kamu sektörü borçlanma gereksinimi GSYİH’nın % 21’i, kişi başına milli gelir ise AB

57 ND’nin % 46,9 oranında oy ve mecliste toplam 300 sandalyenin 150’sini kazanarak Constantine Mitsotakis başkanlığında iktidara geldiği seçimlerde, PASOK % 38,6 oy ve 123 sandalye ile mecliste yer alırken, Synaspismos % 10,3 oy oranı ve 19 sandalyeye sahip olmuştur.

ortalamasının % 47,2’si düzeyindedir. Bu bağlamda Yunanistan’ın 1981 yılında üye olduğu AB’ye yakınsamadığını, bilakis 1985 yılına kadar uygulanan Keynesçi iktisat politikasıyla ve 1985 yılında yayınlanan İstikrar Programı’nın sınıfsal direnişler nedeniyle uzun ömürlü olmaması nedeniyle AB’den ıraksadığı gözlenmektedir (Pagoulatos, 2000: 191).

Ekonomik tablonun değiştirilmesi amacıyla 1990 yılının bahar aylarından itibaren sıkı ücret politikası uygulanmaya başlanmış; ancak artmakta olan emek maliyeti AB seviyesine geriletilememiştir (OECD, 1991). Bu amaçla daha kapsamlı önlemler gündeme gelmiştir. 1985 yılından itibaren kesintilerle uygulanmaya başlanan parasalcı rekabetçi iktisat politikaları kesintisiz olarak sürdürmüş; Keynesçi iktisat politikalarından parasalcı rekabetçi iktisat politikalarına geçişin siyasal partiler düzeyinde bir tercih değil, sermaye sınıfının ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda sermaye birikiminin sürdürülmesi açısından bir gereksinim olduğu daha da netlik kazanmıştır.

Yunanistan’ın parasalcı rekabetçi iktisat politikaları uygulama sürecine toplumsal meşruiyet düzeyinde katkıda bulunan önemli bir faktör, Aralık 1991’de AB bünyesinde düzenlenen Maastricht Zirvesi ile Ortak Pazar hedefinin dile getirilmesidir (Eurofound, 2007). 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması kapsamında Ekonomik ve Parasal Birlik için adım atılmış; (İngiltere hariç) 11 üye ülkenin çalışma ilişkilerine dair politikalarını yeni prosedür kapsamında belirlemesi kararlaştırılmıştır. Böylelikle, Yunanistan’ın 1993 sonrasında uyguladığı iktisat politikaları, emek piyasasında gerçekleştirilen reformlar ve işçi sınıfının ücret ve ücret-dışı haklarına dair düzenlemeler Maastricht

çerçevesinde bir AB yükümlülüğü olarak sunulmuş; sınıfsal direnişin sınırlanması hedeflenmiştir.

1993 yılında gerçekleşen iktidar değişikliği58 ile 1980–1989 dönemi iktidarının ilk yıllarında Avrupa Birliği’ne uyum kapsamındaki reform önerilerine direnen, yaptığı kamulaştırmalar ve çıkardığı yasalarla kapitalist dünyadaki parasalcı akıma Keynesçi politikalarla karşı koyan, sonraları yayınladığı İstikrar Programıyla finansal liberalizasyon politikaları uygulayan PASOK, ND tarafından 1990–1993 döneminde hızlandırılan liberalizasyon ve özelleştirme politikalarını sürdürmüştür.

Hatta 1990’lı yılların başında gerçekleştirilen özelleştirmeleri ağır bir biçimde eleştiren ve iktidar olduğunda bu süreci sonlandırma sözü veren PASOK iktidarı sırasında özelleştirme en önemli yapısal dönüşüm politikalarından biri haline gelmiştir (Pagoulatos, 2005: 371).

PASOK’un çalışma ilişkilerinde parasalcı iktisat politikası ekseninde öngörülen reformları gerçekleştirme gücü, büyük ölçüde sendikalar üzerindeki egemenliğine ve AB ‘zorunluluklarını’ yerine getirme konusunda ‘fedakârlık’

edilmesi gerektiği söylemine bağlı olarak meydana gelmiştir (Close, 2002: 188).

Ayrıca artan işsizlik oranı, sendikaların “sanayi alanındaki saldırganlığını” da törpülemiş (Close, 2002: 188); yedek işgücü ordusunun işçi sınıfı mücadelesi üzerindeki yıpratıcı etkisi bir kez daha ortaya çıkmıştır.

