• Sonuç bulunamadı

Aydının Topluma Karşı Sorumluluğu, Bağımsızlığı ve İhanet

BİRİNCİ BÖLÜM AYDIN KİMDİR?

1.3. AYDIN KAVRAMININ SOSYOLOJİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

1.3.2. Aydının Topluma Karşı Sorumluluğu, Bağımsızlığı ve İhanet

Aydın içinde yaşadığı toplumdan bağımsız hareket edemeyecek bir varlıktır ve anlamını toplumda ve toplum içerisinde gerçekleştirdiği faaliyetlerde bulacaktır. Bu durumda aydının içinde bulunduğu topluma karşı birtakım sorumlulukları vardır. Aydının sorumlulukları nelerdir? Aydınlar bağımsız mıdır? Aydınlar bağımsız olmalı mıdır? Aydınlar ne tür faaliyetlerde bulunurlarsa toplum tarafından ihanetle suçlanırlar?

Sartre aydının sorumluluk alanını şu aydın tanımından hareketle belirtmektedir: “Aydın, kendisini yakından ve birebir ilgilendirmeyen konularla

meşgul olan kişidir” (Sartre, 2010: 20). Bu durumda aydının ilk sorumluluğunun

yaptığı iş ile kendisine bir çıkar sağlamamak ya da kendi çıkarına hizmet edecek işler yapmamak olduğunu söyleyebiliriz. Foreign Policy dergisi tarafından yapılan Top

100 Public Intellectuals (Zirvedeki 100 Halk Aydını) anketinde birinci olarak seçilen

aktivist ve dilbilimci Noam Chomsky de aydının sorumlulukları üzerine çalışmalarda bulunmuştur (“Top 100 Public Intellectuals,” 2008). Chomsky öncelikle aydınların görevleri ve sorumlulukları arasında bir ayrıma gitmiştir. Aydınların görevi, toplumsal kurumların onlara sağladığı olanakları kullanarak iktidara ve otoriteye destek sağlamaları ve doktriner bir yönetim ve anlayış kurmalarıdır. Bu görevi yaptıkları ölçüde marjinalleşmezler. Diğer insanlara da hayatı doktriner şekilde algılamayı aşılarlar. Aydınların ahlaki sorumlulukları ise çok farklıdır ve bütünüyle bunun tam tersidir. Aydınların ahlaki sorumlulukları hakikati anlamaya çalışmak, dünyaya ilişkin bir kavrayışa ulaşmak için başkalarıyla birlikte çalışmak, bunu diğer insanlara aktarmaya çalışmak, bu doğrultuda yapıcı bir eylem oluşturmaktır. Tam bu noktada görevleri ve sorumlulukları arasında bir çelişkiye düşerler. Sorumluluklarını önceleyenler toplumda dışlanır ve marjinalleştirilir. Görevini yerine getirenler kaçınılmaz bir şekilde iktidara eklemlenirler. Örneğin, sorumluluğunu yerine getiren

bir akademisyen asla meslektaşlık denen şeyi beceremeyecek, arkadaşları ile uyum içinde çalışamayacak ve yalnızlığa itilecektir (Chomsky, 2005: 7).

Noam Chomsky, görev kıskacından sıyrılıp ahlaki sorumluluklarını yerine getiren kişilerin aydın olarak değerlendirilebileceklerini belirtmektedir. Sartre ve Chomsky aydına otoritelere hizmet etmemek, şahsi çıkar kollamamak ve sadece hakikatin kölesi olmak gibi sorumluluklar atfetmektedirler.

Nilgün Toker Kılınç, aydınların bazı tarihsel alanlarda sorumluluk yüklenmeleri gerektiğini belirtmiştir. Ona göre, entelektüel öncelikle toplumda var olan bir “kötü”nün ayırdına varan kişidir. Bu farkındalıkla birlikte entelektüel, toplumun varolan “kötü”nün farkında olmasını sağlamalıdır. Çünkü sahip olduğu düşünsel altyapı ve nitelikleri ona bu şekilde davranma sorumluluğu yükler. Bu nedenle de entelektüelin tüm eylemleri politiktir. Aslında onun yapması gereken halkta erimeden halka inmektir (Kılınç, 2007: 19).

