• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Aydın Kavramının Ele Alınışı

BİRİNCİ BÖLÜM AYDIN KİMDİR?

1.1. AYDINI TANIMLAMA SORUNU

1.1.4. Türkiye’de Aydın Kavramının Ele Alınışı

Buraya kadarki anlatılarla, aydın kavramını tarihsel olarak kurgulayarak, günümüze kadarki anlamlarını uluslar arası literatür açısından irdeledik. Türkiye’de aydın kavramı nasıl ele alınmaktadır?

1.1.4.1. Osmanlı’da Münevver Kavramı

Aydın kavramı uzun bir süre, Osmanlı İmparatorluğu’nda enlightened kelimesinin karşılığı olarak ‘aydınlatılmış, aydınlanmış’ anlamına gelen münevver kelimesinin eşanlamlısı olarak kullanılmıştır (Türköne, 2005: 408). Ancak son tahlilde, nur ile bütünleşen bir kavram olarak münevver, saf akıl ve zihin ile açıklanan entelektüelden ve zihinselliğin yanı sıra işlevselliği ve toplumsallığı barındıran aydından farklılaşmış ve metafizik alana yönelik bir kavram ve metafor olarak kullanılmıştır (Çağan, 2003: 25). Bu nedenle, münevver kelimesinin aydın kavramı ile eşanlamlı olarak kullanılması günümüz açısından mümkün olmamakla birlikte, Osmanlı açısından da münevver kelimesinin aydınla tamamen aynı anlamda kullanıldığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Sosyolog Nur Vergin, Osmanlı’da görülen münevverlerle günümüz aydınlarının arasındaki en önemli farkın, sınıfsal aidiyet ve sosyolojik kökenden kaynaklandığını belirtmektedir. Ona göre münevver, toplumun çehresinin kırsal olduğu bir dönemde, her şeyden önce kentsoylu bir kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Görece ekonomik refah seviyesine sahip kişiler olan münevverler,

toplumun merkezinde yer alan kişilerdir. Olaya merkez- çevre ilişkisi açısından bakarsak, münevver çevre olarak tabir edilen alanın siyaset alanına müdahil olmadığı bir dönemin insanı olarak göze çarpar. Vergin, günümüz aydınlarının ise, belirli çevreler ve o çevrelerin belirli siyasetleri üzerinden siyasete müdahil olduklarını söylemekle, aydınların hem merkezde hem çevrede yer alabileceklerini vurgulamaktadır (Vergin, 2006: 12).

Bu açıklamalardan hareketle, Osmanlı döneminde münevverlerin yöneten sınıfı ya da seçkinler içerisinde ve iktidara yakın merkezlerde konumlandıklarını söylemek mümkün görünmektedir. Bu anlamda aydınların muhalif olarak konumlanmaları Tanzimat dönemine kadar sık karşılaşılan bir durum değildir. Tanzimat dönemine gelindiğinde bu anlayış değişmiştir. Bu dönemde Batı karşısında yoğun bir yenilmişlik duygusu başta münevverler olmak üzere toplumun tüm kesimlerinde kendisini hissettirmeye başlamıştır. Bu nedenle, toplumda bir dönüşümün gerekliliğini saptayan ve savunan münevverler bu dönüşümü başlatmak için muhalefet faaliyetleri içerisine girmişlerdir (Türköne, 2005: 409). Bu konuda bir örnek teşkil etmesi açısından Namık Kemal ve faaliyetleri gösterilebilir. Namık Kemal, vatan endişesini kendisi için ilk öncelik haline getirmiş, memleketteki vaziyet ve iktisadi düzen konusunda halkı aydınlatmak için çalışmıştır. Öyle vaziyete gelmiştir ki; hükümeti kendisi karşısında tedbirler almaya zorlamıştır. Bu bağlamda, 19. yüzyıl Tanzimat Dönemi münevverlerinin sembol ismi haline gelmiştir (Berksoy, 2006: 115).