1990’lı yıllarda parasalcı iktisat politikasına geçiş çerçevesinde gerçekleştirilmesi hedeflenen reformlar, 1970’li yılların ortalarından beri sürdürülen örgütlü sınıf direnişinden mümkün olduğunca kaçınmak amacıyla farklı bir zemine

58 1993 seçimlerinde PASOK % 48,88 oy oranı ve 300 sandalyenin 170’ini kazanarak iktidar olmuştur. İktidarı kaybeden ND % 39,3 oy oranı ve 11 sandalye ile temsil edilirken, muhafazakâr bir siyasi parti olan Siyasi Bahar Partisi (Πολιτική Άνοιξη) % 4,8 oy oranı ile 10 sandalyeye, KKE ise % 4,5 oy oranı ile 9 sandalyeye sahip olmuştur.

yerleştirilmiştir. Bu zemin 1990’lı ve 2000’li yıllarda oldukça önemli bir yere sahip olan ve Uzlaştırma ve Tahkim Örgütü’nün (OMED – Οργανισμός Μεσολάβησης και Διαιτησίας) kurulması ile pekişen ‘sosyal diyalog’ kavramıdır (Lavdas, 2005: 309).

Bu kapsamda 1993 yılında İş Yerinde Sağlık ve Güvenlik Enstitüsü (ELINYAE – Ελληνικό Ινστιτούτο Υγιεινής κα Ασφάλειας της Εργασίας), 1995’te Ekonomik ve Sosyal Konsey (OKE – Οικονομική και Κοινωνική Επιτροπή), 1996’da Ulusal Çalışma Enstitüsü (EIE – Εθνικό Ίδρυμα Ερευνών) kurulmuştur.

Sosyal diyalog hedefi çerçevesinde sosyal güvenlik, konut edindirme ve çalışma ilişkilerine dair politikalarla ilgili kurumlarda işçi sınıfı örgütlerini, sermaye sahiplerini ve hükümeti kapsayan üç taraflı temsilcilikler oluşturulmuş; korporatist politikalar kurumsal bir zemine oturtulmuştur (Ioannou, 2007: 6). 1996 seçimlerinin59 ardından emek piyasasının reformu uygulamalarında daha da önem kazanan sosyal diyalog kavramı, daha sonra sözü edileceği üzere, esasında emek piyasasının sınıfların onayı ile düzenlenmesi hedefinden büyük oranda sapmış; daha ziyade işçi sınıfının sosyal politikada söz hakkı olduğu yanılgısını yaratarak sınıf örgütlerini grev ve diğer direniş biçimlerinden alıkoymuştur. Bu bağlamda Yunanistan’da korporatizmin “devletin gelişmiş kapitalist ekonominin yönetimindeki müdahalesinin artırılması” ve “merkezi sendikaların ve işveren örgütlerinin, ulusal ekonomik planlama ve gelir politikası programları ve kurumlarına dâhil edilmesi”

hedefini başarıyla gerçekleştirdiğini, işçi sınıfı sendikalarını bir süreliğine de olsa etkisiz hale getirdiğini ifade etmek mümkündür (Panitch, 1977: 63).

1997 yılındaki ilk sosyal diyalog girişimi kapsamında işçi sendikaları ve sermaye örgütleri kalkınma, rekabet ve istihdam konularında müzakereye davet

59 1996 seçimlerinde PASOK % 41,49 oy ve mecliste 162 sandalye, ND % 38 oy ve 108 sandalye kazanmış; KKE % 5,6 oy ile 11 sandalye, Synaspismos ise % 5,1 oy oranı ile 11 sandalye elde etmiştir.

edilmiştir (Zambarloukou, 2006: 220). Yedi aylık bir diyalog sürecinin ardından kamu sektörü ve özel sektör işçileri arasında örgütlü sendikal üst örgütlenmeler (ADEDY ve GSEE), sermaye sınıfı temsilcileri (SEV) ve hükümet arasında bir

‘Güven Anlaşması’ imzalanmış; yeni oluşturulacak iş yasası konusunda karşılıklı güven ve işbirliği sağlama hedefi ön plana çıkarılmıştır.

Güven Anlaşması çerçevesinde uzlaşılan hususlar kısaca şöyle özetlenebilir: “Yeni iş sahaları yaratmak için kamu yatırımlarının gerekliliği; ustalığı artırıcı eğitimlerin gerekliliği; aktif emek politikalarına duyulan ihtiyaç; işsizlikle mücadele için emek piyasasında yapısal değişikliklerin gerekliliği” (Zambarloukou, 2004: 12). Bunlara ek olarak, tarafların ılımlı ücret artışlarını onaylayacakları Anlaşma’ya eklenmiş; esnekliğin artırılması yönünde yapılan teklifin sermaye sınıfı temsilcileri tarafından desteklenmesi, ancak işçi sınıfı örgütleri tarafından kabul edilmemesi üzerine konu Anlaşma dışı bırakılmıştır (Zambarloukou, 2006: 220).

