• Sonuç bulunamadı

1.1. Kapitalist Üretim Tarzının Belirleyenleri Olarak Sınıflar ve Devlet

1.1.2. Emeğin Örgütlenme Biçimleri: Sendikalar ve Siyasal Parti

Devletin emek piyasasına yönelik düzenlemelerine gösterilen sınıfsal direnişin belirleyiciliğini araştırırken, toplumsal dönüşümün belirleyeni olarak emeğin konumunu ortaya koymak için işçi sınıfının başat örgütlenme biçimi olan sendikalara ve siyasal partiye değinmek önem arz etmektedir. Zira Marksizm, kapitalizmin yıkılması ve yeni bir dünyanın kurulması süreçlerinde işçi sınıfına başat bir rol biçmiştir. Buna göre, emek-sermaye çatışmasının son bulması, ancak kapitalizmin işçi sınıfı tarafından sonlandırılmasıyla mümkün olabilecektir. Bu bağlamda var olan durumun tespitinin yanı sıra geleceğe dair birtakım yönlendirme ve öngörülerde bulunan Marksizmin işçi sınıfına tanıdığı tarihsel rolü, kuşkusuz sendikalarla ve işçi sınıfının siyasal partisiyle birlikte düşünmek ve ele almak gerekmektedir1.

Sendikalar, “kapitalizm altında emek ve sermaye kategorilerine göre biçimlenen sınıflar arasındaki ilişkileri düzenleyici kurumlar” olarak ortaya çıkmıştır (Yetiş, 1999: 60). Buna göre sendikalar işçilerin ücretlerini yüksek tutmak üzere bir araya gelerek oluşturdukları koruyucu kurumlardır (Annunziato, 1988: 143);

dolayısıyla “sendikanın asli doğası komünist değil, rekabetçidir” (Gramsci, 1994:

1 Marksist yazarlar tarafından başka örgütlenme modelleri de önerilmektedir. Örneğin Gramsci işçi sınıfının, sendikalar, fabrika konseyleri ve siyasal parti olmak üzere başlıca üç örgütü bulunduğundan söz etmektedir. Zira sosyalist dönüşüm ekonomik, siyasi ve ideolojik bir devrimle gerçekleşebilecektir (Annunziato, 1988: 146). Ancak çalışmanın esas amacı Yunanistan ve Türkiye işçi sınıfının örgütlülük düzeyini araştırmak olduğundan ve günümüzde her iki örnek ülkede de işçi sınıfının sendikalar ve siyasal parti çatısı altında örgütlendiği gözlendiğinden, konseyler inceleme konusunun dışında bırakılmıştır.

117). Buna göre sendikaların işlevleri “istihdam, ücret ve çalışma koşullarına ilişkin sınıf çıkarlarını savunmak; üretim ilişkilerinin yeniden üretiminde sınıfın örgütsel biçimlenişini gerçekleştirmek; işçi sınıfı ile burjuvazi arasında aracılık yapmak [ve]

sınıf savaşımının kurumları olarak etkinlik göstermek” olarak sıralanabilir (Yetiş, 1999: 62).

Ancak kuruluş amacı ekonomik hedeflerin ötesine geçmeyen sendikaların

“tarih tarafından oluşturulduğu ve tarihi oluşturduğu” akılda tutularak belirli bir tarihsel döneme özgü oldukları vurgulanmalı, “onu oluşturan işçilerin istekleri değiştiğinde, tarihsel ve insana dair bir kurum olarak sendikaların da değişeceği”

ifade edilmelidir (Annunziato, 1988: 153). Dolayısıyla sendikaların devrimci bir örgüt gibi işlemeleri için, bünyesinde barındırdığı işçilerin düşüncelerinin ve taleplerinin değişmesi zorunludur. Bu nedenle sendikaların ‘ne olduğu ve nasıl işlediği’ kadar, ‘ne olma ve nasıl işleme potansiyeli taşıdığı’ da aydınlatılmalıdır.

