• Sonuç bulunamadı

II Mes’ud Dönemi Sosyal Hayatı’ndan Bir Kesit: Ahî-Mevlevî Yumuşaması

C. II MES’UD’UN İKTİDARA YÜRÜYÜŞÜ

3. II Mes’ud Dönemi Sosyal Hayatı’ndan Bir Kesit: Ahî-Mevlevî Yumuşaması

Aralarında nazariye ve aksiyon itibariyle siyasî ve tasavvufî bir takım farklılıklar bulunan Ahî ve Mevlevî zümreler arasında Türkiye Selçuklu Devleti’nin 1243 Kösedağ Savaşı’nda aldığı ağır mağlubiyeti müteakip İlhanlı idaresi altına girmeye başlamasıyla birlikte şiddetlenen mücadeleler, her iki zümre arasında zaman zaman sertleşmelerin vuku bulmasına sebep olmaktaydı. Bu keyfiyetin II. Mes’ud öncesi dönemdeki özelliklerine muhtelif vesilelerle yukarıda temas ettik. Burada adı geçen zümrelerin başında bulunan siyasî ve sûfî şahsiyetlerin vefatını müteakip iki zümre arasında vuku bulan değişimin veya yumuşamanın siyasî ve sosyal boyutları üzerinde durulacak; II. Mes’ud dönemi için söz konusu keyfiyetin aldığı durum dile getirilecektir.

Bu mesele münasebetiyle dile getirilmesi gereken bir başka hususiyet de Mevlânâ’nın vefatını izleyen süreçte Mevlevîlerle Moğollar arasında gün geçtikçe belirginleşen ilişkilerin tüm hızıyla devam etmesine mukabil Mevlevîlerle Ahîler arasında bazen ciddi kırılmalara sebebiyet veren sertliklerin yaşanması ve ortamın daha yavaş yumuşamasıdır.

b. Hüsâmeddin Çelebi Dönemindeki Durum

Kronolojik sırayı esas tutarak meseleye arka plan oluşturmak amacıyla ele alacağımız ilk şahsiyet, babası Konya ve çevresindeki ahîlerin reisi olduğu için kendisine Ahî Türkoğlu unvanı verilen Hüsâmeddin Çelebi’dir ve o, Mesnevî’yi yazmasına vesile olduğu Mevlânâ’dan sonra Mevlevîlik’i temsil eden ilk kişidir. Henüz ergenlik çağına ulaşmadan yetim kalan Hüsâmeddin, Konya’daki fütüvvet ehli tarafından babasının makamına geçirilmek istenmesine rağmen adamlarıyla beraber Mevlânâ’ya iradet getirerek

75

onun en yakın müridi ve halifesi olmuştur 131. Burada çok garipsenecek bir durum söz konusu değildir. Nitekim Alâeddin Çelebi’nin de babası Mevlânâ’ya rağmen Ahîlere katıldığını ve daha sonra da onların 1261 yılında gerçekleştirdikleri Kırşehir isyanı sırasında öldürüldüğünü biliyoruz 132. Ancak Hüsâmeddin Çelebi ile Ahî Evren arasında bazı ihtilafların zuhur ettiği dikkatimizi çekmektedir ki bunun, öteden beri Ahîlerin elinde bulunan Hanikâh-ı Ziyâ’da Ahî Türk’ten sonra posta oturacak şeyhin tayini konusunda yaşanmış olması kuvvetle muhtemeldir. Ahî Evren konusundaki çalışmalarıyla tanınan Bayram, söz konusu ihtilafın Ahîlerin, Hanikâh-ı Ziyâ’yı Mevlevîlere meylettiği için Hüsâmeddin’e vermek istememeleri sebebiyle çıktığını tahmin etmektedir. Aynı bilim adamına göre daha önce babasının şeyhlik yaptığı bir hanikâhta posta oturma hakkına sahip olan Hüsâmeddin, Ahîler tarafından haksızlığa uğratıldığı için de Mevlevîlere meyletmiş olabilir 133. Aşağıda tekrar temas edeceğimiz keyfiyet çerçevesinde birinci sebep bize daha makul gelmektedir. Ancak her iki durumda da sonuç değişmemekte ve Hüsâmeddin Çelebi, Mevlânâ’nın devlet adamları nezdinde gerçekleştirdiği çalışmalarla söz konusu hanikâhta şeyhlik postuna oturmaktadır 134.

