• Sonuç bulunamadı

Yeni Saltanat Değişikliğinin Yankıları

C. II MES’UD’UN İKTİDARA YÜRÜYÜŞÜ

1. Yeni Saltanat Değişikliğinin Yankıları

Her ne kadar Türkmenlerden aldığı destekle Moğol tahakkümüne karşı duran babası II. İzzeddin Keykâvus’un tarzını devam ettirmese de Türkiye Selçuklu Devleti’nin başına geçmeyi başaran II. Gıyaseddin Mes’ud, iktidara geldiği yıllarda Memlûklerin Altın Orda Hanlığı ile kurduğu temas münasebetiyle birincisi tarafından tebrik edilecektir. Zira Memlûk sultanı Kalavun, Altın Orda Hanlığı ile selefleri zamanında başlayan dostane münasebetleri idame ettirmek amacıyla elçi ve hediyeler gönderirken bunlardan bir kısmını eski dost ve müttefikleri II. İzzeddin’in oğlu ve halefi II. Mes’ud’a takdim etmiştir 93. Bu gelişme, haricî memleketlerde II. Mes’ud’un iktidarının nasıl karşılandığına dair verebileceğimiz tek örnektir. Ancak biz burada biri merkezden diğeri ise uç boylarından nazar-ı dikkate arz edeceğimiz iki örnek eşliğinde, II. Mes’ud’un Anadolu’nun siyasî ve sosyal muhitlerinde nasıl karşılandığına dâir bazı mütalaalarda bulunacağız.

a. Mevlevîlik Müessisi Sultan Veled’in Tavrı

(1) Tarihî Arka Plan: Siyaset-Sûfîlik Problematiği ve Mevlevîler

Mevlânâ Celâleddin-i Rumî’nin oğlu olup, Ahî kökenli Hüsâmeddin Çelebi’den sonra babasının makamına geçen ve Mevlevîlik’i adap ve erkanıyla tam teşekküllü bir tarîkat haline getiren Sultan Veled, aynı hanedan içerisindeki selefleri ve halefleri gibi devlet büyükleri ve ileri gelenleri ile çeşitli münasebetler tesis etmiştir.

Mevlevîlik’in fiilen kurucusu olmamakla beraber ona fikir ve isim babalığı yapan Mevlânâ’nın sultanlardan başlayarak zamanının Selçuklu idarecileriyle olan yakın ilişkileri gayet iyi bilinmektedir. Anadolu’ya dışardan henüz gelmiş, sağlamca yerleşmek isteyen ve

54

kendine taraftar bulmak zorunda olan bir şeyhin, en büyük desteği zamanın iktidar çevrelerinde araması ve onları arkasına almak istemesi gayet normal bir keyfiyettir. Dolayısıyla Mevlevî sûfîlerle siyasî muhit arasındaki münasebetler anakronizme düşmemek şartıyla Mevlânâ veya babası Sultanü’l-Ülemâ Bahâeddin Veled’e kadar geriye götürülebilir.

Başta gerek bürokratik çevrelerde gerekse halk tabakaları arasında yaygın ve yoğun bir nüfûza sahip olan Mevlânâ olmak üzere Selçuklu idarecilerinin sûfî çevrelerle kurmaya çalıştıkları münasebetlerin amacı ise gayet açıktır: Onları kontrol altına almak ve onlar vasıtasıyla yönettikleri insanlar üzerindeki ve nazarındaki hâkimiyet haklarına meşruîyet kazandırmak. Bu keyfiyet, XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren fiîlen Anadolu’ya hâkim olan Moğol idarecilerinin Mevlânâ ve Mevlevîlerle geliştirdikleri münasebetlerde de aynen etkili olacaktır. Zira bir “çöküntü devri” olarak tasvir edilen bu süreçte halk, kendini avutmak için mistik kanaatleri benimsemek zorunda kalıyor, idareciler ise halkın kabul ettiği sûfîleri ön plana çıkararak halkı kendilerine bağlamaya çalışıyordular. Böylece beyler, sûfî çevreler vasıtasıyla halka nüfûz ederken sûfîler de hem idarecilere nüfûz ederek halk üzerinde otorite kuruyor hem de bu sayede beyleri nüfûzları altına alıyorlardı 94. Yabancı mütegallibeler oldukları için Moğol idarecilerinin buna daha fazla ihtiyaçları