Bu noktada burjuva sendikacılığı, anarko-sendikacılık, reformist sendikacılık ve sınıf sendikacılığı gibi farklı sendikacılık yaklaşımları arasındaki ayrım vurgulanmalı; bu çalışma kapsamında sınıf sendikacılığı yaklaşımının ele alınarak incelendiği belirtilmelidir. Sınıf sendikacılığı, iktisat ile siyaset arasındaki ayrımı aşmayı hedefleyen bir stratejidir ve işçi sınıfını kendinde sınıf konumundan kendi için sınıf konumuna yükseltecek bir sınıf mücadelesi stratejisidir (Öngen, 1994a: 23). Sınıf sendikacılığının ilkeleri şöyle sıralanabilir:

“Sınıf sendikacılığı, ekonomik mücadeleyi veya ekonomik hak ve istemleri küçümseyen bir strateji olarak algılanmamalıdır…

[E]konomik hak ve istemlerin özünde siyasal bir nitelik taşıdığını vurgular ve bu özü açığa çıkarmaya çalışır… [G]erek sosyalizm mücadelesini, gerek işçi sınıfının kurtuluşunu salt ekonomik sömürünün ortadan kaldırılmasına indirgemez… [E]konomizme ve reformizme karşı açıkça cephe alır ve onların dayandığı ideolojik temeli açığa çıkarıcı stratejiler geliştirir… [T]oplumsal pratikten

(gündemden), tarihsel uğraklardan ve konjonktürden yararlanmayı ihmal etmez” (Öngen, 1994a: 24–25).

Bu bağlamda Gramsci’nin sendikalar bünyesindeki çalışmaları pratik ve teorik olmak üzere iki boyutludur. Pratik olarak Gramsci işçilerin daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak için sermayeyle savaşmayı öğrenmesi zorunluluğundan söz ederken, teorik olarak yeni bir düzen yaratmak üzere işçilerin eğitilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Annunziato, 1988: 155). Lenin bu konuda yapılması gerekenleri şöyle özetlemektedir:

“Bugün, sendikal harekette, bazı bakımlardan hâlâ küçükburjuva olarak kalan işçi katmanları gibi, sendikalardaki komünist olmayan, geri ve pasif unsurları da etkimiz altına almak ve genel proleter disipline boyun eğdirebilmek için yeterince güçlüyüz. Bu nedenle bugün asıl görev, … sabırlı, direngen, daha yoğun bir eğitim ve örgütlenme çalışmasıyla, proletaryanın ve yarı proletaryanın bazı küçükburjuva katmanlarının önyargılarını yenmek, … devlet yönetiminde doğrudan yer alan işçilerin ve yoksul köylülerin sayısını çoğaltmak, çalışanların geri kalmış katmanlarını aydınlatmak …, hem yoksul köylülük gibi yarı proletaryanın daha kalabalık kitlelerini çekmek ve hem de genel olarak sendikal hareketin bu yeni sorunlarını çözmek için yeni örgütlenme biçimleri aramaktır” (1998: 287-288, orijinal vurgu)

Dolayısıyla işçilerin güçlerini birleştirerek yalnızca daha iyi bir ücret yönetimini mümkün kılmak amacıyla ortaya çıkardığı sendikalar, devrimci bir örgüt gibi işleme potansiyeline de sahiptir. Bu nedenle ticari kapitalizmin kurumları olan sendikaların sosyalist devrimci örgütlere dönüştürülmesi zorunluluk arz etmektedir (Annunziato, 1988: 162). Gramsci bu dönüşümün koşullarını şöyle tanımlamaktadır:

“Eğer sendika görevlileri toplu sözleşmeyi devamlı değil zaruri bir uzlaşı olarak değerlendirirlerse, sendikaların kullanımındaki tüm araçları güç ilişkilerini işçi sınıfı lehine geliştirmeye yöneltirlerse, tüm işlerini işçi sınıfının belirli bir anda sermayeye karşı başarılı bir saldırı başlatacağı ve onu yasalarına tabi kılacağı zaruri manevi ve maddi hazırlıklara yöneltirlerse, o zaman sendika devrimci bir araca dönüşecek, işçilerin toplu sözleşmeye itibar etmesini istemekten vazgeçerek devrimci olarak yetişecektir” (1955: 132, aktaran Annunziato, 1988: 156).