131 Mevlâna, Mesnevî, IV, trc. Veled İzbudak, Maarif Matbaası, İstanbul 1944, s. 1; Sultan Veled,

İbtidâ-nâme, s. 154-55; Eflâkî, II, s. 45, 124-25; Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk

Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı yay., Ankara 19816, s. 226; Gölpınarlı, Mevlânâ

Celâleddin, s. 114-123; Cahen, “İlk Ahiler Hakkında”, trc. Mürsel Öztürk, Belleten, L/197

(1986), s. 593; Ahmet Akşit, “Çelebi Hüsameddin’in Halife Seçilmesi ve Muhalifleri”, SÜ

Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 18 (2005), s. 179-187.

132 Eflâkî, II, 156, 210, 250. Krş. Gölpınarlı, Mevlevîlik, s. 93; Bayram, Ahi Evren-Mevlânâ

Mücadelesi, s. 202-203.

133 Bkz. Eflâkî, II, s. 133-34; Bayram, Ahi Evren-Mevlânâ Mücadelesi, s. 202

134 Bu konuda Mevlânâ’nın devlet adamları nezdinde yaptığı çalışmaları yazdığı bazı mektuplar-

dan takip etmekteyiz. Meselâ, Mücîreddin Emîr Şah’ın babası Tâceddin Mu’tez’e yazdığı bir mektupta bahse konu olan hanikâhın Hüsâmeddin Çelebi’ye verilmesini talep etmektedir. Bkz.

Mektuplar, s. 116-17. Bu mesele münasebetiyle yazılan diğer bir mektup da takdir ve teşekkür

76

IV. Rükneddin Kılıç Arslan tahta çıkar çıkmaz yayınladığı bir fermanla, Moğol emperyalizmine ve dolayısıyla kendi iktidarına karşı muhalif faaliyetlere girişen Ahîlere ve Türkmenlere ait iş yerleri, medrese ve zaviyeleri vakıflarıyla birlikte onların ellerinden aldırıp Mevlevîler’e ve Kalenderîler’e tahsis ettirmeye başlamıştı ki, bu sebeple daha da şiddetlenen Ahî-Mevlevî mücadelesine şimdilik verilebilecek en sıcak örnek Hüsâmeddin Çelebi’nin Hanikâh-ı Ziyâ’da posta oturtulması olsa gerektir. Ayrıca Ahîlerin Hüsâmeddin Çelebi’ye bağlanmaya zorlandıklarını ve Konya Ahîlerinin lideri konumunda bulunan Ahî Ahmed örneğinde olduğu gibi bazı muarızlar dışında ekseriyetin buna uymak zorunda kaldığını görmekteyiz ki, bu hâdiseye kesinlikle münferit bir vak’a olarak bakmamak gerekmektedir 135. Zaten Ahî Evren de: “Bu zamanın kurt tiynetli sultanları kişilerin

mallarına el koymaktalar. Şeriatın hükümleri büyük ölçüde ortadan kalktı. İslâm’dan

sadece bir ad kaldı” 136 derken sıkıntıyı çekenlerden biri olarak aynı noktaya temas etmekte ve Ahîler aleyhine genel manada bir tasfiye işleminin başlatıldığına işarette bulunmaktadır.

Hanikâh-ı Ziyâ’daki posta oturma töreninde Ahî Ahmed’in liderliğinde ayaklanan Ahîler arasında Ahî Çoban, Ahî Kayser ve Ahî Muhammed Sebzvârî başı çekmektedir.

ait müesseselerin ellerinden alınarak kendi yandaşlarına verilmesine dair kaleme aldığı diğer mektuplara örnek olarak bkz. a.g.e., s. 102-103, 137-38, 164-65. Krş. Bayram, Ahi Evren-

Mevlânâ Mücadelesi, s. 207-210. Ayrıca Gölpınarlı’nın tercüme ettiği mezkur mektupların,

muhteva analizini yaptığı “Açıklama” kısmındaki ilgili yerlere de müracaat edilebilir.

