• Sonuç bulunamadı

Çok Partili Yaşama Geçiş: Yücel’in Vekillikten İstifası Sonrasında

1.2. Türk Ulusal/Milli Kimliğinin İnşası ve Hasan-Âli Yücel’in Katkıları

1.2.3. Çok Partili Yaşama Geçiş: Yücel’in Vekillikten İstifası Sonrasında

vb. gibi amaçlarla kurulan Köy Enstitüleri’ne yönelik tartışma ve değerlendirmelere üçüncü bölümde yer verilecektir.

Tek Parti döneminde kültür ve eğitim alanının yeniden örgütlenmesi anlamına gelen yukarıdaki uygulamaları Yücel, bir ekiple başarmıştır. Bu ekip, CHP içinde Batıcı kanat olarak bilinen gruptur.84 Dış politikadaki gelişmeler CHP içindeki diğer ekiplerin ağırlık kazanmasına neden olmuştur. Yücel’in retoriğinin incelenme alanlarından biri olan parlamentodaki konuşmalarda bu ekipler arasındaki mücadele de sergilenmeye çalışılacaktır. Ancak, şimdi şu kadarını söyleyebiliriz ki, bu dönem meclis içindeki karşıt görüşler ve İnönü’nün dış politikaya bağlı olarak sergilediği politik manevralar, parlamento içindeki güç dengeleri, Yücel ve ekibinin yıpranmasına ve sonunda istifasına yol açmıştır.

1.2.3. Çok Partili Yaşama Geçiş: Yücel’in Vekillikten İstifası

kadar zamanlamasını da yanlış bulmaktadır. Yücel’in önerisi; demokrasiye geçişi zamana yayarak, toplumu buna hazırlamaktır. “Demokrasinin halk eğitimine dayalı bir anlatma, öğretme ve inandırma rejimi olduğu”nu (1998c: 156) düşünen Yücel “Bir memlekette demokrasinin kurulabilmesi, o prensipleri bilen, onlara inanan vatandaşların çokluğuna bağlıdır” (488), “Her şeyi vatandaşa anlatacak, öğretecek ve inandıracaksınız” (156) diyerek demokrasi ve eğitim ilişkisinin altını çizmiştir. Yücel göre, “demokratik rejime hazırlanmanın başlıca yolu halkı eğitmekten ve inandırma yöntemi”nden geçmelidir (264). “Hürriyet yukarıdan aşağı inmez, aşağıdan yukarı çıkar. Onun da kendine göre bir eğitimi vardır”

(1998d: 502) diyen Yücel, demokrasinin her şeyden önce bir dünya görüşü olduğunu, bazı prensiplere dayandığını, o prensipleri kabul etmek için “terbiye”

gerektiğini söyler (310). Yücel “otoriter devirden kalan”, “kültürü veya yetişme tarzı böyle bir görüşe hazırlıksız bulunan, ömürlerinin yarısından çoğunu antidemokratik bir havada geçirenlerin demokrasi ruhuna erebilmeleri için”

(1998c: 455) zamana ve eğitime ihtiyaçları olduğunu düşünmektedir. İnönü’ye Köy Enstitüleri’nin sayısı başta olmak üzere, eğitim alanında yapılan işlerinin artırılarak sürdürülmesini ve maarifi demokratize etmenin bir yolu olarak da

Yukarıdan aşağı iner. Bu demokrasi tecrübesi de böyle yukardan aşağıya iniyor. Sizden aşağıya iniyor. Halbuki müesseseler demokratlaştırılmadıkça bu memlekette demokrasi bir hevesten ibaret kalır ve dayandığı şey bir ütopya olur. Herhangi bir vaziyette tam tersi bir rejim suhuletle gelebilir. Hatta demokrasi soysuzlaşabilir’. Bunları olmuş şeyleri gördükten sonra söylemedim. Olmadan evvel söyledim. Ne yapmalı? diye sordu bana. ‘Ne yapmalı?’

Ben dedim ki: Bana düşeni ben yaparım. Ne yapacaksın? dedi. Bu Maarif Teşkilatı’nı demokratize edelim, dedim. ‘Aman çok iyi olur, yapın’ dedi. Ama asıl espri, nokta-i hareket bence dedüktif olmaktan yani yukarıdan aşağıya inmekten ziyade, aşağıdan yukarıya gelici bir teşkilatı kurmak lazımdır. Hakikaten demokrasiye inanıyorsak ve demokratik bir teşkilat kurmak istiyorsak bu metodu uygulamalıdır.”