Marx ise sendikaları komünizmin okulu olarak tanımlamaktadır. Buna göre sermayeyle savaşım işçilerin gözleri önünde gerçekleştiğinden, işçiler sendikalarda eğitilerek sosyalist olmaktadırlar (Marx, 2008b: 158–159). Dolayısıyla başlangıçta salt iktisadi bir savaşım olarak ortaya çıkan sendikal mücadele, zamanla bir siyasal mücadeleye dönüşme potansiyeli taşımakta, böylelikle işçilerin devrimci sınıf savaşımını ilerletebilmektedir2. Buna göre:

“Sendikalar, tüm sınıfı kapsamaları gereken bir örgüttür; kitlelerin bilincini tüm sınıfı kapsayacak düzeye yükselterek, onları komünizm ruhuyla eğitirler; partiyle kitleler arasındaki, yani öncüyle sınıf arasındaki ilişkileri kurarlar; proletaryanın devrimci partisinin önderliğinde sermayeye karşı mücadele yürütürler”

(Losovsky, 1993b: 236).

Bu bağlamda sendikaların rolü, kısa ve uzun vadeli olmak üzere iki eksenlidir. Kısa vadede sendikalar işçi sınıfının çalışma saatleri ve ücretler gibi günlük iktisadi çıkarlarının savunulması için çalışmalıdır; zira sermayenin daha fazla artı-değer elde etme arzusu çerçevesinde gerçekleştirilen (işgününün uzatılması, işçinin gerçek ücretinin düşürülmesi, emeğin verimliliğinin artırılması vb.) politikalara ancak sendikal örgütlülük vasıtasıyla karşı konulabilir. İktisadi savaşım, işçilerin daha iyi yaşam koşullarına ulaşması açısından elzemdir (Losovsky, 1993b:

23).

Uzun vadede ise sendikalar, kapitalizmin sonlandırılması için gerçekleştirilecek siyasal eylemlerde ve örgütlenmelerde görev almalıdır. Sömürü düzeninin ortadan kaldırılması olarak tanımlanan bu hedefin gerçekleştirilmesi için

2 Marx ve Engels’in sendikalara dair çözümlemelerinde, bu olumlu görüşlerin tersini ifade eden ve sendikaları sermayenin işçi sınıfını ikna araçları olarak tanımlayan değerlendirmeler de bulunmaktadır (Yetiş, 1999: 60). Ancak bu çalışmada öncelikle değinilmek istenen, sendikaların ortaya çıkışındaki asli iktisadi görevlerine ek olarak, siyasal ve devrimci bir örgüte dönüşme potansiyellerine yapılan vurgudur.

sendikaların, burjuvazinin gücünü kıracak siyasal örgütlenmelere katkı sağlaması gerekmektedir (Işıklı, 2005: 400). Marx’ın sözleriyle ifade edilirse:

“[S]endikaların bundan böyle, işçi sınıfının örgütlenme ocakları olarak, işçilerin tam kurtuluşu gibi çok güçlü bir çıkar uğruna, daha bilinçli bir biçimde hareket etmeyi öğrenmeleri gerekir. Bu amaca yönelik her toplumsal ve siyasal hareketi desteklemeleri gerekir.

Kendilerini tüm işçi sınıfının öncüleri ve temsilcileri sayarak ve buna göre davranarak, henüz sendika dışında kalanları da, zorunlu olarak kendilerine çekmeyi başaracaklardır… Çabalarının, bencil ve çıkarcı olmaktan uzak, tersine, ezilen yığınların kurtuluşu, özgürlüğü amacına yönelik olduğunu bütün dünyanın kafasına yerleştirmeleri gerekir” (2008b: 153–154).