135 Bu mesele münasebetiyle Mevlânâ’nın kendisine muhalif şahıs ve zümreleri -bu arada Ahîleri-

zaman içinde kendi meslek ve meşrebine ısındırdığına dair Eflâkî’deki kayıtlar dikkatimizi çekmektedir. Mevlânâ’nın, özellikle Pervâne Muîneddin Süleyman, Sâhib Ata Fahreddin Ali ve Tâceddin Mu’tez gibi nüfûzlu emîrlere ya Ahîlerden ya da onlara taraftar olanlardan birinin bağışlanmasını isteyen mektuplar kaleme alması da Ahîlerin Mevlânâ’ya mürit olmaya zorlandıklarına işaret olarak değerlendirilmektedir. Bkz. Mektuplar, s. 28-29, 148-49. Krş. Bayram, Ahi Evren-Mevlânâ Mücadelesi, s. 210.

77

Mevlânâ, Ahî Muhammed’e “benim ahîm” 137 derken oğlu Sultan Veled de onu, Ahî Kayser ile oğlu Ahî Çoban’ı, Ahî Sadeddîn ile oğlu Ahî Yusuf’u metheden çeşitli manzumeler kaleme almaktadır 138. Ahî Ahmed direnmeye devam ederken ölmüş; idaresi altındaki Ahîler Mevlânâ’nın; oğlu Ahî Ali de bilahare Sultan Veled’in müritlerinden olmuştur 139. Ayrıca Eflâkî’nin malum eserinden Ahi Sıddık ve Ahî Ahmed Bayburtî’nin de Mevlânâ mürit ve muhipleri halkasına dâhil olduğunu anlamaktayız 140 . Bütün bunlar göstermektedir ki, Ahî Türkoğlu Hüsâmeddin Çelebi’nin açtığı yoldan ilerleyen Ahî ileri gelenleri ve onlara bağlı olarak hareket edenler -tek tük muarızlar dışında- Mevlânâ’ya veya haleflerine tâbi olmak zorunda bırakılmışlardır. Bunlar arasında Mevlevî halifeliğine getirilenlerin varlığı, onların Mevlevî de olsalar unvanlarını muhafaza etmeleri yani sanatlarını icrâ etmeye devam etmeleri ve hattâ Eflâkî Dede’ye nakillerde bulunmaları kaynaşmanın boyutlarını aydınlatmaktadır. Bütün bunlar hakkında ilerleyen satırlarda ayrıntılı bilgiler verilecektir.

c. Sultan Veled’in Kaynaştırıcı Siyaseti

Hüsâmeddin Çelebi’den sonra Mevlevîlik’i temsil etmeye başlayan Sultan Veled, 1285’den, yani hakkında methiyeler düzdüğü II. Mes’ud’un müstakil olarak iktidara

137 Eflâkî, I, s. 370: Ahî Muhammed, İlhanlıların Konya sahrasındaki harmanları yağmaladığı

sırada Mevlânâ’nın sayesinde malını muhafaza etmiştir. Bu menkabe, Mevlânâ’nın Moğollar nezdindeki etkinliğini de açıkça gözler önüne sermektedir.

138 Meselâ: “Ahî Muhammed sadık âriflerdendi”; “Ahî Muhammed Şah, öyle bir ahîdir ki, binlerce Arslan ona karşı candan tilki ve çakerdir”; “Ahî Muhammed Şah, fetayanın hatemidir…”. Diğerleri de benzer ifadelerle methedilmektedir. Bkz. Divan, s. 150; tercüme, s.

78-80. Ayrıca Ahî Çoban ve babası hakkında bkz. Eflâkî, I, s. 376; Ahî Sıddık ile Mevlânâ arasındaki yakınlık hakkında bkz. Eflâkî, II, s. 173-74; Gölpınarlı, Mevlevîlik, s. 36; Cahen, “İlk Ahiler”, s. 593-594.

139 Eflâkî, II, s. 134-135.

78

geldiği yıllardan itibaren 1312’ye kadar geçen sürede Mevlevîlik’in başında yer alan kişidir.