94 Bkz. Gölpınarlı, Mevlevîlik, s. 13; Ahmet Yaşar Ocak, “Türkiye Tarihinde Merkezi İktidar ve

Mevleviler (XIII-XVIII. Yüzyıllar) Meselesine Kısa Bir Bakış”, SÜ Türkiyat Araştırmaları

Dergisi II. Milletlerarası Osmanlı Devleti’nde Mevlevîhâneler Kongresi Özel Sayısı, II/2

(1996), s. 17-20. Mevlânâ’nın devlet adamlarıyla kurduğu münasebetler muhtelif vesilelerle kaleme aldığı mektuplardan takip edilebilir. Bunlardan bazıları hakkında bkz. Mektuplar, s. 220-264 (Açıklama Kısmı). Mevlânâ ile Moğollar arasındaki münasebetlerin kronolojik sıraya uygun olarak tahlili için bkz. Mikâil Bayram, Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren-

Mevlânâ Mücadelesi, Konya 2005, s. 198-201. Bu konuda şu makalelere de müracaat

edilebilir: Ahmet Sevgi, “Mevlânâ’nın İdarecilere Tavsiyeleri”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat

55

olduğu ise ortadadır. Buraya kadar dile getirmeye çalıştığımız keyfiyeti merkezî iktidar ve sûfî çevreler veyahut da kısaca siyaset ve sûfîlik problematiğinin bir uzantısı olarak ele almamız gerekmektedir.

(2) Sultan Veled Hakkında Birkaç Mühim Nokta

Sultan Veled bir asra yaklaşan hayatında I. Alâeddin Keykubad’dan başlayarak sırayla II. Gıyaseddin Keyhüsrev; oğulları ve üçlü müşterek saltanatının mümessilleri II. İzzeddin Keykâvus, IV. Rükneddin Kılıç Arslan, II. Alâeddin Keykubad; daha sonra III. Gıyaseddin Keyhüsrev, monografimizde masaya yatırdığımız II. Gıyaseddin Mes’ud ve nihayet III. Alâeddin Keykubad devirlerini idrak eden önemli bir sûfî şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Oldukça uzun geçen ömrü ağırlıklı olarak Türkiye Selçuklu Devleti’nin yıkılış sürecine tesadüf ettiği için onun Hülâgû Han’dan itibaren Olcaytu Han’a kadar uzanan süreçte sekiz Moğol hanının devirlerini de müşahede ettiğini belirtmeliyiz.

Bundan önceki bölümlerde Sultan Veled’in siyasî şahsiyetlerle olan münasebetleri hakkında yeri geldikçe gerekli malumatı vermiş bulunuyoruz. Bundan sonraki bölümlerde de aynı uygulamayı devam ettireceğiz. Bu başlık adı altında ise Sultan Veled’in II. Mes’ud’un iktidara gelişi ve faaliyetleri münasebetiyle eserlerine yansıyan bilgileri açıklamaya çalışacağız. Bu mesele münasebetiyle dile getirmemiz gereken ilk hususiyet siyasî mahfillerde de etkili olan sûfî şairimizin divânında, Selçuklu hükümdarları arasında en büyük yeri II. Mes’ud’un işgal etmesidir. Bu bir tesadüf olmasa gerektir. Zira Sultan Mes’ud’un iktidara gelişi ile Sultan Veled’in posta oturuşu aynı yıl içerisinde gerçekleşmiştir. Asıl önemlisi de II. Mes’ud, öteden beri Mevlevî muhit tarafından desteklenen İlhanlıların tensibiyle tahta çıkarılmaktadır.