Güven Anlaşması kapsamında çalışma ilişkilerine ve emek piyasasına dair düzenlemeler, uygulanması düşünülen iktisat politikaları üzerinde işçi sınıfı ile sermaye sınıfının uzlaşısını teorik olarak öngörmüş; ancak tezin bu bölümünün

‘kuralsızlaştırma ve esnekleştirme’ başlığı altındaki Yunanistan’a ilişkin kısmında (3.3.1.) görüldüğü üzere, bu uzlaşı arayışı uygulamada mümkün olmamıştır. Zaten bu teorik varsayım, kapitalist üretim ilişkilerinin özünde var olan emek-sermaye çelişkisini reddetmesi açısından, işçi sınıfının örgütlü olduğu ve sınıfsal çıkarlar çerçevesinde hareket ettiği bir siyasi coğrafyada uygulama şansı bulamayacak bir girişimdir.

Bu nedenle 1990’lı yıllarda Yunanistan’da sınıf ilişkilerine hâkim kılınan korporatist politikaların ve sosyal diyalog kavramının en önemli etkisi, işçi sınıfı

örgütlerinin direniş kapasitelerini büyük ölçüde kaybetmesi biçiminde görülmüştür.

Emek piyasasının kuralsızlaştırılmasına ve esnekleştirilmesine dair her bir yasa gündeme geldiğinde işçi sınıfı örgütleri ve sermaye sınıfı temsilcileri aynı masa etrafında toplanmış; olağan karşı çıkışlar sonucunda yasalar ‘uzlaşı gerçekleşmeksizin’ kabul edilmiştir. İşçi sınıfı örgütleri sosyal diyalog sürecine olan inançlarını nihayetinde yitirmiş; ancak bu sürede sınıfı parçalamaya, örgütsüzleştirmeye ve depolitize etmeye yönelik pek çok yasal düzenlemede etkisiz kalmış/bırakılmışlardır. Sosyal diyalog sürecinin işçi sınıfı üzerinde yarattığı aymazlık, 2000 yılı genel seçimlerine de yansımış60; Yunanistan’ın Avrupa Para Birliği’ne girişini garantileyen PASOK ülke siyasetinde kuvvet kazanırken, emek piyasası reformları yeni dönemin ajandasında yerini almıştır (Papadimitriou, 2003:

8).

Yunanistan işçi sınıfı, korporatizmin “ileri kapitalist toplumun parametreleri” içinde yer aldığını ve “korporatist yapıların sermayenin hâkimiyetini ve kapitalist toplumun çelişkilerine konu olma biçimini yansıttığını, uzlaştırdığını ya da dönüştürdüğünü” fark etmekte gecikmemiştir (Panitch, 1980: 174). Sosyal diyalog sürecinin işlemediği işçi sınıfı örgütleri tarafından anlaşıldıktan sonra, diyalog girişimlerinin sınıf için birleştirici bir rol oynadığı savunulabilir. Karar alma süreçlerinin bir parçası oldukları yanılsamasından sıyrılan özel sektör ve kamu sektörü işçileri 2000’li yıllar boyunca pek çok konuda birlikte hareket etmişler; işçi sınıfını bütünsel olarak algıladıklarının bir işareti olarak ortak eylemlere girişmişlerdir. Bu kenetlenme, işçi sınıfının tüm kesimlerini (kamu sektörü-özel sektör işçileri, yarı zamanlı-tam zamanlı çalışanlar, belirsiz süreli-belirli süreli

60 2000 genel seçimlerinde PASOK % 43,79 oranında oy ve mecliste 158 sandalye kazanarak iktidara gelirken, ND % 42,7 oy oranı ile 125, KKE % 5,5 ile 11, Synaspismos (Sol ve İlerleme Koalisyonu) ise % 3,2 ile 6 sandalye elde etmiştir.

çalışanlar, sözleşmeliler, geçici işçiler, işsizler, emekliler, öğrenciler ve hatta çocuklar) ilgilendiren sosyal güvenlik sistemi reformu sürecinde zirveye ulaşmıştır.

