• Sonuç bulunamadı

Yetiştiği Sosyal Çevre: Egemen Osmanlı Kimliğinin Yeniden Üretim

“Osmanlı kimliğini tasvir edebilme, onu tanımlama konusunda girişilecek her çaba, sonuç olarak İslam dini ile ilişkilendirilmek zorundadır” (Timur 2000:

38). İslam dini, Osmanlı’nın hem kendini tanımlaması hem de Hıristiyan dünya tarafından algılanmasının önemli bir unsurudur (38). Osmanlı toplumunda dini bağlılık, kişisel bir durum olmaktan çok toplumsal bir durumdur ve bir milletin mensubu olmak için belirleyici unsur dil değil dindir. Gayrimüslimler konuştukları dile göre değil, inandıkları dine göre tanımlanmışlardır. Din, Müslümanlar için de kimliği tayin eden tek unsurdur. Müslüman tebaa arasındaki kavim ve soy farklılıkları muhafaza edilmiş olmakla birlikte, hukuki olarak tanınmamıştır. Müslümanların kimliğini din yani İslamiyet ve dinin temsilcisi olan padişaha itaat ve bağlılık tayin etmiştir (Karpat 1995, Somel 1997, Timur 2000).

Dinsel kimliğin belirleyici öneme sahip olduğu İmparatorluk döneminde Hasan-Âli (Yücel)38, 1897 yılının Aralık ayında39, “devlet ve toplumu temsil eden Sünnî-İslami kimliğin” (Somel, 1997: 71) odağında yer alan Mevlevihanelerle yakın ilişki halinde bir ailenin çocuğu olarak dünya gelmiştir. Üç-dört kuşak

38 Hasan-Âli, “Yücel” soyadını 1934 yılındaki Soyadı Kanunu’yla birlikte almıştır. Kısa biyografisine yer verilen bu kısımda kendisinden, 1934 yılına kadarki yaşamı ve eserleri söz konusu olduğunda Hasan-Âli; 1934’ten sonraki yaşamı, eserleri ve de genel değerlendirmeler söz konusu olduğunda ise Hasan-Âli Yücel adıyla söz edilecektir.

39 Yücel’in doğum tarihinin günü konusunda çelişkili bilgiler vardır. Örneğin Faik Reşit Unat (1961) Yücel’in 16 Aralık 1897 yılında doğduğunu yazarken, tarihçi Zeki Arıkan (1997) Yücel’in doğum tarihi için 16-17 Aralık 1897 tarihlerini birden kullanır. Yücel’in kızı Canan Yücel Eronat 17 Aralık 1897 tarihine işaret etmektedir. Yücel ise, 1937 yılında yazdığı, Tercüme-i Hâlim (özgeçmişim) adlı yayınlanmamış yazısında doğum tarihinin 1313 (1897) yılının Kanunusanisinin 14’ü olduğunu belirtmiştir.

evvelden İstanbullu, kültürlü, eğitimli ve seçkin bir aileden gelen Yücel’in soyu hem anne hem de baba tarafından saray ve devlet idaresinde önemli görevler almış asker, bürokrat ve tanınmış sanatkârlara dayanmaktadır.40 Her ne kadar, Yücel ailesine ilişkin ayrıntılı bilgiler aktardığı Geçtiğim Günlerden adlı eserinde

“insanı insan eden ‘paşa babalar’ değil, ferdin kendi gayreti ve meziyeti ile liyakatidir” (1998f: 62) sözleriyle eski toplumun hiyerarşik öğelerine karşı tavrını kişisel yetenek ve bireyselleşme vurgusunu öne çıkararak ifade etse de kişiliğinin ve dünya görüşünün oluşmasında aile kökeninin, yaşadığı şehrin, sosyal