Teşkilatçı ve müteşebbis bir ruha sahip olan Veled’in faaliyetleri arasında en önemli mevkii Mevlevîlik’i sistemleştirmesi yani ona adap ve erkanıyla artık tam bir tarîkat görünümü kazandırması almaktadır. Tarîkatın merkezi olan Konya’daki Mevlânâ Türbe’si veya Dergâh’ı da her ne kadar Hüsâmeddin Çelebi zamanında inşa edilse de, söz konusu yapılanmayı Alâmeddin Kayser vasıtasıyla gerçekleştiren kişi yine Veled’dir 141. O, bunlarla yetinmeyerek Anadolu’nun dört bir tarafına gönderdiği veya görevlendirdiği halifeleri vasıtasıyla Mevlevîlik’in intişar etmesine de hizmet etmiştir 142. Bu halifeler arasında Mevlânâ tarafından halifelikle görevlendirilip onun zamanından beri hizmet veren Ahî Ahmed Bayburtî gibi ahîler de yer almaktadır 143. Hanikâh-ı Ziyâ’da gerçekleştirilen posta oturma töreninde muhalefet bayrağını dalgalandıranların başında yer alan Ahî Ahmed’in oğlu Ahî Ali de gariptir ki, onun mürit ve makbullerindendir 144. Ayrıca

141 Eflâkî, II, s. 151; Gölpınarlı, Mevlevîlik, s. 36, 63-64. Emîr Alameddin Kayser, İbn Bibi’nin (II,

s. 237) kaydına göre III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in “serleşker-i divân-ı celâlî”si yani yüce divânın subaşısıdır ve Cimri hâdisesinde büyük yararlılıklar göstermiştir. Mevlânâ’nın mektupları arasında Alâmeddin Kayser’e hitaben yazılmış ve onunla görüşmek arzusunda olduğunu bildiren iki mektup bulunmaktadır. Bunların ikincisinde kendisine “evlâtların

övüncü” şeklinde hitap edilmektedir. Bkz. Mektuplar, s. 35, 186. Sultan Veled, Divan’ının iki

yerinde türbenin onun vasıtasıyla yapıldığını açıkça belirtmektedir. Bkz. s. 10, 86; tercüme, s. 68-69. Söz konusu eserde onu öven bir rubai (s. 60; tercüme, s. 74), isim ve lakabının belirtildiği bir kasîde (s. 125; tercüme, s. 69-70), ölümünden duyulan üzüntüyü ifade eden bir de mersiye (s. 376-380) yer almaktadır. Krş. Gölpınarlı, Mevlevîlik, s. 36.

142 Eflâkî, II, s. 148. Sultan Veled, İbtidâ-nâme, s. 195-96; Gölpınarlı, Mevlevîlik, 34, 64.

143 Eflâkî, I, s. 289-90. Aynı yerden öğrenmekteyiz ki, Sultan Veled, Ahî Ahmed’i daima kardeş

ve dost diye çağırmaktadır. Sultan Veled (Divan, s. 371; tercüme, 81-82), ona hitaben yazdığı manzum bir mektupta kendisinden “Ünlü Ahî (Ahî-i namdâr)” olarak bahsetmekte ve Konya’ya dâvet etmektedir. Bu münasebetle tam adının Ahmed Zekiyeddin olduğunu da anlamaktayız. Onun hakkında Arif Çelebi’nin faaliyetlerini anlatırken de bilgi vereceğiz.

79

yukarıda ele aldığımız Ahî Kayser, Ahî Çoban, Ahî Muhammed Şah, Ahî Yusuf, Ahî Sadeddîn, Ahî Muhammed Sebzvârî, Ahî Emîr Hacı, Konya’daki ahîlerin başı Ahî Mes’ud ile de iyi münasebetler tesis edilirken adını bizzat Mevlânâ’nın koyduğu Ahî Sıddık oğlu Ahî Mustafa ile olan münasebetler biraz sıkıntılı ve sancılı geçmiştir 145. Veled’in başta Moğol ve Moğol yanlısı ümerâ ile özellikle Batı Anadolu’da yeni yeni filizlenen Türkmen beyleriyle kurduğu dostane münasebetler hakkında tezimizin ilerleyen bölümlerinde bilgiler verilecektir. Bu özellikleriyle o, devrinin siyasî ve sosyal meselelerinde mutlaka göz önünde tutulması gereken bir şahsiyet hâline gelmektedir.

