• Sonuç bulunamadı

Yeni Anayasa İçin Kitlesel Aydın Seferberliği’nin Doğuşu

İNİSİYATİFİ ÖRNEKLERİ

3.1. AYDINLARIN TOPLUMSAL HAREKETLERE DOĞRUDAN KATILIMI: SİVİL ANAYASA GİRİŞİMİ ÖRNEĞİ

3.1.1. Yeni Anayasa İçin Kitlesel Aydın Seferberliği’nin Doğuşu

Günümüzde hala yeni bir anayasa yapılamamış olması ve anayasa tartışmaları güncelliğini korumakla birlikte, 1990’lar itibariyle anayasa sorunu gündemin temel meselelerinden birini oluşturmaktadır. Toplumun hemen hemen her kesiminde, mevcut anayasanın ihtiyaçları karşılamadığı, yeteri kadar demokratik olmadığı, sosyal yaşamı düzenleyemediği gibi konular sıklıkla konuşulur olmuştur.

Bu huzursuzluk koşullarında hayatlarını idame ettiren aydınlar tarafından, farklı kesimlerin demokrasi istemi ile seslerini yükseltmeleri dikkat çekti. Toplumsal kargaşa ya da kriz dönemlerinde aydınların harekete geçmek için kendilerini sorumlu hissettikleri tespitinden hareketle, bu dönemde de bu kargaşa ortamının aydınlar üzerinde etki yarattığı söylenebilir. Sivil Anayasa Girişimi, bu koşullarda doğdu. Türkiye örneğinde aydınlarda anayasa konusunda bir farkındalık uyanması, bu sorumluluk duygusu ile birlikte birtakım farklı gerekçelere de dayanmaktadır. SİVAG aydınlarından biri olan Etyen Mahçupyan bu durumu şu sözlerle vurgulamaktadır: “Anayasa, Türkiyeli aydınlar için her zaman cazip bir konu

olmuştur. Tanzimat’tan bu yana ortaya atılan hemen hemen bütün reform talepleri anayasa değişikliği üzerinde durur. Hatta ilgisiz gözüken istekler bile çoğu zaman anayasa ile bağlantılı hale getirilerek gündeme getirilmiştir. Muhtemelen, bunun nedenlerinden biri, bu topraklarda yaşayan aydınların, kendiliğinden süreçler sonunda gelişen ve gücünü toplumsal taleplerden alan reformlara alışık

olmamasıdır” (Mahçupyan, 2003: 78). Bu durumda aydınlar, yapılan bir reformun

ya da yeniliğin anayasa garantörlüğüne alınmasını talep edeceklerdir. Bu nedenle de aydınlar toplumsal sorunların çözümünü anayasayı yeniden yaparak arayacaklardır.

Prof. Dr. Mehmet Turhan- “Türkiye’de bizde anayasa romantizmi

denilecek bir şey var. Sanki güzel bir anayasaya sahip olursak Türkiye iyi yolda ilerleyecek. Bu bir romantizmdir, oysa gerçek öyle değil. Anayasa neticede kâğıt üzerinde bir metin, bunu hayata geçirecek olan insanlar. Ben, bunu aydınların yanılsaması olarak görüyorum. Bu biraz da aydınların propagandası ile halk tarafından da benimseniyor. Yani, bir anayasamız olursa her şeyimiz düzelir anlayışına kavuşuyoruz halk olarak” (Mülakat, Mehmet Turhan, Ankara, 13 Mart 2012).

Prof. Dr. Levent Köker- “Devlet- toplum ilişkisini demokratik bir çerçeveye

oturtacak normatif bir kurallar topluluğuna ihtiyaç var. Anayasa da bu ihtiyaca tekabül eden temel bir metin. O nedenle, anayasa aydınlar için önemli” (Mülakat, Levent Köker, Ankara, 13 Mart 2012).

