• Sonuç bulunamadı

1.2. Türk Ulusal/Milli Kimliğinin İnşası ve Hasan-Âli Yücel’in Katkıları

2.2.3. Hitabet Kürsüsünden Politik Seçkinlere Sesleniş:

2.2.3.3. Yücel’in Parlamento Retoriğinin Biçimsel Özellikleri:

Konuşmaların Yapılandırılması Dil ve Anlatım Özellikleri

Yücel, parlamento görüşmelerinde öncelikle öneri ve değerlendirmeleri dinlemiş ve genellikle oturumların sonlarına doğru söz almıştır. İlk kez söz aldığı her oturumda Cumhuriyet devri içinde kendisinden önce maarif teşkilatının gelişmesine katkıda bulunmuş vekilleri, mevcut parlamento içindeki milletvekillerini, eğitim teşkilatında görev yapan kadroları övücü/yüceltici konuşmalar yapmıştır. Epideiktik konuşmalar olarak da adlandırabilecek olan bu konuşmalar metinlerin giriş kısmını oluşturmaktadır. Girişin hemen ardından, özellikle maarif ve beden eğitimi teşkilatı bütçe görüşmelerinde öğrenci sayılarına, öğretmen sayılarına, açılan okul vb. sayılara ilişkin önceki yıllarla karşılaştırmalara dayanan istatistiksel veriler aktarmıştır. Daha sonra ise konuşmalarına kendisine yöneltilen soruları, önerileri yanıtlamakla devam

etmiştir. Ancak, konuşmaların gelişme bölümü olarak adlandırılabilecek bu kısımlarda Yücel, kendisine yöneltilen talep, temenni, öneri, eleştiri tarzındaki ifadelerin tamamına karşılık vermemiştir.139 Yanıt vermeyi tercih ettiği sorulara ise kimi kez milletvekillerinin sözlerinin bitiminin ardından şahsa yönelik açıklamalarla, kimi kez ise oturumların en sonunda şahıs ismine gönderme yapmaksızın genel ifadelerle ve toplu olarak karşılık vermiştir. Yücel, oturumların seyrine göre ihtiyaç duyduğu hallerde tekrar tekrar söz almıştır.

Genellikle oturumların kapanış konuşmalarını da Yücel yapmıştır. Kapanış konuşmaları da açılış konuşmaları gibi övgü dolu sözlerden oluşmaktadır.

Epideiktik türe dâhil edebileceğimiz bu konuşmalar, milletvekillerini aldıkları kararlar dolayısıyla gururlandırmaya, duygulandırmaya ve yapılanların tarihsel önemini vurgulamaya yönelik ifadelerden oluşmaktadır. Üniversiteler Kanunu Görüşmeleri’nin ardından yaptığı kapanış konuşması bunun bir örneği olarak aşağıda sunulmuştur:

Aziz arkadaşlarım, yüksek heyetinizin yeni seçime gideceği şu günlerde ivedilikle konuştuğunuz Üniversiteler Kanunu tasarısı her bakımdan dikkatle incelenmiş sayılmalıdır. Ana hükümleri içine alan hemen her madde üstünde, bu kürsüden bazan saatlerce duruldu, tartışıldı, görüşüldü.

Kanunun, diyebilirim ki, hiçbir noktası dikkatinizin ışığından, ilginizin faydasından mahrum kalmadı. Çetin konuşmalar oldu, yoruldunuz. Fakat Türkiye’de her kudretin kaynağı ve toplanış merkezi olan Büyük Millet Meclisi’nin yedinci dönemi onu şerefli tarihinde Üniversiteler Kanunu’nu çıkarmakla anacaktır (Güzel sesleri).

Arkadaşlarım, Büyük Meclis’in bu döneminde dört fakültesi ile ve yeni şubeleriyle İstanbul Teknik Üniversitesi’ni kurdunuz. Bir yıl sonra mezun verecek Ankara Fen Fakültesi sizin eserinizdir.

Arkadaşlarım; Türk üniversiteleri ve Türk bilginleri size minnettardır.