Dönemin Tarihi Açısından Bir Değerlendirilmesi”, XII. Türk Tarih Kongresi, Kongreye

56

(3) Sultan Veled’in II. Mes’ud İktidarına Bakışı ve Değerlendirmeler

Sultan Veled, II. Mes’ud’un iktidara gelişi münasebetiyle kaleme aldığı bir manzûmesinde “Sultanın debdebeli alayının gelişi ahaliye mübarek, cânân hazretine kavuşmuş cânlara kutlu olsun” 95 şeklinde onu tebrik etmektedir. “Onsuz cihan zulmette kalmıştı, onun güneşi parlayınca dünya gün gibi aydınladı (…) Sultanın gelişi derman, harabeler mamur ve abadan oldu” 96; “Cihan şahlar şahının ferr ü satvetiyle yeniden nizama girdi. Mülk ne güzel bir tazeliğe, İslâm ne güzel bir saadete irişti” 97 ve “Çünkü padişahımız Mes’ûd oldu” redifli on beş beyitlik methiyesindeki “…Zulüm, sitem yok; âdil ve kerem mevcut oldu, hem sonumuz iyi oldu. Bu cihan yeni baştan dirildi (…) Yeni baştan bahta irişti, kutlulandı. (…) Anadolu ülkesinde Şahımız Mes’ud olduğu için neşe başladı. Kötülük ve savaş yatıştı, Ateş-gede gülzâr oldu (…) Bundan böyle emniyet, aman devridir. Gamlar kalmadı, âlem can gibi tatlı oldu…” 98 şeklinde Sultan Veled’in farklı manzûmelerinden alınan ama aynı noktaya temas eden satırlara dikkat ettiğimizde, duygularına tercüman olduğu halkın çektiği sıkıntıların yeni sultanın tahta çıkışıyla sona ereceği, kan ve gözyaşının artık dineceği ümidini taşıdığını ve yansıttığını açıkça görürüz.

Dönemin diğer kaynakları ile mukayese ettiğimizde ve hâdiselerin seyrine baktığımızda durumun pek de Sultan Veled’in tasvir ettiği şekilde olmadığı ortadadır. Meselâ; Selçuklu idarî ve malî teşkilatının mühim simalarından Mücîreddin Emîr Şah’ın yakın dostu olarak söz konusu devirde ülkede artarak devam eden ve gün geçtikçe daha yıkıcı boyutlar kazanan Moğol tahakküm ve tagallübünü mısralarla tasvir eden Seyfeddin Muhammed Fergânî, Anadolu’nun o zamanki sosyal sıkıntılarına da değinmeyi ihmal

95 Divan, s. 224; tercüme, s. 53. 96 aynı yerler.

97 Divan, s. 144; tercüme, s. 51. Krş. Gölpınarlı, Mevlevîlik, s. 37.

57

etmemiştir. Bunlar arasında rüşvet alan ve dinin emirlerine o kadar ehemmiyet vermeyen kadılar, kim olduklarından ziyade kişilikleri üzerinde durulan kimseler ve sûfîlikle alakası olmadığı hâlde kendini sûfî gibi gösterip dünya işleri için dini alet edenler aleyhinde kaleme alınan hicivler oldukça dikkat çekicidir. Meselâ şair: “Ey hile yapan, haram tadan ve rüşvet yiyen kadı! Dinin dinsizlik, şiarın şeriatsızlıktır” 99; “Ey sarık ve cübbe ile dinde imam olan, dünyayı terket! (…) Medresede araştırma ve ders tekrarlama din içindir, halbuki ey seçilmiş âlim, din orada öldü” 100 demektedir. Daha önemlisi de şairin, medenî cesaretini ifade edercesine, asıl hücumlarını isim tasrih etmeden yerli ve yabancı devlet adamları ile iktidar sahiplerine yöneltmesidir. Meselâ şu şiirinde, ismini zikretmediği bir hükümdara hitap eder: “Halk senin teminatın altındadır, senin emniyet veren gölgeni istiyorlar (…) Zamanında bulunan bu alçak zalimlerden halkına zulümler gelmektedir. Senin naiplerin olan bu topluluk, ansızın gelen felâketler gibi, halkın mahvına sebep oldu. (…) Kendi kazançları için seni ziyana sokan böyle kimselerden sermayeyi al! (….) Koyun kurttan nasıl zahmet görürse,

Rumlular, Anadolular, senin köpeklerinden öyle zahmet çekiyorlar…” 101. Burada hâdiselerin faili olarak artık eski savleti kalmamış Selçuklu iktidarı değil de işgalci İlhanlı idaresinin kastedildiği gayet açıktır. Ancak ne olursa olsun Anadolu halkının sıkıntı ve çilelerinin idame etmesi keyfiyeti veya neticesi değişmemektedir.