üniversite özerkliğini önerir.86 Yücel’in düşüncesi, kültür ve yetişme koşulları açısından halkı demokrasiye hazırladıktan sonra çok partili sisteme geçme yönündedir. Ancak, İnönü 1945 yılında iç ve dış koşulların da etkisiyle çok-partili rejime geçiş konusundaki kararlılığını ortaya koyar. Yücel ise bu süreçte,

“düşünce ve izlenimlerinin” etkisiyle istifaya karar verir. 1961 yılında Hayri Aypar’la yaptığı bir görüşmede istifaya karar vermesine neden olan izlenimleri konusunda şunları anlatır:

1946’da İzmir’e gitmiştim. İki ay kadar dolaştım. Durumu inceledim.

D.P.’nin yaptığı propagandaları görüp dinledikçe, endişe ediyordum.

Çünkü; demokratik bir parti propagandası değildi. Yer yer gericilik tahrik ediliyordu. Atatürk’ü ve eserlerini yıkmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Ankara’ya dönüşümde gördüklerimi anlattım: ‘Bu demokrasi filan değil, düpedüz gericilik’ dedim. Fakat İnönü çok partili demokrasi rejimine gönül vermişti bir kere. İşte o zaman akıbetimizi görmüş, demokrasiden ümidimi kesmiştim. Bakanlıktan, milletvekilliliğinden ayrılmağa, politikadan çekilmeğe o zaman karar vermiştim (Akt. Alpar, 1961: 4-5).

Yücel’in bakanlıktan istifası, hayatında yeni bir dönemin başlangıcını olur.

Yücel, vekilliği dönemindeki kültür politikaları ve özellikle Köy Enstitüleri, tercüme faaliyetleri gibi uygulamalarla özellikle aşırı milliyetçi sağcı çevrelerin hedefi olmaya başlar. Bu çevrelerce Yücel’e yöneltilen eleştirilerin odak noktaları

“bakanlığı döneminde yaptığı işlerle milli kültürü ihmal ettiği, Grek-Latin kökenli bir kültür zemini oluşturarak yetişen yeni nesillerin Türk kültüründen kopmalarına neden olduğu” gibi iddialardır. Yücel, kendisine yöneltilen eleştirilerin asıl hedefinin İnönü ve CHP politikaları olduğunu ancak, İnönü’nün sahip olduğu siyasal güç nedeniyle kendisinin “boy hedefi” ilan edildiğini

86 Yücel’in bakanlıktan istifası öncesinde TBMM çıkardığı son kanun, üniversitelere özerklik tanıyan Üniversiteler Kanunu’dur (13 Haziran 1946). Meclis içinde ciddi tartışmalar ve muhalif hareketlere neden olan üniversite özerkliği yasası, Yücel’in bakanlıktan istifasının ardından 1948’de, yasayı kabul eden aynı parlamento üyeleri tarafından kaldırılacaktır.

düşünmektedir (1998b: 44-45). Yücel’e yöneltilen eleştiri ve suçlamalar öncelikle basın aracılığıyla sürdürülmüştür. Ancak, Yücel’in suçlamalara yanıt vermesi sonucunda olaylar bir dava konusunu haline gelmiştir. Sıradan bir hukuk davası olarak açılmışken, taraflarca siyasi bir davaya dönüştürülen Yücel-Öner davası87 ve davaya konu olan süreçler Yücel’in 1947 tarihinde yazdığı Dâvam ve 1950 tarihinde yazdığı Hasan-Âli Yücel’in Açtığı Dâvalar ve Neticeleri adlı kitaplarından izlenilebilir.88

87 Cemil Koçak’ın “Cumhuriyet döneminin en önemli politik davalarından biri” (1998: 267 ve 2009: 433-451) olarak değerlendirdiği Yücel-Öner davasının gerekçeleri ve dava süreci şöyle özetlenebilir: Davaya konu olan sürecin başlamasına, dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer’in TBMM’deki açıklamaları ile başlayan ve tüm yurda yayılan anti-komünist konuşması neden olur. Sökmensüer konuşmasında, komünist faaliyetlerin CHP içinde de mevkiler elde ettiğini iddia ederek, bunun örneklerinden birinin de Mareşal Fevzi Çakmak’la Sertellerin ilişkisi olduğunu söyler. Mareşal Çakmak, 5 Şubat 1947 Kuvvet gazetesine verdiği bir demeçte bu konuşmaya yanıt olarak kendisinin komünist faaliyetleri kollamadığını aksine, iş başında bulunduğu sırada “Eski bir milli eğitim bakanını bu faaliyeti destekleyen hareketinden dolayı hükümete resmen ikaz ettiğini” belirtir. Yücel, bu açıklama ve Çakmak’ın Kuvvet gazetesinde aynı konuda yazılmış bir makalesinde adının sıkça geçmesi üzerine Fevzi Çakmak’a yönelik bir açık mektup yayımlar. 7 Şubat 1947 günü Ulus gazetesinde çıkan yazıda Yücel, özetle: Komünist faaliyetleri destekleyen eski bir Millî Eğitim Bakanı’nın kendisi mi olduğunu, komünistlerin kimler ve faaliyetlerinin neler olduğunu ve Çakmak’ın hükümette bu hususta kimi ikaz ettiğini sorar (1947:3). Bu soruya Çakmak yanıt vermez. Yücel, ikinci bir açık mektup yayımlayarak, Çakmak’ın hakkındaki ağır ithamları milletvekili olduğu mecliste kendine bir soru önergesi ile sormasını talep eder.