Aydının iktidara, otoriteye eklemlenmemesi için bir bağımsızlığa kavuşması gereklidir. Latin Amerikalı siyaset bilimci James Petras, aydınların bağımsızlığının büyük ölçüde ekonomi ile alakalı olduğunu vurgulamaktadır. Petras, 1960’lardan sonra Latin Amerikalı aydınların dönüşümünden bahsederken bu konuya değinmiştir. Ona göre ekonomik desteklerle kurulan enstitüler ve yabancı kaynaklı fonlarla kurulan araştırma enstitüleri aydınları kendilerine hapsetmeye çalışmaktadır. Bu enstitülerin seçtiği konulara uygun araştırmalar yapmaları için aydınlara yüksek maaşlar önermektedir. Bu araştırma merkezlerinde çalışan aydınlar örneğin Dünya Bankası gibi kuruluşların ekonomik olarak gelişmekte olan ülkeleri kıskacına aldığı gibi saptamalarda bulunan araştırmalar yapamaz. Ekonomik kaygılarla bu kuruluşlarda vazifeler edinen aydınlar da aydın sıfatından sıyrılarak salt birer profesyonele dönüşmektedir. Fon veren kurumların karşı çıkmayacağı bilgiler edinmekte, egemen ideolojiye paralel fikirler saptamakta ve bu fikirleri topluma yaymaktadır. Bu aydınlar kadınların zayıflığını ya da Afrikalıların mental olarak geriliğini saptayan araştırmacılar gibi sermaye yararına çalışmaktadır. Petras bu noktada aydının objektifliği ve bağımsızlığının özellikle ekonomik açıdan geri kalmış ülkelerde daha çok zedelendiğini saptamıştır (Petras, 2010).

Aydınların bağımsızlığını zedeleyen unsurlar medya gücünden de kaynaklanabilmektedir. Medya, araştırmacılara fon sağlayan büyük kuruluşlar gibi,

büyük kapital gruplarının tekelinde bir güç oluşturmaktadır. Dolayısıyla aydınların medyaya karşı duruşlarını objektif bir şekilde belirlemeleri gereği doğmaktadır. Hıfzı Topuz, aydınların medya içerisinde özerk duruşlarını korumaları ve medya endüstrisine karşı savaşmaları gerektiğini söylemiştir. Örnek olarak da Emile Zola’yı göstermiştir. Zola, Dreyfus Davası sırasında basına ve medyaya karşı muhalif bir duruş sergilemiş ve Dreyfus’ü suçlayan gazeteleri suçlamıştır. Bu durumda, Topuz da aydınlardan medyanın karşısında aynısını yapmalarını ve anlatım ve ifade özgürlüğünü sonuna kadar savunmalarını beklemektedir (Topuz, 2008). Ulus Baker de benzer saptamalarda bulunmak suretiyle, aydınların enformasyon ve iletişim toplumunda medyaya direnen asli grup olmaları gerektiğini belirtmiştir. Ona göre aydınlar, medyatik olaylar karşısında düşünsel olayları ön plana çıkarmalı, bunun içinde medya içinde yer almalı, ancak bağımsızlıklarını korumalıdır (Baker, 1995: 15).

Medya ve aydın ilişkileri üzerine çalışmaları bulunan sosyolog Pierre Bourdieu ise konuya benzer bir biçimde yaklaşmıştır. İktidar sahiplerinin nüfuz ettiği büyük medya kuruluşlarında yer alan medya aydınlarına karşı, muhalif ve eleştirebilme yeteneği olan aydınları etkili kılmak gerekliliğini saptayan Bourdieu, aydınların dikkatli olmaları gerektiğini belirtmiştir. Şöyle ki; Bourdieu’ya göre aydınların iktidarı Faşizm, Stalinizm gibi bir diktatörlük doğuracaktır ve tehlikeli olacaktır. Önemli olan aydınların iktidar olmasını sağlamak değil, aydınların mevcut sistemler içerisinde eleştirel ve muhalif olabilmelerini sağlamaktır. Bunun için de aydınlar medya gücünü kullanmak zorundadırlar. Bunu yaparken de özerkliklerini korumalı ve iktidara yaklaşmalarını, iktidardan kazanımlar sağlamalarını sağlayacak her türlü basın gücünden uzak durmalıdırlar (Bourdieu, 1995: 84).