1994 yılında sermaye hareketlerinin tamamen serbestleştirilmesinin ve 1998 yılında döviz kuru mekanizmasına dâhil olunmasının ardından drahminin devalüe edilmesi ve yüksek faiz oranları, ülkeye kısa vadeli para girişi sağlamıştır (Pagoulatos, 2003: 129). Bu bağlamda 1990’lı yılların sonuna doğru Yunanistan yabancı sermaye için cazip bir pazar haline gelmiştir. İşte Yunanistan’ın Avrupa Para Birliği’ne katılımı, özellikle yabancı sermaye ile bağlantılı olarak ticaret burjuvazisinin ve drahminin devalüe edilmesiyle ilişkili olarak sanayi sermayesinin desteklediği bir süreç olmuştur. Sermayenin bu sınıf içi uzlaşısı, siyasal düzlemde de

“olağandışı yüksek düzeyde bir sosyopolitik uzlaşı” ile desteklenmiş; KKE hariç hiçbir siyasal parti sürece karşı çıkmamıştır (Pagoulatos, 2003: 129).

Sosyal diyaloga dair umutların yitirilmesi ve 2000’li yıllarda PASOK’un parasalcı iktisat politikası çerçevesinde emek piyasası reformlarını hızlandırması, işçi sınıfının artan örgütlü direnişine sahne olmuş; ancak uygulanan politikalar işçi sınıfını PASOK’a karşı tavır almaya iterken, sermaye sınıfı da söz konusu politikaların emek maliyetlerini düşürmedeki ve uluslararası rekabete yönelik girişimleri artırmadaki ‘yetersizliği’ nedeniyle ND’den yana tavır koymuştur. 2004 genel seçimlerinin61 ardından gerçekleştirilen emek maliyetinin düşürülmesi, toplu sözleşmelerin öneminin azaltılması, sosyal güvenliğin daraltılması vb. düzenlemeler emek piyasasının kuralsızlaştırılmasına ve esnekleştirilmesine yönelik olarak alınan başlıca önlemlerdir.

61 PASOK’un 11 yıllık iktidarı son bulmuştur. Seçimlerde % 45,4 oy oranı ile mecliste 165 sandalyeye sahip olan ND tek başına iktidar olurken, PASOK % 40,5 oy oranı ve 117 sandalye kazanmıştır. Bu seçimlerde KKE % 5,9 oy oranı ile 12 sandalye almış, Radikal Sol Koalisyonu (SYRIZA – Συνασπισμός Ριζοσπαστικής Αριστεράς [Synaspismos’u da içine alan üçlü koalisyon]) ise

% 3,3 oya ve 6 sandalyeye sahip olmuştur.

2000’li yılların ikinci yarısında özellikle sosyal güvenlik sistemi reformu, eğitim hizmetlerinin, limanların, havaalanlarının, telekomünikasyonun ve ulaşım hizmetlerinin özelleştirilmesi ve çalışma ilişkileri konusunda AB’nin sunmuş olduğu tebliğin (Green Book) uygulanması hususlarında işçi sınıfının yoğun tepkisiyle karşılaşılmıştır (KKE, Eylül 2007). Anayasa değişikliği çerçevesinde gündeme gelen ve eğitimin özelleştirilmesi konusunda gerçekleşen protesto gösterileri ve grevler de siyasi iktidarı büyük ölçüde yıpratmış; 2007 yılında Yunanistan’da gerçekleştirilen grev sayısı yalnızca 5 olmasına karşın grevci sayısı 114 bin, grevde geçen toplam saat ise 918 bin seviyesine ulaşmıştır (EIRO, Eylül 2008c).

Ekonomideki kötüye gidişin ve siyasi yönetim krizinin bir göstergesi olarak Ağustos 2007 tarihinde erken seçim ilan edilmiş; gerekçe olarak bütçe ve Anayasa değişikliğinin gösterildiği kararda, yeni bir halk yetkisi almanın gereği vurgulamıştır.

Seçimler öncesinde, uygulanan parasalcı politikalardan uzaklaşılmasına ve işçi sınıfının sendikal örgütleriyle uzlaşmacı bir yaklaşım sergilenmesine yönelik popülist çabalar, 2007 genel seçimlerinde62 ND iktidarına devam etme şansı vermiştir. Buna rağmen 2007 seçimlerinde sol partilerin oyları 1980’li yılların sonunda olduğu gibi artmış ve toplam % 13,55 ile 36 sandalyeye ulaşmıştır.