Sendikaların kısa ve uzun vadeli hedefleri, diğer bir deyişle iktisadi ve siyasi savaşımları organik bir bütünlük ifade etmelidir; zira bu savaşımların birleştirilememesi durumunda işçi sınıfı sabote edilmiş ve burjuvaziye hizmet edilmiş olunacaktır (Losovsky, 1993b: 187)3. Bu bağlamda sendikal örgütlenmeler, öncelikle sosyalist bir işçi sınıfı yaratmalı; sendikaya girerken sosyalist olması beklenmeyen işçiler süreç içerisinde sosyalist bir eğitime tabi olmalıdır (Işıklı; 2005:

433). Diğer bir deyişle sendikalar, amaçlarına ulaşabilecek güçte ve donanımda bir işçi sınıfını ortaya çıkaracak bir eğitim merkezi gibi işlev görmelidir. Marx bunu şöyle ifade etmektedir:

“ … işçiler, bu günlük savaşımın sonal sonucunu fazla abartmamalıdırlar. Unutmamaları gerekir ki, sonuçlara karşı savaşım vermektedirler, bu sonuçların nedenlerine karşı değil;

unutmamaları gerekir ki, aşağı doğru inen hareketi yalnızca geciktirmekte, ama yönünü değiştirmemektedirler… Demek ki, işçiler sermayenin ara vermeden sürüp giden gasplarının ya da piyasa değişikliklerinin doğurduğu bu kaçınılmaz gerilla savaşlarına kendilerini tamamıyla kaptırmamalıdırlar. Anlamaları gerekir ki, bellerini büken, bütün yoksulluğu ile birlikte, mevcut düzen, aynı zamanda, toplumun iktisadi dönüşümü için gerekli maddi koşulları ve toplumsal biçimleri de yaratır. ‘Adil bir işgünü

3 İktisadi ve siyasi hedeflerin birleştirilmediği bir sendikal yaklaşım, daha önce de ifade edildiği üzere, sınıf sendikacılığından uzağa düşecek, burjuva sendikacılığı ya da reformist sendikacılık eksenine kayacaktır. Sendikaların yalnızca iktisadi mücadele ile yetinmelerinin de bir siyaset olduğunu vurgulayan Lenin, bu siyaseti ‘ekonomizm’ veya ‘trade unionism’ olarak adlandırmaktadır (2008).

karşılığında adil bir ücret!’ biçimindeki tutucu slogan yerine, bayrakları üzerine şu devrimci sloganı yazmalıdırlar: ‘Ücret sisteminin kaldırılması!’” (2008b: 141–142, orijinal vurgu).

Rosa Luxemburg bu konuyu kitle grevi başlığı altında ele almakta, ama nihayetinde yine iktisadi ve siyasi savaşımın bütünlüğünden söz etmektedir:

“İktisadi savaşım bir siyasi merkezden bir diğerine aracılık etmektedir; siyasi savaşım ise toprağın iktisadi savaşım için düzenli olarak gübrelenmesidir. Sebep ve sonuç burada sürekli olarak yer değiştirmektedir; ve dolayısıyla, teorik plan uyarınca şu an geniş çapta ortadan kaldırılmış, tamamen ayrıştırılmış ya da birbirini dışlamış olsa da, kitle grevi sürecindeki iktisadi ve siyasi etken olsa olsa Rusya’daki proleter sınıf savaşımının birbirine geçen iki yüzünü oluşturmaktadır” (1971: 49).

Sendikal örgütlenmede kullanılan iki etkin aygıt grev ve toplu sözleşmedir.

İşçi sınıfının insanca yaşam hakkı ve iş güvencesini talep etmenin yanı sıra, ülkenin ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlarına karşı da direniş göstermenin bir yöntemi olan grev4, işçilerin siyasal eğitimini de hedeflemektedir (Aydoğanoğlu, 2007: 74).

Zira grev esnasında işçiler emek ile sermaye arasındaki çelişkiyi görmekle kalmamakta, siyasal iktidarın polisi, yargısı ve basınıyla tüm boyutlarını kavramaktadır (Aydoğanoğlu, 2007: 107). Sendikaların diğer silahı olan ve işverenle yapılan hukuki bir sözleşme niteliğine sahip toplu sözleşme ise, işçilerin ücret, çalışma koşulları, izinler vb. konulardaki haklarını güvenceye almayı amaçlamakta, niceliksel üstünlüklerini kullanmalarını sağlamaktadır. Toplu sözleşme “her şeyden önce ücretin, yani işgücünün fiyatının saptanması olduğu gibi, aynı zamanda işçinin