“Rum her ne kadar gariplerin güvendiği bir yer; rahat ve huzur makamı ise de aynı zamanda yoksulluk gününün de sevgilisidir. Azerbaycan, Irak, Horasan’ın kıyısında köşesinde aklına hükümdarlık ve büyük olma sevdası düşen, o isteğinin damgasını, o bölgelerin halkının alnına vuramayan kimse, tamah elini Rum makam

99 Ahmed Ateş, “Anadolu’nun Unutulmuş Büyük Bir Şairi: Seyf Al-Dîn Muhammed Al-Fargânî”, Belleten, XXIII/91 (1959), s. 427.

100

aynı yer.

58

eyerinin uzantısına atar, istek ayağını, bu bölgenin karışıklık ve isyan yollarına koyar. İşinin çatlaklarının seddini burada bağlamak ve başka yerde bulduğu her şiddetin bağını burada açmak ister” 102 ifadeleri de hâdiseleri yakından müşahede eden yerli bir malî idarecinin; Aksarayî’nin kaleminden dökülmektedir. Onun da Selçuklu idarî ve malî yapılanmasında önemli görevler üstlenen Mücîreddin Emîr Şah’ın en yakın adamlarından olduğunu hatırlatalım. Fergânî ile aynı sıkıntıları dile getiren Aksarayî, aşağıdaki satırlarda ayrıntıya indireceğimiz İlhanlı zulümlerinin sebeplerini gözler önüne sererken, Sultan Veled’in övgü dolu sözlerle dillendirdiği muasır kayıtlara ihtiyatla yaklaşmamızı gerekli kılmaktadır.

Moğol idaresi altında Anadolu’nun sürekli zulme uğradığını gören ümitsiz kalemlerimizden Niğdeli Kadı Ahmed’in de, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî ve Sadreddin-i Konevî’nin ölümleri münasebeti ile “Bu din ve devlet muhafızlarının, mülk ve devlet bekçilerinin gidişinden sonra Anadolu’da harabî başladı ve Kıyâmete kadar inhitat

içinde kaldı. Bu husus, Tabakat-ı Meşâyih kitaplarında zikredilmiştir” 103 ifadesi oldukça manidârdır.

(4) Sultan Veled’in Türkmen Faaliyetlerini Değerlendirişi

Sultan Veled, “Ey sultan, senin korkundan yol kesen haydutlar kadın gibi zayıf ve zebun olup hepsi elsiz, ayaksız sersem sersem şuraya buraya dağılıp gitmiştir. Devlet ve saltanatta sultanlar sultanı(;) hücum, savlette hakkın arslanısın. Bütün havarıcılar 104 can korkusundan inlerde, dağlarda gizlenmişlerdir. Ormanda arslan

102 Aksarayî, s. 151.

103 vr. 300’den naklen Turan, Türkiye, s. 619-20.

104 Hz. Ali dönemindeki dâhili muharebeler esnasında ortaya çıkan, dinî ve siyasî konulardaki aşırı

görüşleri ve faaliyetleri ile tanınan bir fırka olan Hâricîlerin, “havâriciler” şeklinde tasvir ve tahkir amacıyla Türkmenler için kullanılması oldukça düşündürücüdür. Çıkmak, itaatten çıkıp isyan etmek anlamındaki “hurûc” kökünden ayrılan; isyan eden manasında bir sıfat olan