Bununla birlikte, aydınlar açısından mevcut anayasanın anti demokratik olduğu ve değişmesi gereğinin ortaya çıkmasının iki temel nedeni bulunmaktadır. Birincisi, 12 Eylül Anayasası’dır. Aydınlar, toplumdaki her kesimin huzursuzluğunu da dikkate alarak bu anayasanın ihtiyaçlara cevap veremediği tespitinden yola çıkmaktadır (Mahçupyan, 2003: 76). İkinci olumsuz referans noktası ise, 28 Şubat süreci olarak adlandırılan süreçtir. Milli Güvenlik Kurulu’nda 28 Şubat 1997 tarihinde alınan kararların kamuoyuna açıklanması ile Refah Partisi’nin irticai faaliyetlerin odağı haline geldiği belirtilmiştir (Akın, 2000: 456). Bir anlamda ordu, İslami eğilimlerin ve partileşmenin önüne geçmek istemiş ve Refah Partisi’ne dur demiştir. Anayasal sınırlar içinde bir hareket olduğundan, klasik anlamda bir darbe olarak adlandırılamayan bu hareket, Türkiye tarihine post-modern darbe olarak geçmiştir (Kongar, 2000: 318). Ancak, Sivil anayasa girişimi aydınları bu olayı demokrasinin dolaylı bir darbe yoluyla askıya alınması olarak tespit etmişler ve yeni bir anayasa yapılması gerekliliği üzerinde düşünmeye başlamışlardır (Mahçupyan, 2003: 76). Bu noktadan hareketle, 1982 Anayasası ve 28 Şubat sürecinin aydınların toplumsal bir meseleye angaje olmalarının temel nedenleri olduğunu söyleyebiliriz.

Bu nedenler etrafında tüm toplumu seferber edecek bir kampanya fikri adım adım şekillenmiştir.

Prof. Dr. Levent Köker- “Türkiye Cumhuriyeti’nin otoriter yapısının tasfiye

edilmesi gerekir. Bu yapının da tasfiyesi 1961 ve 1982 Anayasaları ile mümkün değildir. 28 Şubat bu süreci daha da netleştirmiştir. Demokratik bir anayasaya geçmek gereği böylelikle ilk olarak 1998 yılında, yani 28 Şubat sürecinin akabinde doğuyor. Yani toplumun kendi mukadderatını belirlemesi ve nasıl bir toplumda yaşamak istiyorsa onu inşa etmesi gereği ortaya çıkıyor” (Mülakat, Levent Köker, Ankara, 13 Mart 2012).

Kampanyanın oluşturulması için harekete geçen aydınlardan biri olan Murat Belge, bu anayasa girişimi konusunda ilk fikirlerinin İngiltere’ye yaptığı bir seyahat sonunda şekillendiğini belirtmektedir. 1980’lerin sonunda İngiltere’de yazılı bir anayasa yapılması konusunda bir araya gelen aydınlar meclise bir dilekçe ile bu isteklerini belirttiler. Bu harekete, “Charter 88”14 adı verildi. Murat Belge, bu kampanyayı gözlemleyerek, temelde farklı gerekçelerle olmakla birlikte Türkiye’de de böyle bir anayasa girişimi başlatılması gerektiğini düşünmeye başladı. Bir kampanya fikri kafasında belirdi (Belge, 2000).

Aydınların neden anayasa konusunda bir girişime gereksinim duyduklarını tartıştıktan sonra, anayasanın neden sivil olması gerektiği konusuna da açıklık getirmek gerekmektedir. Aydınlar, kampanyanın içeriğini belirlemek noktasında etraflıca düşünüp tartışmıştır. Anayasanın içeriği ve yapım sürecinin neyi neden değiştirdiğini saptamaya çalışmıştır. Hemen hepsi anayasa yapmanın siyasi bir süreç olduğu ve siyasi güç dengeleri ile siyasi mücadelelerin bileşkesinden doğduğu konusunda uzlaşmaktadır (Koçak, 2011).

Anayasa yapımı ve anayasa yapım sürecinin anayasanın içeriğini belirleyen bir unsur olduğu saptamasından hareketle, anayasa yapım süreçlerinin geniş halk kesimlerinin ve sivil toplum örgütlerinin katılımına açık ve bu katılımı mümkün kılan şekilde gerçekleşmesi gerektiği uzmanlar tarafından ortaya konulmaktadır (Candaş, 2012). Demokrasiyi devlet ve diğer sınıflar, gruplar, bireyler arasındaki ilişki belirlemektedir. Bu ilişkinin niteliğine göre demokrasiye yaklaşılmakta ya da

14 Charter 88, İngiltere'de dönemin başbakanı Margaret Thatcher'ın üçüncü seçim zaferinden sonra solcu aydınların kurduğu birliğin adıdır. Bu birlik, yazılı bir anayasa isteğinden yola çıkarak

demokrasiden uzaklaşılmaktadır (Kentel, 2011). Neticede, anayasa yapmanın amacı siyasi iktidarı birey özgürlükleri ile sınırlandırmaktır (Erdoğan, 2002: 31). Bu durumda, bireyin özgürlüklerini belirlemede kendisinin de payı olması gereği ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle de toplumun farklı kesimlerinin yapım sürecine müdahil olduğu sivil bir anayasa gereği aydınlar tarafından ortaya konulmuştur (Mahçupyan, 2003: 80).