Yıllar geçtikce ve geçen yıllarla mukayese imkânı artıkça bu minnetini daha derinden duyacaklardır. Bu kanunla onların kişiliklerini tanıdınız, hürriyetlerini tamamladınız. …bu çalışkan ve mütevazı Türk çocukları

139 Parlamentoda maarif vekiline yöneltilen soru ve eleştirilere zaman zaman maarif encümeni ve mazbata muharriri unvanını taşıyan kişi yanıt vermiştir. VI. ve VII. Dönem içinde bu görevi üstlenen kişi İbrahim Alâeddin Gövsa’dır.

gösterdiğiniz babacan alakayı hiçbir zaman unutmıyacaklardır, buna inanınız. Türk üniversiteleri, bu kanunla kazandıklarını bilgide ve ahlakta gösterecekleri başarı ve olgunlukla size ödeyeceklerdir buna itimad buyurunuz (13.6.1946: 239-240).

Maarif vekilinin, milletvekillerine yönelik övgü dolu sözleri, vekillerin görüş ve temennilerini iletirken Yücel’in kişiliğine, çalışmalarına, mesleki başarısına yönelik övgü dolu sözlerle karşılık bulmuştur. Parlamento görüşmeleri içinde milletvekillerinin birbirlerine ve vekile yönelik övgü dolu sözlerinin politik konuşmaların bir özelliği olduğu belirtilmelidir. Övgülerin ardından gelen eleştirileri hafifletmenin bir yolu olarak kullanılan iltifat dolu sözler ayrıca parlamento görüşmelerinin bir üslûp özelliği olarak da kaydedilmelidir.

Milletvekilleri, Yücel’e yönelik övgü dolu giriş konuşmalarında onun çalışkanlığı, uzmanlık bilgisi, mesleki tanınmışlığı, bilim, fikir ve sanat eserlerindeki başarılarını öne çıkarmışlardır. Milletvekillerinin Yücel’e iltifat ederken seçtikleri ifadelerden bazıları şunlardır:

“Her derde çare bulmak isteyen genç, basiretkâr muhterem Maarif Vekilim” (İstamat Özdamar, 25.5.1939: 252), “Alnı, garbin ve bizim dehalarımızla temas etmiş, hakikî irfanla tenevvür eden Maarif Vekili”

(Fuad Gökbudak, 25.5.1939: 253), “Alim ve gayretli, muhterem ve dirayetli Maarif Vekilimiz” (Berç Türker, 25.5.1939: 254), “Bugün mesleğinde, cidden sayılı bir üstad olarak tanınan Maarif Vekilimiz”

(Osman Şevki Uludağ, 17.4.1940: 77), “Çekirdekten yetişerek, bu mevkiye gelen … Genç ve bilgili Maarif Vekilimiz” (Hakkı Kılıçoğlu, 13.5.1940:

90), “Kıymetli memleket adamı, aynî derecede kıymetli ilim, fikir ve kafa adamı Maarif Vekilimiz (Ali Süha Delilbaşı, 26.5.1944: 266), “Hem hâkim, hem edip, hem sanayii nefiseye âşina ve nice nice işler başarmış ve daha da başaracak olan muktedir vekilimiz” (Nazım Poroy, ), “Değerli bir sanat ve bilgi adamı olan Milli Eğitim Bakanımız” (Reşad Nuri Güntekin:

24.12.1945: 322), “Anadolu’da halk hükümeti kurulduğundan beri teşebbüslerinde muvaffakiyetler kazanmış genç devlet adamı” (İsmail Hakkı Baltacıoğlu, 24.12.1945: 322), “Dikkatiyle, uyanıklığı ile, zekâsı ile, çalışkanlığı ve sevimliliği ile, talim, terbiye heyetinin başında, teknik öğretim ve ilköğretimin başında, diğer maarif şubelerinin başında bulduğu veya bu mevkilere getirdiği arkadaşlariyle ahenkli bir mesainin yolunu bilen ve Cumhuriyetin başarılı Bakanlarından biri haline gelen Yücel”

(Şerat Şemsettin Sirer, 23.5.1945: 297) gibi.