59

bulunmazsa kurttan düşünce kalkar. Şimdi ise kaplanlar fare gibi oldu, çünkü Tanrının kükremiş arslanı geldi yetişti. Yılanlar gibi dağlara, ormanlara yaralı, kederli oldukları halde savuştular gittiler. Zira başlarını ezileceğini gün gibi biliyorlar. Hep kıpkızıl lâle gibi kan içinde ağıt ve iniltidedirler. Bazen kendi ölümlerine, bazen ailelerinin korkusuna ağlamaktadırlar (…) Bunların verdiği zahmet, meşakkat haddini geçti; sultanım, sen onlara acıma, merhamet etme, halkın

sağlığını istersen onların hepsini kurban et, kılıçtan geçir. Kısasta hayat vardır,

öldüreni öldürmek yaralayanı yaralamak, keseni kesmek emrini Hak’tan dinle ki ayeti kerime mucibince gözün kısası göz, dişin de diştir. Hayat, sağlığın devamı, kısastadır. Bu emrin hükmüyle cihan halastadır, kurtulmuştur. Bu babda hakkın emir ve fermanı olmaya idi hiç kimse sağ kalmazdı. Bey olsun köle olsun haricileri sağ

bırakma. Zira kanlı katiller şer’ile ve ayet ile öldürülmeye müstehakdır. Ya Rab, şu fena köpeklerin canını, imanını kes, kopar diye "Veled" feleklerden, yıldızlardan üstün lanetler etmiştir.” 105 ve “Şahımız Mesud olduğu için âlemi yakan Türkler mağaralardan, dağlardan, ormanlardan çıkıp Tanrının taatine koyuldular” 106 şeklindeki sözlerle Moğol valisi şehzade Kongurtay’ın, II. Mes’ud’un iktidarı arifesinde Karamanoğulları üzerine gerçekleştirdiği tedip harekâtına imada bulunmakta ve bunu yeni sultana mal ederek memnuniyetini ifade etmektedir 107. Bu, öteden beri Moğollara taraftar olan Mevlevî zümrelerin Moğol desteğiyle iktidara gelen II. Mes’ud’un hangi

ismi için “havâric” şeklinde okunan bu kelimenin burada, Köprülü’nün de isabetle kaydettiği gibi: “Meşrû hükümdarlarına isyan suretiyle dinî bakımdan büyük bir günah işlemiş ve

öldürülmeğe müstahak olmuş âsîler” manasında kullanıldığı göze çarpmaktadır. Bkz.

Köprülü, “Yerli Kaynaklar”, s. 453-55; Ethem Ruhi Fığlalı, “Hâricîler”, DİA, s. 169-75. Diğer muasır kaynaklar da isyankâr Türkmenleri bu şekilde tabir etmektedirler.

105

Divan, s. 224; tercüme, s. 54-55. Krş. Turan, Türkiye, s. 585-86.

106 Divan, s. 247; tercüme, s. 52.

60

faaliyetlerine daha çok önem verdiklerini açıkça göstermektedir. Zaten Sultan Veled, bir başka eserinde “Sultan Mes’ud’a dedim ki, Hak velîlerine yöneldin ve Mevlânâ’nın temiz türbelerini onardın. Bu yerinde bir iş olmuştur. Fakat çabalamaktan da vazgeçme. Asker toplamakta ve Moğollara hizmet etmekte ve onlara karşı olan hürmeti

yerine getirmekte, mal feda etmekte hülâsa elinde olan selâmet sebeplerini ve gücünün

yetiştiği kadarını yerine getirmektesin. Bundan sonra Ulu Tanrı sana yardım eder. Çünkü, eğer Tanrı istemezse o sebepler yardımcı ve faydalı olamaz. Hattâ senin yok olmana sebep olur” 108 şeklindeki ifadeleriyle onu açıkça Moğollara itaat etmeye davet etmektedir. Ayrıca o: “Babanın makam ve mülküne oğul varis olur, ancak katil ve

küfran eden çocuk merdut olur. Sana bu miras helal, pâk ve mübahtır” 109 şeklindeki ifadesiyle, sergiledikleri muhalif faaliyetlerle adeta Moğol aleyhtarlığının sembolü ve simgesi haline gelen Karamanoğulları’nın desteğiyle 1279 yılında tahta çıkarılan Melik Alâeddin Siyâvuş ile kardeşi II. Mes’ud arasındaki farklılığı açıklamakta ve hangi sebeple ikincisini desteklediğini vuzuha kavuşturmamıza yardım etmektedir.