Seçimlerin hemen ardından işçi sınıfına verilen tavizler ortadan kaldırılarak sosyal güvenlik sistemi reformuna yönelik girişimlerde bulunulmuş; seçim öncesi düzenlemelerinin ve taahhütlerinin parasalcı politikadan genel bir sapma olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır.

62 ND’nin % 41,83 oy oranı ve 152 sandalye ile yeniden iktidar olduğu seçimlerde PASOK % 38,10 oranında oy ve 102 sandalye, KKE % 8,15 oy ile 22 sandalye, SYRIZA ise % 5,4 oy oranı ile 14 sandalye kazanmıştır. Meclise ilk kez giren Halkçı Ortodoks Birliği (LAOS – Λαϊκός Ορθόδοξος Συναγερμός) 10 sandalyeyle temsil imkânı bulmuştur.

2008 yılının ortalarından itibaren tüm dünyada olduğu üzere Yunanistan’da da ekonomi küresel krizin etkisi altında kalmıştır. Haziran 2008’de IOBE tarafından yayınlanan rapor ekonomik büyümedeki yavaşlamayı vurgulamış; hatta 2008 yılı için

% 3,5 düzeyinde küçülme öngörmüştür (EIRO, Ekim 2008). Rapora göre 2008 yılının tüketim oranı 2000 yılı düzeyinin altında seyretmiş; enflasyon artışı ise pek çok sektör üzerindeki devlet kontrolünün rekabeti yozlaştırması ile açıklanmıştır. Bu görüşe göre devletin “oligopolistik” uygulamalarına son vermesi ve piyasayı tam rekabete açması, enflasyonun düşülmesi konusunda olumlu etki yaratacaktır (EIRO, Ekim 2008).

Bu kapsamda ekonomik kriz sürecinde, neoliberal doktrin uyarınca

‘mümkün olduğunca küçülmesi’ ve ‘ekonomiden elini çekmesi’ gerektiği ilan edilen devlet, kapitalist üretim ilişkilerinin devamlılığını sağlamak amacıyla sermaye sınıfının zararını tazmin etmeye çalışmıştır. Ulusal sanayinin uluslararası alanda rekabet edebilirliğini artırmak amacıyla sağlanan üretim teşvikleri ve vergi muafiyetlerine ek olarak kamu harcamalarının düşürülmesi ve kamu gelirlerinin artırılmasına yönelik çeşitli finansal önlemler almıştır. Artı-değer oranında bir artış sağlamak amacıyla emek piyasasında çalışma koşullarına, ücretlere, emeklilik haklarına, eğitim ve sağlık alanındaki sosyal haklara yönelik olarak alınan/alınmaya çalışılan önlemlerle işçi sınıfının sömürü oranının artırılması hedeflenmiştir. Bu bağlamda ekonomik kriz çerçevesinde yapısal reformlar başarılı bir ekonomik iyileşme için ‘gereklilik’ olarak sunulurken, sermaye sınıfı açısından da Yunanistan işçi sınıfının örgütlü direnişi nedeniyle uzun süredir ertelenen reformları gerçekleştirmek için bir ‘fırsat’ niteliği taşımıştır.

Ekonomik kriz sürecinde ekonominin çöküşünü engellemek üzere uygulanan sermayeyi korumaya yönelik politikalar devlet bütçesinin ve işçilerin üzerindeki yükü artırmış; yapılan protesto ve eylemler karşısında siyasi irade iyiden iyiye zayıflamıştır. İçinde bulunulan durumda yeniden erken seçim kararı alınmış; 4 Ekim 2009 tarihinde gerçekleşen genel seçimlerde63 iktidar PASOK’a geçmiştir.

Seçimlerde toplam % 12 oya ve 34 sandalyeye sahip olan sol partilerin 2007 seçimlerinin gerisinde kalması, 1980–1989 ve 1993–2004 dönemlerinde iktidarda bulunan PASOK’un özellikle 1980’lerde uyguladığı Keynesçi politikaların işçi sınıfı üzerindeki etkisini halen sürdürmesi ve böylelikle oyların PASOK’a yönelmesi ile açıklanabilir. Hâlbuki 1990’larda parasalcı iktisat politikası çerçevesinde PASOK tarafından gerçekleştirilen düzenlemeler, 1980’lerdeki uygulamaların askeri diktatörlük rejimi sonrasında yerli sanayi sermayesinin işçi sınıfı ile ittifakı sonucu ortaya çıkan Keynesçi iktisat politikasının gerekleri olduğunu kanıtlar niteliktedir.

Bundan sonraki dönemi gözlemlemek, bu yöndeki tahminleri sınamak açısından önem taşımaktadır.