40 Yücel, Geçtiğim Günlerden (1998f) ve Dinle Benden (1998b) adlı eserlerinde aile üyelerinin kimlik ve kişiliklerine dair ayrıntılı bilgiler aktarmıştır. Bu bilgilere göre, Yücel’in bilinen yaklaşık 200 yıllık soy ağacı şöyledir: Babası, Posta ve Telgraf Nazırı Hasan Âli Efendi’nin (1827-1895) oğlu Maliye Nezareti memurlarından Ali Rıza Bey (1875-1937), annesi ise Deniz Yarbayı Tekiroğlu Ali Bey’in kızı Neyire Hanım (1876-1964)’dır (Unat, 1961: 291). Yücel’in baba tarafından kökleri, Giresun’un Görele ilçesinin Daylı Köyü’nün tanınmış ailelerinden olan İmamzade ailesinden Ömer Efendi’ye uzanır. Hasan-Âli (Yücel)’nin büyük dedesi Ömer Efendi, Daylı Medresesi’nde hocalık yapar (1998f: 58). Ömer Efendi’nin oğlu Hasan-Âli Efendi (1824-1895), sıbyan mektebinde okur ve özel hocalardan dersler alarak Arapça, Farsça, Fransızca ve İtalyanca öğrenir. Meslek hayatına Kastamonu’da başlayan Hasan Âli Efendi, çeşitli memuriyetlerde bulunduktan sonra 1888 yılında Posta ve Telgraf Nezareti’ne atanır. Nezaretteki başarı nedeniyle kendisine Abdülhamit tarafından bir hamam hediye edilir (18). Hasan-Âli Efendi’nin oğulları Udî ve Tanbûri İzzet Bey ve Ali Rıza Bey (Yücel’in babası) aynı zamanda usta iki müzisyendir. Yücel’in anne tarafından bilenen soyu, Kaptan İsmail Tosun Ağa (1802-?)’ya uzanır. Annesi Neyire Hanım’ın büyük dedesi olan İsmail Tosun Ağa, III. Selim (1761-1808) zamanında yaşamış ve 1855’de Kırım Savaşı sırasında Sivastopol kuşatmasına katılmış tanınmış bir kumandandır. Onun ölümünden sonra oğlu (Yücel’in büyük dedesi) Ferik Kör Zihni Paşa (1823-1900), Sultan Abdülaziz tarafından Bahriye Mülâzımlığına terfi edilir. (1998b: 63- 64). Neyire Hanım’ın üvey büyük annesi Sadrazam Rauf Paşa’nın torunu, Tersane Emini Hacı Sait Efendi zade Amedci Hacı Esat Bey’in kızı Hayriye Hanım’dır (1998f: 19, 51). Anneannesinin dayısı ise Bahriye Miralayı Şükrü Bey, Süveyş Kanalı’nın açıldığı zaman kanaldan ilk geçen Türk gemisinin kaptanıdır (22). Neyire Hanım’ın Tekirdağ’a bağlı Dedecik Köyü’nden olan baba tarafından dedesi Testereci Mehmet Efendi ise emir ve hafızdır. Mehmet Efendi’nin oğlu Ali Bey (1847-1889) Bahriye Nâzırı Rauf Paşa’ya yaverlik yapar. Resim yapma, çizme ve hat sanatı alanındaki üstün yeteneği dolayısıyla Şehzade Abdülmecit Efendi (1868-1944)’nin hüsnühat hocalığına atanır. Padişaha takdim edilmek üzere altın yaldızla yaptığı bir harita sebebiyle kolağası olmadan sağ kolağası olur ve aynı yıl İngiltere’de staja gönderilir. 1887 yılında, II.

Abdülhamit tarafından özel olarak Japonya’ya sefere gönderilen Ertuğrul Firkateyni’nde görev alan Yarbay Âli Bey, 16 Eylül 1890 günü Japonya’dan dönüş yolculuğunda firkateyn parçalanması sonucu hayatını kaybeder. Tarihe “Ertuğrul Faciası” (Bkz. Mütercimler, 1993;

Necatigil, 1995; Öndeş, 1998) olarak geçen bu olayla birlikte Kaptan Âli Bey’le birlikte altı yüze yakın denizci ölür.

çevresinin ve bunların bir unsuru olan aldığı eğitimin etkisi göz ardı edilemez bir gerçektir.