Yücel, konuşmaları esnasında dinleyicilere yani milletvekillerine genel olarak “Arkadaşlar, Arkadaşlarım, Sayın Arkadaşlar, Muhterem Arkadaşlar, Aziz Arkadaşlarım” sözleriyle hitap etmiştir. Milletvekilleri ise Yücel’e yani vekile seslenirken; “Sayın, Saygıdeğer, Muhterem, Yüce Maarif Vekilimiz” ifadelerini kullanmışlardır. Bu ifadeler, maarif vekili ile milletvekilleri, diğer bir deyişle parti merkez kurulu üyesi ve hükümetin temsilcisi ile yasama organı üyeleri arasındaki hiyerarşik ilişkinin göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Yücel, parlamento konuşmalarında kendisini vekillik görevinin yanı sıra

“îcra mümessili”, “milli eğitim işlerinde CHP Hükümetinin sorumlu bir üyesi”,

“Hükümetin naçiz bir uzvu” gibi ifadelerle hükümetin bir temsilcisi olarak konumlandırmıştır.

Maarif vekili sıfatile dahil bulunduğum Hükümetin müşterek mesuliyetini de taşımaktayım. Ben sadece Maarif Vekili değilim (25.V.1939: 265).

Burada, bu kürsüde yalnız Bakan olarak değil mesul bir Hükümet adamı sıfatile bulunuyorum (13.V.1940: 100).

Maarif vekilliği verdiğiniz bu arkadaşınız (diğer) vekaletlerin de müşterek mesuliyetine dahil bir vatandaştır (26.V.1943: 248) gibi.

Maarif vekilinin, hükümetin temsilcisi konumu milletvekillerinin konuşmalarında karşılık bulmuştur. Örneğin: sorularının yanıtlarını talep eden Süreyya Örgeevren Yücel’e yönelik olarak “Hükümet bize bu kürsüden bahsetsin” (15.5.1940: 186) sözlerini sarf etmiştir.

Yücel konuşmalarında milletvekillerini ise “Siz milletvekillerisiniz, sizler Türk milletini temsil ediyorsunuz”, “Size ve temsil ettiğiniz millete ifade edebilirim ki”, “Türk milletini temsil eden Büyük Millet Meclisi” gibi ifadelerle yasama organının işlevlerine gönderme yaparak, milli iradenin temsilcileri olarak

tanımlamıştır. Konuşmalarında hükümet ve TBMM üyeleri arasındaki farkı açığa çıkarır biçimde, genellikle hükümetin görüşlerini, önerilerini milletvekillerine aktarırken “biz”, “bizim için”, “bize göre”, “biz diyoruz ki” gibi kelimeler kullanmıştır. Buradaki “biz” zamirinin kararları tartışılan ancak son haddede kabul edilen Parti Meclis Grubu’na işaret ettiği belirtilmelidir. Yücel, kendi düşüncelerinden bahsederken ise “biz” ya da birinci tekil şahıs zamiri “ben”

yerine aynı anlama gelen ancak daha mütevazı bir içeriğe sahip olan “bendeniz”

sözcüğünü tercih etmiştir.

Hasan-Âli Yücel’in parlamento konuşmaları anlatım özellikleri (dili, kelime dağarcığı, cümle yapısı) bakımından genel dinleyici kitlesine seslendiği 19 Mayıs söylevleri ve radyo konuşmalarından farklıdır. Bu farkın temel nedeni, konuşma konusunun ve dinleyici kitlesinin farklılaşmasıdır. Parlamento konuşmalarında, uzman ve seçkin bir topluluğa seslenen Yücel çoğunlukla verilere dayanan teknik bir dil kullanmıştır. Ancak, uzun ve tartışmalı geçen oturumlarda teknik dilin dışında zaman zaman gündelik dile yakın bir anlatım tarzını tercih ettiği görülmektedir. Diğer iki konuşma türünde, anlamı hareketlendirmek ve dinleyicilerin dikkatlerini canlı tutmak için başvurduğu ikilemeler, tekrarlar, tezatlar ve abartmalar, konuşma dilinin bir özelliği olan devrik cümle yapılarından yararlanma gibi tekniklere, içeriğin ve anlamın öne çıkarıldığı bu konuşma türünde yer vermemiştir. Yücel’in parlamento konuşmaları sırasında sıkça kullandığı anlatım tekniklerinden birisi tanımlama/açıklama bir diğeri ise özetlemedir. Parlamentoda görüşmelerin içeriğini sınırlandırmak, tartışmaları istediği yöne çekmek, dinleyicilerin konuyla ilgili nasıl düşüneceğini kontrol etmek için başvurduğu tanımlama tekniği