Ancak, Çakmak yine sessiz kalır. Yücel’in yazdığı açık mektuba yanıt Mareşal Fevzi Çakmak’tan değil, Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı Avukat Kenan Öner’den gelir. Öner, 17 Şubat 1947 tarihinde Yeni Sabah gazetesinde bir açık mektup yayınlar. Mektubun başlığı

“Evet O Maarif Vekili Sizsiniz!” olur. Mektupta: “Yücel’in komünistleri himaye ve müdafaa ettiği, bakanlığını bir komünizm yatağı haline getirdiği, Sabahattin Ali’yi Nihal Atsız’a dava açmaya kışkırttığı, Irkçılık-Turancılık davasının hazırlık ve ilk tahkikat safhasında 23 sanığa işkence ettirdiği, Devlet Başkanı İnönü’yü ikna ve iğfal ederek ırkçılar aleyhine harekete sürüklediği, ırkçılar aleyhine dolayısıyla beynelmilelcilik lehine yazılan yüze yakın makaleyi toplatarak kitaplaştırdığı” gibi iddialar yer alır (Yücel, 1947: 6; Mumcu, 1990: 135). Kenan Öner’in açık mektubu, Yücel tarafından “haysiyet ve şerefine tecavüz” olarak değerlendirilir.

Yücel, 17 Şubat 1947 tarihinde, Öner’e hakaret davası açar ve üç yıllık bir sürenin ardından davayı kazanır.

88 Dâvam (Ulus Basımevi, Ankara, 1947) adlı kitapta, Yücel, dava sürecinin başlangıcı 17 Şubat 1947’den 13. duruşmanın yapıldığı 11 Ekim 1947 tarihine kadarki süreci konu edinir.

Hasan-Âli Yücel’in Açtığı Dâvalar ve Neticeleri (Ulus Basımevi, Ankara, 1950) adlı kitap ise, ilk kitabın bir devamı olarak, davanın 22 Aralık 1949’a değin süren ikinci kısmını içerir.

Davaya konu olan ve duruşmalardaki hukukî-adlî ve resmi belgeler ile Yücel’in ayrıntılı savunmaları ve kişisel düşünceleri kitapların içeriğini oluşturur.

Yücel, 1950 sonrası yurttaş eğitimi alanına ilişkin bilgi ve tecrübelerini kitaplaştırmıştır. 1955 yılında, Rakım Çalapala ile birlikte yazdığı Yurttaşlık Bilgisi kitabı bunlardan ilkidir.89 Yeni yetişen nesillere “vatan, millet, bayrak gibi kavramların ve Türklüğün, vatandaşlık görevlerinin” öğretildiği başlıca kaynaklar arasında yer alan, ilkokul 4. sınıf ders kitabı olarak 1969 senesine kadar okullarda okutulan bu kitabı, 1956 yılında yayımladığı deneme tarzında yazılmış İyi Vatandaş, İyi İnsan adlı kitabı izlemiştir. Yetişkinlere nasıl iyi yurttaş ve vatandaş olunacağının öğütlendiği kitap, Yücel’in maarif vekilliği dönemindeki politik konuşmalarında açığa çıkan “iyi yurttaş” idealinin tüm dünyadan verilen örneklerle açıklanmasından oluşmaktadır. 90 Yücel’in politik konuşmalarında açığa çıkan milli/ulusal kimlik ve öğeleri üzerindeki düşüncelerin değerlendirilmesi için yukarıda söz edilen iki kitabının ve yanı sıra gazete yazılarından derlediği eserlerinden alıntılara yer verilecektir.

89 Yurttaşlık Bilgisi kitabı; “İnsanlar Toplu Halde Yaşarlar, Evimiz Yuvamızdır, Okulumuz, Okulda İş Birliği ve Öğrenci Kolları, Okul Kooperatifi ve Okul Aile Birliği, Ne Mutlu Türküm Diyene!, Türk Milletinin Özellikleri ve Türk Birliği, Köyde Hayat, Köydeki İşler, Köyün İdaresi, Şehir ve Kasabalarda Hayat, Kasaba ve Şehirler Nasıl İdare Edilir?, Hükümet İdaresi, Yurdumuzun İdaresi ve Türkiye Devleti” gibi alt başlıklardan oluşmaktadır. Her başlık altında bir ders planı çizilmiş, derse hazırlık adı alında öğrencilere ödevler verilmiş ve konu anlatımın sonunda sorular yoluyla öğrencilerin anlatılanları özetlenmesi istenmiştir.