Sultan Veled’in söz konusu çalışmalarında Türkmen nüfusun hem ahlakî hem de iktisadî açıdan teşkilâtlanmasında son derece etkili olan ve babasının zamanından itibaren kendilerine iltihak etmek zorunda bırakılan Ahîlerin de etkili olduğunu unutmamak lazımdır 146. Zira Mevlânâ’nın ilk halifesi Hüsâmeddin Çelebi’nin ahi kökenli olması; ondan sonra halifeliğe getirilen Sultan Veled’in farklı iki zümre arasında kaynaştırıcı bir siyaset izleyerek onları aynı ocakta bir araya getirme düşüncesi Ahîlerin ve tabiî ki Türkmen zümrelerin kendi kültürel özellikleriyle birlikte Mevlevîlik’e ısınmalarına vesile olmuştur. Bu çerçevede Mevlevî muhitte nüfûz sahibi olan Ahî ileri gelenleri arasında Ahî Ahmed Şah’ın önemli bir mevki işgal ettiğini söyleyebiliriz.

145 Eflâkî, II, s. 174-75; Gölpınarlı, Mevlevîlik, s. 36; Cahen, “İlk Ahiler”, s. 596. Halledilmesi

kuvveti gerektiren dünya işleri konusunda Mevlevîlerin tasavvufî fikirlerinin yetersiz kaldığını düşünerek kendi hükmünü icra etme hevesine düşen Ahî Mustafa, Sultan Veled’in yumuşak tutumuyla defalarca uyarılacak; fakat yola gelmeyince Arif Çelebi’nin hışmına uğrayacaktır. Onun Karaman oğlu Yahşi Bey tarafından öldürüldüğünü görüyoruz. Yahşi Bey hakkında bkz. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 12.

80 d. Ahî Ahmed Şah

Sultan Veled’in müritlerinden olduğu anlaşılan Ahî Ahmed Şah, Konya’daki fütüvvet ehlinin reisidir ve emrindekiler birlikte Mevlevîlere bağlanmak zorunda bırakılmıştır.

III. Gıyaseddin’in iktidarda bulunduğu ancak Konya dışında olduğu bir zamanda Karamanoğulları tarafından desteklenen II. İzzeddin’in oğullarından Siyâvuş, Konya’da Selçuklu tahtına çıkarılınca (1277) bunu fırsat olarak değerlendiren Ahî Ahmed Şah ve emrindekilerin ona biat etmeleri oldukça manidardır. Ancak yeni sultan ve yandaşlarının şehirden ayrıldıkları bir sırada, İlhanlı ordusunun yaklaştığı haberi gelmesi üzerine saf değiştirerek; bu defa şehri girmek isteyen ve engellenince de burayı kuşatmaya başlayan sultana karşı savunmaya geçmişlerdir. Onların bu hareketi Konya’nın Moğol işgal ve istilasına uğramasını önlemeye yetmiştir 147. Nizamî kuvvetlerin bulunmadığı zamanlarda, silah taşıyabilen ve şehirlerin savunmasını üstlenen Ahîlerin siyasî ve askerî açıdan ne kadar etkili olduğunu çok aşikâr bir şekilde gözler önüne seren son hâdiseden sonra Ahî Ahmed Şah’ın Mevlevîler arasındaki nüfûzu daha artmıştır.

III. Gıyaseddin’in ölümünden sonra yetim kalan iki oğlunu iktidara taşımak isteyen babaanneleri ile Fahreddin Ali arasında 1285 yılında Konya’da patlak veren çatışmayı yatıştıran kişi de yine Ahî Ahmed Şah’tır 148. Bu durum, Ahîlerin özelde Konya’da genelde bulundukları şehirlerde asayişin temininde önemli katkılarda bulunduklarını bir kere daha örneklemektedir.