4 Grevler amaçlarına ve uygulama biçimlerine göre uyarı grevi, menfaat grevi, hak grevi, dayanışma grevi, genel grev ve siyasal grev olarak adlandırılırken; çıkış nedenleri açısından örgütlü ve kendiliğinden, güttüğü amaçlar açısından iktisadi ve siyasi, uygulanan mücadele yöntemlerine göre saldırı ve savunma grevleri olarak ayrılabilir; bunların yanı sıra dayanışma grevleri veya nöbetleşe mücadele olarak da sınıflandırılabilir (Losovsky, 1993a: 88–89).

çalışma koşulları ve işgücünün yeniden üretiminin koşullarının saptandığı bir sözleşme” niteliğindedir (Gündoğmuş, 1992, aktaran Aydoğanoğlu, 2007: 81)5.

İktisadi ve siyasi savaşımların bütünlük içinde gerçekleştirilmesi ve sendikaların iktisadi bireyciliğe dayanan rekabetçi kurumlardan devrimci organlara dönüştürülmesi ancak bir siyasal partinin dolayımı ile olasılık kazanmaktadır (Yetiş, 1999: 64). Siyasi-iktisadi hedef bütünlüğünü mümkün kılan siyasi parti örgütlenmesi öncelikle açık ve geniş bir sınıf mücadelesinin önkoşuludur; zira politik sınıf mücadelesinin “en kesin, en tam ve en doğru ifadesi” partilerin mücadelesidir (Lenin, 1998: 152–155). Sıkı bir parti örgütü, sınıf mücadelesi ilkelerinde bilincin, açıklığın, netliğin ve sıkılığın unsurlarından biridir (Lenin, 1998: 157). Lenin siyasal partinin öncülüğü zorunluluğunu şöyle dile getirmektedir:

“Sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez; hareketin temelini oluşturan ve ona katılan halk yığınları savaşıma kendiliklerinden ne kadar büyük sayıda sürüklenirlerse, böyle bir örgüte gereksinim o ölçüde ivedileşir, ve bu örgüt o ölçüde sağlam olmalıdır…; böyle bir örgüt esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerden oluşmalıdır” (Lenin, 2008: 136).

Dolayısıyla işçi sınıfının öncü savaşçı rolü, “ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile” yerine getirilebilecektir (Lenin, 2008: 32, orijinal vurgu). Bunun için parti, işçi sınıfının mücadelesine destek olmalıdır. İşçilerin sınıf bilincini geliştirmek, onların örgütlerine katılmak, savaşlarının hedef ve amaçlarını göstermek partinin görevidir (Lenin, 1998: 30). İşçilerin sendikalar vasıtasıyla sermaye sahipleriyle giriştiği günlük iktisadi çatışmalar böylelikle siyasi bir zemin

5 Toplu iş sözleşmesi ile “satın alma gücünün korunması ve geliştirilmesi için, ücretlerin/maaşların ve diğer parasal sosyal ödemelerin artırılması; çalışma süresinin, ücretlerde herhangi bir azalma olmaksızın kısaltılması; çalışma koşullarının iyileştirilmesi, iş güvenliğinin sağlanması; mesleki ve özlük haklarının korunması, geliştirilmesi; işyeri ya da işletmenin sosyal ve kültürel olanaklarının artırılması yönünde düzenlenmesi; sendikal etkinlik ve güvencelerin işyerinde oluşturulan kurullar aracılığı ile genişletilmesi; [ve] çalışma koşullarının ve çalışma ilişkilerinin demokratikleştirilmesini içeren düzenlemelerin yaşama geçirilmesi” hedeflenmektedir (Aydoğanoğlu, 2007: 83).

kazanacak; mücadele bir sınıf mücadelesine dönüşecektir. Zira açık sınıf savaşımları döneminde gerçekleşen her bir kitle hareketi, aynı zamanda hem siyasi hem de iktisadi özellik taşımaktadır (Luxemburg, 1971: 78).