Ailesinin, yetiştiği ortamın ve sosyal çevresinin kişiliği, değer ve inançlarının oluşmasındaki belirgin ilk unsur, aile mirası olan Mevlevi kültür ve geleneğidir.41 Ailesinin Yenikapı Mevlevihânesi’ne mensup olması dolayısıyla, çocukluk yıllarını Mevlevi kültürünün, dini kuralların ve geleneklerin etkin olduğu bir sosyal çevrede geçiren ve daha çocuk yaştayken “sikke giyen ve tekkedeki ayinlere katılan” (Yücel, 1998f: 55) Yücel’in kişiliği üzerindeki Mevlevi inancı ve kültürünün gözlemlenebilen etkilerini çeşitli açılardan ele almak mümkündür. Bunlardan ilki, Yücel’in çok yönlü kişiliğinin bir parçasını oluşturan musikişinâs ve bestekârlık yönüne bu geleneğin katkısıdır. Mevlevi kültürünün bir parçası olan müzikli dini ayinler ile evde dedesi, babası (Neyzen Ali Rıza Bey’in dinî ve dindışı alanda bestelenmiş doksan beşe yakın saz ve söz eseri vardır) ve amcası (İzzet Bey döneminin tanınmış udîlerindendir) tarafından çalınan müzik aletlerinin, müzik sevgisinin ve ilgisinin açığa çıkmasında etkili olduğu kendisi tarafından ifade edilmiştir (1956a). Bu ilgi, ilerleyen yaşlarda ünlenen ve Atatürk’ün en sevdiği şarkılar arasında yer alan bir beste yapmasına, değişik sanatçılar tarafından bestelenmiş çok sayıda güfte sahibi olmasına kadar varmıştır.42 Yücel, anılarında “baba evinde ve aile dostlarının evlerinde yapılan toplantılarda musiki kadar edebiyat ve şiirin” de konuşulduğundan

41 Hasan-Âli Yücel üzerinde, Mevlevi inancı ve kültürün etkileri hakkında ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Sayar (2002).

42 Hasan-Âli’nin bilinen ve Atatürk’ün en sevdiği ve okuduğu şarkılar arasında yer aldığı söylenen eseri, Suzinak makamında ve curcuna usûlünde bestelediği “Sen Bezmimize Geldiğin Akşam Neler Olmaz” adlı şarkısıdır. Bu eserinin Atatürk tarafından söylendiğine ilişkin kaynaklar için bkz. Okur (1956) ve Soyak (1973). Ayrıca, Yücel’in güftelerinin ayrıntılı bir dökümü için bkz. Özalp (1997).

bahsetmektedir (1998c: 358-359). Dolayısıyla, bestekârlığının yanı sıra edebiyatçı ve şair kimliğinin açığa çıkmasında da Mevlevi kültür ve geleneğinin katkılarından söz etmek olasıdır.

Mevlevî kültür ve geleneğinin, Yücel’in ilgi alanları kadar kimliğinin şekillenmesindeki katkıları üzerine söz söyleyebileceğimiz bir başka alan da Mevlevi tekkelerinin siyasi geleneğinin,43 siyasete ilişkin ilk düşüncelerinin oluşmasındaki etkilerine dairdir. Küçük yaşlardan itibaren siyasetle tanışıklığında sık sık gittikleri Yenikapı Mevlevihanesi’nin önemli bir rolü olmuştur. “Hürriyet, eşitlik, meşrutiyet ve İttihat Terakki” sözcüklerini ilk kez aile çevresinde ve Mevlevihane’de duyduğunu, kendisine “İttihatçıları sevdiren şeyin evinde ve etrafındaki büyükler tarafından söylenen sözler” olduğunu belirtmektedir (1998f:

159-161, 170) Yücel’in ailesinin bağlı bulunduğu, Yenikapı Mevlevihanesi şeyhleri, Abdülhamit döneminde meşrutiyet rejiminden yana tavır almışlardır.

Mevlevihanenin bu dönemde, Jön Türklerle yakın ilişkisi olmuş, Avrupa’da yayımlanan Jön Türk gazeteleri gizlice tekkeye sokularak dervişlere okunmuş, hatta II. Abdülhamit’in tahttan indirilip yerine Sultan Reşad (V. Mehmed)’ın çıkarılması amacıyla düzenlenmek istenen komplo, Tekke Şeyhi ve Yücel’in aile dostu Mehmed Celaleddin Dede Efendi’ye anlatılarak, onun fikirleri alınmıştır (Işın, 1994: 480). Abdülhamit’in tahttan indirilmesinin ardından padişah olan V.

Mehmet’in Yenikapı Mevlevihanesi’ne yaptığı ziyarete ve kılıç kuşanma törenine

43 Mevlevîlik, siyasi tarihte önemli yeri olan iki tarikattan birisidir. Osmanlı İmparatorluğu’nda, Bektâşîler ve Mevlevîler sırasıyla askerî ve sivil erkân arasında rağbet görmüştür. Mevlevilikle ilgili Osmanlı saltanatının yaklaşımı ilk dönemlerde, Mevlana’ya gösterilen bir ilgiden ibarettir. Daha sonra ise Mevlevîlik, Yeniçeri-Bektâşî birlikteliğinden doğan gücü dengelemek için padişahlar tarafından özellikle desteklenmiş, hatta III. Selim’den başlayarak Osmanlı padişahları Mevleviliği seçmişlerdir. Padişahların tarikatların desteğini kazanmak yönündeki uğraşları Mevlevi şeyhlerinin siyasetteki etkinliğini arttırmış, II.