147 İbn Bibi, II, s. 212-13; Anonim, s. 40. Krş. Cahen, Anadolu’da Türkler, s. 327-29; Turan, Türkiye, s. 566-67; Cahen, “İlk Ahiler”, s. 597.

148

Anonim, s. 45. Krş. Turan, Türkiye, s. 589; Bayram, Ahi Evren-Mevlânâ Mücadelesi, s. 209; Cahen, “İlk Ahiler”, s. 597-98. Ahîlerin faaliyetlerini sosyolojik olarak tahlile tâbi tutan kısa bir analiz için bkz. Mustafa Tekin, “Bir Sosyal Kontrol Aracı Olarak Ahîlik ve Toplumsal Dinamikleri”, SÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 21 (2006), s. 219-235, özellikle 228-229.

81

Bir önceki başlığımızda açıkladığımız gibi 1286 yılında Anadolu ileri harekâtına girişen İlhanlı şehzadesi Geyhatu’nun, Aksaray’dan sonraki durağı Konya’daki faaliyetleri hakkında Eflâkî’nin malum eserine akseden bilgiler Ahî-Mevlevî yumuşamasını bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Geyhatu Aksaray’a vardığında, Konya halkının kendisini istikbale hazırlanması için itibarlı bir elçisini şehre gönderir. Ancak elçi ayak takımından bazı kimselerin küstahlığı sonucunda öldürülür. Bunu haber alan şehzade fena halde kızarak, bütün askerlerin Konya üzerine yürümelerini, şehri kuşatarak bütün ahaliyi öldürmelerini, bütün mal ve mülklerini yağma etmelerini emreder. Emîrler ve vezirlerden hiç birisi onun bu gazabını önleyemezler. Tam bu esnada fevkalâde bir hâdise meydana gelir: 50.000 kişilik kalabalık bir ordu ile şehrin kuşatan Geyhatu bir gece rüyasında kimliğini daha sonra öğreneceği Mevlânâ’nın gazabına uğramıştır. Mevlânâ ona: “Ey habersiz Türk! Bu düşünceyi bırak, bu işten vazgeç, bu getirdiğin Türkleri mümkün mertebe süratle geri çekip, kendi kraliçene götür, yoksa canını kurtaramazsın!” demiştir. Geyhatu uykudan uyandığı vakit emîrlerini ve yakın adamlarını çağırarak Konya’yı istila ve işgal etmekten vazgeçtiğini açıklar 149. Eflâkî’nin aynı hâdiseyi tekrarlayan bir başka menkabesinde Geyhatu büyük bir sıkıntıyla söz konusu rüyasından uyandıktan sonra şehre bir elçi göndererek ülkenin ileri gelenlerine rüyayı anlatmak istediğini bildirir. Bu çerçevede Ahî Ahmed Şah ve Sultan Veled’e durum bildirilir. Geyhatu, kendisine “Ahî Ata” şeklinde hitap ettiği Ahî Ahmed Şah vasıtasıyla rüyasında kendisine gazap gösteren kişinin Mevlânâ olduğunu anlar ve oğlu Sultan Veled’i ziyaret eder. Burada Ahî Ahmed Şah’ın Sultan Veled’i “şehrimizin şeyhi” olarak çeşitli övücü sözler eşliğinde Geyhatu’ya takdim etmesini, Ahîlerle Mevlevîler arasındaki yumuşamaya işaret olarak değerlendirebiliriz. Ancak asıl önemlisi Ahî ve Mevlevî zümrelerin siyasî tercihlerinin söz konusu istilayı önleme amacıyla İlhanlı şehzadesine yakınlık gösterme

82

noktasında kesiştiğidir 150. Ahîlerden de aldığı destekle, öteden beri iyi ilişkiler içerisinde bulunduğu İlhanlıların daha sonra hanlık mevkiini işgal edecek bir şehzadesini teskin edici tavırları sebebiyle şehir halkının Sultan Veled’e olan bağlılığı artmakta ve bu hâdise de onun kaynaştırıcı siyasetine hizmet etmektedir.