Siyasi partinin işçi sınıfı mücadelesine yapabileceği katkı şöyle özetlenmektedir:

“Hayati ihtiyaçları için sürdürdükleri savaşı destekleyerek, işçilerin sınıf bilincini geliştirmek; … işçilerin örgütlenmesini geliştirmek

…; … mücadelenin gerçek amacını göstermek, yani işçilere, emeğin sermaye tarafından sömürüsünün ne demek olduğunu, neye dayandığını, toprakların ve üretim araçlarının özel mülkiyetinin işçi kitlelerini nasıl sefalete mahkum ettiğini, onları nasıl emeklerini kapitalistlere satmak ve işçinin, yaşaması için gerekenin üzerinde ürettiğini, nasıl karşılıksız olarak onlara vermek zorunda bıraktığını açıklamaktır; sonuçta da bu sömürünün işçileri nasıl kapitalistlere karşı bir sınıf mücadelesi başlatmaya yönelttiğini, bu mücadelenin hangi koşullarda yürütüleceğini, nihai amacının ne olduğunu açıklamaktır” (Lenin, 1998: 44–45).

Siyasi parti, işçi sınıfının sendikal-iktisadi mücadelesini siyasi bir mücadeleye dönüştürmesi ve emek-sermaye çatışmasının sınıf çatışması olarak zuhur etmesi için olmazsa olmaz koşul olduğundan, sendikal ve siyasal mücadele

“birbirinden ayrılması mümkün olmayan” unsurlardır (Işıklı, 2003: 35); bu ayrılık yalnızca parlamenter sistemin yapay bir ürünüdür (Luxemburg, 1971: 79).

Siyasi parti ile sendikalar arasında en sıkı bağların kurulması, sendikaların tarafsızlık anlayışına göre değil, partiye bağlılık kıstasına göre yürütülmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır (Lenin, 1998: 175). Bu bağlamda sendikalar hem işçi sınıfına hem de işçi sınıfının siyasal partisine karşı sorumludur. Zira sendikalar işçi hareketinin “yalnızca grup çıkarlarını ve yalnızca bir aşamasının gelişimini” temsil ederken, siyasal parti “işçi sınıfını ve tümüyle özgürleşmesi amacını” temsil etmektedir (Luxemburg, 1971: 80). Bu noktada sendika-siyasal parti ilişkisinde

“politikanın iktisadi olana önceliği” vurgulanmakta (Losovsky, 1993b: 34); siyasal

partiye bir üstünlük tanınmaktadır (Işıklı, 2005: 434)6. Losovsky Marx’ın bu konuya yaklaşımını şöyle açıklamaktadır:

“Politikanın iktisada önceliğinden söz ettiğimizde, bu, sendikaların partiye dönüştürülmesi, salt bir parti programının sendikalar tarafından kabul edilmesi ya da sendikalarla parti arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması anlamına gelmez... [Marx], geniş işçi kitlelerinin örgütünün odak noktası olarak sendikaların önemini vurgula[mış] ve parti ve sendikaları aynı kaba atma [bir sayma]

eğilimine karşı mücadele et[miştir]. O, proletaryanın politik ve iktisadi örgütlerinin bir ve aynı hedefe (proletaryanın ekonomik kurtuluşu) sahip oldukları, ama bu hedefe ulaşmak için mücadelede bunların her birinin kendilerine özgü mücadele yöntemlerini kullanmaları gerektiği görüşüne sahipti[r]. Politikanın iktisadi olana önceliğini, birincisi sendikaların genel politik sınıfsal görevlerini dar lonca görevlerinin üzerine çıkarma; ve ikincisi, proletaryanın politik partisinin iktisadi görevleri belirlemesi ve sendikaların bunları bizzat yönetmeleri gerektiği şeklinde anla[mıştır]” (1993b, 34).