Tanzimat Dönemi münevverleri, Osmanlı’da seçkin aydın profilinden uzaklaşarak ilk defa bir muhalif olma durumunu yansıtmaları açısından önem arz etmektedirler. Ancak yine de, aktivist olarak aydını yansıtmaları iki noktada mümkün değildir. Birincisi, Osmanlı devlet yönetiminde bir demokrasi kültürünü içselleştirmediği ve yaşamasına izin vermediği için günümüz anlamında toplumsal hareketlerin örgütlenmesine ve aydın faaliyetine bu dönemde rastlayamamaktayız. İkincisi ise; aydınlar muhalefette yer almaya başlamakla birlikte, muhalefet faaliyetleri edebi eserler icra etmek yoluyla sınırlı kalmıştır. Bu noktada, Tanzimat Dönemi münevverleri için salt bir politik örgütlenmeden söz etmek olası görünmemektedir.

1.1.4.2. Cumhuriyet Döneminde Aydın Kavramı

Cumhuriyet Dönemi ve yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde aydınlara bakılacak olursa, yeni kurulan bir devlet görüntüsünde olan bu ülkede aydınlar ilk dönemlerde sistemle uyumlu bir biçimde faaliyet göstermişlerdir. Bu dönemde devlet tarafından istihdam edilen aydınların devlet çatısı altında kutuplaşmaya başladıklarına tanıklık etmekteyiz. Kemalizm ideolojisi eşliğinde, ordu mensupları, bürokratlar, devlet memurları bu aydın gruplarını oluşturmuşlardır (Akay, 2006: 38).

Nilgün Toker Kılınç bu durumu şöyle ifade etmektedir: Ona göre Cumhuriyet ideolojisi, aydınları modernleşme projesinin bir aracı ve uygulayıcısı olarak gördü. Bu nedenle, aydınlar toplum mühendisi olmakla görevlendirildiler ve ulus- devlet yaratma sürecinin belirleyici aktörleri oldular (Kılınç, 2002).

Sabri Ülgener, bu devir aydınını bürokrat aydın olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle kendi içerisinde, Cumhuriyet aydınını iki gruba ayırmıştır. Birincisi, Tanzimat sonrası Türk aydınıdır ki bu aydınlar bürokrat aydınlardır; diğer grup da günümüzün sol aydınıdır (Ülgener, 2006: 100). Ancak genel olarak erken dönem Türk aydınları, devletin çatısı altında birleşmiş, sistemle uyumlu aydınlar olarak görünmektedirler. “Türkiye’nin Tarihsel Geçmişi ve Aydına Yüklenen Anlamlar” başlığı altında bu konu detaylı olarak ele alınacaktır.

1.1.4.3. Günümüzde Aydın ve Entelektüel Kavramları

Türkçede aydın ve entelektüel olmak üzere iki ayrı kavram var olduğundan, ortaya bu çoğulluktan kaynaklanan bir anlam karmaşası çıkmaktadır. İngilizce literatürde aydını da entelektüeli de intellectual kavramı karşılamaktadır. Bu karmaşa, aydınların Dreyfus Davası ile birlikte teoriden pratiğe geçiş sürecinde entelektüel olmanın belirleyicileri ya da entelektüel faaliyetleri değişmiştir, denilmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur. Telaffuz olarak kelime halen entelektüeldir. Ancak, Türkçede iki ayrı kavram vardır. Entelektüel ve aydın bizde tam da bu teori- pratik ikilemine karşılık gelmektedir. Entelektüel bilen iken; aydın eyleyen olacaktır (Vergin, 2006: 19). Yalnız entelektüel, misyon ve ideoloji sahibi aydına dönüşmüştür. Burada anlamsal bir farklılık yoktur; sadece kavramın kullanılışında

bir farklılık doğmaktadır. Yoksa Türkiye’de de aydın eylem vasıtası ile siyasete müdahil olan kişidir.

Türkçede entelektüel kelimesinden türeyen bir de entel sözcüğü sıklıkla kulağımıza çalınmaktadır. Bu kullanım tamamen Batıdaki gelişmelere maruz kalan ülkelerde karşılaşılacak bir durumdur. Batının baskılamasına maruz kalan ve kukla durumuna düşen aydın, toplum nezdinde genel bir statü ve itibar kaybına uğramış ve değer kaybetmiştir. Ortalıkta aydın sıfatıyla dolaşan kimselerden umudunu yitiren Türkler ve Fransızlar ise; hislerini dile getirmek için keşfettikleri entel ya da intello sözcükleriyle bu değer kaybına uğrayan kişileri nitelemişlerdir. Bu kişilerin, aydın misyonuna sahip olmadıklarını ve toplumda da ciddiye alınmaması gereken kişiler olduklarını vurgulamak istemişlerdir (Vergin, 2006: 30).