mesleki uzmanlık alanlarından beslenmektedir. 140 Dil konusundaki uzmanlığından yararlanarak parlamento konuşmaları içinde kimi zaman kelimelerin kökenleri ve anlamlarına yönelik açıklamalar da yapmıştır. Örneğin, Etüd Kitabı Olarak Kullanılmak Üzere Eski Harflerle Basılmış Olan Kitabların Okul ve Kültür Kurumları Kitab Evlerine Konulmasının 1353 Sayılı Kanun Hükmüne Aykırı Olup Olmadığının Tefsiri Hakkında Görüşmeler’de (10.V.1939) tartışmaların, kültür kurumlarının neler olduğu üzerine odaklanması üzerine Yücel, tartışmaları sonlandırmak amacıyla dil konusundaki uzmanlık bilgisine başvurarak “kültür kurumları” tabirini açıklama yoluna gitmiştir:

‘Kurum’ eskiden kullanılan ve şimdi de kısmen kullanılmakta olan

‘müessese’nin mukabili ‘kurmak’tan gelen bir kelimedir. Böylece kurum tabiri çıkmıştır. ‘Kültür kurumu’ Maarif cemiyetinin ismi hassıdır. Burada kullanılan ismi cemidir. Kültür kurumları deyince ‘maarif müesseseleri’

manası anlaşılır. Onun için cemi (çoğul) ve müfret (tekil) olduğuna göre bu kelimenin mahiyeti değişiyor…141

Dinleyicilerin dikkatlerini toplamak, önemli gördüğü yerleri bir kez daha vurgulamak için kullanılan özetleme tekniği ise ara ifadelerle desteklenmiştir.

Uzun konuşmaları birbirine bağlamak için kullanılan ara ifadelerde Yücel neyi, ne amaçla yaptığını belirterek konuşmalarına devam etmiştir:

140 Türk Parlamento Araştırma Grubu tarafından hazırlanan, İsmet Binark’ın kaleme aldığı Türk Parlamento Tarihi TBMM VI. Dönem (2004) başlıklı dört ciltlik eserde, VI. Dönem TBMM üyeleri uzmanlık alanları ve mesleklerine göre sınıflandırılırken Yücel’in mesleği edebiyat ve maarif (83); uzmanlık alanı ise dil ve maarif (85) olarak belirtilmiştir.

141 Yücel’in tartışmaları yönlendirmek amacıyla kelimenin anlamlarına yönelik açıklamaları parlamento görüşmeleri içine kimi zaman eleştiriyle karşılanmıştır. Örneğin, Yücel 10.5.1939 tarihinde “kültür kurumları”nı tanımlayışından ardından Ziya Gevher Etili “Kelime oyunu yapmayalım. Kelime oyunu yaparak mutlak bir kelimenin kanuna girmesine müsaade etmeyelim. Kelime oyunu Büyük Millet Meclisi’nde yer almamalıdır. Bu Meclis, oyuna gelmez” diyerek eleştirilerini dile getirmiştir.

Sizi fazla yormamak için bütçemiz hakkında esaslı rakamlar üstünde ve esaslı meseleler üstünde bu kısa izahları yaptıktan sonra, arkadaşlarımın işlerimiz hakkındaki tenkitlerine yine kısaca cevap vermek istiyorum (25.5.1939: 267) .

Şimdi bütçemizin bu şekilde bir mukayesesini yaptıktan sonra, gerek bütçe heyeti umumiyesinin müzakereleri esnasında ve gerek bugün Maarif bütçesinin heyeti umumiyesi konuşulurken arkadaşların temas ettikleri cihetlere cevap vermeye çalışacağım (25.5.1944: 289).