Sendikaların kapitalist üretim ilişkileri içindeki rolünü ve etkisini anlamlandırmada bir diğer uğrak, devletin sınıf çatışmalarının düzenlenmesi sürecinde aldığı müdahale biçimidir. Devletin “sendikaların faaliyet alanlarını, temsil ettikleri üyelerin nitelik ve sayısını, çıkarların ise kapsamını, içeriğini ve ifade ediliş biçimlerini denetim altında” tuttuğu, “sendika liderlerinin seçiminde ve gelirleri üzerinde doğrudan ya da dolaylı olarak” söz sahibi olduğu, “sendikaların kamusal kararları şu ya da bu şekilde üyelerine benimsetme taahhüdünde bulunmalarını”

beklediği korporatist politikalar, sınıfların temsilini “liderlik düzeyinde devletle işbirlikçi ilişkilere dönüştürür” (Akkaya, 2003). Böylece “temsiliyet ve müdahale, parlamenter-bürokratik sistemlerde tipik haliyle kurumsal olarak ayrılırken, korporatizmde kurumsal olarak kaynaşma eğilimindedirler” (Jessop, 2008: 167).

6 Siyasal partinin işçi kitlelerinden koptuğu ve işçi sınıfının gerçek özlemlerini temsil edemediği durumlar bunun istisnasıdır. Bu durumlarda işçi sınıfının sendikalar aracılığıyla siyasal partiyi karşısına alması mümkündür; işçi sınıfı siyasi parti üzerindeki denetimini sendikalar yoluyla sürdürmektedir.

Korporatist politikalar, sendikaların işçi sınıfının siyasi ve iktisadi çıkarlarını gözetmek ve kapitalist üretim ilişkilerinin sonlandırılması sürecinde işçilerin eğitimini sağlamak olan asli görevini engellemektedir. Bu anlamda korporatizmin iki ana etkisi olabilmektedir: “İlki, sendikaların işlevsel hatlar boyunca bölünmesi ve reformcu politikaların kurumsallaşması yoluyla devrimci emek hareketinin gelişimini engelleyebilir. Ve ikinci olarak, ulusal sermayelerin güçlendirilmesi yoluyla rekabetin uluslararasılaşmasını kolaylaştırabilir” (Jessop, 2008: 173).

Korporatist politikaların amacı, “son tahlilde, devlete sermaye birikimini güvence altına almak için gerekli olan siyasi istikrarın sağlanabilmesi için siyasi ve iktisadi tavizler vermektir” (Akkaya, 2008). “[E]mek hareketinin bağımlı konumunu, korporatist sistemin sınıf mücadelesinin biçimsel olarak eşit, ama işlevsel olarak bağımsız grupları arasındaki görüşmelere indirgeme yoluyla sürdürmeyi başardığı yerlerde, korporatizm, kapitalizmin yeniden-üretimine pekâlâ katkıda bulunabilir”

(Jessop, 2008: 177). Böylelikle sendikalar anlaşmazlıkların çözümünde yarar sağlayan kurumlara dönüşebilir (Aidt ve Tzannatos, 2002: 37). Dolayısıyla günümüzde de örnekleri görüleceği gibi korporatist politika, işçi sınıfının sendikal örgütlenmelerinin sınıf çatışmasında oynadığı rolü ortadan kaldırmada yahut sendikaların etki alanını yeniden tanımlamada kapitalist devletin bir aracı olarak işlemektedir.

Özetle ifade etmek gerekirse, kapitalist toplumsal dönüşümün belirleyicisi olarak emek, ancak sendikal ve siyasal örgütlenme yoluyla sesini duyurabilmekte;

niceliksel üstünlüğünü nitelikli bir direnişe dönüştürebilmektedir. Bunun için emek piyasasında etkin olarak çalışmakta olan işçilere ek olarak yedek işgücü ordusu

içinde yer alan işsizlerin de sendikal örgütlenmeye dâhil edilmesi öncelikli olmalıdır.

Ayrıca sendikal örgütlenmelerin kısa ve uzun vadeli hedefleri, yani iktisadi ve siyasi talepleri bünyesinde birleştirerek devrimci bir anlayışla hareket etmesi belirleyicilik arz etmektedir. Zira günümüzde pek çok sendikal harekette olduğu gibi kapitalist üretim tarzı ve toplumsal formasyonla uyum içerisinde işleyen sendikal hareketler (sarı sendikacılık), işçi sınıfı örgütlenmesine yarardan çok zarar vermektedir.