Meşrutiyet ve İttihat Terakki Dönemi’nde de bu gelenek devam etmiştir.

Hasan-Âli de katılmıştır (1998f: 158). Dolayısıyla, Mevlevi tarikatının önemli merkezlerinden olan Yenikapı Tekkesi’nde geçen çocukluk yaşamı ya da egemen Osmanlı kimliğini yeniden üreten merkezi kurumlar arasında yer alan Yenikapı Tekkesi’yle yakın münasebetler, Yücel’in ideoloji ve iktidar sembolleriyle çocuk yaşta tanışmasını sağlamıştır.

Yücel’in Cumhuriyet’in ilanı sonrasında Mevlâna ve Mevlevilik üzerine yazdığı çok sayıda deneme ve şiirde bu kültür ve geleneğin izlerini takip edebilmek mümkündür.44 Mevlana sevgisi başta olmak üzere din üzerine yazdığı denemelerde, Cumhuriyet rejiminin laiklik ilkesi doğrultusundaki uygulamaları ile (hilafetin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat, Latin harflerinin kabulü, Türkçe ezan gibi) İslam dininin inanç ve geleneklerini uzlaştırma çabası belirgin bir tema olarak açığa çıkmaktadır.45 Yücel’in çocukluk ve ilk gençlik yıllarına hakim olan Mevlevi kültürü ve İslami değerlerin politik konuşmalarına yansımalarından da söz edilebilir. Ailesinde, sosyal çevresinde ve sonradan dini eğitim veren mahalle mekteplerinde edindiği İslam dinine yönelik bilgi birikimi, politik konuşmalarında (Örn. irticai hareketlere değindiği radyo konuşmasında ya da 1960 yılındaki Milli Eğitim Planı Hazırlığı ile İlgili Komisyon’da İmam Hatip

44 Hasan-Âli Yücel’in Mevlâna ve Mevlevilik’e dair yazdıklarına dair bir bibliyografya denemesi için bkz. Sayar (2002).

45 Örneğin, Yücel denemelerini topladığı Hürriyet Gene Hürriyet başlıklı üç ciltlik kitabında Türkçe ezanı “Türk’ün daha anlayışlı Müslüman olması” (1998d. 24); hilafetin kaldırılmasını

“Müslümanlık esaslarına, dinimize uymayan bir müessesenin kaldırılması” (1998c: 56);

laikliği “dinin taassuptan kurtarılması” (1998d: 466), “devletin dine inanma bakımından işe karışmaması, vatandaşların inanma hürriyeti” (1998e: 184) olarak değerlendirmiştir. Başka bir örnek de, Atatürk’ün yaptıklarını değerlendirirken, onu İslam dininin peygamberinin seçtiği yoldan giden biri olarak tanımlamasıdır. “Müslümanlığı insanlığa getiren Hz.

Muhammet’i diğer taraftan inkılâplarımızı bize veren Atatürk’ü tanımamız lazımdır” diyen Yücel, peygamberin yaşadığı topluluktaki eski sosyal değerlere, eski inanışlara isyan eden, yılmayan, bildiği doğru yolu takip eden bir insan olduğunu söyledikten sonra, Atatürk’ün de

“asırlarca toplumu geri bırakan sosyal bağlara, taassup kösteklerine” isyan ederek “zamanın icaplarına uyup cemiyet işlerinde değiştirme yapmakta büyük bir inkılapçı şahsiyet olan Peygamberin tuttuğu yolu seçtiğini” (1998c: 55) belirtmiştir.

Okulları ve zorunlu din dersi hakkındaki görüşlerine yer verdiği konuşmasında) kendisine din-laiklik-irticai hareketler vb. gibi konularda açıklamalar yaparken, İslam inancına dair geniş bir kültür birikiminden yararlanma ve bu alana dair kanıtlar sunma, karşılaştırmalar yapma, örneklere dayanma gibi güçlü retoriksel motifler kullanma olanağı sağlamıştır.46