Sultan Veled’in yukarıda tasvir ve tahlil etmeye çalıştığımız görüşlerinde yalnız olmadığını görmekteyiz. Meselâ; Fergânî de yerleşik ve göçebe halklar arasındaki tezat dolayısıyla Türkmenlerin giriştiği akın ve yağmalardan onun gibi acı acı şikayet etmekte ve: “Türkmenler de her an, her taraftan ecel gibi şehre ansızın baskın yapıyorlar.

108 Maârif, s. 139-140. Burada mezkur mütercimin “Mevlânâ’nın temiz türbelerini onardın”

biçiminde tercüme ettiği yeri “Mevlânâ’nın temiz türbesine riayet ettin” biçiminde tercüme eden Gölpınarlı (Mevlevîlik, s. 37-38), bu sebeple Şahabettin Uzluk’un bahse konu olan ilk tercümeden hareketle II. Mes’ud’un türbeyi tamir ettirdiği şeklindeki istihracına katılmamaktadır. Bkz. Mevlânâ’nın Türbesi, Konya Halkevi yay., Konya 1946, s. 54. Ayrıca Sultan Veled’in Divân’ını neşreden F. N. Uzluk da Şahabettin ile aynı görüştedir. Bkz. tercüme kısmı, s. 68.

61

Rum’da İslâmiyetten isimden başka bir eser kalmamıştır” 110 demektedir. Ayrıca Siyâvuş’un ortadan kaldırılması ve onu destekleyen âsi Türkmenlerin bozguna uğratılması başka mahfillerde de büyük sevinçlerle karşılanmıştır. Öyle ki söz konusu hâdiseyi haber veren bir mektuba karşılık kaleme alınan cevapta kendisine bu müjdeyi bildiren postacının getirdiği nâme “Kur’an sahifeleri gibi azîz bir kâğıt” olarak kabul edilmektedir 111. Bütün bu kayıtlar devrin psikolojisini aksettirmesi bakımından büyük önem arz eder. b. Muhammed bin Mahmud el-Hatîb’in Düşündürdükleri

Anadolu’da sıkıntıların bittiği ve mesut bir hayatın başladığı düşüncesiyle II. Mes’ud’u yüreklendirmeye çalışan Sultan Veled ile muasır olan bir başka müellifimiz de İbnü’l-Hatîb’dir. Telif ettiği Fustâtu’l-Adâle fî Kavâidi’s-Saltana adlı eserde: “…zamanında İslâmiyet’in zayıfladığına, küfrün, ibâhat, zındıklık ve ilhadın kuvvetlendiğine, eski padişahlar, ilim ve din adamlarile revnak bulan İslâmiyetten eser kalmadığına, padişah, âlim ve kadılardan hiç kimsenin buna mâni olmadığına, iyi ve dindar insanların nedret kespettiğine” 112 temas eden müellif, bu konuda Sultan Veled’le aynı görüşleri paylaşmayanlar arasındadır.

110 Ateş, a.g.m., s. 432.

111 Bu kayıt merhum Turan’ın vaktiyle Resmî Vesikalar (s. 150-151) isimli eserine aldığı inşâ

mecmularından birinde üst düzey Selçuklu emîrlerinden Bedreddin Yahya Tercümanü’l- Konevî’nin talebesi Ebû Bekir bin Zekiyüddin Konevî’ye ait olan Ravzatü’l-Küttâb’da yer alan ikinci mektupta geçmektedir. Aynı yerde Karamanoğulları’nın isyanına ve Cimri hâdisesine dair başka bir mektupta da: “…bu âsi ve bâgı tâifenin gurûr sâikasıyla eşkîya oldukları,

birçok Müslümanların can ve mallarının bu erazil Türkler elinde kayba uğradığı, âlemi fitne içinde bıraktıkları ve yolları kestikleri için devlet adamı III. Gıyâseddin Keyhüsrev tebrik edilirken nihayet; ‘İşte bunlar sizin kılıcınızdan geçtiler, helâk oldular ve bir kısmı da sahralarda perişan olarak dağıldılar. Bu sebeple o kadar sevinç hasıl oldu ki bunun

tasviri kağıda sığmaz’. ” denilmektedir. Ayrıca bkz. Turan, Türkiye, s. 570 vd.