Yücel eleştirilere karşılık verirken genellikle olumlu, yapıcı, yumuşak bir üslup kullanmıştır. Altı yıllık dönem aralığı içindeki parlamento konuşmalarında sert ve ağır bir üslupla tartışma içine girdiği tek bir durum gözlenmiştir.142 Bir konuşma dışında Yücel, milletvekilleri tarafından yapılan eleştirileri

“samimiyetlerinin bir işareti” olarak değerlendirmiş, milletvekillerinin olumsuz kimi zaman sert bir üslupla ifade ettikleri duygu ve düşüncelere karşı empatiye dayanan açıklamalar yapmıştır. Örneğin:

… aynı kötümserliği ve aynı pesimizmi görmüş ve sezmiş bulunuyoruz.

Bunu çok tabii bulmaktayım. Bu memleket çocuklarına baba şefkatiyle bakan insanların onların bulundukları vaziyetten daha iyi olmalarını istemesinden daha tabii bir şey olamaz. Ne diyeyim, tenkit mi diyeyim, temenni mi diyeyim bilmiyorum. Her ne olursa olsun bu ruhça rahatsız olmuş bulunmanın ifadesini; aynı baba duygusu ve üstelik bütün memleket çocuklarının terbiye mesuliyetini üzerine almış ve bunu vicdanının en küçük zerrelerine kadar duymuş bir insan sıfatiyle düşünmemek ve bunlar hakkında aynı samimiyet ve aynı cüretle konuşmamak benim de elimden gelmiyecektir (26.5.1942: 314)

142 Emin Sazak’la karşılıklı tartışmaya dönüşen Köy Enstitüleri Kanunu Görüşmelerinde yaptığı konuşmasında Yücel, Sazak tarafından konuşmasının “tezyif” (alay, küçültme) olarak değerlendirilmesi üzerine, Sazak’ı yanıtlarken sert bir üslup kullanmıştır. Meclis başkanının oturuma ara vermek zorunda kaldığı bu tartışmalarda Yücel’in söylediği sözler parlamento konuşmalarının usulüne yönelik göndermeler içermesi nedeniyle önemli bulunmuş ve bir kısmı aşağıda sunulmuştur:

“Emin Sazak diyor ki; «arkadaşımız azıcık muvaffak olunca çileden çıkıyor.» Nerede konuşuyoruz efendim, nerede konuşuyoruz? Çileden çıkmak ne demektir, azıcık muvaffak olmak ne demektir? İşte bunun adına tezyif derler. Yoksa ben kendilerine, hürmetsiz bir tek kelime söylemedim ve söylemem. … Sonra «Beyefendi, hoca mıydı, talebe miydi?» bu tarzı ifade bu millet kürsüsünün tarzı ifadesi midir? Beyefendi hoca mıydı, talebe miydi? Böyle mi konuşacağız? Huzurunuzda, Türk Milletini temsil eden Büyük Millet Meclisinin huzurunda.

Beyefendiyi kaldıran sizsiniz. Beyefendi tezyif değil de benim adam gibi konuşmam mı tezyiftir? (23.5.1945: 318-319).

Diğer iki konuşma türünde yer vermediği eski ve yabancı sözcük kullanımına bu tür içinde sıkça rastlanmaktadır. Bu çerçevede, Osmanlıca kullanımına ilişkin çok sayıda örnek vermek mümkündür. Seçilen bazı örnekler şunlardır: “deruhte, tavsif, mühtelifünfih, müteveccih, iktiran, temdit, dematır, iltihak, mebde, münteha, iktifa, ıstırar, müteaddit, teşettüt, teadül, taallûk, usul-u tahrir, tebahhur, baid, muttali, müntesik, müftehir, tegafül, silsile-i meratib, amme maslahatı, neşvünema, darülelhan…” Yücel, ayrıca parlamento konuşmalarında;

“politeknik, realite, prestij, parprensip, ansabl, eliminatuvar, endikasyon, palyatif, puresciense, demonstrasyon, paramiliter, restorasyon, konstüktif, seleksiyon, palpaple”143 gibi yabancı sözcük kullanımına da yer vermiştir. Çoğunluğu terim niteliğinde olan Batı kökenli sözcükler kullanırken, genellikle Türkçe karşılıklarını da kullanmıştır.