Ahîlerle Mevlevîlerin siyasî tercihlerinin kesiştiği başka noktalar da vardır. Meselâ 1288’de yani Geyhatu’nun Konya muhasarasından iki sene sonra Fahreddin Ali’nin yerine atanan Fahreddin-i Kazvinî’nin vergi tahsili konusundaki haksız tasarruflarına ve zulümlerine karşı Ahî Ahmed Şah ile Sultan Veled’in tavırları aynıdır. Her iki zümre temsilcisi, özellikle Konya halkının büyük tepkisini çeken Kazvinî’ye karşı ortak mücadele etmişler ve başarılı da olmuşlardır 151. Yüksek meziyetlere sahip olan Ahî Ahmed Şah, son örnekte bir kere daha görüldüğü gibi buhran zamanlarında kendisine bağlı ahîler ile Konya’yı başarıyla müdafaa etmiş ve asayişi teminde çok büyük hizmetlerde bulunmuştur. Onun daha sonraki siyasî ve askerî icraâtları arasında Konya’ya gelip zulüm yapmaya başlayan Gâzân Han’ın elçisini şehirden kovmak da bulunmaktadır. Ahî Ahmed Şah,

150 Bkz. II, s. 57-59. Sultan Veled, kaleme aldığı bir manzûmede Anadolu halkı üzerinde oldukça

iyi bir tesir bırakmış olan Geyhatu’yu hafif yollu övmektedir. Bkz. Divan, s. 127. Krş. Eflâkî, II, İnceleme Kısmı, s. 19. Geyhatu’nun hanımı, Sultan Veled’in oğlu Ârif Çelebi’nin candan muhiplerindendir. Bkz. Eflâkî, II, s. 198-99. Ancak onun sekiz yıl kaldığı Anadolu halkı üzerinde kötü bir intiba bırakmaması kesinlikle Moğol zulmünün sona erdiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Yukarıda bir örneğine tesadüf ettiğimiz gibi âlim ve şeyhlere karşı son derece saygılı davranan Geyhatu zamanında da Moğol kumandan ve yüksek memurlarının zulümleri devam edip gitmiştir. Buna rağmen onun iyi bir intiba bırakması merhum Turan’ın da isabetle kaydettiği gibi bizzat kendisi tarafından bir fenalık yapılmamış olmasından başka bir mana ifade etmez. Bkz. Turan, Türkiye, s. 587-88, 603. Öte yandan söz konusu hâdiseyi sıkça nakleden kişinin bizzat Ahî Ahmed Şah olması göstermektedir ki, Menâkıbü’l-Ârifîn de eser olarak Ahîlerle Mevlevîler arasındaki yumuşamaya tanıklık etmektedir. Bu olgunun başka örnekleri de mevcuttur. Ayrıca Sultan Veled, Ahî Ahmed Şah hakkında da iyi şeyler söylemektedir. Bkz. Divan, s. 150. Krş. Eflâkî, II, İnceleme Kısmı, s. 19.

151 Sadece makam münasebetiyle temas ettiğimiz bu konuyu aşağıda ayrıntılı bir şekilde ele aldık.

83

1297’de meydana gelen bu hâdiseden bir sene sonra Gâzân Han’a yaranmak isteyen Şarap- sâlâr tarafından öldürülmüştür. Aralık 1294’de vefat eden kardeşinin cenaze merasiminde 15.000 kişinin hâzır bulunması ve kırk gün boyunca kimsenin dükkanını açmamasına bakılacak olursa onun ölümünün ne kadar büyük bir tahassürle karşılandığı tahmin edilebilir. Zaten Ekim 1298’de yani III. Alâeddin Keykubad’ın iktidarının ilk günlerinde toplanan Konya büyüklerinin ittifakı ile Ahî Ahmed Şah’ın katili hakkında öldürme emri çıkmış ve bu hüküm Ahî Çaruk vasıtasıyla yerine getirilmiş 152.

Mevlevîlerle Ahîler arasındaki münasebetler Türkiye Selçuklu Devleti’nin oluşturduğu siyasî, sosyal ve fikrî alt yapı üzerinde kurulan Osmanlı Devleti dönemine de sarkacaktır.

4. İlhanlı Tahakkümünün Artan Boyutları ve Buna Tepkiler