112 vr. 49b’den naklen Osman Turan, “Selçuklu Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak: Fustât ul-

62

İbnü’l-Hatîb, adı geçen eserini Kastamonu merkezli kuzey-batı Anadolu havalisinde uç beyi olarak ilim ve imar işleriyle de çok yakından ilgilenen Muzaffereddin Yavlak Arslan’a ithaf etmiştir 113. Yavlak Arslan’ın II. Mes’ud’un iktidara taşınmasında etkin rol oynayan mahalli emîrlerden biri olduğu tekrar nazar-ı dikkate alınırsa kendisine ithaf edilen eserde yer alan kimi pasajlar daha bir önem kazanmaktadır. Zira “Zındık ve mülhitlerin (Cavlâkî, Kalenderî, Bâtînî zümrelerin: RKÜ) fiil ve hareketlerini tanıtmak ve bu sâyede mutelea edenlerin onlara karşı vaziyet almalarını temin etmek” 114 amacıyla kaleme alınan ve çoğu zaman siyasetnâme havasının hissedildiği eserde: “Anadolu’daki Bâtînîlerin II. Giyâseddin Mes’ûd zamanında Allah tarafından

mahvedilmeleri temenni edilmekte” 115; bu husus “Şimdi artık Sultan Gıyaseddin

Mes’ud-şah bin Keykâvüs zamanında bu mel’unların kökünün kazınacağı” 116 şeklinde bir daha tekrar edilmektedir. Bütün bunlar II. Mes’ud’un siyasî destek aldığı Kastamonu ucundan yönlendirme şeklinde fikrî açıdan da destek gördüğünü açıkça gözler önüne sermektedir.

Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler, TTK yay., Ankara 19992 , s. 62.

113 vr. 69b, beyit 20’den naklen Turan, “Selçuklu Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak”, s. 532-

33; Yücel, s. 22; Togan, “Garb Denizi Haritasına Dair”, s. 45; Köprülü, “Yerli Kaynaklar”, s. 443-44. Yavlak Arslan’ın bahse konu olan havalideki ilim ve imar faaliyetleri hakkında şu kaynaklara müracaat edilebilir: Mehmed Behcet, Kastamonu Asâr-i Kadîmesi, İstanbul 1341, s. 54, 58; Talât Mümtaz Yaman, Kastamonu Tarihi, I, İstanbul 1935, s. 88-90; Yücel, s. 21-24.

114 vr. 64b-69a’dan naklen Turan, “Selçuklu Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak”, s. 550;

Ocak, Kalenderîler, s. 62.

115 vr. 68a’dan naklen Turan, “Selçuklu Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak”, s. 532

116 vr. 64b-69a’dan naklen Turan, “Selçuklu Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak”, s. 550.

Ünlü bibliyografikçi Kâtib Çelebi, muhtemelen bu iki pasaja istinaden eserin II. Mes’ud’a ithaf edildiğini sanmıştır. Bkz. Köprülü, “Yerli Kaynaklar”, s. 443-44; Turan, “Selçuklu Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak”, s. 535-36.

63

İbnü’l-Hatîb’in, eserini ithaf ettiği kişinin dikkatini Kalanderîlere çekerek onu bu marjinal sûfî zümre ile mücadeleye davet etmesi beklenen bir gelişmedir. Dolayısıyla müellif, Cavlâkiler olarak tabir ve tavsif ettiği Kalenderîlere karşı açtığı fikrî savaşın siyasî veya askerî cephesine eseri kendisine ithaf ettiği Yavlak Arslan’ı ve onun aracılığıyla iktidara gelmesinde etkin rol oynadığı II. Mes’ud’u yerleştirmek istemektedir. Hemen ifade edelim ki, II. Mes’ud’un bu vadide herhangi bir icraât ve faaliyeti kaynaklara yansımamıştır. Ancak bu şekilde II. Mes’ud’un iktidara taşınmasında Yavlak Arslan’ın