Sivil anayasadan kastedilen askeri değil, sivil kesimler tarafından kaleme alınan ve oluşturulan anayasa değildir. Sivillik hem yurttaşların tercih ve taleplerini içerik olarak yansıtan bir nitelik hem de toplumsal kararların nasıl alındığına ilişkin yöntemsel bir ilkedir (Kılınç, 2008). Bu ilkenin uygulanabilmesi için de toplumsal kesimleri kucaklayan bir anayasa yapım sürecine girilmesi gerekmektedir. Devletin bekasını korumak için toplumun bekasının feda edilmediği, halkın temsil edilebileceği demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve meslek örgütleri gibi kurum ve kuruluşların süreçte yer aldıkları bir oluşum gerekmektedir (Kızıl, 2008). Bu süreçte anayasanın niteliğini anayasanın yapım süreci belirleyecektir.

Bununla birlikte, sivil inisiyatifin anlam ve önemi o dönemde yaşanan bir olay ile aydınların kafasında daha da netleşti. 17 Ağustos 1999 yılında Gölcük’te meydana gelen ve birçok ili etkileyen deprem sırasında devletin birçok konuda eksik kaldığı, hizmet mekanizmalarının yeteri kadar etkin bir şekilde işlemediği ortaya çıktı. O nedenle, kamuoyunda ve aydınlar cephesinde yurttaşlık ve sivillik anlayışına geçilmesi gerektiği ve devlet dışında örgütlenecek gönüllü oluşumların gerçekleşmesi fikri düşünülmeye başlandı (Sazak, 2000). Bu durumda aydınlar, anayasa konusunda da sivil bir girişimde bulunulabileceğini öngördüler.

Bütün bu saptama ve değerlendirmelerden hareketle aydınlar, yeni bir anayasa yapılması gerektiği ve bu anayasanın toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak sivil bir anayasa olması gerektiği konusunda uzlaştılar. Murat Belge, bu girişimin temel çıkış noktalarını şu şekilde belirtir: “Önemli talep, bizi 12 Eylül

rejiminin dışına taşıyacak demokratik anayasa talebi değildi. Demokratik bir süreç sonucu oluşmuş ve toplumun katkısıyla biçimlenmiş bir anayasaydı” (Belge, 2000).

Bununla birlikte, aydınlar yönteme yönelik bir ikileme düştü. Bir grup aydın, asıl yapılması gerekenin bir kadro hareketi doğrultusunda belli bir anayasa metni oluşturulması, bunun üzerinde mutabık kalınması ve bunun topluma anlatılıp

benimsetilmesi olduğunu düşündü. Onlara göre, anayasa yapımı çok teknik bir işti ve topluma bırakılamayacak kadar ciddi bir çabayı gerektirmekteydi. Diğer aydınlar ise, 1961 Anayasası’nın da görece demokratik bir anayasa olduğunu; ancak halk yapım sürecine katılmadığından bu anayasayı benimsemediği için anayasanın tasfiye olduğunu belirterek, önemli olanın bu anayasa metninin halkın katılımıyla yazılması olduğunu vurguladı (Mahçupyan, 2003: 80). Neticede bütün aydınlar halkın katılımı ile yazılan bir anayasanın gerekliliği konusunda uzlaştı ve kendilerini de bu amaç için gerekli kanalları açacak aracılar olarak tanımladılar.

Murat Belge, kampanyanın başlaması için bir yandan ortak çalışılacak aydınlar ile görüşmeler gerçekleştirdi; diğer yandan da basında yayımlanacak bir çağrı metni hazırlamaya başladı. Önce seçimlerin, sonra Susurluk Kazası ve 28 Şubat süreçlerine girilmesi ile kampanyanın başlaması gecikti, nihayetinde Murat Belge’nin projesinden haberi olan Yurttaş Girişimi15’nin sözcüleri Belge ile temasa geçti ve projenin başlatılmasını sağladılar (Mahçupyan, 2003: 84).