Kitabın sonuna yazarlar bir de sözlük eklemiştir.

90 İyi Vatandaş, İyi Yurttaş başlığını taşıyan kitap “bir giriş, dört kapı ve bir çıkış” üst başlıklarıyla dört bölüm halinde düzenlenmiştir. Girişin ardından gelen ilk bölüm yani

“Birinci Kapı. En eski üç ahlakçı: Buddha ve Buddhism, Konfiçiüs, Sokrates” anlatısından oluşmaktadır. “İkinci kapı. Üç büyük din ve üç büyük peygamber: Hz. Musa ve Musevilik, Hz. İsa ve Hıristiyanlık, Hz. Muhammed ve Müslümanlık”; Üçüncü Kapı: Tek İnsan ve üç çevre: Aile, Okul ve Meslek”, Dördüncü Kapı. Toplulukların Birliği: Millet, Devlet, İnsanlık ve tek dünya” alt başlıklarını taşımaktadır. Kitabın girişinde Yücel, “bu kitabı şüphesiz okuyucularım için yazdım. Fakat itiraf edeyim, yazma sebeplerim arasında kendim de varım diyerek” yazma nedenlerinden birinin kendisi hakkında verilmiş yanlış hükümleri açıklama, doğru bildiklerini söyleme ihtiyacı olduğunu belirtmiştir. Kitap hakkında ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Caymaz (2007)

İKİNCİ BÖLÜM

TEK PARTİ DÖNEMİNDE POLİTİK SÖZ/HİTABETİN YERİ ve HASAN-ÂLİ YÜCEL’İN POLİTİK KONUŞMALARI

2.1. Tek Parti Döneminde Politik Söz/Hitabet ya da Retorik Üzerine Düşünme Biçimleri

Bu kısımda, Hasan-Âli Yücel’in maarif vekilliği yıllarında yaptığı politik/kamusal konuşmaların anlam ve önemini, yapılış gerekçelerini, genel amaçlarını sergileyebilmek için dönem içinde açığa çıkan politik söz ya da retorik üzerine düşünme biçimleri hakkında genel bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır. Ancak, belirtmek gerekir ki ulusal/milli kimliğin ifadesi, standartlaştırılması, homojenleştirilmesi ve dönüştürülmesinde kritik işlevlere haiz olan, ideolojiyi yaygınlaştırma faaliyetleri arasında önemli bir yer tutan;

Atatürk başta olmak üzere rejimin önder kadrolarından parti üyelerinin konuşmalarına, eğitim kurumlardan tiyatro ve sinemaya, konferans ve toplantılardan kahvehane konuşmalarına hatta “sünnet düğünleri”ne91 değin pek çok ortam ve alan dahilinde bir araç olarak yararlanılan politik hitabetin/retoriğin dönem içindeki yerinin değerlendirilmesi başlı başına bir çalışma konusudur.Tek Parti döneminde politik hitabet/retoriğin yeri hakkında deneme mahiyeti taşıyacak bu anlatı, genel olarak dönem içindeki politik söz/konuşmanın kullanım amaçları ve yayılma araçlarını kapsayacaktır.

91 Daha sonra ayrıntılı bir şekilde ele alınacak Halk Hatipleri Teşkilatı’nın V. Kısmı’nda

“Hatipler vazifelerini nasıl görürler” başlığı altında, CHF hatiplerinin politik söz söyleyecekleri mekânlar arasında sünnet düğünleri de sayılmıştır.

Rejimin kendisini meşrulaştırma, ideolojisini yaygınlaştırma ve toplum katmanlarında benimsenme çabalarıyla koşut bir gelişim gösteren politik söz ya da politik retorik üzerine düşünme biçimlerinin değerlendirilebilmesi için ilk olarak, dönem içinde ideolojiyi yaygınlaştırma faaliyetleri ve bu faaliyetler arasında yer alan “konuşma/söz”ün önem kazanmasına ilişkin tarihsel bir anlatıya yer verilecektir. Daha sonra ise dönem içindeki politik sözün anlamı, kullanılma gerekçeleri ve başvurulduğu alanları açığa çıkaran özellikle 1930’larda yazılmış konuyla ilgili metinlere değinilecektir. Üçüncü ve son olarak ise politik sözün üretilme ve yayılma araçları arasında yer alan Halk Hatipleri Teşkilatı, Halkevleri, Halk Kürsüleri, radyo ve milli gün ve bayramlarda düzenlenen kamusal törenler hakkında kısa bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır. Radyo ve kamusal törenler hakkındaki genel değerlendirmeler, Hasan-Âli Yücel’in politik retoriğinin inceleneceği radyo konuşmaları ve 19 Mayıs Söylevleri için de bir zemin teşkil edecektir.