Görüldüğü üzere, medya aydınların kaçınılmaz olarak kullanmaları gereken çok güçlü bir araçtır; ancak bu aracı kullanırken çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Medya, aydınların aydın sorumluluklarını yerine getirmelerinde bir araç olabileceği gibi, onların bağımsızlıklarını zedeleyen bir araç da olabilir.

Sosyolojik olarak aydını ele aldığımızda, aydınların yabancılaşması konusu bu alanda incelenmesi gereken bir başlık olarak öne çıkmaktadır. Aydınların yabancılaşması konusunda çalışma yapan temel isimlerden birisi Edward Shils’tir. Shils’e göre, aydınlar bir toplumun geçmişten kalan değerleri ve geleneklerini

benimseyip geliştirerek geleceğe aktarabilecekleri gibi; onları tamamen reddedip benimsememeyi de tercih edebilirler. Bu durum en demokratik olan toplumdan en geleneksel olan topluma kadar geçerlidir. Bu şartlarda, aydın geçmişten gelen değerleri reddettiği noktada büyük bir yabancılaşma içine düşecektir. Toplumun benimsediği değerlerle çatışan aydın, toplumla entegrasyon sürecini güçleştirir. Bu durum, aydının toplumdan dışlanmasına kadar gidebilir (Shils, 1958: 15). Bu durumu Ülgener, fildişi bir kuleye hapsolmak olarak betimlemiştir. Ülgener’e göre, aydınlar kendi fildişi kulelerinde yaşayıp toplumla bütünleşmeyi reddederlerse toplumdan yabancılaşırlar (Ülgener, 2006: 50).

Diğer bir görüşü ise, William Banks sistematize etmiştir. Banks, her toplumda aydınlar ve aydın olmayanlar olmak üzere temel bir ayrım olduğunu ve bu iki kutup arasında yabancılaşmanın kaçınılmaz olduğunu vurgular (Banks ve Jewell, 1995: 80). John Hall ise, yabancılaşmayı tamamen farklı bir noktadan ele almıştır. Konuyu iktidar ve halk kutuplarından ele alan Hall, bir kişinin halk tabanından koptuğu oranda iktidara yakınlaşacağını belirtmiştir. İktidara yakınlaştığı ölçüde de kişi aydın olmaktan feragat ederek salt bir elite dönüşecektir. Hall’a göre, aydının bu durumda yabancılaşması başlar (Hall, 1977: 371). Hall’ın bir anlamda yabancılaşmayı elitleşme olarak kurguladığını söyleyebiliriz.

Julien Benda, aydınların neler yaparlarsa ihanete düşeceklerini araştırmıştır. Benda, aydınları insanlığın vicdanı olarak görür. Benda, aydınları soyut ve metafizik bir alanda tanımlamış ve onları ete kemiğe büründürmemiştir. Onlar sanki masal dünyasında yaşayan birer özgürlük savaşçısıdır. Onlar bu dünyaya ait olmayan ebedi hakikat ve adalet standartlarının bayraktarlığını yapmaktadırlar. Benda, aydınların ihanetini kavramlaştırırken siyasi ihtiras kelimesi üzerinden durumu açıklamıştır. Siyasi ihtirası ise, insanların diğer insanlara başkaldırmasına vesile olan ve siyasi olarak adlandırılan ihtiraslar olarak tanımlamıştır. Ona göre, aydınlar öyle bir ihanetin içine düşmüşlerdir ki siyasi ihtirasları benimseyerek onlara sarılmışlardır. Ve bu süreçte aydın başkaldırısını yitirmişlerdir. Siyasi olarak insanların ihtiraslarını engelleyen, onları frenleyen kişilerken; o ihtiraslara sahip insanlara dönüşmektedirler (Benda, 2011: 40).