Türkçe’ye son derece hâkim olan, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nde Etimoloji Kolu Başkanlığı yapan, dilde sadeleştirme ve yeni terim arama faaliyetleriyle ilgili komisyonlarda görev alan Yücel’in parlamento konuşmalarındaki eski ve yabancı sözcükleri kullanım sıklığı çeşitli nedenlerle açıklanabilir: Nedenlerinden biri, dönem içinde henüz terimlerin tamamının Türkçe karşılıklarının bulunmamış olmasıdır. Günümüzde yaygınlık kazanmış doçent, senato, burs, restorasyon, deplasman, antrenör, monitör, federasyon, potansiyel, paralel gibi kimi sözcükler dönem içinde yeni yeni kullanılmaya başlanmıştır.144 Bir diğer nedeni ise aynı toplumsal kökenden gelen, tamamı

143 Tutanaklarda yazıldığı şekilde aktarılmıştır.

144 Örneğin: Yücel’in 1944 Maarif Bütçesi görüşmelerinde “öğretmen ve öğrenci sayısında aşağı yukarı paralel bir yükselme görülmektedir” sözleri ardından, Konya milletvekili Dr.

Osman Şevki Uludağ “Paralel? Ne demektir paralel?” diye sorar. Meclis içerisinden “muvazi”

sesleri yükselir (25.V.1944: 289).

Osmanlı İmparatorluğu devrinde doğmuş ve yetişmiş politik seçkinlerin dil kullanımlarındaki ortaklıklardır. Söylendiği ve söyleyenlerinin yetiştiği dönemlerin özelliklerini yansıtan, zaman zaman günümüz Türkçesine göre hayli ağır sayılabilecek, diğer parlamento üyelerinin de konuşmalarında sıkça geçen eski ve yabancı sözcük kullanımı, dönemin dil çalışmalarının bir yansıması olarak Türkçe kullanımına önem verilmesini talep eden vekiller tarafından kimi kez eleştiriyle karşılanmıştır. 145 Eleştirilere karşılık Yücel, konuşmalarında yabancı sözcük kullanmayı sınırlandırmaya yönelmiştir. Örneğin: “Affedersiniz federasyon kelimesi maalesef dilimden kaçtı. Frenkçe kelimeler insanın ağzından böyle kaçıyor”, “Frenkçe bir kelime söyleyeceğim affınızı rica ederim.

Restorasyon” gibi. Ancak yine de Yücel de dahil olmak üzere parlamento konuşmalarında vekillerin duygu ve düşüncelerini en iyi şekilde anlatmaya yaracak, kendilerini en iyi ifade edecek kelime ve kelime grupları nelerse konuşmalarında onları kullanmayı tercih ettikleri görülmektedir.

145 Parlamento konuşmalarının biçimsel özelliklerine ilişkin eleştiriler arasında yer alan, eski ve yabancı sözcük kullanıma yönelik değerlendirmeler, milletvekillerinin dile bakışını ve dönemin dilsel gelişmelerini örneklemesi bakımından önemli görüldüğü için bir örneği aşağıda sunulmuştur:

“Sırası geldiği vakit burada kelime üzerinde oynarız. Maarif Vekâleti sık sık bize Türkçe kelimeler sunar, memnun oluruz. Fakat bazen da niçin acaba kendisi ecnebi kelimeler sunmakta ısrar eder? Meselâ evvelce görmüştüm, bir ansambl tedrisat vardır. Bu nedir? diye sorduk. Bir arkadaşımız cevap verdi, küme tedrisât demektir, dedi. Şimdi bir de deplasman var. İki defa aynı cümle içinde bu kelime geçmiş. Lügate baktım, öğrendim, yer değiştirme demekmiş «Antrenör» kelimesi senelerdenberi söylendiği için konulmuşmuş. Şimdiye kadar pehlivanlarımız arasında antrenmana idman ve antrenöre de idmancı derlerdi. Antrenör tâbirine ne lüzum vardır? «Monitör» bunu da bu sefer gördüm. Onu da bilmiyordum lügate baktım öğrendim, müzakereci demekmiş. Bir de «Sürveyyan» tâbiri vardır, o da «gözetleyici»

mubassır demekmiş” (5.5.1944: 6)